“Sağlık ve Wellness Gündemi – İyileşme Yolları ve İlginç Hikayeler”

Basketbolun sesiydi o

Sadece Karşıyaka camiası için değil, Türk basketbolu için de önemli bir figürdü. Basketbolu sadece bir oyun değil, kültür olarak gören bir insandı.Basketbol oynamış, sonrasında Karşıyaka’nın basketbol altyapısını kuran ekibin başında yer almıştı.Ama bunlar sadece satır arası bilgiler.Asıl anlatılması gereken, onun basketbola, Karşıyaka’ya olan tutkusuydu.Onun adı anıldığında aklıma hep o sahne gelir.Karşıyaka Spor Salonu’nun hakem masasının sağ tarafındaki yeri. Oturmazdı orada, yaşardı. Gür sesi, bazen espriyle, bazen sitemle hakemlere, rakiplere seslenirdi.Basketbolun sesiydi o.Sahaya yalnızca oyuncuları değil, ruhunu da çıkarırdı Karşıyaka’nın.Şampiyonluk mu?Evet, Karşıyaka’nın ligdeki o ilk şampiyonluğu onun döneminde geldi.Ama bana kalırsa Ateş Özerk’in asıl şampiyonluğu, Karşıyaka’yı bir basketbol kenti yapmasıdır.Bir hayali vardı.Karşıyaka’nın çocuklarının basketbolla büyümesi.Salona giren her çocuğa “Sen yaparsın” diyebilmek.İşte o yüzden altyapıya bu kadar önem verdi.O kadar çok gencin hayatına dokundu ki, saymakla bitmez.Bir kent kültürü inşa etti. Bir basketbol şehri kurdu.Onu bu hafta toprağa verdik.“Basketbolla yatıp kalkan” bir adamı, en büyük tutkusu basketbol olan bir adamı…Ateş Özerk’in en büyük mirası kupalar, madalyalar değil.O sesini duyan, o dokunuşu hisseden, o hayale inanan çocuklar.Bugün başka yerlerde, başka kulüplerde, başka hayatlarda o basketbol sevgisini taşıyanlar.İşte gerçek şampiyonluk o.Işıklar içinde yat Ateş Abi.Karşıyaka, Türk basketbolu seni unutmaz. Krizlerden izolebir sektör bu futbol Şunu kabul edelim. Dünya son yılların en kritik ekonomik dönemlerinden birini yaşıyor.Amerika Birleşik Devletleri’nde Trump yeniden sahnede, gümrük vergileriyle oynamayı çok seviyor. Ticaret savaşları yeniden gündemde.Avrupa Birliği ise yaşlanan sanayisini yenilemeye çalışıyor, ama sancılı… Enflasyonla boğuşuyorlar, büyüme yerlerde.Çin bile o bildiğimiz yükseliş ivmesini kaybetti, yeni bir yol arıyor.Dünyanın dört bir yanında enflasyon, işsizlik, hayat pahalılığı manşetlerden inmiyor.Türkiye’de de durum farklı mı?Hayat pahalılığı herkesin bir numaralı derdi.Ama bir sektör var ki tüm bu krizlerden sanki izole bir gezegen gibi yaşıyor. Futboldan bahsediyorum.Bakın, Galatasaray’ın Osimhen için 60 milyon dolar vermeye hazır olduğu söyleniyor.Fenerbahçe’nin Duran transferi için dillendirilen yıllık kiralama bedeli 20 milyon dolar.Ve bu fiyatlar her sene biraz daha artıyor.Suudi Arabistan’ın futbola pompaladığı trend de bu enflasyonu körüklüyor.Ama ben başka bir şey düşünüyorum.Elbette futbol tutkudur. Kendimi de ondan başka bir yerde tutmuyorum.Ama tuttuğum takımların transferde rekor kırması yerine, altyapıda rekor kırmasını tercih ederim.Benim için gerçek başarı, milyon dolarlık bonservisler değil, yetiştirilen genç yeteneklerdir.Türkiye’de hangi kulübün alt yapısından Avrupa’ya yıldız çıkıyor?Kaç kulüp gençleri için bir futbol fabrikası kurabiliyor?Şampiyonluklar güzel elbette. Ama ya geleceğin şampiyonlarını yaratmak?Bu daha önemli bence…Belki de artık bir an durup düşünmenin zamanı geldi.Bu kadar parayı tek bir transfer için ödeyeceksek, alt yapıya harcadığımız para da en az o kadar olmalı.Çünkü bu kadar büyük krizler yaşarken, gerçek yatırım geleceği kurmaktan geçiyor.Ben tuttuğum takımların bir süre şampiyon olmamasını kabullenebilirim.Yeter ki, gençlere yatırım yapsınlar… Bildiğimiz yaz mevsimiartık gerilerde kaldı Bugün Ege kıyılarında hava sıcaklığı 40 derecenin üzerinde…Uzmanlar İstanbul’da asfalt sıcaklığının 50 dereceyi bulacağını söylüyor.Birçoğumuzun bir zamanlar bildiği “yaz mevsimi” artık geride kaldı.Temmuz, ağustoslar Ege’de sıcak olurdu ama ağustosun üçüncü hafta sonundan itibaren akşamları bir serinlik başlardı.Eylülün gelişini hepimiz hissederdik.Eylülün ikinci yarısından itibaren de yağmurlar başlardı ve günlerce sürerdi.Şimdi yağmur yok ama sıcaklıklar sanki yazmış gibi devam ediyor.Aslında bu durum sadece bizim için de geçerli değil.Avrupa’da da eski “yaz” takvimi bitti.Euronews’te okudum; yeni bir araştırma yayımlandı.“Climate Resilience for All” adlı kuruluşun raporuna göre Avrupa’da bazı şehirler yılda beş aya kadar aşırı sıcaklığa maruz kalıyor.Araştırmada dikkat çekici bir eşik var; 32 derece.Sağlık için kritik kabul edilen bu sıcaklığa ulaşılan günleri saymışlar.Avrupa şehirlerinde sıcak mevsimler artık ortalama 214 gün sürüyor.Neredeyse yılın üçte ikisi.Atina örneğin…Mayıs ortasından ekim başına kadar yaklaşık 145 gün boyunca 32 dereceyi geçiyor.Lizbon’da bu süre 136 gün.Madrid’de 119 gün.Paris’te bile haziran ortasından eylül ortasına kadar 32 derecenin üzerinde üç ay.İzmir, Ege’nin kıyıları farklı değil; belki de bu gün sayısı daha da fazla olabilir.Bir başka rapor, insan kaynaklı iklim değişikliğinin geçen yıl dünya nüfusunun yarısı için ortalama 30 günlük aşırı sıcaklık eklediğini söylüyor.Dört milyar insan; bir ay fazladan, tehlikeli sıcaklıklara maruz kalıyor.Birleşmiş Milletler; aşırı sıcak günlerin sayısını önceki ortalamanın iki katına çıkardı.Uzmanlar diyor ki…Şehirlerimizi dönüştürmemiz lazım.Yeşil alanlar, serin sığınaklar, ısıyı azaltan binalar, uyarı sistemleri lazım.Bizde ise hala yaz denince akla turizm geliyor.Kentlerimizi dönüştürmeliyiz.Yoksa bir başka geleceği konuşacağız.

Source: Deniz Si̇pahi̇


Türkiye”de 13 milyon kişi aynı derdi taşıyor: Şimdi de iyileşmek için kola içip, patates yiyorlar

İngiltere”de 10, Türkiye’de ise 13 milyon kişiyi etkileyen migren hastalığı, milyonların yaşam kalitesini düşürmeye devam ediyor. Tam olarak nedeni bilinmeyen ve kesin tedavisi bulunmayan migren, insanların gündelik hayatını, iş performansını ve sosyal ilişkilerini derinden etkileyebiliyor. Ağrılar bazen saatler, bazen günlerce sürebiliyor. Bu nedenle, sosyal medyada paylaşılan her yeni yöntem, migren hastalarının ilgisini çekiyor.

“MCMİGREN MENÜSÜ” SOSYAL MEDYADA GÜNDEMDE

BBC”nin aktardığı habere göre son günlerde TikTok’ta yayılmaya başlayan ve “McMigren Menüsü” olarak adlandırılan yeni bir yöntem, dikkat çekiyor. Migren hastası birçok kişi, normal bir kola ile tuzlu patates kızartması yemenin ağrıları hafiflettiğini iddia ediyor. Kullanıcılar, atak anında bu menünün migreni yatıştırdığını savunarak deneyimlerini videolarla paylaşıyor.

İngiltere’nin Oxfordshire bölgesinde yaşayan Nick Cook da bu yöntemi deneyenlerden biri. Haftada beş gün çalıştığını ve sürekli yanında “bir cüzdan dolusu ilaç” taşıdığını söyleyen Cook, atakların geldiğini önceden hissettiğinde kola içmenin bazen ağrısını hafiflettiğini ifade ediyor. Ancak Cook, bu yöntemin ilaçların yerini alamayacağını vurguluyor:“Bu hastalıkla yaşıyorsanız, her şeyi denersiniz.”

TUZ, ŞEKER VE KAFEİN: GEÇİCİ BİR RAHATLAMA MI?

Kronik migren ağrılarıyla mücadele eden 27 yaşındaki Kayleigh Webster ise, patates kızartmasındaki tuzun migren atağını yavaşlattığını söylüyor. Ancak o da temkinli konuşuyor:“Yardımcı oluyor ama kesinlikle bir tedavi değil. Migren, karmaşık bir beyin hastalığı.”

Kafein ve tuz gibi maddelerin sinir sistemini etkileyebildiği bilinse de, uzmanlar bu gıdaların düzenli tedavi aracı olarak kullanılmasının riskli olabileceği konusunda uyarıyor.

UZMANLAR NE DİYOR?

Migren Vakfı’ndan Aile Hekimi Dr. Kay Kennis, kolada bulunan kafeinin bazı kişilerde sinir sistemini uyararak ağrıyı hafifletebileceğini ancak bunun bilimsel olarak netleşmiş bir tedavi yöntemi olmadığını belirtiyor:“Çok fazla kafein tetikleyici de olabilir, uzun vadede durumu kötüleştirebilir.”

Kennis ayrıca fast food ürünlerinin içerdiği yüksek orandaki tiramin maddesinin migren ataklarını tetikleyebileceğini de ekliyor. Uzmanlar, bu nedenle hızlı tüketilen işlenmiş gıdaların dikkatli kullanılması gerektiğine dikkat çekiyor.

BİLİMSEL GELİŞMELER VE YENİ İLAÇLAR

Migren üzerine çalışan nörolog Prof. Peter Goadsby ise migren araştırmalarına son yıllarda daha fazla bütçe ayrıldığını ve bu sayede yeni ilaçların geliştirilmekte olduğunu söylüyor. Özellikle “gepant” adı verilen yeni nesil ilaçların, ağrı sinyallerini taşıyan reseptörleri engelleyerek migren atağını başlamadan durdurabileceği ifade ediliyor.

Goadsby, yaşam tarzı değişikliklerinin de önemine dikkat çekerek şunları ekliyor:“Beyninize dikkat edin. Uyarı işaretlerini tanıyın: esneme, halsizlik, mod değişimleri, tuz veya şeker isteği… Bunları hissediyorsanız, vücudunuzu dinleyin — TikTok’u değil.”

MİGRENLE YAŞAM: KISITLI BİR DÜNYA

Nick Cook’un migrenle kurduğu yaşam tarzı, hastalığın günlük hayata etkisini çarpıcı şekilde özetliyor. Alkol kullanmadığını, kapalı havalarda bile güneş gözlüğü taktığını, seyahate çıkarken yanına özel yastık, elma ve atıştırmalıklar aldığını anlatıyor.

“Çünkü aç kalmak bile atağı tetikleyebiliyor. Arkadaşlarım sabaha kadar içip eğlenirken ben erkenden yatağa çekildim. Ama bu benim hayatım ve bu şekilde yaşıyorum.”

Source: Haber Merkezi


Yaşam parkına gelip yılanların derisini istiyorlar… Amaçları ise oldukça şaşırtıcı

Antalya Doğal Yaşam Parkı”nda, yasa dışı yollarla Türkiye”ye sokulan pitonlar da dahil olmak üzere farklı yılan türlerinin bakım ve gözlemleri yapılıyor. Parkta görevli veteriner hekim Oğulcan Demir, yılanların deri değiştirme sürecinin ağız ve göğüs çevresinden başlayıp kuyruk kısmına ilerlediğini belirterek, “Bu süreç yılanın sağlıklı olduğunu gösterir. Ortalama 15-30 gün sürer dedi. Parkta 3 türde toplam 20 civarında yılan bulunduğunu belirten Demir, “Yaşlı olan yılanımız 25 yaşında, en genci ise 3 aylık. Yılanlar haftada bir besleniyor, sıcaklık ile nem düzeyini doğal ortamlarına uygun şekilde koruyoruz dedi. “CİLT HASTALIKLARINA İYİ GELDİĞİ SÖYLENİYOR”Yılan derisine yönelik dikkat çeken bir talep olduğunu belirten Demir, “Bazı dermatologlar yılan derisinin sedef, egzama gibi cilt hastalıklarına iyi geldiğini savunuyor. Bazı vatandaşlar sürüngen evine ya da idari binaya gelerek deriyi talep ediyor. Ancak bizim böyle dağıtım politikamız yok. Yalnızca parkta sergileme amacıyla kullanıyoruz diye konuştu. MİTOLOJİDE ÖLÜMSÜZLÜĞÜN SİMGESİ YILANYılanın Türk mitolojisindeki sembolik önemine değinen Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zekeriya Karadavut ise “Yılan hem iyiliğin hem kötülüğün simgesi. Deri değiştirmesi onun yeniden doğuşunu, dolayısıyla ölümsüzlüğü temsil eder. Bu yönüyle insanlar yılan derisine doğrudan temas etmeden, onun “gömleğini” kullanarak şifa aramıştır ifadelerini kullandı. “YILAN DERİSİ TOZ HALİNE GETİRİLEREK İLAÇ GİBİ KULLANILDI”Yılan derisinin geçmişte halk arasında yaygın biçimde tedavi amacıyla kullanıldığını belirten Prof. Dr. Karadavut, “Derisi toz haline getirilip draje veya merhem şeklinde uygulanırdı. Özellikle saç dökülmesi, sedef ve yaralarda fayda sağladığı düşünülüyordu. Yılan yağı da zeytinyağı ve kekik yağı gibi doğal ürünlerle karıştırılarak halk arasında merhem haline getirilirdi. Yılan zehri, yılan yağı ve derisi bugün hem geleneksel hem modern tedavi yöntemlerinde yer buluyor. Bu da yılanın mitolojik ve kültürel değerinin ticari bir ürüne evrilmesine neden oluyor. Bugün yılan yağı ürünlerine çok sık rastlayabiliyoruz. Bunun nedeni de bu dedi.

Source: Hurriyet.com.tr