Trump”tan son dakika Avrupa Birliği kararı! Putin”e sitem edip, tehdit savurdu
Son dakika Donald Trump haberleri: ABD Başkanı Donald Trump, Avrupa Birliği”nin (AB), vergi tarifelerinde erteleme talebini kabul ettiğini açıkladı.TRUMP”TAN, AB”YE VERGİ ERTELEMESİDonald Trump, Truth Social sosyal medya hesabından AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile yaptığı telefon görüşmesine ilişkin paylaşımda bulundu.Trump, AB”nin talebi doğrultusunda ülkesinin Avrupa Birliği”ne 1 Haziran”dan itibaren doğrudan yüzde 50 vergi tarifesi uygulanmasına yönelik kararını 9 Temmuz 2025″e erteledi.Trump, AB ve ABD arasındaki ticaret görüşmelerinin hızla başlayacağını belirten von der Leyen”e konuya gösterdiği ilgiden dolayı teşekkür etti.PUTİN”E SİTEM DOLU SÖZLER: NE HALT OLDU BU ADAMA?Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin”e de ateşkes müzakereleri konuşulurken Ukrayna”ya savaşın en büyük saldırılarından birini düzenlemesi nedeniyle sitem eden Trump, “Ne halt oldu bu adama? Putin”in yaptıklarından hoşlanmıyorum” dedi.”RUSYA”YA DAHA FAZLA YAPTIRIM UYGULAMAYI KESİNLİKLE DÜŞÜNÜYORUM”Putin”in yaptıklarından memnun olmadığını dile getiren Trump, “Bir sürü insanı öldürüyor ve ne halt olduysa Putin”e bilmiyorum. Onu uzun zamandır tanırım. Her zaman iyi geçinmişizdir ama şu an şehirlere roketler atıyor. İnsanları öldürüyor ve bu hiç hoşuma gitmiyor. Rusya”ya daha fazla yaptırım uygulamayı kesinlikle düşünüyorum.Tam biz konuşurken Kiev”e ve başka şehirlere roket yağdırıyor. Bu durumdan hiç memnun değilim. Putin”in yaptığından hoşlanmıyorum hem de hiç. İnsanları öldürüyor. Bu adama bir şey oldu ve ben bundan hoşlanmıyorum” ifadelerini kullandı.Bir süredir devam eden ABD-İran görüşmelerine de değinen Trump, “İran”da görüşmeler iyi yönde ilerliyor, gerçek ilerleme kaydettik” şeklinde konuştu.Trump, Harvard Üniversitesi”ndeki yabancı öğrencilerin listesini istediğini de açıkladı.
Source: Muhammet Arif Güreli
Sosyalist Enternasyonel
CHP geçtiğimiz hafta İstanbul’da düzenlenen Sosyalist Enternasyonel’in toplantısına ev sahipliği yaptı. Dünyadaki demokratik sosyalist, sosyal demokrat, demokratik solcu siyasi partileri bir araya getiren Sosyalist Enternasyonel’in toplantısında, dünyadaki ve Türkiye’deki ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel sorunlar ele alındı. CHP Genel Başkanı Özgür Özel konuşmasında, “dünyadaki sağ popülist ve otoriter dalganın adım adım daha çok tehlikeli hale geldiğini” ifade etti. Ancak toplantıda bunun nedenleri üzerinde yeterince durulmadı. Oysa Sosyalist Enternasyonel’in öncelikle bunun nedenlerini ortaya koyması, bu konuda bir özeleştiri sürecini başlatması gerekirdi. Çünkü dünyada sağ popülist ve otoriter dalganın yayılmasının en büyük nedenlerinden birisi, demokratik sosyalist, sosyal demokrat, demokratik solcu siyasi partilerin bir çoğunun, özelleştirmeci, serbest piyasacı, neoliberal ekonomi politikalarına ve/veya din, mezhep, etnik kimlik temelli siyasete ve küresel emperyalizme teslim olmasıdır; kendisini halk için bir alternatif olmaktan çıkartmasıdır! *** 1960’larda, 1970’lerde, 1980’lerde, İsveç’te Olof Palme , Almanya’da Willy Brandt ve Helmut Schmidt , Fransa’da François Mitterand ve Lionel Jospin, İspanya’da Felipe Gonzales , Türkiye’de Bülent Ecevit gibi liderler, merkez solun değerlerine ve ilkelerine sahip çıkarken ve merkez sol bu sayede tarihindeki altın çağını yaşarken, 1990’lı yılların sonundan itibaren, Britanya’da Tony Blair ve Keir Starmer , Almanya’da Gerhard Schröder ve Olaf Scholz , Fransa’da François Hollande , Türkiye’de Kemal Kılıçdaroğlu gibi liderler, partilerini bozuk düzenin parçası haline getirdiler. “Küreselleşme” adı altında pazarlanan ve Sosyalist Enternasyonel’in de içine sızan bu neo-emperyalist çizgiye karşı, Britanya’da Jeremy Corbyn , Almanya’da Oskar Lafontaine gibi birkaç lider direnmiş olsalar da, onlar da partilerinde etkisiz hale getirildiler, üst yönetimden veya partilerinden uzaklaştırıldılar. *** Oysa Sosyalist Enternasyonel’in, 1951 yılında Frankfurt’ta gerçekleşen birinci kongresinde kabul edilen kuruluş ilkelerinin yedinci maddesinde şu ifade yer alır: “Demokratik sosyalizm, emperyalizmin her türünü reddeder. Tüm insanların baskı altına alınmasına ve sömürülmesine karşı mücadele eder.” Sosyalist Enternasyonel’in 1989 yılında Stockholm’de gerçekleşen 18. kongresinde kabul edilen “İlkeler Deklarasyonu” nun, 6-8, 34-35, 38-43, 79-80, 83-92. maddelerinde de, kuzey ve güney yarım küre arasındaki ekonomik ve sosyal uçurumlara dikkat çekilir, azgelişmiş ülkelerin ekonomik ve sosyal düzenlerinin geliştirilmesi için mücadele edilmesi gerektiği vurgulanır. Aynı deklarasyonun 59. ve 60. maddeleri, özel sektörle birlikte güçlü bir kamu sektörünü ve karma ekonomik modeli savunur, CHP’yi kuran Mustafa Kemal Atatürk ’ün karma ekonomik modeliyle kesişme gösterir. *** Birinci olarak, Avrupa’daki merkez sol partiler bu ilkeler doğrultusunda politikalar geliştirmiş olsalardı, küresel çaptaki ekonomik ve sosyal adaletsizliklerden ve/veya emperyalizmin körüklediği iç savaşlardan dolayı, Avrupa kitlesel bir göç sorunuyla karşılaşmayacaktı ve bunun sonucunda da sağ populist ve otoriter siyaset yaygınlaşmayacaktı; kapitalizm ve emperyalizm gerçeğinin üzeri, yabancı düşmanlığıyla, ırkçılıkla ve İslamofobiyle örtülemeyecekti. İkinci olarak, Avrupa’nın kitlesel bir göç sorunuyla karşılaşmasından bağımsız olarak da, merkez sol partiler, hem dış politikada hem de iç politikada, ABD’nin, NATO’nun ve AB oligarşisinin peşine takılmamış olsalardı, ulusal çıkarlarını ve halkı korumayı öncelikli hedef haline getirselerdi, ulusal çıkarları ve halkı koruduğunu iddia eden, aslında halkını aldatan bir söylemle siyaset yapan sağ popülist ve otoriter siyasi partiler, yine bir taban oluşturamazlardı. CHP, bu vizyona ve bilgiye sahip kadrolara sahip olmadığı için, Sosyalist Enternasyonel üzerinde bir etki yaratma şansını, bir kere daha kaçırmıştır.
Source: Örsan K. Öymen
Seçimler tiyatroya dönüşürse kapalı otoriter rejime geçeriz
İBB’ye operasyonlar, siyasetçilerin cezaevine tıkılması, Lozan tartışmalarıyla süren Terörsüz Türkiye açılımı ve Trump’ın Harvard’ı cezalandırma yöntemi. Gündemi, Stanford Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ali Yaycıoğlu ile masaya yatırdık.
Her gün CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu ile ilgili bir iddiayla karşı karşıyayız. Dalga dalga operasyonlarla uyanıyoruz. Ekrem İmamoğlu ve yol arkadaşlarının yanı sıra Zafer Partisi Lideri Ümit Özdağ, eylem yapan öğrenciler gibi birçok kişi cezaevinde. Bu operasyonları nasıl değerlendiriyorsun?
Türkiye, uzun bir süredir yargı eliyle yürütülen siyasal operasyonlara sahne oluyor. Bilindiği üzere, 2013’e kadar devlet içinde fiilen bir “iç savaş” yaşandı ve bu çatışmanın en keskin cephelerinden biri ne yazık ki yargı oldu. Bu dönemde Türk yargısı ciddi bir güven kaybına uğradı. 2013 sonrasında, özellikle de 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından, maalesef yargı bu kez yeni rejimin bir aygıtı hâline getirilmeye başlandı. Görünen o ki iktidar, yargının kilit noktalarına kendi kadrolarını yerleştirerek siyasal operasyonları bu kurum üzerinden yürütebileceğini düşündü. Rejim, önünde bir engel belirdiğinde ya da farklı muhalif kesimleri sindirme ihtiyacı duyduğunda, örnek teşkil edecek kişi ya da grupları hedef alarak yargıyı devreye sokuyor. Bazen bu süreçler, Cumhur İttifakı liderlerinin kişisel meselelerini de yargı yoluyla çözdükleri izlenimini veriyor.
Bir örnek verir misiniz?
Tabii. Selahattin Demirtaş’ın “Seni başkan yaptırmayacağız” çıkışı sonrası tutuklanması ya da Erdoğan’ın Gezi Direnişi’ni şahsi bir meydan okuma olarak görmesiyle başlayan ve hâlâ süren davalar, yargının kişisel intikam aracı olarak kullanıldığını düşündürüyor. Demirtaş, Osman Kavala ve Can Atalay gibi isimler bugün sembolik tutsaklara dönüşmüş durumda. Özellikle Demirtaş, Kürt siyasal hareketinin liderliği için öne çıkan bir figürdü; bu nedenle onun liderliği, rejimin Öcalan ile yürüttüğü müzakereyi zora sokabilirdi. Ümit Özdağ’ın tutuklanması ise bir yönüyle Devlet Bahçeli’ye dönük eleştirileri ve Bahçeli-Öcalan sürecine karşı etkili bir karşı duruş sergileyebilecek olmasıyla ilişkili görünüyor. Ancak Ekrem İmamoğlu’na yönelik operasyon, tüm bu süreçlerden farklı bir boyuta sahip. Erdoğan’a karşı en etkili ve geniş toplumsal desteğe sahip siyasetçi konumunda olan İmamoğlu’nun tasfiye edilmek istendiği uzun süredir yazılıp çiziliyordu. Belli ki Ekrem İmamoğlu da bu durumun farkındaydı, ancak buna rağmen geri çekilmedi. Aksine, erken bir kampanya yürüterek Erdoğan’a karşı güçlü bir toplumsal desteği harekete geçirebileceğini gösterdi. Görünüşe göre iktidar bu noktada zor bir karar verdi: Savcılığın elinde somut bir delil bulunmaksızın, “nasıl olsa bir şeyler buluruz” mantığıyla 19 Mart operasyonunu başlattılar. Belki de bu süreçte “CHP içinde bölünmeler olur”, “Kürt seçmen CHP’den uzaklaşır” ve “Trump yönetimi döneminde uluslararası konjonktür bu tür adımlar için daha elverişli” düşüncesiyle hareket ettiler.
CHP’nin bu durum karşısındaki duruşunu nasıl buluyorsunuz?
Beklentilerin aksine, bu operasyon CHP’yi bölmek bir yana daha da tetikledi; parti, toplumsal muhalefetle birlikte hareket etmeye başladı. Özgür Özel’in ortaya koyduğu kararlı duruş da bu süreci güçlendirdi. Öte yandan, elde somut bir delil olmaması nedeniyle iddianamenin içi doldurulamadı. Bu nedenle operasyonlar giderek daha agresif bir hal aldı ve genişlemeye başladı. Ortaya çıkan tablo oldukça çarpıcı: Bir yandan Ekrem İmamoğlu’nu kamuoyunda unutturmak istiyorlar, öte yandan hukuki bir zemin oluşturulamıyor. Bu kez itirafçı yaratma çabaları öne çıkıyor; ancak her yeni adım, kamuoyunda daha büyük tepkilere yol açıyor.
Tüm bunların yaşandığı sisteme baktığınızda adını ne koyarsın?
Aslında bu yaşananlar Cumhuriyet’in kurumsal birikimini önemseyenler için tarifsiz bir acı. Türk yargısı, tarihinin en derin krizini ve en büyük güven kaybını yaşıyor. Yazık! Bu ortamda sorumluluk sahibi, haysiyetli yargı mensuplarının nasıl olup da bu duruma katlandığını anlamakta zorlanıyorum. Yargıdaki bu derin kriz bir yana, daha geniş bir perspektiften baktığımızda ortaya çıkan tablo şu: 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Türkiye’de yeni bir rejim kurulma süreci yaşandı. Bu rejim eski düzeni bir ölçüde tasfiye etti, ancak yerine istikrarlı bir yeni düzen ve istikrar inşa edemedi. Türkiye bugün siyasi, iktisadi, demografik, kültürel… her açıdan büyük bir kaos içinde. Bazı akademisyenler, Türkiye’deki yeni rejimi “Sultanizm” kavramıyla açıklamaya çalışıyor.
Kuşkusuz, bu rejimin sultanizme benzeyen yanları var: kişiselleşmiş iktidar yapısı, kurumların liderin iradesine tabi kılınması, hukukun keyfi biçimde işletilmesi gibi. Ancak bu kavramsal çerçeve, rejimin içindeki gerilimleri, süreklilik arz eden istikrarsızlık üretme eğilimini ve birden fazla siyasal biçimi aynı anda taşıma özelliğini tam olarak açıklayamıyor. Rejimin en dikkat çekici özelliklerinden biri, eşzamanlı olarak farklı siyasal biçimleri bir arada taşıyabilmesi. Bir yandan seçimlerin yapılması, meclisin çalışması ve partilerin faaliyet göstermesiyle demokratik normlara uyuluyormuş görüntüsü verilirken, öte yandan bu görünüm, olağanüstü rejim tahayyülünü perdeleyen bir araç işlevi görüyor. 2016 darbe girişiminin bir “devrim” olarak tanımlanması ve bu “devrim sonrası” dönemin istisnai koşullarının, hukukun askıya alınmasını ve muhalefetin sistem dışına itilmesini meşrulaştırdığı savunuluyor. Böylece, rejim hem hukukiliği simüle eden bir çerçeve sunuyor, hem de onun dışında işleyen, keyfî ve araçsal bir iktidar pratiğini sürdürüyor. Bu esneklik içinde Erdoğan, sıradan bir siyasal aktör olarak değil, tarihsel bir dönemeçte “Yeni” Türkiye’nin kurucu önderi olarak sunuluyor. Demokratik normların, hukukun ötesinde konumlanıyor. Lakin bu tahayyül, toplumun geniş kesimlerinde bir karşılık bulamıyor. Karşılık bulamayınca demokratik alan daha çok daralıyor. Bu daralma otoriterleşmeye dönüşüyor ama otoriter bile olsa istikrarlı bir düzen kurulamıyor. Böyle bir çıkmaz içindeyiz.
‘DEVRİM YAPTIK DİYENLERİN FANTAZİLERİ’
CHP Lideri Özgür Özel meydanları dolduruyor. Özellikle gençlerin itirazı büyük. Bugün sandık gelse CHP’nin kazanacağını söylüyor anketler. Bunları konuştuğunuzda hemen bir sonraki cümle ‘Sandık gelir mi’ oluyor. Senin de aklında böyle bir soru var mı?
Yukarıdaki tespiti tekrarlayayım: Bu rejim, eski düzeni kısmen tasfiye etti. Ancak yerine tutarlı, istikrarlı, kapsayıcı bir yeni düzen inşa edemedi. Çünkü böyle bir kapasitesi, meşruiyet zemini ve ideolojik bütünlüğü yok. Erdoğan’ı bu yapıdan çıkardığınızda geriye neredeyse hiçbir şey kalmıyor. Bu yüzden “biz devrim yaptık, yeni bir Türkiye kurduk” diyenlere, ancak fantezilerine duyduğumuz saygı kadar kredi verebiliriz. Peki sandık gerçekten gelecek mi? Rejim çevresinde akıl ve sağduyu sahibi insanlar da vardır muhtemelen. Onlar da rejimin meşruiyetini hızla kaybettiğinin farkındadır. Ancak eğer seçimler tamamen bir tiyatroya dönüşürse örneğin İmamoğlu”nun aday olması engellenirse ya da mesela CHP’ye kayyum atanırsa o zaman bu meşruiyet krizinin çok daha derin bir evresine geçmiş oluruz. Böyle bir an gelirse ne olacağını öngörmek zor, ama şunu söyleyebiliriz: O noktada Türkiye, kapalı otoriter bir rejime geçmiş olur. Böyle bir rejimin Türkiye’de uzun süre yaşayabileceğini sanmıyorum. Ama o süreç çok sancılı ve gürültülü olacaktır. 2023 seçimleri öncesinde Murat Sabuncu ile yaptığımız bir sohbette Erdoğan’ın 2023 seçimini kaybetmesi yalnızca Türkiye için değil, kendisi için de hayırlı olur demiştim. Eğer demokratik bir süreç içinde iktidarı bırakırsa, tarihe öyle geçer. Ülke normalleşir. Erdoğan dönemi de Türkiye’nin tüm fırtınasına rağmen kabul edilir bir dönemi olarak görülür diye ifade etmişim. Böyle bir mağlubiyet Erdoğan’ın ya da ona yakın birinin tekrar ama normal bir şekilde iktidara gelmesinin de kapısını açabilirdi. Oysa bugün çok kötü bir noktadayız. Erdoğan’ın tarihe halkına karşı zorla iktidarda kalmaya çalışan, kendi rakiplerini partizan yargıyı kullanarak hapse attıran bir otokrat olarak geçme riski var. Erdoğan’ı samimiyetle sevenler şunu kendilerine sormalı: Onlar bu tabloyu mu tercih eder, yoksa demokratik bir sürecin sonunda rakibine iktidarı barışçıl biçimde devreden bir Erdoğan’ı mı? Bu, naif bir soru mu bilmiyorum ama en azından iktidar değişimlerini, devrimleri ve darbeleri çalışan bir tarihçinin sorusu.
KAPSAYICI BİR TOPLUMSAL BARIŞLA İLGİSİ YOK
‘Terörsüz Türkiye’ süreci başlangıcı itibariyle hepimizi çok şaşırttı. Çünkü ilk ve güçlü adım yıllardır tüm muhalefeti de terör üzerinden etiketleyen MHP Lideri Bahçeli’den geldi. Epey de ilerledi. Bu sürecin başarıyla sonuçlanacağını düşünüyor musun? Konjonktür ‘barış süreci’ne mi zorladı. Bunun tüm Ortadoğu’da olup bitenlerle, hatta Trump ile bir ilgisi var mı?
Bu yeni sürecin farklı boyutları var. Devlet Bahçeli, siyasi hayatı boyunca Türkiye siyasetinin yönünü üç kez dramatik biçimde değiştirdi. Şimdi yeniden böyle bir adım attı. Elbette bu süreçte Ortadoğu’daki gelişmelerin etkisi önemli, ancak asıl belirleyici olanın iç dinamikler olduğunu düşünüyorum. Erdoğan perspektifinden bakıldığında, toplumsal desteğini ve meşruiyet zeminini kaybetmekte olan bir yapının, bu açılımla yeniden bir nefes alma imkânı aradığı görülüyor. Eğer Bahçeli ve Erdoğan Kürt siyasi hareketini ve Kürt halkını rejimin çevresine çekebilirlerse, bu rejimin ömrünü uzatacak ciddi bir adım atılmış olacak. Aslında 2024 yerel seçimleri, CHP ile Kürtlerin ortak bir zaferiydi. Bunu CHP’den daha önce Cumhur ittifakı idrak etti. Şimdi bu ortaklığı sona erdirmek istiyorlar bu çok açık. Ancak bu sürecin karşılığında Kürtlere ne teklif edilecek? Asıl soru bu. Bahçeli’nin önerdiği şey bir ortaklık: İfade ettiklerine göre bu yeni bir Türk-Kürt ittifakı. Aynı zamanda, bu Bahçeli ve Erdoğan Öcalan’ın bu süreçteki otoritesini fiilen kabul etmiş durumdalar ki bu da Kürt siyasi hareketi açısından büyük bir kazanım olarak görülüyor. “Bin yıllık kardeşlik” vurgusu da bu çerçevede yeniden gündeme geliyor. Bu bin yıllık kardeşlik retoriği çok rahatsız edici aslında. Bir tür Sunni birlikteliğini vurguluyor. Neyse oraya girmeyelim șimdi. Ama soru şu: Bu ittifak ne kadar derinleşebilir? Kürtler açısından kazanımlar ne olacak? Örneğin, yeni anayasa taslağında Kürtler “kurucu unsur” olarak tanımlanacak mı? Öcalan ev hapsine alınacak mı? Demirtaş ve Yüksekdağ cezaevinden çıkarılıp siyasete dönecek mi? Türkiye, Kuzey Suriye’deki Kürt varlığına karşı politikasını değiştirecek mi? Bu sürecin en ilginç yanı ise şu: Bir yandan Erdoğan en güçlü siyasi rakibini, Ekrem İmamoğlu’nu cezaevine göndererek tasfiye etmeye çalışıyor; Kürt hareketi dışındaki muhalif kesimlere karşı sert bir baskı uyguluyor. Öte yandan Bahçeli ve Öcalan’la birlikte yeni bir açılım süreci başlatılıyor. Geçtiğimiz gün HDK Eş Sözcüsü Ali Kenanoğlu’nun çok çarpıcı bir ifadesi vardı: “Süreç rayında gidiyor, ama Türkiye rayında gitmiyor.” Bu ifade paradoksal durumu gayet iyi özetliyor. Bu koşullarda yürütülen açılımın anlamı çok açık.
Burayı açalım lütfen.
Rejim, Kürtlerle bir ittifak kurmak istiyor. Bu kadar net. Rejim bileșenleri açısından bu sürecin demokrasiyle ya da kapsayıcı bir toplumsal barışla ilgisi yok. Kürt siyasi hareketi ise bu durumu farkında; ama burada bir fırsat ve kazanım potansiyeli görüyor. Birçok kişi bu süreçle barış gelir, Kürtlerin anayasal hakları tanınır, Öcalan yeni dönemde aktör olur, demokrasi de olursa olur yaklaşımında. O zaman soru şu: Bu ittifak, demokrasi dışında nasıl kurulabilir? Kurulursa, ne kadar sürdürülebilir? Sürdü diyelim, bu ittifak tüm toplumu ilgilendiren demokratik bir kazanıma yol açmayacaksa, bundan gerçekten kim kazançlı çıkar? Ben, DEM Parti çevrelerinin sürecin başından itibaren çok daha güçlü bir müzakere azmi ve kapasitesiyle hareket ederek bu süreci demokratikleşme yönünde ilerletmeleri gerektiğini düşünüyordum. Ancak bu olmadı. DEM çevreleri, özellikle sürecin erken safhalarında, gereğinden fazla hevesli, istekli bir görüntü verdiler. 1000 yıllık kardeşlik retoriğine, bu retoriğin arka anlamlarını fazla düşünmeden, hızlıca sarıldılar. Bu noktada temel meselelerden biri, Abdullah Öcalan’ın Kürt hareketi içindeki konumunun tartışmaya açılamamasıdır. Bu durum, aslında müzakere alanını daraltan bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Rejim çevreleri Öcalan gerçeğinin fazlasıyla farkında. Dolayısıyla, bu dengeyi bildikleri için süreci kendi perspektifleri doğrultusunda şekillendirmekte daha rahat davranabiliyorlar. Dem çevreleri ve Kürt siyaseti ise Öcalan’ın adeta insan üstü meziyetlerle bu süreci bambaşka bir mecraya taşıyabileceğini düşünüyor. Eğer Kürt siyasetçilerin yerinde olsaydım, bu sürece dair iyimserliğimi mutlaka eleştirel bir akıl, yapıcı ama kuvvetli bir kuşku ve derinlemesine tarihsel analizle dengelerdim. Ama bu “tarih analizi” derken 1000 yıllık ittifaktan bahsetmiyorum. Son otuz yıla dikkatle bakıldığında ihtiyaç duydulan tüm bilgi zaten orada duruyor.
‘PKK, ‘BİZ YENİLMEDİK’ MESAJI VERİYOR’
PKK’nın Lozan vurgusu çok tartışma yarattı. Metne bir tarihçi olarak nasıl baktınız?
Metin, Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası’nı Kürtlerin imhasına yönelik siyasetin başlangıcı olarak tanımlayarak başlıyor. Bu başlangıç oldukça çarpıcı ve aynı zamanda tartışmalı. Metnin nasıl kaleme alındığını bilmiyoruz, ancak neden bu şekilde başladığı sorusu önemli. PKK bu açıklamayla aslında “biz yenilmedik” mesajı veriyor; “bakın bizi muhatap alıyorlar, tanıyorlar” diyor. “Kendimizi biz feshediyoruz” diyerek iradeyi hâlâ kendi elinde tuttuğunu vurguluyor. Bu anlatının içinde belirli bir haklılık payı da var. Gerçek şu ki, Türkiye Cumhuriyeti PKK’yi tasfiye edemedi. PKK’nın Kürt toplumu üzerinde dönüştürücü ve kalıcı bir etki yarattığı inkâr edilemez. Ancak öte yandan, örgütün silahlı mücadelesinin askeri olarak TSK ve diğer birimler tarafından büyük ölçüde etkisizleştirildiği de ortada. Dahası, silahlı mücadele hattının Kürt halkı içindeki karşılığı da ciddi biçimde erozyona uğramış durumda. Bu nedenle, eğer gerçekten bir “silah bırakma” ve “kendini feshetme” süreci başlayacaksa, bu, siyaset yapmak isteyen Kürt aktörler başta olmak üzere, geniş bir kesim için çok olumlu bir gelişme olacaktır. Öte yandan, dediğim gibi rejim bu süreci, Kürt hareketini kendi çizgisine çekmek ve özellikle muhalefet bloğundan koparmak için bir fırsat olarak değerlendirmek istiyor. Bu bağlamda, PKK”nın Lozan ve 1924 Anayasası vurgusu, kasıtlı ya da değil, iki mesaj içeriyor gibi görünüyor: Erdoğan’a dolaylı bir yakınlaşma ve CHP’li muhalif kesimlere bir meydan okuma. “Sizin kutsadığınız kurucu zemin bizim sorunumuzun kaynağıdır” demiş oluyorlar. İlginçtir ki, Lozan ve 1924-25 dönemiyle asıl tarihsel sorun yaşayan kesim, genellikle İslamcı çevreler olmuştur. CHP ise bu dönemi “kurucu zemin” olarak sahiplenir. Bu nedenle, PKK’nın bu vurgusu, CHP ile arasına mesafe koyarken, İslamcı çevrelerle kısmen örtüşen bir tarih okumasına yaslanıyor.
Peki bu sürece Kürt kamuoyu nasıl bakıyor sizce?
Şunu özellikle vurgulamak gerekir: Bugün Kürt halkı son derece karmaşık ve çok katmanlı bir toplumsal yapı arz etmektedir. Kürt kimliği, elbette önemli bir aidiyet alanı oluşturmaya devam ediyor; ancak artık tek belirleyici unsur değil. Kürt toplumunun içinde işçisi, öğrencisi, kadını, genci, yaşlısı, esnafı, akademisyeni ve sermaye sahibi vardır. Böylesine çeşitlenmiş bir sosyoloji, eskisi gibi tek bir parti ya da örgüt disiplini içinde hareket etmeye elverişli gözükmüyor. Kürt kimliğinin önümüzdeki dönemde daha da güçlenmesini muhtemel görüyorum; fakat bu kimliğe sahip yurttaşların siyasal tutumlarının artık tek merkezden yönlendirilemeyeceğini, daha dağınık ve çok yönlü bir siyasal davranış kalıbına yöneleceklerini düşünüyorum. Bu bağlamda, rejim ile Kürt hareketi arasında şekillenmekte olan ve bir tür ittifak tasarımına dönüşme potansiyeli taşıyan sürecin, Kürt toplumu tarafından ne ölçüde benimsendiği ve sahiplendiği henüz net değil. Bu sürece dair günlük yaşamda ve farklı Kürt toplumsal kesimlerinde beliren karşılıklar oldukça heterojen ve mesafeli görünüyor.
‘Dünyanın, ‘devrimler çağı’nın ilk evresine girdiğini düşünüyorum’
Biraz Dünya konușalım. Trump’ın nasıl bir Ortadoğu tahayyülü var ve Türkiye bunun neresinde sence?
Trump’ın son Orta Doğu gezisi oldukça dikkat çekiciydi. ABD’nin Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleriyle ilişkilerini yeniden yakınlaştırma çabası, bölgesel dengeler açısından önemli bir gelişme. Ancak gezinin en beklenmedik kısmı, Trump’ın Suriye’nin fiili lideri konumundaki Farouk al-Şaraa ile buluşması oldu. Bu görüşme, özellikle İsrail Başbakanı Netanyahu’yu son derece rahatsız etti. Öte yandan, Erdoğan bu yeni süreçten güçlü çıktığını düşünüyor ki bu değerlendirme tamamen haksız sayılmaz. Türkiye’nin, yeni Suriye rejimi üzerinde belli bir etkisi var. Ayrıca Türkiye ile Suudi Arabistan arasında da yeni bir yakınlaşmanın zemini oluşmuş durumda. Bu eksen, önümüzdeki dönemde daha belirgin hale gelebilir. Ancak Suriye’de yeniden bir çatışma çıkması durumunda sürecin nasıl evrileceğini öngörmek oldukça güç. Özellikle Kuzey Suriye’de Özgür Suriye Ordusu’nun kontrol ettiği geniş bölgede fiilen oluşmuş bir otonom yapı söz konusu. Türkiye bu durumu henüz tamamen içine sindirebilmiş değil; ancak şu aşamada bu yapıya karşı bir askeri operasyon ihtimali kaybolmuş durumda. Elbette iç savaş patlak verirse, denklemler yeniden değişebilir. Sonuç olarak, Türkiye’nin Orta Doğu’da belli bir etki kapasitesi ve diplomatik hareket alanı bulunuyor. Bu, görmezden gelinemez bir gerçek. Rejim içeride sıkıştı. Dışarıda bir nebze rahatladı. Ancak bu rahatlamanın Erdoğan ya da Türkiye açısından ne ölçüde somut bir faydaya dönüşeceğini ön göremiyorum.
Artık bildiğimiz tür bir politik davranış şekli yok. Öngörülemez liderlerin yönettiği bir dünya. Nereye gidiyor, neye evrilir?
Trump’ın dış politikası, rejim değişikliği hedefiyle hareket eden ve değerler sistemi üzerinden şekillenen Clinton-Bush hattını kısmen de Obama dönemindeki liberal müdahaleciliği sert biçimde eleştirmesiyle dikkat çekti. Trump, ABD’nin başka ülkelerin rejimlerinin iç yapısıyla örneğin demokratik olup olmadıklarıyla ilgi duymaması gerektiğini açıkça savundu. Bu yaklaşım, uluslararası ilişkiler literatüründe idealizmden realizme hızlı bir geçiş olarak yorumlanabilir. Ancak burada daha karmaşık bir tablo söz konusu: Trump yalnızca idealist çizgiden değil, aynı zamanda klasik realist dış politikanın bazı temel ilkelerinden de uzaklaşıyor. Trump yönetimi, büyük, kalıcı ve çok taraflı ittifaklara dayanan geleneksel dış politika anlayışının yerine, kısa vadeli, esnek ve ikili ilişkiler temelinde yürüyen bir iş birliği modelini benimsiyor. Bu model, bir neo-merkantalist dış ticaret anlayışıyla da birleşiyor: korumacılık, ticaret savaşları, stratejik sektörlerde bir tür millileştirme talepleri ve uluslararası ticaretin jeopolitik araç olarak kullanılması bu yaklaşımın öne çıkan unsurları.
Peki, dünya nereye evriliyor?
Son yıllarda dünyanın, adeta bir yeni bir “devrimler çağı”nın ilk evresine girdiğini düşünüyorum. İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan kurumsal düzen büyük bir çözülme yaşıyor. Belki daha çarpıcısı, son iki yüzyılda şekillenen ideolojik ayrımlar da parçalanıyor. Liberalizm, sosyalizm, muhafazakârlık gibi klasik ideolojik hatların belirleyiciliği zayıflarken, yerlerini karma, hibrit pozisyonlar alıyor. Yükselen popülist hareketleri bir ideolojik tutarlılık içinde anlayamıyoruz. Milliyetçilik yükselişte diyoruz; bu doğru. Ancak aynı anda çok katmanlı ve kapsamlı bir teknolojik dönüşüm de yaşanıyor öyle bir dönüşüm ki, aslında milliyetçi zeminleri aşındırma ve hatta ortadan kaldırma potansiyeline sahip. Dijitalleşme, yapay zekâ, biyoteknoloji, enerji dönüşümleri gibi alanlarda yaşanan bu devrimsel gelişmeler, hem ulus-devlet sisteminin sınırlarını zorluyor hem de yeni türden iktidar ve egemenlik biçimlerini gündeme getiriyor.
‘Trump, ABD’deki büyük üniversitelere adeta savaş açtı’
Son olarak Amerika’daki Üniversitelerdeki gelişmelerden kısaca bahseder misin? Sen Stanford hocasısın ama senin de doktoranı yaptığın Harvard’ın yabancı öğrenci alması Trump hükümeti tarafından engellenecek belki de. Çok acayip değil mi?
Trump, son dönemde Amerika’daki büyük üniversitelere adeta savaş açmış durumda. Bu kurumların belirli bir ideolojik hegemonya altında olduğunu düşünüyor ve bunu açıkça dile getiriyor. Kendi perspektifinden bakıldığında bu düşüncenin dayanakları var: Örneğin, Harvard Üniversitesi öğretim üyeleri arasında yapılan bir ankette Trump’a oy verenlerin oranı %2’nin altında. Bu durum, Trumpçı çevreler tarafından üniversitelerin “elitist” ve “tek sesli” olduğu yönündeki eleştirilerin temelini oluşturuyor. Gerçekten de, son on yıllarda Amerikan üniversitelerinde liberal-sol düşüncenin baskın hâle geldiği bir gerçek. Buna karşılık, geçmişte güçlü bir entelektüel damarı olan klasik muhafazakârlık giderek marjinalleşti. Bu durum akademi içinde bile giderek daha fazla tartışılıyor ve eleştiriliyor. Bu eleştirileri tümüyle reddetmek mümkün değil; akademide daha geniş bir düşünsel çoğulculuk ihtiyacı gerçek bir sorun olarak karşımızda duruyor. Ancak öte yandan, Trump’ın temsil ettiği değerlerin büyük bölümü, üniversitenin varlık sebebiyle özgür düşünce, eleştirel akıl, bilimsel sorgulama gibi ilkelerle doğrudan çelişiyor. Üniversiteleri ideolojik düşman kamplar olarak görmesi, bu kurumlarla sağlıklı bir ilişki kurmasını neredeyse imkânsız hâle getiriyor. Bu son girişimle ABD’nin en önemli yumuşak gücü olan üniversitelerin uluslararası prestijini yerle bir ediyor. İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları sonrasında Amerikan kampüslerinde büyük bir öğrenci hareketliliği yaşandı. Bu tepkiler Trumpçı çevreler tarafından bir tehdit olarak algılanıyor. Hatta bu kesimler, üniversitelerde İslamcılığın, antisemitizmin ve Çin Komünist Partisi’nin etkili olduğunu iddia ediyorlar. Bu iddialar ciddi dayanaklardan yoksun ve asıl meseleyi gölgeleyen söylemler. Gerçek sorun, üniversitelerin geniş kesimlerinde hâkim olan güçlü Trump karşıtlığıdır. Eğer bu gerilim üniversiteler ile Trumpizm arasında bir tür ideolojik savaşa dönüşmeye devam ederse, bu süreç her iki taraf için de yıpratıcı olacaktır. Trump cephesinin bu saldırgan tutumdan bir noktada geri adım atacağını ve bu çatışmanın rasyonel bir zemine çekileceğini umuyorum ama bunun garantisi yok.
Source: İpek Özbey
Trump, Putin”in “tamamen çıldırdığını” söyledi
Trump, Truth Social sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, dün Rus ordusunun Ukrayna”ya saldırı düzenlemesinin ardından Putin”in eylemlerini eleştirdi.Putin ile uzun süredir çok iyi ilişkiler yürüttüklerine işaret eden Trump, “Ancak ona bir şeyler oldu. Tamamen çıldırdı. Gereksiz yere birçok insanı öldürüyor.” ifadesini kullandı.Trump, Rusya”nın Ukrayna”ya “durup dururken” füze ve insansız hava araçlarıyla saldırdığını belirterek, “(Putin”in) Her zaman Ukrayna”nın tamamını istediğini söylemiştim sadece bir kısmını değil. Şimdi belki de bu doğru çıkıyor ama eğer bunu yaparsa bu Rusya”nın çöküşüne yol açar.” değerlendirmesinde bulundu.Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski”yi de eleştiren Trump, “Başkan Zelenski bu şekilde konuşarak ülkesine hiçbir iyilik yapmıyor. Ağzından çıkan her şey sorun yaratıyor, bundan hoşlanmıyorum, buna bir son verse iyi olur.” açıklamasında bulundu.Trump, Rusya ve Ukrayna arasındaki savaşın kendi başkanlık döneminde olsaydı başlamayacağını savunarak, “Bu Zelenski, Putin ve (Eski ABD Başkanı Joe) Biden”ın savaşıdır. Ben yalnızca, beceriksizlik ve nefretle başlatılmış bu büyük ve çirkin yangınları söndürmeye yardım ediyorum.” ifadesini kullandı.Ukrayna İçişleri Bakanı İgor Klimenko, Rus ordusunun dün Ukrayna”ya füze ve insansız hava araçlarıyla (İHA) düzenlediği saldırılarda 12 kişinin yaşamını yitirdiğini, 60″tan fazla kişinin yaralandığını duyurmuştu.- ZELENSKİ: “RUSLAR, YAKLAŞIK 70 FÜZE VE 300″E YAKIN İHA İLE SALDIRI DÜZENLEDİ”Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski yaptığı yazılı açıklamada, Rus ordusunun, ülkesine yaklaşık 70 füze ve 300″e yakın İHA ile saldırı gerçekleştirdiğini bildirmişti.Müttefik ülkelere Rusya”ya baskı yapmaları çağrısını yineleyen Zelenski, “Amerika”nın sessizliği, dünyadaki diğerlerinin sessizliği (Rusya Devlet Başkanı Vladimir) Putin”i sadece cesaretlendiriyor.” değerlendirmesinde bulunmuştu.
Source: Www.star.com.tr
Venezuela”da genel ve bölgesel seçimlerin galibi iktidar partisi oldu
Ulusal Seçim Konseyi (CNE) tarafından açıklanan ilk verilere göre Büyük Vatansever Kutup, oyların yüzde 82,68″ini elde etti.
Buna göre, Ulusal Meclisteki (AN) sandalyelerin çoğunluğunu kazanan GPP, aynı zamanda 24 eyalet valiliğinden 23″ünde başarılı oldu.
Sandığa katılım oranının yüzde 42,6 olduğu seçimlerde Ana Muhalefet Koalisyonu olan Demokratik İttifak, oyların yüzde 6,25″ini alırken Alianza UNTC yüzde 5,18 ve Alianza Fuerza Vecinal ise yüzde 2,57 ile sıralandı.
CNE Başkanı Elvis Amoroso, başkent Karakas”ta düzenlenen basın toplantısında iktidar ittifakının seçimde kullanılan 5 milyon 507 bin 324 oydan 4 milyon 553 bin 484″ünü aldığını bildirdi.
Seçim sürecinin “son derece” şeffaf şekilde tamamlandığını dile getiren Amoroso, “Dünyanın en iyi seçim sisteminin bulunduğu ülkede CNE”yi destekleyen uluslararası gözlemcilere teşekkür ediyoruz. Venezuela, dünyaya bir örnektir ve CNE”nin gücünü bir kez daha gösterdik.” ifadelerini kullandı.
Yerel basına göre, Büyük Vatansever Kutup, hem Ulusal Mecliste hem de valilik seçiminde “büyük” zafer kazanırken muhalefet partileri ise seçimden umduğunu bulamadı.
Muhalif lider Maria Corina Machado, seçimlerin şeffaf olmayacağı gerekçesiyle destekçilerine boykot çağrısı yapmıştı.
Venezuela”da halk, genel ve bölgesel seçimler için sandık başına gitti
Ülkede 21 milyonu aşkın kayıtlı seçmen, 2026-2031 döneminde görev yapacak 24 eyalet valisi, Ulusal Meclisin (AN) 285 milletvekili ile 260 bölgesel meclis üyesini belirlemek üzere dün oy kullandı.
Bu seçimlerde Venezuela tarihinde ilk kez komşu ülke Guyana ile ihtilaflı olan, doğal kaynaklar açısından zengin Esequibo bölgesinde de bir vali, Ulusal Meclise 8 milletvekili ve 7 bölgesel yasama konseyi üyesi seçildi.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
Source:
Soykırımcı İsrail”in gözü 18 Haziran”da… AB ülkelerine “ilhak” tehdidinde bulundular
İsrail ordusu, Gazze Şeridi”nde 19 Ocak”ta yürürlüğe giren ateşkesin ardından 18 Mart sabahı şiddetli saldırılarına yeniden başladı.İSRAİL DIŞİŞLERİ BAKANI”NDAN, FİLİSTİN”İN BAZI AVRUPA ÜLKELERİNCE TANINMASI DURUMUNDA İLHAK TEHDİDİIsrael Hayom gazetesine konuşan İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar,, “İsrail”e karşı atılacak her türlü tek taraflı adıma İsrail de tek taraflı adımlarla karşılık verir.” tehdidinde bulundu.Saar, aralarında Fransa ve İngiltere”nin de bulunduğu ülkelerin Filistin”i tanıması halinde Batı Şeria”daki yerleşim birimleri ile Ürdün Vadisi”ni tek taraflı ilhak edeceklerini kaydetti.Gazete, Saar”ın bu açıklamalarının, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron”un öncülüğünde, Suudi Arabistan”ın da desteğiyle 18 Haziran”da New York”ta düzenlenmesi planlanan ve Filistin devletinin tanınması çağrısında bulunulacak uluslararası konferans öncesinde geldiğine dikkati çekti.Gazetenin diplomatik kaynaklardan aldığı bilgiye göre Macron, bu tarihte birçok ülkenin Filistin devletini tanıdığını duyurmasını hedefliyor.Bu gelişme, İsrail hükümetinin sert tepkisini çekerken Macron”un daha önce Tel Aviv”e böyle bir adım atılmayacağına dair güvence verdiği iddia edildi.Öte yandan gazete, ABD”nin bu konferansa katılmayacağını İsrail”e bildirdiğini ancak diğer ülkeleri caydırmak için kamuoyu önünde baskı yapmayacağını yazdı.Halihazırda Birleşmiş Milletler üyesi 193 ülkeden 149″u Filistin devletini tanıyor. Filistin yönetimi, haziran ayında yapılacak konferansla bu sayının artmasını umuyor.Ayrım Duvarı (Utanç Duvarı) ve Yahudi Yerleşim Birimleriyle Mücadele Komitesi verilerine göre, Batı Şeria”daki yerleşimcilerin sayısı 2024 yılı sonunda yaklaşık 770 bine ulaşırken bölgede 180 yerleşim yeri ve İsrail hükümetince de yasal statüsü bulunmayan 256 kaçak yerleşim yeri bulunuyor.Gazze”deki soykırıma paralel olarak İsrail ordusu, saldırılarını Batı Şeria”da da genişletti ve Filistin topraklarını gasbeden İsrailliler, Doğu Kudüs ve Batı Şeria”daki saldırılarını artırdı.Resmi Filistin verilerine göre 7 Ekim 2023″ten bu yana işgal altındaki Batı Şeria ve Doğu Kudüs”te İsrail şiddetinde 960″tan fazla Filistinli can verirken yaklaşık 7 bin Filistinli yaralandı. İsrail güvenlik otoriteleri 16 bini aşkın kişiyi tutukladı.Birleşmiş Milletlerin en üst yargı mekanizması Uluslararası Adalet Divanı, Temmuz 2024″te işgalci İsrail”in tüm “yeni yerleşim faaliyetlerini” durdurması ve İsraillilerin gasbettiği tüm Filistin topraklarından çıkarılması gerektiği yönünde görüş kararını bildirmiş ancak İsrail kararı reddetmişti.08:21 İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, aralarında Fransa ve İngiltere”nin de bulunduğu ülkelerin Filistin”i tanıması halinde Batı Şeria”daki yerleşim birimleri ile Ürdün Vadisi”ni tek taraflı ilhak edeceklerini belirtti07:47 İsrail”de iç istihbarat teşkilatı Şin-Bet”in (Şabak) bazı yetkililerinin, Başbakan Binyamin Netanyahu”nun kurumun başına getirdiğini duyurduğu Tümgeneral David Zini”nin atamasının onaylanması halinde istifa edecekleri bildirildi01:13 İsrail ordusunun Gazze kentinde bir evi hedef aldığı hava saldırısında 4 Filistinli hayatını kaybetti, 15 kişi yaralandı00:27 Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım, Lübnan devleti ile İsrail arasında sağlanan dolaylı ateşkes anlaşmasına kendilerinin tam olarak bağlı kaldığını ancak İsrail”in söz konusu anlaşmayı 3 bin 300 kez ihlal ettiğini söyledi00:05 Yunanistan Parlamentosundaki sol partiler, Başbakan Kiryakos Miçotakis ve Dışişleri Bakanı Yorgos Yerapetritis”e gönderdikleri ortak açık mektupla, Yunan hükümetinin Filistin”e destek vermesini talep etti00:02 Filistin Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Muhammed Mustafa, “Gazze”deki cehennemin sona ermesi için İsrail”e baskıların artmasını” istedi
Source: Www.star.com.tr
Türkiye ve dünya gündemi
1- Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi”nde Etik Eğitimi ve Etik Eğiticisi Yetiştirilmesi İşbirliği Protokolü İmza Töreni”ne katılacak, partisinin genel merkezinde Merkez Karar ve Yönetim Kurulu (MKYK) Toplantısı”na başkanlık edecek.
(Ankara/14.00/16.00)
2- Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, Beştepe Kongre ve Kültür Merkezi”nde düzenlenecek 28 Mayıs Azerbaycan Cumhuriyeti Bağımsızlık Günü Programı”na katılacak.
(Ankara/20.00)
3- CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Anayasa Mahkemesi Başkanı Kadir Özkaya”ya ziyarette bulunacak, partisinin genel merkezinde Merkez Yönetim Kurulu Toplantısı”na başkanlık edecek.
(Ankara/11.00/13.30)
YASAMA YÜRÜTME SİYASET
1- Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi”nde Kamu Görevlileri Etik Kurulu ile Etik Eğitimi ve Etik Eğitici Yetiştirilmesine İlişkin İşbirliği Protokolü Programı”na katılacak.
(Ankara/14.00)
DÜNYA DİPLOMASİ
1- Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Rusya”yı ziyaret edecek.
2- İsrail”in ateşkesi bozarak kalıcı işgal hedefiyle Gazze Şeridi”ne düzenlediği şiddetli saldırılar ve yansımaları izleniyor.
(Gazze/Kudüs)
1- Yükseköğretim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Erol Özvar, Memur-Sen Genel Merkezi”nde “Türkiye”de Yükseköğretimin Yeniden Yapılandırılması: Yenilikler, Sorunlar ve Çözüm Önerileri Uluslararası Kongresi”ne katılacak.
(Ankara/10.00)
1- Trendyol Süper Lig”in 37. haftası, Atakaş Hatayspor-Fenerbahçe maçıyla tamamlanacak.
(Mersin/20.00)
2- Nesine 2. Lig play-off 3. tur rövanşında Batman Petrolspor-Altınordu ve Çimentaş Elazığspor-Artı Değer Vanspor FK maçları oynanacak.
(Batman/Elazığ/20.00)
3- Türkiye Sigorta Basketbol Süper Ligi play-in etabı ikinci tur maçında Onvo Büyükçekmece Basketbol, Türk Telekom”u konuk edecek.
(İstanbul/19.00)
4- 13. Uluslararası Fetih Kupası Okçuluk Yarışması, Okmeydanı Okçular Vakfı Tesisleri”nde başlayacak; müsabakalar kadınlar ile erkeklerde klasik ve makaralı yay kategorilerinde düzenlenecek, organizasyonun ilk günü makaralı yay sıralama ve eleme atışları gerçekleştirilecek.
(İstanbul/10.00)
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
Source:
Uluslararası sistemde yeni dönemi anlamak
Trump iktidara geldikten sonra attığı adımlarla uluslararası sistemdeki bütün taşları yerinden oynattı. Gözlerimizin önünde uluslararası sistemde büyük bir kırılma yaşanıyor ve yeni bir dünya kuruluyor.
Bu yeni dönemi anlayabilmek için, yeni dönemin şartlarını göz önünde bulundurmamız; eski dönemin ezberlerini ve koşullarını ise denklemden çıkarmamız gerekiyor. Zira eski ezberlerle, eski dönemin şartları ve sabiteleriyle bu dönemi anlamak ve anlamlandırmak mümkün değil.
Olan bitenleri, Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla, İkinci Dünya Savaşı ya da Birinci Dünya Savaşı gibi büyük kırılmalarla karşılaştırmak mümkün.
Trump’ın dış politika vizyonunun ve küresel perspektifinin en çok etkilediği coğrafyalardan biri de Orta Doğu, dolayısıyla Türkiye.
Trump’ın dış politikadaki radikal değişiklikleri, uluslararası ilişkilerin en temel meselelerinden birini de açık hale getiriyor: o da dış politikanın temelinde ulusal çıkarlar olduğu ama dış politikanın temelindeki ulusal çıkarların sabit olmadığı, kimliğe, dünya görüşüne ve değerlendirme biçimine göre değişebileceği.
Nitekim Biden’dan sonra Trump’ın tamamen farklı bir dış politika benimsemesi ve Amerikan çıkarlarını farklı tanımlamasının temelinde de bu farklı kimlik ve dünya görüşü yatıyor.
Bu yeni kimlik ve dünya görüşünün Amerikan çıkarlarını yeniden tanımlaması sonucunda, ABD’nin tüm dünya ile ilişkilerini yeniden tanımladığını görüyoruz. Aslında olup bitenin temelinde bu yatıyor. Bu nedenle, yeni dönemi anlamlandırmak için Trump’ın küresel vizyonunu iyi kavramamız gerekiyor.
Trump’ın dış politika vizyonuna baktığımızda bazı temel unsurlar öne çıkıyor:
Trump, “America First” diyor. Yani Amerika’nın ulusal çıkarlarının öncelenmesi gerektiğini savunuyor.
Trump, ABD’nin dünyaya barış ve sözde demokrasi götürmek amacıyla giriştiği askeri müdahaleleri gereksiz buluyor.
Amerika’nın askeri gücünün sadece doğrudan tehdit altında olduğu bölgelerde ve zamanlarda kullanılması gerektiğini söylüyor.
Çok taraflılığa ve uluslararası kurumlara mesafeli bir tutum benimsiyor. Bunu NATO ve Birleşmiş Milletler’e karşı tavrında da görebiliyoruz.
Trump, realist ve izolasyonist bir politika izliyor. Ancak bu izolasyonizm, ABD’nin tamamen içine kapandığı anlamına gelmiyor. Amerikan çıkarlarını korumak için dünyanın farklı coğrafyalarında, doğrudan askeri müdahalenin ötesinde; bölgesel ittifaklar, ticaret savaşları, ekonomik baskılar ve yaptırımlar gibi çeşitli araçları kullanıyor.
Bu çerçevede baktığımızda, Trump’ın ne yapmak istediğini ve etrafımızda olup bitenleri daha iyi anlamlandırabileceğimizi görüyoruz. Örneğin Trump, geçtiğimiz 24 Mayıs’ta West Point Askeri Akademisi’nin mezuniyet töreninde yaptığı konuşmada şunları söylemişti:
“Amerikan Silahlı Kuvvetleri’nin görevi, yabancı kültürleri dönüştürmek veya dünyaya silah zoruyla demokrasi yaymak değildir. Amerikan ordusunun görevi, her yerde, her zaman ve her koşulda Amerika’ya yönelik herhangi bir tehdidi yok etmek ve düşmanları ezmektir.”
Burada çok net bir biçimde, Trump’ın sadece ABD çıkarları söz konusu olduğunda ve doğrudan tehdit algılandığında askeri müdahaleyi gündeme alacağını ifade ettiğini görüyoruz.
Trump’ın bu vizyonunun sahadaki yansımalarından biri de ABD’nin Türkiye Büyükelçisi olarak atanan Tom Barrack’ın söylemlerinde kendini göstermektedir. Örneğin Barrack, Suriye ve Orta Doğu ile ilgili yaptığı açıklamada Trump’ın çizdiği dış politika hattına paralel şekilde şu ifadeleri kullanmıştır:
“Batı müdahaleciliğinin dönemi sona erdi. Gelecek, bölgesel çözümlere, ortaklıklara ve saygıya dayalı bir diplomasiye aittir. Başkan Trump’ın Riyad konuşmasında vurguladığı gibi, Batılı müdahalecilerin Orta Doğu’ya uçup insanlara nasıl yaşayacaklarını ve nasıl yöneteceklerini anlatacakları günler geride kaldı.”
Yeni dönemi ve etrafımızda olup bitenleri anlamlandırabilmemiz için Trump’ın bu dünya görüşünü çok iyi kavramamız gerekmektedir. Trump dünyaya böyle baktığı için, Orta Doğu’da Amerikan askeri müdahalesini azaltmakta, bölgede Amerikan ulusal çıkarlarını dokunmayacak bir düzenin kurulmasını arzu etmekte ve bu düzenin ABD’nin müdahalesini gerektirmeyecek bir şekilde işlemesini istemektedir
Trump işte bundan dolayı İsrail’in Orta Doğu’da sınırlandırılması gerektiğini düşünmektedir. Bu, ABD’nin İsrail’e sırtını çevireceği anlamına gelmez; ancak geçtiğimiz aylarda gördüğümüz gibi, ABD yönetimi İsrail’e, özellikle de Netanyahu’ya ciddi biçimde mesafe koymuş durumdadır. Bu çerçevede Suriye’de de İsrail’in ciddi anlamda sınırlandırıldığını görüyoruz. ABD’yi takip eden Avrupalı devletlerin de İsrail karşıtı bir pozisyon almaya başlamaları bundan dolayı şaşırtıcı değildir.
Dolayısıyla içinde bulunduğumuz bu kırılma dönemi ancak ve ancak komplo teorilerinin ötesinde, realist ve yeni bir bakış açısı ile anlaşılabilir.
Prof. Dr. Enes Bayraklı / Haber7
Source: Enes Bayrakl
Trump, Putin”den istediğini alamadı: “Putin çıldırdı”
ABD Başkanı Donald Trump, kendisine ait olan sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin”i sert bir dille eleştirdi.
Trump, “Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile her zaman çok iyi bir ilişkim olmuştur, ancak ona bir şeyler oldu. Kesinlikle çıldırdı! Gereksiz yere çok sayıda insanı öldürüyor ve sadece askerlerden bahsetmiyorum. Ukrayna”daki şehirlere sebepsiz yere füzeler ve insansız hava araçları atılıyor” paylaşımını yaptı.
PUTİN”İN SİVİLLERİ BOMBALIYOR
Rusya, geçtiğimiz gece Ukrayna”nın başkenti Kiev de dahil olmak üzere büyükşehirlerini füzelerle bombaladı.
Bombalama sonucu en az 12 sivil yaşamını yitirdi, birçok bina kullanılamaz hale geldi. ABD”nin Ukrayna Özel Temsilcisi, saldırılardan bir fotoğraf paylaşarak “Burası Kiev. Rusya sivilleri bombalıyor. Bu Cenevre anlaşmasına aykırı. Bir an önce ateşkes ilan edilmeli” açıklamasını yaptı.
ABD, İstanbul görüşmelerinde bir ateşkesin sağlanamamasının sebebi olarak Putin”in katılım göstermemesine bağlıyor. İstanbul zirvesinden beri ABD”li liderler, Rusya”yla ilgili söylemlerini sertleştirdi.
Trump, paylaşımının devamında “Putin”in her zaman Ukrayna”nın sadece bir parçasını değil, tamamını istediğini söyledim ve belki de bu doğru çıkıyor, ama eğer bunu yaparsa, bu Rusya”nın çöküşüne yol açacaktır!” dedi.
ZELENSKİ”Yİ DE ESİRGEMEDİ
Trump, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski”ye de eleştirmeyi ihmal etmedi.
ABD Başkanı, paylaşımında, “Aynı şekilde, Başkan Zelenski de bu şekilde konuşarak ülkesine iyilik yapmıyor. Ağzından çıkan her şey sorun yaratıyor, bu durumdan hoşlanmıyorum, buna bir son verse iyi olur.” dedi
Trump, Kiev”in 3 yıldır işgalci Rusya”ya karşı verdiği savunma savaşından sonra toprakları konusunda taviz vermesini istiyor.
Putin, Kırım ve Ukrayna”da işgal ettiği 4 bölge üzerinde tanınmış hakimiyet talep ediyor. Kiev her ne kadar bu talepleri kabul etmese de, Ukrayna ordusu ağır bir şekide yıpranmış durumda.
Trump, “Ben Başkan olsaydım bu savaş asla başlamazdı. Bu Zelenskinin, Putin”in ve Biden”ın savaşı, Trump”ın değil, ben sadece büyük beceriksizlikler ve nefretle başlatılan bu büyük ve çirkin yangınları söndürmeye yardım ediyorum” sözleriyle paylaşımını bitirdi.
Source: Haber Merkezi