“Sağlık ve Refah Güncesi – Kandırmaca, Doğru Teşhis ve Kendine Sevgi”

Kandırmacanın adı: “Açık alan”

Sigara yasağı hayatımıza girdiğinde hepimiz bir “oh” çekmiştik. Kafeler, restoranlar, kapalı alanlar… Hepsi bir anda temiz hava cennetine dönmüştü. Ama sonra… İşin rengi değişti.Ne mi oldu? Kimi işletmeler, yasağı delmenin “ince” yollarını buldu. Adı açık alan ama aslında kapalı. Öyle mekânlar türedi ki dışarıda oturuyorsunuz zannediyorsunuz ama bir bakıyorsunuz; üstü kapanmış, dört tarafı camla çevrilmiş, içerisi dumandan geçilmiyor. Sigara yasağı? Kâğıt üzerinde var tabii! Ama uygulamada işler pek öyle yürümüyor.Bunlar artık standart oldu. Bir kafeye gidiyorsunuz, size “sigara içilmeyen alan mı istersiniz, açık alan mı?” diye soruyorlar. Açık alan deyince insanın aklına temiz hava geliyor değil mi? Ama gelin görün ki o “açık alan” dedikleri yerin üstü plastik brandayla kapatılmış, yanınızda oturan sigarasını tüttürüyor, siz de pasif içiciliğin dibine vuruyorsunuz.Bu nedir arkadaşlar? Madem sigara yasağı var, o zaman neden izin veriliyor?Eskiden bu yasağı harfiyen uygulayan mekânlar şimdi göz göre göre yasağı deliyor. Çünkü denetim yok. Bir dönem denetimler sıkıydı, insanlar kurallara uymak zorundaydı. Ama şimdi bakıyorsunuz, ne yasağı denetleyen var, ne de kurallara uyan…Denetimlerin yeniden sıkılaştırılması gerekiyor. Yoksa bu “yarı açık, yarı kapalı alan” kandırmacasıyla herkes keyfine bakar, biz de duman altında kalmaya devam ederiz.Sigara yasağını sadece bir sağlık meselesi olarak görmemek lazım. Bu yasağın amacı, sigara içmeyenleri korumak. Çocukları, yaşlıları, nefes almak isteyenleri… Sigara içenlerin tercihine saygı duyuyorum. Ama birinin sigara içmesi neden benim temiz hava hakkımı elimden alsın?Ve buradan yetkililere bir çağrım var:Bu kandırmacaya bir dur deyin. Adı açık alan olan ama dört bir yanı kapalı mekânları gerçek anlamda açık alan haline getirin.”Yasağı delmek için geliştirilen bu sözde çözümler, toplumun hakkını gasp etmektir. Herkes sigara içmek istemiyor, herkes sigara kokusunda yemek yemek istemiyor. Ve bu çok basit bir talep…Temiz hava. Algoritma beni deHip Hop’çu yapmış SPOTİFY’ı oğlum Atlas ile ortak kullanıyoruz. Ben müziğin her çeşidini severim ama klasikler benim vazgeçilmezimdir. Yazı yazarken, kitap okurken ya da bir işle uğraşırken fonda hep bir müzik olur. O müzik de çoğu zaman bir klasik eserdir. Beethoven’ın piyanosunu, Chopin’in dokunuşlarını ya da Vivaldi’nin mevsimlerini hiçbir şeye değişmem.Atlas ise 12 yaşında ve müzik zevki tamamen farklı bir dünyadan geliyor. Onun sayesinde yeni nesil sanatçıları da yakından tanır oldum. Hem Türk hem de yabancı müziklerde neler popülerse artık kulağımda yankılanıyor. Atlas; birçok genç gibi ritmi hızlı, enerjisi yüksek müziklerden hoşlanıyor. Hip Hop, dünyanın her köşesinde yükselişte. Sadece bir müzik türü değil; bir kültür, bir yaşam biçimi adeta. Bu dalga gençleri sarıp sarmalıyor ve giderek daha büyük bir kitleyi etkisi altına alıyor.Atlas’ın çalma listeleri de bu rüzgârdan nasibini almış durumda. Çakal, Level C5, Batufleks, Canbay & Wolker, Semicenk… Daha önce adını bile duymadığım bu sanatçılar, onun dünyasında en ön sırada. Başlarda merakla dinledim, anlamaya çalıştım. Ama sonra fark ettim ki bu müzikler bir noktada benim de kulağıma hoş gelmeye başladı.Spotify’ın o meşhur algoritması ise durumu daha eğlenceli bir hale getiriyor. Her yıl sonunda “En Çok Dinlediklerin” listesi gönderiyor ya… İşte tam orada gerçeği görüyorum. Atlas benim algoritmamı da değiştirmiş. Bütün o klasiklerin arasında bir bakıyorum, hop bir “Batufleks – Hızlı ve Öfkeli” ya da “Semicenk – Düşerken Uyan” çalıyor. Meğer ben de farkında olmadan bir Hip Hop’çu olmuşum.Müziğin böylesine güçlü bir bağ kurma gücü var. Atlas, müzik zevkiyle beni yepyeni bir dünyaya davet etti, ben de onu klasiklerle tanıştırıyorum. Belki bir gün Spotify algoritması onun listesinde de bir Chopin parçası önerir.Müzik işte böyle bir şey… Yaşları, tarzları, mesafeleri ortadan kaldırıyor; bir köprü kuruyor. Atlas’la kurduğumuz bu müzik köprüsü; bana hem onun dünyasını keşfetme şansı tanıyor, hem de benim kendi dünyamı onunla paylaşma fırsatı sunuyor.Ve belki de müziğin en güzel yanı bu… Herkesin kendi ritmi var ama bir araya geldiğinde, hepimiz aynı melodinin içinde buluşuyoruz. Ferdi Tayfur efsanesidiye bir şey vardı DÜRÜST olayım, arabesk müzikle aram hiçbir zaman çok sıkı olmadı. Ama onun etkisini görmemek, hissetmemek mümkün değil. Ferdi Tayfur, bu müziğin sadece bir sesi değil, Türk insanının ruh halini yansıtan bir aynası gibiydi.80’lerin sonunda Kuşadası’nda Ferdi Tayfur’la tanıştığımız günü hatırlıyorum. O zamanlar popülaritesinin zirvesindeydi. Sohbet ettik, dinledim ama yine de o ‘Ferdi Tayfur efsanesi’ni tam anlamıyla kavrayamamıştım. Sanatçı dostlarımın gözlerinden, anlattıklarından o etkiyi daha iyi anlamaya başladım. “Ferdi Tayfur hayranlığı” diye bir şey vardı ve bu öyle sıradan bir hayranlık değildi. İçten, derin, hatta kimi zaman mistik bir bağlılıktı bu.1993 yılında Gülhane Parkı’nda düzenlediği 200 bin kişilik konser hala hafızalarda. Bugün böylesi büyük kitlelere ulaşmak sosyal medya çağında daha mümkün. Ama o yıllarda, böylesine devasa bir kalabalık toplamak, sanatçının kitlelere ne kadar dokunduğunun bir göstergesiydi. Ferdi Tayfur sadece şarkı söylemiyordu, insanların hayallerine, dertlerine ve sevinçlerine tercüman oluyordu.Ferdi Tayfur’un şarkıları genelde bir hüzünle başlıyordu. Hayal kırıklıkları, acılar, çaresizlik… Ama o şarkılarda sadece hüzün yoktu. Bir umut, bir tebessüm de saklıydı. Aslında Ferdi Tayfur, Türk insanının ruh halini çok iyi anlamıştı. Günlük hayatın küçük sevinçlerini, büyük hayal kırıklıklarını, içten gelen o “her şeye rağmen” umut duygusunu anlatıyordu.Türk insanı böyledir. Hüzünlenir, üzülür, belki bir süre içine kapanır ama sonra yeniden ayağa kalkar. Ferdi Tayfur’un da arabeskin de fark ettiği de belki de buydu.Kimi zaman hor görülen, kimi zaman küçümsenen bu müzik türü aslında büyük bir sosyolojik gerçekliğe işaret ediyordu.Şehirleşme, göç, yalnızlık, aidiyet arayışı… Bu duyguların hepsi arabesk müzikte yer bulmuştu.Ferdi Tayfur gibi sanatçılar, bir dönem Türkiye’nin ruh halini anlamak için adeta bir rehber oldu. Bir konser alanında toplanan yüz binlerce insanı sadece güzel bir sesle bir araya getiremezsiniz. O insanlar, o sesin anlattığı duygularla bağ kurmuştu. Çünkü o şarkılar, onların kendi hikâyelerini anlatmıştı.Ferdi Tayfur’un dediği gibi:“Bir gün sen de dert görürsen, üzülürsen beni anarsın…”Bu şarkılar o dertleri de umutları da anlamak için hala bizimle.

Source: Deniz Si̇pahi̇


Yıllarca sürekli egzama olarak yanlış teşhis edilen semptomlar yaşadı, aslında meme kanseriydi! Yaşadığı belirtinin gözden kaçırılması hayatına mâl oluyordu

Avustralya”da yaşayan Em Davey, 2021 yılında sağ göğsündeki derinin kuruduğunu ve pul pul döküldüğünü fark etti. Meme derisindeki tahrişin, son beş yıl içinde iki çocuk emzirmesiyle ilgili olduğunu varsayarsak, bu durumu sorgulamak için hiçbir nedeni olmadığını düşündü.Ancak aylar içinde, 41 yaşındaki anne, meme ucunun etrafında ülserleşme yani yara oluşması ve kabuklanma fark etmeye başladı. Bunun üzerine endişelenen Em, doktora gitti.UZUN SÜRE SADECE KREM ÖNERDİLER AMA…Doktorlar bunun egzama olduğunu söyledi ve kremle önerdi. Ancak yara ve kabuklar bir türlü geçmiyordu. Defalarca doktora giden Em, her seferinde egzama ve mantar kremi önerileriyle geri döndü. Ta ki bu geçtiğimiz sonbaharda dikkatli bir doktor biyopsi vermesini isteyene kadar…Em’e eylül ayında yapılan biyopsinin ardından Paget hastalığı teşhisi kondu. Bu, meme başında ortaya çıkan ve genellikle meme kanseri ile ilişkilendirilen nadir görülen bir rahatsızlıktır.Alıntı MetniEm’e yapılan ileri testler meme ucunun arkasında kanserli bir yumrunun yanı sıra süt kanallarında da kanser öncesi hücreler olduğunu ortaya çıkardı. İki çocuk annesi, şimdi hastalığın lenf düğümlerine yayılıp yayılmadığını öğrenmek için sonuçları bekliyor.İLK İŞARETİ DUŞTA FARK ETTİEm, bir şeylerin ters gittiğine dair ilk işareti nasıl fark ettiğini anlattı, “Duştayken sağ meme ucumun tam ortasında oldukça kuru göründüğünü ve küçük, kabuklu bir deri parçasının çıktığını fark ettim. Bunun biraz garip olduğunu düşündüm ama aynı zamanda bunun emzirmeyi bitirmekle ilgili bir şey olabileceğini de düşündüm. Takip eden aylar boyunca sağ meme ucum yavaş yavaş bir dizi değişikliğe uğramaya başladı. Yavaş yavaş oluyordu ama aynı zamanda da barizdi. Kaşınıyor, tahriş oluyor, yanıyor, karıncalanıyor, kuru ve pul pul görünüyordu. Diğeri ise tamamen iyiydi” dedi.Aylar geçtikçe Em’in semptomları biraz iyileşmeye başladı ama sonra tekrar kötüleşmeye başladı. Sonunda meme başı düzleşti. Bu, meme kanserinin bir uyarı işareti olan ters meme başı olarak da bilinir.PAGET HASTALIĞI OLDUKÇA NADİR GÖRÜLÜYOR, EGZAMA İLE KARIŞTIRILIYOR“Eğer siz de böyle bir değişiklik fark ettiyseniz, lütfen en kısa zamanda doktora görünün ve olası bir biyopsi hakkında görüşün. Kremleri kabul etmeyin” diyen Em ekledi:“Ne yazık ki, memenin Paget hastalığı oldukça nadir görüldüğü için meme başı egzaması olarak yanlış teşhis ediliyor. Ne yazık ki benim başıma gelen de bu oldu.”Em, teşhisin ardından sağ meme ucunu ve çevresindeki meme dokusunu çıkarmak için ameliyat oldu. Ayrıca kısa bir süre önce bir yıl sürecek kemoterapi programına başladı.Hiçbir belirtinin çok küçük ya da önemsiz olmadığının altını çizen iki çocuk annesi, “Başkalarının size iyi olduğunuzu ya da abarttığınızı söylemesine izin vermeyin. Geçtiğimiz birkaç ay bana sağlığım ve kendimi savunmam hakkında çok şey öğretti. İçten içe bir şeylerin yolunda gitmediğini biliyordum ama beni dinleyecek birini bulmak çok zordu. Sağlığınız için savaşmaktan asla vazgeçmeyin” ifadelerine yer verdi.MEME KANSERİNİN EN YAYGIN BELİRTİLERİ– Meme kanserinin en yaygın ilk belirtisi memede ağrısız bir yumrudur ancak çoğu kanserli değildir ve iyi huylu olan sıvı dolu kistlerdir.– Meme kanserinin genellikle yayıldığı ilk yer koltuk altındaki lenf düğümleridir. Bu genellikle koltuk altında bir şişlik veya yumru olarak ortaya çıkar.– Bununla birlikte, çukurlaşma ya da kızarıklık gibi cilt değişiklikleri de bir uyarı işareti olabilir.– Bazı durumlarda meme kanseri akıntıya, döküntüye veya meme başı çevresinde kabuklanmaya neden olabilir.– Meme kanseri hastalarının yaklaşık yüzde 1 ila 4″ünü etkileyen Paget hastalığına yakalanan kadınların çoğunda yumru yoktur; bu durumda kanserli hücreler memenin bir veya daha fazla bölgesinde bulunur ve henüz yayılmamıştır.– Son yıllarda doktorlar gençlerde artan kanser vakaları konusunda endişelerini dile getiriyor. Araştırmalara göre, 25 ila 49 yaş arasındaki kişilerde meme kanseri oranları 1990″dan bu yana önemli oranda artmış durumda.– Kilo almaya neden olan sağlıksız beslenme ve alkol kullanımı gibi yaşam tarzı alışkanlıklarının vakalardaki artışa neden olduğu düşünülüyor. Bunun nedeni alkolün kandaki östrojen seviyelerini artırması ve bu hormonun anormal derecede yüksek seviyelerinin meme kanseriyle bağlantılı olmasıdır.– Aşırı kilolu olmak da meme kanseri dahil 13 kanser türü riskini artırıyor.Daily Mail”in “I suffered symptoms for YEARS that were constantly misdiagnosed as eczema…in fact it was deadly breast cancer” başlıklı haberinden derlenmiştir.

Source: Hurriyet.com.tr


Kendinize yapabileceğiniz en büyük iyilik! Başarıya giden yol bunlardan geçiyor…

Bir an durup düşünmeni istiyorum: Kendini değerli hissetmek için gerçekten başkalarının sevgisine muhtaç mısın? Bu sorunun cevabı, içindeki o derin sessizlikte saklıdır: Aslında hayır. Çünkü sen, varlığınla bir mucizesin. Hiçbir sevgi ya da onay, içindeki kıymeti artırmaz ya da eksiltmez. İnsanın öz değerini dış dünyanın sevgisine veya ilgisine bağlaması, kendi özünden uzaklaşmasına yol açar. Sen, başkalarının sana olan sevgisinden bağımsız olarak zaten tam ve yeterlisin. Ama bunu hissetmek, bu gerçeği kucaklamak, bazen hayatın gürültüsü içinde kaybolur. İşte tam da burada, kendi içine dönüp, gönlünün en kuytusundaki o ışığı fark etme zamanı gelir. O ışık, özünden gelen bir davettir: “Buradayım ve hep seninleyim,” der. Her birimizin yolculuğu farklıdır. Kimi zaman sevgisizlik ya da yetersizlik hissiyle boğuşuruz. Bu hisler, geçmişteki yaralardan ve başkalarının yargılarından doğar. Ama unutma: Sen o yaralardan ibaret değilsin. Kalbinin derinliklerinde, bu hisleri aşacak bir güç saklı. İşte o güç, içindeki hikayeyi yeniden yazman için sana yol gösterir. Senin hikayen, sevgiden daha büyük bir gerçeklik üzerine kuruludur. Ve bu gerçeklik, her sabah doğan güneş kadar berrak bir şekilde fısıldar: “Sen değerlisin, çünkü sen “sen”sin.” BAŞKALARINA ŞİFA OL Başkalarının onayını beklemek ya da sevgilerini kazanma çabası, seni içindeki hakikatten uzaklaştırabilir. Oysa kendi varlığını kucakladığında, dışarıda aradığın huzurun zaten içinde olduğunu fark edersin. Çünkü mutluluk, dışarıdan gelmez; içindeki sessizlikte büyür. Kendine değer vermek, bir savaştan ziyade, bir teslimiyet hâlidir. “Ben buyum ve bu hâlimle kendimi kabul ediyorum,” diyebilmek, öz saygının kapısını aralar. Bugün kendine bir an hediye et. Kendinle baş başa kal ve kalbinin neye ihtiyacı olduğunu dinle. Bu, bir fincan kahve eşliğinde sessizce oturmak, bir kitabın satırlarına dalmak ya da sadece derin bir nefes almak olabilir. Kendine sevgi göstermek, önce içindeki eleştirmenle barış yapmayı gerektirir. Hepimizin zihninde yankılanan o sesleri bilirsin: “Yetersizim,” “Daha fazlası olmalıyım.” Bugün o seslere nazikçe şöyle de: “Ben, olduğum hâlimle iyiyim.” Kendine, bir dostuna göstereceğin şefkati göster. Kendini sevmeye başladığında, bu sevginin yalnızca seni değil, çevreni de nasıl dönüştürdüğünü fark edeceksin. Kendini seven bir insan, çevresine de ışık olur. Bu, bir mumun alevinden başka mumların da yanması gibi bir etki yaratır. Senin öz sevgin, başkalarına da şifa olur. İÇİNİZDEKİ IŞIK SİZE PUSULA OLSUN Kendine olan sevgini artırmanın en güçlü yollarından biri de şükretmektir. Hayatında sahip oldukların için minnet duymak, ruhunun derinliklerine dokunur ve seni köklerinden besler. Bugün kendine şu soruyu sor: ” Hayatımı güzelleştiren hangi özelliklerim var?” ya da “Beni ben yapan hangi içsel zenginliklere sahibim?” Bu soruların cevabını yaz ve her kelimenin seni nasıl değiştirdiğini hisset. Kendine olan güvenini artırmanın yollarından biri de basit ama anlamlı hedefler koymaktır. Bu hedefler, seni zorlamaktan çok motive etmelidir. Örneğin, “Bugün kendimle 30 dakika geçireceğim,” diyerek başlayabilirsin. Herkese zaman ayırdın, her zor durumda olanın yanına koştun, bazen kendi işin olmayan yükleri bile üstlendin. Peki, kendine zaman ayırdın mı? Kendine de zaman ayır. Bu küçük adımlar, zamanla seni içindeki potansiyele bir adım daha yaklaştıracaktır. Ve unutma, kendini sevmeye başladığında, hayatına doğru insanlar çekilir. Seni olduğun gibi kabul eden, ışığını gören ve seni sen olduğun için seven insanlar. İçindeki ışık, doğru kişileri bulmanın pusulasıdır. AYNAYA BAKIN GÜZEL SÖZLER SÖYLEYİN Kendi değerini fark etmek, hayatta atman gereken en önemli adımlardan biridir ve bu sorumluluk sadece sana aittir. Kimse senin içindeki kıymeti senden daha iyi bilemez. İnsanlar seni övebilir, başarılarını alkışlayabilir ya da seni eleştirebilir, ama kendi değerini anlamak, başkalarının söylediklerinden değil, kalbinin fısıldadığı gerçeklerden gelir. Bugün kendine dair bir adım at. Bu adım büyük ya da küçük olabilir; önemli olan, içinden gelerek atılmış olmasıdır. Belki geçmişte yaptığın bir hatayı affedersin, belki de uzun zamandır ertelediğin bir hayalin peşinden koşmaya karar verirsin. Kendini affet, çünkü hata yapmak insan olmanın bir parçasıdır. Kendini kabul et, çünkü sen, tüm eksiklerin ve fazlalıklarınla bir bütünsün. Ve en önemlisi, kendini sev. Çünkü bu hayatta sana en çok değer verecek kişi, sensin. Unutma, kendine attığın her adım, ruhunun karanlıklarını aydınlatır ve seni ışığa bir adım daha yaklaştırır. Bugün aynaya bak ve kendine şu sözleri söyle: “Ben yeterliyim. Ben sevgiye layığım. Ben değerliyim.” Çünkü bunu en çok hak eden kişi, sensin.

Source: Hakan Mengüç