Otofaji ömrü uzatıyor
Otofajinin sözlük anlamı “kendi kendini yemek.” Durumun bilimsel açıklaması ise oldukça farklı. Otofajide hücrelerimiz kendi kendilerini değil, üretim artığı toksik atıklarını, yaşlanmış parçalarını, döküntülerini, toksinlerini yiyerek beslenmeye başlıyor. Otofaji sürecine giren hücreler içlerindeki “lizozom” isimli minik yapıların da yardımıyla “kendi atıklarını” tüketerek yaşamını sürdürmeye başlıyor.Neticede, hücre de beden de beslenme çabasının getireceği zahmetlerden, yüklerden, toksik atıklardan kurtuluyor. Daha önceki üretim atıklarını, yaşlanmış parçalarını enerji kaynağı olarak kullanıp bir tür “iç temizlik”, bir çeşit “doğal detoks” sürecine giriyor. Kısacası otofajide adeta bir “arınma”, toksinlerden kurtulup hafifleme durumu söz konusu.EK BİLGİOTOFAJİNİN MUCİDİ KİMOtofajinin faydalarını bilimsel olarak araştıran Japon biliminsanı Yoshinori Ohsumi 2016’da Nobel Tıp Ödülü’nü kazandı. Peki otofajiyi ilk keşfeden kim ya da kimler? Otofajinin geçmişi insanlık tarihi kadar eski. Oruç onu devreye sokmanın en etkili yollarından biri ve ilki. Çünkü günde 12 saati geçen, 14-16 saatlik açlık kürleri bu hedefe ulaşmak için yeterli. Eğer oruç sürelerini daha sık ve düzenli tekrarlayabilirseniz de açlıkla geçireceğiniz 14-16 saatlik periyodu yalnızca su içmekle sürdürürseniz otofajiyi tetiklemeniz mümkün olabiliyor. Muhtemelen de bu nedenle “iki öğün beslenme” metodu özellikle orta yaşlardan sonra taraftar bulmaya başladı. Özeti şudur: Eğer otofajiden faydalanmak istiyorsanız günde iki öğünle beslenmeyi deneyebilirsiniz.AKLINIZDA OLSUNEGZERSİZİ NE ZAMAN YAPMALISağlıklı biriyseniz günün her saatinde egzersiz yapabilirsiniz. Zaman seçimi size aittir. Ama yine de yatmadan 2 saat öncesi ile yemeğin hemen öncesi ve sonrasında ağır egzersiz yapmanız önerilmez. Eğer amacınız yağ kaybetmekse, egzersiz için en uygun zaman sabah saatleridir.Sabah aç karnına yapılan egzersizler metabolizmayı daha çok hızlandırır. Sabah uyandığınızda (aç karna) kanınızda şeker ve insülin değerleri ile karaciğerinizde glikojen deposu çok düşüktür. Uyanır uyanmaz bir bardak su içip küçük bir parça meyve yedikten (yarım elma, 1–2 kuru kayısı olabilir) hemen sonra, 20–30 dakika orta yoğunlukta bir egzersiz yaparsanız yağ kaybınız daha çok olacaktır.Ayrıca egzersizi ne kadar uzatırsanız, fayda o oranda artıyor. Benim önerim kilo kaybı için hızlı ve tempolu yürüyüşü seçmenizdir.Tempolu yürümek (yani dakikada 120 adımın üzerine çıkmak) aynı zamanda zindelik ve keyif de sağlar. Sabah egzersizinin etkisini artırmak istiyorsanız, egzersizden sonra yoğurt, haşlanmış yumurta beyazı, peynir gibi proteinden zengin bir kahvaltı yapmanızı da tavsiye ederim.Böyle bir kahvaltı kas kitlenizi güçlendirecek, yağ yakmanızı hızlandıracaktır.Özeti şudur: Ardıç kuşu iseniz sabah erken, baykuş iseniz geceleri bile egzersiz yapabilirsiniz, yeter ki düzenli, sürekli ve keyifli olsun…HANGİSİ ÖNEMLİBEL ÇEVRESİ Mİ KARIN ÇEVRESİ MİKilo sorununu takipte kullandığımız “beden kitle indeksi-BKİ” giderek güvenilirliğini yitirdi. Bunun en mühim nedeni BKİ’nin kas ve yağ kriterleri arasında kıyas yapmaktan bile uzak bir kavram olması.Son yıllarda “bel çevresi” ve “bel/kalça oranı” takip kriterleri olarak daha sık kullanılmaya başlandı. Bana göre bu ikili BKİ’den çok daha güvenli.Çünkü bel çevresinde biriken yağlar iç organlara yüklenen ya da onların etraflarını kuşatan kötü yağlar.Bunlar iltihabi süreçleri tetikliyor ve kilo meselesini zamanla bir damar problemi, bir bağışıklık sorunu, bir kanser tehdidi haline dönüştürüyor.Hatırlatalım: Bel çevreniz kadınsanız 90, erkekseniz 100 cm’i asla geçmesin. Bel/kalça oranınız erkekseniz 1’i, kadınsanız 0.8’in üstüne asla çıkmasın.İYİ BİLGİ 1HALSİZ VE YORGUNSANIZ… Aneminiz var mı? Demir, B12 veya folik asidiniz azalmış olabilir mi? D vitamini rezervleriniz ne durumda? Kan şekeriniz düşmüş, sizi bir “kronik hipoglisemik” yapmış mı? İnatçı bir tansiyon düşüklüğünüz var mı? Uyku sorununuz mevcut mu? Motivasyonunuz azalmış, depresif bir ruhsal moda girmiş misiniz? Kronik ve ilerleyici bir organ yetmezliğine (karaciğer, böbrek, kalp, ) yakalanma ihtimaliniz söz konusu mu? Kronik bir enfeksiyonla (tüberküloz, Malta humması, diş kökü iltihabı…) baş başa mısınız? Otoimmün bir hastalığınız (Haşimoto hastalığı, çölyak hastalığı, sedef, vitiligo, hepatit, üveit, artirit) var mı? Mitokondrileriniz hastalanıp yorgun düşmüş olabilir mi? (Mitokondriyel disfonksiyon!)İYİ BİLGİ 2VARİSİNİZ Mİ VAR Fazla kilolarınız varsa verin. Düzenli ama kısa süreli yürüyüşler yapın. Bacak kaslarınızı güçlendiren egzersizleri her gün tekrarlayın. Ayakta uzun süre hareketsiz kalmayın. Yatarken ayaklarınızın altına onları 20-25 cm yükseltecek kadar “destek yastık” koyun. Doktorunuz önermişse “varis çorabı” kullanın. Hamilelik dönemlerinde bu gibi tedbirleri daha sık ve dikkatli uygulayın.
Source: Osman Müftüoğlu
Sessiz ‘istila’
Ah… Ne istila… Hem çaresiz hem de ölümsüz bir vakıa; kuşaktan kuşağa geçen… Meraklandınız, biliyorum… Türlü türlü şeyler geldi aklınıza şimdi… Kiminiz salgın hastalık dedi içinden, kiminiz içimize sızan düşman, bazısı da dedi şeytan. Kimisi iç, kimisi dış güçlerden şüphelendi… Bazıları komünistleri, bir kısım emperyalistleri, kimileri de kapitalistleri suçladı. Birileri uzaydan istila derken, diğerleri üç harfliler ya da Ye’cüc Me’cüc dedi… Oysaki, bildiğiniz gibi değil aslında… Ne dost, ne düşman, ne kardeş, ne amca, dayı oğlu… Ne de karşı komşu… Ne kanlı, canlı… Ne saçlı başlı… Ne de gözü yaşlı… Ne etten, ne de kemikten. Ne tahtadan, ne demirden… Ne yer altından ne üstünden, ne de semadan, fezadan. Öyle bir işgal, istila ki sormayın… Ne gönül yarası, ne ekmek parası… Ne sefanın, ne de cefanın müptelası… Öyle bir istila ki… Ne göz görür, ne kokusu çıkar, ne de kulak duyar… Ne ele gelir, ne de akla… Ne laftan anlar, ne sözden… Ne de kötekten… Bir istila ki; ne suda boğulur, ne ateşte yanar ne de kılıçtan geçirilir… Ne zehir işler, ne kurşun, ne de lazerden ışın… İçten içe sinirlendiniz değil mi? Sadede gel neymiş bu lanet şey söyle artık diye de söylendiniz… Sizsiniz desem… Farkında olmadığınız… Benliğinizi sessizce istila eden tüketme ve tahrip etme hırsınız.PLASTİK GERGİNLİKBu haftaki giriş yazımın hem başlığı hem de içeriğine ilham kaynağı olan Ankara Müzik ve Güzel Sanatlar Üniversitesi, Dr. Öğretim Üyesi, performans sanatçısı ‘Tuğba Çelebi’nin, Mira Koldaş Sanat Galerisi’nde 15 Şubat’ta başlayan ‘İstila’ isimli sergisi oldu. Yakından ilgiyle takip ettiğim sanatçının; içeriğini, insan atıklarından oluşturduğu enstalasyon ve resimleri, günümüz insanının şuursuzca harcadığı doğanın çığlıklarını yansıtıyor. Sergiden öylesine etkilenmişim ki gece gördüğüm rüyalarımı da istila etmiş. Doğanın gerçekten attığı çığlığın sesini duyarak uyandım… Meğerse farkında olmadan bir kâbusa uyumuşum. Uyandığımda insanlığımdan utanmış bir duygu yüklenmişti ruhum. Tüketim çılgınlığına kapılmış, uzuvları çoğunlukla plastikleşmiş insanların; tükettikleri tek kullanımlık eşyalarla birlikte dünyayı işgal edişine tanık olmuştum…YAYLADAN SOFRAYA ‘SARVİZAN’ KAHVALTISITam bir yıl önce açıldığında gidip yiyecekleri tatma fırsatım olmuştu. Hem restoranı açan eltiler; Ferahi ve Sonnur hanımlara hem de mutfaktaki şefleri Celal Usta’yla birlikte geleneksel yöntem ve malzemelerle pişirdikleri yiyeceklerin doğallığına hayran kalmıştım. Bu sefer kahvaltıya gittim, kahvaltıda servis edilen bal hakiki kestane balı ve Hemşin’in ‘Zuğa’ köyünden. Likapa’yı (Yaban mersini) Ferahi Hanım gidip yayladan toplayıp getiriyor ve reçel yapıyor. Tereyağı ve kahvaltı ile muhlama ya da kuymakta kullanılan peynirlerin hepsi İspir’e bağlı ‘Hodaçur Yaylası’ndan geliyor. Bir tek, Ayaş domatesinden hazırladıkları menemen, Ankaralı diyebilirim. Butik ve kısıtlı sayı olunca hafta sonları çok kalabalık oluyor. Ferahi ve Sonnur hanımların eşleri Rüştü ve Ercan beyler desteğe geliyor. Çocukları Dilara, Mustafa, Enes ve Mete de gelip hem geleneksel yemekleri hem de doğal aile dayanışmasını öğreniyorlar. Adını Rize’ye bağlı Hemşin’in eski isminden alan, doğallığın kokusunu fazlasıyla duyumsayacağınız ‘Sarvizan’a gitmenizi öneririm.THE JUNIOR COFFEEZincir kahve dükkânları mantar gibi açıla dursun benim gönlüm her zaman olduğu gibi, butik kahve dükkânlarında. Çoğunlukla aile işletmesi olan bu kahvecilerde pişen kahve ve tatlıların hakikatten hem lezzeti hem de hatırı oluyor. Geçen gün sevdiğim dar sokaklardan birine girince, aslında sokak değil apartman arası geçiş diyebiliriz. Kıtır ve Padam Kafe’nin olduğu ara geçiş dersem hatırlarsınız. İşte oradan geçerken rastladım yeni açılan Junior Coffee dükkânına. Meğerse tanıdıklarmış… Kennedy Caddesi’ndeki Kennedy 41 isimli butik aile dükkânının şubesiymiş. Genç işletmeci çift Ege ve Kemal, anneleri Kıvanç Hanım’la birlikte hem kahve-tatlı pişiriyor hem kendi elleriyle sandviç hazırlayıp salonda çalışıyorlar. Sandviçler şahane… Merhaba demeye gidin derim.
Source: Aziz Devri̇mci̇
Sahur ve iftar uyarısı! Uzmanlardan ramazan reçetesi
Ramazan’ın yaklaşmasıyla birlikte sahur ve iftar hazırlıklarını planlamaya başladı. Gün boyu sürecek oruç sürecinde vücudun ihtiyaç duyduğu enerjiyi sağlamak için sahurda doğru besinlerin tüketilmesi büyük önem taşıyor. Aynı şekilde iftarda da mideyi yormayacak, sağlıklı ve dengeli bir beslenme düzeni oluşturulması gerekiyor. Medipol Acıbadem Bölge Hastanesi’nden Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Ertuğrul Okuyan, Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Yılmaz Bilgiç, İç Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Esra Demir ve Medipol Mega Üniversite Hastanesi’nden Diyetisyen Asya Naz Al, Ramazan ayında sağlıklı beslenme konusunda önemli uyarılarda bulunarak, oruç tutan bireylerin dikkat etmesi gereken noktaları sıraladı. KRONİK HASTALAR MUTLAKA HEKİMİNE DANIŞSIN Kronik kalp yetersizliği olan ve sürekli ilaç kullanmak zorunda olan ve genel durumu bozuk olan hastalarımızın oruç tutmasını uygun bulmadıklarını dile getiren Medipol Acıbadem Bölge Hastanesi’nden Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Ertuğrul Okuyan, “Yeni geçilmiş kalp krizi olan, kontrolsüz yüksek tansiyonu ve kontrolsüz şeker hastalığı olan hastalarımızın oruç tutmasını uygun görmüyoruz. Ritim bozukluğu, kalp kapak hastalığı gibi nedenlerle ciddi kan sulandırıcılar kullanan hastalarımız var. Çünkü sahurla iftar arasındaki süreç değişken olduğu için ilaçları etkin dozda alamayabiliyorlar. Ya ilaç çok fazla geliyor ya miktarı yetersiz geliyor. Belli saatlerde ilaca çok maruz kalmış oluyor, belli saatlerde az maruz kalmış oluyor. Bu da hastalarımızın sağlığını olumsuz yönde etkileyebilir. O nedenle kronik hastalığı olanların ve kronik düzenli ilaç kullanması gereken insanlarımızın mutlaka oruç öncesi, oruç tutma uygun olup olmadığı açısından bir hekimine danışmasında fayda var” diye belirtti. MİDE SORUNLARINA DİKKATRamazan ayı boyunca yeme alışkanlıklarının değiştiğinin altını çizen Medipol Acıbadem Bölge Hastanesi’nden Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Yılmaz Bilgiç, “Yeme alışkanlıkları değiştiği için, normal yeme rutin programımızın dışına çıktığımız için Ramazan ayında, buna bağlı gastrointestinal sistemde bazı problemler de ortaya çıkmaktadır doğal olarak. Bunlar yapılacak küçük yeme değişiklikleriyle tamamen düzelebilen değişikliklerdir. Oruç sırasında çok uzun süreli oruç tuttuğumuzda, uzun süreli aç kaldığımızda mide asiti artar. Ramazan ayında yememize, içmemize dikkat etmemiz lazım. Ramazan ayında iftarda muhakkak çorba yenilmeli. Çorbayla salatanın beraber yenilmesi ve iftarla sahur arasında ara öğünlerin yenilmesi önemlidir. Hızlı ve aşırı derecede bir yemek yemektense sahura kadar bir veya iki tane küçük ara öğünlerle bunun takviye edilerek yapılmalıdır” dedi. HAMUR İŞİNDEN UZAK DURULMALISahur ve iftarda ağır gıdalardan kaçınılması gerektiğini dile getiren Medipol Acıbadem Bölge Hastanesi’nden İç Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Esra Demir, “Sahur ve iftarı ağır gıdalardan arındırılmış bir şekilde yapalım. Özellikle işlenmiş gıdalardan sahurda ve iftarda hazır yiyeceklerden uzak durmanızı tavsiye ediyorum. Sahuru atlamamamız gerekiyor. Sahur bizim için çok önemli bir öğün. Nasıl ki günün içerisinde kahvaltımız çok önemli, sahur da bizim için çok çok önemli. Çünkü sahurda aldığımız yiyecekler gün içerisinde bize enerji verecektir, bizi zinde tutacaktır. Ama sahurda yağlı yiyeceklerden, kızartmalardan, hamur içlerinden uzak durmanızı öneririm. Çünkü bunlar gün içerisinde kan şekerimizi düzensiz arttıracak ve sonrasında da düzensiz insülin salgılanmasına neden olarak reaktif hipoglisemi dediğimiz yemek sonrası şeker düşüşünü yaşatacaktır. Oruçlu olduğumuz için de tekrardan bir şeker alımı olmayacağı için hipoglisemin şikayetlerimiz çok olabilir. O yüzden sahurda proteinden zengin, sağlıklı karbonhidrat şeklinde tercih etmenizi öneririm” şeklinde konuştu. DENGELİ TABAK ŞART!Medipol Mega Üniversite Hastanesi’nden Diyetisyen Asya Naz Al, Özellikle Ramazan dolayısıyla iki öğüne düşen beslenme modelimizde protein eksikliklerinden dolayı kas kayıpları ortaya çıkıyor. Bu nedenle aslında mutlaka tabaklarımızda proteine yer vermemiz gerekiyor. İftarda et, tavuk, balık veya yeşil mercimek gibi kuru baklagillerden fayda alabiliriz. Yine mutlaka tabaklarımızda sebze, özellikle haşlanmış sebzeler olabilir ya da salata şeklinde sebzeleri tercih edebiliriz. Mutlaka sebze ve proteini tabaklarımıza eklememiz gerekiyor. Ramazan”da dikkat etmemiz gereken en önemli şeylerden biri aslında su tüketimi. Su tüketimi bizim için çok önemli çünkü vücut bütün gün aslında 15-16 saat kadar susuz kalıyor. Özellikle su tüketimimizi iftar ve sahur arasına yayarak yani ne sahurda bir anda su tüketimine yüklenmek doğru ne de iftarda yüklenmek doğru” diyerek sözlerini tamamladı.
Source: Internet Haber
Papatya Çayı Nasıl Demlenir? 1 Bardak Suya Ne Kadar Papatya Konulur, Kaynatılır Mı?
Doğada kendiliğinden yetişen papatyalar, sadece görünüşleriyle değil, sundukları faydalar ve hoş aromalarıyla da dikkat çeker. Papatya çayı, sıcak suyla birleştiğinde kendine özgü bir tat ortaya çıkarır ve özellikle sakinleştirici etkisiyle tercih edilir. Ancak papatya çayını tam kıvamında demlemek, lezzetini ve etkisini artırmak açısından önemlidir. Papatya çayı nasıl demlenir, 1 bardak suya ne kadar konulur, kaynatılır mı gibi sorular lezzetli bir çay içebilmek için gerekli sorulardır. Papatya Çayı Nasıl Demlenir? Papatya çayı, en iyi lezzetini ve etkisini koruyabilmesi için doğru demleme yöntemiyle hazırlanmalıdır. Demleme sırasında kullanılan suyun sıcaklığı, papatyaların miktarı ve süzme aşaması çayın aromasını doğrudan etkileyebilir. Gerekli Malzemeler: 1 bardak (200-250 ml) içme suyu 1-2 çay kaşığı kurutulmuş papatya çiçeği Bal veya limon (isteğe bağlı) Adım Adım Papatya Çayı Demleme: Suyu kaynatın ve birkaç dakika dinlendirin. Papatya çayı, çok yüksek sıcaklıkta demlendiğinde acılaşabilir. Bu nedenle su kaynadıktan sonra 1-2 dakika dinlendirilmeli ve yaklaşık 80-90°C sıcaklığa gelmesi beklenmelidir. Papatyaları demliğe veya bardağa koyun. 1 bardak su için 1-2 çay kaşığı kurutulmuş papatya çiçeği yeterlidir. Daha yoğun bir tat isteyenler miktarı artırabilir. Sıcak suyu papatyaların üzerine dökün. Papatyaların sıcak suyla temas ederek aromasını bırakması için üzerini kapatın. Demlenme süresi yaklaşık 5-10 dakika olmalıdır. Daha uzun süre bekletmek çayın tadının acılaşmasına neden olabilir. Süzerek bardağa alın ve isteğe bağlı olarak tatlandırın. Bal veya limon ekleyerek çayın lezzetini artırabilirsiniz. 1 Bardak Suya Ne Kadar Papatya Konulur, Kaynatılır Mı? Papatya çayının lezzetli ve dengeli olması için kullanılan miktarın doğru ayarlanması önemlidir. Fazla papatya kullanıldığında çayın tadı yoğun ve acı olabilir, az kullanıldığında ise etkisi zayıflayabilir. 1 bardak (200-250 ml) su için 1-2 çay kaşığı kurutulmuş papatya çiçeği yeterlidir. Yoğun bir tat isteyenler 2,5 çay kaşığı kullanabilir. Poşet papatya çayı kullanılıyorsa, 1 adet yeterlidir. Papatya çayı doğrudan kaynatılmaz. Kaynar suyun içinde uzun süre kaynatmak, çayın içerisindeki faydalı bileşenlerin bozulmasına ve tadının acılaşmasına neden olabilir. Papatyalar su kaynadıktan sonra eklenmeli ve demlenmeye bırakılmalıdır. Kaynar suya doğrudan atıldığında, papatyalar yanabilir ve istenmeyen tatlar ortaya çıkabilir. En iyi sonuç için suyu kaynattıktan sonra birkaç dakika bekletip 80-90°C”ye düştüğünde papatyalar eklenmelidir.
Source: Sabah
Tavuk etini işte bu yüzden sakın yıkamayın
Çoğu kişi tavuk yemekleri yaparken çiğ tavuğu önce yıkıyor. Fakat bu durum doğru bilinen yanlış alışkanlıklardan biri. Hijyen açısından gerekli olduğu düşünülse de zararlı bir alışkanlık. Singapurlu Dr. Samuel Choudhury, bu alışkanlığın beklenenden daha fazla zarar verebileceği konusunda uyarıda bulunuyor.
Çiğ etin yıkanmasının sanılandan daha güvenli olmadığını ifade eden Dr. Choudhury, bu yaygın alışkanlığın aslında tehlikeli sonuçlara yol açabileceğini söylüyor. Tavuğun yıkanmasının bakterilerden arınacağı düşüncesinin yaygın hatalardan biri olduğunu aktaran Dr. Choudhury,” Çiğ tavukla temas eden herkes aynı derecede şanslı olmayabilir.” dedi.
SALMONELLA VİRÜSÜ BARINDIRIYOR
2019 yılında yapılan bir araştırmada da çiğ tavukları musluk altında yıkayan kişilerin, salmonella gibi zararlı bakterileri mutfakta yayma riskini artırdığını ortaya çıkmıştı.
BAKTERİLER DİĞER GIDALARA DA BULAŞIYOR
ABD Tarım Bakanlığı (USDA) tarafından gerçekleştirilen çalışmaya göre, çiğ kümes hayvanlarını yıkamak bakterilerin diğer gıdalara bulaşmasına da neden olabileceği ortaya konuldu.
Mutfakta bulunan herkesin bu bulaşmadan etkileneceği belirtildi. Dr. Choudhury, su sıçramalarının tezgâh, lavabo ve çevresindeki diğer mutfak gereçlerini kirletebileceğine dikkat çekiyor. Ona göre, tavuğu lavaboda yıkamak, bakterilerin 80 cm”ye kadar yayılmasına sebep olabilir ve bu da meyve, sebze ve diğer gıdaların kontamine olmasına yol açabilir.
Dr. Choudhury, çoğu insanın çiğ tavukla temas ettikten sonra ellerini yeterince uzun süre ya da doğru şekilde yıkamadığını bu hatanın enfeksiyon riskini artırdığını vurguladı.
ÇİĞ TAVUK ETİ NASIL YIKANMALI?
Dr. Choudhury”ye göre, en iyi yöntem tavuğu doğrudan 75 dereceye ulaşana kadar pişirmek. Bu sıcaklıkta pişirilen tavukta bakteri kalmayacağını ifade eden Dr. Choudhury, bunun için ekstra temizlik işlemlerine gerek duyulmayacağın söyledi. Eğer tavuğun haşlanması tercih edilirse kaynatılan suyun kesinlikle dökülmemesi gerektiğini de ekliyor.
TAVUĞU DEĞİL ELİNİZİ YIKAYIN
Dr. Choudhury, tavuğu değil aksine ellerin yıkanması gerektiğinin altını çiziyor. Singapurlu doktor, ayrıca tavuğu suyla da yıkamak istemeyenleri içinde kağıt havluyla bu temizliğin sağlanabileceği önerisinde de bulundu.
Source: Haber Merkezi
Erkeklerde testosteron dibe vurdu! Uzmanlar liste verdi: Hemen bunları yiyin
Bilim insanları, geçmiş yıllara kıyasla erkeklerde ortalama testosteron seviyelerinin ciddi oranda azaldığını belirtiyor. Günümüzde birçok erkek, enerji eksikliği, kas kaybı, depresif ruh hali ve libido düşüklüğü gibi sorunlarla karşı karşıya.
Hormon dengesindeki bu değişimin arkasında ise modern yaşamın getirdiği birçok olumsuz etken bulunuyor.
Düzensiz uyku, işlenmiş gıdaların aşırı tüketimi, plastiklerde bulunan zararlı kimyasallar ve stres, vücudun doğal testosteron üretimini baskılıyor.
Ancak bu düşüşün önüne geçmek mümkün. Uzmanlar, testosteron seviyelerini korumanın en etkili yolunun sağlıklı bir yaşam tarzı benimsemek olduğunu belirtiyor. Doğru beslenme, düzenli egzersiz ve stres yönetimi, hormon dengesini destekleyen en önemli faktörler arasında yer alıyor.
TESTOSTERONU YÜKSELTMEK İÇİN BUNLARI YİYİN
Düşen testosteron seviyeleri, beslenmeyle kısmen kontrol altına alınabiliyor. İşte hormon dengesini destekleyen bazı doğal gıdalar:
Yumurta – İçerdiği sağlıklı yağlar ve D vitamini sayesinde testosteron üretimini destekler.
Kırmızı Et – Çinko ve demir açısından zengin olup testosteron üretimini teşvik eder.
Deniz Ürünleri (İstiridye, Somon, Ton Balığı) – Çinko ve Omega-3 yağ asitleriyle hormon seviyelerini dengeler.
Kuruyemişler (Badem, Ceviz, Fındık) – Sağlıklı yağlar ve mineraller açısından zengin olup testosteronu artırır.
Yeşil Yapraklı Sebzeler (Ispanak, Pazı, Roka) – Magnezyum içeriğiyle hormon üretimine katkıda bulunur.
Sarımsak ve Soğan – İçerdiği doğal bileşenler sayesinde testosteron üretimini artırır.
Zeytinyağı – Sağlıklı yağlar sayesinde vücudun hormon dengesini korumasına yardımcı olur.
Avokado – İçerdiği tekli doymamış yağlar ile testosteron seviyelerini yükseltir.
Bitter Çikolata (Yüksek Kakao Oranı) – Stres hormonlarını düşürerek testosteron seviyesini artırabilir.
Yoğurt ve Kefir – Probiyotik içeriğiyle bağırsak sağlığını koruyarak hormon üretimine destek olur.
Source: Sonuç Sürmeli