Nasuh Mahruki, depreme hazırlıklı olmak zorunda olduğumuzu söyledi: “Geç değil yeter ki başlayalım”
AKUT Vakfı Başkanı Nasuh Mahruki Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı. – İstanbul’da depremle ilgili toplantı yapıldı. İBB’den kimse yoktu. Depreme ilişkin önlemler belediye olmadan ne kadar başarılı olur?Başarılı olamaz. Bu bir kötü alışkanlık, hatta kültür haline geldi maalesef ülkemizde. Afetlerle mücadele aslında savaş koşullarıdır. Kapasite yetersizliği işin en zor tarafı olur, en temel ihtiyaçların eksik kalması devasa boyutlarda yaşanır, her yere yetişilemez. Bu devasa boyutlarda sorun ancak kısmen çözülebilir, amaç mümkün olduğu kadar çok insana ulaşabilmektir. Bunun için de bütün gücünüzle mücadele etmeniz, etkin ve çok hızlı müdahale etmeniz gerekir. Bu yüzden yerel yönetimlerin kapasitesi çok önemli.- Neden bu kadar zor birlikte hareket etmek?Maalesef iktidarın geldiği günden beri siyaset etme anlayışı birleştirerek değil ayrıştırarak, bitaraf olan bertaraf olur kafasıyla, ülkenin milli güç unsurlarını bir ve bütün, tek bir yumruk olarak kullanacak şekilde değil de parçalı olarak yönetmek. Dolayısıyla bu durum her şeyde olduğu gibi afet yönetiminde de bölünmüşlük ve eksiklik yaratıyor. Yani İstanbul halkının can, mal, namus güvenliğini konuşuyoruz, çok yıkıcı sonuçları olabilecek durumlardan söz ediyoruz ama öyle davranmıyoruz. Afetlerde çok fazla parametre var ve düşünecek, hazırlanılacak çok fazla konu, tehlike ve risk var. – Nasıl?Büyük depremlerde konu sadece meydana gelebilecek enkazlarla kalmıyor, birbirlerini tetikleyebilecek, birbirleriyle etkileşebilecek çoklu tehlikeler var. Depremler tsunamiye yol açabilir, yangınları tetikleyebilir, sosyal olaylar çıkabilir, çocuk, bebek kaçırma olayları, şiddet olayları, organ mafyası riski, yağmalar olabilir, hasım ülkelerin fırsattan istifade hedefleri olabilir hatta bir milli güvenlik meselesi haline de dönüşebilir. Sayısız sığınmacı var, onların nasıl davranacağı özel ele alınması gereken bir problem. Yani ortak akılla, ortak iradeyle bütün gücümüzü nasıl kullanacağımızın hesabını yapmamız gerekirken, çok önemli bir güç odağını, yerel yönetimi, sistemin dışında bıraktığınız zaman bu riskler tam olarak yönetilemiyor, tehlikeler bertaraf edilemiyor.- “Bölünmüşlük”ten söz ettiniz, bilim insanları da depremden sonra ikiye ayrıldı, farklı görüşler ileri sürüyor ve hepsi oldukça iddialılar. Vatandaşın da kafası karışık…Hoşgörüyle karşılamak ve farklı görüşleri anlamaya çalışmak gerekir. Bu, matematikteki iki kere iki dört eder diyebileceğiniz gibi pozitif bir bilim değil, bu bir kestirim bilimi. Akademisyenler geçmişteki ve güncel araştırmalardan, analizlerden, verilerden, yorumlardan, tecrübelerden yola çıkarak kendi yaklaşımlarıyla bir sonuç çıkarıyor, yorumluyor ve bunu paylaşıyorlar. Farklı görüşler olması normal, bilim her şeyi sınayarak en doğruyu buluyor. Bu konu o kadar da önemli değil.- Nedir önemli olan?Önemli olan Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğu gerçeği. Türkiyede her an her yerde yıkıcı depremler olabilir, önlemler ve hazırlıklarını iyi yapmış ülkelerde can kaybına yol açmayacak depremler Türkiye’de çoklu ölümlere yol açabilir. Türkiye deprem riski ve depremlerde incinebilirlik denildiğinde dünyanın en riskli ilk 5 – 6 ülkesinden biri. Biz her an, her şekilde yıkım gücü yüksek depremlere hazır olmak zorundayız ama maalesef oradan çok uzağız.- Telekomünikasyon sistemi de hazır olmalı değil mi?O çok büyük bir problem, kurumlar arasında, bireyler arasında sağlıklı iletişim kurulmadan sağlıklı bir afet yönetimi yapılamaz. Sonuçta herkeste var olan cep telefonu sadece hayatın olağan koşullarında kullanacağımız işlevsel ve eğlencelik bir araç değil, asıl acil durumlarda ve afetlerde yaşamsal önemi olan her şeyi kolaylaştırabilecek ve hızlandırabilecek çok değerli bir kaynak. Zamana karşı yaptığınız bu yarışta doğru bilgiye hızlı ulaşmak daha fazla hayat kurtarır, daha çok problem çözer.- Binalar çökmediği halde iletişim neden çöktü, uygun alt yapı mümkün değil mi?Bu hükümetin sorumluluğu. GSM operatörlerine 783 bin kilometreyi kapsamaları şartı koymalı. Sistemi ona göre kurmalarını sağlamalı ve iş ona göre verilmeli ama böyle yapmıyorlar. İnsanlar büyükşehirlerde çok telefonla konuşuyor. Anlaşmalar da daha çok büyükşehirlere göre yapılıyorlar. Niye öyle yapıyorsunuz? Baştan koysanıza kuralı. Burası koca bir ülke. Her yerde telefon çekmeli. Ona göre yatırım yapılmalı. Hükümetin “Madem benden lisans istiyorsun, ben de bu şartla veriyorum, bütün ülkeyi kapsayacaksın” demesi lazım. En çok acil durumlarda ve afetlerde telefona ihtiyacımız olur, o gün geldiğinde GSM operatörlerinin sistemlerini nasıl ayakta tutacağının, ne tür alternatif ve hızlı çözümler üretebileceklerinin AR-GE’sini yapmaları lazım. çözümle gelmeleri lazım. Oysa Bakan Kurum, 16 milyon İstanbulluya topu atıp, işin içinden çıktı.- Özellikle iletişim konusunda bir öneriniz var mı, kriz anında ne yapılabilir?Kriz anları için alternatif iletişim yöntemleri geliştirilmeli. İnternet tabanlı, telsiz üzerinden, uydu telefonlarıyla, yeni teknolojilerle ve yazılımlarla, kısa mesaj servileriyle alternatif iletişim kanalları hazırlanmalı veya çok hızlı ulaştırılacak mobil araçlarla bölgesel kapasite oluşturulmalı. Ama söylemeye çalıştığım; GSM operatörleri ile yapılan anlaşmalar milletin lehine, GSM operatörlerinin kar maksimizasyonunu değil halkın menfaatlerini koruyarak yapılmalı.- Bir başka önemli sorun da toplanma alanları, birçoğunun imara açıldığına dikkat çekiliyor…17 Ağustostan sonra Ecevit Hükümeti 470 civarı toplanma alanı ilan etmişti. Şimdi 70 tane bile kalmadı. Hepsi AVM, rezidans, otel yapıldı.- Bu açığın kapanması için çok zaman istemeyen, pratik, uygulanabilir bir model öneriniz var mı?Ayakta kalan camiler, kamu binalarının arazileri, parklar, spor sahaları, stadyumlar, okulların bahçeleri kullanılabilir.- Olası bir depremde kesin yıkılacağı öngörülen binalar için acil ne yapılabilir?İstanbul’da ve Türkiyenin her yerinde tabut binalar var, bazıları deprem bile olmadan yıkılabiliyor. Bir depremde garanti yıkılacaklar. Birinci öncelik bu binaları tespit edip, içinde yaşanmasına izin vermemek olmalı. Derhal boşaltılmalı ve kontrollü bir şekilde yıkılmalı. Aksi taktirde deprem, içinde insan varken bu yıkımı yapacak ve arkasından çok büyük sayılarda ve devasa zorlukları olan ama garantisi olmayan arama kurtarma çalışmalarına ihtiyaç olacak.- Oturanlar nereye gidecek?Şöyle bir çözüm bulunabilir: Ülke ekonomisi, uzun zamandır inşaat ve rant ekonomisi üzerine kurulduğu ve çok büyük paralar kazanıldığı için kentsel dönüşüm bahanesiyle her yer yapılaşmaya açıldı ve her yere gerekli, gereksiz bina diktiler. Şimdi ekonomi bozuk, satın alan, kiralayan kimse yok ve bu binaların bir çoğu boş duruyor. Tabut binalarda yaşayan, yaşamak zorunda kalan insanlar, bir şekilde bu boş olan binalara yerleştirilebilir. Merkezi hükümet, yerel yönetim ve özel sektör bu konuda bir anlaşma yapabilir, bir proje geliştirebilir ve bir çözüm üretebilir. Devlet, boş duran binaların ve dairelerin sahiplerine başka bir yer gösterebilir, bu durumu telafi edecek bir yöntem geliştirebilir, başka iş verebilir. Tabut binalarda yaşayanlar kurtulur ve daha az enkazla karşı karşıya kalınır, kapasite yetersizliği sorunu azalır. Yıkılacak olan tabut binaların yerleri yine deprem düşünülerek değerlendirilir.‘DEPREM VE RANT TEHLİKELİ İLİŞKİ’- Tam bu noktada deprem ve rant ilişkisini nasıl görüyorsunuz?Maalesef halk sağlığını tehlikeye atacak seviyede bir ilişki var. Beton ekonomisi o kadar karı yüksek ve etik ve hukuki sınırları tanımazsanız yeni alan üretmek de o kadar kolay ki, bakanlık, belediyeler ve müteahhitler bu fırsatı kaçırmıyorlar. Hatta kentsel dönüşüme öncelikli olarak tabi tutulması gereken gerçekten riskli yerler ve riskli binalar yerine, üretilen haritalarda manipülasyon yaparak rantı yüksek yerlerde dönüşüm yapıyorlar. Söz verdikleri halde, 15 Temmuz bahanesiyle el koydukları bütün askeri alanları bile imara açtılar, yüz yıldır askerin koruması altında ormana dönüşen ağaçları keserek, toplanma alanlarının akıbetini zaten konuştuk.‘HEP BİRLİKTE ÖLÜYORUZ’Deprem vergisi koyuldu, özel iletişim vergisi adıyla, adı değişti, kalıcı hale getirildi ve biz hala o vergiyi ödüyoruz. Ancak deprem hazırlıkları için kullanılması gereken para, devletin kendi bütçesi içerisinde buhar oldu. Deprem Türkiye’nin en önemli konularından biri. Çünkü pisi pisine on binlercemiz birlikte ölüyoruz. Trafik kazası değil bu, münferit olay değil, kitlesel bir felaket. Zaten kısıtlı kaynaklarımız amacına uygun kullanılmalı.- Özellikle İstanbul için “çok geç” yorumları yapanlar var, siz ne düşünüyorsunuz?Hayatta hiçbir şey için geç değil. Bir yerden başlayacaksınız. Tamam geç kalındı ama bugün başlasanız daha az geç olur. Bir gün sonra başlasanız daha çok geç. Hiç yapmasanız son ana kadar geç. Öyle bakmamak lazım. Sonuçta biz burada misafir değiliz, geçici değiliz. Burada doğduk, burada yaşıyoruz ve burada öleceğiz, çocuklarımız ve torunlarımız da öyle. Burası bizim vatanımız. Vatanla ilgili hiçbir konuda geç, güç olmaz. Yeter ki işe başlayın ama bunun için insanların birleşmesi lazım.- Deprem olduktan sonra askerin sahadaki önemi nedir?“Emniyet-Asayiş-Yardım”ın kısaltması EMASYA Protokolü vardı. Özellikle kitlesel afetlerde yani kamu düzeninin ve kamu otoritesinin tamamen ortadan kalktığı, elektriğin, suyun olmadığı, telefonun çalışmadığı bir ortamda ne yazık ki kötü niyetliler, yağmacılar, hırsızlar, bebek ve çocuk kaçıranlar ortaya çıkabilir. Bunları durdurmanın ve istenmeyen olayları engellemenin tek yolu askerin sahada görev alması. ‘KÖPRÜ YIKILSA YAPAR, YOL ÇÖKSE AÇAR’- Arama kurtarmadaki etkisi peki?1953’ten, AKP’nin müdahalesine kadar afetlerle mücadelenin asli unsuru yasayla Türk Silahlı Kuvvetleriydi (TSK), canımız, malımız, namusumuz ona emanetti. Ordu gücü olmadan afetlerle sağlıklı mücadele edilemez. Bu iş bütün dünyada da böyle yapılıyor. Afetler en önce bir kapasite yetersizliği meselesi olduğu için, müdahale kapasitemize her açıdan en büyük katkıyı yapabilecek tek kurum ordudur. Hem olayın devasa boyutlarından hem ortaya çıkacak asayiş sorunlarından hem de kurtarma ekiplerinin, sağlıklı ve güvenli şekilde bölgelere erişip çalışabilmesi için asker şart. Silahlı Kuvvetler, savaş koşulları için tasarlanan bir organizasyon. Her şart altında iletişim ve hareket kabiliyetini sürdürür. Köprü yıkılsa yenisini yapar, yol çökse alternatif yol açar. İstikam taburları, iş makinaları, sivil operatörleri, mühendisleri var. Kara gücü, deniz gücü, hava gücü var.- Mevcut koşullarda olası bir depremde İstanbul’a asker ne kadar yardım edebilir?İstanbulda şu anda asker yok. Hepsini bölge dışına gönderdiler. Askeri arazilere villalar yaptılar. TSK depremden hemen sonra gelmeye çalışsa; nereden gelecek, nasıl içeriye girecek. Halbuki İstanbul’da kışlalar vardı. O kışlalar hem İstanbulun akciğerleriydi hem de gerektiğinde asker hemen halka ulaşabilecek, her tür olaya derhal müdahale edebilecek durumdaydı. Artık değil ve bu her açıdan çok büyük bir sorun.‘DOKUNMASALAR DAHA İYİYDİ’- Gölcük Depremi’nde askeri sahada görmüştük…17 Ağustosta TSK 10 bin 528 vatandaşımıza dokunmuştu. 6 Şubat’ta 327 vatandaşımıza ulaşabildiler. Arada 10 bin kişi fark var. Maalesef hiçbir şeye dokunmasalar bugün çok daha iyi bir durumda olurduk. EMASYA Protokolü’nü iptal edip, doğal afet yardım taburlarını, doğal afet yardım planlarını devre dışı bıraktılar.‘EMİR KOMUTA ZİNCİRİNDE SIFIR KAOS’- Sizin elinizde yetki olsa nereden başlarsınız?Derhal bu görevi orduya veririm. Askerin afete müdahale kapasitesini tekrar hayata geçirirdim. Zamanında Türkiye afet riskine, farklı bölgelerdeki olası olaylara göre 17 bölgeye ayrılmıştı. Her bölge için önlemler ve hazırlık planları mevcuttu. Kara Kuvvetleri Komutanlığına bağlı Doğal Afet Yardım Taburları vardı ve bu insanların işi afete hazırlıktı. Uzmanlaşmışlardı, haritaya da çok hakimlerdi. Hangi meydanı, hangi sokağı, hangi riskli alanı kimin koruyacağı, kimin arama kurtarma çalışmalarını nezaret edeceği belliydi. Herkesin görevi vardı. Dolayısıyla bir olay olduğunda kimse “Bunu nereden alacağız, bunu nereden çağıracağız” demiyordu. Düğmeye basılıyordu ve emir komuta zinciri içerisinde bütün mekanizma harekete geçiriliyordu. Sıfır kaos.‘SİSTEMİ BOZDULAR, BEDELİNİ ÖDÜYORUZ’- Şimdi nasıl?Bütün bu yetkiyi, daha yeni kurulmuş ve ne kurumsal hafızası ne de ehliyetli ve liyakatli yeteri kadar yönetici ve personeli olan AFAD’a verdiler. Afetlerde iletişimden sorumlu AFAD, koordinasyondan sorumlu AFAD, arama kurtarmadan sorumlu AFAD, yardım dağıtımından sorumlu AFAD, 140 yıldır Kızılay’ın çadır kurduğu Türkiye’de, çadır kurma sorumluluğu bile artık AFAD’ta. Haliyle bu kadar ağır bir sorumluluğu kaldıramadı ve kaldırabilmesi de zaten beklenemezdi. Dolayısıyla var olan sistemi bozdular. Onun bedelini ödüyoruz. Asker tekrar bu işin başına gelmeli.- Hazırlıksız yakalandığımız İstanbul depreminin bedeli ne olur?Askerin olmadığı bir durumda İstanbulda yaşanacak kaos 6 Şubat’tan kat be kat fazla olur. 6 Şubat’ta 11 şehir, 13.5 milyon insan ve devasa bir coğrafya etkilendi. İstanbul daha küçük ve nüfus yoğunluğu 20 kat fazla. Böyle bir durumda İstanbul’da çok daha büyük bir kaos ve facia yaşarız, emniyet ve asayişin sağlanmasında, yardımların ulaştırılmasında ve müdahale sürecinde aklımıza, hayalimize gelmeyecek zorluklar ve sorunlar yaşarız.‘EN TEHLİKELİSİ YABANCI ASKER’- Beka problemiyle karşı karşıya kalır mıyız?Bir ülkeye yabancı ülke askerinin girmesi kadar tehlikeli bir şey olamaz. Afet yardımı için bile olsa çok dikkatli yönetilmesi gereken bir süreçtir.- Deprem sonrası gelen uluslararası yardımların da olumsuz tarafları olabilir mi?İstihbari faaliyetler risk yaratabilir çünkü arama kurtarma ekiplerinin arasına istihbaratçılar karışabilir. Yardım amacıyla gelip bebek, çocuk kaçırmak için gelenler, organ kaçakçıları olabilir ki Interpol’ün Kırmızı Bülten’le bütün dünyada aradığı İsrail’li bir organ kaçakçısının Hatay’da sahra hastanesi kurduğu ortaya çıktı.- Her zaman deprem zamanında deprem konuşuyoruz. Ondan sonra unutuyoruz. Bu motivasyon nasıl diri tutulur?Vatandaş günlük çıkarına göre yaşar. Hele ülkenin ekonomisinin, toplumsal yapısının, sosyal imkanlarının bu kadar sıkıntılı olduğu ve giderek de daha kötüye gittiği bir ortamda vatandaş ancak karnını nasıl doyuracağını düşünebilir. Başka bir şey düşünemez. Vatandaş böyle bakabilir ama hükümet, devlet böyle bakamaz. Bir toplumu afetlere hazırlamak en önce hükümetlerin sorumluluğudur. Hükümetin işi sıkı tutması lazım ve kamu kurumlarına, belediyelere, özel sektöre, bilim insanlarına, sivil toplum kuruluşlarına, bireylere örnek olması, kolaylaştırıcı olması ve işbirliğini sağlaması lazım, bilgi ve kaynak paylaşımı, özendirici çalışmalar yapması lazım.PORTRE1968’de İstanbul’da doğdu. Şişli Terakki Lisesi’ni bitirdi. Bilkent Üniversitesi İşletme Fakültesinden mezun oldu. Dağcılık sporuyla Bilkent Üniversitesi Doğa Sporları Topluluğunda tanıştı. 7 bin metreden yüksek beş dağa tırmanarak “Kar Leoparı” unvanını aldı. Everest Dağı’na tırmanan ilk Türk dağcı ve yedi kıtanın en yüksek dağına tırmanarak “Yedi Zirveler” projesini tamamlayan en genç sporcu oldu. Kurucu üyesi olduğu ve Türkiye genelinde örgütlenmesine liderlik ettiği Arama Kurtarma Derneği (AKUT), on binlerce insanın hayatına dokundu. 2016da Yönetim Kurulu Başkanlığı ve yönetim kurulu üyeliğinden istifa eden Mahruki, AKUT Vakfı Başkanıdır.FOTOĞRAFLAR: VEDAT ARIK
Source: İklim Öngel