Bel ağrısı nasıl geçer?
Uzmanlara göre ağır kaldırma, ani hareket, aşırı egzersiz, hareketsiz yaşam, kas zayıflığı, fazla kilo ve kötü duruş bozuklukları gibi birçok nedenle oluşan bel ağrısı sık görülen sağlık sorunlarından biri…
Kimi bel ağrılarının kısa süreli ve geçici olduğunu, şiddetli ağrıların ise mutlaka tedavi edilmesi gerektiğini belirten Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Op. Dr. Aybars Akkor, bu konuda bilinmesi gerekenleri şöyle sıraladı:
Bel tutulması dinlenmeyle bile geçer
En sık rastlanan sorun bel tutulmasıdır. Soğukta kaldığımızda, uzun zaman biçimsiz oturduğumuzda veya rahatsız bir yerde yattığımızda omurların arkasında bulunan eklemler birbiri üzerinde kayar, tutulup kalırız.
Bazen yerimizden bile kalkamayabiliriz. Bu tutulmaların özelliği ağrının belde daha çok olması, bacaklara fazla vurmamasıdır.
Hiç bir tedavi uygulanmadan üç dört gün yatak istirahati bile iyileşmemizi sağlayabilir. Duruş, oturuş ve yatış pozisyonunu doğru konumlamak, bilhassa otururken bel destekleği kullanmak bel ağrısına iyi gelir. Böylelikle eklem yerine döner ama tam oturmaz, bu da daha sonra tekrar tutulmamızın yolunu açabilir. Çaresi kayroprakti gibi, osteopati gibi manuel terapilerle o eklemi tam yerine yerleştirmektir. Bu tedavilerle hasta beş dakikada tekrar ayaklanabilir.
İşte bel fıtığının bel tutulmasından farkı
En sık rastlanan bel ağrısı nedenlerinden biri de bel fıtığıdır. Omurlar arasındaki disk dışarı doğru taşar, omuriliğe veya omurilikten çıkan sinirlere bası yapar.
Bel fıtığının bel tutulmasından farkı, ağrının ağırlıklı olarak bacağa yayılmasıdır. Fıtığın büyüklüğüne göre uyuşma ve güç kaybı da görülür. Özellikle fıtığın ilk oluştuğu 48 saatte çok şiddetli ağrı oluşur, sonra vücudun fıtığa göre şeklini değiştirmesi sonucu ağrılar azalır.
Ameliyatsız da tedavi edilebilir
Eğer ağrı bacağa vuruyorsa bel fıtığının ne derecede olduğunu tespit etmek için MR çekilmelidir, tomografi ve EMG denilen sinirleri ölçen testin bel fıtığında yeri yoktur.
Eğer MR’da görülen bası çok fazla değilse, fıtıktan bir parça kopmamışsa ve hastada belirgin bir güç kaybı yoksa hasta, fizik tedavi, manuel terapiler, traksiyon denilen bel çekme yöntemleri ve ağrı tedavisi ile iyileşebilir.
Bu belirtilerde ameliyat şarttır
Eğer hastada güç kaybı varsa, topuklarına basarak yürüdüğünde bir ayak diğeri kadar kalkmıyorsa, ya da parmakları üzerinde yürürken bir topuk diğeri kadar kalkmıyorsa, yürürken sık sık durma ihtiyacı varsa hasta ameliyat edilmelidir.
Eğer hastada belirgin bir güç kaybı yok, sadece ağrı ve uyuşukluk var, ama MR’da fıtıktan büyük bir parça koptuğu görülüyorsa da hastanın tedavisi yine ameliyatla olur.
Kopan parça araştırmalara göre yüzde 4 oranında kaybolma şansına sahipken yüzde 96 oranında hastada kalıcı sakatlıklara yol açabilir. Bu riski göze almamak gerekir.
Felç oluşma riski var mıdır?
Bel fıtığında yapılan ameliyatlarda günümüzde en çok kullanılan ‘endoskopik mikrodiskektomi’ yöntemi, büyük Türk tıp adamı Prof Gazi Yaşargil’in dünya tıbbına kazandırdığı bir yöntemdir.
Halk arasında kapalı ameliyat olarak bilinen ve mikroskop altında yapılan bu ameliyatlar ortalama 20 dakika sürmekte, hemen hemen sakat kalma, felç olma riski bulunmamaktadır. Hasta ameliyattan iki üç saat sonra ayağa kalkabilmekte aynı gün veya ertesi gün evine gidebilmektedir. 4-5 gün sonra da normal yaşamına dönebilir.
Yürümede ve sırt üstü yatmada güçlük varsa…
Bel ağrılarının diğer önemli bir nedeni de omuriliğin geçtiği kanalın daralmasıdır. Bu omurların düz diziliminin bozulduğu bel kaymasında veya omurga kanalının içindeki yumuşak dokuların kireçlenme sonucu omurilik veya sinirlere bası yapması, tıptaki adıyla spinal stenoz sonrası görülür.
Hastadaki belirgin şikayet yürümekte güçlüktür. Ayrıca her iki bacakta uyuşukluk, kramplar, yanmalar görülebilir. Hastalarda bel ve kalçadan başlayıp bacağa, ayağa yayılan ağrı olabilir.
Bel omurilik kanalı daralması olan hastalar, sırt üstü yatmakta güçlük çekebilir. İleri dönemlerde bu hastalarda, öne eğilerek yürüme eğilimi ortaya çıkar.
Ne zaman ameliyat gerekir?
Tedavisi, hastanın yürüme süresiyle belirlenir. Hasta 50-100 metre yürüdükten sonra durmak zorunda kalıyorsa ameliyat edilmeli, yarım saat veya daha fazla durmadan yürüyebiliyorsa fizik tedavi, ağrı tedavisi gibi yöntemler tercih edilmelidir.
Önemli olan doğru teşhistir
Bel ağrısının en sık rastlanan sebepleri bel fıtığı, tıpta faset sendromu dediğimiz bel tutulması, bel kayması veya belde omuriliği sıkıştıran darlıklardır. Öte yandan kemik erimesi sonucu vücuttaki kemikler zayıflar.
Bu durum da ani gelişen bel ağrılarını meydana getirebilir.
İyi veya kötü huylu tümörler de bel ağrısına sebebiyet verebilir.
Prostat ve meme kanseri kemikler metastaz yaparak, bele sıçrayıp bel ağrısı yapabilir.
Böbrek enfeksiyonu, safra kesesi iltihabı, şeker hastalarında sinir yıpranmasına bağlı olarak oluşan nöropatiler de bel ağrısına neden olur.
Dolayısıyla bel ağrısında önemli olan doğru teşhis konulması ve ona göre doğru tedavinin düzenlenmesidir.
Source: Nazan Doğaner Halici
Sağlık Bakanlığı 2025/4 KPSS sonuçları açıklandı mı?
Sağlık Bakanlığı 15 bin 342 personel alımı tercih sonuçları sorgulaması sürüyor. 2 Mayıs ta başlayan Sağlık Bakanlığı, sözleşmeli personel alımı tercihleri 8 Mayıs 2025 tarihinde sona erdi. Tercih başvurularının ardından gözler KPSS-2025/4 kapsamında Sağlık Bakanlığı na yapılacak personel alımı tercih sonuçlarına çevrildi. Peki Sağlık Bakanlığı 15 bin 342 personel alımı tercih sonuçları ne zaman açıklanacak?SAĞLIK BAKANLIĞI KPSS 2025/4 TERCİH SONUÇLARI NE ZAMAN AÇIKLANACAK? Sürecin aynı ilerlemesi durumunda KPSS-2025/4: Sağlık Bakanlığı tercih sonuçlarının 12-13 Mayıs ta açıklanması bekleniyor. Henüz net bir tarih bilgisi gelmedi. Adaylar, yerleştirme sonuçlarına ÖSYM nin https://sonuc.osym.gov.tr adresinden T.C. kimlik numaraları ve aday şifreleriyle erişebilecek. KPSS-2025/4: Sağlık Bakanlığı tercih sonuç tarihi henüz açıklanmadı. Geçen yıl başvurular 21-28 Şubat tarihlerinde yapılmış, sonuçlar 4 Mart ta ilan edilmişti. 18 BİN PERSONEL ALIMI EYLÜL DE Sağlık Bakanlığı tarafından 19 bin personel alımının tamamlanmasıyla birlikte ise ikinci aşama için sürece girilecek. Mayıs ayında yapılacak olan ilk personel alımının ardından, 18 bin personel alımı için ilan eylül ayında yayımlanacak. KADRO VE BRANŞ DAĞILIMI BELLİ OLDU Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu tarafından yapılan açıklama sonrasında kadro ve branş dağılımı belli oldu. 15 bin 342 personel alımı için yayımlanacak olan kılavuzda, alınacak sözleşmeli personelin 7 bin 597 si hemşire, bin 786 sı ilk ve acil sağlık teknikeri, bin 280 i ebe ve 963 ü röntgen sağlık teknikeri olacak. ÖSYM AİS EKRANI İÇİN TIKLAYINIZ SAĞLIK BAKANLIĞI HANGİ KADROLARA ALIM YAPACAK? BİYOLOG 10 BÜRO PERSONELİ 215 ÇOCUK GELİŞİMCİSİ 75 DESTEK PERSONELİ 15 DİL VE KONUŞMA TERAPİSTİ 44 DİYETİSYEN 74 EBE 1280 FİZYOTERAPİST 121 GERONTOLOG 6 HEMŞİRE 7.597 İŞ VE UĞRAŞI TERAPİSTİ 27 ODYOLOG 17 PERFÜZYONİST 25 PSİKOLOG 30 SAĞLIK TEKNİKERİ (ADLİ TIP) 2 SAĞLIK TEKNİKERİ (AĞIZ DİŞ SAĞLIĞI) 397 SAĞLIK TEKNİKERİ (AMELİYAT) 25 SAĞLIK TEKNİKERİ (ANESTEZİ) 146 SAĞLIK TEKNİKERİ (ÇEVRE SAĞLIĞI) 91 SAĞLIK TEKNİKERİ (DİŞ PROTEZ) 10 SAĞLIK TEKNİKERİ (DİYALİZ) 225 SAĞLIK TEKNİKERİ (ECZANE) 135 SAĞLIK TEKNİKERİ (ELEKTRONÖROFİZYOLOJİ) 132 SAĞLIK TEKNİKERİ (EVDE BAKIM) 26 SAĞLIK TEKNİKERİ (FİZİK TEDAVİ) 71 SAĞLIK TEKNİKERİ (İLK VE ACİL YARDIM) 1.786 SAĞLIK TEKNİKERİ (İŞ VE UĞRAŞI TERAPİSTİ) 10 SAĞLIK TEKNİKERİ (LABORATUVAR) 314 SAĞLIK TEKNİKERİ (OPTİSYEN ) 17 SAĞLIK TEKNİKERİ ( ODYOMETRİ) 50 SAĞLIK TEKNİKERİ (OPTİSYEN) 17 SOSYAL ÇALIŞMACI 67 TEKNİKER 235 TEKNİSYEN 273
Source: Habertürk
Aşı olmayanlarda tehlike 3 kat daha büyük!
Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Tevfik Özlü, ani kalp krizi vakalarının, Covid-19 aşıları ve kalp-damar sağlığı üzerindeki etkilerine yönelik uyarılarda bulundu.
İngiltere ve İsrail’de yapılan milyonlarca kişinin takip edildiği uzun vadeli çalışmalara dikkat çeken Prof. Dr. Özlü, aşı olmayan bireylerin pıhtılı hastalık oranının, aşı olanlara kıyasla 3 kat fazla olduğunu ifade etti. Özlü, “Son zamanlarda kamuoyunda tanınmış kişilerin kalp krizi ile erken ölümleri ister istemez hepimizi üzdü. Aynı zamanda, ‘Acaba bu krizlerin, Covid aşıları ile bir ilişkisi var mı?’ şeklinde kuşkular dile getiriliyor. Böyle uzun vadeli yaklaşık 2 yıl boyunca takip edilen ve milyonlarca insanın dahil edildiği çalışmalar var.
İngiltere ve İsrail aşılamanın iyi yapıldığı yerler. Bu insanları iki gruba ayırıp, aşılanan ve aşılanmayan grubu takip etmişler. Bu süre içerisinde her iki grupta ortaya çıkan kalp krizi ve inme gibi atar damar ve toplardamar ilgili pıhtı olaylarını ve hastalıların ortaya çıkma sıklığını karşılaştırmışlar. Sonuç ilginçtir ki; aşı olanların pıhtı ile ilgili hastalıklarının oranı, aşı olmayanlara kıyasla belirgin şekilde az olduğu ve aşı olmayanlar da ise 3 kat fazla pıhtılı hastalık ortaya çıkmış. Aşıların, pıhtı ile ilişkili kalp-damar, beyin-damar ve toplardamar sistem hastalıklarından koruduğu belirlenmiş” ifadelerini kullandı.
‘AŞILANMAMAK DAHA BÜYÜK BİR RİSK’
Aşı yapılmayarak alınan riskin çok fazla olduğunu kaydeden Özlü, “Yapılan pek çok araştırmada, özellikle Covid-19 geçirenlerde bu tür pıhtı ile ilişkili hastalıkların sayısının çok arttığını da biliyoruz. Bu da aslında aşılanmamakla aldığımız riskin çok fazla büyük olduğunu gösteriyor. Geniş çalışmaların sonuçları, aşı ile ilgili yapılan bu tür spekülasyonların geçersiz olduğunu ortaya koyuyor.
Bu tür pıhtı ile ilgili hastalıkların görülmesinin sebebi; pıhtılı hastalıkların kalp-damar sistemiyle, beyin-damar sistemi ile veya toplardamar sistemi ile ilgili hastalıkların ortaya çıkmasını kolaylaştıran pek çok risk faktörünün normal yaşamımızda giderek daha fazla yer almaya başlamasıdır” diye konuştu.
‘OBEZİTE VE SİGARA BAŞLICA RİSK FAKTÖRÜ’
Günlük yaşamda artan risk faktörlerine değinen Özlü, “Hastalıkların ortaya çıkmasında; hareketsizlik, asansör kullanmak, araç kullanmak, günlük aktivitelerini kısıtlanması, beslenme bozukluğu, evde hazırlanmış taze gıdalar yerine işlenmiş gıdaların kullanılması ve obezite önemli faktörlerdir. Sigara kullanımı, stres gibi faktörlerin ve genetiğinde de buradaki rolü büyüktür. Bu faktörler riski artırıyor. Obezite ve sigara kullanımı ise en başta yer alıyor” dedi.
Source:
Bebeğiniz sürekli kusuyorsa sebebi sandığınız gibi olmayabilir
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Kadir Ömer Çetin, bebeklerde reflü hakkında açıklamalarda bulundu.
REFLÜ SEBEPLERİ
Gastroözofageal reflünün, mide içeriğinin yemek borusuna geri kaçması durumu olduğunu dile getiren Uzm. Dr. Çetin, bebeklerde reflünün başlıca nedenlerini şöyle sıraladı:
Alt özofagus sfinkterinin henüz tam gelişmemiş olması: Bebeklerde bu kapak yeterince güçlü olmadığından mide içeriği kolayca yukarı kaçabilir.
Sıvı ağırlıklı beslenme: Bebekler genellikle anne sütü veya mamayla beslendiği için mide içeriği sıvıdır ve kolayca yukarı çıkar.
Yatar pozisyonda uzun süre kalma: Bebekler çoğunlukla yatar pozisyonda olduklarından, yerçekimi mide içeriğini yemek borusuna doğru kaçırabilir.
Mide kapasitesinin küçük olması: Bebeklerin mideleri küçük olduğu için fazla beslenmeleri durumunda mide basıncı artar ve reflü olabilir.
Erken doğum: Prematüre bebeklerde sindirim sistemi daha olgunlaşmamıştır ve reflü riski daha yüksektir.
İnek sütü proteini alerjisi: Mide-bağırsak sistemi tahriş olabilir ve bu durum reflüyü artırabilir.
Hızlı veya aşırı beslenme: Hızlı emzirme veya çok fazla mama verilmesi, mideyi zorlayarak reflüye neden olabilir.
‘SÜREKLİ KUSMA VE KİLO ALAMAMA VARSA ARAŞTIRILMASI GEREKİR’
Fizyolojik nedenli olması durumunda 12-18 ay civarında bebeklerin sindirim sistemi olgunlaştıkça reflü semptomlarının azaldığını söyleyen Uzm. Dr. Çetin, “Ancak şiddetli ya da sürekli kusma, kilo alamama, huzursuzluk gibi belirtiler varsa araştırılması gerekir” dedi.
Uzm. Dr. Çetin, sık kusma veya ağza yemek gelmesi, beslenme sırasında huzursuzluk veya ağlama, yutma sırasında ağrı ya da rahatsızlık hissi, kilo alamama veya kilo kaybı, uykuya dalamama, öksürük, hırıltı, ağız kokusu, salya artışı, yutkunmada zorluk veya beslenmeyi reddetme, arkaya doğru gerilen vücut duruşu, başını arkaya atma gibi belirtilerin yaygın görülen reflü belirtileri olduğunu ifade etti.
‘ENDOSKOPİ GİBİ TANI TESTLERİ UYGULANABİLİR’
Bebeklerde reflünün genelde belirtiler ve fizik muayeneyle ortaya konulduğu, bazı durumlarda ise tanıyı kesinleştirmek veya diğer sorunları dışlamak için ek testler gerekebileceğini vurguladı.
Uzm. Dr. Çetin, “Fizik muayenede kusmaya bağlı dehidrate ve huzursuz görünüm ve tartı alamama ya da tartı kaybı saptanabilir. Tanıyı destekleyen bu testler her zaman yapılmaz, yalnızca şüpheli veya ağır durumlarda uygulanır. 24 saat pH metri testi, üst gastrointestinal sistem grafisi (baryumlu röntgen), endoskopi gibi tanı testleri uygulanabilir. Tanı için destekleyici tedavi uygulanıp belirtiler gerilerse tanı doğrulanmış olur. Tedaviden yola çıkarak tanı kesinleştirme yöntemi uygulanabilir” açıklamasında bulundu.
‘FAZLA MİKTARDA SÜT VE MAMA REFLÜYÜ ARTIRABİLİR’
Bebeklerde beslenme alışkanlıklarının, reflünün ortaya çıkmasında veya şiddetlenmesinde önemli rol oynayacağının altını çizen Uzm. Dr. Çetin, “Uygun olmayan beslenme yöntemleri mide basıncını artırarak mide içeriğinin yemek borusuna kaçmasını kolaylaştırabilir. Aşırı ve sık sık besleme (fazla miktarda süt/mama), hızlı ve yanlış pozisyonda besleme, beslenme sonrası hemen yatırma, katı gıdalara erken geçiş (ek gıdaya erken başlama), reflüyü artıran bazı etkenlerdir” dedi.
‘REFLÜYÜ AZALTMAYA YARDIMCI BESLENME ALIŞKANLIKLARI’
Uzm. Dr. Çetin, reflüyü azaltmaya yardımcı beslenme alışkanlıkları ise şöyle sıraladı:
* Az ve sık besleme,
* Beslenme sırasında dik oturtmak,
* Beslenme sonrası 20-30 dakika dik pozisyonda tutmak,
* Gaz çıkarmayı ihmal etmemek,
* İnek sütü proteini alerjisi varsa doktor önerisiyle mama değişimi yapmak,
* Anne sütü mümkünse devam etmek.
‘REFLÜ RİSKİ DAHA FAZLA OLAN BEBEKLER’
Uzm. Dr. Çetin, prematüre (erken doğan) bebekler, düşük doğum ağırlıklı bebekler, aşırı beslenen veya çok sık beslenen bebekler, yatış pozisyonu uzun süre yatay olan bebekler, inek sütü proteini alerjisi olan bebekler, ailesinde reflü öyküsü olan bebekler, nörolojik gelişim geriliği olan bebekler ve solunum yolu sorunları olan bebeklerin reflü riski daha yüksek olan bebekler olduğunu belirtti.
UZMAN HEKİME DANIŞILMASI GEREKEN DURUMLAR
Doktora başvurulması gereken durumlardan bahseden Uzm. Dr. Çetin, “Kusmalar çok sık, şiddetli veya fışkırır tarzdaysa, her beslenme sonrası yoğun kusma durumunda, bebek yeterince kilo almıyorsa veya kilo kaybı varsa çocuk hekiminden destek alınabilir. Beslenme yetersizliği reflünün ciddi olduğunu gösterebilir.
Beslenme sırasında ağlama, emmeyi reddetme durumuna da dikkat edilmelidir. Yemek borusunda tahriş veya ağrı olabilir. Kusmukta kan varsa, bebek uyurken aniden nefes alamıyor gibi oluyorsa, sürekli öksürük, hırıltı, ses kısıklığı varsa, bebek başını geriye atarak arkaya eğiliyorsa (opistotonus duruşu) mutlaka doktora başvurulmalıdır. Bu belirtiler varsa erken tanı ve müdahale, bebeğin gelişimi ve sağlığı açısından çok önemlidir” dedi.
‘YETERSİZ KİLO ALIMI GÖRÜLEBİLİR’
Reflünün bebeklerde çoğu zaman kendiliğinden geçse de, tedavi edilmediği durumlarda bazı ciddi sağlık sorunlarına yol açabileceğini söyleyen Uzm. Dr. Çetin, bu tür vakaların genellikle ‘gastroözofageal reflü hastalığı (GERH)’ olarak adlandırıldığını belirtti.
Uzm. Dr. Çetin, tedavi edilmeyen reflünün yol açabileceği başlıca problemleri şöyle paylaştı:
* Yetersiz kilo alımı ve büyüme geriliği,
* Yemek borusunda tahriş (özofajit),
* Beslenme fobisi ve emme sorunları,
* Solunum yolu hastalıkları,
* Uyku bozuklukları,
* Anemi (kansızlık),
* Gelişimsel gerilik.
Source:
Sağlıksız yaşamın bedelini karaciğer ödüyor! Günümüzün hastalığı: Karaciğer yağlanması
Obezite ve sağlıksız yaşam alışkanlıkları, karaciğer yağlanmasının giderek artmasına neden oluyor. Günümüzün en yaygın sağlık sorunlarından biri haline gelen bu durum, özellikle hareketsiz yaşam tarzı ve alkol tüketiminin de etkisiyle daha fazla kişiyi tehdit ediyor. Medipol Acıbadem Bölge Hastanesi’nden Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Yılmaz Bilgiç, karaciğer yağlanmasının sebeplerini ve risklerini anlattı. KARACİĞER YAĞLANMASI ARTIYOR Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Bilgiç, karaciğer yağlanmasının günümüzün en önemli sağlık problemlerinden biri haline geldiğini belirtti. Son 30-40 yılda karaciğer yağlanmasının giderek arttığına dikkat çeken Bilgiç, bu artışın temel nedenlerini şöyle sıraladı: “Karaciğer yağlanması günümüzün hastalığıdır. Son yıllarda şişmanlık yani obezitenin artması, sağlıksız beslenme alışkanlıkları, hareketsiz yaşam tarzı ve alkol tüketiminin artması bu sorunun temel sebepleri arasındadır. Obezitenin artması, karaciğer yağlanması vakalarını da beraberinde getirmektedir.” ÜÇ FARKLI YAĞLANMA TİPİ BULUNUYOR Karaciğer yağlanmasının üç ana başlık altında incelendiğini belirten Prof. Dr. Bilgiç, “Birincisi, Non-alkolik karaciğer yağlanmasıdır. Bu tür yağlanma genellikle obezite ve diyabet hastalarında görülür. Ancak genetik yatkınlık nedeniyle zayıf bireylerde de ortaya çıkabilir. İkinci olarak alkolik karaciğer yağlanması gelir. Alkolün uzun süreli ve düzenli olarak tüketilmesi sonucu ortaya çıkar. Üçüncüsü ise metabolik karaciğer yağlanmasıdır. Bu yağlanma, bazı hastalıklarla birlikte gelişen metabolik sendromun bir parçasıdır” dedi. GİZLİ TEHDİT: BELİRTİ VERMEDEN İLERLEYEBİLİYOR Karaciğer yağlanmasının belirti vermeden de ilerleyebileceğine değinen Prof. Dr. Bilgiç, bu durumun özellikle yüksek risk taşıyan bireylerde daha tehlikeli olduğuna dikkat çekti. Prof. Dr. Bilgiç, “Karaciğer yağlanması bazen hiçbir belirti vermeden ilerleyebilir. Hastalar genellikle sağ üst kadranda dolgunluk ve ağrı hissiyle bize başvururlar. Ancak birçok vakada yapılan kan testlerinde veya başka nedenlerle çekilen ultrasonografide rastlantısal olarak tespit edilir. En riskli gruplar ise diyabet, alkol tüketimi ve obezitenin bir arada görüldüğü bireylerdir” diye belirtti. YAĞLANMA DERECELERİ ÖLÇÜLÜYOR Karaciğer yağlanmasının ultrasonografi ile değerlendirildiğini belirten Prof. Dr. Yılmaz “Ultrasonografide karaciğer yağlanması üç evrede incelenir: Steatoz 1 (S1), Steatoz 2 (S2) ve Steatoz 3 (S3). En ileri evre S3 olarak tanımlanır. Ayrıca karaciğerin sertliğini ve yağ miktarını ölçmek için Fibroscan adı verilen bir cihaz kullanıyoruz. Bu cihaz yardımıyla karaciğer yağlanması kantitatif olarak değerlendirilmektedir” diye konuştu. YAĞLANMA KARACİĞER YETMEZLİĞİNE DÖNÜŞEBİLİR Son yıllarda karaciğer yağlanmasının karaciğer sirozu ve yetmezliğinin en önemli sebeplerinden biri haline geldiğini ifade eden Prof. Dr. Bilgiç, “25 yıldır hekimlik yapıyorum. Eskiden karaciğer sirozunun en sık sebebi hepatit B ve C iken, günümüzde karaciğer yağlanması bu hastalıkların yerini almaktadır. Bu da gösteriyor ki, sağlıklı yaşam alışkanlıklarının benimsenmesi karaciğer sağlığını korumada kritik rol oynamaktadır” şeklinde konuştu.
Source: Internet Haber
Kene kabusunda hayati uyarı: En büyük hatalardan!
Erzincan Mengücek Gazi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları Klinik Mikrobiyoloji Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Faruk Karakeçili, Kırım Kongo Kanamalı Ateşi hastalığı hakkında önemli bir açıklamada bulundu. “YILLARDIR SÖYLÜYORUZ” Halk arasında ” kene kırma” diye bilinen yöntemin çok yanlış olduğunu vurgulayan Karakeçili, şu ifadeleri kullandı: “Kırım Kongo Kanamalı Ateşi artık çok aşina olduğumuz bölgemizin bir gerçeği. Genellikle nisan, mayıs aylarında hızla artmaya başlıyor. Vatandaşlarımızı bilgilendiriyoruz, korunma yöntemleri ve diğer hususlarda. Hayvanların üzerinden çıplak elle keneleri koparıp, ezip atılması; buna halk arasında “kene kırma” deniyor. En büyük hatalardan birisi. Bunu yıllardır vatandaşlarımıza söylüyoruz, bilgilendirmeler yapıyoruz. Hala kene kırma vakasıyla karşılaşıyoruz.”
Source: Gökhan Karataş