Doğal cennetten parasal cinnete: Türkiye
Jeolojik olarak yaklaşık 300 milyon yıl önce oluşan ve şairin dediği gibi Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan Anadolu, birçok ilkleri barındıran bir coğrafya olmasının yanı sıra çok çeşitli bitki ve hayvana da ev sahipliği yapar. İlk yerleşimler ve ilk tarımcı toplulukların neredeyse merkez üssü olan Güneydoğu Anadolu, buğday başta olmak üzere çeşitli tahılların, baklagillerin ve diğer birçok bitkinin anavatanı. Bu bioçeşitliliğe başta küçükbaş hayvanları, diğer canlıları da eklemek mümkün. Arkeolojik ve arkeobotanik veriler de bu bitkisel ve hayvansal çeşitliliği doğruluyor. Etnobotanik alanındaki araştırmalar, Anadolu’nun birçok bitkinin ve hayvanın gen merkezi olduğunu gösteriyor. Sayısal verilerle söylersek, Anadolu’da 11 bin 466 çeşit bitki saptanmış olup bunların yaklaşık 1200 türü yenilebilen bitki. Bu bitki varlığına 172 yenilebilir mantar türü de eklendiğinde sayı daha da artıyor. ANADOLU ENDEMİK DOLU Bu çeşitliliğin yanı sıra, Anadolu’da 3 bin 649 endemik bitki bulunmakta. Tüm Avrupa’da 6 bin 198 endemik bitki saptandığı düşünülürse, Anadolu’nun sıradışı varsıllığı daha iyi anlaşılır. Yenisi keşfedildikçe sayıları artan endemik türlerimizin 107 tanesi de yenilebilir bitkiler. Sadece son bir yıl içinde yeni bulunan bir anason çeşidi bile halen keşfedilmeyi bekleyen başka bitkilerin de olabileceğini gösteriyor. Konya’da bulunan bu endemik anason türüne önemli bilim insanlarımızdan eczacı Prof. Dr. Hüsnü Can Başe r’e atfen “Pimpinella husnucan-baseri” adı verildi. Türkçe “Can anasonu” denilen endemik tür, Konya’nın Hadim ilçesinin Korualan-Dedemli mahalleleri arasındaki dar bir alanda yetişmekte ve yetişme ortamı, gerek yerleşim, gerekse tarım alanlarınca kuşatılmış olduğundan yüksek tehdit altında, yok olmakta… ÜZÜMÜN ANAYURDU ERZURUM Bir süredir yapılan genetik araştırmalar, üzümün anavatanının da Erzurum Uzundere olduğunu ortaya çıkardı. Daha öncesinde üzümün dünyaya yayıldığı yer olarak Gürcistan düşünülürken son genom çalışmaları Anadolu bitki varlığının ne derece çeşitli olabileceğine yeni kanıtlar ekledi. Evcilleştirildiği yer Maraş, Antep, Mardin, Suriye’nin kuzeyi ve Doğu Akdeniz civarı olan zeytin ise bambaşka bir önem taşıyor. Bütün Akdeniz’de yabani olarak, halk arasındaki adıyla “delice” halinde bulunan zeytin ile ilgili en eski fosil kayıt, Batı Anadolu’da Muğla Yatağan’ı işaret etmekte. Yatağan kömür havzasında bulunan bir zeytin poleni fosili, 14 milyon yıl öncesinden bize el sallayarak “Siz insanlar yokken ben hep buradaydım” diyor. TOPRAĞI DİNLEYİP SUYU ANLAMAK Dolayısıyla beslenme açısından bu zengin coğrafyayı daha iyi anlamak ve anlatmak gerekli. Yediklerimiz hakkında ne denli çok bilgi sahibi olursak onlara duyduğumuz minnet de artacak ve paranın yenilemeyeceğini, geleceğin tarımda olduğunu anlamamız daha kolaylaşacak. Örneğin Soma’da kömür madeni ve termik santral için kesilen zeytinlikler, aslında bu milyonlarca yıllık zeytin poleni sayesinde korunabilir. Aynı şekilde Aydın’daki jeotermal enerji tesislerinin yok etmekte olduğu incirlikler için mücadelenin de yükseltilmesi gerekir. Çünkü bütün Ege uygarlıkları üç önemli bitkiyle var olabilmiştir. Zeytin, incir ve üzüm bu bitkilerdir ve onlara “uygarlık yaratan bitkiler” denir. Uygarlığı başlatan bitki olan buğday ise yine bu topraklarda Urfa Karacadağ’da yetişmiş ve dünyaya buradan yayılmıştır. Tarıma, toprağa, bitkiye, hayvana, suya sahip çıkmak, Yaşar Kemal ’in deyişiyle toprağı dinleyip suyu anlamak gerek. Doç. Dr. Ahmet UHRİ DOĞAYA SAYGI, YURDA SEVGİ GEREK Doğa adil değildir, değerli okurlarım. Yarattığı kimi coğrafyalar cennettir, kimi coğrafyalar buzdan, ateşten, çölden birer cehennem. Türkiye coğrafyası, doğanın başyapıtlarından bir cennet. Ama dünyaya var etmek için değil, yok etmek için gelenlerin para cinneti; sularını zehirledikleri, ormanlarını söktükleri, topraklarını oydukları ülkemizi cehenneme dönüştürmekte. Bir İtalyan makarna paketinde, Anadolu’da artık ekilmeyen ata tohumu, “sert Anadolu buğdayı” referansını görünce içim sızladı. Ve gıda mühendisi, arkeolog yetkinliğinin yanı sıra konuyla ilgili kitapların yazarı, değerli bilimci Ahmet Uhri’den yukarıdaki makaleyi yazmasını istedim. Umarım para cinneti geçiren bir kaç gözü açar. Çünkü Türkiye, doğaya saygılı tarım ve kültür turizmiyle dünyanın en varsıl ilk beş ülkesinden biri olabilir. Yıkım durursa hâlâ umut var.
Source: Mine G. Kırıkkanat
Dağlarda kendiliğinden yetişiyor! Yıllarca toplanmadı, hasat başladı, tek damlası yetiyor
Aydın”da dağlarda kendiliğinden yetişen kekiklerin özel yöntemle çıkarılan suyu asırlardır insanlar için şifa kaynağı olmaya devam ediyor. Karın ağrısından enfeksiyona kadar pek çok rahatsızlığa iyi geldiği bildirilen kekik suyu her evde acil durum ilacı bulunduruluyor. Aydın dağlarında bahar mevsimi ile kendiliğinden çıkan kekiklerin toplanma vaktinin geldiğini belirten Köşk Ilıdağ Mahallesi sakinlerinden Muhammet Karabulut, Kara Mıstan olarak tanınan dedesi Merhum Mustafa Karabulut”tan aldığı tarifle kekik suyu çıkardığını belirtti. Kekik suyunun faydalarının saymakla bitmeyecek kadar çok olduğunu belirten Karabulut, Eskiden ulaşım ve sağlık hizmetleri bu kadar yaygın olmadığı için Yörük olan dedelerimiz kekik suyu ve zeytin yağını ilk yardım malzemesi gibi kullanırmış. Ulaşım ve iletişimin yaygınlaşması ile bir dönem kekik suyu unutulmaya başladı. Eskiden para ile alınıp satılan kekikler yıllarca toplanmadı. Pandemi dönemi ile kekik suyu yeniden kıymete bindi. Şehirdeki pek çok tanıdığımız bizden kekik suyu istemeye başladı. Eskiden kendi ihtiyacımız kadar yapardı, şimdi gelen siparişe göre kekik suyu çıkarıyoruz dedi.
Source: Gazetevatan.com
Hem bayramın tadını çıkarın hem sağlığınızı riske atmayın! Uzmanı formülü verdi
Beslenme ve Diyet Uzmanı Diyetisyen Ceren Kaplan, bayram boyunca dengeli beslenmenin yollarını paylaştı. Kaplan, bilinçli seçimlerle bayramın tadını çıkarmanın mümkün olduğunu vurguladı.Sağlıklı bireyler için bile yükBayramda et tüketiminin artmasının doğal olduğunu ancak bunu dengelemek gerektiğini belirten Kaplan, “Kurban Bayramı’nda kırmızı et tüketimi sağlıklı bireyler için bile ciddi bir yük oluşturabilir. Güne hafif bir kahvaltıyla başlamak en doğrusu. Kahvaltıda mutlaka 4 yapraklı besin modelini uygulamayı öneriyoruz. Bu modelde süt grubundan olan peynir, et grubundan olan yumurta, sebze meyve ve tahıl grubu yer almalı. Bayram kahvaltılarında börek, dolma ve sarma gibi karbonhidratlı yiyecekler çok yer alıyor. Bu gibi yiyecekleri tüketiyorsak, ekmekten veya günün diğer tahıllarından feragat etmemiz gerekiyor” dedi.Etin yanında kesinlikle olmalıEtin sindirimi zor bir besin grubu olduğunu hatırlatan Kaplan, “Kırmızı eti özellikle öğle öğününde tüketmek daha doğru olur. Akşam saatlerinde ağır et yemekleri mideyi zorlayabilir ve uyku düzenini de etkileyebilir. Etin yanında bol miktarda salata tüketmek sindirim sistemine destek olur. Lif içeriği sayesinde hem mideyi rahatlatır hem de doyuruculuğu artırır” diye konuştu.Şerbetli ve ağır tatlılar yerine Bayramlarda tatlı tüketiminin de artığını belirten Kaplan, “Her ne kadar misafirliklerde tatlı ikramı geleneksel bir alışkanlık olsa da şerbetli ve ağır tatlılar yerine sütlü veya meyveli tatlılar tercih edilmeli” dedi. Danışanlarına, eğer baklava gibi şerbetli tatlı yiyeceklerse günde 2 dilimi geçmemelerini, sütlü tatlı tüketiminde ise 2 kaseye kadar çıkabileceklerini söylüyor.Günde en az 2,5 litre su tüketinÇay, kahve ve gazlı içecek tüketiminin de bayramda ciddi şekilde arttığını belirten Kaplan, su içmenin önemine vurgu yaparak şu ifadeleri kullandı: “Bayramda çay ve kahve tüketimi kaçınılmaz. Ancak mümkün olduğunca açık ve limonlu çay tercih edilmeli. Gazlı, şekerli içecekler ise günde bir bardaktan fazla olmamalı. Bu tarz içeceklerin etkilerini vücuttan atabilmek ve sindirimi desteklemek için günlük 2,5 – 3 litre arası su içmek şart.”
Source: Dünya Gazetesi
Ummadık taş baş yardı! “En uysal” hayvanım dediği kurbanlığın yaşatmadığı kalmadı: “Hayvanlara güvenmeyin”
Kurban Bayramı “nın gelmesiyle, bayramın klasiği haline gelen sokaklardaki firari kurbanlık telaşı da zaman zaman gündeme gelmeye başladı. Antakya ilçesi Kuruyer Mahallesi”nde besicilik yapan Mehmet Duman”a ait boğa kesim esnasında kaçarak karayoluna çıktı. Kendisini kovalayan kasaba ve besiciye korku dolu anlar yaşatan boğanın o anları cep telefonu kamerasına yansımıştı. “EN UYSAL HAYVANIM” Bir süre firari olarak gezen boğa, yakalanarak kurban edildi. Kesim esnasında boğayı kaçıran Duman, ‘Bu boğa benim en uysal hayvanım” diyerek boğanın gözünü bağlamayı reddettiğini söyledi. “HAYVANA GÜVEN OLMUYORMUŞ” Unutulmaz anlar yaşayan Duman, ‘Hayvanlara güvenmeyin” diyerek vatandaşlara uyarıda bulundu. Kesim esnasında boğayı elinden kaçıran Duman, şaşkınlığını şu ifadelerle dile getirdi: Ben ve kasap birlikte boğayı ahırdan çıkardık. Boğa çok uysaldı ve 6 aydır yanımdaydı. Kesime götürürken adamları gördü veya kan kokusunu aldı bilmiyorum. Ardından da ürktü ve kaçtı. Buradan karşı mezarlığın duvarından aşağıya kaçtı ve bizi bir kilometre koşturdu. Aşağıda bir yerde yakaladık. Allah”a şükür ne insanlara ne de hayvana bir şey olmadı. Trafikte Antakya ve Altınözü ilçe tarafından gelen araçlar vardı. Yolu her iki tarafından gelenler durdu ama biz o anda farkına varmadık. Böyle bir durum aklımıza gelmezdi. Kasap gözünü bağlayalım dedi ama ben boğa en uysal hayvanım diyerek yok dedim. Ben uysal hayvandır diye söyledim ama hayvana güven olmuyormuş. Yaklaşık 2 saat sürdü ve bizi baya uğraştırdı. Yakaladıktan sonra traktörün arkasına bağladık ve kesim yerine kadar getirdik. Bu sefer kurban etmeyi başardık. Ben 10 yıldır kurban işiyle uğraşıyorum. 30 yıldır da hayvancılık yapıyorum ama ilk defa böyle bir şey başıma geldi. Bizde de kabahat vardı ve tedbirsiz davrandık. Boğa çok uysal bir hayvandı, o yüzden gözünü bağlamaya gerek duymadım. Buradan kasap arkadaşlara söylüyorum, hayvanlara güvenmeyin.
Source: Batıkan Altaş
Toprağa gömüp 72 saat bekliyor, 3 saatte bir kontrol ediyorlar! Ata mirasını böyle yaşatıyorlar
Antalya “nın Akseki ilçesi Kuyucak Mahallesinde geleneksel yöntemler sürdürülüyor, binbir emekle sedir katran yağı üretiliyor. Mahalle sakinleri sedir katran yağı üretimi için bölgedeki 2500 rakımlı dağlarda yetişen sedir ağaçlarının kuruyan köklerini öncelikle topraktan özenle çıkarıyor. Sırtlarda ya da yük hayvanlarıyla yerleşim yerlerine indirilen kökler, küçük çıralar haline getiriliyor. TOPRAĞA GÖMÜP BEKLİYORLAR Toprakta hazırlanan kuyulara simetrik bir şekilde üst üste dizilen çıraların üstü ağaç dallarıyla kapatılıyor ve hava almaması için tekrar çamurla tamamen kapatılıyor. 72 SAAT SÜRÜYOR, 3 SAATTE BİR KONTROL EDİLİYOR Üç tarafı kapalı, yalnızca bir yüzeyi açık bırakılan kuyunun ağzından ateş yakılıyor. Kuyunun başka hiçbir yerden hava almaması ve ateşin dengeli ve yavaş bir şekilde içten içe yanması için bir kişi kuyunun başında nöbet tutuyor. Yaklaşık 3 gün süren işlemde her 3 saatte bir kuyu kontrol ediliyor. YILDA 80 KİLOGRAM ÜRETİLİYOR Bu işlemlerin ardından kuyunun diğer ucunda bulunan kanalın önündeki sopa dikkatlice çekiliyor. Bu noktada, çamur kuyusunun içindeki sedir çıralarından süzülen yoğun kıvamlı katran yağı, yavaş yavaş akmaya başlıyor. Ortalama yılda 70 ila 80 kilogram katran yağı elde ediliyor. Elde edilen yağ, yağı talep edenlere satılıyor. ATA MİRASINI YAŞATIYORLAR Sedir katranı yağı üreticisi Serpil Kaya, eskiden dedelerinin çıra yağını çok fazla ürettiğini ve kullandığını söyledi. Atalarının mirası olan sedir katran yağı üretimini sürdürdüklerini dile getiren Kaya, “Sedir yağı yörede sıkça kullanılıyor. Bu yağ, hayvancılıkta faydalı, aynı zamanda eklem ağrılarında kullanılıyor” dedi. GENÇLER TERCİH ETMİYOR Çıra kuyusu içinde çalışan Ramazan Erdoğan, yağ üretimi için kuyunun nasıl yapılması gerektiğini anlattı. Aynı zamanda çobanlık yaptığını belirten Erdoğan, “Bu yağ, hayvanlarda iç parazite, uyuza, arılarda varroa (arılarda bir tür dış parazit hastalığı) hastalığına iyi geliyor. Hayvanların içtiği suya damlatıldığı takdirde daha fazla su içiyorlar” diye konuştu. Erdoğan, gençlerin bu işi yapmadığı için kendilerinden sonra yağ üretecek insan olmamasının üzüntüsünü yaşadığını ifade etti.
Source: Sinem Eryılmaz
Bayram sofralarında sağlıklı kalmanın ipuçları
ayramlar, ailelerin bir araya geldiği, bol lezzetli sofraların kurulduğu özel zamanlardır. Ancak Kurban Bayramı, özellikle kırmızı et ve tatlı tüketiminde belirgin bir artışa yol açarken, kalp hastaları, diyabetliler, böbrek rahatsızlığı olanlar ve yaşlılar gibi hassas gruplar için bazı sağlık riskleri taşıyor. Medipol Bahçelievler Hastanesi”nden Beslenme ve Diyet Uzmanı Diyetisyen Ceren Kaplan, bayram boyunca dengeli beslenmenin yollarını paylaştı. Kaplan, bilinçli seçimlerle bayramın tadını çıkarmanın mümkün olduğunu vurguladı. ‘KIRMIZI ETİ ÖĞLE ÖĞÜNÜNDE TÜKETİN’ Bayramda et tüketiminin artmasının doğal olduğunu ancak bunu dengelemek gerektiğini belirten Kaplan, “Kurban Bayramı’nda kırmızı et tüketimi sağlıklı bireyler için bile ciddi bir yük oluşturabilir. Güne hafif bir kahvaltıyla başlamak en doğrusu. Kahvaltıda mutlaka 4 yapraklı besin modelini uygulamayı öneriyoruz. Bu modelde süt grubundan olan peynir, et grubundan olan yumurta, sebze meyve ve tahıl grubu yer almalı. Bayram kahvaltılarında börek, dolma ve sarma gibi karbonhidratlı yiyecekler çok yer alıyor. Bu gibi yiyecekleri tüketiyorsak, ekmekten veya günün diğer tahıllarından feragat etmemiz gerekiyor” dedi. ‘SALATA ETİN SİNDİRİMİNİ KOLAYLAŞTIRIR’ Etin sindirimi zor bir besin grubu olduğunu hatırlatan Kaplan, “Kırmızı eti özellikle öğle öğününde tüketmek daha doğru olur. Akşam saatlerinde ağır et yemekleri mideyi zorlayabilir ve uyku düzenini de etkileyebilir. Etin yanında bol miktarda salata tüketmek sindirim sistemine destek olur. Lif içeriği sayesinde hem mideyi rahatlatır hem de doyuruculuğu artırır” diye konuştu. ‘TATLIYI SINIRLANDIRIN, ŞERBETLİDEN KAÇININ’ Bayramlarda tatlı tüketiminin de artığını belirten Kaplan, “Her ne kadar misafirliklerde tatlı ikramı geleneksel bir alışkanlık olsa da şerbetli ve ağır tatlılar yerine sütlü veya meyveli tatlılar tercih edilmeli” dedi. Danışanlarına, eğer baklava gibi şerbetli tatlı yiyeceklerse günde 2 dilimi geçmemelerini, sütlü tatlı tüketiminde ise 2 kaseye kadar çıkabileceklerini söyledi. ‘GÜNDE EN AZ 2,5 LİTRE SU İÇİN’ Çay, kahve ve gazlı içecek tüketiminin de bayramda ciddi şekilde arttığını belirten Kaplan, su içmenin önemine vurgu yaparak şu ifadeleri kullandı: “Bayramda çay ve kahve tüketimi kaçınılmaz. Ancak mümkün olduğunca açık ve limonlu çay tercih edilmeli. Gazlı, şekerli içecekler ise günde bir bardaktan fazla olmamalı. Bu tarz içeceklerin etkilerini vücuttan atabilmek ve sindirimi desteklemek için günlük 2,5 – 3 litre arası su içmek şart.”
Source:
Turizmin temel sorunu: Açgözlülük
Bayramda aile ziyaretleri için Edremit körfezindeyiz. Öyle aşırı derecede turistik bir yer olduğu söylenemez, daha ziyade yazlıkçıların tercih ettiği kendi halinde beldeler. Ancak bayramda ve sezonunun en yüksek döneminde yazlıkçılar kadar yerli tatilciler de buralara geliyor.
Körfezin denizini doğasını anlatmaya gerek yok. Oksijen deposu Kaz Dağları, mavi bayraklı plajlar ve tüm yapılaşmaya rağmen hala varlığını sürdüren zeytin bahçeleri, çam ormanları.
Bölgenin turizm altyapısı da hiç fena sayılmaz. İstanbul – İzmir otobanı, 1915 Çanakkale Köprüsü ve Edremit Koca Seyit Havalimanı bölgeye ulaşımı kolaylaştırıyor. Ayrıca tüm beldeler birbirine duble yollar ile bağlı. Burhaniye ve Edremit’te tam teşekküllü devlet hastaneleri mevcut. Tüm körfezde deniz temiz kalmasını sağlayan son derece iyi arıtma tesisleri var. Her yerde internet var, cep telefonları sorunsuz çalışıyor, elektrik ve su şebekesi ile ilgili hemen hemen hiçbir eksik yok. Aynı durum güvenlik için de geçerli, jandarma ve polis 24 saat görevinin başında.
Ama malum bunlar turizmin “alt yapısı” ile ilgili konular. Üst yapıya, daha doğrusu turizm ve hizmet tesislerine gelince iş biraz değişiyor… Değişiyor dediğime de bakmayın, Türkiye’nin genelinde ne ise tam olarak ona dönüşüyor.
Burhaniye’den Küçükkuyu’ya kadar tüm Edremit körfezinde irili ufaklı pek çok otel var. Bunların tamamı yerli markalar, uluslararası zincirler henüz bu bölgeye girmemişler. Çoğunluğu butik işletmeler olan tesisleri özel olarak mercek altına aldım… Anlatacaklarımın sonucunu baştan söyleyeyim: Bazıları, düzeltilemeyecek kadar kötü durumda, genel olarak berbat haldeler.
Büyük aile yemeği için orta halli bir otelin lokantası ile anlaşılmış. İnsanlar misafirlerini ağırlamak için parayı esirgememişler ama anlaşılan fiyatı söylemeye inanın ar ediyorum. Enikonu üç tabak yemek için maliyetinin yirmi katı fiyat verilmesi gerçekten düşündürücü.
Peki lokanta çok mu dolu dersiniz? Bilakis, in cin top oynuyor. Biz olmasak müşteri sayısı sıfır, yemek boyunca otelin lokantasında bir tek biz varız! Otelde de lokantada da çalışanlarda da yanlışlıkla bu işin içine düşmüşler gibi bir hava var. Servis kötü, yemekler ondan kötü, mekan hepsinden beter! Floresan ışıkları ile aydınlatılmış, “kitch” alçı heykeller ile dolu bir salonda kayış gibi etleri yemeye ve garsonların pisliğini, sakilliğini görmemeye çalışıyoruz.
“Burhaniye’deki bir pidecide yemek yesek bundan daha iyi olurdu” diye geçiriyorum içimden, sonra da “pideci buradan bile pahalı olabilir” diyorum. Nitekim ertesi gün oturduğum bir kebapçıda tam olarak böylesi bir şey şahit oluyorum. Kebapçının fiyatları, bizdekileri bırakın, Avrupa’daki beş yıldızlı oteller ile yarışıyor.
Amcalardan biri son dakikada gelmeye karar veriyor. Aile evlerinde yer kalmadığı için bir otel ayarlayacağız. Evin yanı başındaki işletme, sahibi de komşu ve tanıdık… Gecelik 7 bin lira “tanıdık” fiyatı vermişler. Kontrol etmek için internet acentelerinden birine bakıyorum, fiyat 4 bin 5 yüz lira!
Mahallenizdeki oteli kiralamak için Singapurlu bir şirketi aracı koymanız gerekiyor. Singapurlu ile daha ucuza geliyor!
Bir başkasına ben uğruyorum. İnternette 5 bin lira fiyat var, bunu bilmiyormuş gibi yapıp fiyat soruyorum “‘size’” 9 bin lira olur” diyorlar. Neredeyse iki katı! Ön bürodaki gence bu nasıl iş diye soruyorum, pişkin pişkin “o zaman o fiyattan yardımcı olalım” diyor!
Singapurlu, Çinli Hollandalı şirketlerin bağlantıları, bizin komşuluğumuzdan daha fazla pazar ediyor!
Kendini bu kadar pahalı satan otellerin iç durumunun ise korkunç olduğu görülüyor. Yeğenlerden biri pek havalı bir bitik otelde kalıyor. Üçüncü gün çocukcağızın duş alamadığını öğreniyor… Neymiş? Otelin hidroforu bozukmuş!
Daha fazla uzatmadan toparlayalım…
Türkiye’de turizmin kirletici etkisinin en az olduğu bir bölgede bile aç gözlülük hüküm sürüyor. Ve Türk turizminin önündeki en büyük engelin aç gözlülük olduğu bir kez daha anlaşılıyor.
Gaffar Yakınca / Haber7
Source: Gaffar Yak
Üşengeçliği ortadan kaldırıyor, hem tok tutuyor hem de serinletiyor! Kalitelisini bulmak yeterli…
Halis zeytinyağı, diyet programlarında önemli bir yer tutuyor. Uzmanlar, kaliteli zeytinyağının hem tokluk hissi verdiğini hem de vücuda serinlik sağladığının altını çiziyor.
Edremit Meslek Yüksekokulu Öğretim Üyesi Dr. Mücahit Kıvrak, yaz aylarında kilo vermek isteyen vatandaşlara zeytinyağı önerisinde bulundu.
SERİNLİK HİSSİ BİLE VERİYOR!
Dr. Kıvrak, “Zeytinyağı aslında iyi bir diyet ürünüdür. ” dedi.
“ÜŞENGEÇLİĞİ ORTADAN KALDIRIYOR”
Zeytinyağının enerji verdiğini de belirten Kıvrak, “Zeytinyağı, yürüyüşe ve enerjiye katkı sağladığı için üşengeçliği ortadan kaldırır. Bu şekilde yaz aylarında hem serin kalmak hem de sağlıklı kilo vermek isteyenler için iyi bir destek sağlar” ifadelerini kullandı.
Source: Sevda Altunbaş