Geleceğin hastalık tarama modeli: Ruh sağlığı check-up
Moodist Psikiyatri ve Nöroloji Hastanesi, bu kapsamda ruh sağlığı check-up programları geliştirdi. Psikiyatri Uzmanı Dr. Erhan Yüksek, “Ruh sağlığının değerlendirilmesi çok hassas bir konudur. Çoğu insan kendi yaşamında derinden hissettiği ve düşündüğü şeyleri kendince değerlendirir ve bunları nereye koyacaklarını bilemezler. Bu tür programlar, bir profesyonel ile ilk teması sağlaması açısından büyük önem taşır” ifadelerini kullandı. Yüksel, Bu program sayesinde birey, ruhsal bir sorunundan habersiz yıllarca geçen sürecin önüne geçebilir ve profesyonel destek alma fırsatı yakalayabilir. Bizim programımızda ruh sağlığı, ayrıca hafıza, beslenme ve biyokimya testleri bir araya getirilerek bireyin genel sağlık durumu, çok daha geniş bir perspektiften ele alınır dedi.HASTALIĞI YAVAŞLATIYORBiyokimya testleri ve ruh sağliği kan testlerinin, ruh sağlığını belirleyen en önemli unsurlardan biri olduğunu söyleyen Yüksek, B12 vitamini eksikliğinin unutkanlık ve depresyon belirtileriyle ilişkili olduğu, D vitamini seviyesinin düşük olmasının ise anksiyete riskini artırdığına dair kanıtlar var diye konuştu. Yüksek, şunları kaydetti: “Erken teşhis ve önleyici sağlik hizmetleri psikiyatrik hastalıkların büyük bir kısmı yıllar içinde gelişiyor ve çoğu hasta, belirtiler dayanılmaz hale gelene kadar profesyonel yardım almaktan kaçınıyor. Oysa, erken teşhis edilen psikiyatrik ve nörolojik hastalıkların tedavi süreci çok daha başarılı oluyor. Örneğin, Alzheimer hastalığının erken dönemde tespit edilmesi, hastalığın ilerlemesini yavaşlatan önlemlerin daha erken alınmasını sağlıyor. Aynı şekilde, depresyonun ilk evrelerinde başlanan tedaviler, ilerleyen aşamalara göre çok daha etkili sonuçlar veriyor. YAŞAM KALİTESİ ARTIRILABILIYORMoodist Psikiyatri ve Nöroloji Hastanesi Psikoloğu Mert Kaya da Ruh sağlığı check-up programları, bireyin sadece anlık şikayetlerine değil, uzun vadeli ruhsal ve bilişsel sağlığına da odaklanarak kapsamlı bir değerlendirme sunuyor. Erken teşhis ve kişiselleştirilmiş sağlık hizmetleri sayesinde bireylerin yaşam kalitesi artırılabiliyor ve ileride oluşabilecek psikiyatrik ya da nörolojik hastalıklar önlenebiliyor dedi.
Source: Merve Kılıç
Deprem
Her depremden sonra aynı şey olur. Deprem profesörlerimiz aniden kıymete biner, ekran ekran dolaştırırlar, ellerine birer çubuk verip, fay hattı şurdan geçiyor, tsunami burdan gelecek filan, harita önünde anlattırırlar, reyting oranlarını biraz daha harlamak için, deprem profesörlerini birbirleriyle kavga ettirirler. Aradan bir hafta geçer… Televizyon kanallarına yağmur gibi telefon gelmeye başlar, “artık bunları ekrana çıkarmayın, çoluk çocuk deprem korkusundan uyuyamıyoruz” diye şikayet edilir. Aradan üç gün daha geçer… Bu defa iş dünyasından telefonlar gelmeye başlar, “deprem endişesiyle alışveriş kesildi, insanların psikolojisi bozulunca ekonomi de bozuluyor, depremden bahsetmeyin artık” derler. Aslına bakarsanız, haberciler hadisenin ciddiyetini bizzat yaşadıkları için deprem konusunu ekrana getirmekte ısrar ederler ama, dedim ya, reyting diye bir kavram var, izlenme oranlarını gösterir, depremin ilk günlerinde deprem profesörlerinin izlenme oranı çoook yüksekken, aradan bir hafta filan geçince, izlenme oranı adeta çakılır, hızlı şekilde düşer, yukarda özetlediğim şekilde, insanlar deprem konuşmak, deprem görmek, deprem duymak istemezler, başka kanala zaplarlar, e bu durumda haberciler de ne yapsın, izlenme oranları düştüğü için mecburen deprem konusundan uzaklaşırlar, işporta siyasetin laga lugalarına geri dönerler.
Böylece, deprem unutulur.
Sonra, bir deprem daha olur… Hadi bakalım, korkular hortlar, yukarda anlattığım döngü silbaştan tekrar yaşanır.
Çünkü… İki tip doktor vardır.
Biri, lafı hiç eğip bükmez, başınıza neler geldiğini gözlerinizin içine baka baka gayet açık şekilde anlatır, teşhisi ciddiye almazsan kesinlikle ölürsün der, uyarılarıma kulak vermezsen, kendin ölmekle kalmazsın, aileni de hem maddi hem manevi açıdan perişan edersin der, şimdi lütfen sakin sakin söylediklerimi dinle ve dediklerimi mutlaka yap, bana güven, söylediklerimi harfiyen uygula, söylediklerimi harfiyen uygulayacağın konusunda ben de sana güvenebileyim, birlikte mücadele edeceğiz, birlikte aşacağız der… Kendinizi duygusal açıdan kötü hissedersiniz ama, muhtemelen sağlığınıza kavuşursunuz, kefeni yırtarsınız, yaşarsınız.
Öbürü ise güya size moral verir, daha muayene bile etmeden, daha tetkik bile yapmadan, sırtınızı sıvazlayarak maşallah turp gibisin yahu der, senin yaşında bu tür ufak tefek rahatsızlıkların olması gayet normal der, annemde de aynı hastalık var der, benden fazla yaşarsın merak etme falan diye espri bile yapar, bir reçete yazar, kolonya serper, gönderir… Kendinizi ruhen gayet iyi hissedersiniz ama, muhtemelen değil, kesinlikle ölürsünüz.
Teşhis ve tedavi için hangi tip doktoru tercih edersiniz?
Anlata anlata dilinde tüy biten deprem profesörleri, aslında işte budur. Adalet herkese lazım diye anlata anlata dilinde tüy biten hukuk profesörleri de budur. Faiz sebep enflasyon sonuç değildir diyerek, yapısal sorunları anlata anlata dilinde tüy biten ekonomi profesörleri de budur. Söylediklerimi ciddiye almazsan ölürsün diyen tıp profesörleri de budur.
Afetlerden adalete, enflasyondan sağlığımıza kadar, toplumsal ve kişisel, tüüüm sorunlarımızda, tedaviden daha çok, teşhis önemlidir.
Tercih, her şeydir.
Devlet dediğin, insan bünyesidir.
Devlet kurumları, organlarımızdır.
Teşhis, hayatidir.
Teşhis doğru olmazsa, tedavi hikayedir.
(Bakın habire İstanbul konuşuluyor ama, ben size depreme dair bir başka adresi anlatayım, Maraş mesela, kahraman şehrimiz, Kahramanmaraş… Anadolu’nun en eski yerleşim merkezlerinden biridir. Herodot’un anlatımına göre, Hitit generali Maraj’ın adını taşır. Hititler yaşadı orada, Asurlular yaşadı, Medler, Persler yaşadı, Makedonyalılar, Romalılar, Bizanslılar, Emeviler yaşadı, Selçuklular yaşadı, Osmanlı yaşadı orada, 3500 yıl… Bu 3500 yıl boyunca, Maraş’ı şehir olarak kullanan bütün medeniyetler kale’nin çevresinde yaşadı, arşivleri inceleyen herkes görüyor ki, bütün yapılaşma kale’nin oturduğu tepenin civarındaydı. Kurtuluş Savaşı sırasında nüfusu 35 bin kişi kadardı, uzak köyler hariç, bu 35 bin kişinin tamamı kale’nin çevresinde yaşıyordu.
Elbette tesadüf değildi.
Elbette jeoloji, jeofizik, statik gibi kavramları henüz bilmiyorlardı ama, 3500 yılın imbiğinden süzülen tecrübe, o yaşadıkları kale çevresinin sağlam olduğunu onlara öğretmişti, sağlam zeminde yaşamaları gerektiğini öğretmişti.
Maraş sulak ve bereketli topraklara sahip olduğu için, 3500 yıl boyunca gelirinin neredeyse tamamı tarım ürünlerinden oluşuyordu. 3500 yıl boyunca tarım şehriydi. 3500 yıl boyunca tarlalar sadece tarla olarak kullanıldı. 3500 yıl boyunca hiç kimse “gideyim de tarlanın ortasına binalar dikeyim, tarım alanlarını şehir merkezi yapayım” diye düşünmedi.
Son 20 yıl hariç!
Son 20 yılda akılalmaz bir hızla tarlalarda inşaat başladı. Maraş ovası betonlaştı. Nehir yataklarına ilçeler kuruldu. Şehir genişledi, genişledi, genişledi. 2013 yılında matah payeymiş gibi “büyükşehir” yapıldı.
2000 yılında Maraş’ın şehir merkezi sadece 25 kilometrekareydi, 2020 yılında 115 kilometrekare haline geldi, binalaşma neredeyse beş kat genişledi.
2000 yılında Maraş’ın tarım alanları 225 kilometrekareydi, 2020 yılında küçüle küçüle 160 kilometrekareye düştü.
6 Şubat Kahramanmaraş depreminde, tarım alanlarına bina yapmanın faturası çooook ağır bedelle ödendi.)
(Peki ya İstanbul? 1999 depreminde İstanbul nüfusu ne kadardı biliyor musunuz? 10 milyondu. Evet, 10 milyondu.
25 yıldır habire İstanbul depremi konuşuluyor, yıkıldı yıkılacak deniyor ama, İstanbul’un nüfusu ne oldu, 16 milyon oldu!
Çünkü… İstanbul’da güya habire deprem korkusu konuşuluyor ama, habire tarım alanlarına bina yapılıyor, habire dere yataklarına ilçeler kuruluyor, İstanbul son 25 yılda tarım arazilerinin yüzde 35’ini, ormanlarının yüzde 20’sini kentleşme yüzünden kaybetti, binalaşma iki kat genişledi.)
(Türkiye yılda 20 milyon ton buğday üretiyor, aynı Türkiye yılda 80 milyon ton çimento üretiyor!
Türkiye yılda 55 milyon ton sebze ve meyve üretiyor, sırf İstanbul’da yılda 60 milyon ton hafriyat çıkıyor!
Sırf İstanbul’daki moloz, bütün Türkiye’nin bir yıl boyunca ürettiği sebze meyvenin toplamından daha fazla!
Tarlalara, bağlara, zeytinliklere tohum yerine, beton dikiyoruz.
Yiyecek buğdayımız bile kalmadığı için askıda ekmek kuyruğunda bekleşip, hava karardıktan sonra pazarda çıkma sebze toplayıp, ev diye üç oda bir tabut satın almaya devam ediyoruz!)
Sorunlarımızı çözmek için, bize bilimsel gerçekleri anlatan bilim insanlarını dinlersek, uyarılarına kulak verip, hoşumuza gitmese bile ciddiye alıp, söylediklerini yaparsak, muhtemelen yaşarız.
Yok eğer, bilimin yerine siyaseti koyarsak, bilim insanlarının teşhisleri yerine, rantçı talancı yağmacı yalancı politikacıların tedavilerini uygularsak, kendimizi gayet mutlu ve güvende hissederiz ama, cenazemize kolonya serperler!
Source: Yılmaz Özdil
Çadırlarda deprem nöbeti
Çadırlarını ışıklandıran, çaylarını demleyen ve ateşin çevresinde sohbet edenler, sabahın olmasını bekledi. Bahçelievler”de ailesi ile parkta kalan 10 yaşındaki Fatma Kaya, “Uyumadım daha, deprem çabuk bitsin evimize gidelim. Hem uykum gelmiyor hem de deprem olabilir diye korkuyorum” dedi.
23 Nisan”da saat 12.49’da Silivri açıklarında meydana gelen 6.2 büyüklüğündeki deprem sonrası birçok kişi evlerinden çıkarak parklara ve toplanma alanlarına gitti. Bahçelievler”de bulunan bir park, depremin ikinci gecesinde de vatandaşların sığınağı oldu. Evlerine giremeyen çok sayıda kişi geceyi parkta kurdukları çadırlarda geçirirken, soğuktan korunmak için ateş yakıp semaverde çay demledi. Parkta kurulan çadırlar yoğunluk oluştururken, vatandaşların tedirgin bekleyişi sürüyor.
ÇARDAKLARI IŞIKLANDIRMA İLE SÜSLEDİLER
Kağıthane”de evlerine girmeye çekinen vatandaşlar ise, ikinci geceyi Hasbahçe Mesire Alanı”nda çadırlarda geçirdi. Burada da bazı kişilerin otomobillerde uyuduğu, bazı kişilerin ise konakladıkları çardakları ışıklandırma ile süsledikleri görüldü.
‘BİLİM İNSANLARININ VERECEĞİ DEMECE GÖRE HAREKET EDİYORUZ’
Kağıthane’de, deprem sonrası ailesi ile birlikte çadır kuran Zülfikar Baran, “İki gündür buradayız, depremden sonra çocuklarım bir anda ayaklandı mecbur dışarı çıktık. Ev de biraz riskli. Bugün eve gidelim dedik, gidince haberleri izledik. Haberlerde hocalardan biri 7″nin üzerinde deprem beklendiğini söyleyince tekrar çocuklar ayaklandı, gittik çadır aldık yine dışarı çıktık. Sürekli bilim insanlarının vereceği demece göre hareket ediyoruz. Çünkü kimisi “İçeri gir” diyor, kimisi “Dışarı çık” diyor. Ne yapacağımızı biz de bilmiyoruz, bekliyoruz bakalım. Deprem anında sarsıntıdan ziyade aşırı bir ses oldu. Sesten dolayı çocuklar bir anda yanıma koştu. Zaten o anda telefonuma bildirim gelmişti. Haliyle hep beraber dışarı kaçtık. O anda çok fazla kendini düşünmüyorsun, ister istemez çocukları düşünüyorsun. Bir anda çocukları alıp dışarı çıkmak zorunda kaldık, iki gündür dışarıdayız bekliyoruz” şeklinde konuştu.
“ÇOĞU BİNALAR ÇATLAK, İNSANLAR EVLERİNE GİRMEK ZORUNDA KALDI”
Bahçelievler”de sokakta ailesiyle bekleyen kadın, “Valla ufak bebeklerimiz var, 3 yaşında iki yaşında. Yani bir iki hafta dışarıda kalırız. İlgilenen de yok soran da yok. Şikayetçiyiz her şeyden. Çoğu binalar çatlak, insanlar evine girmek zorunda kaldı, çünkü işe gitmek zorundalar. Kısacası hiçbir şeyden memnun değiliz” dedi.
“UZMANLAR 48 SAATTEN BAHSETTİ, SAATİN GEÇMESİNİ BEKLİYORUZ”
Bahçelievler Yenibosna Kuleli Parkı”nda yakınları ile çadırda kalan Mustafa Karakuş, “Valla tedirginiz. Uzmanlar 48 saatten bahsetti, saatin geçmesini bekliyoruz. O yüzden tedbir amaçlı dışarıdayız. Hem zaten doğayı seviyoruz, kampçıyız. Biraz da zorunlu kamp gibi oldu bizim için. Ateşimizi yaktık, semaverimizi çayımızı demledik, çadırımızı kurduk. Burada şu anda 3 aile var. Yarın mesaisi olan aile içeride uyuyor. Ben esnafım dönüşümlü sabah edeceğiz. Allah milletimize böyle bir şey yaşatmasın. Şükür bu sefer can kaybı olmadı, bu bizim için iyi bir haber. Ama tedbirli olmak lazım” diye konuştu.
“DEPREM KORKUSU DIŞARI KAÇTIK MECBUREN”
Parkta ailesi ile çadır kuran Mehmet Kaya, “Bir deprem korkusudur, dışarı kaçtık mecburen. Çoluk çocuğu aldık. Çocuklar ilk defa böyle bir şey yaşıyorlar. Toplamda 6 kişilik bir aileyiz. İçeride yatıyorlar, çadırda, biz nöbet tutuyoruz. Çocuklar iki gün daha bekleriz diyor. İnşallah daha erken evimize döneriz ama evler de iskelet gibi. Mecbur bir iki gün kalalım dedik” ifadelerini kullandı.
“DEPREM ÇABUK BİTSİN EVİMİZE GİDELİM”
Mehmet Kaya”nın 10 yaşındaki kızı Fatma Kaya, “Uyumadım daha, deprem çabuk bitsin evimize gidelim. Hem uykum gelmiyor hem de deprem olabilir diye korkuyorum” dedi. (DHA)
Source:
Her depremde aynı komplo teorileri… ABD savaş gemisi HAARP ile tetikledi
İDDİALARIN TEMELİNDE BİLGİSİZLİK VARABD savaş gemisi USS Nitze, 6 Şubat’taki Kahramanmaraş merkezli depremde İstanbul Boğazı’ndaydı. ABD’nin Ankara Büyükelçisi Flake de gemiyi ziyaret etmişti. Yenilik Partisi Genel Başkanı Öztürk Yılmaz, aynı gemiyi depremden birkaç gün önce Dolmabahçe’de gördüğünü iddia etti, “Depremle bunun arasında bir alaka var mı? İstanbul Boğazı’na niye gelmiş?” diye sordu.Paniğin fitilini ateşleyen de bu oldu. Onlarca kişi, X hesaplarından, ABD’ye ait geminin, HAARP teknolojisi ile donatıldığını ve bu teknoloji ile ABD’nin istediği yerde, istediği büyüklükte deprem yaratabileceğini ve gemi ne zaman Türk sularına girse bir deprem olduğunu iddia etti.ALASKA’DA BİR PLATFORMAncak HAARP iddia edilenin aksine, taşınabilir bir yapı değil, bir platform. ABD’nin Alaska eyaletinde bir bina ve toplamda maksimum 3.5 megavat iletim gücüne sahip, 180 adet antenden (IRI) oluşan bir yapı. Biliminsanları bu kadar küçük bir güçle, cisimlerin sıcaklıkları veya fiziksel özellikleri üzerinde değişim yaratmanın imkânsız olduğu görüşünde.GÜCÜ ÇOK YETERSİZ2016’da Çağrı Mert Bakırcı tarafından hazırlanan ve HAARP iddialarını ele alan “doğruluk” incelemesinde de Koç Üniversitesi eski rektörü, jeofizik ile düşük frekanslı radyo dalgaları üzerine araştırmalar yapan Ordinaryüs Profesör Ümran Savaş İnan’ın şu sözleri var: “HAARP’ın yaydığı dalgaların gücü ne kadar yüksek olursa olsun, atmosferik doğa olaylarının yarattığı enerjilerin yanında, önemsenmeyecek kadar küçüktür. HAARP ile doğa olaylarına etki edebileceğimizi iddia edenler, tamamen bilgisizdir.”ABD ORDUSU 2014’TE ÇEKİLDİPeki nereden çıktı bu iddialar? Elbette Amerika’dan. Amerikalı komplo teorisyenlerinin, bu sistemle insanların beyinlerinin kontrol edilebileceği, izinsiz dinlemeler yapılabileceği, bu sistemin tarımsal kuraklığa bile sebep olabileceği iddiası ile hazırladığı binlerce yayın var. Elbette o yayınlar, tıpkı aşılar konusunda üretilen komplo teorileri gibi; Türkiye’ye de ulaşmış durumda. Aslında ABD ordusu komplo teorilerini sonlandırmak için 2014’te bir adım atmış ve HAARP araştırmalarına olan desteğini durdurmuş. Proje, 2015’te Alaska Üniversitesine devredilmiş ve 2016’da da üniversite bu iddiaları bireysel olarak test etmek isteyen herkese kapılarını açmış. Ama bilin bakalım ne olmuş? Söz konusu iddiaları henüz kanıtlayan olmamış. Derler ya; “Biri, kuyuya bir taş atmış…”ASILSIZ KOMPLO TEORİLERİNE İTİBAR ETMEYİNABD savaş gemisi USS Nitze’nin 23 Nisan depreminden bir gün önce İstanbul, 23 Nisan’da ise Silivri açıklarında olduğu iddiası, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi tarafından yalanlandı. İddiaya konu fotoğrafların, 2023 yılına ait olduğu, bahse konu geminin ise yakın zamanda denizlerimizde bir faaliyet icra etmediği açıklandı. Türkçe açılımı, Yüksek Frekanslı Etkin Kutup Işıkları Araştırma Programı olan HAARP sisteminin, iyonosferi incelemek amacıyla kurulan bir araştırma programı olduğuna da değinilen açıklamada, “Mevcut bilimsel veriler ve bilim dünyasının genel görüşü, bir gemi veya HAARP sisteminin depremlere neden olacak kadar büyük bir enerji üretmesinin mümkün olmadığı yönünde. Dayanağı bulunmayan asılsız komplo teorilerine itibar etmeyiniz” denildi.MADEM BÖYLE GÜÇTE BİR GEMİ VAR HEDEFİ NEDEN SADECE TÜRKİYEEmekli Tümamiral Cem Gürdeniz’i de aradım. Diyor ki: “Deprem yaratacak kadar büyük bir güçte saldırı yapabilecek yeteneğe sahip bir savaş gemisi üretilmedi henüz. Kimse kusura bakmasın ama bunlara iddia bile denmez, ‘palavra.’ Hadi diyelim tezlerinde iddialılar. O zaman ben de bir hipotezle geliyorum. O zaman bunu cevaplasınlar: ‘ABD’nin elinde, 9 bin tonluk, Arleigh Burke sınıfı, deprem yaratacak kadar büyük bir güçte savaş gemisi varsa, o zaman böyle bir yeteneği neden; Basra Körfezi’nde İran’a, Baltık Denizi’nde Rusya’ya, Güney Çin Denizi’nde Çin’e karşı, kullanmıyorlar? ABD’nin tek düşmanı ya da baş düşmanı Türkiye mi sizce?’ Bu arada 23 Nisan, daha doğrusu her bayram, İstanbul Boğazı’na, Dolmabahçe Sarayı önüne TCG İstanbul firkateyni gelir. ‘Gördüm’ diyenlerin gördükleri odur muhtemelen.”HER OLAYI BİRBİRİYLE İLİŞKİLENDİRMEYİ SEVİYORUZPeki deprem sonrası gökyüzünde oluşan kızıllık, ‘olası’ bir depremin habercisi mi? “Deprem sonrası ve öncesinde gökyüzünde yaşanan olaylar üzerine devam eden araştırmalar var. Hatta biri, Yuji Enomoto imzasıyla, geçen yıl bilim dergisi Atmosfer’de de yayımlandı” diyor, İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Toros ve şu yorumu yapıyor: “Ancak dün gökyüzünde görülen bu kızıllığın, yeni bir deprem yaratabileceğine dair bilimsel bir kanıt yok. Bunlar, daha ziyade doğal optik olaylar. Maalesef Türkiye’de insanlarımız her olayı birbiri ile ilişkilendirmeyi seviyor.”
Source: Fulya Soybaş
Şener Üşümezsoy’la ilgili bilimdışı kanaatlerim
Anksiyete, depresyon, stres, panik atak, odalarda duramama, asık surat, daimi kaygı…*Şener Üşümezsoy’un neden olduğu şeyler ise şunlardır:*Yaşama sevinci, tasasızlık, boş vermişlik, içsel huzur, üç saat yoga yapmış gibi bir his…*O halde konuş Şener Hoca konuş.Söylediklerine aklım yatmasa da hoşuma gidiyor vallahi.*Sevgili Şener Hocam.Çok karışık konuşuyorsun, çok hızlı konuşuyorsun, bazen kelimeleri yuvarlıyorsun.Söylediklerinden hiçbir şey anlamıyorum, “İstanbul’da büyük deprem olmayacak” sözün hariç.Bu da bana yetiyor, hatta artıyor.*Bıktım usandım Celal Şengör’ün sürekli cehennemle korkutan vaizler gibi konuşmasından.Sen benim için altından ırmaklar akan cenneti anlatan vaizler gibisin Şener Hocam.*Geceleri mışıl mışıl uyumanın reçetesini veriyorum:*Üşemezsoy’u dinle, kuş gibi hafifle ve başını yastığa koyar koymaz bebekler gibi uyu.DEPREM VE KEDİM SEKTER – DEPREMDEN ÖNCE: Her zamanki gibi miskin miskin uyuyordu Sekter.*- DEPREM ANINDA: Tüylerinin herhangi birinde en küçük bir kıpırdama olmadı.*- DEPREMDEN SONRA: Zerre kadar ırgalanmadan miskin miskin uyumaya devam.TELEFONLARIN ÇALIŞMAMASIBÜYÜK depremin fragmanıydı yaşadığımız.Fragman bize gösterdi ki…Depremde telefon şirketleri yine sınıfta kaldı.*Aşırı yüklenme falan türü mazeretler kabul edilemez.Telefon şirketleri, bu soruna çare bulmak zorunda. ‘SKJELVET’ DİYE BİR FİLM BİR arkadaşım söyledi: Deprem filmi izleyince deprem korkusu hafifliyormuş.“O zaman bana bir deprem filmi tavsiye et” dedim. Bu filmi önerdi.*Oslo’da yaşanan depremi anlatıyor film.Başrolde Naci Görür tarzı bir jeolog var.*Bir başyapıt değil ama yine de sıkılmadan izletiyor kendini film.Deprem korkusunu hafifletmesi meselesine gelince…Yok, yok. Ben de öyle bir etki yaratmadı. Aksine kaygım daha da arttı.*Kıssadan hisse: Demek ki deprem filmleri, her bünyede aynı etkiye neden olmuyormuş.KARŞINIZDA İKİ FARKLI TÜRKİYESOSYAL MEDYA TÜRKİYE’Sİ- Herkes birbirine bağırıyor.- Herkes birbirine hakaret ediyor.- Herkes süper politik.- Herkesin yumrukları sıkılı.- Herkes birbirine düşman.- Herkes tahammülsüz, herkes öfkeli.- Herkes sabah akşam propaganda yapıyor.- Herkes sabah akşam İmamoğlu’nu konuşuyor.- Herkes sertlik yanlısı Tamil gerillası.- Herkes slogan atıyor.- Herkes aşağılayarak alay ediyor.- Herkes birbirine laf sokma derdinde.GERÇEK TÜRKİYE- Herkes o kadar da birbirine bağırmıyor.- Herkesin hakaret ettiği falan yok.- Herkes süper politik değil.- Herkesin yumrukları sıkılı değil, el sıkışmalar gırla.- Herkes birbirine düşman gibi bakmıyor.- Herkes öfkeli değil, çoğu yüzlerde anlayışlı bir tebessüm.- Herkes birer propagandist falan değil.- Herkes sabah akşam İmamoğlu’nu konuşmuyor.- Herkes sakin, herkes durağan, herkes işinde gücünde.- Herkes slogan atmıyor, millet normal konuşuyor.- Herkes aşağılayıcı alaycılığa yüz vermiyor, sokaklarda artistik yapan yok.- Herkes birbirine laf sokma derdinde değil, normal gündelik konuşmalar var ortalıkta.İTİKATTA / AMELDE2023 yılının aralık ayında yazdığım yazının başlığı şuydu:*İtikatta Naci Görürcü… Amelde Üşümezsoycu…*Bizim milli yaklaşımımız tam olarak böyle ve bu hiç değişmiyor.*İtikatta Naci Görürcüyüz.Yani Görür’ün söylediklerinin doğru olduğuna iman ediyoruz, inanıyoruz.*Amelde ise Üşemezsoycuyuz.Yani Üşümezsoy’un söylediklerine kulak vererek rahatlıyoruz ve depreme karşı hiçbir şey yapmıyoruz.
Source: Ahmet Hakan
Kendi yolsuzluğu üzerinden deprem konut hesabı yapan utanmazlık
23 Nisan 2025 günü ise kadim İstanbul şehri, üzerinde yaşayanlara 6.2’lik deprem ile neler yaşanabileceğine dair adeta uyarıda bulundu.Kısa süren ve can kaybı olmayan, maddi hasar gerçekleşmeyen bu sarsıntı hepimize bir “deprem tatbikatı” yaşattı, depreme karşı hazırlığımızın ne olduğunu, eksiklerimizi ortaya koydu.Ulaşımın kilitlendiği, haberleşme sistemlerinin çöktüğü bu “deprem tatbikatı” karşısında İstanbulluların ne kadar hazır olduğunu ya da hazır olmadığını da gösterdi. Hala yenilenmeyi bekleyen konutlar yanında deprem sırasında ailesiyle sokaklara fırlayan İstanbulluların böyle bir felakete hazırlıksız olduğunu da gördük. Bu durumdan gerek hükümet gerek belediyeler gerekse halk olarak çıkarmamız gereken dersler var.SİYASETE ALET ETTİLERİstanbul’a ve Türkiye’ye geçmiş olsun ama iç siyasi çekişmelere girişmeden deprem konusunda alınması gereken tedbirlerin hayata geçirilmesi çok önemli. Her ne kadar siyasi çekişmelere alet edilmemesi gerektiğini söylesek de rüşvet ve yolsuzluktan tutuklanan Ekrem İmamoğlu ile ona bağlı kişiler, sosyal medya trol ordusu, CHP’li bazı isimler depremi bile kendileri için fırsata çevirmeye çalıştılar; “İstanbul’da 6.2 büyüklüğünde deprem oldu, belediye başkanı tutuklu” mesajlarıyla sosyal medyada kampanyaya giriştiler.İstanbulluların 6.2’lik depremle travmasının tetiklendiği böyle bir günde konuyu siyasete değinmeden yazmak isterdim ama İmamoğlu ve yandaşlarının yüzsüzlüğü buna imkân vermiyor.Yolsuzluk ve rüşvet operasyonunda tutuklanan ve 2019’dan itibaren aklı fikri kendi deyimiyle sadece “6 yıldır yürüttüğü Cumhurbaşkanı adaylığı kampanyasında” olan, depreme karşı önlem için kılını kıpırdatmayan İmamoğlu, dün sosyal medyasından, normal bir insanı utancından yerin dibine sokacak şu kan dondurucu mesajı paylaşmış;“19 Mart sabahı millet iradesine yapılan darbenin ekonomiye trilyonlarca lira maliyeti oldu. Bu kadar büyük bir bütçe ile yaklaşık 1 milyon yapıyı yenileyebilir ya da en az aynı miktarda güvenli konut üretebilirdik.”Bu utanmazca yazılmış cümlesinin neresinden tutayım; çok şey gördüm ama kendi yolsuzluğu üzerinden deprem konut hesabı yapan utanmazı ilk kez görüyorum.Önce “5 yılda çözerim” demişti sonra “100 yıl lazım” dedi.2019 için İBB Başkan adayıyken, 2018 yılındaki kampanyasında “İstanbul›un en çok korktuğu bu deprem sorunu siz göreve geldiğiniz takdirde ne kadar sürede çözülür?” sorusuna, “5 yılda. Hayalci kimse olamaz ama 5 yıl çok hızlı hareket edilip çözülebilecek düzeyde” yanıtını vermişti. Her yıl 20 bin, 5 yılda 100 bin konut sözü veren “İstanbul’u 5 yıl içinde depreme hazırlarım” diyen İmamoğlu verdiği sözü tutmayınca, 2024 yılındaki kampanyasında ise “Ben ne yapabilirim, İstanbul’da deprem olursa dua edeceğiz, 1 yılda ne yapacağım ya da 3 yılda ne yapabilirim, 5 yılda ne yapabilirim. İstanbul’un deprem sorunun çözmek için bize 100 yıl lazım” diyerek kendini savunmuştu. Her fırsatta Kentsel Dönüşüme karşı olduğunu söyleyen, halkın Kentsel Dönüşüm adını bile duymak istemediğini ifade eden hatta ilçe belediyelerinin 43 Kentsel Dönüşüm projesinin iptali için dava açan İmamoğlu’nun 2025 yılı bütçesinden depreme ayırdığının üç katı fazla kaynağı reklam harcamalarına ayırmıştı. Bunlar bile İmamoğlu’nun İstanbul’un depreme hazırlık konusuna bakış açısını yansıtıyor, depremden çok reklama önem verdiğini gösteriyordu.650 BİN KONUT OLMASI GEREKEN PROJEYMİŞÖte yandan 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde İBB Başkan adayı olan Murat Kurum’un olası büyük İstanbul depremine karşı vaadine, rakibi İmamoğlu’nun buna tepkisi hala kulaklarımızda. Murat Kurum, İstanbul’un 39 ilçesinde 7,5 milyon ev ile işyeri olduğunu, 1,5 milyon konutun sağlıksız durumda ve 600 bin konutun acilen dönüşmesi gerektiğini söylemişti. Ardından da İstanbul’da 5 yılda 650 bin konut inşa edileceğini, bu konutların 300 bininin KİPTAŞ eliyle inşa edileceğini ve ödemenin yarısının İBB tarafından karşılanacağı vaadinde bulunmuştu. Ekrem İmamoğlu bu projeye karşı şu cevabı verdi: “650 bin konut vesaire gibi asla yapılamayacak, asla olamayacak ve olmaması gereken yaptığı açıklamalarla yani Ekrem İmamoğlu ve ekibinin ortaya koyduğu başarılı süreci nasıl geride bırakırım diyerek tarihe en kötü vaatler dizilişi olarak çıkacak süreçleri tarifliyor. Tabii benim için kötü bir şey değil bu yaptıkları ama yine de üzülüyorum.”İlk döneminde olduğu gibi 2024’te başlayan ikinci döneminde de tek işi cumhurbaşkanlığı adaylığı için kampanya yürütmek ve CHP’deki gücünü arttırmak olan İmamoğlu’nun, depreme karşı önlemler alacağına, Beylikdüzü Belediye Başkanlığı döneminde kurduğu yolsuzluk ve rüşvet çarkını İBB’ye taşımaktan başka bir iş yapmadığı ortaya çıktı. Tutuklandı ve cezaevinden hala kampanyasını sürdürüyor.ÖZELEŞTİRİ YERİNE ALGI OPERASYONU YAPIYOR6.2’lik deprem sonrası ise sosyal medya hesabından yazımın girişinde yer verdiğim şu mesajı paylaşıyor: “19 Mart sabahı millet iradesine yapılan darbenin ekonomiye trilyonlarca lira maliyeti oldu. Bu kadar büyük bir bütçe ile yaklaşık 1 milyon yapıyı yenileyebilir ya da en az aynı miktarda güvenli konut üretebilirdik.”6 yıldır deprem konusunda “seferberlik ilanı” konulu mesajlar atıp, toplantı ve etkinlikten başka bir şey yapmayan İmamoğlu’nun bu mesajı için söylenebilecek tek söz; İnsanın kanını donduran bir utanmazlık…
Source: Nedim Şener