Hizbullahçı katil istedi, mahkeme yasağı kaldırdı
Terör örgütü Hizbullah’ın lider kadrosunda Şura üyeliği yapan ve yargılamanın yenilenmesi kararıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis hükümlüsüyken tahliye edilen “Hafız” kod adlı Hacı Bayancuk hakkındaki adli kontrol kararı ve yurt dışına çıkış yasağı da kaldırıldı. Gerekçe ise Bayancuk’un hacca gitmesi. Hacı Bayancuk IŞİD’in “Türkiye Emiri” olarak bilinen Ebu Hanzala kod adlı Halis Bayancuk’un da babası. Bayancuk 11 kişinin kaçırılıp öldürülmesi emrini vermekten ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılmış ve bu mahkûmiyeti Yargıtayca usul ve yasaya uygun bulunarak onandığı halde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazıyla kaldırılmıştı.
YURT DIŞINA ÇIKACAK
Bayancuk yeniden yargılama kararı verilen Ağır Ceza Mahkemesine başvuru yaparak hacca gitmek istediğini, ancak hakkındaki yurt dışı yasağının buna engel teşkil ettiğini belirterek yasağın kaldırılması talebinde bulundu. Mahkeme heyeti 14 Mayıs günü sanık hakkındaki adli kontrol kararı ve yurt dışına çıkış yasağının kaldırılmasına oy birliğiyle karar verdi. Kararın bir örneği de gereği yerine getirilmek üzere polis, jandarma ile kara hudut kapıları ile havalimanlarına gönderildi.
TOPLU MEZAR ÇIKARILMIŞTI
Bayancuk, Hizbullahçılar Yasin Özalp, Hatip Pirizade, Musa Bakışkan, Yılmaz Gökçe, Haydar Kaya ve Aziz Başak’ın ajanlık yaptıkları gerekçesiyle kaçırılıp öldürülmeleri emrini vermişti.
TOPLU MEZAR
Hizbullahçılar kaçırılıp işkenceli sorgudan geçirilerek domuz bağıyla öldürülmüş, gömüldükleri toplu mezar Diyarbakır’ın Çınar İlçesine bağlı Pempeviran Mezrasında bir dere yatağında ortaya çıkarılmıştı. Bayancuk Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde yargılandı. 3 Nisan 2007’de örgüt üyesi olmaktan 15 yıl hapisle cezalandırıldı. Yargıtay yerel mahkeme kararını usul ve yasaya aykırı bularak bozdu.
Source: Özgür Cebe
İsrail”de çoğunluk erken seçim istiyor
İsrail de yapılan bir anket, katılımcıların yüzde 57 sinin erken seçimi desteklediğini ortaya koydu. İsrail de yayın yapan Kanal 12 televizyonunun yaptığı anketin sonuçları açıklandı. Ankete göre, katılımcıların yüzde 57 si İsrail de erken seçimi destekliyor. Erken seçime destek verenlerin yüzde 88 inin muhalif partilerin seçmeni olduğu, yüzde 31 lik oranla erken seçime karşı çıkanların yaklaşık yüzde 60 ının da iktidar koalisyonunu destekleyenlerden oluştuğu görüldü. Bugün seçim yapılması durumunda 120 sandalyeli Meclis te, eski İsrail Başbakanı Naftali Bennett in partisi 24 sandalyeyle birinci olacak. Başbakan Binyamin Netanyahu nun liderliğindeki Likud partisinin ise 22 sandalye kazanması öngörülüyor. Yair Golan ın partisi Demokratlar 12, Avigdor Liberman liderliğindeki İsrail Evimiz Partisi 10, Yair Lapid liderliğindeki ana muhalefet partisi Gelecek Var Partisi 9, Itamar Ben-Gvir in liderliğini yaptığı Yahudi Gücü (Otzma Yehudit) ile Birleşik Tevrat Yahudiliği partileri 8 er, Benny Gantz ın Ulusal Birlik Partisi 7 sandalyeye sahip olacak. Meclis teki Arap partileri dışındaki muhalefette yer alan partiler 62 sandalye, tüm muhalefet partileri 72 sandalye, mevcut koalisyon ise sadece 48 sandalye elde edebilecek. Haredi partilerden Netanyahu nun iktidarını sona erdirebilecek Meclis in feshine destek kararı İsrail basını, Tevrat okullarında (Yeşiva) okuyan Haredilerin askerlikten muaf tutulmasına ilişkin yasal düzenlemenin yapılmaması nedeniyle Başbakan Binyamin Netanyahu hükümetinin büyük bir krizle karşı karşıya olduğuna ve ülkede erken seçimin kapıda olduğuna dikkati çekiyor. Yedioth Ahronot gazetesi, Birleşik Tevrat Yahudiliği partisinin meclisin feshedilmesi yoluyla erken seçimlere gidilmesi kararına, Başbakan Binyamin Netanyahu liderliğindeki koalisyon hükümetinin diğer Ultra Ortodoks ortağı Şas partisinin destek verdiğini aktardı. Birleşik Tevrat Yahudiliği nin dini lideri olan hahamlar, koalisyondan çekilme ve meclisi feshetme seçeneklerinden ikisini de desteklediklerini belirten bir açıklama yayımlamıştı. Öte yandan, muhalefet partileri İsrail Meclisi nin (Knesset) feshi için gelecek hafta bir tasarı sunacaklarını açıklamıştı.
Source: Habertürk
İsrail”de çarpıcı anket: Çoğunluk erken seçim istiyor
İsrail”de yayın yapan Kanal 12 televizyonunun yaptığı anketin sonuçları açıklandı.Ankete göre, katılımcıların yüzde 57″si İsrail”de erken seçimi destekliyor.Erken seçime destek verenlerin yüzde 88″inin muhalif partilerin seçmeni olduğu, yüzde 31″lik oranla erken seçime karşı çıkanların yaklaşık yüzde 60″ının da iktidar koalisyonunu destekleyenlerden oluştuğu görüldü.Bugün seçim yapılması durumunda 120 sandalyeli Meclis”te, eski İsrail Başbakanı Naftali Bennett”in partisi 24 sandalyeyle birinci olacak.Başbakan Binyamin Netanyahu”nun liderliğindeki Likud partisinin ise 22 sandalye kazanması öngörülüyor.Yair Golan”ın partisi Demokratlar 12, Avigdor Liberman liderliğindeki İsrail Evimiz Partisi 10, Yair Lapid liderliğindeki ana muhalefet partisi Gelecek Var Partisi 9, Itamar Ben-Gvir”in liderliğini yaptığı Yahudi Gücü (Otzma Yehudit) ile Birleşik Tevrat Yahudiliği partileri 8″er, Benny Gantz”ın Ulusal Birlik Partisi 7 sandalyeye sahip olacak.Meclis”teki Arap partileri dışındaki muhalefette yer alan partiler 62 sandalye, tüm muhalefet partileri 72 sandalye, mevcut koalisyon ise sadece 48 sandalye elde edebilecek.Haredi partilerden Netanyahu”nun iktidarını sona erdirebilecek Meclis”in feshine destek kararıİsrail basını, Tevrat okullarında (Yeşiva) okuyan Haredilerin askerlikten muaf tutulmasına ilişkin yasal düzenlemenin yapılmaması nedeniyle Başbakan Binyamin Netanyahu hükümetinin büyük bir krizle karşı karşıya olduğuna ve ülkede erken seçimin kapıda olduğuna dikkati çekiyor.Yedioth Ahronot gazetesi, Birleşik Tevrat Yahudiliği partisinin meclisin feshedilmesi yoluyla erken seçimlere gidilmesi kararına, Başbakan Binyamin Netanyahu liderliğindeki koalisyon hükümetinin diğer Ultra Ortodoks ortağı Şas partisinin destek verdiğini aktardı.Birleşik Tevrat Yahudiliği”nin dini lideri olan hahamlar, koalisyondan çekilme ve meclisi feshetme seçeneklerinden ikisini de desteklediklerini belirten bir açıklama yayımlamıştı.Öte yandan, muhalefet partileri İsrail Meclisi”nin (Knesset) feshi için gelecek hafta bir tasarı sunacaklarını açıklamıştı.
Source: Dünya Gazetesi
Faik Tanrıkulu yazdı: Tek merkezli hegemonyanın sonu mu?
Soğuk Savaş”ın sona ermesiyle birlikte uluslararası sistemde “ideale yakın” bir düzen arayışı başlamıştı. Özellikle 1990″lı yılların başında, liberal demokrasilerin yükselişiyle birlikte bazı çevreler artık savaşsız, müreffeh bir küresel düzenin kurulduğunu iddia ediyordu. Ancak bu iyimser tablo kısa sürdü. Körfez Savaşı, Irak”ın işgali, Orta Doğu”daki iç çatışmalar ve Afrika”dan Asya”ya kadar kaynak ve etnik temelli savaşlar, bu iddianın geçerliliğini sorgulanır hale getirdi.Birleşmiş Milletler gibi küresel kuruluşların savaşları önlemedeki başarısızlığı, insan haklarını koruma iddiasının ise sadece söylemde kaldığı görülüyor. Özellikle İsrail”in Filistin”e yönelik saldırıları karşısında uluslararası sistemin sessiz kalması, küresel yapıların meşruiyet krizini derinleştiriyor. Bugün ne BM ne de Batı merkezli güç blokları, küresel adaleti ve barışı tesis edecek kapasiteye sahip görünmüyor.Amerika Birleşik Devletleri”nin Soğuk Savaş sonrası dönem boyunca tek kutuplu düzenin merkezinde yer alması, başlangıçta bir istikrar unsuru olarak görüldü. Ancak zamanla bu hegemonyanın daha çok bir baskı ve çıkar mekanizmasına dönüştüğü açıkça ortaya çıktı. ABD”nin Filistin”de insan haklarını hiçe sayan politikaları, Ukrayna”daki savaşta taraf olması ve küresel çıkarlarını önceleyen müdahaleleri, ona olan güveni zayıflattı. İç siyasetinde yaşadığı krizler, kutuplaşmalar ve uluslararası prestij kaybı da bu güven erozyonunu derinleştiriyor.Ancak tarihte her hegemonik gücün zayıfladığı ve yeni güç odaklarının ortaya çıktığı dönemler olmuştur. Bugün dünyamız da böyle bir eşikte. Artık ABD merkezli tek kutuplu bir dünya düzeni gerçekçi ve sürdürülebilir değil. Bunun yerini, bölgesel güçlerin daha fazla sorumluluk aldığı çok merkezli bir yapının alması kaçınılmaz görünüyor. Çin, Hindistan, Türkiye, Güney Afrika gibi ülkeler, sadece ekonomik büyüklükleriyle değil; diplomatik girişimleri ve kriz çözme kapasiteleriyle de yeni küresel düzenin aktörleri olmaya adaydır.Bu geçiş süreci kolay olmayacak. Uluslararası sistemin yeniden inşası zaman alacaktır. Ancak bölgesel güçlerin iş birliğine dayalı, daha adil ve dengeli bir yapı, hem savaşları önlemede hem de insani değerleri korumada daha etkin olabilir. Türkiye, coğrafi konumu, tarihi birikimi ve diplomatik kapasitesiyle bu süreçte kilit bir rol üstlenebilir.
Source: Faik Tanrıkulu
Trump 12 ülke vatandaşının ABD'ye girişini yasakladı
İlk başkanlık döneminde 7 ülkenin vatandaşlarının ülkeye seyahat etmelerini yasaklayan kararı çok tartışılan ABD Başkanı Donald Trump, benzer bir karara daha imza attı. TRUMP”TAN DİKKAT ÇEKEN KARAR Trump imzaladığı ve pazartesi gece yarısı itibarıyla yürürlüğe girecek olan kararla 12 ülke vatandaşlarının ülkeye girişini “ulusal güvenlik” gerekçesiyle yasakladı. Bu ülkeler Afganistan, Myanmar, Çad, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Ekvator Ginesi, Eritre, Haiti, İran, Libya, Somali, Sudan ve Yemen”den oluştu. 7 ÜLKEYE DE KISITLAMA Donald Trump; Başkanlık Kararnamesi ile Burundi, Küba, Laos, Sierra Leone, Togo, Türkmenistan ve Venezuela vatandaşlarının ABD”ye girişine de kısıtlamalar getirdi. Trump”ın kararnamesi, geçerli vizesi olanları ve ABD”de daimi ikamet izni olan kişileri kapsamıyor. “Güvenli ve güvenilir bir şekilde inceleyemediğimiz hiçbir ülkeden açık göç alamayız… Bu nedenle Yemen, Somali, Haiti, Libya ve diğer birçok ülke için seyahat kısıtlamaları getiren yeni bir karar imzalıyorum” açıklaması yaptı. İKİNCİ YASAK KARARI Trump ilk başkanlık döneminde 2017″de de benzer bir karar almış ve İran, Irak, Libya, Suriye, Somali, Sudan ve Yemen vatandaşlarının ABD”ye girişini yasaklamıştı. Daha sonra bu Kuzey Kore, Venezuela ve Çad da bu kapsama alınmıştı. Yüksek Mahkeme 2018″de yasağın ABD Anayasası”na uygun olduğuna karar vermişti.
Source: Erdem Aksoy
Netanyahu”nun, Savunma Bakanı ile Genelkurmay Başkanı”nı görevden aldığına ilişkin ses kaydı ortaya çıktı
İsrail”in Kanal 13 televizyonu, Binyamin Netanyahu”nun mart ayında Birleşik Tevrat Yahudiliği dini liderlerinden Haham Moshe Hillel Hirsch”le 2025 bütçe oylamasından önce gerçekleştirdiği görüşmenin basına sızdırılan kaydını yayımladı.
Ses kaydında, Başbakan Netanyahu’nun Gallant ve Halevi”yi Haredi öğrencilerin askerlikten muaf tutulmasına karşı çıktıkları için görevden aldığını açıkça söylediği duyuluyor.
Hirsch”e Tevrat okullarında okuyan Haredi öğrencilerin askerlikten muaf tutulmasına ilişkin yasanın geçirilmesi için zamana ihtiyacı olduğunu belirten Netanyahu”nun “Aştığımız büyük engeller vardı biliyorsunuz. Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı size karşıyken, ilerleyemezsiniz. Ancak şimdi adım atabiliriz.” dediği duyuldu.
İsrail Başbakanlık Ofisinden yapılan açıklamada Kanal 13″ün konuşmayı çarpıttığını, Haredilerin askere alımı için orduda özel birliklerin kurulmasını engelleyenlerin eski Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi ile görevden alınan Savunma Bakanı Yoav Gallant olduğu öne sürüldü.
Mevcut Savunma Bakanı Yisrael Katz ile Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir”in konuyu profesyonelce ele aldıkları ve süreci hızla ilerlettikleri belirtildi.
Başbakanlık Ofisinin iddialarının aksine, eski Genelkurmay Başkanı Halevi ile görevden alınan Savunma Bakanı Gallant”ın döneminde ultra-Ortodoks askerler için özel birlikler kurulmuştu.
Netanyahu, birçok konuda fikir ayrılıkları yaşadığı Gallant”ı 5 Kasım 2024″te görevden almıştı.
İsrail”in Gazze Şeridi”ne 7 Ekim 2023″te başlayan saldırılarını yürüten Genelkurmay Başkanı Halevi, başta Netanyahu olmak üzere iktidardaki koalisyon hükümetinde yer alan çok sayıda isimle karşı karşıya gelmişti. Görevden alınacağı iddialarının gölgesinde Halevi, 21 Ocak”ta istifasını açıklamasının ardından 5 Mart”ta görevinden ayrılmıştı.
Haredi partiler, Netanyahu”nun iktidarını bitirebilecek Meclis”in feshine destek kararı
İsrail basını, Tevrat okullarında (Yeşiva) okuyan Haredilerin askerlikten muaf tutulmasına ilişkin yasal düzenlemenin yapılmaması nedeniyle Başbakan Binyamin Netanyahu hükümetinin büyük bir krizle karşı karşıya olduğuna ve ülkede erken seçimin kapıda olduğuna dikkati çekiyor.
Yedioth Ahronot gazetesi, Birleşik Tevrat Yahudiliği partisinin meclisin feshedilmesi yoluyla erken seçimlere gidilmesi kararına, Başbakan Binyamin Netanyahu liderliğindeki koalisyon hükümetinin diğer Ultra Ortodoks ortağı Şas partisinin destek verdiğini aktardı.
Birleşik Tevrat Yahudiliği”nin dini lideri olan hahamlar, koalisyondan çekilme ve meclisi feshetme seçeneklerinden ikisini de desteklediklerini belirten bir açıklama yayımlamıştı.
Öte yandan, muhalefet partileri İsrail Meclisi”nin (Knesset) feshi için gelecek hafta bir tasarı sunacaklarını açıklamıştı.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
Source:
Bayram yaklaşırken İslam coğrafyası acı içinde
Bir Kurban Bayramı’nın daha arefesindeyiz. Nasip olursa, bayramı kutlayacağız. Kutlayacağız kutlamasına ama bir de bayramın bayram olamadığı coğrafyaları hatırlatmak, okuyuculara ulaşan bizlerin borcu.
Önce Filistin’e bakalım. On binlerce kişinin hayatını kaybettiği, halkın sürekli olarak göç etmek zorunda bırakıldığı, enkaz yığınları arasında, yardım girişlerine engel olunan, sağlık hizmetlerinin yetersiz olduğu bir bayrama girecek Gazze. Bayram gününde yeni saldırıların olması da muhtemel.
Yani aslında her gün olduğu gibi, bayramda da canlarının, evlatlarının, mallarının her an kendilerinden ayrılması korkusuyla geçirecekler Kurban Bayramını. İsrail’in saldırılarına “dur” demeyen bir dünya olduğu için.
Sudan’daysa iç savaş var. 2023’te başlayan Hızlı Destek Kuvvetleri’nin isyanı devam ediyor. Sudan ordusu son dönemde önemli kazanımlar elde etmiş olsa da çatışmalar son bulmuş değil.
En az 15 bin kişinin hayatını kaybettiği çatışmalarda 9 milyondan fazla kişi de evinden edilmiş durumda. Kurban kesemeyen milyonlar, kurban edilen binlerle aynı sokaklarda yaşıyor. Türkiye arabuluculuk rolü üstlense de henüz taraflar ateşkese ulaşmadı.
Yemen’deki çatışmalar 2015’te başladı. Bugüne kadar can kayıpları 377 bin’i geçti. Ateşkes sağlandı Yemen’de. Ancak açlık var, salgın hastalıklar yayılmaya devam ediyor ve sağlık hizmetlerinin büyük bir bölümü çökmüş durumda.
Bir zamanlar İlsam’ın ilim ve şiir merkezlerinden biri olan Sana, şimdi zor günler geçiriyor. Yemen, Kuran’da adı geçen tek Arap ülkesi olmanın yükünü taşıyor ama yalnız.
Afganistan’a bayram senelerdir uğramıyor aslında. Çünkü önce Sovyet tankları geçti bu topraklardan sonra Amerikan jetleri. Taliban kontrolü ele alırken kendi tarihinin gölgesinden başka hiçbir şeyi olmayan bir halkla baş başa kaldı. 1979’da Sovyetler “Kurtarmak” için geldiğinde 1 milyondan fazla sivil öldü.
Köyler yakıldı, tarlalar bombalandı, eğitim sistemi yok edildi. 2001’de ABD uçakları Kurban bayramı arefesinde “özgürlük” getirmek için bomba bıraktı… 20 yıl süren işgalde demokrasi gelmedi ama dronlar, özel hapishaneler, faili meçhul cinayetler her zaman oradaydı..
Irak’ta bayram bir travmanın hatırlanması gibi. Çünkü artık hiçbir şey 2003’ten önceki gibi değil. Saddam’ın düşüşüyle biten bir diktatörlük, bir ulusun kolektif hafızasında yerini işgalle gelen parçalanmaya bıraktı.
Amerikan işgali sadece bir rejimi değil, bir kimliği ve hafızayı yerle bir etti. Irak ordusu dağıtıldı, kamu yapısı çökertildi, mezhepsel fay hatları derinleştirildi. Ebu Gureyb’te işkenceler, mezhep savaşları, bölücü ve köktendinci yapılanmalar güçlendi.
Bugün Irak’ta ailede tutuklu, kayıp ya da mezarda olmayan bir fert bulmak zor. Felluce’de çocuklar halen fosfor bombalarının mirasıyla doğuyor. Basra’da halk zengin petrol rezervlerinin üstünde yaşıyor ama elektriksiz.
Kuzeyde fiilen bağımsız hareket eden hareketler, güneyde İran destekli milis gruplarının hakimiyeti, merkezi hükümetin zayıflığı bayramı olması gerektiği gibi bir birlik bayramı değil, ayrılığın resmileştiği törenler haline getiriyor.
Arap Baharı’nın Suriye’ye uğradığı günler, buz gibi bir kışa dönüştü. Esed rejiminin açtığı ateş halkı on yıldan fazla sürecek bir savaşın içine sürükledi. Yarım milyondan fazla insan öldü, 7 milyondan fazlası ülke içinde yerinden edildi.. 6 milyon kişi de ülkeyi terk etti. Bayramda en çok ziyaret eidlen yer hala toplu mezarlar.
Suriye’de her şey oldu. Kimyasal silahlar, varil bombaları, kamplar, göç, esirler, tecavüzler. Ama İslam dünyası bu sınavı da başarıyla geçirmedi. Çıkarlar ve bloklar arasında Esed’in katliamların ses çıkarmayan ülkeler, Türkiye hariç neredeyse tüm mültecilere kapılarını kapayan hükümetler, diplomasi salonlarında vicdanlarını unuttu. Suriye, ümmetin vicdan testiydi.
Acı devam ediyor İslam dünyasında. Ancak umutsuzluk da Müslüman ahlakına yakışan bir durum değil. Dolayısıyla ne gerekiyor? Evet. Çok çalışmak… Allah ibadetlerimizi kabul etsin.
Bartu Eken / Haber7
Source: Bartu Eken
Terör örgütü PKK”nın 47 yıllık dergisi kapandı
Terör örgütü PKK”nın, sözde resmi yayın organı olarak bilinen “Serxwebün” dergisi, 1978 yılında başlayan yayın hayatını sonlandırdı. Dergi, son sayısını Mayıs 2025″te düzenlenen PKK”nın 12. Kongresi”ne ayırdı. Bu sayıda teröristbaşı Abdullah Öcalan”ın gönderdiği yazı ile birlikte kongrede yapılan konuşmalar ve alınan kararlar yer aldı. 47 yıllık yayın hayatını sonlandıran dergi, kapanışını “Yeni bir başlangıç” başlıklı yazıyla duyurdu.”YENİ BİR DÖNEME GEÇİŞ”Kapanış yazısında Serxwebün”ün sona ermesinin bir son değil, yeni yayın organlarına alan açacak bir geçiş olduğu ifade edildi. Yazıda, “Demokratik uygarlık kuramının teorik ve ideolojik çizgisi doğrultusunda yeni yayınlar için ön açma amacındayız. Serxwebün”ün mirası, yeni dönemde farklı yayınlar aracılığıyla yaşamaya devam edecek.” denildi.SERXWEBÜN”ÜN YAYIN HAYATISerxwebün, ilk olarak 1978 yılının Eylül ayında “Çıkarken” manşetiyle yayımlanmıştı. Bu ilk sayıyla birlikte PKK terör örgütünün kuruluşu da ilan edilmişti. Yayın hayatına olarak başlayan dergi, 1980 askeri darbesi nedeniyle faaliyetlerine ara verdi. Ancak 1981 yılında PKK”nın birinci konferans belgelerini yayımlayarak Avrupa”da yeniden basılmaya başlandı. Dergi, o tarihten bu yana özel eklerin dışında 521 sayı yayımladı.
Source: Erkan Talu
Avrupa’nın Filistin meselesinde dönüşen tavrı
Cihad İslam Yılmaz”ın “Avrupa’nın Filistin meselesinde dönüşen tavrı” başlıklı yazısı şu şekilde;Filistin soykırımı, yalnızca Ortadoğu’nun değil, modern uluslararası ilişkilerin en sancılı, en katmanlı ve en sembolik krizlerinden biri olarak 20. yüzyılın ikinci yarısından günümüze uzanan bir süreklilik arz etmektedir. Bu çatışmanın kökeni, yalnızca toprak ihtilaflarına değil, aynı zamanda tarihsel travmaların, uluslararası hukuk ihlallerinin, etnik milliyetçiliğin ve sömürgeci mirasın iç içe geçtiği derin yapısal sorunlara dayanmaktadır.1948 yılında İsrail devletinin kurulmasıyla başlayan süreç, yüz binlerce Filistinlinin zorla yerinden edilmesiyle (Nakba) birlikte, yalnızca bir devletin doğuşunu değil, aynı zamanda bir halkın sistematik olarak yurtsuzlaştırılmasını da simgelemiştir. Bu tarihsel kırılma, bölgesel savaşların, kitlesel göçlerin ve uzun soluklu bir direnişin başlangıcı olmuştur. 1967 Altı Gün Savaşı sonrasında İsrail’in Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Gazze’yi işgal etmesiyle birlikte, uluslararası toplumun “geçici” olarak nitelendirdiği işgal rejimi kalıcı bir sömürgeleştirme sistemine dönüşmüş; yerleşim politikaları, demografik mühendislik ve kaynakların tek taraflı tahsisiyle desteklenmiştir.AB”deki 27 ülke desteğini resmen ilan etti! Filistin-İsrail kararıAvrupa ülkeleri bu süreçte uzun yıllar boyunca, özellikle Soğuk Savaş döneminde, İsrail’e karşı eleştirel bir pozisyondan uzak durmuş, çoğunlukla Amerika Birleşik Devletleri’nin belirlediği siyasal hat üzerinden pasif bir diplomatik tutum benimsemiştir. Batı Avrupa’nın kolektif hafızasında Holokost’un yarattığı suçluluk duygusu, İsrail’e karşı eleştirinin “meşruiyet sınırlarını” daraltmış; bu durum, Filistinlilere yönelik sistematik hak ihlallerinin sessizce tolere edilmesine zemin hazırlamıştır.Ancak zamanla, özellikle 1980″lerden itibaren Avrupa kamuoylarında yükselen insani duyarlılık ve hak temelli dış politika anlayışı, bu geleneksel dengeyi sorgulayan bir çizgi doğurmaya başlamıştır. 1980 tarihli Venedik Deklarasyonu, Avrupa Topluluğu’nun (bugünkü AB) Filistin halkının meşru haklarını tanıdığı ilk resmi belge olarak kayda geçmiştir. Bu belge, her ne kadar somut politik yaptırımlar içermese de, Avrupa”nın Filistin sorununa yaklaşımında sembolik bir kırılmayı ifade etmektedir.21.yüzyıla gelindiğinde ise, İsrail’in Gazze’ye yönelik askeri saldırıları – özellikle 2008, 2014 ve 2023 sonrası süreçler – Avrupa kamuoyunun ve kurumlarının tepkisini giderek daha görünür kılmıştır. Ancak bu tepkiler çoğunlukla söylem düzeyinde kalmış; siyasi yaptırımlar ya da somut dış politika değişiklikleriyle desteklenmemiştir. Avrupa’nın tarihsel tutumundaki bu çekingenlik, İsrail’in uluslararası hukuka aykırı uygulamalarının sürdürülmesine zımni bir rıza üretmiş, Filistin halkı açısından ise adalet duygusunun aşındığı bir uluslararası düzlem yaratmıştır.Bugün gelinen noktada, Gazze’de yaşanan büyük ölçekli insani yıkım ve sivillere yönelik kitlesel saldırılar, bu tarihsel suskunluk geleneğinin sınırlarına ulaşmasını sağlamış görünmektedir. Özellikle 2025 yılı itibarıyla bazı Avrupa devletlerinin Filistin’i tanıma yönünde attığı somut adımlar, bu uzun tarihsel sürecin içinden filizlenen bir dönüşüm ihtimalini gündeme getirmektedir. Ancak bu dönüşümün kalıcı ve yapısal olup olmayacağı, Avrupa’nın kendi tarihsel bagajı ve jeopolitik sorumluluklarıyla nasıl yüzleşeceğine bağlıdır.AKSA TUFANI: YENİ BİR EŞİKGazze Şeridi’nde 2023 sonbaharında başlayan ve günümüze dek süregelen yoğun askeri saldırılar, İsrail-Filistin çatışmasının yalnızca bir bölgesel mesele olmadığını; aynı zamanda küresel ahlak, hukuk ve siyaset düzenine dair köklü sorular ürettiğini bir kez daha gözler önüne sermiştir. Bu kriz, yalnızca ölümlerle değil; insani yardımın engellenmesi, sağlık altyapısının kasıtlı olarak hedef alınması ve sivillerin zorla göç ettirilmesi gibi uygulamalarla bir “insanlık suçu mimarisi”ne dönüşmüştür. Uluslararası kamuoyu açısından bu dönem, İsrail”in sadece askeri değil, aynı zamanda yapısal ve sistematik bir yıkım politikası izlediği yönündeki kanaatlerin keskinleştiği bir eşiktir.Hastaneler, okullar, sivil barınaklar ve Birleşmiş Milletler”e ait tesisler dahi doğrudan bombalanmış; yüz binlerce sivil ya öldürülmüş ya da zorla yerinden edilmiştir. Gazze’de yaşanan bu insani trajedi, medya çağının bütün çarpıcılığıyla dünyaya yansımış; özellikle sosyal medya, sivillerin yaşadığı gerçekliği engellenemez bir tanıklık aracı hâline getirmiştir.Bu dönemde İsrail’in kullandığı dil ve strateji, yalnızca klasik bir güvenlik refleksi olarak açıklanamaz. Aksine, Filistin toplumunu “kolektif bir tehdit” olarak kodlayan, her yaş ve cinsiyetten bireyi potansiyel düşman sayan bir anlayışın kurumsallaştığına işaret eder. Bu durum, özellikle uluslararası hukuk uzmanları, insan hakları örgütleri ve Birleşmiş Milletler’in ilgili mekanizmaları tarafından “soykırım” tartışmalarını beraberinde getirmiştir.İsrail’in saldırılar sırasında Gazze’yi tümüyle yaşanamaz bir alan hâline getirme stratejisi, savaş hukukunun temel ilkelerinden biri olan “ayrım gözetme” ilkesini açıkça ihlal etmiştir. Gazze’nin altyapısının yok edilmesi, su ve elektrik hatlarının kesilmesi, sağlık sisteminin çökertilmesi ve gıda yardımına ulaşımın engellenmesi gibi uygulamalar, askeri değil, toplumu tümüyle hedef alan sistematik bir yıkımın unsurlarıdır. Bu eylemler, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) ve İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi kurumların 2024 sonu itibarıyla “insanlığa karşı suçlar” kapsamında değerlendirdiği bir dizi suç fiilini içermektedir.Bu krizin küresel ölçekte fark edilmesini sağlayan en önemli unsur ise artık yalnızca devletlerin değil, halkların da bu tanıklığa sessiz kalmaması olmuştur. Avrupa’nın büyük kentlerinde, 2023 sonbaharından itibaren yükselen Filistin yanlısı gösteriler, özellikle üniversite gençliği, akademisyenler ve sanat çevreleri tarafından desteklenmiş; bu dalga zamanla hükümetleri doğrudan etkilemeye başlamıştır. Kamuoyunun bu denli güçlü ve sürekli baskısı, devletlerin geleneksel diplomatik reflekslerini zorlamış; özellikle İspanya, Norveç, İrlanda gibi ülkelerde hükümet politikalarının köklü biçimde yeniden tanımlanmasına neden olmuştur.Bununla birlikte, geçtiğimiz günlerde yaşanan bazı gelişmeler, krizin yalnızca ahlaki değil, aynı zamanda jeopolitik bir kırılma noktasına evrildiğini göstermiştir. Gazze dışındaki Batı Şeria’da, Avrupalı diplomatları taşıyan bir araca ateş açılması, Avrupa’nın “uzaktan gözlemci” konumunu dramatik biçimde sona erdirmiştir. Bu olay, Avrupa devletlerinin artık yalnızca üçüncü taraf değil, aynı zamanda sahada doğrudan hedef alınan aktörler hâline geldiği bir gerçekliğin başlangıcını işaret etmektedir.Dolayısıyla Gazze krizi, hem şiddetin yoğunluğu hem de uluslararası sistemde yarattığı etkiler bakımından İsrail-Filistin çatışmasında yeni bir dönemin başlangıcıdır. Bu dönem, Avrupa”nın artık sadece izleyen değil, pozisyon alan ve sorumluluk üstlenen bir aktöre dönüşme sürecini hızlandırmıştır. Elbette bu dönüşümün kalıcılığı, kriz geçtikten sonra izlenecek politikalarla doğrudan bağlantılı olacaktır. Ancak şu açıktır ki; Gazze”de yaşananlar, Avrupa”nın vicdanı ve hukuki sorumluluk duygusuyla çelişen geleneksel “tarafsızlık politikasını” sürdürülemez hâle getirmiştir.AVRUPA’DA TUTUM DEĞİŞİKLİĞİAvrupa’nın İsrail-Filistin çatışmasına yaklaşımı, uzun yıllar boyunca stratejik sessizlik, ölçülü kınama ve sembolik diplomatik jestler ile tanımlandı. Bu yaklaşım, İsrail’in güvenlik kaygılarını önceliklendiren ve çoğunlukla ABD ile uyumlu hareket eden bir çizgide seyrediyordu. Ancak 2023 sonu itibarıyla Gazze’de yaşanan büyük insani felaket, Avrupa”nın bu geleneksel dengesini bozan bir vicdan kırılması yarattı. Bu kırılma, yalnızca kamuoyunun baskısıyla değil; aynı zamanda diplomatik aktörlerin, hükümetlerin ve siyasi partilerin giderek daha cesur adımlar atmasıyla kurumsal bir nitelik kazanmaya başladı.İspanya, bu değişimin en belirgin örneklerinden biri olarak öne çıkmıştır. Başbakan Pedro Sánchez’in, Gazze’de yaşananları “kabul edilemez ve orantısız bir şiddet” olarak nitelendirmesi, diplomatik literatürde alışılmadık bir açıklamaydı. 2024’te İspanya Meclisi’nde alınan kararla Filistin devletinin tanınması yönünde irade beyanı, İspanyol hükümetinin uluslararası hukuk ve insan hakları temelinde pozisyon aldığını göstermektedir. Üstelik bu yalnızca retorik bir çıkış değil; İsrail’e silah satışlarının askıya alınması ve Avrupa Birliği düzeyinde yaptırım çağrılarının desteklenmesi gibi somut adımlarla desteklenmiştir.Norveç ise her ne kadar AB üyesi olmasa da Avrupa”nın diplomatik vicdanı olarak hareket etmiştir. Oslo sürecine ev sahipliği yapmış bir ülke olarak Norveç, Filistin’i tanıyan ilk Avrupa ülkelerinden biri olmuş; İsrail’in Gazze’deki eylemlerini “uluslararası insancıl hukuka aykırı” olarak tanımlamıştır. Norveç Dışişleri Bakanlığı’nın, bu tanım üzerinden İsrail’e diplomatik baskı uygulamaya başlaması, küçük ama etkili bir devletin küresel vicdan rolünü nasıl üstlenebileceğinin örneğidir.İrlanda da bu süreçte benzer bir çizgi izleyerek Filistin halkının devlet olma hakkını tanımış, Gazze’deki saldırıların ardından İsrail büyükelçisini çağırarak sert bir diplomatik uyarıda bulunmuştur. İrlanda hükümeti, özellikle 2024 sonlarında yaptığı açıklamalarda, Avrupa Birliği içerisinde Filistin’e karşı “aktif koruma politikaları” geliştirilmesi gerektiğini vurgulamış; bu da konunun yalnızca tanıma düzeyinde değil, yapısal düzeyde ele alınması gerektiğini göstermektedir.Fransa ve Belçika, daha büyük ve geleneksel olarak temkinli davranan ülkeler olmalarına rağmen bu dalgaya kayıtsız kalmamıştır. Fransa’da, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un ilk açıklamaları oldukça çekingen olsa da, Fransız sivil toplumunun ve sol eğilimli siyasi partilerin baskısı sonucu hükümet söylemi değişmiş, 2025 başlarında yapılan açıklamalarda İsrail’in sivillere yönelik eylemleri açıkça “orantısız ve insan haklarına aykırı” olarak nitelenmiştir. Dahası Fransa’nın Filistin’i tanımaya hazır olduğu ifade edilmiştir. Belçika ise, özellikle yardım kuruluşlarına saldırılar sonrası İsrail”e yapılan AB fonlarının askıya alınmasını tartışmaya açarak, Avrupa Birliği bünyesinde hukuki mekanizmaların işlemesini talep etmiştir.İngiltere, geleneksel olarak İsrail’e yakın duran dış politika çizgisinden yavaş yavaş uzaklaşan bir başka ülkedir. 2024 sonlarında İşçi Partisi’nin yükselişe geçmesi ve kamuoyunun güçlü tepkisiyle, İngiliz parlamentosunda Filistin’i tanıma yönünde çok sayıda tasarı gündeme gelmiş, diplomatik dilde önemli bir değişim gözlemlenmiştir. Ayrıca üniversitelerde ve kamu kurumlarında düzenlenen kitlesel boykot kampanyaları, hükümet üzerinde doğrudan bir baskı oluşturmuştur. İngiltere’de yaşanan bu süreç, sadece devletin değil, toplumun da dış politika yapımına doğrudan etki edebildiği yeni bir dönemin habercisidir.Malta, yakın zamanda Filistin’i tanıyacak ülkeler arasında yer alıyor.Bu ülkelerde yaşanan gelişmeler, Avrupa’nın homojen bir blok olmadığını, ancak ortak değerler etrafında yeni bir dış politika dili geliştirebileceğini ortaya koymaktadır. Söz konusu değişiklikler, yalnızca anlık tepkiler değil; uzun vadeli stratejik hesapların ve siyasal dönüşümlerin işaretidir. Özellikle kamuoyunun, medya organlarının ve sivil toplum kuruluşlarının etkisiyle şekillenen bu yeni tutumlar, Avrupa’nın sadece ekonomik ya da stratejik çıkarlar etrafında değil, etik ilkeler etrafında da siyaset yapabileceğine dair umut verici bir göstergedir.Bununla birlikte, bu tepkilerin ne derece kalıcı olacağı, yalnızca Gazze’deki insani krizle değil; aynı zamanda Avrupa’nın kendi iç siyasal bütünlüğü, ABD ile ilişkileri ve uluslararası hukuku bir dış politika ekseni olarak ne kadar içselleştireceğiyle de doğrudan bağlantılıdır. Ancak şurası açıktır: Avrupa artık sessiz kalmanın, tarafsızlığın ve diplomatik dengeciliğin vicdani ve hukuki maliyetleriyle yüzleşmektedir.TRANSATLANTİK İLİŞKİLERİN GEVŞEMESİ: ABD”DEN BAĞIMSIZ KARAR MEKANİZMALARISoğuk Savaş’tan bu yana Avrupa’nın dış politikasında Amerikan etkisi belirleyici olmuştur. Ancak son yıllarda ABD ile Avrupa arasında birçok alanda yaşanan ayrışmalar –Ukrayna politikası, iklim değişikliği, savunma harcamaları gibi– Transatlantik bağların eskisi kadar sıkı olmadığını göstermiştir. Özellikle Amerikan yönetiminin İsrail’e verdiği sınırsız destek, Avrupa kamuoyunda büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Bu noktada Avrupa’nın, ABD’ye rağmen kendi diplomatik reflekslerini geliştirmesi yönünde bir zemin oluşmuştur. Avrupa Birliği”nin stratejik özerklik söylemini giderek daha yüksek sesle dillendirmesi ve dış politikada kendi yolunu çizme arayışları, Filistin meselesinde de bağımsız ve daha ilkesel bir duruşun önünü açmaktadır. Bu, aynı zamanda Avrupa”nın küresel düzeyde kendi kimliğini inşa etme çabasının da bir parçasıdır.
Source: Ramazan Yıldız
Trump’tan yeni Harvard misillemesi… Uluslararası öğrenci vizeleri askıda!
Beyaz Saray, çarşamba günü yayımlanan başkanlık kararında, uygulamanın “ulusal güvenlik” gerekçesiyle alındığını belirtti ve “Harvard’a yabancı öğrenci kabulünün ABD’nin çıkarlarına zarar verdiğini” savundu.HARVARD’DAN TEPKİ: “MİSİLLEME”Reuters haber ajansına göre Harvard Üniversitesi, Trump’ın kararını “yasadışı bir misilleme” olarak nitelendirdi ve uluslararası öğrencilerini korumaya devam edeceğini açıkladı.Bu karar, Beyaz Saray ile Harvard arasında nisan ayında başlayan ve giderek tırmanan hukuk savaşının son halkası oldu. Harvard, yönetimin çeşitli taleplerine boyun eğmeyi reddetmişti.MAHKEME KARARINA RAĞMEN GELDİTrump’ın kararı, geçtiğimiz hafta bir federal yargıcın İç Güvenlik Bakanlığı’nın (DHS) Harvard’daki uluslararası öğrencileri hedef alan yasağını durdurmasının hemen ardından geldi.Trump, Harvard’ın “yabancı ülkelerle karmaşık ilişkiler geliştirdiğini” ve “öğrenci ve akademisyenlerin medeni haklarını ihlal etmeye devam ettiğini” öne sürdü.“Bu bağlamda, yalnızca Harvard Üniversitesi’nde eğitim almak amacıyla ABD’ye giriş yapmak isteyen yabancıların kabul edilmemesi gerektiğine karar verdim,” ifadelerini kullandı.Kararname, yeni vizelere ek olarak hâlihazırda üniversitede bulunan öğrencilerin vizelerinin iptal edilmesini de gündeme getiriyor. Bu yetki, Dışişleri Bakanlığı’na devredildi. Askıya alma süresi, altı aydan daha uzun süreye uzatılabilecek.GEREKÇE: YETERSİZ BİLGİ PAYLAŞIMIBeyaz Saray, Harvard’ın İç Güvenlik Bakanlığı’na “yabancı öğrencilerin yasa dışı veya tehlikeli faaliyetlerine” dair yeterli bilgi vermediğini ve sadece üç öğrenci hakkında eksik veri sunduğunu iddia etti.Harvard ise buna karşılık olarak yayımladığı açıklamada, kararın Anayasa’nın birinci maddesindeki ifade özgürlüğü hakkına aykırı olduğunu belirtti.DAVA SÜRECİ DEVAM EDİYORTrump yönetimi, geçtiğimiz ay üniversitenin uluslararası öğrenci kabulü için gerekli olan federal sertifikasını iptal etmişti. Ancak bu karar da kısa sürede mahkeme kararıyla durdurulmuştu.Geçtiğimiz perşembe günü bir federal yargıç, Harvard’daki uluslararası öğrencilerin eğitimine devam edebilmesi için süresiz erteleme kararı verdi. Ancak Trump’ın çarşamba günü imzaladığı yeni karar, bu süreci yeniden belirsizliğe sürükledi.2024-2025 eğitim yılı itibarıyla Harvard’da 7 bine yakın yabancı öğrenci eğitim görüyor. Bu da üniversite nüfusunun yüzde 27’sini oluşturuyor.ÇİNLİ ÖĞRENCİLERE DE VURGUTrump, geçen hafta Çinli öğrencilere yönelik vizelerin “agresif şekilde iptal edileceğini” açıklamıştı. Ardından bir Çinli öğrenci, Harvard mezuniyet töreninde bir konuşma yaparak uluslararası öğrenciler arasında dayanışma çağrısında bulunmuştu.Öte yandan, Trump yönetimi son aylarda Gazze protestoları sonrası üniversitelerde antisemitizme karşı yeterli adımlar atılmadığı gerekçesiyle yükseköğretim kurumlarına yönelik baskıyı artırdı. Çarşamba günü Beyaz Saray, Columbia Üniversitesi’nin akreditasyonunu iptal etmekle tehdit etti.Trump’ın Harvard’a yönelik yeni kararı, binlerce uluslararası öğrencinin geleceğini yeniden belirsizliğe soktu.
Source: Fatih Yoncalık