“Lezzet Yolculuğu – Piknik Tarifleri, Japonya’nın İçecek Kültürü ve Organik Hasatlar”

Açık havada, yedikçe yediren pratik tarifler

NAR EKŞİLİ-SUSAMLI PATATES SALATASI (4 KİŞİLİK) NE LAZIM?◊ 4-5 adet orta boy patates◊ 1 su bardağı susam◊ 5 adet taze yeşil soğan (sadece yeşil kısımları kullanılacak)Baharatlı sos için ◊ 1’er çay kaşığı kimyon, kırmızı toz biber◊ 2’şer çay kaşığı tuz, karabiber◊ 1’er yemek kaşığı kuru nane, kuru kekik◊ 1/2 su bardağı zeytinyağı◊ 2 yemek kaşığı nar ekşisi◊ 2 çay kaşığı zerdeçalNASIL YAPARIM?◊ Patatesler iyice yıkanıp kabuklarıyla beraber 4’e bölünür ve üzerine çıkacak kadar suyla haşlanır. İyice yumuşayan patateslerin suyu süzülüp ılınınca kabukları soyulur.◊ Sonra da tavla zarı formunda küp küp doğranıp derin bir kaba aktarılır. Tuz serpiştirilip karıştırılır. İncecik doğranmış yeşil soğanlar katılıp tekrar karıştırılır.◊ Susam, yağsız, teflon tavada, orta ateşte, rengi hafif kahverengi oluncaya kadar kavrulur ve ocaktan alınır.◊ Baharat çeşitleri, zeytinyağı ve nar ekşisi bir kâsede tel çırpıcı yardımıyla çırpılır.◊ Hazırlanan bu sos patateslerin üzerine aktarılır. Susam serpiştirilip karıştırılır.◊ Dilerseniz ve elinizin altında varsa domatesle süsleyebilirsiniz. KABAK MÜCVER (4-6 KİŞİLİK)NE LAZIM?◊ 4 adet yeşil kabak◊ 1 adet kuru soğan◊ 1/2 demet dereotu◊ 1-2 adet taze yeşil soğan (sadece yeşil kısmı kullanılacak)◊ 4 tepeleme yemek kaşığı un◊ 3 adet yumurta◊ 1 kibrit kutusu büyüklüğünde beyazpeynir◊ 1 çay kaşığı karbonat◊ 1’er çay kaşığı tuz, karabiber, kırmızı pul biberKızartmak için◊ 1 su bardağı sıvıyağNASIL YAPARIM?◊ Kabakları soyup yıkadıktan sonra derin bir kabın içine rendeleyin. Soğanı da soyduktan sonra aynı kaba rendeleyin. Malzemeleri avuçlarınızın arasında sıkıp suyunu çıkarın.◊ İncecik kıydığınız dereotu ve yeşil soğanı ilave edin. Malzemeleri kaşıkla iyice karıştırın. Üzerine yumurtaları kırıp un ve karbonatı ilave edin. Tuz, kırmızı biber ve karabiberi serpiştirdikten sonra malzemeleri tekrar karıştırın ve bir kenarda bekletin.◊ Diğer taraftan, sıvıyağı orta boy bir teflon tencerede ya da derin bir tavada kızdırın. Mücveri derin bir kapta ve bol yağda kızartmalısınız.◊ Mücver karışımından 1 yemek kaşığı dolusu alıp yakın mesafeden kızgın yağa bırakın. Altları iyice kızaran mücverleri bir el süzgeciyle ters çevirip diğer yüzlerini de kızartın.◊ Kızarttığınız mücverleri, üzerine kâğıt havlu serilmiş tabağa koyup fazla yağını çektirin.Not: Kabak bazen çok sulanır ve mücverin kıvamını bozar. Bu yüzden kabakları rendeledikten sonra hafifçe sıkmanızı önerdim. Mücver hamuru oldukça katı ama akıcı bir kek hamuru gibi olmalı. Çok cıvık olursa ekstra un ekleyebilirsiniz. DİLLİ SANDVİÇ (1 KİŞİLİK)NE LAZIM?◊ Kepekli sandviç ekmeği◊ Dil peyniri◊ Dil füme◊ Domates◊ Marul yaprağı◊ Mayonez◊ HardalNASIL YAPARIM?◊ Ekmeğin 2 yarısına da hardal ve mayonezi sürün. Dil peynirini uzun uzun kesin. Uçları dışarı çıkacak şekilde bir dilimin üzerine koyun. Dil fümeleri, domates dilimlerini ve marul yapraklarını yerleştirin. ◊ Diğer dilimi üzerine kapatın.

Source: Sahrap Soysal


Tokyo’da ne içtiğin değil; neyle, nasıl, nerede ve kimin ellerinden içtiğin de önemli…

Japonya’da herhangi bir şeyi ‘sunmak’ yalnızca bir servis eylemi değil, başlı başına bir felsefe ve yaşam disiplini. Yemeğin veya içeceğin içeriği kadar nasıl sunulduğu, kimin elinden çıktığı, eğer içecekse kullanılan suyun menşei ve fincanın formu bile ayrı bir dikkat gerektiriyor ve anlam taşıyor. Bizde çoğu zaman bir yemeğin lezzeti onun tek hakikati olarak görülür; oysaki Japonya’da lezzet, deneyimin yalnızca bir katmanıdır. Japonya’da yemek ve içmek; bakmak, dokunmak, koklamak, dinlemek ve anlamaktan ayrı düşünülemez. Asıl değer, onu çevreleyen tüm öğelerin bir araya geldiğio bütünlükte yatar. Bir fincan matcha içtiğinizde çayın suyu kadar, o suyun sıcaklığına karar veren kişinin bilgeliği de içtiğiniz şeyin bir parçası sayılır. Gözle görülüp kulakla işitilen her detay, bir hikâyenin taşıyıcılarından biri olarak kabul edilir. ŞAMPİYON BARİSTALAR Aynı özenli yaklaşımı hem geleneksel çay seremonisinden ilham alan Sakurai’de hem de omakase kahve deneyimiyle sınırları zorlayan Cokuun’da bire bir yaşadım. Ve bu iki yerde de çay ya da kahve içmenin, bizdeki gibi ‘hızla bir şeyler alayım’ duygusuyla yapılan basit bir eylem olmadığını gördüm. Orada bu an, adeta kutsal bir törene dönüşüyor. Bu derinlikli yaklaşım, bize belki de en çok şunu hatırlatmalı: Sadece ne yediğimiz ya da ne içtiğimiz değil, onu nasıl ve kimden aldığımız da değer yaratır. İşte bu yüzden Japonya’da yemek, bedenin değil, ruhun da beslendiği bir sanata dönüşüyor. Ve bizde kimi zaman yüzeyde kalan bu deneyim, orada bir yaşam kültürüne evriliyor.Geleneksel Japon çay seremonisini modern bir yorumla sunan Sakurai’de çay, bardaktan çok bir mekânın parçası olarak, bir akışın içinde geliyor önünüze. Aynı duyguyu, kahvede omakase (tamamen şefin inisiyatifinde yapılan servis) sunumu yapan Cokuun’da da hissediyorsunuz. Hidenori Izaki’nin vizyonuyla yaratılmış bu mekânda, kahve sadece içilmiyor, önce seyrediliyor, sonra dinleniyor, sonra koklanıyor ve en son içiliyor. Kendinizi şefin ellerine teslim ettiğiniz omakase servis biçiminin suşi dışında kahve ve çaya da aynı titizlikle uygulandığını görüyorsunuz bu iki mekânda da.Tokyo’nun Omotesando adlı oldukça popüler bölgesinin ıssız arka sokaklarındaki bir binanın altından, saklı bir geçitten giriliyor Cokuun’a. Sadece rezervasyonla çalışıyorlar. Yani geçerken uğradım kafası asla işlemiyor burada. Çünkü tek seansta yalnızca dört kişiye servis veriyorlar. Evet, yanlış duymadınız, dört kişi! Kapıdan girdiğinizde ayakkabılarınızı çıkarıp kocaman bir kürenin içine girip oturuyorsunuz. Ve sonrası sizi bambaşka bir dünyaya taşıyan 1,5 saatlik bir kahve yolculuğu.Fonda usul usul çalan rahatlatıcı müzik eşliğinde her şey önünüzde sessizce hazırlanıyor. O zarif hareketler sanki kurgulanmış bir koreografinin parçası gibi, izlerken sizi adeta hipnotize ediyor. Bu minik tezgâhın önünde 2014 yılında dünya barista şampiyonu olmuş olan Hidenori Izaki var. Arka taraftaki yardımcısı Miki Suzuki ise üç kez Japon barista şampiyonu olmuş. Zaten sadece ikisi var mekânda çalışan olarak.Hem kahve hem de çayda suyun önemi malum. Bizim için ‘önemli’ ama onlar için bu ‘hayati’ bir konu. Size ikram ettikleri ve kahve demlemede kullandıkları suyu Fukushima bölgesinin en iyi sake üreticilerinden birinin su kaynağından temin ediyorlar. Her hafta kaynaktan taze çıkmış su geliyor mekâna.Burada kahve çekirdekleri bir hammadde değil de tıpkı şaraplık üzümde olduğu gibi kökeniyle, işlenme şekli ve sunum biçimiyle başlı başına bir deneyim anlatıcısı. O yüzden bildiğiniz tüm kahve ve demleme yöntemlerini unutmanız gerekiyor bu mekânda. Zira Hidenori San’ın kendi geliştirdiği teknikler de var; soğuk metal bir küre üzerinden kahveyi süzüp son aşamada sıcak demlenmiş kısmı eklemesi gibi. Kahveniz bazen de yuzu veya Buddha’s hand gibi bir narenciyeyle moctail olarak sunuluyor. Hatta bizim bakır cezveyi o kadar sevmiş ki kendi yöntemiyle kahve bile pişiriyor bizim geleneksel cezvemizde. Cokuun’da kahve yalnızca dilde değil, ruhta da iz bırakıyor.Tokyo’nun Aoyama semtinde, bir binanın ara katlarından birindeki Sakurai ise Japonların kırmızı çizgisi olan çayı modern bir bakış açısıyla çokkatmanlı bir kültür objesi olarak ele alıyor. Mekânın yaratıcısı Shinya Sakurai uzun süre farklı yerlerde çalıştıktan sonra 2014 yılından bu yana kendi açtığı Sakurai’de Japon çayını modern bir formda yeniden yorumluyor. Sakurai’yi sadece sekiz kişilik sade bir çay barı olarak da tanımlayabilir, şefin ellerine teslim olduğunuz minik şef restoranlarına benzetebiliriz. Yaklaşık 30 çeşit ve sadece yerli çay (gyokuro, sencha, bancha, hojicha) hem tek hem de harmanlanmış olarak servis ediliyor. Burada yuzu kabuğuyla soğutulmuş buzlu gyokuro’dan, elle kavrulan hojicha’ya, hatta çay yapraklarının limonlu tuzla yenmesine kadar pek çok duyusal sürprizle karşılaşıyorsunuz. Her çayın yanına da mevsime uygun wagashi (dışı hamurla kaplı, mevsim meyveleriyle tatlandırılan geleneksel Japon tatlısı) eşlik ediyor. Su mevzusu burada da hassas. Sakurai’nin suları günlük olarak Tokyo yakınlarındaki bir kaynaktan temin edilip sadece aynı gün servis ediliyor.Her iki mekân da benim için çok keyifli bir deneyim oldu ve şunu bir kez daha anladım ki; Tokyo’da sadece ne içtiğin değil; neyle, nasıl, nerede ve kimin ellerinden içtiğin de önemli…

Source: Ebru Erke


Orkinos sandı, gerçeği 25 dakika sonra anladı… İskenderun açıklarında yakalandı

İskenderun ilçesinde teknesiyle Akdeniz”de balık avına çıkan Mehmet Öztürkoğlu”nun oltasına yaklaşık 2 buçuk metre boyunda 70 kilogram ağırlığındaki camgöz cinsi köpek balığı takıldı. Balığın orkinos olduğunu düşünerek dakikalarca mücadele veren ve heyecanla botuna çeken Öztürkoğlu, köpek balığıyla karşılaştı. Verdiği mücadele karşısında üzülen Öztürkoğlu, daha sonra köpek balığını oltadan kurtararak denize bıraktı. “KÖPEK BALIĞI 2,5 METRE BOYUNDA AŞAĞI YUKARI 60-70 KİLOGRAMDI” Uzun yıllardır balıkçılık yapan ve tuttuğu köpek balığı karşısında şaşkınlık yaşayan Mehmet Öztürkoğlu, “19 senedir ailecek balıkçılık yapıyoruz. İlk gördüğümde çok heyecanlıydım önce Orkinos sandım böyle bir 20-25 metre yukarı aldıktan sonra köpek balığı olduğunu gördüm. Heyecanlıydı, keyifliydi ama kısmetimizde köpek balığı geldi. Bu sene İskenderun Körfezi”ne köpek balıkları erken girdi. Bugüne kadar en büyük köpek balığıydı tuttuğum. Köpek balığı 2 buçuk metre boyunda aşağı yukarı 60-70 kilogramdı. Bayağı da büyüktü. Heyecanlıydı keyifliydi ama hayvanı saldık, yasaklı olduğundan dolayı. Yasaklı balıklarla işimiz yok yasalara uymak zorundayız. Tuttuğumuz Camgöz köpek balığıydı, bu sene de ilerleyen zamanlarda daha çok göreceğiz ama fazla sürmez giderler. Anaç balık oldukları için yumurtlar ondan sonra körfezi terk eder gider. Balığı çekmek için 20-25 dakika uğraştım bayağı yoruldum. Teknemizde 3 kişiydik arkadaşlarla çıkmıştım, heyecandan zaten yerlerinde duramıyordu zaten seslerinden de belli heyecanlı oldukları” ifadelerini kullandı.

Source: Www.star.com.tr


Hasat başladı! Antibiyotik yapımında kullanılıyor, Rusya, İspanya ve Almanya”ya gönderilecek

Nüfusunun yüzde 80″inin tarım ve hayvancılıktan geçimini sağladığı Aksaray, tarım ve hayvancılık üretimindeki birçok kalemde ülke genelinde sıralamada ilk 10 içerisinde yer alırken, sarımsak üretiminde de oldukça başarılı olan tarım kentinde ilk ve tek olarak üretilen organik sarımsakların hasadı başladı. İlk olarak Rusya”ya gönderilen ve ülkede antibiyotik ilaç üretim fabrikalarında kullanılan sarımsağa bu yıl da ilgi artarak devam ediyor.Rusya”nın ardından Almanya ve İspanya da sarımsak talebinde bulunurken, bu yıl 200 ton rekolte beklenen sarımsaklar yurtdışı için hazırlanıyor. Tarım ve Orman Bakanlığı organik tarım sertifikalı sarımsaklar içerisindeki selenyum ile germanyum oranı yüksek olması ve etkili aroması nedeniyle ile tercih ediliyor.

“AİLEME ÜRETİM DESTEĞİ İÇİN İNGİLTERE”DEN AKSARAY”A GELDİM”

İngiltere”de lise ve üniversite okuyup ailesine sarımsak üretiminde destek olmak için memleketi Aksaray”a gelen Uğur Öngün (34), babası Aydın Öngün”e (67) ait üretim alanında sarımsaklar için iç ve dış pazar desteği sağlıyor. Üretimi de çeşitli ekipmanlarla artıran Uğur Öngün, “Ailem sarımsak üretimi yapıyordu. Ben İngiltere”de lise, üniversite, yüksek lisansımı bitirdim. Aileme nasıl katkıda bulunabilirim diye aileme sarımsak üretiminde destek olmak için ülkeye geldim. Türkiye”de sarımsak satışında büyük sıkıntılar vardı. Bu sıkıntıları nasıl aşabiliriz diye dış pazar çalışmaları yaptım. İlk olarak 2017 yılında Rusya”ya sarımsak ihracatı yaptık. Sonraki yıllarda da ihracatın devamı geldi ve bizden daha fazla ürün istediler. Buna dayalı biz bu ata tohumumuzu daha çok üretim alanını geliştirerek bu yıl 150-200 ton arasında bir rekolte alıyoruz” diye konuştu.

“ATA TOHUMUMUZ İLE TÜRKİYE”NİN İLK VE TEK ORGANİK SARIMSAĞI”

Rusya”nın sarımsakları antibiyotik ilaç sanayiinde kullandığını belirten Uğur Öngün, “Sarımsak Türkiye”de ilk organik tarım olarak 2016 yılında başlattık. Şu an 9. yılımızdayız ve organik tarım olarak da devam ediyoruz. Türkiye”nin ilk ve tek organik sarımsak üretimini yapıyoruz. Sarımsağımız ata tohumu. Atalarımızdan kalma yerli bir çeşit. Bu çeşidimizin içinde selenyum ve germanyum oranları çok yüksek. Aynı zamanda bazı mineral ve besinleri de içerisinde barındırıyor. Bu besinlerle Rusya”ya gönderdiğimizde, Rusya tarım üniversitesinin laboratuvarında bu sarımsağın kanser hastaları tedavilerinde kullanacaklarını ve ilaç sanayisinde değerlendireceklerini söylediler. 2017 yılında ilk etapta Rusya”ya bir konteyner ihracat yaptık. Sonrasında 2018 yılında bizden 300 ton sarımsak istediler. Daha sonrasında ürünleri daha fazla isteyip biz de dış pazarda tamamen tanınmış olduk Rusya ile. Rusya bizim sarımsaklarımızı ilaç sanayinde kullanıyor şuan. Bu yıl da İspanya ve Almanya teklifte bulundu bize ek olarak. Bizim sarımsağımızın üretimini nasıl daha çok yükseltebiliriz diye destek oluyorlar. Bunun için makine ekipman desteği sağlayıp ürünlerin üretimini artırmak istiyorlar. Sonrasında da, ‘Ürünleri İspanya”ya ithalat yapalım” dediler. Rusya ile devam ediyoruz, bu yıl İspanya ve Almanya da var. 100 bin metrekare bir alanımız var. Sarımsak verimimiz yaş olarak 4 ton, kuru olarak da 2 ton. Yani kuru olarak ihracata uygun 150 ton ile 200 ton arasında bir rekolte alacağız inşallah” dedi.

Şanlıurfalı tarım işçisi Bekir Turatulak ise “Şanlıurfa Siverek”ten geldik buraya. Sarımsak işine geldik. Ailecek çalışıyoruz. Sabah 6″da başlıyoruz akşam 6″ya kadar çalışıyoruz. Burada organik sarımsak üretimi var” şeklinde konuştu.

Source: Mesut Şahin