Modern çağın yeni dinleri – Mahmut Aslan
İnsanlığın başlangıcından beri, bilinmeyene duyulan korku; mitleri, ritüelleri ve kurumsal dinleri yaratmıştır. Aydınlanma çağıyla birlikte aklın özgürleşmesi ve bilimin hızla gelişmesi, insanın doğaya egemen olmasını sağlamış; bunun sonucunda da Bertrand Russell’ın Din ve Bilim kitabında belirttiği gibi, geleneksel inançlar sarsılmaya başlamıştır. Ancak modern çağda, bilimin sunduğu açıklamalara rağmen, akıl dışı inanışlar ve bilimsel dayanaktan yoksun spiritüel akımlar geleneksel dinlerin bıraktığı boşluğu doldurarak hızla yayılmaktadır. Bu durum tesadüf değildir. Kapitalist sistemin bireyi yalnızlaştıran, rekabetçi ve belirsizliklerle dolu yapısı, modern insanın anlam arayışını derinleştirmiştir. Geleneksel dinlerin zayıfladığı bir ortamda; astroloji, nefes koçluğu veya kuantum şifa gibi akımlar, bu boşluğu doldurma vaadiyle sahneye çıkmıştır. Bireylerin anlam arayışına cevap verme iddiasındaki burçlardan kuantum şifaya, aile diziminden “evrene sipariş” öğretilerine kadar uzanan bu geniş yelpaze, özellikle eğitimli beyaz yakalı kesimi hedef almakta; onların umutlarını ve çaresizliklerini sömürmekte, eleştirel düşünceyi zayıflatmaktadır. Peki, bu “yeni dinleri” neden eleştirmeliyiz? MODERN DİNLERİN YENİ İDEOLOJİK GÜCÜ Tarih boyunca dinler, toplumsal düzeni sağlama ve bireylere anlam verme işlevi görmüştür. Ancak zamanla din adamları eliyle kurumsal dinler, birer otoriter araca dönüşebilmişlerdir. Papalık müessesi buna en iyi örnektir. Bugünün “yeni dinleri” de benzer bir potansiyel taşımaktadır. Özellikle “kişisel gelişim” ve “spiritüel uyanış” gibi cazip söylemlerle, takipçilerini eleştirel düşünceden uzaklaştırmakta ve sorgulamayan bir bağlılık yaratmaktadır. Kendi aklını kullanma cesaretini yitiren bireyler, bu yeni otoritelere kolayca kanmaktadır. BİLİMİN REDDİ VE AKIL TUTULMASI Bu “yeni dinlerin” en belirgin özelliği, bilime sırt çevirmeleridir. Kişisel “sezgiler” ve “deneyimler”, bilimsel yöntemin yerine konulmakta; duygular, gerçeğin ölçütü kabul edilmektedir. Örneğin, astrolojinin bilimsel geçerliliği, Journal of Consciousness Studies gibi hakemli dergilerde yayımlanan çalışmalarla defalarca çürütülmüştür. Buna rağmen, 2023’te yapılan bir YouGov anketine göre, Türkiye’de her dört kişiden biri düzenli olarak burç yorumlarını takip ettiğini belirtmektedir. Amerikalı bilim tarihçisi Michael Shermer’ın dediği gibi: “Bilim, bilmediğimizi itiraf ettiğimizde başlar. Sözde bilim ise bildiğimizi iddia ettiğimizde başlar.” Yeni dinler de bilimin sorgulayıcı ve kanıta dayalı yaklaşımını reddederek, takipçilerini bir tür akıl tutulmasına sürüklemektedir. CEHALET EKONOMİSİ Akıl dışı inançların bu kadar kolay alıcı bulması, yalnızca bireysel zayıflıklarla açıklanamaz. Aslında bu, sistematik olarak körüklenen bir cehalet ekonomisinin ürünüdür. İngiliz filozof Terry Eagleton’ın şu sözleri durumu çarpıcı biçimde özetler: “Tanrı’nın ölümü, sadece Tanrı’ya değil, onun yerine geçen tüm metafizik inançlara olan ihtiyacı da açığa çıkardı.” İşte bu metafizik ihtiyaç, akıl dışı “yeni dinler” tarafından istismar edilmektedir. Türkiye’de de bu “yeni dinler”, özellikle eğitimli ve şehirli beyaz yakalı kesimi hedef alarak devasa bir ekonomik sektöre dönüşmüştür. Bilimsel dayanağı olmayan uygulamalar, akıl almaz ücretlerle pazarlanmaktadır. Bu ekonomik sömürünün çarpıcı bir örneği Göbeklitepe seanslarıdır. 2024 yılında, 69 bin TL gibi astronomik bir ücretle sunulan bu “Göbeklitepe enerjisi” temalı spiritüel seanslar, tarihî miraslarımız üzerinden modern “yeni din” sektörünün nasıl büyüdüğünü göstermektedir. Bu tür uygulamalar, kültürel ve bilimsel gerçeklerin ötesinde, mistik pazarlama yöntemleriyle insanları aldatmakta ve yüksek kazançlar sağlamaktadır. Bu ticari faaliyetler, modern insanın kaygılarını ve arayışlarını sömürmekten başka bir amaca hizmet etmemektedir. 2022’de küresel “kişisel gelişim” pazarının değeri 40 milyar doları aşmıştır (Statista, 2022). Gerçek bilgiye erişmek uzun, zor ve emek isteyen bir süreçken, sahte bilgi, kapitalist sistemin metalaşmış ürünleri gibi hızla yayılmakta ve egemen ideoloji tarafından sorgulanmamaktadır. Bu durum, bireylerin eleştirel düşünce yeteneklerini köreltmekte ve onları sömürü düzeninin gönüllü bir parçası haline getirerek, egemen ideolojinin rızasının üretilmesine katkıda bulunmaktadır. İşte bu yüzden hızla yayılır, bir salgın gibi. Ama unutulmamalı: Yaygın olmak, doğru olmak anlamına gelmez. Bu “yeni dinlere” karşı eleştirel bir duruş sergilememizin temel nedenlerinden biri de laiklik ilkesinin korunmasıdır. Laiklik, aklın ve bilimin özgürce işlemesinin güvencesidir. Devletin ve toplumun dogmatik inançlardan arındırılması, bireylerin eleştirel düşünceye dayalı kararlar alabilmesi için zorunludur. Aksi takdirde, akıl dışı inanışlar toplumsal hayatta giderek daha fazla yer kaplar ve rasyonel çözümlerin önünü tıkar. Laikliğin zayıfladığı bir toplumda, eğitim politikaları, sağlık tercihleri, hatta ekonomi bile dogmatik reflekslerle şekillenebilir. GERÇEĞİN YOLU “Yeni dinleri” eleştirmeliyiz çünkü bunlar bilimsel dayanaktan yoksundur, eleştirel düşünceyi zayıflatır, yüksek kazançlı bir ekonomik sömürüye hizmet eder ve laikliğin temel prensiplerini aşındırır. Anlam arayışındaki modern insan için daha sahici yollar mevcuttur: Felsefenin derinlikli sorgulamaları, edebiyatın insan ruhunu yansıtan aynası, kolektif sanatın birleştirici gücü ve bilimin evreni anlama çabası… Unutmamalıyız ki karanlığı dağıtacak en güçlü ışık, sorgulayan akıldır. Immanuel Kant’ın yüzyıllar öncesinden gelen çağrısı hâlâ geçerliliğini koruyor: “Aklını kullanmaya cesaret et! (Sapere Aude!)” Aydınlanmanın bu cesur parolası, yeniçağın yanıltıcı siren seslerine karşı en güvenilir rehberimiz olmaya devam edecektir. MAHMUT ASLAN YAZAR
Source: Olaylar Ve Görüşler