Bir katliamın ötesi: Madımak – Yüksel Işık
1993’e kadar “Madımak” denince aklımıza yemeği de yapılan bir bitki gelirdi; türküsü de olan o bitkinin adını taşıyan bir de otel vardı Sivas’ta. Orada konaklayacaklardı, Pir Sultan Abdal etkinliklerine katılmak için Sivas’a giden aydın ve sanatçılarımız. Yaktılar o oteli; hem de içi insan doluyken… O gün, bugündür, “Madımak” denince aklımıza katliam geliyor. Toplumun kalbine saplanmış sayısız cam kırığının yol açtığı bu derin sızıyı anlatacak henüz başka kavram olmadığı için katliam diyoruz. Koskoca bir oteli yakıp, karşısına geçip seyretmek insana ait bir duygu olmasa gerek. O otelde yakılanların arasında bulunan Metin Altıok, şu dizeleri yazarken kim bilir nasıl bir gelecek tasavvurunda bulunmuştu? “İnsan dediğin saçaktaki Güvercinin farkında olacak Ve bir çiçek açacak kendince.” Yaktılar onu. Tıpkı gündüzleri insanların derdine derman olmak için doktorluk yapan, arta kalan zamanlarda sözcükleri sonsuz anlamlarla şöyle güzelleştiren şair Behçet Aysan’ı yaktıkları gibi: “bütün derinlikler sığ/ sözcüklerin hepsi iğreti/ değişen bir şey yok hiç / ölüm hariç. / aynı gökyüzü aynı keder.” Yakılan, yalnızca tepeden tırnağa insanlık değil; Fuzuli’nin, “güzel insanların yurdu” olarak tanımladığı bu coğrafyanın geleceğiydi aynı zamanda. Muhlis Akarsu’nun, “sen insanoğlusun kör olamazsın” dediği halde, kör; Nesimi Çimen’in, “her ne desem sözüm yara/ yar olmayan habersizdir” dediği kadar sağırdılar. Hasret Gültekin’in “Sevgi kuşun kanadında” sözünü duymamak; Edibe Sulari’nin, “ne olursa dini dili/ insanlar dünyanın gülü” şeklindeki sevgisini işitmemek için ateşe verdiler Madımak’ı. İnsanı anlamaları için gecesini gündüzüne katan Asım Bezirci, yaşamı karikatürize ederek anlatan Asaf Koçak ve memleketin derdini dert eden Uğur Kaynar ile tanışmak varken yaktılar onları. Aralarında, gençliğini henüz adımlayan 12 yaşındaki Koray, adıyla müsemma 15 yaşındaki Menekşe ve sonsuzlukla iş 16 yaşındaki Asuman da yakıldı onlarla birlikte. Yaktılar ve Madımak’ta yükselen ateş, bütün Türkiye’yi ve özellikle de 33 canın ocağına düşmüştü; o ocaklar kül oldu. Neden? Çünkü tarih, geleceğin aynasıdır. Tarihi, tozlu sayfalar arasında unutturan aymazlığın hüküm sürdüğü her coğrafya, acılara gark olur. Ne olmuştu Sivas’ta? Yüzyılın başında Anadolu ihtilalinin rotası çizilmişti Sivas’ta. Denilmişti ki “manda ve himaye kabul edilemez; esas olan, milli iradeyi egemen kılmaktır, bunun için Meclisi Mebusan’ın derhal toplanması zorunludur”. Nâzım Hikmet, o günleri şöyle dizeleştirmişti: “Ve böylece, bin dereden su getirdi İstanbul’dan gelen zevat / Sivas, mandayı kabul etmedi fakat” HEDEF CUMHURİYET DEĞERLERİ Tarihin yaptığını, tozlu sayfalar arasında bırakıp ilerlerseniz, geleceğe tutulan aynanızı yitirmiş olursunuz. Geleceği örgütlemez, günü kurtarmak ile yetinirseniz, “manda ve himayeciler”, ansızın çıkarlar karşınıza… Öyle oldu; 1993’ün 2 Temmuzu’nda, ellerinde ateşlerle sardıkları otelin önünde, hançerelerini yırtarcasına, “burada kuruldu, burada yıkılacak” sloganıyla laikliği ve yurttaşların eşitliğini ilke edinmiş Cumhuriyeti hedef almışlardı. Cumhuriyetin değerlerini temsil eden simgesel isimleri ateşe verenler, o ateşi körükleyenler, öfkeden gözleri dönmüş piyonların küresel bir planı uygulamak için harekete geçmişlerdi. Cumhuriyetin yüzyıllık tarihinde benzer acıları yaşadığımız onlarca toplumsal travmanın oluşmasına da piyonlar yol aracılık etmişlerdi. Kışkırtıldıkları tartışma götürmez ve tarihsel tecrübelerden biliyoruz ki yaşananlar, “Şeriat isteriz” diyen iki sakallının kendiliğinden eylemi olmanın ötesinde bir derinliğe sahiptir. 2 Temmuz’da Madımak’ta, üç gün sonra Başbağlar’da planlanan katliamlar, kardeşliği dinamitlemek, Türkiye’yi “küresel güçlerin av sahası” haline getirmek için atılan adımların ilk işaretleridir. 33 canımızın “ateşte semaha durması”, yüreğimize batan cam kırıklarının yol açtığı bir feryada dönüşmüştür ama artık feryattan fazlasına ihtiyacımız olduğu günlerden geçiyoruz. Farkındayım; hâlâ, “Hafik’ten bu yana Banaz’dan öte/Kızılırmak boylarında bir şehir”de bir ateş yanıyor; o ateşin sönmesi, herkesin kendi inancını, hiçbir baskıya maruz kalmadan yaşamasıyla düşünce ve ifade özgürlüğünün önündeki bütün engellerin ortadan kaldırıldığı özgürlükçü, laik ve demokratik bir Türkiye’nin inşa edilmesiyle mümkün olacak. Şairin şu dizeleri de bu düşün izini sürüyor: “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim…“ Madımak’ta yananların canları da, bu hasretin giderilmesine bağlı. YÜKSEL IŞIK YAZAR
Source: Olaylar Ve Görüşler
CHP hedefte çünkü!
İzmir’deki dünkü şafak baskınları, yerel yönetimler üzerinden CHP ailesini yıpratmaya yönelik hamlelerden en yenisi. Ve bu gözaltılar tesadüf değil; planlı, saat ve gün ayarlı eylemler. Tam da İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ’na yönelik operasyonun 100. gününe denk geldi! İmamoğlu’nun tutukluluğunun 100. gününde Saraçhane buluşmasına hazırlanılırken İzmir’e yapılan operasyonun başka bir açıklaması olamaz. Önceki dönem belediye başkanı Tunç Soye r, CHP il başkanı Şenol Aslanoğlu , belediye başkan yardımcıları ve bürokratların polis eşliğinde Emniyet’e götürülmesi üzerinden birileri siyaset mühendisliği yapıyor. Yaygın anlayışa göre, iktidar yargıyı kullanarak muhalefeti dizayn etmeye çalışırken, yerel yönetimlerin elini kolunu bağlıyor. Tam olarak “bir taşla iki kuş” örneği! İzmir iddianamesi ortada yok ancak ilk gelen bilgi kırıntılarına göre bu kez tünel inşaatı ve araç kiralama üzerinden “menfaat” suçlaması yapılıyor. Çünkü son anketlerde CHP, yaşadığı çalkantılara rağmen hâlâ umut veriyor ve iktidarı sallıyor. İşte bu yüzden hedefte Atatürk ’ün partisi. Ama unutulan bir şey var: Savaş cephesinde kurulan bu parti, geri adım atmaz. BU KİMİN 100 KARASI? Tam 100 gündür tutsak İstanbul’un -hem de ciddi bir farkla seçilmiş- belediye başkanı Ekrem İmamoğlu. Kentin kalbi, 19 Mart’tan beri kırık. Bakıyorsunuz yazılana, çizilene; hâlâ ortada somut bir delil yok. Sadece varsayımsal bağlantılar ve sonradan (!) ortaya çıkan itiraflar. İhaleye fesat karıştırmakla başlayan iddianame, şimdi yağlı boya tablo ticaretine evrilmiş durumda. İşte dün, direnişin merkezi İstanbul’da binler, on binler, sonra yüz binler ve televizyonları başındaki milyonlar, bu soyut suçlamalara karşı “Bu kimin 100 karası?” diye haykırdı. İzmir’e yönelik saldırı da bu öfkeyi körükledi. “Bu kimin 100 karası?” sözü, 19 Mart sürecinin mihenk taşıdır. Ve gerçekler ortaya çıkana kadar ülkedeki adalet düzeni yürekleri sızlatmaya devam edecektir. CHP NE YAPMALI? “Ben CHP’li belediye başkanıyım. Halkımı ne kadar çok dinlersem görevimi o kadar iyi yapabilirim. Bugüne kadar ağzından ‘mutlak butlan, kurultay, kayyum’ lafı çıkan bir üreticiyle, pazarcıyla, esnafla, yurttaşla karşılaşmadım. Varsa yoksa ‘pahalılık, batan işletmeler, mutfağa düşmüş ateş, çocuğun eğitimi, barınma…’” Bu sözler, Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Vahap Seçer’e ait. Seçer aslında partinin bundan sonraki yol haritasını çiziyor. Kurultay sürecine ilişkin davanın artık gündemden düşmesi gerektiğini savunuyor. Gerçekten de ana muhalefeti televizyonlarda tartıştırmak birilerinin işine geldi. Aylardır ülke sorunları unutuldu! Trol desteğiyle “kayyumdu, butlandı” derken ortalık bulandırıldı. Bu yüzden artık CHP’ye düşen görev; TÜİK verileriyle “törpülenmiş” enflasyonun iyice erittiği emekli ve memur maaşlarını, aşırı pahalılığı, açlık sorununu, işsizliği, ulusal güvenlik krizini topluma doğru anlatmaktır. Toplumun her kesimine “Biz çözeriz” mesajını net şekilde vermek zorundalar. Bu mesajın ateşini de Özgür Özel yakmalıdır. Parti içi tartışmalara takılmadan. KENEVİR YASASI GEÇERSE! AKP’nin, kenevirden elde edilen ürünlerin eczanelerde satışını öngören yasa teklifi, bir dizi tartışmayı gündeme taşıdı. Öneri yasalaşırsa kenevirin yetiştirilmesi Tarım ve Orman Bakanlığı’na, işlenmesi ve satışı ise Sağlık Bakanlığı’na bağlı olacak. Ancak iki bakanlık, keneviri gerçekten denetleyebilir mi? Bu büyük bir soru işareti. Çünkü Türkiye’nin denetim ve kontrol alanındaki sicili oldukça zayıf. Evet, tıbbi kenevir, uyuşturucu amaçlı kullanılan esrardan farklıdır. Bir görüşe göre kenevir doğaya faydalıdır: 1 dönüm kenevir, 25 dönüm orman kadar oksijen üretir, kâğıt üretiminde de kullanılır. Ancak örneğin Kanada, Türkiye’nin şimdi gündemine aldığı benzer bir yasayı yıllar önce uygulamaya koyduğunda, 15-24 yaş arasındaki uyuşturucu kullanımı yüzde 40 arttı. Onca sıkı denetimlere rağmen! Türkiye gibi kontrol mekanizmalarının zayıf olduğu bir ülkede, kenevir serbestliği ciddi risk taşır. Ülker grubunun önemli ismi Murat Ülker bu konuda uyarılarda bulundu ve önemli veriler sundu. Umarız milletvekilleri bu yasanın tehlikelerinin farkına varır ve gerekli tedbirleri alır. SİLİVRİ”NİN ÖTEKİ YÜZÜ Silivri, yıllardır f tipi cezaeviyle anılıyor olsa da aslında bambaşka bir yaşam barındırıyor. Geçtiğimiz günlerde genç belediye başkanı Bora Balcıoğlu ile sohbet ettikçe ilçenin tarımsal ve turistik potansiyeli ortaya çıktı. Belediyeye ait tarlalarda yapılan ekimler, artan meyve-sebze fiyatlarına karşı umut ışığı oluyor. Ayrıca Silivri’nin “yediveren” olarak bilinen lavanta üretimi, çiftçinin yüzünü güldürüyor. Bir kez ekildiğinde 7-8 yıl ürün veriyor. Balcıoğlu, destek verdikleri inanç turizmi sayesinde bölge halkına yeni bir gelir kapısı açıldığını söylüyor. Örneğin, Ortodoks dünyası için kutsal sayılan Aziz Nektarios ’un evi ve tarihi kiliseleri görmek için Bulgaristan’dan 8 binden fazla turist gelmiş. Oteller dolmuş, çay bahçeleri haftalık cirosunu bir günde yapmış.
Source: Arif Kızılyalın
Sivas katliamı ve insanlığa karşı suçlar – Av. Kemal Akkurt
Bundan 32 yıl önce, 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’da bir katliam yaşandı. 33 sanatçı, aydın ve iki otel çalışanı, gözünü kan bürümüş yaklaşık 15 bin kişilik bir “güruh” tarafından bulundukları Madımak Oteli’nde yakılarak bir “insanlık suçu” işlendi. 20 yıl süren davadan, ölenlerin yakınlarını, müdahil avukatlarını ve vicdan sahibi kamuoyunu tatmin eden bir karar çıkmadı. O zamanki adı Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) olan olağanüstü mahkeme, gerçek suçluları ortaya çıkaramadı. Bir kısım sanıklar, çeşitli hapis cezaları aldılar. Yakalanamayan beş sanığın davası ise 20 yıldır devam ediyordu. Hiç değilse bu beş sanığın cezası zamanaşımına uğramasın, “insanlığa karşı suç” kapsamında cezalandırılsınlar şeklindeki savunmalara, mahkeme ne yazık ki itibar etmedi. Firardaki bu sanıklar yönünden davayı zamanaşımı nedeniyle düşürdü. Bu vesile ile “insanlığa karşı suç” kavramı, hukukçular arasında ve kamuoyunda tartışılmaya başlandı. Eski ceza kanunumuzda yer almayan bu suçu, yeni ceza kanunu (TCK) açık ve net bir şekilde düzenledi. Buna göre siyasi, felsefi, ırkî ve dini düşüncelerle toplumun bir kesimine karşı, bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlenen suçlar, “insanlığa karşı suçlar” olarak kabul edilir. Bu suçlardan dolayı zamanaşımının işlemeyeceği de yasada açıkça düzenlenmiştir ( TCK, madde 77). Tartışılan konu, 2005 tarihinde yürürlüğe giren yeni TCK’deki bu hükmün geriye yürüyüp, 1993 tarihinde işlenen bu katliama uygulanıp uygulanamayacağıdır. Tarafı olduğumuz ve mevzuatımızın bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 7. maddesine göre “Hiç kimse ulusal ve uluslararası hukuka göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı mahkûm edilemez. Yine hiç kimseye, suçun işlendiği sırada uygulanabilecek olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez”. “ZAMANAŞIMI” UYGULANAMAZ Davanın devredildiği Ankara Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi de sözleşmenin bu fıkrasına dayanarak davayı zamanaşımından düşürdü. Ancak aynı maddenin bir de 2. fıkrası var ki mahkeme tüm ısrarlarımıza rağmen bu fıkrayı görmedi ve uygulamadı. 2. fıkraya göre “Bu madde, işlendiği zaman uygar uluslar tarafından tanınan genel hukuk ilkelerine göre suç sayılan bir fiil veya ihmal ile suçlanan bir kimsenin yargılanmasına ve cezalandırılmasına engel değildir”. Yani insanlığa karşı işlenen bir fiil, evrensel hukuk kurallarına göre suç ise böyle bir suç iç hukukta düzenlenmese bile, o kişi veya kişiler her zaman yargılanabilir, cezalandırılabilir, zamanaşımı söz konusu olmaz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları da bu yöndedir. Birleşmiş Milletler’in 1968 tarihli “Savaş Suçları ve İnsanlığa Karşı Suçlar Bakımından Kanuni Sınırlamaların Uygulanmayacağına Dair Sözleşmesi”ne göre, hangi tarihte işlenmiş olursa olsun, insanlığa karşı suçlar yönünden zamanaşımı süresi uygulanmaz. Bu sözleşmeye göre, insanlığa karşı suçları teşvik eden, katılan devlet yetkilileri, özel şahıslar ve bu suçların işlenmesine hoşgörü gösteren kamu görevlileri yönünden de zamanaşımı uygulanmaz. Sözleşmeye göre işledikleri ülkenin iç hukukunu ihlal etsin veya etmesin, siyasal, ırksal veya dinsel sebeplerle zulüm veya katliam yapanların, zamanaşımı söz konusu olmaksızın cezalandırılacağı kararlaştırılmıştır. Nitekim İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Nazi katliamlarının yargılandığı Nürnberg Uluslararası Mahkemesi de Birleşmiş Milletler’in kararıyla zamanaşımı söz konusu olmaksızın yargılama yapmış ve insanlığa karşı suçları işleyenleri cezalandırmıştır. DEVLETİN VARLIK NEDENİ Anayasamızın 90. maddesi ışığında, uluslararası bu sözleşmeler bağlayıcıdır ve yasalarımızın üzerindedir. Sivas katliamı sanıklarının da zamanaşımı söz konusu olmaksızın yargılanmaları ve cezalandırılmaları gerekir. Yalnızca yakalanan 100 civarındaki caninin yargılanması ve cezalandırılmasıyla bu kara sayfa kapatılamaz. Dönemin iktidar gücünü kullanan tüm yetkililerin, ihmali bulunan asker ve Emniyet mensuplarının da yargı önüne çıkarılmaları ve olayın aydınlatılması gerekir. Aksi takdirde ülkemiz bu ayıptan kurtulamaz. Yargılama, adaleti tecelli ettirme işlemidir. Adalet ise adil bir yargılama ile sağlanır. Sivas davasında da ne yazık ki adalet tecelli etmemiştir. Sivas davası da yakın tarihimizde aydınlatılmayan katliamlar arasındaki yerini almıştır. Aydınlatılmayan tüm katliamların sorumlusu devlettir. Hukuk devletinin varlık nedeni, öncelikle katliamları engellemek, buna rağmen gerçekleşirse, tüm failleri ve azmettirenleri ortaya çıkarmaktır. Aksi takdirde devletlerin varlık sebebi kalmaz… Dileğimiz, Türkiye’nin bir daha o karanlık dönemleri yaşamamasıdır. Bunun da yolu, daha fazla demokrasi, hukuk devleti ve insan haklarından geçiyor…
Source: Olaylar Ve Görüşler
Kurultay soruşturması ertelendi, yine belediyelere operasyon başladı: Kaosu rutin yapmaya çalışıyorlar
Kurultay soruşturması tartışmalarıyla bir haftayı geride bırakan CHP, bu kez de İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne yapılan operasyonla karşı karşıya kaldı. İktidarın “kaosu rutin haline getirmeye çalıştığını” belirten CHP kurmayları “İnsanlar yatsın kalksın CHP ile ilgili bir şey konuşsun isteyen bir iktidar var” dedi. Ankara ve İstanbul’da AKP döneminde yapılan usulsüzlüklerle ilgili savcılıklara çok sayıda dosya teslim ettiklerini anımsatan kurmaylar “Ama karşımızda kazandığımız yerel seçimleri milat sayan, öncesine bakmayan bir yapı var” tepkisini gösterdi. Hafta başında kurultay davası 8 Eylül’e ertelenen CHP, dün de güne İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne yapılan operasyonla uyandı. Yaz boyu CHP’yi tartıştırmayı hedefleyen operasyonlarla karşılaşabileceklerini belirten CHP kurmayları, “Kaosu rutin haline getirmeye çalışıyorlar. İnsanlar yatsın kalksın CHP ile ilgili bir şey konuşsun isteyen bir iktidar var. Ülkedeki adaletsizlikler, ara zam bekleyen milyonlar; emekliler konuşulsun istemiyorlar. Bu yüzden her gün farklı şeylerle üzerimize geliyorlar” dedi. Buna karşın Ankara ve İstanbul’da AKP döneminde yapılan usulsüzlüklerle ilgili savcılıklara çok sayıda dosya teslim ettiklerini anımsatan CHP Genel Başkan Yardımcısı Gökan Zeybek “Ama karşımızda kazandığımız yerel seçimleri milat sayan, öncesine bakmayan bir yapı var” tepkisini gösterdi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın belediyelere yapılacak bir operasyonun sinyalini önceden verdiğine dikkat çeken Zeybek “İzmir’de zaten 2 yıla yakın zamandır görevde olmayan insanlar için neyi beklediniz? Siyasetin yargıyla dizayn edildiği bir dönemden geçiyoruz” dedi. BEKLEYEN ANKARA VE İSTANBUL İDDİALARI Öte yandan; CHP’nin Ankara ve İstanbul’da AKP döneminde yapılan yolsuzluklarla ilgili teslim ettiği dosyalar incelenmeyi bekliyor. Bunun yanında Meclis’te söz konusu dosyalarla ilgili verilen önergeler de dikkat çekiyor. Örneğin; Meclis’e bu dönem Yeni Yol Grup Başkanvekili Selçuk Özdağ’ın verdiği bir önergede AKP döneminde İBB’deki yolsuzluk iddialarına değinilerek “15 Temmuz Derneği ve Türkiye Gençlik Vakfı’nın (TÜGVA) su, elektrik ve doğalgaz faturaları da İBB tarafından ödendiği, İBB iştiraki KİPTAŞ’ın 2015 yılında TÜGVA için bir bina yaptığı raporlanmış” denildi. Bu iddialarla ilgili bir soruşturma başlatılıp başlatılmadığı soruldu. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’da önergeye verdiği yanıtta “İBB’den geçmiş döneme ait aldıkları dosyalardan 21’inde hukuka aykırılık bulunmadığını, 7’sinde yapılacak herhangi bir işlem bulunamadığını” savundu. Meclis’e Ankara Büyükşehir Belediyesi Teftiş Kurulu’nun yaptığı tespitler üzerinden sunulan bir diğer önergede ise kurulun toplam 958 milyon 512 bin 143 lira tutarında usulsüzlük ve kamu zararı tespit ettiği bir bakım ve onarım ihalesi soruldu. Ancak bu iddialarla ilgili de bir dönüş yapılmadı. Ankara ile İstanbul’da bu ve benzeri pek çok sayıda iddia soruşturulmayı bekliyor.
Source: Sarp Sağkal
Olayları yaşamış, yazıya dökmüş Hidayet Karakuş anlattı: Madımak”ın “isi” silinemedi
Bu ülkenin ilerici yurtsever insanları olarak 32 yıl önce, 2 Temmuz 1993’te, Sivas Madımak’ta yaşanan, çok sayıda aydınımızın yakılarak yok edildiği acı olayları unutmuyoruz. Yeni kuşakların da geçmişte yaşanan acıları bilmesi ve unutmaması gerektiğini düşünüyoruz. Her 2 Temmuz’da, yakılan değerli aydınlarımızı saygıyla, sevgiyle ve özlemle anıyoruz. Kadim dostumuz Hidayet Karakuş’la 40 yılı aşan bir arkadaşlığımız, dostluğumuz var. Yakın bir dönemde kaybettiğimiz İzmirli bir başka dostumuz şair-yazar Aydoğan Yavaşlı ile birlikte onlar İzmirli olarak Sivas’taki etkinlikte yer almışlardı. Geçmişte bazı etkinliklerde birlikte olduğumuz ünlü edebiyat eleştirmeni Asım Bezirci’nin; şiirlerini beğeniyle okuduğumuz Metin Altıok’un, Behçet Aysan’ın; türkülerini keyifle dinlediğimiz Aşık Nesimi Çimen’in, Hasret Gültekin’in de orada olduğunu sonradan öğrenmiştik. Daha pek çok aydın, sanatçı ve genç, olayların tam da ortasında kalmıştı. Ünlü mizah yazarımız Aziz Nesin ise, olayların boy hedefi yapılmıştı. İşte yıllar sonra yine bir 2 Temmuz’da, Madımak olayını yaşamış Hidayet Karakuş’la, 32 yıl öncesini konuşuyoruz. Ona ilk sorumuz “2 Temmuz Sivas yangınını yaşamış, yüreğine ve bilincine kazımış bir düşün insanı olarak 2 Temmuz’larda neler duyumsuyorsunuz, neler düşünüyorsunuz?” oluyor. Karakuş, bu sorumuzu şöyle yanıtlıyor: “Sivas katliamının her yıldönümünde değil, orada yakılan her arkadaşın, her gencin adı geçtikçe o günü yeniden yaşıyorum. Oteldeki her dakika, gözümün önünden geçiyor, sokaktaki saldırganların taşlarla, tuğlalarla, molozlarla indirdikleri camların şangırtılarını duyuyorum. Merdivenlerde oturup nişanlısının saçlarını sıkıntıdan ince ince ören gencin kaygılı yüzünü görüyorum. Asım Bezirci’nin bulduğu ince bir çıtayla bize şakalar yaptığını anımsıyorum. Merdivenlerde barikat kuran arkadaşların sabırlı, gergin, umarsız bekleyişini görüyorum her 2 Temmuz’da. Metin Altıok’un elindeki fırçayla ortalıkta dolaştığını, Uğur Kaynar’ın düşünceli yüzünü, Behçet Aysan’ın kendi içine dönük bakışlarını görüyorum… Sonu belirsiz bir bekleyişimizi anımsıyorum. Sonra kulaklarımızda şeriat çığlıkları; “Cumhuriyet burada kuruldu, burada yıkılacak”, “Şeriat gelecek laiklik bitecek”, “Hain vali, Şeytan Aziz” haykırışları… Azgın kalabalığın “Yak ulan, yak çığlıkları!” Unutulur mu! ACILAR SAĞALTILDI MI? Sevgili Karakuş’a, “O günden bu yana 32 yıl geçti. Acaba bu uzun süreçte acıların sağaltımı için gerekenler yapıldı mı?” diye bir soru yöneltiyoruz. Acı acı gülümseyerek hüzünle şunları söylüyor: “Devlet, Sivas’ta yakılanların yaralarını sağaltmayı düşündü mü ki? Mahkemelerin sanıkların gösterilerine sahne olduğu, sanıkların karakolların yakınlarında gizlenip ceza almadan ecelleriyle öldükleri, kimilerinin yurtdışında iş kurup evlendiği bilinirken hangi yarayı sarmayı düşündü ki devlet… Aileler dağılırken, dava zamanaşımıyla bitirilirken yaşanan acıların da bittiğini mi sanıyorlar…” Hidayet Karakuş’a “Siz bir yazın insanı olarak Sivas’ın romanını, şiirlerini yazdınız. Düşün ve yazın alanında Sivas yangını üstüne yazılanları, yapılanları yeterli buluyor musunuz? Günümüzde bu olaya nasıl yaklaşılmalı ve nasıl bakılmalı?” diyoruz. O da şunları söylüyor: “Sivas’ta yakılan her insanın, geride kalanlarıyla birlikte şiiri romanı, öyküsü yazılmalı. Şimdiye değin yazılanlara baktığımda bence çok yetersiz geliyor. Günümüzde bu olaya adaletin keskin kılıcıyla yaklaşmak bundan sonra olacakların önüne geçecektir. Laik, demokratik, bilimsel eğitime ağırlık verip yepyeni aydınlık insanlar yetiştirmekle köklü bur çözüme varılır. Bu konuda da Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün çizdiği eğitim anlayışı, öğretmene yaklaşımı, bilimsel bakışı temel ilkedir her zaman. Aydınlarımızın olayı insanlığın tarihsel akışına oturtarak değerlendirmesi gerekiyor. Bunu yapınca da karanlıkla aydınlığın savaşımında aydınlıktan yana olmak gibi bir görevleri vardır.” Peki Aydınlanmadan yana olan çevreler, bu olayı nasıl yorumlayıp değerlendirmeli? Bu büyük acıdan hangi dersler çıkarılmalı? Aydınlanma karşıtlarının kör karanlığı, günümüzde de sürüyor mu” sorumuza, sevgili Karakuş şöyle yanıt veriyor: “İNANÇ TARTIŞILAMAZ” “Aydınlanmadan yana olan çevreler bilimden sapmamalı. Söz, düşünce özgürlüğünü hem sonuna dek savunmalı, hem her şeyi göze alarak bu özgürlüğü kullanmalıdır. İnsanlığın yolu çok uzundur. Dinsel bakışla bilimsel bakış her zaman çatışmıştır, bundan sonra da çatışacaktır. Din bir inançlar sistemidir. İnsanın inancı tartışılmaz. Bilimse her zaman tartışmaya açıktır; akıl yoluyla, kendi yöntemleriyle gerçeği bulmaya çalışır. Dinin gerçeği sabittir, değişmez. Sürekli değişen dünyada inançlar laiklikle yurttaşın vicdanına bırakılmış, devlet yönetiminden dinsel kurallar temizlenmiştir. Çözüm de buradadır. Aydınlanmanın karşıtlarının kör karanlığı sürmeseydi bunları konuşmak gereği duymazdık. Öylesine sürüyor ki ülkemiz kırk yıl önceki Türkiye’den de kırk elli yıl geridedir şimdi.” AYDINLIK BİR ÜLKE ÖZLEMİ Karakuş, Madımak yangınının, böylesi acı bir olayın bir daha yaşanmaması için; günümüzde ve gelecekte yapılması gerekenleri şöyle sıralıyor: “Bugün ülkemizin en önemli sorunu laik, demokratik eğitim, üretim, hak adalet, hukuktur. İnsan haklarına dayalı evrensel hukuk kuralları temelinde bütün yurttaşların eğitim hakkı, sağlık hakkı, ekonomik yaşamı güvenceye kavuşturulmalıdır. Bunları gerçekleştirirsek çok geçmeden yurdumuz uygar, çağcıl bir dünyanın parçası olur.” idayet Karakuş’un çizdiği tabloya uygun bir ülkenin özlemini bilincimizde ve yüreğimizde duyumsayarak 2 Temmuz olaylarının yıldönümünde, kaybettiğimiz tüm aydınlarımızı ve ilerici yurtsever insanlarımızı saygıyla anıyoruz. Sevgili Karakuş’un dizeleriyle onların anısını selamlıyoruz: “isli bir tarihte yazıldı bu şiirler/ giyilmemiş gelinliklere karanfil gibi / yeşermemiş sevinçlere andolsun diye”
Source: Mehmet Şakir Örs
Madımak katliamının üzerinden 32 yıl geçti: Asla sönmeyen ateş
Sivas’ta Madımak Oteli katliamının üzerinden 32 yıl geçti. 33 aydın ve sanatçının içinde olduğu 35 kişinin yaşamını yitirdiği gerici saldırıya ilişkin haklarında ağırlaştırılmış müebbet verilen 23 sanıktan 17’si tahliye edildi, ikisi ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından affedildi. Öte yandan önceki gün Leman dergisini protesto etmek için toplanan kitlenin Madımak Oteli’ni yakanlarla benzer sloganlar atması dikkat çekti. Otelde yaşamını yitiren Behçet Aysan’ın kızı ve gazetemizin yazarı Eren Aysan, Leman dergisindeki karikatürle başlayan gerici sokak eylemlerine ve “Bu bina yanacak”, “Yakın” çağrılarına dikkat çekti. Aysan, “Bu eylem ve söylem, 32 yıl önce yanan bir otelin dumanının tütmeye devam ettiğini gösteriyor. Bizler otuz iki yıl boyunca yerinde saydığımız adalet mücadelesini, ses duyurma çabasını, engelleri yaşadık. Unutturmamak için yılmadan, usanmadan çalıştık, çabaladık” dedi. Firari sanıkların bilinçli bir şekilde yakalanmadığını belirten Aysan, “Üstelik, cezaevinde hâlâ kaç Sivas hükümlüsü olduğunu bile bilmiyoruz. Çünkü ısrarla sistemli kötülüğün sunduğu sistemli belleksizlik operasyonuna karşı tarihsel vicdana sığınıyoruz. Bir de kendi adıma babamın dizelerine: ‘Birgün bir başka nar ağacının dibinde/ bir başka çocuklar/ Türkiye’yi konuşacaklar’ Bunu biliyorum! Çünkü etimle, kanımla ve canımla bu ülkenin çocuğuyum” diye konuştu. “SİNİR UÇLARI KALDIRMAZ” Ajitasyonun sosyal teoride linç adına en önemli unsur olduğunu anımsatan Aysan, “Linç tasarımı sosyolojide ‘medeniyet kaybı’ unsuruyla bağlantılı olarak ortaya çıktığı için hemen her şey, bütün değerler altüst olur. ‘Boğazını kesin’, ‘paramparça edin ya da elinize kan bulaştırmadan en temizini yapın ve yakın’ talepleri birbirini izler” ifadelerini kullandı. Linç girişiminde bulunanlara “Tahrik olma hakkı” verilmesinin süreci daha da tehlikeli bir noktaya götürdüğünü belirten Aysan, “Bu hak ‘Dini inançlarımıza saldırdı!’dan ‘Ülkemizi bölmek istiyorlar!’a kadar çeşitli gerekçelere dayanabiliyor” değerlendirmesinde bulundu. Toplumsal kutuplaşmaların ve gerilim hatlarının popülist siyaset söylemleri tarafından körüklendiği zamanlarda linç girişimlerinin arttığını çünkü bu durumda toplumun kendisini otorite yerine koyan güruh ile karşı karşıya kaldığını söyleyen Aysan, şöyle konuştu: “Oysa bildiğimiz anlamda hukuku, gerçek anlamda da devlet otoritesinin altını oyan eylemlerdir bunlar. ‘Güvenlik gerekçeli bir şiddet operasyonu’ bir süre sonra tam anlamıyla güvenliksizliğe dönüşür. Ama o noktaya kadar gündelik siyasetin kendilerine yeni bir alan açacağını düşünen siyasetçiler bu durumu bir malzeme olarak kullanma eğilimi içine girer. Büyük bir yanılgıdır aslında bu. Toplumun sinir uçları bu girişimleri bir süre sonra kaldıramaz. Ülkenin bizden olanlar ve teröristler olarak ortadan ikiye bölündüğü aralıkların tehlikesini öngörüyoruz. Ama çaresiziz. Sesimiz sürekli kısılıyor. Çünkü biz adaletsizliğin cezasızlıkla harmanlandığı bir davanın çocuklarıyız.” “BUGÜNÜN GERÇEĞİ BUDUR” “KATLIAMIN yıldönümü bu yıl benim için her zamankinden karanlık. 32. yılda tüm katillerin serbest bırakılmasına tanıklık ettik. İnsanlık suçlarında zamanaşımı kabul edilemez derken keyfi afla sınandık” diyen Metin Altıok’un kızı Zeynep Altıok ise “‘Düşünün, o katiller artık aramızda. Belki otobüste yanınızda oturacak belki markette aynı rafa el uzatacaksınız. Sokakta yanınızdan geçecek’ demiştim. İstanbul’un göbeğinde o gün Sivas’ta atılan sloganları atan güruh işte onlar” dedi. Bu eylemlerin ve eylemcilerin temel cesaretlendiricisinin Kahramanmaraş, Çorum ve Sivas olaylarındaki cezasızlık olduğunu vurgulayan Altıok, “Ne müdahale var ne koruma. Ben önceki gün orada 32 yıl öncenin ortaçağ karanlığını gördüm. Bugünümüzün gerçeği budur” ifadelerini kullandı. Dava avukatlarından Günal Kurşun, “Sivas katliamı tam bir insanlığa karşı suç örneğidir ve insanlığa karşı suçlarda zamanaşımı olmaz. Türkiye’deki adalet sistemi, Sivas katliamına ilişkin yargı pratiğinde sınıfta kalmıştır. Anayasa Mahkemesi, Sivas davasına ilişkin kararı açıklamayarak dosyanın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde gitmesini de uzun süredir engelliyor” dedi. 1993″TEN BUGÜNE YAŞANANLAR MADIMAK’LA ilgili bugüne dek üç ayrı dava açıldı. Polis kayıtlarına göre Madımak Oteli önündeki kalabalık 15 bin kişiyi bulmuştu ancak 170 kişi hakkında dava açıldı. Mahkeme ilk davadan başlayarak çok sayıda tanığı tahliye etti, ilk kararını “adam öldürme” ve Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’na aykırılık suçlarından verdi. Avukatların itirazı üzerine Yargıtay, dosyanın anayasal düzenin ortadan kaldırılması girişimi olduğunu ve bu maddeden yargılanmaları gerektiğini söyledi. Fakat haklarında idam cezası verilen ve sonradan ağırlaştırılmış müebbet cezasına çevrilen sanıkların çoğu yurtdışına kaçtı ya da avukatların ifadesiyle “sistemli biçimde” kaçırıldı. Ana dava 2001’e kadar aşamalı olarak sürdü ve 2002’de sonlandı. Madımak’ın “1 numaralı sanığı” olarak tarif edilen dönemin Refah Partili belediye meclis üyesi Cafer Erçakmak ve arkadaşlarının davası ayrıldı, bu sanıkların da kaçak olduğu biliniyordu. Erçakmak 18 yıldır Avrupa’da aranırken cenazesi 2011’de Sivas’taki evinden çıktı. Fethi kabir ile mezardaki kişinin yüzde 99.99 oranda Erçakmak olduğu belirlendi. Madımak davasının müşteki avukatları, 2014’te Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) hak ihlali başvurusunda bulundu. Ancak aradan 11 yıldan fazla süre geçmesine karşın AYM, Madımak katliamına ilişkin bireysel başvuruyu gündemine alarak karar açıklamadı.
Source: Çağdaş Bayraktar
Aile fotoğrafı
Herkes, NATO Lahey Zirve Toplantısı aile fotoğrafındaki, gece tuvaleti görünümünde açık yeşil elbisesiyle göz kamaştıran, alımlı ve güzel kadın Hollanda Kraliçesi Maxima ’ya odaklanmış ama o fotoğrafta bulunmaması gereken kişiyi, sevgili Emre Kongar atlamamış. Doğrusu tebrike değer bir gözlem çünkü o ayrıntı, NATO Zirvesi’nin en önemli mesajını taşıyor. NATO RUSYA”YA KARŞI Rusya-Ukrayna savaşının başlıca nedeni, Rusya’nın, Ukrayna’nın NATO üyeliğini, Rusya için bardağı taşıracak son damla olarak görmesiydi. NATO üyesi olmayan Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenski ’nin NATO aile fotoğrafında yer alması, Rusya’nın sinir uçlarıyla oynamak ve “Biz Ukrayna’yı üyemiz olarak görüyoruz” mesajıdır. Başka bir ifade ile Rusya bir NATO ülkesine saldırmıştır. Bu durumda NATO Antlaşması’nın, üyelerden birisine yapılan saldırıya NATO’nun bir bütün olarak karşı durmasını öngören, 5. maddesi mi yürürlüktedir? Aslında aile fotoğrafına Zelenski’yi sokmaya gerek yoktu çünkü Rusya-Ukrayna savaşı, NATO’nun yol açtığı ve açıkça desteklediği bir savaştır. O zaman Trump ’ın, Ukrayna’nın değerli madenlerine el koyduktan sonra, savaş sahnesinden çekilmesi hatta Putin ’in elini serbest bırakmasını nasıl yorumlamak gerekir? Bu, NATO ittifakının, Trump’ın keyfine kalmış bir savunma örgütü olduğunu göstermez mi? Trump’ın Avrupa’yı, başının çaresine bakmaya; bir yandan da Avrupa’ya daha fazla Amerikan silahı satabilmek için müttefikleri, savunma harcamalarını milli gelirlerinin yüzde 5’ine çıkarmaya zorlaması ne anlama geliyor? Özellikle hava gücü Avrupa ve ABD silahlarına dayanan Türkiye bu gelişmeleri dikkatle değerlendirmek ve en gerek duyduğu anda, başının çaresine bakmak zorunda kalabileceğini bilerek önlemlerini şimdiden almak zorundadır. Müttefiklerin ne zaman ve ne kadar Türkiye ile birlikte hareket edeceklerini, önceden ve doğru değerlendirmek önemlidir. Özellikle de bazı müttefiklerimizin! Türkiye’ye karşı hasmane tutum aldıkları, diğerlerinin de hemen her zaman onlardan yana tavır koydukları gerçeği ortada iken. YUNANİSTAN VE NATO MÜTTEFİKLERİMİZ Nitekim Yunanistan, son AB Brüksel Zirvesi’nin sonuç bildirisine, Türkiye ile Libya arasındaki Doğu Akdeniz denizalanı anlaşması çerçevesinde yapılacak sismik araştırmaların Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne aykırı olduğuna! ilişkin bir paragrafın girmesini bir kez daha sağladı. Yunanistan’ın bu tür girişimlerinin sayısı çoktur ve AB ve ABD her defasında Yunanistan’ın arkasında yer almıştır. Müttefiklerimizin bu tutumunun yakın gelecekte değişeceğini gösteren bir belirti de yoktur. Bu bağlamda, ABD Başkanı Johnson ’un, Başbakan İsmet İnönü ’nün, “ Yeni bir dünya kurulur. Türkiye o dünyada yerini alır” demesine yol açan, “Kıbrıs’ta ABD silahlarını kullanamazsınız. Kıbrıs’a müdahale nedeniyle Rusya Türkiye’ye saldırırsa, NATO size destek olmakta isteksiz davranır” mealindeki, 5 Haziran 1964 tarihli mektubunu da anımsamakta yarar vardır. Türkiye’nin, etrafında ve dünyada olup biteni dikkatle izlemesi, doğru değerlendirmesi ve stratejisini doğru belirlemesi giderek daha da önem kazanmaktadır. Son günlerde bunu gerektiren başka gelişmeler de oldu. TRUMP NETANYAHU”YA NE YAPTI? “Hem severim hem döverim!” politikası güden Trump, bugünlerde yine Netanyahu ve Erdoğan ’ı yere göğe koyamıyor. Netanyahu’ya övgüler düzüyor ve kendi durumu ile karşılaştırılacağından bile çekinmeyerek “büyük savaşçı” Netanyahu’nun yolsuzluk nedeniyle yargı önüne çıkarılmaması gerektiğini söylüyor. Bir yandan da Netanyahu’ya İran karşısındaki başarısızlığını anımsatacak biçimde, İran’ın başarılı savunması için bir iki cümle etmeyi de unutmuyor. Halbuki Netanyahu ve İsrail ordusu İran’a karşı giriştikleri saldırılarda başarısız olup da ABD’nin başını derde sokmaya başlayınca Netanyahu’yu hizaya getirmiş ve İran ile ateşkese razı etmişti. Trump’ın bununla da yetinmediği ve Netanyahu’yu, Gazze’deki Filistinlileri göç ettirmekten vazgeçirdiği daha da ileri gidip ona, Gazze’nin dört Arap ülkesi ve Colani (Şara) tarafından yönetilmesini de kabul ettirdiği anlaşılıyor. Netanyahu ne yapsın? Eli mahkûm! Doğrusu ibretlik bir teslimiyet ve çaresizlik örneği. Bütün bu olup bitenlerden ders almayanlar, acımasız emperyalizm karşısında boynu bükük olanlar ülkelerini de kendilerini de büyük sıkıntılara sokarlar. Bunu görmek için tarihe bakmaya gerek yok. Son bir aya bakmak yeter.
Source: Ahmet Süha Umar
Zebra koşusu
Siyah beyazdır.
Kendi bedeninde bile zıtlıktır, karşıtlıktır, renk olarak değil, fikir olarak, görüş olarak, siyah da vardır, beyaz da vardır, bizatihi demokrasidir.
Derisi siyah da, şeritleri mi beyazdır, yoksa derisi beyaz da, şeritleri mi siyahtır, tamamen senin niyetine bağlıdır, kimine göre ak’tır, kimine göre kara’dır, dedim ya, özgür düşüncedir.
Asidir zebra… Sırtına binemezsin. Gem vuramazsın. Ama, doğadaki en iyi huylu canlılardan biridir, hoşgörülüdür, dostanedir, tıpkı insanlar gibi sosyal varlıklardır, tıpkı toplum gibi birlikte ve kalabalık halinde yaşarlar.
Barışçıldırlar, yaşadıkları ortamda kimseye düşman değildirler, kimseye garezleri yoktur, kimseye saldırmazlar, faunada herhangi bir başka canlıya zarar verdikleri görülmemiştir, tarihte örneği yok, sakindirler, huzurludurlar.
Gel gör ki, karıncayı bile incitmedikleri halde, daima risk altında yaşarlar, daima tehlike içindedirler, çünkü, vahşi hayvanların hedefidirler. Buna rağmen asla saklanmazlar. Cesurdurlar, mangal yürekli denir ya, öyledirler, merttirler, her yönden tehdit gelebildiği halde, ürkmek tırsmak yerine, meydan okurcasına açık alanda gezerler.
Türkçesi zebra’dır, İngilizcesi de öyle, Almancası da öyle, İtalyanca, Lehce, Danca, Macarca, Çekçe, Portekizce, İspanyolca, Rumence, Boşnakça, İsveççe, hemen her lisanda zebra’dır, evrenseldir.
Eşek gibi değildirler, kafaları çalışır, önsezilidir, bön bön bakmazlar, iyi görürler, iyi duyarlar, iyi koku alırlar, hissederler.
Vatandaş gibidirler, her namuslu vatandaş gibi gerçek kimlikleri vardır, sahte kimlikle dolaşmazlar, her birinin siyah beyaz şeritleri diğerlerinden farklıdır, insanların parmak izi gibidir, adıyla sanıyla yaşarlar, ömürleri boyunca hangisinin kim olduğu bellidir.
Kim olduklarını gösteren o siyah beyaz şeritleri sayesinde, parçalayıcı dişleri, yırtıcı pençeleri, pırrr diye uçacak kanatları olmadığı halde, en vahşi ortamlarda bile gayet rahat, gayet serinkanlı yaşayabilirler. Çünkü… Baş düşmanı olan aslanlar, kaplanlar, leoparlar filan, renk körüdür, aslanlar mesela, yeşili sarıyı, siyahı beyazı ayırt edemezler, sadece hareketi görürler, hareket eden hedeflere şuursuzca saldırırlar, açık alanda hareketsiz duran zebraları işte bu yüzden gözden kaçırırlar! Kavurucu sıcakta topraktan yükselen buhar, görüş alanını titretir, zebra şeritlerini rüzgarda salınan ot yığınlarına benzetir aslanlar, kaplanlar, kafaları karışır, pusuya yatarlar, hata yapılmasını beklerler, biri kıpırdarsa, derhal saldırırlar. Saldırırlar ama hangisine? Toplum gibi kalabalık halinde, topluca gezinen zebralar, tehlike yaklaşınca, çil yavrusu gibi dağılarak her yöne doğru koşmaya başlarlar. E hepsi tıpatıp birbirine benziyor, aslan birini gözüne kestirip, netleştirip, saldırı planı yapamaz, ona mı saldırayım buna mı saldırayım derken, kafası iyice allak bullak olur, birini yakalayayım derken hepsini elinden kaçırır.
Ortam doğal ortamsa, başkaca dış faktör yoksa, herhangi bir suçu günahı olmadığı halde durup dururken saldırıya uğrayan zebralar, hayatta kalır.
Peki ya doğal ortam bozulursa?
İşte o zaman fenadır, az önce anlattığım gibi en somut tehlikeler karşısında bile, en ciddi tehditlere aldırmadan, saklanmadan, korkmadan, çekinmeden, açık alanlarda mertçe dolaşan zebralar, namlunun ucunda mesela, çaresizdirler.
Hani denir ya, tüfek icat oldu mertlik bozuldu, mertlik bozulunca doğal ortam da bozulur, avcı tüfeğini doğrultur, dürbünüyle nişan alır, tetiği yoklar, basar, drann!
Zebra koşuşu başlar.
O drann sesiyle içgüdüsel start verilmiştir, etrafta aslan kaplan yoktur ama, drann sesinden belli, topluca, yan yana, omuz omuza, çılgınlar gibi koşmaya başlarlar, koşarlar koşarlar koşarlar, uzaktan bakarsın, yırttılar galiba dersin, kurtuldular zannedersin, çok şükür biri düşmediğine göre, umutlanırsın, herhalde ıskaladı dersin, ama, avcı o sırada sinsice gülümsüyordur. Koşarlar koşarlar koşarlar, çılgınca, üç dakika, beş dakika, topluca koşarlar, tık… Biri tökezler ve düşer. Vurulmuştur. Çünkü, drann sesinden sonra sısss diye havada ıslık çalarak süzülen mermi, pufff diye saplanmıştır birinin vücuduna, o anda her şey bitmiştir aslında, mermiyi yiyen farkında değildir, hangisine denk geldiğini bilmeden, yürekleri ağızlarında, heyecanla, birbirlerinden ayrılmadan, koşarlar koşarlar koşarlar, kanı boşalana kadar, son damla, ve biri düşer.
Zebra… Toplumdaki sıradan insanlardır.
Vahşi ortamda, kimseye zararları olmadan, kimseye kin gütmeden, kimseye saldırmadan, huzurlu şekilde hayatını sürdürmeye çalışan, evrensel değerleri benimsemiş, demokrasiye, özgür düşünceye inanan, zıtlıkları bünyesinde barındıran, hoşgörülü, barışçıl, kimseyi kandırmayan, kimseye biat etmeyen, sıradan insanlardır.
Evet… Bu anlattıklarımın hepimize tanıdık gelmesi, zebra koşusunun neticesinde hepimizin çok üzülmesi, havada sısss diye ıslık çalarak süzülen o mermiyi, pufff diye vücudumuza saplanmış gibi hissetmemiz, ondan.
Kimseye garezimiz olmadığı halde, toplum içinde dostane şekilde yaşadığımız halde, sosyal varlıklar olarak kalabalık halinde, birbirimize saygı duyarak, birbirimizi rahatsız etmeden, işimizde gücümüzde namusumuzla çalıştığımız halde, daima yüreğimizin ağzımızda olması, ondan.
Sabah evden çıkıyoruz, akşam eve dönene kadar veya gece yatıyoruz, sabahın ilk ışıklarıyla uyandığımızda, öngöremediğimiz saçma sapan tehditlere-tehlikelere maruz kalarak, o mermi metaforu acaba hangimize veya hangi sevdiğimize denk gelecek diye, acaba bugün hangi sevdiğimiz düşecek diye, yüreğimizin ağzımızda olması, bu adaletsiz ortamda sürekli panik halinde, zebra koşusu halinde yaşamamız, ondan.
Ekrem İmamoğlu, Esenyurt, Beşiktaş, Beykoz, Şişli, Büyükçekmece, Gaziosmanpaşa, Avcılar, Adana Seyhan-Ceyhan, Aykut Erdoğdu, Fatih Altaylı, kurultay, şimdi Tunç Soyer, sürek avıdır bu… Zebra koşusudur.
Source: Yılmaz Özdil
Erbaş ve eşi hacca giderken ütücülerini de götürdü
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, hutbelerinde lüks, şatafat ve israftan kaçınılmasını, kamu malına sahip çıkılmasını istiyor ama tam tersini yapıyor. SÖZCÜ, Diyanetin “Şatafat ve israf” belgesine ulaştı. Erbaş çiftinin hac görevi için Ankara’dan Mekke’ye ütücü götürdüğü ortaya çıktı. Ütücü personel hac döneminde Erbaş ve eşinin kıyafetlerini ütüledi. Üst düzey görevlilerin ve Erbaş’ın yakın ekibinin kıyafetleri de, Türkiye’den götürülen Diyanet personeli tarafından ütülendi.
SÖZCÜ hacda ütücü olarak görevlendirilen personelin Arafat’ta Erbaş’lara hizmet verdiğine ilişkin resmi belgeye de ulaştı. Belgede Arafat’ta Ali Erbaş ve Seher Erbaş’ın çadırlarında çok sayıda hizmetli ve ütücü görevlendirildiği görülüyor.
4 BİN KİŞİLİK EKİP GİTTİ
Diyanet aracılığı ile bu yıl hacca 84 bin 942 hacı adayı gitti ve hacı oldu. Bunun yanı sıra Mekke ve Medine’de hem Diyanet personeli hem de Türk hacılara hizmet vermek üzere Türkiye’den 4 bin 91 kişilik Diyanet ekibi de hacca gitti. Bu ekibin arasında “Aşçı, diyetisyen, yemek servisi personeli” de var.
SÖZCÜ’nün ulaştığı bir Diyanet yetkilisi “Geçtiğimiz cuma 90 bin camide çok önemli hutbe okundu ve hepimiz dinledik. Ama hacda yaşananları görünce sözün bittiği yerde olduğunu anlıyoruz. Milletin emanetini koruması gerekenler suiistimal ediyor. Gözleri görmez, kulakları işitmez, dilleri konuşmaz oldu” diyerek tepki gösterdi.
Tüyü bitmemiş yetimin hakkı dedi, hutbesiyle de ters düştü
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş ve eşi Seher Erbaş’ın kıyafetlerinin Türkiye’den götürülen personel tarafından ütülenmesi son hutbeyi hatırlattı. Diyanet İşleri Başkanlığı 27 Haziran 2025’te yayınladığı hutbede “Kamu malı; topyekûn bir milletin ortak menfaat alanıdır. Hiç kimse bu mallar üzerinde şahsi ve keyfi bir tasarrufta bulunamaz. Kamu malı; sadece hayatta olanların değil, henüz doğmamış çocukların, tüyü bitmemiş yetimlerin hakkıdır. Kamu imkânlarını amacı dışında kullanmak hem vebal hem de günahtır” demişti.
Source: Deniz Ayhan
Muhalife uyku haram
Türkiye güne, önceki dönem İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı (İzBB) Tunç Soyer’in görev sürecini kapsayan operasyonla başladı. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma doğrultusunda şafak operasyonu yapıldı. Saat 05.00’te polis ekiplerince gerçekleştirilen operasyonda hakkında gözaltı kararı bulunan 157 kişiden 126’sı gözaltına alındı.
LİSTEDE BİR ÖLÜ VAR
Gözaltına alınanlar arasında Tunç Soyer’in yanı sıra CHP İzmir İl Başkanı Şenol Aslanoğlu ve Soyer döneminin eski bürokratları da yer alıyor. Gözaltı listesinde bulunan Yunus Öz’ün ise hayatta olmadığı anlaşıldı.
Soruşturma İZBETON ve yapı kooperatiflerinde yolsuzluk ve usulsüzlük yapıldığı iddialarıüzerine başlatıldı. Başsavcılık; 2021-2024 dönemine ilişkin başta Sayıştay raporu olmak üzere diğer raporlar ve suç duyuruları üzerine soruşturma açıldığını açıkladı. Ayrıca, İZBETON’un asfalt yapım işleri ve 17 adet araç kiralama işlerinde “İhaleye fesat karıştırma”, “Haksız çıkar elde etme” suçlamaları olduğu bildirildi.
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay, operasyonun kendisinin şikayeti üzerine başlatıldığı iddialarına tepki gösterdi. Operasyonu üzülerek öğrendiğini vurgulayan Tugay, haberlerin gerçeği yansıtmadığını söyledi.
CHP Sözcüsü Deniz Yücel ise gözaltına alınanların bulunduğu karakol önünde yaptığı açıklamada, “Yol arkadaşlarımızı yalnız bırakmıyoruz. Bu süreç hukuki değildir. İfadeye çağırılsa gidip ifade verebilecek konumdaki insanlara itibar suikasti yapılıyor. Devlete ve millete hizmet edenlerin itibarsızlaştırılmasına itiraz ediyoruz” dedi.
MİLLET FARKINDA
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu da operasyona tepki gösterdi: “Bu ülke her sabah yeni bir hukuksuzluk, yeni operasyon ve kumpaslarla uyanmak zorunda mı? Ülkenin gerçek gündemini, milletin dertlerini konuşmaya hiç mi izin vermeyeceksiniz? Ne yaparsanız yapın, yaratmaya çalıştığınız algıya milleti ikna edemeyeceksiniz. Bu aziz millet tüm olan bitenin farkında.”
Aslanoğlu: Yaşadığımız durum siyasi operasyon
İzBB’ye yönelik yolsuzluk ve usulsüzlük iddiasıyla yürütülen soruşturma kapsamında gözaltına alınan CHP İzmir İl Başkanı Şenol Aslanoğlu, “İddialar temelsiz. Alnımız açık. Yaşadığımız durum, tamamen bir siyasi operasyonun parçasıdır. Bu siyasi mühendislik çabasının boşa çıkacağına dair inancımı koruyorum” dedi. Ankara’da gözaltına alınan Aslanoğlu, kendisine yönelik suçlamalar kapsamında daha önce 3-4 kez ifade vermeye davet edilmesi üzerine gittiğini söyledi. Aslanoğlu, “Ancak bilinmelidir ki, biz CHP’liler olarak bu tür operasyonlara karşı dimdik durmayı biliriz. Bugünleri de dayanışmayla ve inançla aşacağız” ifadelerini kullandı. Aslanoğlu, gözaltına alınma sürecinde İzBB Başkanı Cemil Tugay hakkında birtakım sözler sarf ettiği iddialarını da yalanladı.
Tanınmış İsimler
Halkla iç içe bir doktor 3 şiir kitabı, 1 oyunu var
Gaffar Karadoğan(İzmir Büyükşehir Belediyesi Eşrefpaşa Hastanesi Başhekim Yardımcısı): Üç şiir kitabı yazdı, “Biz Yaptık” adlı oyunu yazdı ve oynadı.
Altyapı projelerinde önemli roller üstlendi
Barış Karcı (İzBB eski Genel Sekreteri): Tunç Soyer döneminde genel sekreter oldu, altyapı projelerinde önemli roller üstlendi.
İş adamları dernek üyesi ve golf kulübü başkanı
Heval Savaş Kaya ( İZBETON eski Genel Müdürü): 2013 yılından bu yana EGİAD üyesi ve 2014’ten beri İzmir Golf Kulübü Başkanı.
İzmir dışından gözaltına alınan tek isim oldu
Ulaş Aydın(Manisa Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı): Manisa Büyükşehir Belediyesi’nde stratejik projeler üstlendi.
Kentsel dönüşüm ve imar planlamacısı
Engin Güzel (Buca Belediye Başkan Yardımcısı): Kentsel dönüşüm, imar planlası ve sosyal belediyecilik projelerinde yar aldı.
70 oyunu sahneye koydu 40 ödüle layık görüldü
Yücel Erten (İzmir Şehir Tiyatroları Kurucu Genel Sanat Yönetmeni): Sahnelediği 70’i aşkın oyunda, 40 ödülle onurlandırıldı. 2021 yılında kurulan İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları İzBBŞT’nın Kurucu Genel Sanat Yönetmeni’dir.
Tunç Soyer döneminin etkili isimlerinden biri
Özgür Ozan Yılmaz (İzBB eski Genel Sekreter Yardımcısı): 2019’da Tunç Soyer döneminde Genel Sekreter Yardımcısı olarak atandı.
Kooperatifçilik vizyonu ve bölgesel kalkınma
Çağlar Kalkan (İZKOOP Genel Koordinatörü): Kooperatifçilik vizyonunun geliştirilmesi ve bölgesel kalkınma çalışmaları yaptı. İZTO meclis üyesi.
Önce daire başkanlığı sonra genel müdürlük
Gürkan Erdoğan (İZSU Genel Müdürü): 2019 yılında İZSU Yatırım ve İnşaat Dairesi Başkanı, 2024’te İZSU Genel Müdürü görevine getirildi.
17 yıldır tecrübesini belediyeye aktarıyor
Övünç Özgen (İzBB Genel Sekreter Yardımcısı ve ESHOT Genel Müdürü): 2008 yılından itibaren belediyede hizmet veriyor.
Source: Gökmen Ulu
Emekliler Türkiye’de sokağa çıkacak
Maaşları açlık sınırının neredeyse yarısına düşen emeklilerin sabrı tükendi. Yılın geri kalanındaki maaşları belirleyecek olan Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) temmuz enflasyonu beklenirken, emekliler sokağa çıkma kararı aldı.
Tüm Emeklilerin Sendikası, emekli aylıklarının insanca yaşam standartlarına yükseltilmesi talebiyle yarın enflasyon rakamlarının açıklanmasının ardından ülke genelinde meydanlara çıkacak.
Öte yandan sendika, dün TÜİK’e yürüyerek, “Bizi yine açlığa, sefalete mahkum ederseniz, emekliler bunu unutmayacaktır” sloganıyla eylem yaptı.
Source: Yavuz Alatan
“İnsanı yaşat ki Hizmet yaşasın”
Analiz / Doç. Dr. Osman TEK
Yolumuz insanla başladı, insanla devam etti. Allah’ın rızasını, kullarına hizmette aradık. Kalemimizle ilim öğrettik, soframızla gönül doyurduk, tebessümümüzle yetimleri ısıttık. Ve hep şunu söyledik:
“İnsanı yaşat ki hizmet yaşasın.”
Bu sadece güzel bir söz değil; yaşanmışlığın, iman etrafında yoğrulmuş tecrübenin ve ahlâkî bir duruşun özetidir. Bu sözün doğruluğu, hem ilahî vahiyde hem de insanın ruh dünyasında defalarca sınanmış ve tasdik edilmiştir. Gelin, birlikte bu hakikatin temellerine bakalım.
1. Kur’an’dan Delil: İbadetin Kalbi, İnsanlıktır
Allah Kur’an’da şöyle buyurur:
“لَنْ يَنَالَ اللَّهَ لُحُومُهَا وَلَا دِمَاؤُهَا وَلَٰكِنْ يَنَالُهُ التَّقْوَىٰ مِنكُمْ ۚ”
“Kurbanların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır. O’na ulaşan, sizin takvânızdır.” (Hac, 22/37)
Bu ayet, kulluğun sadece şekilsel ibadetlerle değil, niyet, takvâ ve ahlâkî duruşla kemale erdiğini söyler. Aynı şekilde insanı temel alan hizmetler de sadece organizasyonlarla değil, insanla kurulan ilişki biçimiyle Allah katında kıymet bulur.
Geleneğimizde, “İnsan bir amaçtır, asla araç değil.”
Bir hizmet anlayışı, insanı sadece rakam olarak görüyorsa; onu bir propaganda, bir kadro, kör bir sadakat nesnesi gibi konumlandırıyorsa; o hizmet değil, idare etmeye çalışan bir makinedir.
Sosyal yapıların ömrü; insana ne kadar özen gösterdiği, onu ne kadar dinlediği, hislerine ne kadar temas ettiğiyle doğru orantılıdır.
2. Psikolojik Delil: Saygı Gören İnsan Hizmette Kalır
Maslow’un ihtiyaçlar piramidinde “saygı görme” temel ihtiyaçlardan biridir. İnsan:
• Değer verildiğinde üretir,
• Dinlendiğinde güven duyar,
• Önemsendiğinde aidiyet hisseder.
• Görülmediğinde kırılır,
• Eleştirildiğinde değil, hiçbir şey söylenmediğinde uzaklaşır.
Hizmet’in başarısında insan kaynağının rolü büyüktür. Ama bu kaynak saygı ve merhametle işlenmezse, ne ideal kalır ne de idealist.
3. Sosyolojik Gerçeklik: İnsana Hürmetin ve Hizmetin Bittiği Yerde Çöküş Başlar
Devletler bile insana saygı ile ayakta durur. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” sözü, Osmanlı’dan bu yana bizim vicdan haritamızda yazılıdır. Hizmet yapıları da böyledir:
• Gönüllüler, değer gördükleri için kalır.
• İstişare ortamı olan yapılar güçlenir.
• Liyakat yerini kör sadakate bırakırsa çöküş başlar.
4. Hizmet Tecrübesinden Delil: Altın Yılların Sırrı
Hizmet hareketi, en büyük başarısını:
• En güçlü olduğu zamanlarda değil,
• En çok insana yatırım yaptığı zamanlarda yakaladı.
İyilik halkaları; sohbet ortamlarında, çay sofralarında, dershane mutfaklarında kuruldu. Duygudaşlık, kitaplar kadar bakışlarda, merhamette ve sabırda inşa edildi.
Bürokrasi insanın önüne; yapı, anlamın önüne geçtiğinde ve araçlar, amaç haline geldiğinde büyüklük şeklidir. Bu şekli büyüklüğün içinde insana hizmet ve hürmet temel esas olmadığında yıkılış da mukadder olur.
5. Nefsî Tehlike: Hizmeti Araç, Nefsi Amaç Yapmak
En büyük fitne; bir insanın hizmeti kendi nefsini büyütme aracına dönüştürmesidir. Bu durumda:
• Özgünlük yerini taklide bırakır,
• Yüklenmiş rol gerçek benliğin önüne geçer,
• Gönüllü hizmet, zoraki görev haline gelir.
Ve en tehlikelisi: Kendini hizmetin sahibi sanmaktır. Oysa biz sadece emanetçisiyiz. Bu emaneti taşımanın tek yolu, insana hürmetle yürümektir.
İnsani ve İslamî Hizmetlerin Kalbi İnsandır
Şunu unutmayalım:
“Allah dinini meleklerle değil, insanlarla ikame eder.”
O hâlde bir hareket, insana dönük değilse;
• Zekâtın insana verilmesini,
• Selamın insanlara yayılmasını,
• Tebessümün sadaka sayılmasını
İnsanı yitiren her hareket, sonunda ruhunu kaybeder.
Ey Hizmet’e gönül veren kardeşim,
Birlikte çok yol aldık. Şimdi geri dönüp hatırlama zamanı:
• Bir tebessümle dünyası değişen çocukları,
• Bir el uzatmayla yeniden dirilen gönülleri,
• Bir ikramla camiye yaklaşan gençleri…
Hepsi “insanı yaşat ki hizmet yaşasın” sırrının meyvesiydi.
Source: aktifhabercom
İsrail’e Gazze’de “ölüm tuzağı” tepkisi
Gazze”de İsrail”in insani yardımların kontrolünü eline alması sonrasında yardım kuyruklarında yaşanan sivil ölümlerin artmasına uluslararası yardım kuruluşlarından tepki geldi. Açlıkla mücadele eden sivillerin yardım merkezlerine ulaşmak isterken hayatlarını kaybettiğini belirten kuruluşlar, yardımların dağıtılmasında yeniden Birleşmiş Milletler (BM) koordinasyonuna geri dönülmesi çağrısında bulundu.
Aralarında Oxfam, Uluslararası Af Örgütü ve Sınır Tanımayan Doktorlar”ın da bulunduğu 170″ten fazla uluslararası yardım kuruluşu, İsrail”in yardım dağıtım sisteminin siviller için bir “ölüm tuzağına” dönüştüğünü vurguladı.
Yapılan ortak açıklamada, Gazze”deki sivillerin “ya açlıktan ölmek ya da yiyecek bulmak için çıktıkları yolda vurulmak” gibi “imkânsız bir tercih yapmak zorunda kaldıkları” ifade edildi. Açıklamada, İsrail”in yardım dağıtım sistemine geçtiği son haftaların, Ekim 2023″ten bu yana bölgede en kanlı ve en şiddetli dönemlerden biri olduğu belirtildi.
İsrail makamlarının beş hafta önce yardımları sadece dört dağıtım merkezine sınırlamasıyla, daha önce yaklaşık 400 BM ve STK yardım noktasına erişimi olan 2 milyon Gazzeli, artık yalnızca askeri kontrol bölgelerindeki sınırlı alanlara ulaşmak zorunda kalıyor. Bu durumu eleştiren Oxfam yetkilisi Bushra Khalidi, “Bu mekanizma bir ölüm tuzağıdır” ifadelerini kullandı.
“Erken gelen ya da geç kalan vuruluyor”
Sınır Tanımayan Doktorlar”ın Gazze”deki acil durum koordinatörü Aitor Zabalgogeazkoa ise yardım dağıtımının genellikle gece saatlerinde yapıldığını, insanların sadece, yol olduğu bile belli olmayan belirli rotalardan geçebildiğini, aksi halde kurşunlara hedef olduklarını ifade etti. Zabalgogeazkoa, “Kapılar yalnızca on dakika açılıyor. Genç erkekler dışında kimse yardıma ulaşamıyor. Erken gelen ya da geç kalan vuruluyor. Bu bir insani yardım değil; siyasi motivasyonla halkı aşağılamaya yönelik bir operasyon” dedi.
Kuruluşların verdiği bilgilere göre, son dört haftada yardım almak ya da dağıtmak isteyen 500″den fazla Filistinli öldürüldü, yaklaşık 4 bin kişi de yaralandı. İsrail ordusunun yanı sıra İsrail destekli silahlı grupların da sivillere sistematik olarak ateş açtığı belirtildi.
Filistinli STK”lar ağı direktörü Amjad Shawa, “İnsanların başka seçeneği yok. İsrail açlığı silah olarak kullanıyor, onlarca yıldır işleyen insani yardım sistemini kasten yok ediyor” eleştirisinde bulundu. Shawa ayrıca, sadece geçtiğimiz hafta dört yardım çalışanını kaybettiklerini, uluslararası toplumun başından beri başarısız kaldığını vurgulayarak, “Bu savaşa artık son verilmeli” çağrısında bulundu.
Yardım kuruluşları, tüm dünya devletlerini, İsrail”in yardım kontrolüne itiraz etmeye çağırdı. Açıklamada, uluslararası hukukun, sivillerin zorla yerinden edilmesine, ayrım gözetmeyen saldırılara ve insani yardımların engellenmesine karşı devletlere sorumluluk yüklediği hatırlatıldı, Gazze ablukasının sona erdirilmesi ve BM koordinasyonundaki yardım sistemine geri dönülmesi talep edildi.
Ayrıca 175 kuruluşun imzaladığı bildiride, devletlerden uluslararası hukuku ihlal eden askeri yardımları finanse etmemeleri istendi.
Gazze”de yaşanan savaş 7 Ekim 2023″te Hamas”ın İsrail”e düzenlediği saldırıyla başladı. İsrail ile Hamas arasında 19 Ocak”ta başlayan ateşkes süreci, yaklaşık iki ay sonra İsrail”in yeniden başlattığı bombardımanlarla sona erdi.
Source: aktifhabercom
Ecdadımız başardı biz neden başaramadık
Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye’nin yönetimdeki tılsımı ne idi ki onca çeşitliliği asırlar boyunca sulh ve sükûn içinde yönetti?Yalnızca şu Orta Doğu coğrafyasına bakınız; ne demek istediğimiz çok daha iyi anlaşılır. Osmanlı’dan sonra bir gün olsun gülmeyen ve rahat yüzü görmeyen bu insanlar, Osmanlı yönetiminde asırlar boyunca içi içe, huzurlu bir şekilde ve kimsenin burnu bile kanamadan yaşadı.Dünkü Kudüs’e, Şam’a, Hatay’a, Mardin’e, İstanbul’a, Selanik’e, Girit’e, Kıbrıs’a, Üsküp’e vb. bakın ve bir de aynı yerlere bugün bir temaşa edin ve aralarındaki uçurumu görün!Dün, bütün bu şehirler her çeşit insanı huzur ikliminde barındıran çiçek tarlalarını andırıyordu. Bugün ise tek çeşitliliğe indirgenmiş dikenli halleriyle yetim-öksüz ve arkadaşsız kalmış çocuklar gibiler.Onca kadim kültürlerin harmanlandığı cıvıl cıvıl beldelerde yaşayan insanlar birbirlerine saygı ve sevgi duyuyorlardı. Kimse, kimsenin türlü aidiyetine karışmaz, sorgulamayı aklının ucundan dahi geçirmezdi.Herkes birbirine hoşgörü ile bakar ve “Benim dinim bana sizin dininiz size” diyerek cami, kilise ve havrayı yan yana inşa ederdi.Irka dayalı milliyetçiliği esas alan Fransız İhtilali bütün dengeleri altüst etti, sosyolojik piramidi tersine çevirdi!Biz Türkler, Anadolu coğrafyasına gelmezden önce Kürtler Doğu ve Güneydoğu Anadolu topraklarında yaşamaktaydı.Asırlar boyu öz kardeşler gibi iç içe yaşadık; kız aldık, kız verdik. Ne Selahaddin Eyyubi’nin Kürtlüğü aklımıza geldi ne de Fatih Sultan Mehmed’in Türklüğü.Yüzyıllar boyunca Kürtler camilerinde Kürtçe vaaz dinlediler, hanelerinde Kürtçe konuştular; bu dilin yasaklanması kimsenin aklının ucundan bile geçmedi.Ermenice, Rumca yasaklanması şöyle dursun, bu dillerde gazete ve mecmua çıkarıldı.Birlik-kardeşlik tılsımını bozup, yasaklar ve ötekileştirme getirilince olanlar oldu. Üstelik bu zorba hal yalnızca Kürtlere uygulanmadı.Çerkezlere, Abhazlara, Lazlara, Zazalara, Araplara (Siirt, Mardin, Hatay’da yaşayan) da uygulandı. Bu çocuklar ilkokullarında ana dillerini konuştular diye öğretmenleri tarafından kulaklarından havaya kaldırılıp dakikalarca işkenceye tabi tutuldular.Neden sonra aklımız başımıza geldi; Kürtçeyi serbest bıraktık ve devlet eliyle Kürtçe televizyon kanalı bile açtık. Böyle yapmakla ne kaybettik?Öyle yapmakla onlarca yıl boyunca neler kaybettiğimizin farkında mıyız?Bütün bu kepazelikleri biz yapmadık; bize yaptırdılar. Yaptırabilmek için de bizi bizden kopardılar. Biz olmanın vakti geldi ve geçiyor, daha neyi bekliyoruz?
Source: Fuat Bol
Trans sporcuların kadın takımlarına katılımı yasaklandı
Üniversitenin kararı, Eğitim Bakanlığı Sivil Haklar Ofisi”nin (OCR) üniversitenin trans bir sporcunun kadın yüzme takımına katılmasına ve kadınlara özel tesislere erişimine izin vererek federal yasaları ihlal ettiğini tespit etmesinin ardından geldi.Pensilvanya Üniversitesi, soruşturmanın ardından trans sporcuların kadın spor takımlarına katılımını yasaklamayı kabul etti. Bu karar, Başkan Donald Trump yönetiminin trans bireylerin kadın sporlarında yer almasını engellemeye yönelik girişimlerinin sonucu olarak görülüyor.Konuya ilişkin açıklama yapan Eğitim Bakanı Linda McMahon, “Başkan Trump”ın liderliği sayesinde Pensilvanya Üniversitesi, geçmişteki ihlalleri için özür dilemeyi ve kadın sporlarının korunmasını sağlamayı kabul etti.” ifadesini kullandı.McMahon, alınan kararın yalnızca Pensilvanya Üniversitesi için değil, “ülke genelindeki tüm kadın ve kızlar için büyük bir zafer” olduğunu kaydetti.OCR”nin soruşturması, trans yüzücü Lia Thomas”ın kadın takımında yer almasının ardından başlatılmıştı.Thomas”ın eski takım arkadaşlarından Paula Scanlan, ABD Kongresi”nde verdiği ifadede, kendisine ve diğer takım arkadaşlarına “bir erkekle birlikte soyunmaya alışmaları için psikolojik destek teklif edildiğini” söylemişti.
Source: Www.star.com.tr
Bırakıp kaçmaca
Ama son dönemde çok dikkatimi çeken bir ‘kapıda bırakıp kaçma’ olayı oluyor.Bunu da nedense hep futbolcular yapıyor. Hatta bunu da nedense hep Galatasaraylı futbolcular yapıyor. E adamlar eğlenmeyi seviyor. Neyse.En son takımın sapsarışın futbolcusu Barış Alper yapmış. Çıkmış mekândan ve iddiaya göre yanındaki kızı kapıda bırakıp arabayla uzaklaşmış. Hahahahaha… Sonra arayıp, ‘magazincileri atlat arka sokaktaki otobüs durağının önüne gel’ demiş.Ya da ‘ilk sokaktan sola dön dönercinin önünde beni bekle’ gibi spesifik tanımlarla buluştular mı bilemem ama ayıp yahu! Tüm akşamını geçirip sohbet ettiğin hanımefendiye ayıp önce.Futbolculardan pek kapsamlı düşünme hareketleri bekleyemeyiz zaten bunun farkındayım da. Bu da olmaz.Karikatür meselesiÖzgürlük çok başka bir şeydir.Özgürlük bazı değerleri görmezden gelmek demek değildir.Kaldı ki bazı durumlarda “Ben toplumun dışında bir bireyim” diye gezmeye de tamam denebilir…Ama çoğunluğu Müslüman olan bir toplumun hassasiyetine dikkat edeceksin…Dergi yapıyorsan dergiciliğini, gazete yapıyorsan gazeteciliği, yani yayıncılığı bileceksin.Bir mizah dergisinde karikatür yayınlamış. Eminim, karikatürü yayınlamadan önce de üzerinde çok konuşmuşlardır.Ama yapmayın kardeşim.Bizler değerlerimize hakaret edenlere hep birlikte ses çıkaralım derken ne ara kendi kendimize bunları yapar olduk? Çok ayıp, ben çok utandım sizlerin adına. Neyse ki, protestolarda ölen olmadı.Neyse ki, valilik olaya el atıp güvenlik önlemleri alındı.Buyurun size suşiBazı yerler vardır ki arkasında büyük emek barındırır. Emekle beraber tecrübe taşır.Bazı insanların tek amacı işlerini en iyi şekilde yapmak, misafirlerini en güzel şekilde ağırlamaktır.Buyurun size İzmir’den sonra İstanbul’a gelen Sushi Barba…Mekân İzmir İstinyePark’tan sonra İstanbul İstinyePark’a da açıldı. Öyle AVM restoranı falan sanmayın. Terası olan İstanbul manzarası gören bir yere konumlanmışlar. Japon ve Asya mutfağının ustası olmuşlar. Bunda en önemli etkenlerden biri markanın kurucularından Defne Şengül. Aileden deniz ürünleri konusunda tecrübeli Defne Hanım. Yıllarca Park Fora’nın işletmesindeydi. Varın siz düşünün gerisini. Sushi Barba sadece yemek değil müzik deneyimi de sunuyor. Belirli günler isim yapmış DJ’lerin performansı oluyor mekânda.İzmirliler, İstanbullular çok şanslı.Yazlık yerlerde müzik terörüCüneyt Özdemir, YouTube yayınında bahsetti geçen gün. “Bodrum’da 100 milyon dolarlık yatlar demirlemiş. Ama bir yandan da bir müzik terörü yaşanıyor burada. Adam açıyor beach’i adam açıyor gece kulübünü veriyor amfilerden müziği koylara sabah 3’e kadar Hande Yener dinliyoruz.”Hande Yener’le bir derdi yok tabii Özdemir’in, o lafın gelişi. Hatta keşke Hande çalsa, gecenin 3’ünde ‘Ankara Havaları’nın çalındığını da işittim.Neyse…Bakın çok doğru bu.O tekneler, o milyon dolarlık turistler bir daha gelirler mi Bodrum’a? Gördünüz işte Marmaris örneğini. O güzelim Marmaris sokakları bomboş artık.İşin garibi de ‘yetki paslamaca’ mevzusu var. Belediyeyi arıyorsun valilik, valiliği arıyorsun belediye, turizm ofisini arıyorsun jandarma… Böyle böyle gidiyor bu yetki meselesi…Herkes birbirinin üzerine atıyor. Sen Bodrum gibi bir yerde açarsan gece müziği, onu tüm koya dinletirsin, ses bir kıyıdan diğer kıyıya hemen ulaşır. Bir önlem lütfen, bir tedbir acil. Yoksa 3-5 yıla Bodrum’u kaybederiz…
Source: Orkun Ün
Sokağa çıkanı katlediyor
Terör devleti İsrail, kan ve vahşete doymuyor. 7 Ekim 2023″ten bu yana geçen 21 aylık sürede hemen her gün 100″e yakın Gazzeliyi katleden siyonist rejime dur diyebilen yok. İsrail, Gazze”ye günde 140 saldırıda bulunuyor. Yani savunmasız Gazzelileri yok etmek için her saat ortalama 7 saldırı düzenliyor. Filistin”in BM Daimi Temsilciliği Yardımcısı Büyükelçi Macid Bamiye, son günlerde yoğunlaşan soykırım saldırılarına dikkat çekerek, “Açlığı bir savaş silahı olarak kullanan, evleri ve hastaneleri yok eden işgal (İsrail) her gün çadırlarda ve sokaklarda 100 sivili katlediyor” dedi. SİSTEMATİK İŞKENCE İsrail”in Gazze”deki Filistinlileri aç bırakmak ve öldürmek dışında “işkence etmek” amacıyla insani yardımları kullandığına dikkati çeken Bamiye, İsrail”in Gazze”deki Filistinlileri “bölgenin sadece yüzde 16″lık alanına hapsettiğini” vurguladı. Bamiye, Gazze”nin dünyanın en yoğun nüfusa sahip bölgesi haline geldiğini ifade ederek İsrail”in Gazze”deki Filistinlileri “topraklarını terk etmeye zorladığını” kaydetti. Gazze”ye dünya çapında destek verildiğini dile getiren Bamiye, sorumluların hesap vermesi gerektiğini ve çözümün “başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulması” olduğunu söyledi. İsrail”in Gazze”ye 7 Ekim 2023″ten bu yana düzenlediği saldırılarda en az 56 bin 531 Filistinli öldü, 133 bin 642 kişi yaralandı. OKULA SIĞINANLARI HEDEF ALDI Katil İsrail ordusunun Gazze Şeridi”ne yönelik dün sabah saatlerinden akşam saatlerine kadar gerçekleştirdiği saldırılarda aralarında yerinden edilmiş sivillerin ve insani yardım bekleyenlerin de bulunduğu en az 107 Filistinlinin yaşamını yitirdiği açıkladı. İsrail Hava Kuvvetleri, “sürgün” tehditleri sonrası sığınak olarak kullanılan 4 okulu ve yardım dağıtım noktalarını hedef aldı. YARDIM BEKLEYENLERE TOPÇU ATEŞİ İsrail”in Haaretz gazetesi, İsrail ordusu Güney Komutanlığı üst düzey yetkilisinin, Gazze Şeridi”nde sözde dağıtım noktalarında yardım bekleyen Filistinlilere topçu ateşi açıldığını kabul ettiğini aktardı. Geçen günlerde Gazze”deki sözde insani yardım noktasında Filistinlilere ateş açan İsrailli subay ve askerlerin itiraflarına yer veren Haaretz bu kez de “İsrail ordusu Güney Komutanlığı”nın yardım bekleyen Filistinlilere topçu ateşi açarak ölüm ve yaralanmalara neden olduğunu kabul ettiğini” yazdı. Güney Komutanlığı”ndaki üst düzey subay, Gazze”deki Filistinli sivillerin “rastgele” topçu ateşi sonucu öldürüldüğünü, bazı olaylar olduğunu fakat ordunun şu anda “bu sorunu çözmeye çalıştığını” savundu. SOSYAL TESİSE FÜZE: 34 ÖLÜ Gazze sahilindeki El-Baka dinlenme tesisine İsrail tarafından düzenlenen vahşi saldırıda kadınlar, çocuklar ve bir gazetecinin de aralarında bulunduğu en az 34 kişi hayatını kaybetti. Olay yerine yakın görgü tanıkları yaptıkları açıklamada, İsrail savaş uçaklarının Baka Kafe ve dinlenme salonuna en az bir füze fırlatarak mekânı tamamen yıktığını aktardı. Şifa Hastanesi”nden bir yetkili de “Şehitlerin cenazeleri hastaneye paramparça bir şekilde getirildi. Koridorlar ve odalar ağır yaralılarla dolu” açıklamasında bulundu.
Source: Sabah
İsrail nasıl kurtuldu?
Tel Aviv’den yayına bağlanan BBC muhabiri şöyle konuşuyor:
“Tel Aviv”in merkezinde her şey yıkılmış durumda. Yıkım o kadar büyük ki vurulan askeri bölgelere yakın yerlerden bile haber veremiyoruz. İsrailli uzmanlar İran”la savaşın çok maliyetli olduğuna ve bütün bu yaşananlara değmediğine inanıyor.”
Eski CIA analisti, Larry Johnson’ın sözleri ise daha ilginç.
Uzun yıllar ABD istihbarat birimleri için analizler yapmış olan Johnson, katıldığı bir yayında “İsrail”in KESİN VE TAM YENİGİLSİNE sadece bir iki hafta kalmıştı” diyor ve sözlerine şöyle devam ediyor:
“İsrail”in iki limanı var, İran ikisini de kapatmıştı, bu yüzden deniz trafiği yoktu.”
“İran ayrıca her iki petrol rafinerisini de yok etmiş — Hayfa ve Aşdot”ta — veya yakıt üretme yeteneklerini bozmuştu.”
“Üstüne İran, İsrail”in tek uluslararası havalimanını da kapatmıştı.”
“İsrail’in istihbarat kuruluşları ve Weismann Enstitüsü gibi kritik birimleri de vurulmuştu.”
Şimdi daha iyi anlıyoruz ki İran İsrail’e zannedilenden ve açıklanandan çok daha fazla zarar vermiş. Savaş birkaç hafta daha devam etseymiş İsrail’in kesin mağlubiyeti ile sonuçlanabilirmiş.
Peki İsrail’in kesin mağlubiyeti ne anlama gelirdi biliyor musunuz? Soykırımcı rejim hem Lübnan ve Suriye’deki saldırılarını hem de Gazze’deki soykırımı durdurmak zorunda kalırdı.
Öyle ise gelelim asıl kritik soruya: İran neden sonuna kadar devam etmedi?
Öyle ya, hem can düşmanı İsrail’e diz çöktürme hem de soykırımı durdurarak tarihe geçme fırsatı ayağına kadar gelmişti. Ne oldu da İran, bu fırsatı geri tepti?
İki ihtimal söz konusu…
Birincisi, İran da çok ciddi zarar almıştı ve ABD ile karşı karşıya gelmekten çekindi. Zaten izolasyon altında bir ülke. Ekonomisi ve sosyal yapısı kırılgan, üstüne bir de tahrip edilmiş alt yapı sorunlarını, uranyumunu tamamen kaybetme riskini göze alamadı.
İkinci ihtimal, İran’ın İsrail’i yok olma noktasına getirerek işlevsel bir siyasi nesneyi kaybetmemek istememesidir. İran’ın var olabilmesi için İsrail’e ihtiyaç duyduğunu söyleyenler az değil. Ben ise bu konuda temkinli davranmaktan yanayım. Evet, İsrail düşmanlığı İran’daki yönetimin önemli ideolojik yakıtlarından biridir ama neden İsrail’i yok ederek “şanına şan katma” fırsatını kaçırsın ki? İsrail ağır darbe alır veya yok olursa İran’daki mollalar yeni düşman bulmakta mı zorlanacaklar?
Dolayısı ile ABD’nin devreye girerek İsrail’i kurtardığı tezi daha geçerli gibi duruyor. Kıssadan hisse: ABD’de başkan kim olursa olsun İsrail dostluğu -veya uşaklığı- payidar kalıyor.
KÜFÜR SANAT OLABİLİR Mİ?
Adını anmaya değmez dergide çıkan karikatür hepimizi incitti. Kutsalları olan, kutsallara saygı duyan ve kendi kutsallarına da saygı bekleyen bir toplumuz. Şayet değerlerimize bu kadar rahat hakaret edilebilecekse Kurtuluş Savaşını niye yaptık, bunca bedeli neden ödedik? Değerler bir milletin namusudur. Onlara dokunmaya yeltenirseniz ciddi tepkiler ile karşılaşırsınız, şaşırmamanız gerekir.
Böylesi küfürbazların en çok arkasında sığındıkları kavram sanat ve sanat özgürlüğü….
İki önemli isim iki önemli açıklama yaptı…
Biri, karikatürün ve mizahın duayeni, karikatürcülerin ustası Hasan Kaçan, namı diğer Heten Keten… Diğeri ise aynı zamanda bir “sanat tarihi doktoru” olan meslektaşımız Murat Özer.
Hasan Kaçan sanatçının özgürlüğü bahsinde şöyle diyor:
“Toplumların kutsalları, yüzlerce yıllık ortak bilinçle oluşur. Bunlara saldırmak, sadece bireysel inançlara değil, kolektif hafızaya saldırmaktır. Oysa sanatın asli görevi; yol göstermek, düşündürmek, barıştırmak ve kalıcı güzellikler üretmektir. Kırmak, aşağılamak, yaralamak değil.
Bir karikatür, bir tablo ya da bir sahne… Bunlar eğer toplumsal huzuru ve birlik duygusunu tehdit edecekse, buna sanat değil, ajitatif manipülasyon demek daha doğrudur.
Sanat ürünü üreten haddi aşan bir çalışmasını “muhaliflik” kavramıyla savunabilir. (Burada ürün tanımını kasten yazdım. Çünkü haftalık bir dergiye çizim üretmek sanatçı kabiliyetiyle oluşturulan bir üründür. sanat eseri değil.)
Muhaliflik zırhına saklanmak provokasyonu hak haline getiremez.”
Kaçan’ın şu sözleri ise adeta bir sanat mottosu gibi:
“Sanatçının özgürlüğü, toplumun vicdanıyla çatıştığında, özgürlük yerini kibire bırakır. Gerçek sanat, kırarak değil, onararak büyür. Gerçek sanatçı, kutsal olanı anlamaya çalışır, onu küçümsemez.”
Murat Özer’e gelelim… Dedim ya sanat konusunda doktorası olan ilim sahibi biri…
“Sanat eserleri ajitasyon yapmayı, insanları tahrik etmeyi de tercih edebilirler bu mümkündür. Ama hiçbir sanat eseri yoktur ki iç savaş çıkarmayı amaçlayan bir istihbarat faaliyeti olsun. Sanat yapıtları böyle bir amaç güdemez.”
Demek ki bir.. Sanat söz konusu olduğunda aşırı derece politize olmuş zibidilerden ziyade bu işin uzmanlarına kulak vermek gerekir.
İki… Önümüze sunulan bu iğrençlikler sanat falan değil, başka bir “şeydir”.
Gaffar Yakınca / Haber7
Source: Gaffar Yak
Asgari ücrete zam var mı? Maaşlara ara zam gelecek mi? Asgari ücret son haberleri…
Alım gücünü korumak isteyen milyonlarca asgari ücretli temmuz ayında bir ara zam bekliyor. Hükümet şu ana dek konu hakkında yeşil ışık yakmazken Cumhurbaşkanı Erdoğan”ın nasıl karar vereceği merakla bekleniyor. Haziran enflasyon oranlarını bekleyen çalışanlar veri öncesi “Asgari ücrete ara zam gelecek mi” sorusunu sıklaştırmış durumda… İşte son durum… Asgari ücrete ara zam gelecek mi?Türkiye”de milyonlarca çalışanı doğrudan ilgilendiren asgari ücret konusunda ara zam beklentileri devam ederken, mevcut göstergeler bu yönde henüz somut bir gelişme olmadığını ortaya koyuyor. Yetkili mercilerden ara zam sinyali veren herhangi bir açıklama gelmedi.Asgari ücret ile ilgili en son açıklama DEM Parti Grup Başkanvekili Sezai Temelli”den geldi. 1 Temmuz”da Meclis”te konuşan Temelli şu ifadeleri kullandı:”Zaten bütün emekçilerle ilgili yoksulluk bütün çıplaklığıyla ortada, asgari ücretin düzeyi ortada. Dolayısıyla ücretlerde acilen iyileştirme yapmak zorundayız çünkü asgari ücretin 22 bin lira olduğu bir yerde açlık sınırı 26 bin, yoksulluk sınırı 86 bin… İnsanca yaşam için ücret talebiyle sokaklara çıkan işçilerin karşısına polisleri dikmeyin, o işçileri dinleyin, emekçileri dinleyin; insanca yaşam için bir ücrete yönelik adımları bir an önce atın.”
Source: Dünya Gazetesi
Hicret olmasaydı neler olurdu?
Bir hafta önce emsalsiz bir tarihi olayın 1447. yılına girdik.
Yani, Mekke’den Medine’ye hicret üzerinden 1447 yıl geçmiş.
Vahyin ilk geldiğinden bugüne ise, yaklaşık on beş asır.
Bir an için, günlük uğraşılarımızdan sıyrılıp geriye gidelim ve şöyle bir soru soralım kendimize:
Yaratanımız (cc) kuluna, Resulüne, yani Peygamberimize (as) hicret emri vermemiş olsaydı, Müslümanlar Mekke’de mücadelelerine devam etselerdi, her şeye rağmen direnselerdi neler olurdu?
Birinci ihtimal: Müşrikler Müslümanları sindirir, susturur ve yeni bir oluşuma izin vermez, ezer geçerlerdi.
Oysa, yaratmak, hayat vermek ve öldürüp diriltmek yalnız kendisine mahsus olan Kudret, adı esenlik ve barış olan İslam dininin yaşanmasını murat ettiği için buna izin vermedi.
İkinci ihtimal: Zayıf bir ihtimal de olsa, Müslümanlar galip gelirdi, fakat bu durumda eski çürümüş, lâdini, ahlaksız ve adaletsiz toplumsal yapı ve kurumları ehlileştirip sadeleştirmek, hem daha fazla zaman alır ve hem de arı duru bir İslami oluşum ortaya konamazdı.
O kadar çürümüş bir yapı içinden, çirkinliğin cehaletin; içkinin, kumarın, zinanın, ırkçılığın, hukuksuzluğun, kendi bebeklerini canlı canlı gömen bir zulmün içinden sağlıklı bir toplumsal yapı çok zor çıkarılırdı.
Ciddi bir kaos yaşanırdı.
Bugün, yaklaşık on beş asır sonra bize ulaşan berrak bir sosyal doku, bu kadar sade ve anlaşılır olamazdı.
Ayrıca insan karakteri örselenir, müşrikler karşısında zayıf ve azınlık kalır, zedelenir ve İslam’ın; “Müslüman, İslam’ı öyle canlı ve diri yaşa ki seni öldürmeğe gelen, sen de dirilsin” anlayışı olan o özgün ve özgür karakter ortaya çıkamazdı.
“Yetim Gülerse Dünya Güler” saflığının ve güzelliğinin yaşanması çok zor olurdu ve zaman alırdı
Dünya hayatını bir imtihan gezegeni yapmayı ve haklıyı haksızdan, adaleti zulümden ayırmayı dilediği yani, siyahın beyazdan net olarak ayrılmasını, anlaşılmasını murat ettiği için, anlaşılan o ki, Yüce Kudret buna da izin vermedi.
Üçüncü İhtimal: Mekke’de, bir tarafta zengin, güçlü, putperest ve cahil, kaba bir toplum, diğer tarafta fakir, sayıca çok az, zayıf ve diğerlerine oranla daha genç ama bilgili, düşünen, zarif bir toplum var. Mekke’de kalınsaydı sayıca az olan ama Hakkı, hakikati, adaleti, merhameti ve haklının üstünlüğünü ispat edecek olanların eline kendilerini ispat edecek fırsat geçmeyecekti.
Nitekim, güçlünün değil, haklının üstünlüğüne sahip olarak Efendimiz ve Sahabisi, Medine’den gelerek daha güçlü bir şekilde Mekke’de yaşayanların tamamını bağışlayınca Hicret etmenin anlamı daha bir anlaşılır oldu.
Şüphesiz Medine’de alışılmışın, bilinen ve o güne kadar yaşananların dışında; yeni, özgün, farklı, sade ve ahlaklı bir insanî anlayış inşa edildi.
Bu anlayışın temelleri; sosyal, iktisadi, siyasi, bireysel, hukuki meseleleri ilgilendiren ayetlerle temellendirildi.
Peyderpey inen ayetler ve Efendimize (sav) tanınan imkanların pratik hayata geçirilmesi ile birlikte çok ünlü, zengin ve güçlü kavimler, aşiretler, şahıslar takva üstünlüğüne dayalı tek millete yani Ümmet’e dönüştü.
20’ye yakın kavim arasında 47 maddelik bir “Medine Sözleşmesi” ile, farklılıkların birlikte yaşanmasına dair insanlığın ilk sözleşmesi yapıldı ve tatbik edildi.
Kardeşlik anlayışı kök saldı ve insanlar arasında görülmemiş mükemmel bir güven tesis edildi.
Bölüşüm ve paylaşım ekonomisinin temelleri atıldı.
Adil ve ahlâki bakımdan güçlü ve sağlam kurumlar oluştu.
Öylesine sade ve kendine mahsus bir “sistem” oluşturuldu ki mekanların ve coğrafyanın bile adları değişti. Mesela Yesrip, yani Fesat anlamına gelen şehrin adı Medine oldu.
HAYDİ BİSMİLLAH
Mektuplar vasıtası ile bir yandan devletlerle iletişim kuruldu, onlara bu yeni ve asil sistemin varlığından söz edildi, öte yandan devletlerarası hukuki anlayışın temelleri atıldı.
Hicretle birlikte Medine’de, Kur’an’ın rehberliğinde, Peygamberimizin öncülüğünde komşuluk, dostluk, paylaşım, tevazu, adalet, eğitim, ticaret, alışveriş, aile, birlikte yaşama, barış, ibadet …gibi her konuda İslam’ın en özgün, en ahlaklı, en doğru ilk örnekleri ortaya kondu.
Hemen hepsi kendine yani İslam’a özgü olan bu örnekler, Efendimizin oluşturduğu sağlam karakterli insanlar tarafından ayet ayet hayata geçirilmesi.
Hicret ve Hicret’le birlikte başlayan Medine yaşantısı; sonsuzluğun soluğunu ve huzurlu iklimini, yani ötelerin rengini, desenini, çizgisini bu dünya hayatına taşıyarak nakşeden insanlığın en büyük ve emsalsiz devrimidir.
İnsanlık tarihin bu en yüce inkılabını gerçekleştiren insanlar bunu; anadan, babadan, candan, canandan, evden, eşyadan, paradan, servetten ve bizim şu anda terk etmekten korktuğumuz ne varsa hepsinden vaz geçerek gerçekleştirdiler.
Kur’an rehberliğinde ve Önder öncülüğünde; önce herkes kendi içinde başladı yolculuğa ve bu yolculuk sırasında içindeki kiri, pası, pisi temizledi ve arındı.
Yani arınma fert, fert insanın kendi içinde başladı.
Hiç kimse başkasının kusuru ile ilgilenmedi.
Her fert önce kendi hatalarının tespit edilmesi ve düzeltilmesi, İslam”a uydurulması ile ilgilendi.
Daha sonra çevresini ve halka halka uzakları arındırdılar.
Ve 1447 yıl sonra bize ulaştırdılar, teslim ettiler.
Şimdi sıra bizde.
Lafla değil icraatla, biz de önce içimize doğru yolculukla yola koyulalım.
Hiçbirimiz arınmaya “dışarıdan” başlamayı aklımızdan bile geçirmeyelim.
Günümüzde Müslümanlar olarak en büyük hatalarımızdan biri budur; önce başkalarının yalanını, hırsızlığını, arsızlığını, korkaklığını, sahtekarlığını, haram yemesini görüyor, onu yerin dibine sokuyoruz.
Diğer taraftan da kendi yaptığımız kötülüklere kılıf arıyoruz.
Halbuki arınma önce kendi nefsimizden başlar ve başlamalıdır.
Ve elbette gerisi gelir, gelecektir.
1447 ile yepyeni bir başlangıç yapalım, haydi Bismillah…
NOT: Leman Dergisi’ni lanetliyoruz, bu tamam, kahrolsunlar, Allah belalarını versin, bu da tamam.
Tamam da dönüp kendimize bakalım; Türk Ceza Kanunu diyor ki: “Din ve dince kutsal sayılan değerlere hakaret edenlere verilen ceza 6 aydan bir yıla kadardır. Bunu da erteliyorum, yani, suçluya ceza vermiyorum.”
Yapmayın Allah aşkına.
Dilimizde tüy bitti, şu cezaları arttırın, arttırın.
Arttırın ki böyle aklımızla, inançlarımızla alay etmeye, hakaret etmeye cesaret edemesinler. Ülkemiz üzerinde kimse ameliyata yeltenmesin, insanımızı provoke edemesinler.
Ceza verin ceza.
Suç işleyene ceza verin.
Göstermelik demeçler vermeyin; magandaya, hırsıza, gıda teröristine, irtikapçıya, kapkaççıya, yağmacıya, fırsatçıya, provokatöre, kalpazana, uyuşturucu mafyasına, inançlara hakaret edenlere, haksız kazanç peşindeki ahlaksıza, dolandırıcıya…ceza verin.
Ferman Karaçam
YouTube : youtube.com/c/Ferman Karaçam
Twitter : twitter.com/fermankaracam
Instagram : instagram.com/fermankaracam
Facebook : facebook.com/karacamferman
E-mail : fermankaracam@gmail.com
Web Sitesi : fermankaracam.com
Source: Ferman Kara
ÇYDD”den “Madımak Katliamı” açıklaması: “İnsanlığa karşı işlenen bu suçu unutmayacağız”
Türkiye 32 yıl önce bugün, acı bir katliamla sarsıldı… Pir Sultan Abdal Şenliklerine katılmak için Sivas”a giden çoğunluğu Alevi aydın ve ozanlardan oluşan 33 kişinin Madımak Oteli ’nin yakılması sonucu hayatını kaybetmesinin üzerinden 32 yıl geçti. 1993’te Pir Sultan Abdal Şenlikleri için Sivas’a giden çoğunluğu Alevi aydın ve sanatçılardan oluşan 33 kişi, Madımak Oteli’nde diri diri yakıldı. Katliamın üzerinden 32 yıl geçti, birçok fail hâlâ firari. Zaman aşımı kararları ve siyasi sorumluluğa dair tartışmalar ise hâlâ kapanmadı. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD), Madımak Katliamı”nın 32″nci yılı dolayısıyla yazılı bir açıklama yaptı. Laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin ışığı hiç sönmeyecek! denilen açıklamada Sivas’ta insanlığa karşı işlenen bu suçu unutmayacağız, hep aklımızda denildi. CUMHURİYETİN IŞIĞI HİÇ SÖNMEYECEK Açıklamada, şu ifadelere yer verildi: “Tam 32 yıl önce, yüreğimizde yarası kapanması mümkün olmayacak bir acıyı yaşadık. Halk edebiyatımızın büyük ozanı Pir Sultan Abdal’ı anmak için Sivas’a gelen 33 aydın ateşe verilen Madımak Oteli’nde katledildi. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı, laik, demokratik ve üniter devlet yapısını hedef alan gerici ayaklanmacılar, ‘Kahrolsun laiklik’, ‘Yaşasın Şeriat’ sloganlarıyla birlikte 2 Temmuz 1993 günü Sivas’ta hiç sönmeyecek bir yangın, yüreğimizde hiç dinmeyen bir acı ve kanlı bir tarih bıraktı. Sivas’ta dil sustu, vicdanlar sustu, türküler ateşe verildi. Gerici ayaklanma, ‘Cumhuriyet burada kuruldu, burada yıkılacak’ diyerek sadece aydınlarımızı değil, Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Cumhuriyet’in temel kazanımları olan laikliği, bilimi, demokrasiyi ve çağdaşlaşmayı hedef aldı. 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta yitirdiğimiz canlarımızı saygıyla anıyor, onların aziz hatıraları önünde bir kez daha saygıyla eğiliyoruz. Laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin ışığı hiç sönmeyecek. Sivas’ta insanlığa karşı işlenen bu suçu unutmayacağız, hep aklımızda.”
Source: Anka
Dalai Lama: Bir halef belirleyeceğim
Himalaya kasabası Dharamshala da dini liderlerin katıldığı bir toplantının başında konuşan Dalai Lama, Kurumun devam edeceğini teyit ediyorum dedi. Dalai Lama nın ofisinin üyelerinin, geçmiş geleneklere uygun olarak bir halef aramak ve tanımak için Tibet Budist geleneklerinin başkanlarına ve diğer dini liderlere danışacağını da sözlerine ekledi. Çin e yönelik olduğu düşünülen bir mesajla, başka hiç kimsenin bu konuya müdahale etme yetkisi olmadığını yineledi. Dalai Lama Tibet e gidecek Daha sonra sürgündeki Tibet hükümetinden konuyla ilgili açıklamalar yapıldı. Dalai Lama nın sağlığının iyi olduğunu ancak yerine henüz bir halef belirlemediğini belirten sürgündeki hükümet, Bu halefin cinsiyetinin bir önemi yok, Dalai Lama nın ona güvenmesi yeterli. Zamanı geldiğinde Dalai Lama halefi için daha fazla talimat verecek açıklamasını yaptı. Dalai Lama nın Tibet e gitmeye hevesli olduğunu ifade eden hükümet, Çin in önkoşullarına bağlı olmaksızın, sağlığına bağlı olarak bu ziyaret yapılacak. Bir sonraki Dalai Lama nın milliyeti Tibet ile sınırlı olmayacak. Çin ile ciddi bir görüşme içinde değiliz dedi. Dalai Lama, Tibet teki Çin yönetimine karşı başarısız bir ayaklanmanın ardından 1959 yılında sınırı geçerek Hindistan a kaçtı. Dharamshala da sürgünde bir hükümet kurdu ve Pekin in Tibet üzerindeki sıkı kontrolünden rahatsızlık duyanlar için alternatif bir güç kaynağı olarak görüldü. Asıl adı Tenzin Gyatso olan ve Budizm inancının 14. reenkarnasyonu olarak bilinen Dalai Lama geçtiğimiz pazar günü 90 yaşına girdi. Dalai Lama her zaman Tibet in bağımsız statüsünü savunmuş olsa da Pekin onu ayrılıkçı olarak görüyor. 1950 yılında bağımsız bir ülke olan Tibet i işgal eden Çin, Tibet teki insanların yaşam standartlarının kendi yönetimi altında büyük ölçüde iyileştiğini söylüyor.
Source: Habertürk
Aileden ilk aklı başında tespit
Anoreksiyadan hayatını kaybeden fenomen Nihal Candan’ın babası Hakan Candan ilk kez nedamet getirdi. Çocuklarının yaşadığı hatalarda kendi sorumluluğunu da kabul eden Hakan Candan, “Birinci sorumluluk onlarda ama ikinci sorumluluk bizde. Ahlaki değerleri yeterince veremedim, onları bu ortamdan koruyamadım. Başaramadım. Bu olaydan sonra daha dikkatliyiz. Bahar’ı şöhret dünyasından uzak tutacağım, İstanbul’dan uzaklaştıracağım. Bu ortamdan korumak için ne gerekiyorsa yapacağım” dedi.Ailenin acısı çok taze, henüz zamanı değil diye şimdiye kadar bu konuda bir şey söylemeyi doğru bulmadım. Ama baba bile sorumluluğu kabul ettiğine göre artık konuşabiliriz. Ölenin annesi, kardeşi durup durup eski damadı suçluyor, kendilerine hiç paye çıkarmıyorlardı bu kayıptan.Oysaki bu iki kız kardeşin günden güne bir girdabın içine düştüğünü 85 milyon hep beraber izledik. Cümle alem farkındaydı da şimdi başkalarını suçlayan anne-baba neredeydi? Madem şimdi Bahar’ı korumak için harekete geçebiliyorlar, bu imkânı vaktinde niye kullanmadılar?Diyeceksiniz ki “Reşit insanlar; kim, ne müdahale edebilir!”Bence o da yetiştirme tarzıyla alakalı bir şey.Yani Nihal Candan’ı bu sona götüren bütün süreçlerde ortada olmayacaksın, yavrunu kıyısına gittiği uçurumdan çekip almayacaksın, sonra da…Neyse, bunları konuşmak için hâlâ çok erken galiba. Olan, o genç kadına olduğuyla kaldı.Enişte deme lazım olurSon günlerin şaşırtıcı işlerinden biri el ele görüntülenen Sinan Akçıl&Ece Erken oldu. İnsanların birbirine yakınlaşmasında şaşıracak bir şey yok elbette.Burada şaşırtıcı olan, Akçıl’ın eski eşi Burcu Kıratlı’yla yakın arkadaş olan Erken’in “Enişte” diye hitap ettiği Akçıl’la görüntülenmesi.Tıpkı o meşhur sözü doğrularcasına: Enişte dedi ama sonra lazım oldu. Burada bize laf düşmez. Bu konuda söz sahibi olan iki kişi var. Birincisi, Burcu Kıratlı. Bakalım bu gelişmeyi normal mi karşılayacak yoksa “arkadan bıçaklanma” muamelesi mi yapacak?Çünkü insanın aklına ilk iş, acaba “Enişte” falan derken de gözü mü vardı sorusu gelir doğal olarak. Olayda gözlerin çevrildiği asıl otoriteyse “enişte” konusundaki hassasiyetiyle bilinen Demet Akalın.Gülden-Neşe Karaböcek meselesinde “Bütün eniştecilerin sonu böyle olsun” diye bir çıkış yapmıştı. İzleyelim bakalım: Akalın’ın enişteciler tepkisi sadece aile içi ilişkiler konusunda mı yoksa arkadaşları da kapsıyor mu?Kene terminatörüİstanbul başta olmak üzere, yaşanan kene istilasını, aşırı avlanmadan dolayı onları yiyen keklik gibi hayvanların azalmasına bağlamıştım.Vahşi doğanın olduğu gibi kentsel alanların da kendi içinde bir dengesi var çünkü. Bir tarafı yok ederseniz, öbür taraf patlıyor. Tıpkı kedi-köpek gibi sokak hayvanlarını yok edince şehirleri fare basması, kentlere domuz inmesi gibi olaylarda yaşadığımız gibi…Afyon’da keneyle mücadele için doğaya yüzlerce keklik salındı. Yetkilileri tebrik ediyorum. Keklikler sadece keneleri değil, süne gibi hızlı çoğalan diğer zararlıları da temizleyecek. Temizleyecek de rahat bırakırsak tabii…Atalarımızın bir bildiği varmış ki kent kırsallarında yaşayan bu hayvanlara dokunmamışlar. Kent canlılarını itlafı akıl edemedikleri için ya da güçleri yetmediği için değil.Yüzlerce yıl bu coğrafyada yaşamanın getirdiği ortak akıl bence bu. Keşke New York, Paris gibi büyük batılı metropoller de kedilerine bizim gibi sahip çıksa, sokaklarını fare istilasından kurtarsa.
Source: Savaş Özbey
Eşini ütü kablosuyla bağlayıp tanınmaz hale getirdi! İşkenceci kocadan pişkin savunma
İstanbul Kadıköy’de yaşanan dehşet verici olayda, 25 yaşındaki Emrah K., eşini kıskançlık gerekçesiyle feci şekilde darbetti. Ütü kablosuyla elleri ve ayaklarını bağladığı eşi Maftuna T.’yi bıçakla tehdit eden, kemer ve ütüyle işkence eden saldırgan, olayın görüntülerini eşinin annesine gönderdi. Komşuların ihbarıyla kurtarılan talihsiz kadının vücudunda çok sayıda kırık ve darp izi tespit edilirken, savcılık şüpheli hakkında ağır suçlamalarla dava açtı. Sabah”ta yer alan habere göre; 15 Ocak 2025 sabahı saat 04:00 sularında Göztepe”deki evine gelen Emrah K.(25), eşi Maftuna T.(31)”nin evde olmadığını görünce önce bebek bakıcısıyla karşılaştı. Eşini telefonla arayıp eve çağıran adam, saat 07:00″de eşi geldiğinde “karşılıklı aldatma” iddialarıyla tartışmaya başladı. Tartışmanın şiddetlenmesiyle iddiaya göre eşi Maftuna”nın kafasını duvara vuran Emrah K., ardından kadını tekmelemeye başladı. Çocuğun ağlamasıyla bakıcı evden ayrılırken Maftuna T., odasına kaçıp kapıyı kilitledi ancak saldırgan adam eline bıçak alıp kapıyı kırarak içeri girdi. O anlarda sinir krizi geçirdiği öne sürülen Emrah K., eşini bıçakladı. Daha sonra ütü kablosunu keserek eşinin ellerini ve ayaklarını bağladı. Ardından kemer ve ütüyle genç kadının başına ve yüzüne defalarca vurdu. Saldırı sırasında eşinin kanlar içinde baygınlık geçirmesine rağmen işkenceye devam eden zanlı, o anları kaydederek görüntüleri eşinin annesine gönderdi. Apartmandaki komşular, kadının “Kurtarın beni, beni öldürüyor!” şeklindeki çığlıklarıyla dehşete kapıldı. Yardıma gelen bir komşuya da elindeki bıçakla tehditler savuran Emrah K., “Karışma, seni de bıçaklarım” diye bağırdı. İhbar üzerine olay yerine gelen polis, kapıyı açmalarını istediğinde ise “Gidin buradan, bu kadını öldüreceğim” sözleriyle karşılaştı. Polis kapıyı kırarak içeri girdiğinde Maftuna T. yerde kanlar içinde hareketsiz yatıyordu. Gözaltına alınan Emrah K. tutuklanırken, hastaneye kaldırılan Maftuna T.’nin vücudunda çok sayıda kırık, diş kaybı, bıçak kesiği ve darp izi tespit edildi. Adli Tıp raporunda yüzünün tanınmayacak hale geldiği belirtildi. İfadesinde, “eşinin kendisini aldattığını düşündüğünü” söyleyen Emrah K., “Gözüm döndü, pişmanım” diyerek savunma yaptı. Kabloyla bağladığını hatırlamadığını, ütüyle vurduğunu kabul ettiğini belirtti. Eşi baygınken kaydettiği videoyu gönderdiğini de itiraf etti. Savcılığın hazırladığı iddianamede Emrah K.’nin eylemlerinin “öldürme kastı” taşıdığı vurgulandı. Polis müdahalesi olmasa olayın ölümle sonuçlanabileceği belirtildi. Emrah K. hakkında, “Özel Hayata İlişkin Görüntü ve Sesleri İfşa Etmek”, “Kadına ve Eşe Karşı Kasten Öldürmeye Teşebbüs” ve “Cebir ve Tehditle, Silahla, Eşe karşı Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılma” suçlarından toplam 46 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı.
Source: Internet Haber
Üsküdar”da mahalleliden belediyeye tepki: Sorunlar çözülmüyor
Üsküdar”ın Burhaniye Mahallesi”nde yaşayan vatandaşlar, belediye hizmetlerinin yetersizliği ve çözüm süreçlerindeki aksaklıklar nedeniyle belediyeye tepki gösterdi. Mahallede yaşanan temizlik, altyapı ve kamu hizmetlerine dair sorunların uzun süredir çözülmediğini öne süren mahalle sakinleri ve muhtar, yetkililerden bu sorunlara kalıcı çözümler bulunmasını istiyor.”ÇÖZÜM VAR AMA İRADE YOK”Burhaniye Mahalle Muhtarı Kadir Uğurtay, 2 ay önce oluşan çöp ve moloz yığınlarının defalarca bildirilmesine rağmen kaldırılmadığını, konunun kamuoyuna yansıması sonrası aynı gece içerisinde temizlik işleminin yapıldığını söyledi. Mahalledeki en önemli ihtiyaçlardan birinin sağlık ocağı olduğunu belirten muhtar Uğurtay, “Bir hayırsever vatandaş bulduk ve sağlık ocağını bağışla yaptıracaktık. Fakat belediye yine işi sağa sola attı. Topu Sağlık Bakanlığı”na atıp, işi geciktirdiler. Biz bakanlıkla görüştüğümüzde, ‘Ruhsat aşamasında sıkıntı yoksa yüzde 50″sini biz karşılarız” dediler. Yani çözüm var ama belediyede irade yok” dedi.”OTLARLA DOLAN BOŞ ARSALAR YANGIN TEHLİKESİ TAŞIYOR”Muhtar Uğurtay, boş arsaların otlarla dolu olduğunu ve bu durumu yangın tehlikesi taşıdığını söyleyerek, “Bir önceki belediye bu otları ücretsiz temizliyordu. Şimdiki yönetim, ‘ücretli temizleyeceğiz” dedi. 2 gün önce Yavuztürk”te büyük bir yangın oldu. Aynı şey bizim başımıza gelirse kim sorumlu olacak?” dedi. Temizlik hizmetlerinde de ciddi aksaklıklar yaşandığını belirten Uğurtay, “Sokak temizlikçilerine takviye eleman lazım ama maalesef mevcudu bile koruyamadılar. Çöp kutularımız eksik, çöpler yeterince alınmıyor. Bazı sokaklarda 2-3 gün, hatta 4 gün bekleyen çöpleri biliyorum” ifadelerini kullandı.”YÜZDE 700 RAYİÇ BEDEL ZAMMINA İMZA ATMADIM”Üsküdar genelinde yapılan rayiç bedel artışına da tepki gösteren Uğurtay, “Geçen resmi açıklamalarında, ‘Bu kararı tek başımıza almadık” diyorlar. Vergi Dairesi, Mali Hizmetler, Ticaret Odası Hep topu başkalarına atıyorlar. Burada bir de muhtar var. Ben bir muhtar olarak yüzde 700″lük bir zamma imza atmadım, atmam da. Çünkü bu Üsküdar halkına zulümdür. Sol tarafı gecekondu, sağ tarafı villa olan bir sokakta aynı bedeli nasıl ödeyecek vatandaş?” diye konuştu. Muhtar Uğurtay, Üsküdar Belediye Başkanı”nın kendisini engellediğini öne sürerek, “Ne yazsam görmüyor, arasam açmıyor. Engellediyse kendi bilir. Ben işime, mahalleme sahip çıkmaya devam ediyorum. Sürekli ‘şu olmadı, bu olmadı” diye topu sağa sola atmasınlar. Altı üstü bir mahalle temizliğinden bahsediyoruz” dedi.”NEREYE KADAR DAYANACAK BU HALK”Mahalle sakinlerinden Ali Vural, “Bu rayiç bedelleri haksız bir kazanç olarak görüyorum. Bu, olmaması gereken bir uygulama. Vatandaşın cebinden fazladan para çıkartıyorlar. Haksız kazançtır bu” dedi. Abdullah Can isimli bir vatandaş ise, “Vatandaş nereye kadar kaldıracak belli değil. Böyle bir zam olur mu? Zaten vergisini ödüyor. Şimdi sen kalkıp 100 bin liralık rayiç bedelini 700 bin lira yapacaksın. Millet zaten geçinemiyor. Nereye kadar dayanacak bu halk?” ifadelerini kullandı.
Source: Ayşe Tan
Yarın sosyal yardımlar ve maaşlar artacak! Yeni zamlı ücret tablosu ortaya çıktı
Her yıl olduğu gibi, Temmuz ayı memur maaşlarının ve sosyal yardım ödemelerinin belirlendiği önemli bir dönem olarak gündemdeki yerini koruyor.
2025 Temmuz’unda yapılacak memur maaşı zammı, sosyal destek ödemelerinde de önemli bir artışa yol açacak. Halen, 65 yaş aylığı, engelli maaşı ve evde bakım desteği gibi kalemler memur maaş katsayısına endeksli olduğu için, bu zamlar doğrudan vatandaşların gelirine yansıyacak.
MEMUR MAAŞLARINDA ARTIŞ YAŞANACAK
Toplu sözleşme gereği, memur maaşlarına yüzde 5 oranında bir artış yapılacak ve bunun üzerine yılın ilk altı ayındaki enflasyon farkı eklenecek.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, Temmuz’da memur maaşlarına yapılacak toplam artışın yüzde 14’ü geçmesi bekleniyor. Bu oranlar doğrultusunda, memur maaşlarında yüzde 15.84 ile 16.5 arasında bir artış yaşanacak.
Bu artış, yalnızca maaşlara değil, aynı zamanda aile yardımı, toplu sözleşme ikramiyesi ve bazı sağlık ödemelerine de yansıyacak. Bu değişiklik, en düşük memur maaşının 50 bin 652 TL, emekli maaşının ise 22 bin 725 TL’ye ulaşması anlamına geliyor.
SOSYAL YARDIMLAR DA ARTACAK
Sosyal yardım kalemlerinin de bu zamdan etkilenmesi bekleniyor. 65 yaş aylığı, evde bakım yardımı ve engelli maaşları gibi birçok ödeme, memur maaş katsayısındaki artıştan faydalanacak. Örneğin:
65 Yaş Aylığı: Mevcutta 4.664 TL olan bu ödeme, Temmuz ayında 5.403 TL’ye yükselecek.
Evde Bakım Desteği: Halen 10.125 TL olan ödeme, 11.729 TL’ye çıkacak.
Engelli Aylığı: Yüzde 40-69 engeli olanlar için ödeme 3.723 TL’den 4.313 TL’ye, yüzde 70 ve üzeri engeli olanlar içinse 5.585 TL’den 6.469 TL’ye yükselecek.
Bunların yanı sıra, kronik hastalığı olan vatandaşlar için yapılan destek ödemeleri de artacak. Örneğin, tüberküloz ve SSPE hastalarına yapılan yardım, şu anki 10.125 TL’den 11.729 TL’ye yükselecek.
YENİ ZAMLARDAN DİĞER KALEMLER DE ETKİLENECEK
Kıdem tazminatı tavanı da yeni maaş katsayısına göre artacak. Şu an 46 bin 655 TL olan tavan, 54 bin TL’yi aşacak. Ayrıca, bedelli askerlik ücreti de memur zammı oranında artacak ve yeni ücret 281 bin 506 TL’ye yükselecek.
SED ÖDEMELERİNDE DE ARTIŞ BEKLENİYOR
Sosyal ve Ekonomik Destek (SED) ödemelerinde de bir artış bekleniyor. Yeni ödeme tutarları şu şekilde:
Okul öncesi çocuk: 4.809 TL → 5.571 TL
İlköğretim öğrencisi: 7.214 TL → 8.357 TL
Ortaöğretim öğrencisi: 7.695 TL → 8.914 TL
Yükseköğrenim öğrencisi: 8.657 TL → 10.028 TL
GÖZLER 3 TEMMUZ”DA
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 3 Temmuz 2025’te saat 10.00’da enflasyon verilerini açıklayacak. Bu verilerle birlikte, memur, emekli ve sosyal yardım ödemelerinde uygulanacak kesin artış oranları da netleşmiş olacak.
Source: Derleyen: Merve Kapan
Pensilvanya Üniversitesi’nden LGBT lobisine darbe: Kadın takımlarına katılmaları yasaklandı
ABD”deki Pensilvanya Üniversitesi, trans sporcuların kadın takımlarına katılımını yasakladığı bildirildi. Üniversitenin kararı, Eğitim Bakanlığı Sivil Haklar Ofisi”nin (OCR) üniversitenin trans bir sporcunun kadın yüzme takımına katılmasına ve kadınlara özel tesislere erişimine izin vererek federal yasaları ihlal ettiğini tespit etmesinin ardından geldi. Pensilvanya Üniversitesi, soruşturmanın ardından trans sporcuların kadın spor takımlarına katılımını yasaklamayı kabul etti. TRUMP”IN TAVRI ETKİLİ OLDU Bu karar, ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin trans bireylerin kadın sporlarında yer almasını engellemeye yönelik girişimlerinin sonucu olarak görülüyor. Konuya ilişkin açıklama yapan Eğitim Bakanı Linda McMahon, “Başkan Trump”ın liderliği sayesinde Pensilvanya Üniversitesi, geçmişteki ihlalleri için özür dilemeyi ve kadın sporlarının korunmasını sağlamayı kabul etti.” ifadesini kullandı. McMahon, alınan kararın yalnızca Pensilvanya Üniversitesi için değil, “ülke genelindeki tüm kadın ve kızlar için büyük bir zafer” olduğunu kaydetti. OCR”nin soruşturması, trans yüzücü Lia Thomas”ın kadın takımında yer almasının ardından başlatılmıştı. Thomas”ın eski takım arkadaşlarından Paula Scanlan, ABD Kongresi”nde verdiği ifadede, kendisine ve diğer takım arkadaşlarına “bir erkekle birlikte soyunmaya alışmaları için psikolojik destek teklif edildiğini” söylemişti.
Source: