“Sağlık Rehberi – Mide Kanseri, Skolyoz Taraması ve Hamilelikte Zencefil”

Agim Sulaj’la Fellini’nin Rimini’si

Geçen hafta İtalya’da Bologna şehrindeydim.Oradan da trenle Rimini’ye geçtim.. Sinema ve karikatür iki kardeş sanat dalı gibi. İkisi de birbirinden besleniyor.Arnavut asıllı İtalyan ressam ve karikatürist Agim Sulaj’la İzmir Mizah Festivali’nde tanışmıştık.Rimini’ye gidip onu Fellini’nin şehrinde görmeyi de başardım.İtalyan yönetmen Federico Fellini’yle çalıştığını, hatta ona ithaf ettiğini bir serginin olduğunu da biliyordum. Onunla Rimini’de uzun vakit geçirdim. Fellini Müzesi, Cinema Fulgor’u da gördüm. Agim Sulaj’ın Fellini filmlerini hatırlattığı resimleri Rimini’ye ayrı bir hava katıyor.Trenle Bologna’ya dönerken kendimi iyi hissettim. Bologna, Emilia-Romagna bölgesinin başkentidir. Olağanüstü bir yerdir. Ve Avrupa’nın en eski üniversitesinin bulunduğu yerdir.Fırsatı bulunca gidin bence.Unutulmaz bir aşkın öyküsüSeyfettin Araç’ın gerçek bir yaşam öyküsünden yola çıkarak kaleme aldığı “Zamanı Tanrı Yaşar” adlı roman, düşsel bir aşkın ve kapkara sırların peşinde, birbirine bağlı hayatlar ve yarım kalan aşklar, tesadüflerle örülü karşılaşmalar, epik zamanlar ve hayatın kırılganlığı üzerine düşündürüyor.Unutulmaz bir aşkın peşinden sürüklendiğimiz bu hikâyede, okuyucuları, Kapadokya’nın şiirsel atmosferinden Almanya’nın karmaşık sokaklarına, Fransız Rivierası’na tadına doyulmaz bir yolculuk bekliyor.Nisanda Can Yayınları!◊ “Papirüs’ten Başyazılar”, Cemal Süreya’nın 53 sayı yayımladığı Papirüs dergisindeki yazılarını bir araya getiren özel bir derleme. Süreya’nın şiire, hayata, siyasete ve sanata dair görüşlerini dile getirdiği bu yazılar, şairin dünyaya nasıl bir gözle baktığını da gözler önüne seriyor.◊ Yunan mimar ve yazar Panos Çelebis’in 1930’lu yıllarda kaleme aldığı “Kabadayı Stavris’in Hikâyeleri” kabadayılardan memurlara, düşkün kadınlardan yoksul halka kadar birçok farklı sosyal çevreden karakter ve insanın öyküsünü anlatıyor.◊ Yapıtlarıyla ölümsüzleşmiş iki ismin, Albert Camus’yle René Char’ın birbirlerine yazdığı mektuplardan oluşan “Yazışmalar 1946-1959”, iki edebiyatçı arasındaki dostluğun anlatısı.Suare edebiyat buluşmaları Edebiyatı merkezine alarak kültür ve sanat dünyasında disiplinlerarası bir yayın olmayı hedefleyen Suare Dergi, çağdaş edebiyatın önde gelen yazarlarını ile üyelerini buluşturuyor.Yazarların, eserleriyle birlikte konuk olacağı bu buluşmaların ilki Hakan Akdoğan, ikincisi de Mine Söğüt ile gerçekleşecek. Hakan Akdoğan ile 26 Mart Çarşamba günü İstanbul Sinema Müzesi (Tarihi Atlas Sineması) binasında gerçekleşecek sohbette, yazarın yeni çıkan romanı üzerinden “Dışarı Kilitlenmek, İçeri Kovulmak” kavramları ele alınacak.Mine Söğüt ile 8 Nisan Salı günü BPR Guest House’da gerçekleşecek buluşmada ise yazarın son kitabı “Başkalarının Tanrısı” üzerine konuşulacak. Suare Buluşmaları, edebiyatseverleri bir araya getirirken, kitapseverleri yazarlarla buluşturmaya devam etmeyi istiyor.Kim Ne Okuyor? ◊ Nazan Öncel, Ahmet Büke’nin “Deli İbram Divanı” adlı eserini okuyor.◊ Hatice Aslan, Frederic Gros’un “Yürümenin Felsefesi” adlı eserini okuyor. ◊ Hakan Bıçakçı, Cemil Kavukçu’nun “Karanlığın Rengi” adlı eserini okuyor.◊ İnci Ertuğrul, Luc Ferry’nin “Transhümanist Devrim” adlı eserini okuyor.Kadınların kültürel tarihiLeman Dorsay’ın yeni bir kitabı yayımlanıyor, kitabın adı “Kadın ve Yaşam”. Bu kitabı Puslu Yayıncılık okuyucuyla buluşturacak.Bizde ve dünyada kadınlara yapılanları merak ediyor olmalısınız. Kadınlar acaba hak ettikleri yerlerdeler mi yoksa senede bir gün “Kadınlar Günü” kutlamasıyla teselli mi ediliyorlar? Düşündüren, üzen ama umut da veren bir kitap geliyor.Turgay Noyan’ın yeni kitabıEkranlarda ya da gazetelerde izleyip okuduğunuz haberler acaba nasıl hazırlanıyor? İsimlerine aşina olsak da yakından tanındığında bu kişiler nasıl insanlardır? Üstelik bu eserde okuyacağınız anekdotlar sizlere objektiflerin ardındaki gerçekleri de gösteriyor. “Gazeteci”, Turgay Noyan’ın akıcı anlatımıyla bizleri gülümsetmeyi başarıyor. 122 sayfalık eserde 31 ayrı hikâye ve onlarca ünlü gazeteci yer alıyor.

Source: Sayım Çınar


Birden fazla şikayetle kendini gösteriyor: Mide Kanseri meğer bu hatalardan gelişiyormuş!

Mide kanseri, erken aşamalarda genellikle belirgin semptomlar göstermediği için fark edilmesi güç olabilen, ancak tedavi edilmediği takdirde ciddi sağlık sorunlarına yol açabilen bir hastalıktır. Karın bölgesinde ağrı, mide yanması, iştah kaybı ve ani kilo kaybı gibi belirtiler zamanla daha belirgin hale gelebilir. Sigara içmek, aşırı tuzlu gıdalar tüketmek, düzensiz beslenmek ve genetik faktörler mide kanseri gelişiminde etkili olan başlıca risk faktörleri arasında yer almaktadır.Havucu tüketmeyi alışkanlık haline getirenleri sevindiren haber! Yeni özelliği keşfedildiGÖRÜLME SIKLIĞI ERKEKLERDE 4″ÜNCÜ, KADINLARDA 7″İNCİ SIRADA!Bu bağlamda Medicana International İstanbul Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Cengizhan Yiğitler, mide kanseri hakkında önemli bilgiler verdi. Prof. Dr. Cengizhan Yiğitler, “Mide kanseri vakalarının büyük bir kısmı mide iç zarından kaynaklanmaktadır. Tüm kanser türleri arasında görülme sıklığı bakımından 5’inci sırada yer alırken, erkeklerde 4’üncü, kadınlarda ise 7’nci sıradadır.Gizli tehlike: Pek çok kişi bu yüzden ölüyor! Uzun yola çıkanlara Akciğer Pıhtısı uyarısıİŞTE, MİDE KANSERİ”NİN BELİRTİLERİ…Tanı, anestezi altında yapılabilecek bir görüntüleme yöntemi olan endoskopi ile konulabilmektedir. Endoskopi ile mide iç zarı detaylı olarak incelenerek kanser belirtileri tespit edilebilir. Mide kanserine özgü bir belirti olmamakla birlikte, karın üst kısmında ağrı ve yanma, istemsiz kilo kaybı, iştahsızlık ve bazı hastalarda ete karşı tiksinti hissi gibi şikâyetler görülebilir” şeklinde konuştu.Hem böbreklere hem kalbe zarar veriyor! Eğer kan şekeriniz ani yükselip hızlı düşüyorsa…MİDE KANSERİ TEDAVİSİNDE MULTIDISIPLINER YAKLAŞIM ÇOK ÖNEMLİÖzgül olmayan bu yakınmalarla endoskopik inceleme yapılınca, mide iç zarında kabarık bir bölgenin ortasında ülser halinde görülüp biyopsi alındığını belirten Prof. Dr. Cengizhan Yiğitler, “Alınan biyopsilerin mikroskopta incelenmesiyle tanı konulur. Bu incelemeyle yerleşim yeri ve büyüklüğü de belirlenir. Bundan sonra hastalığın vücutta yaygınlığının olup olmadığını araştırma aşaması gelir. Bu amaçla bir akciğer ve karın tomografisi çekilir. Bunun yanında biyokimyasal araştırmalar, serum belirteçleri, moleküler incelemeler, gerekirse PET-BT inceleme yapılır. Böylelikle hastalığın klinik evrelemesi yapılmış olunur. Bununla hastanın durumu, cerrah, gastroenterolog, tıbbi onkolog, radyasyon onkoloğu, radyolog, nükleer tıp uzmanının yer aldığı bir kurulda bu sonuçlar değerlendirilerek, her hastaya özgü tedavi yaklaşımı ortaya konulur. Buna göre hastalar lokal hastalık, lokal ileri hastalık ya da yaygın hastalık olarak evrelenir” dedi.ERKEN EVRE MİDE KANSERİNDE CERRAHİ TEDAVİ YETERLİ OLABİLİRProf. Dr. Cengizhan Yiğitler, “Erken veya lokal ileri evre mide kanserinde cerrahi tedavi öncelikli seçenektir. Erken evre tümörlerde cerrahi müdahale tek başına yeterli olabilir ve hastanın sağlıklı bir yaşam sürmesine imkan tanıyabilir. Mide kanseri ameliyatında tümörün yerleşim yerine bağlı olarak midenin bir bölümü veya tamamı çıkarılabilir. Geleneksel açık cerrahinin yanı sıra, uygun hastalarda laparoskopik veya robotik cerrahi de tercih edilebilmektedir” diye konuştu.MİDE KANSERİ”NDE 3″LÜ TEDAVİ YAKLAŞIMIMide kanseri tedavisinde multidisipliner yaklaşımın önemine dikkat çeken Prof. Dr. Yiğitler, sözlerini şöyle sürdürdü:”Hastalığın tanısı ve evrelenmesi sürecinde patolog, radyolog ve gastroenterolog ile iş birliği yapılması gerekir. Erken evrede yakalanan mide kanserleri endoskopik yöntemlerle çıkarılabilir ve bu sayede 5 yıllık sağ kalım oranı artabilir. Midenin dışına taşmış ve lenf nodlarına veya diğer organlara yayılmış tümörlerde radyoterapi ile tümörün küçültülerek cerrahi için uygun hale getirilmesi sağlanabilir. Karaciğer gibi diğer organlara yayılmış vakalarda ise kimyasal tedavi ilk tedavi yaklaşımı olarak uygulanmaktadır.”AMELİYAT SONRASI DOĞRU BESLENME BÜYÜK ÖNEM TAŞIYORCerrahi tedavi sonrasında, yapılan ameliyatın tipi ve yara iyileşme sürecine bağlı olarak hastanede 5-10 gün arasında kalındığını vurgulayan Prof. Dr. Cengizhan Yiğitler, “Bu dönemde beslenme çok önemlidir. Gerek midenin alınması ya da kapasitesinin azalması, gerekse de hareket azlığı ve kullanılan ilaçlar nedeniyle iştahı azalan hastalar, dikkat edilmezse kilo kaybedebilir. Bu durum, yaraların geç iyileşmesine neden olabilir. Bunu önlemek için hastanede yatış süresince damardan ve/veya ağızdan enerji ve protein içeren çözeltiler verilir. Taburcu olduktan sonra da beslenmeye dikkat edilmelidir. Beslenme durumu ile ameliyat sonrası toparlanma süreci doğrudan ilişkilidir” şeklinde konuştu.

Source: Kübra Yılmaz


Kız çocuklarına skolyoz taraması önerisi

Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hüseyin Sina Coşkun, özellikle 10-18 yaş arası kız çocuklarında skolyozun daha yaygın olduğunu, bu nedenle kız çocuklarına 10 ve 12 yaşlarında birkaç kez, erkek çocuklarına ise 13 ve 14 yaşlarında bir kez skolyoz taraması yapılmasını önerdiklerini belirtti. Coşkun, skolyozun omurganın yana doğru eğilmesiyle karakterize edilen ve zamanla 3 boyutlu bir deformiteye dönüşebilen bir hastalık olduğunu vurguladı. Skolyozun ilk başta yana doğru bir eğrilik gösterdiğini ancak zamanla omurganın kendi içinde burkulma hareketi yaparak ciddi bir deformiteye yol açabildiğini aktaran Coşkun, Türkiye de değişen bölgelerde yüzde 0,5 ila yüzde 6 oranında skolyoz vakası olduğunu bildirdi. KIZ ÇOCUKLARINDA DAHA SIK GÖRÜLÜYOR Skolyozun özellikle ergenlik dönemindeki kız çocuklarında daha sık görüldüğüne işaret eden Coşkun, Skolyoz kabaca ergen kız hastalığıdır. Erkek çocuklarda görülmediği anlamına gelmez. Özellikle 10-18 yaş arası kız çocuklarında daha yaygındır, bu nedenle kız çocuklarına 10 ve 12 yaşlarında birkaç kez, erkek çocuklarına ise 13 ve 14 yaşlarında bir kez skolyoz taraması yapılmasını öneriyoruz ifadelerini kullandı. Bazı durumlarda skolyozun başka hastalıkların habercisi olduğunun altını çizen Coşkun, şöyle devam etti: Skolyoz, bazı durumlarda başka hastalıklarla da karıştırılabiliyor. Bazen skolyoz bir hastalık değil başka bir hastalığın habercisi olabilir. Örneğin, bacak kısalığı olan bir çocuk skolyoz düşüncesiyle hastanemize başvurabiliyor. Bu durumda bacak kısalığını tedavi ettiğimizde skolyoz da düzelmiş oluyor. ERKEN TEŞHİSLE TEDAVİ ŞANSI DAHA YÜKSEK Skolyozun erken teşhisi ile tedavi şansının yükseldiğini belirten Doç. Dr. Coşkun, 10 derecenin altındaki eğrilikler postür bozukluğu olarak adlandırılır ve bu durum modern çağın hastalığıdır. Özellikle tablet ve telefon kullanımının artması, spor aktivitelerinin azalması duruş bozukluğunun başlıca nedenleri arasındadır. Diğer yandan nörolojik rahatsızlıklar da skolyozu tetikleyebilir. Ayrıca aile geçmişinde skolyoz vakası olan bireylerde hastalığın görülme olasılığı yüzde 30 daha yüksektir bilgisini paylaştı. Son yıllarda teknolojinin artmasıyla birlikte çocukların daha fazla telefon ve tablet başında zaman geçirdiğini hatırlatan Coşkun, bunun duruş bozukluklarına yol açtığını ancak doğrudan skolyoza neden olup olmadığının bilimsel açıdan henüz kesinleşmediğini bildirdi. Skolyoz hastalığına erken yaşta tanı konulan Neslihan Coşkun ise babaannesinde skolyoz olduğu için annesinin bu konuda bilinçli davranarak kendisine skolyoz taraması yaptırdığını belirterek, şunları kaydetti: Sina Hoca ile iki yıl önce tanıştık. Tedavide 5 adet korse kullandım ancak muayene sırasında hastalığın ilerlediği görüldü ve ameliyata karar verildi. Skolyoz günlük hayatımda zorluklar yaşattı bana. Yürürken ve okul çantamı taşırken zorlanıyordum. Hocamızın desteğiyle bu engelleri aşabileceğimi düşünüyorum.

Source: Habertürk


Hamilelikte zencefil yenir mi?

Gebelik sürecinde beslenme alışkanlıkları, anne adayının sağlığını doğrudan etkilerken, bebeğin gelişimi açısından da kritik bir rol oynar. Bitkisel ürünler ve baharatlar, hamilelikte dikkatli tüketilmesi gereken gıdalar arasında yer alır. Zencefil, mide bulantısını hafifletici ve bağışıklık sistemini güçlendirici etkileriyle bilinir. Ancak aşırı tüketildiğinde olumsuz etkiler de yaratabilir. Peki, hamileler zencefil tüketmeli mi? Hangi miktarlarda tüketilmesi güvenlidir? İşte bilinmesi gerekenler. HAMİLELİKTE ZENCEFİL YENİR Mİ? Zencefil, yüzyıllardır şifalı bitkiler arasında yer almakta olup sindirim sistemini destekleyici ve bağışıklık güçlendirici etkileriyle öne çıkmaktadır. Hamilelik sürecinde de bazı faydalar sağlayabilir: Mide bulantısını hafifletebilir: Hamilelikte sıkça görülen sabah bulantılarını azaltmada etkili olabilir. Bağışıklık sistemini güçlendirebilir: Antioksidan özelliği sayesinde bağışıklığı destekleyebilir. Kan dolaşımını iyileştirebilir: Kan akışını düzenleyerek vücutta rahatlama sağlayabilir. Soğuk algınlığı ve enfeksiyonları önleyebilir: Antibakteriyel özellikleriyle hamilelikte bağışıklık desteği sunabilir. Sindirim sistemini rahatlatabilir: Kabızlık ve şişkinlik gibi sorunların giderilmesine yardımcı olabilir. Bu faydalara rağmen, zencefil tüketiminde dikkat edilmesi gereken bazı noktalar vardır. GEBELİKTE ZENCEFİL YEMEK ZARARLI MI? Zencefil tüketimi, bazı durumlarda hamileler için risk oluşturabilir. İşte dikkat edilmesi gereken durumlar: Aşırı tüketildiğinde kan basıncını düşürebilir. Fazla miktarda tüketildiğinde tansiyonu düşürebilir ve baş dönmesine neden olabilir. Kan sulandırıcı etkisi olabilir. Zencefil, kan sulandırıcı etkilere sahip olduğu için aşırı tüketildiğinde kanama riskini artırabilir. Düşük riskini artırabilir. Özellikle hamileliğin ilk aylarında fazla tüketildiğinde rahim kasılmalarını tetikleyebilir. Mide yanmasına neden olabilir. Baharatlı bir yapıya sahip olduğundan mide asidini artırarak reflüye yol açabilir. Gebeliğin son aylarında rahatsızlık verebilir. Fazla tüketildiğinde doğum sancılarını tetikleyebilir. Bu yüzden, hamileler zencefil tüketimini doktor önerisi doğrultusunda ve kontrollü miktarda yapmalıdır. HAMİLELER ZENCEFİL TÜKETİRKEN NELERE DİKKAT ETMELİDİR? Anne adaylarının zencefil tüketirken şu hususlara dikkat etmesi önemlidir: Günlük miktarı aşmayın. Hamilelikte günlük önerilen zencefil tüketimi genellikle 1 gramı geçmemelidir. Çay olarak tüketirken ölçülü olun. Zencefil çayı gebelikte mideyi rahatlatabilir ancak aşırı tüketimi riskli olabilir. Taze zencefil tercih edin. İşlenmiş veya toz zencefil yerine taze zencefil daha faydalı olabilir. Şekerli veya işlenmiş zencefilden kaçının. Hazır zencefilli şekerlemeler gereksiz katkı maddeleri içerebilir. Kan sulandırıcı ilaç kullanıyorsanız doktora danışın. Zencefilin kanı inceltici etkisi nedeniyle ilaçlarla etkileşime girebilir. Bu kurallara dikkat edilerek tüketildiğinde, zencefilin hamileler için daha güvenli bir besin olmasını sağlamak mümkündür. HAMİLELER İÇİN DAHA SAĞLIKLI ALTERNATİFLER Eğer zencefil tüketmekten çekiniyorsanız veya daha güvenli seçenekler arıyorsanız, şu besinleri deneyebilirsiniz: Rezene çayı – Sindirimi rahatlatıcı etkisiyle mide bulantısını hafifletebilir. Limonlu ılık su – Hamilelikte mide rahatlatıcı etkisi olabilir. Nane çayı – Gaz ve şişkinliği azaltarak sindirimi destekleyebilir. Yoğurt ve kefir – Bağırsak sağlığını destekler, sindirim sistemini düzenler. Elma ve muz – Hafif ve besleyici olmaları sebebiyle mideyi yatıştırabilir. Bu alternatifler, mide rahatlatıcı etkileriyle zencefilin yerine tüketilebilecek sağlıklı seçeneklerdir. ZENCEFİL NASIL TÜKETİLMELİDİR? Hamileler için zencefilin doğru şekilde tüketilmesi önemlidir. İşte bazı sağlıklı tüketim yöntemleri: Sıcak suya birkaç ince dilim taze zencefil ekleyerek çay yapabilirsiniz. Yoğurt içine az miktarda rendeleyerek tüketebilirsiniz. Yemeklerde baharat olarak çok az miktarda kullanabilirsiniz. Bal ve limonla karıştırarak soğuk algınlığına karşı tüketebilirsiniz. Hamilelikte zencefil tüketimi, kontrollü ve ölçülü yapıldığında faydalı olabilir. Hamilelikte zencefil yenir mi? sorusunun cevabı, tüketim miktarına ve bireysel sağlık durumuna bağlıdır. Aşırıya kaçmadan tüketildiğinde mide bulantısını hafifletebilir ve bağışıklığı destekleyebilir. Ancak fazla tüketimi düşük riskini artırabileceği için dikkatli olunmalıdır. Dengeli bir beslenme programı ve doktor tavsiyesiyle, hamilelik sürecinde sağlıklı ve güvenli besin seçimleri yapmak mümkündür.

Source: Habertürk


Kalıcı görme kaybına yol açıyor! Glokom mağduru olmamak için bunu aman sakın yapmayın

Glokom, göz içindeki basıncın artmasıyla birlikte göz sinirlerinde giderek kötüleşen bir hasar oluşturur ve bu da zamanla görme kaybına yol açar. Ayrıca, glokom halk arasında “Karasu hastalığı” adıyla da biliniyor. Görme kaybının en yaygın nedenlerinden biri olan bu hastalık, kataraktın ardından ikinci sırada yer alıyor. Bu yüzden, glokomun erken teşhisi ve uygun tedavi süreci, görme kaybını önlemek açısından büyük önem taşıyor.GLOKOM İÇİN KİMLER RİSK ALTINDA?Glokom için risk altında olanları sıralayan Göz Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Hafize Gökben Ulutaş, “Özellikle göz içi basıncı yüksek olan, ailesinde glokom öyküsü olan, diyabet, düşük kan basıncı ya da yüksek kan basıncına sahip hastaların yanı sıra kalp damar problemi olanlar, sigara kullanan hastalar da glokom açısından daha fazla risk altındadır. 40 yaşın üstündeki hastalarda risk artmakta ancak 60 yaş üzerinde bu risk daha fazla görülmektedir. Ayrıca gözlük kullanan yüksek miyopi ya da yüksek hipermetropisi olan hastalar da risk altındadır. Kortizonun göz damlası olarak kullanımı ya da sistemik kullanımında da glokom riski artmaktadır. Yine göz travmaları da glokom açısından risk oluşturmaktadır” dedi.BU BELİRTİLERE AMAN DİKKAT!Glokomun genellikle sinsi seyreden bir hastalık olduğunu ve ileri evrelere kadar bulgu vermediğinin altını çizen Doç. Dr. Ulutaş, “İleri evrelerde ise hastalarda görme bozuklukları, görme alanı defektleri, gece görme problemleri yaşanmaktadır. Bazen kapalı açılı glokom dediğimiz daha nadir görülen ancak çok şiddetli göz ağrısına neden olabilen, ani, göz içi basıncının çok yükselmesiyle başvuran hastalarımız da olmaktadır. Bunlarda eş zamanlı mide bulantısı, kusma şikâyetleri olmakta ve görme bulanıklıkları gelişmektedir. Bu hastaların da acilen bir göz hekimine başvurup hemen tanısını koyup tedavisinin başlanması gerekmektedir” şeklinde konuştu.GLOKOMUN KESİN TEDAVİSİ BULUNMUYORGlokomun kesin bir tedavisinin olmadığını vurgulayan Ulutaş, “Tedavide bizim amacımız hastaların mevcut görmesini korumak ve hastalığın ilerlemesini durdurmaktır. Tedavide göz damlaları kullanmaktayız. Ancak damlalarla göz içi basıncını düşüremediğimiz durumlarda veya hastanın damlaları tolere edemediği, alerji geliştirdiği ya da damlatamadığı durumlarda lazer ve cerrahi tedavileri de hastalığın durumuna göre tercih etmekteyiz” diye konuştu.GÖZ MUAYENENİZİ SAKIN AKSATMAYIN!Glokomdan korunmak için yapılabileceklere dair tavsiyelerde de bulunan Ulutaş, sözlerine şu şekilde devam etti: “Özellikle 40 yaşından sonra rutin göz muayenelerini aksatmamalıyız. Ailemizde glokom öyküsü varsa ya da glokom açısından riskleri taşıyorsak bu muayeneleri daha sık yaptırmalıyız. Yine şeker hastalığı, düşük tansiyon ya da yüksek tansiyon gibi sistemik hastalıklarımız varsa bunların düzenlenmesi önemlidir. Kortizon kullanıyorsak bu göz muayenesi sıklığını arttırmalıyız ve gözümüzü yaralanmalardan korumalıyız.”

Source: Kübra Yılmaz