AKP-MHP-DEM anayasası?!
12 Mayıs’ta açıklanan PKK’nin 12. kongre bildirisinin ardından Türkiye yeni bir sürece girdi. O güne dek “terörsüz Türkiye” hedefi için sadece dört kelimenin söz konusu olduğu savunuluyordu: Silahlar gömülecek, örgüt lağv edilecek! Anlaşıldı ki bu dört kelime sürecin sadece kapağıymış. İçinde her şeyden önce yeni bir anayasa varmış! Mayıs ayının ikinci yarısı bu yöndeki yoklamalarla geçti. Salı günkü MHPDEM, dünkü AKP-DEM görüşmeleri, bunlara paralel olarak Erdoğan ’ın anayasa açıklamaları dışarıya oldukça net bir fotoğraf veriyor. Görünen fotoğrafta, DEM’in AKP-MHP ile birlikte her iki tarafın istemlerine yanıt verecek, daha doğru anlatımla önümüzdeki seçimde DEM’in Erdoğan’ın cumhurbaşkanı adaylığının önünü açmasını ve devamında desteklemesini sağlayacak bir arayış var. Bu yolun adı demokratik bir anayasa inşası olmaz. Yukarıda özetlediğimiz durak olur. *** Her iki taraf da şunu iyi biliyor: CHP’yi katmadan yeni anayasa zemini oluşturmak zor! CHP buna ne diyor? En son CHP-DEM görüşmesinde CHP top çevirmeden net biçimde düşüncesini iletti: Biz mevcut anayasaya uymayan bir anlayışla yeni anayasa yapmayız! DEM heyeti, demokratikleşme adımlarının öneminden söz edince de yanıt şu oldu – Belediye başkanlarımız tutukluyken, kayyum uygulaması sürerken, operasyonlar bütün hukuksuzluğuyla devam ederken hangi demokratikleşme! CHP’nin bu zemini değiştireceğini sanmıyoruz! DEM kendi içinde elbet muhasebesini yapıyordur. Esenyurt Belediye Başkanı Prof. Dr. Ahmet Özer ’in tutuklanmasıyla başlayan İBB operasyonlarının en önemli ayağı CHP’nin İstanbul’da DEM’le kent uzlaşısı yapmasıydı. AKP bu uzlaşının DEM ayağıyla tam demokrasi, yeni anayasa pazarlığı yapıyor, CHP ayağını hiçbir ahlaki, insani, hukuki değer tanımadan yerden yere vuruyor! Bu tablo AKP-MHP’nin şöyle bir özlem içinde olduğunu gösteriyor: Terörsüz ve CHP’siz bir Türkiye! Bugün DEM içinde aktif siyaset yapanların üç kuşak gerisine gitseniz üçte biri CHP’li çıkar! Bu anlamda DEM tabanı ile tavanı arasında da tam bir görüş birliği olmadığını söylemek abartı olmaz! Saray’ın penceresinden bakınca şimdiden 10 anayasa hukukçusu bulunmuş, çalışmalar başlamış. Bu konuda bilgi verirken “Benim yeniden aday olmak gibi bir derdim yok” dedi. Bunu Saray dilinden Türkçeye şöyle çevirebiliriz: – Ben adaylık istemem, anayasaya koyun! Zaten AKP’den sesler korosu, “Bizim ilk işimiz, başlıca işimiz tekrar aday yapmak” nakaratına başladı bile. Saray açısından bu gidiş yeni anayasa ile sonuçlanmasa bile DEM yanlarında dursun yeter! DEM istediklerini almadan kayıtsız şartsız Cumhur’la olur mu? Olmaz. Pilav daha çok su kaldıracak. *** Bütün bu değerlendirmelerden bağımsız olarak vurgulayalım; MHP-DEM diyaloğu ülkemiz için iyidir. Meclis çatısı altındaki iki partinin aracısız konuşması ülke yararınadır. Buradan çıkanların artıları eksileri elbette tartışılır, biz de kendi penceremizden görüneni paylaşırız. Gündemde bir konu daha var: Meclis Başkanlığı seçimi! Önceki pazar Bahçeli , acil komisyon kurulsun, 100 kişilik olsun gibi öneriler getirince TBMM Başkanı Kurtulmuş , “Önce silahlar bırakılır, sonra bunlar konuşulur” demişti. Bu durum MHP’de soğuk duş etkisi yapmıştı. Hatta Meclis Başkanlığı seçiminde oy vermeme olasılığına kadar gitmişti! Dün Kurtulmuş, Bahçeli ile görüştü. İlk açıklamalar köprünün kurulduğunu gösteriyor. Salt bu olay bile önümüzdeki dönem AKP-MHP hattının da sıfır sorunla devam etmeyeceğini ortaya koyuyor!
Source: Mustafa Balbay
Hangi güvenlik mimarisi?
Bu köşede zaman zaman “güvenlik mimarisi” konusunu ele alıyoruz. Özellikle Rusya-Ukrayna savaşı sonrası bu konu, Türkiye açısından da kritik hale geldi. Konu AB’nin de gündeminde. Şu anda Rusya’ya karşı bir “Avrupa güvenlik mimarisi” inşa etmeyi planlıyorlar. Dahası, Türkiye’yi de Avrupa’nın savunmasına katkı sağlayacak bir ülke olarak sisteme entegre etmek istiyorlar. İktidar da “Avrupa’nın güvenliği Türkiye’siz sağlanamaz” diyerek sistemde yer alma niyetini ortaya koymuş durumda. Bunun Türkiye-Rusya ilişkileri açısından sakıncalarını daha önce tartışmıştık. ABD DE MOSKOVA”DAKİ FORUMDA Konu, Rusya’nın ev sahipliğindeki bir forumda, şu anda etraflı bir şekilde ele alınıyor. Moskova’da iki gün önce başlayan ve bugün tamamlanacak 13. Uluslararası Güvenlik Konularından Sorumlu Yüksek Temsilciler Toplantısı’na, BRICS, ŞİÖ, ASEAN, BDT, Arap Ligi, Afrika Birliği, KGAÖ ve diğer uluslararası örgütlere üye 105 ülkeden 129 temsilci katılıyor. Hatta ABD’nin Moskova Büyükelçiliği’nin siyasi ve ekonomik işler danışmanı Eric Jordan ve ikinci kâtip Jeremy Ventuzo ’dan oluşan bir ABD heyeti de forumda yer alıyor (Harici, 28.5.2025). PUTİN: EŞİT VE BÖLÜNMEZ OLMALI Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin , foruma mesajında, Moskova’nın yeni güvenlik mimarisine nasıl baktığını şöyle açıkladı: “Yeni güvenlik mimarisinin eşit ve bölünmez olması gerektiğine inanıyoruz. Yani tüm ülkeler kendi güvenlikleri için sağlam garantiler almalı ancak bu diğer ülkelerin güvenliği ve çıkarları pahasına olmamalı” (Sputnik, 28.5.2025). Putin , Avrasya coğrafyasında Şanghay İşbirliği Örgütü, Avrasya Ekonomik Birliği, Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü, Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği gibi çeşitli örgüt ve platformları, yeni güvenlik mimarisinin temeli olarak gördüklerini belirtti. “AB ASKERİ BLOKA DÖNÜŞTÜ” Toplantının katılımcılarından Rusya Güvenlik Konseyi üyesi Aleksandr Yakovenko , yöneticiliğini yaptığı “Dünyanın Dönüşümü: Rusya’dan Bakış” başlıklı oturumda iki temel soruna işaret etti: 1) NATO, bugün itibarıyla Kuzey ve Doğu Avrupa ülkelerinin neredeyse tamamını bünyesine kattı. 2) Rusya ile çatışmada Kiev rejimini destekleyen AB, bir askeri bloka dönüştü (Sputnik, 27.5.2025). Yakovenko , bu nedenle Rusya için bir Avrupa güvenlik mimarisinin söz konusu olmadığını, yeni bir Avrasya güvenlik mimarisinin yaratılması gerektiğini belirtti. RUSYA”NIN TEMEL HEDEFİ Rusya Güvenlik Konseyi üyesi Aleksandr Yakovenko , Rusya açısından en önemli hedefin militarizasyonu önlemek olduğunu, Avrasya sahasını adım adım militarize etmeye çalışan NATO ülkelerinin politikalarından kaynaklı çeşitli tehditleri azaltmak olduğunu kaydetti. Peki önerilen sistemin maddi zemini ne? Yakovenko bunu şöyle açıklıyor: “Avrasya güvenlik sistemine üye devletler arasındaki saldırmazlık anlaşmaları, Avrasya güvenliğinin maddi temeli olabilir.” Yakovenko , sistemin kimlere açık olabileceğini de şöyle açıkladı: “Bu sürece kimler katılabilir? Avrasya güvenliğinin, Batı Avrupa ülkeleri de dahil olmak üzere, Avrasya toplumunun karşı karşıya kalacağı hedef ve amaçları paylaşmaları koşuluyla tüm devletlere açık olması gerektiği gerçeğinden hareket ediyoruz.” TÜRKİYE NE YAPMALI? Rusya Güvenlik Konseyi üyesi Aleksandr Yakovenko ’nun “AB askeri bloka dönüştü” tespiti önemli. Zira bu durum ülkemizi etkiliyor. Askeri bloka dönüşen AB, şimdi Türkiye gibi AB üyesi olmayan NATO ülkelerini de dahil ederek bir Avrupa güvenlik mimarisi oluşturmaya çalışıyor. Brüksel, sistemi “Rus tehdidine” göre şekillendiriyor. Yani tersinden Avrupa güvenlik mimarisinin esas hedefi Rusya oluyor. Ülkemiz açısından asıl mesele de işte bu: Rusya’yı hedef alan bir güvenlik mimarisinde yer almanın Türkiye’ye yararı yok ama zararı çok. Türkiye, 30 yıldır kapısında bekletildiği AB’ye bir gün üye olabilmek hayaliyle Avrupa güvenlik mimarisine jandarma olmayı kabul etmek yerine, Avrasya (Asya+Avrupa) güvenlik mimarisini savunmalıdır.
Source: Mehmet Ali Güller
ABD’den Türkiye’ye çok ağır darbe
RUS ENERJİSİNE YÜZDE 500 GÜMRÜK VERGİSİ
İki partili destekle hazırlanan ve 81 senatörün imzasını taşıyan yasa tasarısı, Rusya’dan enerji ürünleri satın alan ülkelere yüzde 500 oranında ek gümrük vergisi uygulanmasını öngörüyor. Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham ile Demokrat Senatör Richard Blumenthal’ın öncülüğünü yaptığı bu düzenleme, küresel enerji ticaretinde ciddi sarsıntılar yaratabilir.
TÜRKİYE DE HEDEFTE
Tasarıda adı geçen ülkeler arasında Türkiye’nin de yer alması, Ankara-Washington hattında gerilimi artırabilecek bir gelişme olarak değerlendiriliyor. Türkiye, Karadeniz üzerinden geçen Mavi Akım ve TürkAkım doğalgaz boru hatları aracılığıyla Rusya’dan büyük miktarda enerji ithalatı gerçekleştiriyor.
Yıllık 31,5 milyar metreküp kapasiteye sahip TürkAkım projesi, yalnızca Türkiye için değil, Avrupa’ya gaz sevkiyatı açısından da stratejik önem taşıyor. Bu bağlamda, Türkiye’nin gaz merkezi olma hedefi, yeni Amerikan politikasıyla ciddi bir sınavdan geçebilir.
İKİNCİL YAPTIRIM RİSKİ
Hazırlanan düzenleme sadece doğrudan Rus ürünlerini değil, aynı zamanda bu ürünleri bilerek satın alan veya tedarik eden ülkeleri de kapsıyor. Vergi uygulanacak kalemler arasında petrol, doğalgaz, uranyum ve petrokimya ürünleri bulunuyor.
Analistler, bu yüksek oranlı verginin tedarik zincirlerinde ciddi baskı yaratacağını ve lojistik sistemlerde aksamaya neden olabileceğini belirtiyor. Hindistan gibi büyük ithalatçılar da olası etkiler kapsamında değerlendiriliyor.
AB’DEN KARMA TEPKİ
Avrupa Birliği ise ABD’nin bu hamlesine temkinli yaklaşıyor. Kremlin üzerindeki baskıyı artırma potansiyeli taşıyan tasarı, aynı zamanda AB ile ABD arasındaki ticari dengeyi bozabilir. AB kaynaklarına göre, olası ikincil yaptırımlar Avrupa’nın ihracata bağımlı sektörlerinde ciddi sıkıntılara yol açabilir. Bu durumun, transatlantik ilişkilerde yeni pazarlık başlıklarını gündeme getirmesi muhtemel.
HEDEF: MOSKOVA’YI İZOLE ETMEK
Yasa tasarısının temel amacı, Rusya’yı uluslararası enerji ticaretinden dışlamak. ABD’li senatörler, enerji satışlarının Moskova’nın en büyük gelir kaynağı olduğunu belirterek, bu akışın kesilmesiyle Rusya’nın ekonomik olarak köşeye sıkıştırılacağını savunuyor.
Eğer tasarı yasalaşırsa, Rusya’ya yönelik yaptırımlar sadece doğrudan değil, dolaylı yollarla da genişletilecek. Türkiye gibi Rus enerji kaynaklarına bağımlı ülkeler ise bu yeni vergi yüküyle karşı karşıya kalabilir. Yasanın geçip geçmeyeceği ve ne ölçüde uygulanacağı, önümüzdeki haftalarda uluslararası gündemin en sıcak başlıklarından biri olacak.
Source: Haber Merkezi
Fadime Özkan yazdı: Rusya-Ukrayna savaşını Türkiye bitirebilir mi?
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan Moskova-Kiev hattında diplomasi trafiğinde… Moskova temaslarının ardından bugün ve yarın Ukrayna Dışişleri Bakanı Andriy Sibiha”nın davetlisi olarak Kiev”de olacak.İki ülke heyetleri kan ve gözyaşıyla geçen üç yılın ardından 15-16 Mayıs”ta İstanbul”da bir araya gelmişti hatırlarsanız. Görüşmeler her ne kadar “Trump ve Putin de İstanbul”a gelir mi”, “ne olursa gelir”, “hangisi gelirse diğeri de gelir” şeklindeki baş döndüren bir kör döğüşünün gölgesinde geçse de Nisan 2022″den bu yana yaşanan ilk olumlu gelişmeydi.Heyetler ilk kez yüz yüze gelmiş ve iki taraf da -en azından- müzakerelere hangi koşullarda başlayabileceklerine dair bir ön çalışma yapmak konusunda mutabık kalmıştı.Hakan Fidan”ın Moskova temaslarının ardından Rus Dışişleri Bakanı Lavrov ile yaptığı basın toplantısında bu konuda (müzakere koşullarının yazıya dökülmesi konusunda) ilerleme kaydettiklerini söyleyerek sürecin donmadığını ilerlediğini ilan etmiş oldu.Hakan Fidan”ın Moskova”dan Kiev”e geçmesi de bunu teyit ediyor. Temaslar sıklaştı, taraflar konumlarını korusa da görüşme konusunda iradesini sürdürüyor, velhasıl süreç olgunlaşıyor.Hakan Fidan”ın Moskova”da Putin ve Lavrov dışında İstanbul masasında Rus heyetine başkanlık eden Putin”in danışmanı Vladimir Medinsky ile de görüştü.Kiev”de İstanbul masasında Ukrayna”yı temsil eden heyetin başkanı Savunma Bakanı Rüstem Umerov ile de görüşecek.Fidan”ın iki heyet başkanıyla da görüşmesi, Türkiye”nin Rusya-Ukrayna müzakerelerindeki “yapıcı”, “kolaylaştırıcı” rolüne dair önemli bir işaret sayılmalı. İki devletin taleplerini, pozisyonlarını, verebilecekleri ve veremeyecekleri tavizleri, sahanın ve masanın güncel verili durumunu bu heyetler biliyor çünkü. Onlar çalışacak, siyasi kararları iki devletin siyasetçileri verecek ve çerçeve olgunlaştığında liderler masaya oturacak.ABD Başkanı Trump”ın ateşkesten ve kalıcı barıştan yana tavrı net olsa da ABD”nin Trump öncesi dönemdeki pozisyonu, Ukrayna”yı Rusya”ya karşı sahaya sürmesi, silah vermesi, sonra terk etmesi nedeniyle Rusya”nın şüpheyle yaklaşması mümkün.Türkiye”nin konumu ise biricik. Ankara hem Ukrayna”nın toprak bütünlüğünü ve egemenliğini ilkesel düzeyde savunuyor ve savunma sanayii işbirliklerini sürdürüyor hem de Rusya ile Suriye başta olmak üzere farklı konularda beraber çalışıyor.Ankara”nın tavrı ve mesajı net. Hakan Fidan Moskova”da olduğu gibi Kiev”de de insani kayıplar öncelikli olmak üzere savaşın giderek ağırlaşan tablosuna dikkat çekerek savaşın diplomasi yoluyla sonlandırılması gerektiğini söyleyecek. Türkiye”nin tüm imkanlarıyla adil ve sürdürülebilir barış için üzerine düşeni yapmaya hazır olduğunu vurgulayacak.Moskova da Kiev de bunu biliyor ve her fırsatta liderler düzeyinde Türkiye”nin ev sahipliğini tercih ettiklerini söylüyorlar zaten. Müzakere masasının yeniden İstanbul”da kurulmasına kesin gözüyle bakılıyor.Haziran sonunda Hollanda”da NATO zirvesi var. O vakte kadar müzakerelerin bir noktaya gelmesi halinde zirvede liderler arası görüşmelerle (Erdoğan-Trump görüşmesi de bir ihtimal olarak görünüyor) çerçevenin netleşmesi mümkün olacak gibi.Ama tabii taraflar açısından uzlaşma noktaları yakalanmış değil henüz. Ateşkesin ne zaman hangi şartlarda olacağı bile belirsiz. Ukrayna ve bazı Avrupa ülkeleri “silahlar sussun ki müzakereler başlayabilsin” diyor. Rus tarafı ise –önceki deneyimlerden hareketle- Ukrayna tarafının ateşkesi güç toplamak, zaman kazanmak, yeni silahlar tedarik etmek için kullandığını, yani istismar ettiğini ileri sürerek “önce müzakereler olsun, olumlu seyrederse silahlar da susar” diyor.İki uzlaşmaz tavır yani. İşte bu noktada Ankara “orta yol” teklif ediyor. Bazı tavizler vermeden uzlaşma olamayacağını hatırlatıyor.Müzakerelere kimlerin katılacağı meselesi de bir anlaşmazlık konusu. Zelensky “liderler buluşmalı” derken Putin pek fazla muhatap olmak istemiyor. Ancak anlaşma olursa aynı masaya oturma eğilimi var Moskova”da.Ateşkes ve denklik bariyerleri aşılabilirse sınırlar meselesi var ki hiç kolay bir başlık değil. Tartışmalı bölgelerin şehirlerin statüsü meselesi de öyle. Ukrayna topraklarının yüzde 20″si işgal altında çünkü. Yeraltı zenginliklerini de ABD”ye kaptırmış vaziyette. Ukrayna bariz biçimde toprakları gibi onuru da çiğnenmiş bir ülke olarak giriyor müzakere sürecine.İki taraf için de garanti meselesi asıl belirleyen. Ukrayna, Rusya saldırganlığına karşı güvence ararken Rusya, NATO genişlemesinin durmasını ve Ukrayna”nın tarafsız-gri alan olmasını istiyor.Devam eden konular anlaşması daha kolay olan konular. Esir takası (ki önemli sayıda bir takas gerçekleşti geçtiğimiz günlerde), savaş tazminatı, savaş suçlarının soruşturulması, şehirlerin inşası, enerji güvenliği, uluslararası fonların verilmesi, Ukrayna”dan göç edenlerin geri dönüşü gibi konular…Daha önce Libya”da, Karabağ”da, Doğu Akdeniz”de, Afrika”da, Suriye”de, (bugünlerde Hamas ile temas konusunda) son derece netameli konularda ilkeli, etkili ve yapıcı bir siyaset/diplomasi yürüten Türkiye”nin bu zorlu işin içinden de mahir biçimde çıkmasını beklemeliyiz.
Source: Fadime Özkan
Fidan”dan dört cephede diplomasi! ABD ile anlaşma ve Suriye mesajı
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Rusya ziyaretinin ardından aralarında Kanal 7 Ankara Temsilcisi ve Haber7.com Yazarı Mehmet Acet”in de bulunduğu basın mensuplarının sorularını yanıtladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Putin arasındaki özel ilişkiyi vurgulayan Fidan, ziyaret kapsamında birçok kritik başlıkta önemli değerlendirmelerde bulundu.Rusya-Ukrayna savaşında kalıcı ateşkes umudu güçleniyor. ABD ile Suriye’de anlaşmadan çok “çalışma” vurgusu öne çıkıyor. Yeni büyükelçiden Ortadoğu’ya dair farklı sinyaller gelirken, Türkiye’de terörle mücadelede kritik bir psikolojik eşik aşıldı. Bakan Fidan çok önemli konulara değindi.MÜZAKERELERDE MUHATABIN ZİHNİNİ ANLAMANIN ÖNEMİFidan, diplomatik görüşmelerde muhatabın zihnini anlamanın kritik bir rol oynadığını belirtti. Tarafların hassasiyetlerini, olmazlarını ve ara bölgeleri doğru analiz etmenin, çözüm önerileri geliştirmede belirleyici olduğunu ifade etti. Rusya’da nihai karar merciinin Putin olması nedeniyle, onun konuyla ilgili nüanslarını anlamanın önemine dikkat çekti. Görüşmelerin samimi bir ortamda gerçekleşmesi ve tarafların pozisyonlarını açıkça tartışabilmesinin, barışa yönelik adımlar için değerli olduğunu vurguladı. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un, müzakerelerin Türkiye’de yapılmasına ilişkin olumlu görüşlerini basın toplantısında dile getirdiğini de ekledi.AKKUYU NÜKLEER SANTRALİ VE ENERJİ İHTİYACIAkkuyu Nükleer Santrali’nin finansmanı, yaptırımlar nedeniyle ortaya çıkan sorunlar ve çözüm modaliteleri görüşmede önemli bir yer tuttu. Fidan, Türkiye’nin sanayi ihracatçısı bir ülke olarak enerjiye olan ihtiyacını vurguladı. Daha fazla enerji üretiminin maliyetleri düşüreceğini ve sanayi ihracatında rekabet gücünü artıracağını belirtti. Akkuyu’nun 4.800 megavat (yaklaşık 5 gigawatt) kapasiteli bir nükleer santral olduğunu ve Rusya için de önemli bir proje olduğunu ifade etti. Putin’in, Rusya’nın yurt dışında devam eden 22 santral projesinden bahsettiğini ve Akkuyu’nun bu projeler arasında öne çıktığını aktardı. Finansman ve teknik modaliteler üzerinde çalışmaların devam ettiği belirtildi.RUSYA-UKRAYNA SAVAŞI VE MÜZAKERELERİN GİDİŞATIRusya’nın, referandumla ilhak ettiği bölgeleri müzakere konusu yapmaktan kaçındığı ifade edildi. Fidan, Rus tarafının bir sonraki aşamada ateşkes şartlarını hazırladığını ve bu şartların yakın zamanda Ukrayna’ya iletileceğini belirtti. Müzakerelerdeki bir sonraki görüşme tarihinin ihtiyaca bağlı olarak belirleneceğini ekledi. Türkiye’nin, Ukrayna tarafıyla görüşmelere devam edeceği ifade edildi.UZUN DÖNEMLİ ATEŞKES DAHA GERÇEKÇİTarafların pozisyonlarını karşılaştırdığında, uzun dönemli bir ateşkesin kalıcı bir anlaşmaya kıyasla daha gerçekçi göründüğünü belirten Fidan, Türkiye’nin bu süreçte bazı formüller sunduğunu ve taraflarla paylaştığını ifade etti. Tarafların adımlarını belirleyecek en önemli unsurlardan birinin dayanma kapasiteleri olduğunu vurguladı. Savaşın devam etmesi durumunda tarafların birbirlerini hedef almaya devam edeceği, ancak güven artırıcı önlemlerin insani faydalar sağladığı belirtildi. Türkiye’nin mekik diplomasisiyle barış çabalarına devam ettiği ve bu çabanın, Türkiye’ye duyulan saygının bir göstergesi olduğu ifade edildi.RUSYA’NIN SURİYE POLİTİKASITürkiye’nin 2017’den bu yana Rusya ile Astana sürecine bağlı kaldığını belirten Fidan, Esad rejiminin bu süreçte ekonomik ve siyasi reform yapmadığını eleştirdi. Esad rejiminin halkıyla bir araya gelmediğini ve ekonomik çözümler üretmediğini, bu durumun Rusya için bile bir yük haline geldiğini ifade etti. Rusya’nın Esad’ı desteklemek için sürekli kaynak ayırmak zorunda kaldığını ve Esad’ın düşüş sürecinde hızlı stratejik kararlar aldığını belirtti.SURİYE’DEKİ GELİŞMELEREsad’ın devrilmesiyle Suriye’de yeni bir dönemin başladığını belirten Fidan, bu sürecin uluslararası diplomasi ve yoğun mesai gerektirdiğini ifade etti. Avrupa Birliği, Arap Ligi ve İslam İşbirliği Teşkilatı gibi aktörlerin farklı beklentilerinin bir rotaya oturtulmasının gerektiğini vurguladı. Türkiye’nin Suriye’deki önceliklerinden birinin yeni yönetimin güçlü bir şekilde ayağa kalkması olduğunu belirten Fidan, terörle mücadelenin yeni yönetim için de önemli olduğunu söyledi. Petrol yatakları ve ekonomik toparlanmanın önemine dikkat çekti. Amerikan yaptırımlarıyla ilgili gelişmelerin olduğu, El Hol Kampı ve hapishaneler üzerine çalışmaların devam ettiği belirtildi. Dışişleri, Milli Savunma ve MİT’in, Irak, Suriye ve Ürdün’le koordineli bir şekilde sistematik çalışmalar yürüttüğü ifade edildi.SURİYE YÖNETİMİ İLE YPG ARASINDAKİ ANLAŞMASuriye yönetimi ile YPG arasındaki anlaşmanın takip edilmesi ve hayata geçirilmesi gerektiğini belirten Fidan, Türkiye’nin “Terörsüz Türkiye” projesinin bu sürece doğrudan ve dolaylı katkılar sağlayacağını ifade etti.AVRUPA GÜVENLİK MİMARİSİ VE RUSYA-UKRAYNA SAVAŞIFidan, Avrupa’nın, ABD’nin Trump döneminde Ukrayna-Rusya savaşından çekilebileceği endişesi taşıdığını belirtti. Avrupalıların, liderliği üstlenmek için adımlar attığını ve savunma sanayiinde kendi kendine yeterlilik için kararlar aldığını ifade etti. Almanya’nın anayasa değişikliğiyle 150 milyar Euro’luk düşük faizli kredi sağladığını ve AB’nin borçlanma tavanını kaldırdığını belirtti. Türkiye’nin, savunma sanayiinde teorik olarak diğer aday ülkelerle aynı haklara sahip olduğunu, ancak uygulamada bazı sorunlarla karşılaşıldığını ifade etti. Türkiye’nin, Avrupa’ya yaptırımlar konusunda “menfaat paylaşımında yanınızda görmek istemiyorsunuz, ama külfet paylaşımında görmek istiyorsunuz” eleştirisini yönelttiğini söyledi.KKTC VE TÜRK DEVLETLERİ TEŞKİLATIMacaristan’daki Türk Devletleri Teşkilatı toplantısının nihai bildirisinde, KKTC’nin haklarının korunmasına yönelik önemli adımlar atıldığı belirtildi. KKTC’nin Türk dünyasının ayrılmaz bir parçası olduğunun vurgulandığını ifade eden Fidan, Kıbrıs Türklerinin haklarına güçlü vurgular yapıldığını ve gençlik ile spor alanlarında KKTC’nin katılımına yönelik adımlar atıldığını söyledi. Avrupa Birliği’nin, KKTC’nin devlet statüsünü kabul etmek istemediğini, ancak adada bir realite olduğunu belirtti.ABD’NİN ORTADOĞU POLİTİKALARIFidan, ABD’nin Ortadoğu’ya yeni bir bakış açısı getirdiğini ve daha az masrafla bölgenin sakinlerine daha fazla sorumluluk yükleme politikası izlediğini ifade etti. Türkiye’nin, NATO üyesi olarak ABD ile iyi bir diyalog geliştirdiğini ve bu yaklaşımın uygulanabilir politikalara dönüştürülmesi için çalışıldığını belirtti.TÜRKİYE-ABD GÖRÜŞMELERİ VE SURİYESuriye’ye yönelik yaptırımların kaldırılması konusunda ABD ile anlaşıldığını belirten Fidan, İsrail’in müdahalesi, PKK, DEAŞ çocukları ve kimyasal silahlar gibi 6-7 alanda “anlaşmaya çalışma üzerinde anlaştıklarını” ifade etti. DEAŞ meselesinin ve Suriye-İsrail sınırında sorun çıkmamasının Türkiye için öncelikli olduğunu vurguladı. Trump’ın, Türkiye’ye saygı duyduğunu her fırsatta dile getirdiğini belirtti.ABD İLE KARŞILIKLI ZİYARETLERFidan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Washington’u veya Trump’ın Türkiye’yi ziyaret etmesi için bir takvim üzerinde çalıştıklarını belirtti. Lahey’deki NATO Zirvesi’nde liderlerin görüşebileceğini ve sık sık yapılan telefon görüşmelerinin verimli olduğunu ifade etti.TERÖRSÜZ TÜRKİYEFidan, terör örgütünün kâğıt üzerinde fesih deklarasyonu yaptığını, ancak pratikte de feshedilmesi gerektiğini belirtti. Bu sürecin nasıl işleyeceğini ve kontrol edileceğini ifade eden Fidan, psikolojik eşiğin aşılmasının ve kararın alınmasının önemli olduğunu vurguladı. Konuların olgunlaşması için çalışmaların devam ettiği ve kamuoyuyla paylaşılabilir hale geldiğinde bilgilendirme yapılacağı belirtildi.
Source: Özgür Bayrak
KKTC Cumhurbaşkanı Tatar, Kıbrıs adasının enerji ve güvenliğin merkezi olacağını vurguladı
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, Avrasya Stratejik Araştırmalar Platformu ve Vakfı (ASAD & ASAV) Başkanı Murat Doğanay”ı makamında kabul etti. Görüşmede yalnızca diplomatik nezaket değil, enerji politikaları, stratejik geçiş koridorları ve Türk dünyası entegrasyonu gibi çok katmanlı konular ele alındı.Cumhurbaşkanlığı”ndan yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Ersin Tatar”ın Cumhurbaşkanlığı makamında gerçekleşen kabulü, yalnızca kurumsal bir nezaket ziyaretinin ötesinde; Doğu Akdeniz”in yeniden kodlanan jeopolitik denklemine, enerji lojistiğine dayalı stratejik koridorlara, dijital egemenlik inşasına ve Türk dünyasıyla entegrasyon vizyonuna dair çok boyutlu değerlendirmelere sahne olmuştur.Sayın Cumhurbaşkanı, görüşmede Türkiye-KKTC ilişkilerinin yalnızca kardeşlik ve tarihsel bağlarla değil; ortak altyapı üretimi, stratejik kapasite inşası ve ileri teknoloji transferi temelinde yeniden yorumlanması gerektiğini ifade etmiştir. Cumhurbaşkanı Tatar, özellikle KKTC”nin ileri düzey bir enerji, savunma ve veri güvenliği merkezi olarak konumlanmasının; Doğu Akdeniz”deki güç rekabetinde Türkiye”nin saha ve masa üzerindeki etki kapasitesini pekiştireceğine dikkat çekmiştir.ASAD & ASAV Başkanı Murat Doğanay ise, kurumlarının yürütmekte olduğu “Yeni Jeoekonomik Merkezler ve Türk Stratejik Hafızası” başlıklı çok katmanlı analiz kapsamında, KKTC”nin uluslararası hukukta devlet olarak değil fakat ekonomik alan olarak fiilen tanınabilirliğine dayalı stratejik modeller üzerinde çalıştıklarını Cumhurbaşkanı ile paylaşmıştır. Doğanay, KKTC”nin yalnızca sembolik bir ada devleti değil; Türk Devletleri Teşkilatı, Afrika ve Orta Doğu arasında gelişecek enerji ve veri geçiş koridorlarının öncü jeopolitik merkezi olma potansiyeline sahip olduğunu vurgulamıştır.Görüşme sırasında, enerji diplomasisi, dijital regülasyon mimarisi, siber güvenlik altyapısı ve serbest bölge yönetimi gibi konuların teknik düzeyde istişare edildiği; bu çerçevenin, Türkiye”nin geliştirdiği ileri teknoloji altyapılarıyla KKTC”nin stratejik sinerji oluşturma imkânlarını artırdığı görülmüştür.Her iki taraf da, KKTC”nin uluslararası meşruiyetini güçlendirecek çok taraflı yapısal açılımların, stratejik düşünce kuruluşlarıyla eşgüdüm içerisinde ve kontrollü bir zamanlama stratejisiyle ilerletilmesi gerektiği konusunda mutabakata varmıştır.Bu temas, sembolik diplomatik eşikten ötesine geçerek, Doğu Akdeniz”in teknik ve jeopolitik yeniden inşasında KKTC”nin aktif rol alabileceğine dair istikamet verici bir irade beyanı niteliği taşımaktadır.
Source: Abdurrahman Yazıcı
Erdoğan neden devam etmeli? Bahçeli”nin çağrısının gizli kodları
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan gazetecilere “Benim tekrar aday olmak gibi bir derdim yok” dedi.
“Sayın Cumhurbaşkanımızın ‘Benim tekrar aday olma derdim yok’ ifadesi, bizim nazarımızda adil ve hakkaniyetli bir hal beyanı değildir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk milletinin, yeni yüzyılın yol haritasını çizen Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a çok ihtiyacı olduğu tartışmasız bir tarih ve hayat gerçeğidir.” dedi, Devlet Bahçeli…
Diyorlar ki, MHP’nin bilge lideri Devlet Bahçeli neden Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı’na bir dönem daha devam etmesini istiyor?
Bunun nedenlerini hiçbir duygusallığa sapmadan, somut ve nesnel verilerle Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’si ve öncesini düşünerek hep beraber irdeleyelim…
Son yirmi yılda Türkiye, küresel jeopolitik ve ekonomik sistemde bir yükseliş hikâyesi yazmaktadır. Bu süreç, sadece nicelik ve büyüme rakamlarıyla değil; ekonomik dönüşüm, enerji bağımsızlığı, toplumsal yapının dönüşümü, uluslararası aktörlük kapasitesi ve özgün bir kalkınma paradigmasının inşası üzerinden okunmalıdır.
Türkiye’nin bu dinamik yükselişi, sürdürülebilirlik ve stratejik özerklik arayışıyla şekillenmekte ve “Türkiye Yüzyılı” vizyonu ile geleceğe güçlü bir tasarım sunmaktadır.
2000’li yılların başında, Türkiye ekonomisi hala geleneksel ve emek yoğun sektörlerin hâkimiyetindeydi. Ancak, 2002-2024 dönemi arasında uygulanan politikalar ve reformlarla, Türkiye’nin ihracatı 36 milyar dolardan 255 milyar dolara yükselmiş; aynı zamanda sanayi yatırımları önemli ölçüde artmıştır. Bu yükseliş, yalnızca miktar olarak büyümeden ziyade, teknoloji odaklı teşvik oranlarının %3’ten %39’a çıkarılmasıyla niteliğe evrilmiştir.
Bu veriler, Türkiye’nin artık düşük katma değerli üretimden yüksek teknoloji ve katma değerli sektörlere kaydığını göstermektedir. Özellikle savunma sanayii ve bilişim teknolojilerinde yakalanan atılım, ekonominin yapısal dönüşümüne işaret etmektedir.
TEKNOFEST gibi gençliği teknolojiye yönlendiren platformlar, bu dönüşümün hem toplumsal hem kurumsal ayağını güçlendirmektedir. İnsansız hava araçları (İHA/SİHA) üretimindeki bilgi birikimi, savunma sanayinden tarım ve enerjiye kadar geniş bir alana yayılmaktadır. Böylece Türkiye, bilgi ekonomisine dayalı sürdürülebilir büyümenin altyapısını hazırlamaktadır.
Bununla birlikte, ekonomik dönüşüm sadece üretim ve ihracatla sınırlı kalmayıp, yeşil ve dijital dönüşüm stratejileriyle taçlandırılmıştır. Avrupa Yeşil Mutabakatı ile uyumlu enerji verimliliği projeleri ve dijitalleşme hamleleri, Türkiye’yi 21. yüzyılın yeni ekonomik düzlemine uyumlu hale getirmektedir. E-Devlet uygulamalarının yaygınlaşması ve yapay zekâ destekli kamu hizmetleri, ekonomik büyümenin yanında kamu yönetiminde de etkinlik ve şeffaflığı artırmaktadır.
Enerji alanında Türkiye, 2000’lerin başında %72 düzeyinde olan enerji ithalat bağımlılığını, yerli kaynaklar ve mega projelerle %55 seviyesine çekmiştir. Gabar petrolü, yeni alanlarda yapılan aramalar, Karadeniz’de keşfedilen doğalgaz rezervleri, Akkuyu Nükleer Santrali ve yenilenebilir enerji yatırımları, enerji çeşitliliğinin ve arz güvenliğinin temel taşlarıdır. Bu dönüşüm, Türkiye’nin hem ekonomik hem de stratejik bağımsızlık kapasitesini artırmaktadır.
Enerji jeopolitiğinde Türkiye, TANAP, Türk Akım gibi kritik enerji koridorlarının kesişim noktasında yer alarak bölgesel enerji merkezi konumunu güçlendirmektedir. Enerji projeleri, yalnızca ekonomik unsurlar değil; dış politika ve bölgesel güvenlik bağlamında da Türkiye’nin etki alanını genişletmektedir. Bu stratejik enerji politikaları, Türkiye’nin çok taraflı ilişkiler kurmasına ve küresel krizlere müdahale kapasitesini artırmasına imkan sağlamaktadır.
Toplumsal dönüşümde ise Türkiye, eğitime erişimi artırarak kapsayıcı büyümeyi desteklemiştir. Kız çocuklarının ortaöğretim ve yükseköğretime katılım oranı %88’e yükselmiş; mesleki ve teknik eğitimle iş gücü piyasasına doğrudan katkı sağlanmıştır. Bu gelişme, Türkiye’nin demografik avantajını ekonomik büyüme dinamiğine dönüştürme iradesini göstermektedir.
Aileyi güçlendiren sosyal politikalar ve genç çiftlere yönelik destek mekanizmaları, toplumsal yapının dayanıklılığını artırmaktadır. Aynı zamanda kültürel sürekliliği sağlamaya yönelik medya politikaları, Türkiye’nin ulusal kimliğini ve değerlerini küresel ölçekte görünür kılmaktadır. Yerli dijital platformların yaygınlaşması ve kültürel ihracat dizileri, kültürel diplomasi alanında yeni ufuklar açmaktadır.
Türkiye’nin uluslararası alandaki yükselişi, yumuşak güç unsurlarını stratejik diplomasiyle bütünleştirerek gerçekleşmektedir. TİKA, AFAD, Kızılay gibi kurumların yürüttüğü insani yardım faaliyetleri; Afrika’dan Asya’ya geniş bir coğrafyada Türkiye’nin imajını güçlendirmektedir. Bu insani diplomasi, Türkiye’nin küresel aktörlük kapasitesini artırmakta ve bölgesel istikrar için arabuluculuk rolünü pekiştirmektedir. Yunus Emre Enstitüsü, YTB, Maarif Vakfı ile kültürel diplomasi atağına girilmiştir…
Savunma sanayii alanında sağlanan bağımsızlık ve ihracat artışı, Türkiye’nin küresel arenadaki askeri ve ekonomik etkisini yükseltmektedir. İHA/SİHA ihracatı 2010’daki 1,2 milyar dolardan 2024’te 6,5 milyar dolara ulaşmıştır. Bu başarı, sadece ekonomik bir kazanç değil; aynı zamanda dış politikanın çok boyutlu ve stratejik bir aracına dönüşmüştür.
Türkiye’nin BM, İİT, Türk Devletleri Teşkilatı gibi çok taraflı platformlardaki aktif rolü, kriz yönetimi ve küresel yönetişim süreçlerinde artan etkisini göstermektedir. Böylece Türkiye, bölgesel ve küresel barış süreçlerine doğrudan katkıda bulunabilen bir aktör haline gelmiştir.
Türkiye’nin yükselişi, devlet-toplum ilişkilerinde yeni bir dengeyi de beraberinde getirmiştir. Vesayetçi yapılar yerine seçilmiş iradenin ön planda olduğu yönetişim modeli, siyasal istikrarı sağlamış ve toplumsal taleplerle kurumsal yapılar arasında dinamik bir etkileşim yaratmıştır. Bu durum, kalkınmanın sürdürülebilirliği açısından kritik öneme sahiptir.
Türkiye bütün bu hamleleri kuşkusuz ki, çağın ötesine geçen bir ufukla, bakış açısı ile gerçekleştirmiştir. Bu gün, hükümeti taşa toprağa para harcıyor diye eleştirenler yolların, köprülerin, barajların, havaalanlarının, şehir hastanelerinin, devasa büyüklükteki millet parklarının, rekreasyon alanlarının önemini her geçen gün daha iyi idrak etmekte ama yine de hakkını teslimden uzak durmaktadırlar…
Kalkınmanın yerelleşmesi, bölgesel kalkınma ajansları ve dijital belediyecilik uygulamalarıyla desteklenmektedir. Akıllı şehir projeleri ve altyapı reformları, çevresel sürdürülebilirliği de içeren bütüncül bir kalkınma yaklaşımını mümkün kılmaktadır.
“Türkiye Yüzyılı” vizyonu, sadece ekonomik büyüme hedefi değil; kültürel, teknolojik ve diplomatik alanlarda da iddialı bir duruşun ifadesidir. Kapsayıcı büyüme, dijital egemenlik ve stratejik özerklik eksenlerinde şekillenen bu vizyon, Türkiye’nin 21. yüzyılda bölgesel ve küresel güç olma arayışının somut planıdır.
Türkiye’nin son yirmi yıldaki stratejik yükselişi, ekonomik, enerjik, toplumsal ve diplomatik alanlarda eş zamanlı ve entegre bir dönüşümün ürünüdür. Bu dönüşümün merkezinde, sürdürülebilirlik, yerli üretim, teknoloji odaklı kalkınma ve kapsayıcı toplumsal politikalar yer almaktadır. Türkiye, “Türkiye Yüzyılı” vizyonuyla geleceği şekillendirirken, sadece bölgesel değil küresel aktör olma iddiasını da pekiştirmektedir.
Büyük bir deprem afeti yaşadık. Şehirler yok oldu. Ama aradan geçen kısa zaman diliminde hepsi yeniden kuruldu. Yarım milyon ev ve işyeri, şehirlerin tüm alt yapısıyla birlikte hak sahiplerine büyük ölçüde teslim edildi…
Terörsüz Türkiye ve Terörsüz bölge vizyonu ortaya konuldu, yol alındı. Neticelendiğinde Türkiye yarım asırlık bir belayı defetmiş olacak ve bin yıllık kardeşliğini binlerce yıla daha taşıyacak…
Unutulmamalıdır ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve Devlet Bahçeli’nin 15 Temmuz kanlı darbe girişimine karşı birlikte verdikleri mücadele, akabinde kurulan Cumhur ittifakı ile ülkemizin aldığı mesafe ve bundan sonra yapılacaklar çok mühimdir. Dolayısıyla ülkenin ve milletin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ihtiyacı devam etmektedir…
Devlet Bahçeli’nin de, aziz milletimizin de ‘devam’ arzusu ve hassasiyeti tam da tüm bu sebeplerledir…
Prof. Dr. Zakir AVŞAR / Haber7
Source: Zakir Av