“Sosyal Sorunlar Gündemi – Adalet, Ekonomi ve Toplumsal Değişim”

2.5 milyar TL’lik vurgun

Bugün sizlere çok çarpıcı bir dosyadan bahsedeceğim. 2 kişinin mağdur, 46 kişinin şüpheli olduğu bir iddianame var elimde. Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı Bilişim Suçları Bürosu hazırlamış. Teknik ve delil anlamında gayet iyi hazırlanmış bir iddianame. Emniyet güçleri de işlerini şahane yapmış. Ancak anlayamadığım, bir türlü kovuşturma aşamasına geçilememiş. 2.5 milyar TL’lik bir dolandırıcılıktan bahsediliyor. Her şey İsmail C. ve Ayşe Ç. adlı iki vatandaşın şikâyeti ile başlamış. İsmail C., sosyal medyada yer alan yatırım ve danışmanlık tavsiyelerinin bulunduğu hesapların reklam veya normal paylaşımlarını beğenmesi sonucunda başına gelenleri anlatmış. Paylaşımları yapan kişiler, yabancı uyruklu kişiler üzerine kayıtlı hatlar ile WhatsApp’tan İsmail C’ye ulaşmış. Kendilerini yatırım uzmanı ve danışmanı olarak tanıtıp yatırım konusunda İsmail C’ye bilgiler vermeye, risk analizleri paylaşmaya başlamışlar. Aynı şekilde bu kişiler Ayşe Ç. isimli kişiye de ulaşıp aynı bilgileri onunla da paylaşmışlar. Neticesinde oluşturulan sahte internet siteleri, sahte aplikasyonlar ile İsmail C. ve Ayşe Ç’yi ikna edip yatırım yapmaya ikna etmişler. İsmail C., 2019 yılında emekli olmuş, 2023 yılı mayıs ayında borsaya merak salmış ve öğrenmek amacıyla borsada küçük yatırımlar yapmaya başlamış. Halka arz edilen firmaların hisselerini 1000 TL gibi sembolik rakamlarla almaya başlamış. Bu süreçte yatırım tavsiyesi veren sosyal medya hesaplarını takip etmeye ve bu hesapların paylaşımlarını beğenmeye başlamış. Kısa süre sonra tanımadığı bir numaradan aranmış ve kendisini Samet diye tanıtan kişi ile yatırım üzerine konuşmuş ve neticesinde ikna olmuş. TRADERS INK isimli bir uygulamayı indirmesi istenmiş kendisinden ve sonrasında hesap açılmış. Tabii ki arayan kişiler hesaba para göndermesini istemiş. İsmail C., 15 Şubat 2024 tarihinde “Samet” adlı kişinin verdiği, “Hatay Mega Gıda Temizlik Ürünleri” adlı hesaba 10 bin TL göndermiş. Dekontu da aynı kişiye göndermiş. Sonrasında sistem işlemeye başlamış ve paranın hesaba geldiği bildirilmiş. Kendisine PDF olarak “Günlük Bülten” gönderilmeye başlanmış. Sonrasında kendisini yatırım uzmanı diye tanıtan kişiler aramaya başlamış. İkna edilip BNB Pro Elektrik Elektronik Bilişim Bilgisayar San. adlı firmaya 7 bin TL göndermiş. Sonra 500 dolar da DHCA GENT Elektronik isimli firmaya göndermiş. Mağdur İsmail C. için bu noktadan sonra tablo daha da kötüye gitmiş. Tekrar aranmış ve ondan bir alım daha yapması istenmiş. Talimat ile alımı gerçekleştirmiş ancak sonra dolandırıcılar, alımlar nedeniyle zararda olduğunu bildirmiş. Bu sefer 1060 dolar göndermesi durumunda devam edeceklerini belirtmişler. İsmail C. parasının olmadığını beyan etmiş fakat kendisinden kredi çekmesi istenmiş. İsmail C., bankadan 35 bin ve 215 bin TL kredi çekmiş. DHCA GENT Perakende isimli firmaya göndermiş. Daha sonra yatırım uzmanı olduğunu belirten kişiler devamlı İsmail C’yi arayarak hesabın fonlanması gerektiği vb. nedenlerle para yatırmasını istemiş. Bu sefer İsmail C. diğer bankalardan para çekmiş ve yetmemiş, oğluna da bankalardan defalarca kredi çektirmiş. Sıkı durun… İsmail C., yatırdığı parayı geri alabilmek umuduyla dolandırıcıların, “Şu kadar yatırın paranızı alacaksınız”, “Para askıda kaldı, şu kadar gönderirseniz paranızı alacaksınız” söylemleriyle oğluyla birlikte toplam 6 milyon 907 bin TL dolandırıcılara para göndermiş. Gelelim bir diğer mağdur isme… Ayşe Ç’den de İsmail C’de olduğu gibi TRADERS INK adlı uygulamayı indirmesi istenmiş. Ayrıca hesaba para göndermesi de talep edilmiş. Ayşe Hanım da hem hesabındaki parayı hem de çektiği krediyi toplamda 576 bin TL olarak bu kişilere göndermiş. Para gönderemeyecek duruma geldiklerinde ise devamlı görüştükleri kişilere ulaşamamışlar ve dolandırıldıklarını anlamışlar. İki isim de soluğu savcılıkta almış. Emniyet ve savcılık, yapılan şikâyet üzerine soruşturma başlatmış. Soruşturma kapsamında fiziki ve teknik takip de yapılmış. İşin ilginci, Türk GSM şirketlerinden arayan numara sahipleri Cihad Elabdullah, Abdulrauf El Osman, Osakpolar Samson Agho, Mouhamadou Lamine Badiane adlı kişiler çıkmış. Yabancı uyruklu kişiler üzerine alınmış hatların, teknik terimle “patates hat” olduğu anlaşılmış. Bu kişiler, İstanbul Maltepe’de bulunan Ritim İstanbul adlı iş merkezinde ofisler kiralamış ve bu kiraladıkları ofislerden sözde yatırım uzmanlığı veya borsa uzmanlığı, Forex uzmanlığı adı altında kişileri arayarak dolandırıcılık faaliyetlerinde bulunuyorlar. Yine aynı yerde 20-25 yaşındaki gençleri kandırarak hesaplarını kullanıyorlar veya onlar üzerine şirketler kuruyorlar. Bu kişileri ayarlayan ekipler var. Hesabını kiraya veren, bu hesapları ayarlayan herkes işlem boyutuna göre para kazanıyor ama genellikle bu rakamlar hesaplarda dönen rakamlara göre çok cüzi miktarlar oluyor. Bu tür hesaplarını kullandıran kişiler, işin sonunda her işlem için, her kişi için ayrı ayrı cezalandırılıyorlar. Bu işin başındaki kişiler ise ne yazık ki siyasi bağlantıları veya başka bağlantıları sayesinde kısa sürede çıkıyor. Çünkü hiçbir işlem, örgütün başındaki kişilerin adı ile yapılmıyor, hatta adları hiçbir yerde geçmiyor. İletişim için Skype ve kod isimler kullanılıyor. Soruşturma neticesinde ortaya örgüt çıkarılıyor. Var olan örgütün sadece borsa, yatırım, Forex adı ile dolandırıcılık yapmadığı, ayrıca yasadışı bahis aklama işlemlerini yaptığı da tespit ediliyor. Örgütün başında “MİLAN” kod adını kullanan “DAYI” lakaplı Tevfik Altuntaş ve “MOSCOW” kod adlı şüpheli Mehmet Bahadır Ersoy’un olduğu belirlenmiş. Örgüt yapılanmasında nitelikli dolandırıcılık suretiyle (ve soruşturması ayrı yürütülen yasadışı bahis aracılığıyla) haksız yarar sağlandığı görülmüş. Paravan uygulamalar indirtilerek, yatırım vaadi içeren, URL uzantısı tespit edilemeyen linkler paylaşılarak mağdurlardan haksız yarar sağlandığı anlaşılmış. Aynı paravan şirket hesapları ile hesapçı olarak banka bilgilerini komisyon karşılığında kullandıran şüpheli şahısların hesaplarına yaklaşık 1.4 milyar TL para girişi olduğu tespit edilmiş. Daha bitmedi… Hesaplar arasındaki para trafiğinin de yaklaşık 1.1 milyar TL olduğu, 2023-2024 yılı hesap dökümlerinde bu tarzdaki dolandırıcılık eylemlerinde toplam 2.5 milyar TL’lik bir işlem hacmi olduğu belirlenmiş. Bakın bu sadece bir yıldaki rakam. Örgüt liderleri ve üyeleri yakalanmasına rağmen kurulan sistemin halen devam ettiği belirtiliyor. Son sözüm şu: Bu sadece bir dolandırıcılık hikâyesi değil. Bu, bir suç ekonomisinin nasıl büyüdüğünün resmi. Bu, insanların nasıl kandırıldığının belgesi. Ve bu, adaletin nasıl geciktiğinin kanıtı.

Source: Murat Ağırel


Deniz Berktay ile Kuzeyden Notlar: Ermenistan ve İran’da yeni denklemler

Rusya-Ukrayna Savaşı, Putin’in öngördüğü gibi kısa süreli bir “özel operasyon” olmak yerine uzun bir savaşa dönüşünce Ukrayna macerası tam da Batılı ülkelerin istediği şekilde,Rusya’nın gücünü tüketen bir batak haline geldi. Gerek Ortadoğu’da gerekse Kafkasya’da dengelerin değişmeye başlaması hiç şüphesiz Rusya’nın buralarda eski güç dengesini sürdürmeye yetecek gücü ayıramamasıyla, Ukrayna’ya saplanmış olmasıyla da alakalı. İsrail, ABD’nin Ortadoğu’daki baş müttefiki olsa da İsrail’in Rusya’yla ilişkileri güçlü ve bu ilişki, her iki taraf için de önemli. Rusya için İsrail, Batı’nın yaptırımlarını delmesini sağlayan bir pencere demek. İsrail, Rusya’ya yönelik yaptırımlara katılmadığı gibi Zelenski’nin ısrarlarına rağmen Ukrayna’ya silah vermedi. İlişkiler son iki yılda bozulsa da Rusya, İsrail’i gözden çıkarma niyetinde değil kesinlikle. Ayrıntıları bir başka yazıya bırakarak şimdilik şunu söyleyelim, Rusya, ABD’nin bölgedeki etkisine karşı çıksa da İran ile İsrail arasında dengeyi bulmaya çalışıyor. Putin’in bir taraftan İran’ın nükleer enerjiyi barışçı olarak kullanma hakkını savunurken diğer taraftan İsrail’in güvenlik kaygılarına saygı gösterdiğini açıklaması, bu anlayışı yansıtıyor. PAŞİNYAN’I ZOR GÜNLER BEKLİYOR Geçen hafta Emenistan Başbakanı Nikol Paşinyan Türkiye’ye “tarihi” ziyarette bulundu. Bildiğimiz üzere Türkiye’yle Ermenistan, özellikle 2020 yılındaki Karabağ Savaşı’ndan sonra normalleşme çabalarına girdi. Karabağ Savaşı’ndan kısa süre önce Paşinyan’ın karısı, elinde tüfekle Karabağ’da poz verirken savaşın ardından Paşinyan’ın öncelikleri temelden değişivermiş, Paşinyan, Karabağ’dan çekilmenin Ermenistan için kayıp olmadığını söylemeye başlamıştı. Türkiye ve Azerbaycan’la ilişkilerde attığı adımlar da ülke içinde milliyetçi kesimlerin kendisine hain damgası vurmasına neden oluyor. Paşinyan, İstanbul ziyaretinde, Kumkapı’daki Ermeni Patrikhanesi’ni ziyaret etti. Ama ne hikmetse patrikhanenin o gün kapalı olacağı tuttu! Paşinyan kiliseyi ziyaret ettiğinde ortalıkta bir tek rahip yoktu. Kendisini Ermeni cemaat okulunun müdürü karşıladı. Ermeni cemaatinin gazetelerinden Agos, bunun, Paşinyan’ın Ermenistan’daki Ermeni Gregoryen (Apostolik) Kilisesi’ne karşı tavrından kaynaklandığını söylüyor. Ermenistan’daki Ermeni Apostolik Kilisesi, Karabağ Savaşı’ndan sonra Paşinyan’a düşman kesilmiş hatta savaşın hemen ardından Paşinyan’ı istifaya davet etmişti. Bu kilise ayrıca Ermenistan’da toplumun en güvendiği kurumların başında geliyor. Paşinyan’ın şimdiki reytingi ise yüzde 10’larda sürünüyor. Kilise siyasette çok etkili. Paşinyan kiliseyle savaşa girdi ve kilisenin başının (Katolikos) gayri meşru çocuğunun olduğunu, kilise yetkililerinin bağışları cebe indirdiğini söylemeye kadar gitti. Paşinyan’ın karısıysa papazları pedofilli ile suçladı. Öte yandan Ermenistan’ın en zenginlerinden olan ve Rus vatandaşı olan Samvel Karapetyan geçen hafta kiliseye destek çıkıp Paşinyan’a bayrak açınca tutuklanıverdi. Karapetyan, Paşinyan karşıtı milliyetçi muhalefeti birleştirebilecek güce sahip olduğu için Paşinyan tarafından sakıncalı görülüyor. Gelecek yılın haziranında Ermenistan’da seçimler var ve Paşinyan böyle güçlü bir muhalefeti yenebilir mi belli değil. Ermenistan’la normalleşme ilk başladığında Rusya, bölgede hakem durumundaydı. 2023 yılında Ermenistan’ın Karabağ’dan tamamen çıkartılması ise Türkiye ve Azerbaycan’ın, Rusya’nın hakemliğine karşı da bir başkaldırısı olmuştu. Şu anda Rusya, Ermenistan’da milliyetçi muhalefetle yakın ilişkide. O nedenle, Paşinyan’la anlaşmaya varılsa bile bu ne kadar uzun ömürlü olur belli değil. Belirsizlik maalesef bütün bölgenin geleceği için söz konusu.

Source: Deniz Berktay


Mayıstan bu yana en çok iş kazası mevsimlik tarım işçilerinde yaşandı: Ne yasa var ne denetim

Tarımda yoğunlaşan hasat dönemi, mevsimlik tarım işçileri sorununu bir kez daha gündeme getirdi. Mayıs ayında en fazla iş kazası tarımda yaşanırken en son olarak Gaziantep’in İslahiye ilçesinde, 15 yaşındaki tarım işçisi Davut Bozan, serinlemek için girdiği Tahtaköprü Barajı’nda boğularak yaşamını yitirdi. TÜİK’in 2023 verilerine göre çalışan çocukların yüzde 30’u tarımda yer alıyor. İSİG Meclisi’ne göre ise 2024’te iş cinayetlerinde ölen çocukların yüzde 31’i tarım işçisiydi. 2013’ten bu yana en az 2 bin 58 tarım işçisi yaşamını yitirdi, bunlardan 402’si çocuktu. Her yıl yaklaşık 250 bin çocuk, ailesiyle birlikte mevsimlik tarım göçüne katılıyor. Oyundan, okuldan ve sağlıktan uzak, ağır koşullarda yaşam mücadelesi veriyorlar. Naylon çadırlarda barınıp, seyyar tuvalet ve elektriksiz alanlarda çalışıyorlar. “KANUN VİCDANSIZ” CHP Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Tanal’a göre sorunun temelinde İş Kanunu var. Mevzuata göre, elliden az işçi çalıştıran tarım işletmeleri İş Kanunu dışında tutuluyor. Bu da işçilerin özlük haklarını kaybetmesi anlamına geliyor. “İşverenler bir yana, kanunun kendisi vicdansız. Kölelik rejimi adeta” diyen Tanal şöyle devam etti: “Oysa Anayasaya göre devlet vatandaşın önündeki ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmakla, maddi ve manevi varlığını geliştirebilmesi için gerekli şartları sağlamakla yükümlü fakat mevcut iktidar mevsimlik tarım işçilerini bu şartların dışında bırakıyor.” Bunun uluslararası sözleşmelere de aykırı olduğunu belirten Tanal, devletin büyük işletmelerin çıkarını öncelediğini belirtti. Mevsimlik tarım işçiliğinde kadın, çocuk, eğitim ve sağlıklı çevrede barınma haklarının ihlal edildiğinin altını çizen Tanal, bir çadırda 8-9 kişinin kaldığını, işçilerin asgari ücretin altında çalıştırıldığını belirterek “Kanun hükmünün arkasına saklanarak kaçak çalıştırılan işçiler kaderleriyle baş başa bırakılıyor. Aileler çocuklarını mecburen yanlarında götürüyor, kime bırakacaklar? Devlet bunların hiçbirini denetlemiyor çünkü tarla, çiftlik sahipleri zengin” yorumunu yaptı.

Source: Elif Özge Yalçın


İran’da aslında ne oluyor?

2003 yılına kadar Türkiye’nin Filistin vizyonu tamamen Yaser Arafat ve Filistin Kurtuluş Örgütü’ydü.

AKP iktidara geldi, hemen bir yıl sonra, bütün dünyada Filistin’in sözlük anlamı olarak kabul edilen Yaser Arafat öldü. Filistin devletinin varlığı ve tanınması için İsrail devletiyle masaya oturmayı başaran, İzak Rabin ve Şimon Peres’le birlikte Nobel Barış Ödülü’ne layık görülen Arafat, artık yoktu. Şak… Türkiye’de eksen kayması yaşandı.

Hayata daima Ankara penceresinden bakan Türkiye Cumhuriyeti devleti, AKP hükümetiyle birlikte pozisyon değiştirdi. Tarih boyunca daima Arafat’ın yanında duran, Filistin’le İsrail arasında dostane şekilde arabuluculuk yapmaya çalışan Türkiye, bu vizyonunu terk etti; Filistin Kurtuluş Örgütü’nün kökeni olan, Arafat’ın kurucusu olduğu El Fetih’e sırtını döndü, direksiyonu Hamas’a kırdı.

2006 yılında, Filistin’de seçim yapıldı.

Arafatsız ilk seçimdi, Hamas kazandı.

O zamanlar Türk medyası henüz böyle yandaşlaşmamıştı, özgürce gazetecilik yapılıyordu, “kaleş iktidarda” manşetleri atıldı. Çünkü, seçimi kazanan Hamas mensupları, kalaşnikoflarla zafer turuna çıkmıştı!

Filistin toprakları tarihte ilk defa, hem coğrafi olarak, hem ruhen ikiye bölünmüştü. Arafat’ın El Fetih’i laikti, Hamas köktendinciydi. El Fetih, dünya sahnesinde Filistin devletini temsil ediyordu, Hamas ise terörist örgüt kabul edildiği için -İran hariç- hiçbir ülke tarafından tanınmıyordu.

Sayın ahalimiz sayın hükümetimizin yönlendirmesiyle, hepsini birden Filistin zannediyordu ama, Hamas asla Filistin değildi. Mısır’daki şeriatçı İhvan Hareketi’nin Filistin şubesi olarak kurulmuştu, bizatihi Arafat’ın karşısına dikilmek üzere, Arafat’ın El Fetih’ine karşı kurulmuştu, coğrafi olarak bölünen Filistin’in yarısına, Gazze Şeridi’ne el koymak için kurulmuş bir örgüttü, hatta bu yüzden, İsrail’den bile önce El Fetih’e silah çekmişti, Batı Şeria’daki Mahmut Abbas hükümetine karşı 2007 yılında El Fetih’le çatışmışlar, binden fazla Filistinlinin ölümüne sebep olmuşlardı. Hamas, İran tarafından destekleniyordu, Tahran yönetimi silah, roket ve para vermekle kalmayıp, Hamas militanlarına askeri eğitim veriyor, İsrail’e yönelik operasyonlarda taktik danışmanlık yapıyordu, Lübnan’daki Hizbullah’la ortak hareket etmelerini sağlıyordu.

7 Ekim 2023… Tam Şabat günü, Yahudilerin kutsal gününde, Hamas “sürpriz” denilen bir operasyonla roket sağanağı başlattı, paramotorlarla İsrail sınırını geçtiler, kamyonetlerle tel örgütleri yıktılar, ağır silahlı, maskeli militanlarla, sivil yerleşim bölgelerine girdiler, çoğunluğu kadın bazıları çocuk, 300’den fazla sivil İsrailliyi öldürdüler, 200’den fazla İsrailliyi rehin alarak Gazze’ye kaçırdılar.

Gazze’de adeta bayram havası yaşanıyordu, İsrail’den nefret ettikleri için gayet normaldi, anormal olan tarafı Türkiye’de yaşananlardı. İstanbul başta olmak üzere pek çok şehrimizde, sevinçten kornalarla şehir turu atanlar vardı, camilerimizde “şükür namazı” kılanlar vardı. Özellikle yandaş medyamızın manşetlerinde hem coşku, hem mutluluk, hem de alaycılık hakimdi, “Mossad rezil oldu” makaleleri yazıldı, “demir kubbe kağıt gibi yırtıldı” başlıkları atıldı, “Netanyahu kaçacak delik arıyor” denildi, yandaş ekranlarda keyifle gülümseyerek yorumlayanlar vardı, “İsrail aslında işte bu kadar zayıf bir ülkedir, dünya bunları gözünde büyütüyor” yorumları yapıldı, “İsrail’le birlikte İsrail’in hamisi ABD’nin de fena halde rezil olduğu” anlatıldı, Hamas övgüleri yapıldı, sayın hükümetimizin Türkiye’nin Filistin vizyonunu değiştirerek, Hamas’ın arkasında durarak ne kadar doğru yaptığı anlatıldı.

(Şükür namazı kılanlardan biri, Hamas lideri Haniye’ydi, çalışma ofisinde şükür namazı kılarken çekilen fotoğrafları bütün dünya medyasına servis edilmişti, kütüphanesinde Türk Bayrağı görülüyordu, çünkü, Haniye’nin saldırı gününde bu şükür namazını kılarken, İstanbul’da olduğu öne sürüldü, bu iddia yalanlanmadı.)

(Hamas lideri Haniye şükür namazı kılarken, Türkiye’de adeta bayram havası eserken, Filistin devlet başkanı Mahmut Abbas ne demişti… “Hamas, İsrail’in Gazze’ye saldırması için bulunmaz bir bahane yarattı” demişti. Kesinlikle doğru teşhisti. Gel gör ki… Sayın medyamız, Mahmut Abbas’ın bu açıklamasını hiç beğenmemişti, sansürlemişlerdi. Mahmut Abbas’ın bu sözleri bütün dünya medyasında yer alırken, bizim medyada sansürlerdi, üstü örtüldü, Türk halkına duyurulmadı. Yani, sayın medyamız Mahmut Abbas’tan bile daha iyi bildiğini, İsrail’i Mahmut Abbas’tan bile daha iyi tanıdığını zannediyordu!)

Sonrasını hepimiz gördük… Gazze’de taş üstünde taş bırakılmadı, adeta haritadan silindi, Hamas yok edildi, şükür namazı kılan Haniye, Tahran’da öldürüldü, İran cumhurbaşkanı ve halefi olarak görülen İran dışişleri bakanı “ben suikastım” diye bağıran bir helikopter kazasıyla öldüler, Lübnan’daki Hizbullah militanlarının çağrı cihazları, telsizleri, cep telefonları patladı, Beyrut’a düzenlenen hava saldırılarıyla Hizbullah varlığı imha edildi, İsrail tankları Güney Lübnan’ı işgal etti, Hizbullah lideri Nasrallah öldürüldü, Esad rejimi çökertildi, İsrail askerden arındırılmış bölgeyi geçerek, 1973’ten beri ilk kez Suriye topraklarına girdi, Golan Tepeleri’ne çöktü, Suriye hava sahasını babasının tarlası gibi kullanabilir hale getirdi, sıra heybedeki turbun büyüğüne gelmişti, İran’ı vurmaya başladı, İran genelkurmay başkanını, İranlı bilim insanlarını yok etti ve en son, ABD sahneye çıktı, Amerikan hava kuvvetleri İran’ın nükleer tesislerini vurdu, Trump açıkça “İran’da rejim değişikliği istediğini” söyledi.

7 Ekim 2023 milattı… Hamas İsrail’e saldırdığında, İsrail’in şapşal gibi hazırlıksız yakalandığını düşünenler, Türkiye’de sevinç çığlıkları atanlar, bugün ne düşünüyorlar acaba?

(Aslında maalesef gayet belliydi… NATO’da “duygusal durum” adı verilen bir konsept var. NATO subaylarına bunun eğitimi veriliyor. Duygusal bir durum yaşanıyor veya duygusal bir durum yaratılıyor, yerel halk ve dünya kamuoyu bu duygusal durumun etkisindeyken, çoook önceden planlanan her ne ise uygulamaya konuluyor.)

(Vietnam savaşı buydu mesela, Amerikan destroyerlerine Kuzey Vietnam tarafından saldırı yapıldı dediler, bu saldırı üzerine ABD Senatosu’ndan misilleme kararı çıkardılar, aslında düpedüz yalandı, böyle bir saldırı yoktu ama, yalan olduğu ortaya çıkana kadar Vietnam’a daldılar.

Irak savaşı da buydu, Saddam’ın tee Avrupa ülkelerini bile vurabilen, Paris’i Londra’yı vurabilen kimyasal füzeleri var dediler, halbuki elbette yoktu, düpedüz yalandı ama yalan olduğu ortaya çıkana kadar Irak işgal edildi.

Önce duygular harekete geçirilir, dünya çapında destek sağlanır, sonra da, çoktaaan hazırlığı yapılmış olan plan rahat rahat uygulanır.)

(Hamas’ın “zafer” zannedilen saldırısı, dört dörtlük duygusal durum konseptiydi. Sihirli el tarafından sosyal medyaya özellikle servis edilen sivil katliamı görüntüleriyle, İsrail dünya çapında “mağdur” olmuştu, böylece, çoktaaan hazırladığı planını uygulama fırsatı bulmuştu.)

(Gazze, Lübnan, Hamas, Hizbullah, Suriye, İran… Peş peşe yıkılan bu domino taşlarının tesadüfen peşi sıra yıkıldığını, böylesine kapsamlı bir harekat silsilesi için en az iki üç yıldır ABD’yle İngiltere’yle koordineli hazırlık yapıldığını görmemek için, bakar kör olmak gerekiyordu.

Hayata Ankara penceresinden bakmak yerine, hayata dini referanslarla bakanlar, bu çıplak gerçeği görememişti.

Hamas saldırınca, aslında İsrail’de hiç sevilmeyen ve iktidarını kaybetmek üzere olan Netanyahu’nun aniden elinin güçlendiğini kavrayamamışlardı.

CIA, MI6, Mossad coğrafyasına İETT kafasıyla girenler, Hamas’ın adeta maşa olarak, kukla olarak kullanıldığını süzememişlerdi.)

Hamas sivillere saldırdığında kornalarla zafer turu atan arkadaşlar, altını çizerek okusun lütfen… 11 Eylül’de, 11 Eylül 2001’de, Amerika Birleşik Devletleri, tarihinde ilk kez kendi topraklarında vuruldu. Dört yolcu uçağı köktendinci teröristler tarafından kaçırıldı, böyle duyuruldu, iki yolcu uçağı New York’taki İkiz Kuleler’e patlattı, 110 katlı kuleler meşale gibi yanarak çöktü, bir yolcu uçağı Pentagon’a çakıldı, bir yolcu uçağı da Washington’da artık nereyi vuracaksa, hedefine ulaşamadan, Amerikan savaş uçakları tarafından düşürüldü, toplam 2 bin 977 Amerikan vatandaşı hayatını kaybetti. Dünya şoke olmuştu… Kafası çalışmayan bazı ülkelerde sevinç gösterileri yapılıyordu, kornalarla şehir turu atılıyordu, şükür namazları filan kılınıyordu. İşte o ortamda, Filistin Kurtuluş Örgütü lideri, Filistin devlet başkanı Yaser Arafat, ne yaptı biliyor musunuz… Koştura koştura gitti, yaralı Amerikalılar için kan bağışında bulundu! Evet, Yaser Arafat en yakın tıp merkezine koşturdu, sedyeye uzandı, ABD için kan bağışında bulundu, videoya çektirdi, bütün dünya medyasına servis ettirdi. Elbette ABD’nin kan bağışına falan ihtiyacı yoktu ama, sembolikti, diplomatik değeri, manevi değeri çok yüksek bir tavırdı. Arafat, kendisiyle beraber bütün Filistin halkının, bu köktendinci terör saldırısına karşı ABD’nin ve Amerikan halkının yanında olduğunu gösteriyordu. Çünkü… Feleğin çemberinden geçmiş bir insan olarak, Arafat’ın kafası çalışıyordu. ABD’nin nasıl bir güç olduğunu, 11 Eylül’den sonra dünyayı yakıp yıkacağını, bunu kimsenin yanına bırakmayacağını gayet iyi biliyordu. Herkesi darmadağın ederken, arada Filistin’e de bir yumruk patlatmasınlar diye, kendi halkını korumak için, sedyeye yatmış, sembolik olarak kan bağışında bulunmuştu. Kan verirken, röportaj da verdi, “terör bizim de düşmanımızdır, biz de aslında terör kurbanıyız” dedi. Bununla da yetinmedi, bizzat Arafat’ın tek tek seçtiği 20 kişilik Filistin heyeti, Kudüs’teki Amerikan Konsolosluğu’na gittiler, New York’ta hayatını kaybedenlerin anısına mum yaktılar, taziyede bulundular. Niye… Tekrar ediyorum, Arafat’ın kafası çalışıyordu, ömrünü Mossad’a, CIA’e, MI6’e karşı mücadeleyle geçirmiş bir insan olarak, olabilecekleri öngörüyordu, ABD’nin 11 Eylül’ü vesile yaparak, çoktaaan hazırladığı planlarını uygulamaya koyacağını, hedef ülkeleri yakıp yıkacağını kestiriyordu. Kan bağışında bulunarak, bu sembolik tavrı göstererek, kendi halkını yangından kurtardı.

Hamas, işte bu diplomatik zekayı gösterebilen Filistin Kurtuluş Örgütü’nün, bu siyasi olgunluğa sahip Arafat’ın karşısına dikilmiş bir örgüttü.

İşte bu Hamas’ın, zafer kazandık zannederken, sevinçle şükür namazı kılarken, aslında Gazze’den Lübnan’a, Suriye’den İran’a, hatta Türkiye’ye kadar, bütün bölgenin başına ne iş açtığını hepimiz görüyoruz.

Elalemin yazdığı senaryoda figüran bile olamadığımız için, şimdilik anca seyirci olduğumuz için, bu filmin daha nereye varacağını, filmin nasıl biteceğini, maalesef bilemiyoruz.

Tek bildiğim şu… Geleceğe dair, bugüne kadar yaşananlardan ibret almak gerekir, yoksa, eksenimiz kaydı zannederken, şakülümüzün kayması kaçınılmazdır!

Source: Yılmaz Özdil


İran sınırında insanlık dramı

Türkiye’nin İran’a açılan sınır kapısı Van Kapıköy’de yoğunluk devam ediyor. ABD’nin İran’a saldırısı ile Avrupa, Afrika ve Uzak Doğu ülkelerinin konsolosluk çalışanları ile siviller de İran’ı terk etmeye başladı. Günlük 2 bin kişi kapasitesi olan sınırda yaşananlar ise insanlık dramına dönüştü.

KALDIRIMDA OTURUYORLAR

Binlerce insanın giriş çıkış yaptığı sınırda tuvalet yok. Siviller dere kenarına inip tuvalet ihtiyacını karşılıyor. Barakaların arkasında tuvaletini yapanlar yüzünden idrar kokusu hakim. Bekleme alanı olarak çadırdan bozma barakalar kullanılıyor. Siviller sırasını kaldırım kenarında oturup bekliyor.

ESNAF DERDİNİ ANLATTI

Esnaf; “AKP’li kayyum zamanında tuvalet yapmışlardı, seçimi DEM Parti alınca tuvaleti söktüler. Resmen halkı cezalandırıyorlar. Burada sadece Van halkı yok. Sınır kapısında tüm dünya vatandaşları var. Bu ülke adına utançtır. İnsanlığa sığmaz” diyor.

Source: Haber Merkezi


Öğrenci tarikata emanet

2024-2025 eğitim öğretim dönemi bitti, yaz okulları için okullarda programlar hazırlanmaya başladı. Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı yaz okulları ise birer birer dini derneklere devrediliyor. Hayrat Vakfı, İHH İnsani Yardım Vakfı, İlim Yayma Cemiyeti, TÜGVA ve son olarak da HÜDA PAR ile bağlantılı Peygamber Sevdalıları Vakfı, yaz okulu açıyor.

MEB’e bağlı okullarda verilecek dersler, Kuran, Osmanlıca olacak. İHH İnsani Yardım Vakfı’nın yaz okulunun adı ise “Muhabbbet Okulu’’ oldu. İlim Yayma Cemiyeti ise yaz okullarında Kuran, ibadet, edab ve İslam Kültür-Medeniyeti dersleri verecek.

Tüm Öğretmenler Birliği (TÖBSEN) Genel Eğitim Sekreteri Serkan Bebek dini ağırlıklı yaz okullarına tepki gösterdi ve SÖZCÜ’ye şunları söyledi:

“Son yıllarda, yaz okulları kapsamında dernek ve vakıf görünümlü tarikat ile cemaat yapılanmalarının MEB üzerindeki etkisi giderek artıyor. İktidara yakın vakıf ve derneklerin düzenlediği yaz okulları, laik ve bilimsel ilkelerden uzak bir anlayışla faaliyet gösteriyor. Bu programlar adeta mürit devşirme aracı olarak kullanılıyor. Eğitim-öğretim, bir kamu hizmeti olmaktan çıkıyor.”

Source: Deniz Ayhan


Milyonların zam beklentisi… Emekli ve asgari ücretliye ara zam yapılacak mı

Yılın ikinci yarısında aylıklara yansıtılacak son 6 aylık enflasyon oranında zammı beklemeye koyulan emekli, dul ve yetim temmuzda seyyanen artış verilmesini ve taban aylıklara yansıtılması taleplerini her yerde haykırıyor. 22 bin 104 TL tutarındaki ücretleri cep boşaltan yüksek fiyatlar karşısında hızla eriyerek pula dönen asgari ücretli emekçi de temmuzda ara zam umudunu sürdürüyor. Ara zam yapılmazsa yeni zamlı ücreti Şubat 2026’da eline geçecek emekçi daha da yoksullaşacak. Ne yapar ne eder bu insanlar şubata dek! Hürriyet’ten meslektaşımız Abdulkadir Selvi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kabine toplantısında bakanların ara zam taleplerine Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’i kastederek “Mehmet’i bu yıl sıkıştırmayın” yanıtı verdiğini yazdı. Kamuoyu bunu sürekli tartıştı. Bu hep bir ‘sinyal’ olarak değerlendirildi. Enflasyonla mücadele kapsamında sıkı para politikasını savunan Bakan Şimşek’in emekli ve emekçiye yüksek zam verilmesine karşı olduğu aşikâr. Temmuza kısa süre kala önümüzdeki günlerde sürpriz yapılarak Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplantıya çağrılır mı? Olursa milyonlar sevinir.Aslında büyük yoksunluğa yol açan 14 bin 469 TL’lik en düşük ve altında kalan aylıkların radikal şekilde ele alınıp taban aylıkların insanca yaşanabilir düzeye çıkarılması ve dar gelirli milyonların soluklanması sağlanmalı.NEREDE YANLIŞ YAPTIM! “BUGÜN tartışma kültürü ile özeleştiri kültürünü veren bir eğitimden yoksunuz. ‘Ben nerede yanlış yaptım’ diyebilmek, ‘O benden daha iyi’ diye düşünebilmek ve bu terbiyeyi verebilmek nitelikli insanı yetiştirmekle mümkün olur.” Ali Naili ERDEMYALNIZ BİR KADIN OLARAK… SEYAHAT ederken dikkat edilmesi gerekenler:- Gideceğin şehre gece saatlerinde varış yapma.- Yanında mutlaka nakit bulundur.- İletişim kurduğun kimseye yalnız olduğunu söyleme.- Konaklama yerinin konumunu yakınlarına ilet.- Gideceğin yerdeki konsolosluk bilgilerini temin et.- Gezdiğin noktalardan anlık paylaşım yapma.- Yalnız seyahat ettiğine dair paylaşım yapma.- Şarj aleti dışında power bank gibi yedekli cihazlar bulundur.SULAK ALANLAR KURUTULAMAZ BALIKESİR 1. İdare Mahkemesi, Akçay Sulak Alanı’nda Edremit OSB’ye ‘Dur’ dedi.Sulak alanlar yaşam kaynağıdır, doldurulamaz, kurutulamaz. İmar planlarının iptali için Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği, Doğa Araştırmaları Derneği, Doğa Derneği, Yeşil Düşünce Derneği, Edremit Çevre Sağlığı ve Doğayı koruma Derneği, S.S. Proje Evi Kooperatifi, Zehra Ergun ve Gülşen Yördem olarak açtığımız davada Balıkesir 1. İdare Mahkemesi, “yürütmeyi durdurma” kararı verdi. Çok sevinçliyiz. Hak yerini buldu.MESAJ PANOSUEMEKLİLER YÜRÜYOR- EMEKLİLER yollarda; İstanbul’da Ankara’ya adalet yürüyüşü başladı. Emekliler Meclisi Sözcüsü Tülin Karakullukçu öncülüğünde İstanbul Kartal Meydanı’ndan Ankara’ya doğru Adalet Yürüyüşü yapıldı. “Biz dilenci değiliz, hakkımızı istiyoruz” diyen emekliler, Ankara’ya ulaşana kadar seslerini duyurmaya kararlı olduklarını dile getiriyorlar.Gebze Meydanı’nda çadırda konaklayan yürüyüşçüler, 21 Haziran sabahı tekrar yola çıkarak İzmit’teki emekliler buluştular.TSK, İLİM İRFAN ORDUSU VE ULUSAL TESİSLER… EVET ÜÇ ORDUMUZ VARHER ülkenin sorunları vardır ama bunların bilinçli olarak ve mantık çerçevesinde çözülmesi gerekir. Aksi takdirde daha büyük sorunlara yol açılabilir.- Bu sorunlardan birincisi, yasadışı bir terör örgütü ile barış görüşmelerinin yapılacak olmasıdır. Türk Dil Kurumu Sözlüğü’ne (TDK) göre ‘Barış; savaşan devletler arasında olağan ilişkileri yeniden kuran bağlayıcı anlaşma’dır. Doğal olarak önemli olan terörün bitirilmesi ve teröre son verilmesidir, ancak burada savaşan devletler değil, devlete karşı terör estiren yasadışı bir örgüt olduğuna göre barış anlaşmasından söz edilemez.- Bir ülkenin bağımsızlığı yanında diğer temel sorunları arasında ‘ülkenin temel kuralları, eğitim, ekonomi, üretim ve adalet gibi’ başlıklar yer alır.- Ülkenin temel kurallarını belirleyen Anayasa’nın değiştirilmesi, sürekli olarak gündeme getirilemez. Bizde yapıldığı üzere maddelere sokuşturulan ufak ek ve değişiklikler veya torba yasalarla Anayasa’nın ve yasaların bütünlüğü bozulamaz, temel kuralları değiştirilemez ve bizim Anayasamıza göre; temel kuralların değiştirilmesi teklif dahi edilemez, aksi uygulama Anayasal bir suç oluşturur.- Eğitim demokratik, laik Cumhuriyet ilkelerine uygun olarak yapılmalıdır. Okullarda din dersi olabilir ve dini bilgiler verilebilir ancak dini bilgiler, diğer derslerde olduğu gibi yalnızca öğretmenler tarafından verilebilir ve belli yaşın altında küçük çocuklara okullarda din görevlileri tarafından ders ve kurslar verilmesi Anayasa’ya aykırı bir eylemdir.- Devlet ve kamu tarafından kurulan ve kurulması gereken üretim tesislerinin satılması veya özelleştirilmesi yanlıştır; düzeltilmesi ve son verilmesi gereken büyük bir hatadır.Mustafa Kemal Atatürk’ün deyişi ile “İki orduya ihtiyaç vardır. Biri ülkeyi koruyan Silahlı Kuvvetler ve ordusu diğeri milleti eğitecek ilim ve irfan ordusudur.”Okullarda okutulan “Andımız” gibi değerlerimiz yanında askeri okul ve hastanelerin, tesislerin kaldırılması da düzeltilmesi gereken yanlışlardan biridir.Silahlı Kuvvetler ve irfan ordusu kadar önemli ve değerli bir üçüncü ordu “Ulusal ekonomi ve ulusal üretim araçları olan fabrika ve ulusal tesislerdir”. Bunların özelleştirilmesi satılması veya etkisiz duruma getirilmesi bağışlanamaz ve hoşgörülemez.Türkiye Cumhuriyeti temel değerlerine sahip çıkacak ve sonsuza dek demokratik, laik bir Cumhuriyet olarak yaşayacaktır. Av. A. Erdem AKYÜZ

Source: Yalçın Bayer


Türkiye-ABD hattında kurulmaya çalışılan masa neden toplanamadı ABD, neden İran’ı vurdu? PANDORA’NIN KUTUSU AÇILDI MI?

Bugün başta Ortadoğu olmak üzere dünyada Pandora’nın kutusu açıldı mı ve daha da önemlisi geriye “umut” kaldı mı? ABD’nin İsrail ile birlikte İran’a yaptığı saldırının ardından Rusya’nın BM Daimi Temsilcisi Vassily Nebenzia’nın konuşmasıyla gündeme geldi Pandora’nın kutusu. Nebenzia “ABD saldırarak Pandora’nın kutusunu açtı” dedi. Pandora’nın kutusunu diplomatik anlamda ise şu uyarılarla birlikte yorumlayabiliriz:- Tehlikeli ve kontrol edilemez zincirleme olayları başlatma riski.- Özellikle nükleer savaş bağlamında daha önce aşılmamış sınırların aşılmış olması.- Ortadoğu başta olmak üzere belki de dünyada hiçbir ülkenin güvende olmadığı iması.- Küresel düzen, normlar ve caydırıcılık dengeleri çökebilir.- Misillemeler, bölgesel savaşlar, hatta bölgesel savaşların küresel savaşlara dönüşmesi gibi kontrol dışı tetiklemeler yaşanabilir.UMUT YOK MU? ABD NEDEN İRAN’I VURDU?Bu köşeyi yakından takip edenler hatırlayacaklardır, ABD’nin saldırısından önce Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD Başkanı Trump ve İran Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan ile iki önemli telefon görüşmesi yapmıştı. Bu köşede Trump’ın Erdoğan’a “Uçağım hazır, nükleer masasına Hamaney ile oturabilirim” dediğini aktarmıştık. Trump sürekli fikir değiştiren, farklı açıklamalar yapan bir lider olsa da; aslında son saldırının sırrı için Erdoğan-Trump görüşmelerinin perde arkasına bakacağız. Sadece bu köşede daha önce yazılanlardan değil, Axios’un iki taraftan da yalanlanmayan haberinden yola çıkarak.HAMANEY’E ULAŞILAMADI – ABD Başkanı Trump ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, nükleer tesislerin vurulmasından hemen önce İstanbul’da üst düzey ABD ve İranlı yetkililer arasında bir görüşme düzenlemeye sessizce çalıştılar.- Trump’ın bizzat katılımı tartışılsa da ABD Başkan Yardımcısı Vance ve Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff’un Türkiye’ye gelmesi üzerinde duruluyordu.- Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, teklifi İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan ve Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi’ye iletti.- İki ABD’li yetkiliye göre, Pezeşkiyan ve Arakçi, dini lider Ayetullah Hamaney’e ulaşarak onay almaya çalıştı. Ancak Hamaney, İsrail tarafından öldürülme korkusuyla saklandığı için ulaşılamadı.- Birkaç saat sonra İran tarafı Türk yetkililere, Hamaney’den onay alınamadığını bildirdi. Türkiye de ABD’ye görüşmenin iptal olduğunu iletti. Masa girişimi İranlıların Hamaney’e ulaşamaması nedeniyle başarısız oldu.- Amaç, bir nükleer anlaşma sağlamak ve ABD’nin askeri müdahaleye girmesini önlemekti.- Ardından da Trump ve üst düzey Beyaz Saray yetkilileri, diplomatik çözüm umutlarının azaldığını ve İran’ın nükleer programını ortadan kaldırmak için ABD’nin savaşa katılması gerekebileceğini düşünmeye başladı.DANIŞIKLI DÖVÜŞ İDDİASISaldırı ile ilgili açık kaynaklarda çok tartışılan bir iddiaya bakacağız; “Danışıklı dövüş” iddiasına. Bu iddiayı dillendirenler, ABD’nin saldırı öncesi İran’ı bilgilendirdiğini ileri sürerken, İran’ın ilk kez bu büyüklükte bir saldırıya rağmen ölü sayısı açıklamadığına dikkati çekiyor. Peki bu iddianın altındaki gerekçeler neler?- Göreve geldiğinden beri Trump, söylediği büyük hedeflerin hiçbirini yerine getiremedi ya da büyük sözlerini tutamadı. Bir anlamda kendince bir başarıya ihtiyacı vardı. Bu nedenle hedefe yakın görünen Netanyahu ile son anda birlikte hareket etmeye karar verdi.- Bölgenin bir savaş alanına ya da istikrarsızlık sahasına dönüşmesini istemeyen ülkelerin özellikle de Körfez ülkelerinin İran’ın nükleer silaha sahip olmasını istemedikleri bir sır değil. Körfez ülkelerinin de Trump üzerinde etkili olduğu yorumları da yapılıyor.- Son olarak hem Batı hem de Arap dünyasının saldırının sonuçlarını kınayıp olası riskleri sıralarken; ABD’yi kınamaması da dikkati çeken diğer bir unsur.- Suriye’nin yeni yönetiminin ise hiç açıklama yapmaması hatta sessiz kalmasına da dikkati çekmek gerekiyor. Üstelik İsrail’in Suriye hükümetinin izni ile Suriye hava sahasını kullandığını da unutmayalım. (Hava sahası kullanımı ile ilgili tüm gerçek bilgiler NATO belgelerinden takip edilebilir.)BUNDAN SONRASI…Şimdi “İran’da bir rejim değişikliği olabilir mi” tartışması yürüyor. Nedeni ise yine ABD yönetiminden, bizzat Başkan Trump’tan gelen farklı açıklamalar. Rejim değişikliğinin pratikte karmaşık bir konu olduğunun altını çizmek gerekir. Bunun için de bazı koşullar gerekir, örneğin;- İç savaş ya da halk ayaklanması: 2009’daki “Yeşil Hareket” gibi geniş çaplı protestolar gibi büyümüş ve yayılmış bir halk hareketi gerekir. Ancak şu anda İran’da böyle organize bir durum yok.- İktidar içinden çözülme: Devrim Muhafızları ile dini liderlik arasında derin bir bölünme ya da ordu içinde çatlak oluşması bir rejim değişikliğinin kapısını aralayabilir. Ancak aksine İran’da bu tür bir gelişme de yaşanmıyor.Bu koşulların olmamasından daha da önemli olan nokta; İran’ın nükleer silah sahibi olmasını istemeyen bölge ülkeleri bile İran’da bir istikrarsızlık istemiyor. Toprak ve siyasi bütünlüğünün korunması, kaosa süreklenmemesi bölgenin istikrarı açısından büyük önem taşıyor. Ayrıca İran’ın son derece merkezileşmiş ve baskıcı bir güvenlik yapısına sahip olduğu da unutulmamalı.Son bir cümle ile bitirecek olursak, çatışmaların daha da büyümeden sona ermesi gerekiyor, yani Pandora’nın kutusu bir an önce kapatılmalıdır.

Source: Hande Firat


Muhalefetin savaş gündemine süper kayıtsız kalması

Başta CHP olmak üzere muhalefet, bu savaşla ilgili şu ana kadar…Etkili demeçler veremiyor, tartışmalara Fransız kalıyor, doğru dürüst bir tepki koyamıyor.Hepsini geçtim, adına “çalıştay” dedikleri ve pek sevdikleri etkinliği yapmak bile akıllarına gelmiyor.*Varsa yoksa Ekrem İmamoğlu.Varsa yoksa Kemal Kılıçdaroğlu.Düşünün:CHP’li yetkililer, Kemal Kılıçdaroğlu’nun avukatına laf yetiştirmek için harcadıkları enerjinin yarısını bile savaş gündemine harcamıyorlar.*Sadece CHP’li yetkililer mi?Medyaları da savaşa karşı aşırı kayıtsız.Yanı başımızda füzeler uçuşuyor, gazetelerinin birinci sayfasında tek satır haber yok.İktidarı sıkıştıracak bir alan bulamadıklarında…Savaş konusuna hiç girmemeyi tercih ediyorlar.*Muhalefetin bu kayıtsızlığı ve ilgisizliği nedeniyle…Türkiye’nin de bekasını ilgilendiren çok önemli bir konuda siyasal kamplaşmanın bir parçası olmamış vatandaşlar, bütün eksiklerine rağmen gözünü iktidara dikiyor.*“Bunlar gelirse halimiz nice olur” cümlesi, muhalefetin duruşunu en çok bozan cümledir.KİRLİ İŞLERİ İSRAİL YAPAR ABD TAMAMLAR Almanya Başbakanı Merz ne demişti?*“Bizim yapamadığımız kirli işleri, hepimiz adına İsrail yapıyor.”*ABD’nin İran’a saldırısının ardından…Almanya Başbakanı Merz şöyle bir açıklama yapmalıdır:*“Bizim yapamadığımız kirli işleri İsrail yapıyor. İsrail’in eksik bıraktığı kirli işlerimizi de ABD tamamlıyor.”İRAN / İSRAİL SAVAŞI BİZE NELERİ ÖĞRETTİ – Türk savunma sanayisinin önemini… Kafalara vura vura öğretti.- Türkiye’nin yaptığı füzelerin anlamını… Yüzlere çarpa çarpa öğretti.- KAAN adı verilen savaş uçağının kıymetini… Akıllara kazıya kazıya öğretti.- İHA’ların, SİHA’ların yaşamsal değerini… Göstere göstere öğretti.- Füze savunma sistemlerinin gereğini… Beyinlere çaka çaka öğretti. TALAT PAŞA’DAN KAVGA ÇIKARMAK Tarihi kişilikler, bizim için hâlâ siyasal çarpışma ve bölünme alanı.Fatih’ten Abdülhamit’e… Menderes’ten İnönü’ye… Necip Fazıl’dan Nazım Hikmet’e…Sanki dün ölmüşler gibi bu tarihi kişilikler etrafında kavga edip duruyoruz.*En son Talat Paşa üzerinden de kıyamet koparmasını başardık.O kadar ki…“Talat Paşa kahramandır” diyen Sabahat Akkiraz linç üstüne linç yiyor, konserleri iptal ediliyor.*Tarihi kişilikler için hep iki seçeneğimiz oluyor:- Ya “kahraman” diyoruz ya da “hain”.- Ya “büyük adam” diyoruz ya da “büyük katil”.- Ya “devleştiriyoruz” ya da “cüceleştiriyoruz”.- Ya “çok seviyoruz” ya da “çok nefret ediyoruz”.*Grinin elli tonundan birinin bile kıyısına yaklaşamadık yani.EŞİ BENZERİ GÖRÜLMEMİŞ İran’ın açıklamalarına bakalım:*- SAVAŞIN ÜÇÜNCÜ GÜNÜ: Bu gece acayip olacak. Bombaların anasını atacağız.- SAVAŞIN DÖRDÜNCÜ GÜNÜ: Bu zamana kadarki geceleri unutun. Bu gece benzersiz olacak.- SAVAŞIN BEŞİNCİ GÜNÜ: Eşi benzeri daha önce hiç yaşanmamış bir gece geliyor.- SAVAŞIN ALTINCI GÜNÜ: Bu gece öyle bir gece olacak ki kıyamet gibi bir şey olacak.- SAVAŞIN YEDİNCİ GÜNÜ: Acayip olacak. Süper olacak. Fena olacak.- SAVAŞIN SEKİZİNCİ GÜNÜ: Bu zamana kadar yaşanan gecelerden çok farklı bir gece olacak.*Psikolojik harp adına sürekli el yükseltmeyi anlıyorum.Ama el yükseltmeyi biraz kademeli yapsalar daha iyi olmaz mı?YILIN DÜĞÜNÜNÜN ÇORUM’DA OLMASI Bu düğünün ilk bilgisini haftalar önce Samsun’un önemli iş insanlarından dostum Fikret Yeşilyurt vermişti bana.“Yakında Çorum’da büyük düğün var, yılın düğünü olacak” demişti.“Ne? Çorum’da mı? Emin misin?” falan demiştim.*Dünkü gazetelerdeki “Çorum’da yılın düğünü” başlıklı haberleri görünce…Fikret Yeşilyurt’u anmış oldum.*Düğüne gelince…Aziz Yıldırım da orada Dursun Özbek de. Acun Ilıcalı da orada Fatih Terim de. Mustafa Varank da orada Osman Gökçek de. Sibel Can da orada Ezgi Mola da.Son zamanlarda davetlerde pek gözükmeyen ve biraz asosyal takılan Yıldırım Demirören bile eşi Revna Demirören’le gitmiş Çorum’a.*Çorumlu iş insanı Ahmet Ahlatcı ile hiçbir tanışıklığım yok ama iflah olmaz bir Çorum tutkunu olduğundan eminim.Öyle olmasa bu düğün Çorum’da olmazdı. İstanbul’un şaşaalı bir otelinde ya da yurtdışında olurdu.Ahlatcı’nın tercihi memleketi Çorum olmuş. Ne güzel!*Çorum’daki düğünde Ahmet Ahlatcı’nın oğlu Ahmet Emin ile Sinan Engin’in kızı Elif evlendi.Ahmet Ahlatcı ve ailesini doğup büyüdükleri şehirlerine verdikleri bu eşsiz destek için kutluyor, Elif ve Ahmet Emin’e mutluluklar diliyorum.

Source: Ahmet Hakan


Türkiye’de YKS maratonu sona erdi

Öğrenciler, veliler ve eğitimciler için bu dönem, yüz binlerce gencin geleceğini şekillendirecek zorlu bir yarışın sonunu simgeliyor. Üç oturumdan oluşan sınav, Türk eğitim sisteminin temel taşlarından biri. Bu yıl YKS’ye 3.1 milyondan fazla aday başvurdu. Bu rakam, yükseköğretimin Türkiye’de hâlâ ne kadar değerli görüldüğünün bir göstergesi. YKS, aslında tek bir sınav değil, iki güne yayılan üç aşamalı bir sistem. İlk gün yapılan Temel Yeterlilik Testi (TYT), Türkçe, matematik, fen ve sosyal bilimler gibi temel alanlardaki yeterliliği ölçerken, ikinci gün uygulanan Alan Yeterlilik Testleri (AYT) ve Yabancı Dil Testi (YDT), öğrencilerin seçtiği alanlara yönelik bilgi düzeyini değerlendiriyor. Elde edilen puanlar, öğrencilerin hangi üniversitelere, hangi fakültelere ve hangi koşullarda (burslu, ücretli vb.) yerleşebileceğini belirliyor.BASKININ TAM ORTASINDAYKS’nin yarattığı baskıyı abartmak zor. Öğrencilerin çoğu, bu sınava bir yıldan uzun bir süre boyunca hazırlanıyor. Destek genellikle özel dershaneler ve etüt merkezlerinden alınıyor. Lise son sınıf öğrencilerinin büyük bölümü adeta sınava odaklı yaşıyor. Bu sınav, pek çok öğrenci için sadece bir eğitim adımı değil, hayatı belirleyecek bir eşik. Bu yıl da tablo değişmedi. Türkiye genelinde kütüphaneler dolup taşarken, sosyal medya YKS taktikleri, geri sayım videoları ve motivasyon içerikleriyle dolup taştı. Uzmanlar, özellikle artan rekabetin öğrenciler üzerindeki psikolojik baskıyı daha da artırdığını belirtiyor. Ancak tüm bu baskıya rağmen, sınavın sona ermesi adeta ulusal bir nefes alma anına dönüştü. Okul önlerinde kâğıt yırtan, arkadaşlarına sarılan, hatta dans eden öğrencilerin videoları sosyal medyada viral oldu. Pek çok öğrenci için, aylardır ilk kez gerçekten “özgür” hissettikleri bir an yaşandı.SIRADA NE VAR?Sınavlar bitti ama şimdi de bekleme süreci başladı. Sonuçlar temmuz ortasında açıklanacak. Ardından tercih dönemi başlayacak. Öğrenciler puanlarına göre üniversite ve bölüm tercihlerini sıralayacak, sistem ise bu tercihlere göre yerleştirme yapacak. Bazı öğrenciler kariyer hedeflerini net bir şekilde belirlemiş durumda; hukuk, tıp, mühendislik, öğretmenlik… Ancak pek çok genç, özellikle de iş piyasasının hızla değiştiği günümüzde, daha belirsiz bir gelecekle karşı karşıya. Geleneksel üniversite diplomalarının artık istihdam garantisi sağlamadığı bir döneme giriliyor. Üniversiteler açısından da durum karışık. Türkiye’de hem devlet hem vakıf üniversitelerinin sayısı artmış olsa da, mezuniyet sonrası istihdam, akademik özgürlük ve eğitim kalitesi gibi konular ailelerin ve öğrencilerin tercihlerini etkileyen önemli faktörler arasında.SINAVDAN ÖTESİYKS’ye duyulan bu yoğun odaklanma, aynı zamanda eğitimdeki eşitsizlik tartışmalarını yeniden gündeme taşıyor. Büyük şehirlerde yaşayan, maddi durumu iyi olan öğrenciler özel okullara, kaliteli dershanelere ve özel öğretmenlere erişebilirken, kırsal bölgelerdeki ya da düşük gelirli ailelerden gelen öğrenciler dezavantajlı konumda. Bu yılki sınav bir kez daha gösterdi ki, başarı sadece zekâ ya da çalışkanlıkla değil, aynı zamanda sosyal ve coğrafi koşullarla da yakından ilişkili. Yine de eğitim sisteminde bazı olumlu değişim çabaları da var. Alternatif üniversiteye giriş modelleri, daha bütüncül değerlendirme sistemleri ve mesleki eğitimin güçlendirilmesi gibi konular üzerine çalışılıyor. Devlet, dezavantajlı bölgelerdeki öğrencilere yönelik bazı yeni programlar başlatsa da, eleştirmenler yapısal reformların hâlâ yetersiz olduğunu savunuyor.BİR GELECEK ARAYIŞIYKS, yalnızca bir sınav değil; aynı zamanda bir kuşağın umutlarını, kaygılarını ve hayallerini yansıtan bir süreç. Bu öğrenciler, hızlı bir dönüşüm içindeki bir Türkiye’de büyüyorlar. Ekonomik krizler, teknolojik gelişmeler, küresel belirsizlikler ve sosyal değişimlerle şekillenen bir dünyaya hazırlanıyorlar. Üniversite onlar için sadece bir eğitim kapısı değil, aynı zamanda daha iyi bir yaşam umudu. Ama sınav sonuçlarından, sıralamalardan ve başarı etiketlerinden öte bir gerçek var: Türkiye gençliğinin direnci. Her yıl milyonlarca genç, dünyanın en zorlu sınav sistemlerinden birine göğüs geriyor, hem de kararlılıkla, sabırla ve çoğu zaman esprili bir şekilde. Sınav maratonu sona erdiğine göre, şimdi biraz nefes alma zamanı. Kitaplar bir süre daha rafa kaldırılabilir. Bu yaz onların olsun. Günün Sözü: “Belki bütün eğitimin en değerli sonucu, yapmaya mecbur olduğumuz şeyi, yapılması gereken zamanda ve onu, ister sevelim, ister sevmeyelim yapmaktadır. Öğrenilmesi gereken ilk şey budur. Belki bu insanın öğreneceği son derstir.” (Thomas Henry Huxley) EĞİTİMDEN, BİLİMDEN, BAŞÖĞRETMENİN İZİNDEN AYRILMADIĞINIZ AYDINLIK GÜNLERİNİZ OLSUN.

Source: Ebru Doğdu


Çocuk ruhu!

GÜNÜN YAZARLARI | ON NUMARA YAZARLAR | TÜM YAZARLAR

Anasayfa Yazarlar Hakkı Yalçın Çocuk ruhu!

Hakkı Yalçın
hakki.yalcin@fotomac.com.tr

24 Haziran 2025 | Salı
Çocuk ruhu!

Çocukların masalıydı futbol, masumiyeti gerektirirdi. Her şeyden önemlisi de adaleti. Çocukluğumuz ve gençliğimiz bu duyguların öne çıktığı futbol sergilerinde geçti. Hak ve hukuk mevsimiydi. Spor yazarlığı diye bir meslek vardı sosyal medyada maaş bağlanan trol oldu. Her şeyden acısı öldürülmüş terbiye yaşatılan terbiyesizliklerin sebebi oldu. Para her şeyin önüne geçti. İnsan insanın yurduydu kurdu oldu. Adaletini ve asaletini kaybedenler şeytanlığın çekim alanında yola koyuldular, işlerini de o biçim yoluna koydular! O yüzden insanlığını unutan büyükler çocukluğunu hatırlamaz! Ya çocukların üzerine basarlar ya da onları birbirlerine kırdırmanın mührünü basarlar.

İnsanlığın ayakta olduğu yıllarda bulutlar bile eğilir çocukları gözlerinden öperdi. Büyüklük çocuklara tepeden bakmak değildi çünkü! O yüzden çocukluğumuzda bile sadece sokak çeşmelerinin önünde eğildik. Bilgiyle doluyduk, geleneklerle. Bizlere çocukken öğrettiler; “boş çuvalların dik durması zordur!”

Anneler hayatın karşısında dimdiktir de mesele çocuk olduğunda boyunları eğiktir. Film sahnesi değil gerçek. Karnını doyuramadan uykuya dalmaya çalışan kız çocuğu annesine sordu. “Neden kimse kapımızı çalmıyor?” Anne gözlerini duvara çevirip cevap verdi: “Bizim kimsemiz yok kızım!”

Bizim ayaklarımızda pabuç yoktu ama çıplak ayakla sokakta top oynadığımız arsalar, denize girebildiğimiz sahiller vardı. Ekmeğin gramıyla oynanmamıştı, insanlar birbirine yiyecekmiş gibi bakmıyordu. Transfer haberlerinde tam isabet sağlayan gazeteler, karıncayı incitmeyen yöneticiler vardı. Her şeyden önemlisi komşu evlerdeki iniltiyi bile duyan komşular vardı.

Mahalle maçlarında aramızdan biri sahada döktürürdü, nazar değmesin diye kurşun döktürürdü analar. Herkes hayalinde büyük futbolcu olurdu. Babalar yanaklarından makas alırdı çocukların, ev kadınları genellikle terzi olurdu. Cambazlar tellerin üzerinde uyurdu, şimdilerde kalmadı ama o zamanlar düşenin bile dostu olurdu.

Birkaç gün önce gözlerindeki rengini kaybetmiş bir çocuk gördüm, önündeki tartı aletinde insanları tartıyordu. “Gel abi” dedi, “kaç okkasın görelim!” Arabesk tarafıma yaslanıp, “kimsen yok mu?” demek gafletine düştüm. “Ben kimselere sormadan büyüdüm” diye karşılık verdi. Kendi kendime “bazıları hayatı dişleriyle kazır, bazılarına ballı börekli sofralar doğuştan hazır” dedim duymadı, duysa ne yazardı! O yüzden onun adına ben yazıyorum; “çocukların ödediği bedeller büyüklerin utancıdır!”

Çocuk yaşta hayata atılanlar kurtlar sofrasında yemdir. Onlar tezgahtaki can eriklere bakarken içini çeker, çileklerin kokusunu sineye çeker. O sırada futboldaki kara para kasaları, bahis baronları, parayı nereden buldukları bilinmeyen züppeler aynı masanın başında domuz gibi yemektedir, onları kan çeker! Olur ya “bu yazdıklarının futbolla ne ilgisi var?” diyenleriniz varsa, insanlık sanatında yeriniz yok demektir! Elektronik bir tartı aleti bulup kendinizi tartın, belki birileri fotoğrafınızı çeker.

Bu devirde ne şekilde olursa olsun parayı bulma metodu büyükleri utandırmıyor da kendini unutturan her masalda unutulmayan güzellikler duruyorsa, o güzellikler tamamen çocukların ruhuna aittir. Büyüklerin kirine inat!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.

Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

Etiketler :

YAZARIN ÖNCEKİ YAZILARI
TÜM YAZILARI

Acaba!! Gözaltı!! Kadın eli!!

Anasayfa Beşiktaş Fenerbahçe Galatasaray Trabzonspor

Source: Fotomaç


İran’a saldırılar felakete dönüşmesin

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ATO Congresium”da gerçekleştirilen Memur-Sen 30″uncu yıl vefa buluşması programına katıldı. Erdoğan konuşmasında şunları söyledi: DİMDİK DURDUK: Türkiye olarak toplam faturası 100 milyar doları aşan 6 Şubat depremlerinin yaralarını sarmak için mücadele ediyor, diğer yandan da bölgemizdeki çatışmaların suhuletle sona ermesi için çabalıyoruz. Ana muhalefet, Filistin direnişine terör çamuru atarken biz Gazzeli kardeşlerimizin yanında dimdik durduk. İsrail”in Filistin”e yönelik saldırılarına karşı 7 Ekim”den bu yana en net duruşu sergileyen ülke olduk. Soykırımcı İsrail ile tüm ticari işlemleri durdurarak toplamda 9 milyar doları bulan bir rakamdan sarfınazar ettik. Ukrayna-Rusya savaşının ülkemize sıçramasına izin vermedik. YOĞUN BİR ÇABA: İsrail ve destekçilerinin, komşumuz İran”a yönelik saldırılarının daha büyük bir felakete dönüşmemesi için yoğun çaba harcıyoruz. Bölgemizin egemenliğine yönelik saldırıları asla tasvip etmiyor ve tepkimizi de ortaya koyuyoruz. Yarın (bugün) Lahey”e gidiyoruz. Telafisi mümkün olmayan acılar yaşanmaması için seferber olduk. Ülkemizi dalga boyu fırtınalı sulardan sakin sulara ulaştırmanın derdindeyiz. Günübirlik politikalarla değil, dağın arkasındaki tehlikeleri görerek hareket ediyoruz. 86 milyonun kılına zarar gelmemesi için ne yapılması gerekiyorsa onu yaptık ve yapacağız. CUMHURU CUMHURİYETLE BULUŞTURDUK Türkiye”nin büyümesi, gelişmesi, güçlenmesi, 86 milyon vatandaşımızın daha müreffeh bir Türkiye”de yaşaması için 23 yıldır aşkla, şevkle çalışıyoruz. 23 yıllık iktidarımız boyunca önemli adımlar kat ettik. Gerek Anayasa, gerek mevduat düzenlemeleri ile önemli adımlar attık. Kamu hizmetinin milletimize sunulabilmesi için adımlar attık. Bizim iktidarımız ile birlikte milletimiz halkına hizmetkâr olan bir yönetimle tanıştı. Tek parti ve vesayet dönemlerinde millet ile devlet arasına çekilen dikenli telleri birer birer kaldırdık. Cumhuru cumhuriyetle buluşturduk. TALEPLERİ CAN KULAĞIYLA DİNLEYECEĞİZ 2025 yılı Ocak ayı zamları ile en düşük memur maaşını 43 bin liraya ulaştırdık. Şimdi önümüzde yeni bir toplu sözleşme var. 8″inci Dönem Kamu Toplu Sözleşme görüşmeleri ağustos ayında başlayacak. Bu görüşmelerde sendika taleplerini can kulağıyla dinleyeceğiz. Kamu çalışanları refahını dengeleyecek yol haritası çizmeye özen göstereceğiz VURULAN ZİNCİRLERİ SİZLERLE PARÇALADIK Bir dönem ülkemizin en temel sorunlarından birisi ayrımcılıktı. Kamu çalışanlarımız bir dönem sadece inancını yaşamak istediği için fişleniyor, tahkir ediliyorlardı. Namaz kılanlar, oruç tutanlar bilhassa hor görüldü. Bunun konuşulmasını asla istemediler. Kendi hizipleri dışında kimseye hayat hakkı tanımadılar. Millete bidon kafalı dediler, insanımıza hakaret ettiler. Baskının her türlüsünü iliklerimize kadar sizlerle yaşadık. Milletin iradesine ve demokrasimize vurulan zincirleri de sizlerle parçaladık. Azgın azınlığın sessiz çoğunluğa hayat tarzı dayattığı, parmak salladığı o karanlık günler geride kaldı. Hac için kamu çalışanlarına ücretsiz izin tanıdık. Başörtüsüne yönelik yasakçı uygulamalara son verdik. Bugün kadınlar hiçbir kısıtlama olmadan kamu kurumlarında özgürce çalışabiliyor. Milletin oyları ile Meclis”e başörtüsü ile girdiği için hanım kardeşlerimize had bildirildiği o karanlık günlerden başörtülü hâkimlerin, valilerin, büyükelçilerin, bakanların olduğu günlere geldik. Hedefimiz bunları güvenceye almaktır. Bizden sonrakilerin bunları yaşamaması için kimsenin ötekileştirmediği iklimi tesis ve tahkim etmek durumundayız. MEMURLARIMIZIN HAKLARINI DÜZENLEDİK Geriye dönüp baktığımızda her birinin değeri bugün daha iyi anlaşılan düzenlemelerle memurlarımızın haklarını düzenledik. Kamu çalışanlarımızın lehine adımlar attık, aile yardımlarını artırdık, maaş promosyonlarının kamu görevlilerine ödenmesini sağladık. Kamu görevlilerine toplu sözleşme hakkı getirdik. Emekli memurlarımızın maaş ve ikramiyelerinde ciddi artışlar yaptık Memur – Sen Genel Başkanı Ali Yalçın (sağda), Cumhurbaşkanı Erdoğan”a hediye takdim etti. KUDÜS ŞAİRİ AKİF İNAN”I ANDI Başkan Erdoğan, Kudüs Şairi olarak bilinen ve Memur-Sen”in eski Genel Başkanı olan merhum Akif İnan”ı da rahmetle andı. Erdoğan, “Hayatını hak ve hakikat mücadelesine adayan, kalemi, duruşu ve cesaretiyle nesillere örnek olan, Filistin”i, Mescid-i Aksa”yı, Kudüs”ü, mazlum ve mağdur coğrafyaların hüznünü son nefesine kadar kalbinde bir yara olarak taşıyan Akif İnan abimize Cenab-ı Allah”tan rahmet diliyorum” dedi. ÜLKESİNİ SEVEN HİÇ KİMSE ŞUURSUZ HAREKET EDEMEZ Muhalefet üç beş yankesiciyi korumak için milletin ekmeği ile oynuyor. Bölgemiz ateş çemberi ile sarılı iken yeni boykot listesi açıklaması gaflet değilse ekonomiye savaş açmak demektir. Ülkesini seven kimse bu derece şuursuz hareket edemez. Kimseyi işten çıkarmayacağız dediler, ellerine fırsat geçince on binlerce emekçiyi kapı önüne koydular. SURİYE”DE İSTİKRARSIZLIK ORTAMINA İZİN VERMEYECEĞİZ Suriye”nin başkenti Şam”da bulunan Mar İlyas Kilisesi”ne yönelik önceki gün gerçekleştirilen terör saldırısını sosyal medya hesabından yayınladığı mesaj ile lanetleyen Erdoğan, “Bu alçakça terör eylemi karşısında Suriye halkının ve hükümetinin yanındayız. Yıllardır süren zulmün ve çatışmaların ardından ilk defa geleceğine umutla bakan komşumuz, kardeşimiz Suriye”nin, taşeron terör örgütleri eliyle yeni bir istikrarsızlık ortamına çekilmesine asla izin vermeyeceğiz. Suriye hükümetinin terörle mücadelesine destek vermeyi sürdüreceğiz” dedi.

Source: Mehmet Fahri̇ Özkan


Akran zorbalığında hakaret sözü ‘otistik’

Akran zorbalığı yıllardır okullarda görülen bir sorun olsa da, son dönemde dil değiştirerek tehlikeli bir boyut kazandı. Çocuklar, istedikleri tepkiyi alamadıklarında ya da karşısındakinin davranışını garipsediklerinde, birbirlerine “otistik misin?” diyerek hakaret ediyor. Uzmanlara göre bu söylem, yalnızca otizmli bireyleri değil, aileleri ve toplumu da olumsuz etkiliyor. SABAH”a konuşan Tohum Otizm Vakfı Genel Müdürü Burçak Karakaya, “Otizmli bireyler toplumun ayrılmaz bir parçası. Türkiye”de otizm tanısı almış yaklaşık 3 milyon çocuk var. Aileleriyle birlikte düşündüğümüzde, 10 milyon insan bu farklılığın bir parçası. Dışlayıcı dil, yalnızca bireyleri değil, tüm toplumu etkiliyor. Özellikle savaş ve şiddet içerikli video oyunları ile sosyal medya platformlarında maruz kalınan yoğun negatif içerikler, çocukların ve gençlerin empati becerilerini zayıflatabiliyor ve zorbalık davranışlarını tetikleyebiliyor. Bu tarz söylemler çocukların psikolojisinde derin izler bırakıyor. Çocukların okulda maruz kaldığı bu ayrıştırıcı dil, yalnızca hedef alınan bireyi değil, ailesini de etkiliyor. Aileler toplumdan soyutlanıyor, çocuklar özgüven kaybı yaşıyor, sosyal hayattan kopuyor. “Otistik” kavramı hakaret olarak kullanıldığında, farklılıklara karşı gösterdiğimiz hoşgörüsüzlük ortaya çıkıyor. Çözüm yalnızca çocukların eğitilmesiyle sınırlı değil. Farklılıklara saygı, erken yaşta öğrenilmeli. Ancak bu yükü sadece çocuklara yükleyemeyiz. Ailelerin, öğretmenlerin, hatta iş dünyasının bile bu konuda bilinçlendirilmesi gerekiyor. Çünkü otizm spektrumunda yer alan bireyler de büyüyor, eğitim alıyor ve iş hayatına katılıyorlar. Toplumun her kademesinde empati ve anlayış eksikse, bu kişiler sürekli dışlanıyor. Çocuklarımıza çeşitliliğin doğal ve değerli olduğunu öğretmeliyiz. Eğitim sisteminin temelinde saygı, empati ve bilinç yer almalı. Ancak bu şekilde zorbalığın, ayrımcılığın ve dışlayıcı dilin önüne geçebiliriz” dedi.

Source: Asli Toprak


CHP”de kırmızı alarm! Koltuk kavgası kızıştı! Kılıçdaroğlu”nu kızdıran çıkış

Kemal Kılıçdaroğlu”nun koltuğunu kaybettiği 2023 yılındaki olaylı kurultay, o günden bu yana para karşılığı oy kullandırma ve delege transferi gibi skandal iddialarla anılıyor.PARTİ İÇİNDE SERT ÇEKİŞME!Parti içi itiraf ve şikayetlerle mahkemeye taşınan kriz, CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile Kemal Kılıçdaroğlu destekçileri arasında sert bir çekişmeye dönüştü. 30 Haziran”da görülecek kurultay iptal davası öncesi genel merkezde adeta kırmızı alarma geçildi.Partili kaynaklardan edinilen bilgilere göre, parti yönetiminin çoğunluğu, 30 Haziran”daki davadan “iptal” kararı çıkabileceğini öngörüyor.Bu kapsamda geçtiğimiz hafta düğmeye basan genel merkez, İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik aracılığıyla 81 il başkanını kendilerine destek olmak için ortak bildiri yayımlamaya teşvik etti.”MAHKEME KARARINI TANIMAYIZ” İÇERİKLİ BİLDİRİYE İMZA ATTILARBaşkentte buluşan il başkanları, “Mahkeme kararını tanımayız” içerikli bildiriye imza attı. Toplantıda Kemal Kılıçdaroğlu”na da sert eleştiriler yöneltildiği aktarılsa da bu buluşma öncesi 15″ten fazla il başkanının Kılıçdaroğlu ile iletişime geçerek ortak bir strateji çerçevesinde durum değerlendirmesi yaptığı öne sürülüyor.KILIÇDAROĞLU, ÖZEL”DEN RAHATSIZ2023 yılındaki olaylı kurultaydan birkaç gün CHP Genel Merkezi”ne gelen 55 il başkanı, o dönem ise Kemal Kılıçdaroğlu”nu destekleyeceklerini açıklamıştı.Halihazırda söz konusu gruptaki birçok ismin Kılıçdaroğlu ile hala üst düzey iletişim halinde olduğu ancak parti bütünlüğüne zarar vermemek adına kurumsal konularda mevcut şartlara göre davranış sergilediği yorumlanıyor.Öte yandan davaya sayılı günler kala Kılıçdaroğlu”nun evine ve ofisine ise ziyaretçi akını yaşanıyor.Kılıçdaroğlu”nun, genel başkanlığı döneminden kendisine yakın isimlerle sık sık durum değerlendirmesi yaptığı, Özel”in “Mahkeme kararını tanımayız” şeklindeki söylemlerinden ise büyük rahatsızlık duyduğu öğrenildi.İPTALDE ÖZEL, BUTLANDA KILIÇDAROĞLUHukukçular ise 30 Haziran”da olası bir “iptal” kararı çıkması durumunda bir sonraki olağanüstü kurultayın geçerli sayılabileceğini, böylelikle Özgür Özel”in makamında kalmaya devam edebileceğini savunuyor.Mahkemeden “mutlak butlan” tespiti çıkması halinde ise Özel”in genel başkan sıfatıyla ilk günden bu yana attığı tüm imzaların geçersiz sayılacağı, koltuğunu ise Kemal Kılıçdaroğlu”na iade etmek zorunda kalacağı vurgulanıyor.

Source: Mehmet Küçükkahveci


Yaz daha yeni başlıyor dikkatli olalım

İnanın korkuyorum, ödüm patlıyor.Yaz aylarında deli gibi esen rüzgârı hiç sevmiyorum.Çünkü küçük bir kıvılcım bir büyük yangının habercisi olabiliyor.Geçtiğimiz yıllarda Ege’nin kıyıları yandı, içimiz acıdı.Yangında binlerce hektar kül oldu, doğanın dengesi bozuldu.Geçtiğimiz yıllarda Ege’nin kıyıları da birer birer yandı.Muğla, Datça, Marmaris, Bodrum’da binlerce hektar kül oldu.Bir ormanın yanması sadece ağaçların kaybı değil.Börtü böcekten toprağın dokusuna, kuş göç yollarından yeraltı su kaynaklarına kadar bir ekosistemin çökmesi demek.Ama mesele artık sadece bizim kıyılarımızla sınırlı değil.Avrupa’nın tamamı aynı tehditle yaşıyor.Yılbaşından bu yana AB ülkelerinde 166 bin hektar alan yandı.Bu, son 20 yılın ortalamasının üç katı.Ve yaz henüz başlamadı bile.Avrupa Komisyonu geçen gün yeni önlemler paketini açıkladı.Bu yaz için 20’den fazla hava aracı ve 650 itfaiyeci önceden riskli bölgelere gönderiliyor.Yunanistan, Fransa, İspanya, Portekiz gibi ülkeler için bu artık rutin bir yaz planlaması.İklim değişikliği artık soyut bir çevre terimi değil.Telefonunuza tahliye mesajı olarak geliyor.Turistik bir kasabada aniden yükselen alevler olarak karşınıza çıkıyor.Türkiye’de yangın mevsimi başlamadan önce hep aynı refleksi görüyoruz:“İnşallah bu yıl az olur.”‘İnşallah’ın yetmediği bir döneme girdik.Bizim de Avrupa gibi yaz filosu kurmamız gerekiyor.Ama yalnızca yangın uçaklarıyla değil.Okulda çocuklara ‘ateşin doğadaki etkisi’ öğretilmeli.Bir ormana giren herkesin davranışı bir fark yaratmalı.Yerel yönetimlerin, belediyelerin, vatandaşın, turizm sektörünün herkesin bir rolü olmalı.Yaz daha yeni başlıyor, dikkatli olalım. Doğrudur yeni şeyler söylemek lazımİZMİR’de önemli bir zirve yapılacak.İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde örgütlü Belediye-İş Sendikası, sendikalarına üye bin 30 kişinin işten çıkarılma kararı sonrası Genel Başkan Nihat Yurdakul dahil olmak üzere tam kadro İzmir’e gelme kararı aldı.Gelinen süreçte, “Maaşları karşılayamayız” diyen Başkan Cemil Tugay, eylül zamlarının iptal edilmemesi halinde işçi çıkarılacağını açıklamış ve sendikanın geri adım atmaması sonrası çıkarmalar için harekete geçmişti.Dilerim herkesi mutlu eden bir görüşme olur.Bakın:Avrupa sendikacılığı, 20’nci Yüzyıl’ın ikinci yarısında büyük bir dönüşüm yaşadı.Sınıf mücadelesi yerine ‘sosyal diyalog’ kavramı öne çıktı.Sadece ücret artışı değil, çalışma saatlerinin esnetilmesi, uzaktan çalışma hakları, dijital güvenlik, yaşam kalitesi, iklim değişikliği karşısında iş güvencesi gibi yeni başlıklar müzakere gündemine alındı.Sendikalar sadece ‘isteyen’ değil, ‘planlayan’ oldular.Sadece direnç noktası değil, toplumsal denge aktörü oldular.Bu değişim Türkiye’ye hala tam anlamıyla gelmedi.Grev meşru bir haktır.Ama kamu hizmeti gibi hayati alanlarda sosyal sorumluluk boyutu da unutulmamalıdır.Grev sadece işçinin hakkı değil, aynı zamanda bir toplumsal müzakere biçimidir.Ve bu müzakere doğru bilgiyle, açık rakamlarla ve karşılıklı güvenle yürütülürse anlam kazanır.Şimdi bir düşünün:Bugün bir sendika, sadece “Aldığımız maaş az” diyorsa…Ve başka hiçbir başlıkta pozisyon almıyorsa…Aslında 1970’lerin dünyasında konuşuyor demektir.Bugün bir sendikanın söylemesi gereken şey şudur:“Evet, adil ücret istiyoruz. Ama aynı zamanda sürdürülebilir belediye bütçesi, dijitalleşme karşısında çalışan hakları, sosyal yardımların kapsayıcılığı, genç işçilere fırsat eşitliği de istiyoruz.”Çünkü sendikacılığın modern tanımı sadece hak talebiyle değil, geleceği inşa etme iradesiyle yapılır.İzmir’deki kriz belki de bu gerçeği yüzümüze vurmak için yaşandı.Sadece Cemil Tugay’ın ya da Ercan Gül’ün sınavı değil bu!Türkiye’nin sendikal kültürünün sınavı da diyebiliriz. Siyasetin insani tarafını seviyorumFERDİ Zeyrek’i talihsiz bir kazayla kaybettik.Üniversite sınavına 10 gün kala gerçekleşen bu olay kızı Nehir’i çok sarstı.Sosyal medya paylaşımlarını okuyorum ve hissettiklerini çok iyi anlıyorum.Nehir’i sınava CHP Genel Başkanı Özgür Özel bizzat kendisi götürdü.Siyaset bir yana arkadaşlıklar, dostluklar bir yana…Ben bu fotoğrafları seviyorum.Siyasetin insani tarafını daha çok öne çıkarmalıyız.Ve hep söylüyorum:Siyasetin tonu, üslubu mutlaka yumuşamalı. Futbolun anayasasını yazmak lazımFUTBOL artık romantik bir oyun değil.Büyük bütçelerin, veri analizlerinin, kurumsal yönetimin arenası.3’üncü Lig’de bile rekabet edebilmek için finansal altyapınız, idari planlamanız ve disiplinden sapmayan bir yönetim aklınız olmalı.Yoksa, Altay gibi 100 yıllık bir kulüp bile markasını icradan kurtaramaz.Futbol kulüplerinin uzun yıllar boyunca yöneticilik değil, ‘tüketicilik’ yaptığı bir dönemin doğal sonucu bu!Yönetici değişti, hoca değişti, futbolcu değişti.Ama sistem aynı kaldı.Sürekli borçla dönen, günü kurtaran, plansız ve hesap vermeyen bir yapı.Altay gibi kulüplerin ‘tarihle’ değil, ‘gelecekle’ yönetilmesi gerekiyor.Geçmiş başarılar bugünkü sorumlulukları hafifletmiyor.Artık marka olmak için sadece ‘100 yıllık kulüp’ olmak yetmiyor.Finansal şeffaflık, hesap verebilirlik ve yeniden yapılanma şart.Bugün geldiğimiz noktada futbol için yeni bir anlayış gerekiyor.Belki de bu bir tür ‘futbol anayasası’dır.Kurumsal hafızası olan, bağımsız denetime açık, borçlanma sınırları belirlenmiş, kişisel inisiyatiflere kapalı bir yapı.Ve en önemlisi:Futbolun bir sektör olduğu gerçeğini kabul eden, ona göre davranan bir sistem.Bu yazdıklarım sadece Altay için değil.Bugün birçok kulüp aynı şeyleri yaşıyor.Aslında yol haritası belli, uygulayan kazanıyor.

Source: Deniz Si̇pahi̇


Suriye”de emekli ve memur maaşlarına yüzde 200 zam

Esad rejiminin devrilmesinin ardından Suriye Geçici Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, ülkedeki kamu çalışanları ile ilgili yeni kararnameyi yayımladı. Söz konusu kararnameye göre, hem sivil hem de askeri kamu personelinin hem de emekli maaşları yüzde 200 oranında artırıldı.

KATAR”DAN YARDIM FONU ALMIŞTI

Yeni düzenlemeyle birlikte, Kararların hemen ardından gözler, bu artışın nasıl finanse edileceğine çevrildi. Hatırlanacağı üzere, geçtiğimiz mayıs ayında Suriye Maliye Bakanı Muhammed Berniyye, Katar”dan sağlanan ve üç ay uzatılabilir nitelikte olan 29 milyon dolarlık yardım fonunun; sağlık, eğitim ve sosyal hizmet alanlarında görev yapan sivil kamu çalışanları ile askeri olmayan emeklilerin maaşlarının ödenmesinde kullanılacağını açıklamıştı.

MAAŞLAR TEK KURUMDAN ALINIYOR

SANA haber ajansında yer alan bilgilere göre, söz konusu yüzde 200″lük zamdan dul yetim maaşlı alan kişilerde yararlanacak. Öte yandan kararnamede belirlenen artışlardan faydalanan kişiler, maaş artışlarını yalnızca bir kurumdan alabileceği belirtildi. Aynı kişinin birden fazla kurumdan maaş aldığı durumlarda, artış yalnızca en yüksek maaş üzerinden uygulanacağı kaydedildi.

Source: Haber Merkezi


Belediye başkanı komşu ilden iki ilçeyi istedi: Haritayı paylaşınca kıyamet koptu

Osmaniye Belediye Başkanı İbrahim Çenet, sosyal medya üzerinden yaptığı paylaşımda Erzin ve Dörtyol ilçelerinin de içerisinde yer aldığı temsili bir harita paylaştı. Başkan Çenet, söz konusu paylaşımda İşte yakın gelecekte kapımızı çalacak Osmaniye İl ve Yerel Yönetimi için yukardaki haritada tarihi ve kültürel köklerimizin sürekliliği olan Erzin ve Dörtyol”un da ana şehir Osmaniye”mize avdet etmesi, geri dönmesi tarihimize saygının bir gereğidir ifadelerini kullandı. Yaptığı paylaşımda Osmaniye”nin büyükşehir olması gerektiğine değinen ve yeni bir deniz ticareti hattının açılacağına dikkat çeken Başkan Çenet”in paylaşımı Dörtyol halkını ikiye böldü. Vatandaşlar fikir ayrıcalığı yaşarken, konuyla ilgili resmi bir girişim olup olmayacağı ise merak konusu oldu. Öte yandan Dörtyol ilçesinin Hatay kent merkezi olan Antakya ilçesine 95 kilometre ve Osmaniye kent merkezine olan uzaklığının 35 kilometre olmasıysa dikkat çekiyor. Dörtyol”un Hatay”da kalması gerektiğini belirten 66 yaşındaki Alaattin Aslan, Ben Dörtyolluyum, ailem Dörtyol”un kurucularındandır. Eskiden Dörtyol, Osmaniye”ye bağlıydı çünkü o dönem Hatay henüz Türkiye”ye katılmamıştı. 1939″da Hatay Türkiye”ye katıldıktan sonra Dörtyol da Hatay”a bağlandı. Bugün halen zaman zaman ‘Dörtyol yeniden Osmaniye”ye bağlansın mı?” diye soruluyor. Evet, Osmaniye bize çok yakın, sadece 30 kilometre mesafede. Antakya ise yaklaşık 94-95 kilometre uzaklıkta. Biz Dörtyollular olarak Dörtyol”un Hatay”da kalmasını istiyoruz dedi. Hatay Dörtyollu olmaktan gurur duyduğunu belirten Mehmet Şadi Ünal, Ben bir Dörtyollu olarak Osmaniye”ye bağlanmak istemiyorum. Osmaniye”yi severim ama Hataylı olmaktan gurur ve onur duyuyorum. Hataylı olmak, Dörtyollu olmak daha güzeldir. Bu konu çok sık olmasa da zaman zaman gündeme geliyor. Ben her zaman, arkadaşlarımın da benimle aynı fikirde olduğunu düşünüyorum. Kesinlikle Osmaniye”ye bağlanmak istemiyoruz. Bu saatten sonra neden böyle bir değişiklik olsun? Biz Hataylıyız ve Hataylı kalmak istiyoruz. Bu bizim için bir onur meselesidir ifadelerini kullandı. Yıllardır Dörtyol ilçesinde yaşayan ve eğer Osmaniye büyük istiyorsa Kahramanmaraş”ın andırını alsın diyen 76 yaşındaki İsmail Sarı, Osmaniye güçlenmek istiyorsa, Kahramanmaraş”ın Andırın ilçesi Osmaniye”ye bağlanabilir. Ama Dörtyol, bu memleketin temel taşıdır. Suriye”nin Türkleşmesi açısından da Dörtyol”un Antakya”da, yani Hatay”da kalması gerekir. Bu bölge stratejik açıdan çok önemlidir ve Dörtyol”un Hatay”a bağlı kalması gerektiğine inanıyorum şeklinde konuştu.Dörtyol”un mesafe olarak Osmaniye kent merkezine daha yakın olduğunu belirten 18 yaşındaki Meryem Sebektaş, Bence Osmaniye”ye bağlanmamız gerekiyor. Böylece daha iyi iletişim kurabiliriz. Ulaşım açısından da sık sık gidip gelmek mümkün olur. Hizmet açısından da bizim için daha iyi olacağını düşünüyorum. Özellikle gençler için daha fazla imkan ve daha güçlü bir iletişim ağı oluşur. Bu yüzden Osmaniye”ye bağlanmasını istiyorum dedi.

Source: Gazetevatan.com


Sınava giremedi ama ünlü oldu: 24 saatte rekor takipçi!

Antalya Akdeniz Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nin önünde yaşanan hareketli anlar, YKS’nin ilk oturumunun unutulmaz bir parçası oldu. Genç bir kıza, sınav saatine dakikalar kala güvenlik kontrolü için geldiğinde, takılarını çıkartması gerektiği hatırlatıldı. Küpe, kolye ve bileklik gibi takıların sınav kuralları gereği çıkarılması istense de, aday takılarını çıkarmaya çalışırken sınava giriş saatini kaçırdı.

SOSYAL MEDYAYI SALLADI

Bu olay, sınav prosedürüne uygun hareket edilmesi gerektiği konusundaki tartışmaları alevlendirdi. Ancak daha da önemlisi, kızın kıyafeti üzerinden yapılan yorumlardı. Giydiği şort, crop top ve büstiyer, sosyal medyada bazı kesimler tarafından eleştirildi. “Sınav gibi ciddi bir organizasyona bu şekilde gelinmez” diyenler, öğrencinin giyim tarzını sorgularken, bazı kullanıcılar da, böyle bir kıyafetin Antalya gibi sıcak bir şehirde normal olduğunu savundu.

KISA SÜREDE REKOR TAKİPÇİ

Sınava giremeyen kız hayatının şokunu ikinci kez yaşadı. Sosyal medyada yaşanan tartışmaların odağı olan genç kısa sürede rekor takipçi yakaladı. Instagram”da bir günde 52.168 takipçiye ulaştı.

“SİNİRDEN TİTRİYORUM”

Hakkında yapılan kötü yorumlara tepki gösteren kız, “Ben sınav derdindeyim milletin derdi başka, bu kadar mı açsınız gerçekten? Benim hakkımda yapılan yorumlara bakın… Sinirden titriyorum. Benim bir senem gitmiş, herkes giyimim hakkınsa konuşuyor. Size ne? Kimse ilgilendirmiyor” sözlerini paylaştı.

Source: Derleyen: Tuğba Nur Çelik


Trump ya yenildi ya da herkesi kandırdı

Haklı olanın değil güçlü olanın kazandığı dünyada yaşıyoruz maalesef…

İran geçmişi katmadan değerlendirdiğimizde kendisine yapılan saldırılar karşısında verdiği cevapta haklı mı?

Evet, haklı…

Ama haklı olan kazanıyor mu?

Tabii ki, hayır…

Avrupa’nın neredeyse tamamı arkasında Amerika’nın olduğu İsrail’in yanında hizalandı.

Küresel emperyalist yapı ya da bir başka deyişle gladyo, Orta Doğu’yu istikrarsızlaştırmak için 1991’de düğmeye bastı.

1991 ve sonrasında ABD”nin Orta Doğu”ya yönelik müdahalelerini, ‘stratejik çıkarlar’ şeklinde ifade etseler de esasen bölgesel istikrarı tamamen bozdu.

1991’de Körfez Savaşı ve sonrasında Kürt bölgesinde özerklik temelleri atıldı, önce Irak’ın rejimi zayıflatıldı, sonrasında ise tartışmalı istihbarat raporlarına dayanarak Irak işgal edildi. Bağdat Nisan 2003’te düştü ve Saddam Hüseyin Aralık 2003’te yakalandı.

Rejim devrildikten sonra bölgede mezhep çatışmaları baş gösterdi, gizli servisler tarafından üretilen IŞİD’in yükselişi görüldü ve 2011’de ABD bölgeden güya çekildi…

2001-2003 yılları arasında ABD’nin 11 Eylül ve Afganistan ile Irak Savaşları’na şahitlik ettik. “Özgürlük Operasyonu” ile Afganistan’a müdahale eden ABD, 2001-2021 yılları arasında El Kaide’yi ortadan kaldırmak ve Taliban rejimini devirmek için bölgeyi istikrardan kopardı ve uzun süreli işgale rağmen Taliban 2021’de geri döndü.

ABD, bölgeyi karıştırmak dışında başka bir sonuç elde edemedi.

Belki de esas amaç da buydu…

2010’larda Arap Baharı ve IŞİD’e karşı operasyonlar adı altında Ekim 2011’de Libya’ya müdahale etti. Öne sürülen gerekçe ise; “Muammer Kaddafi’nin sivillere yönelik katliamlarını durdurmak” idi…

Sonucunda Kaddafi rejimi devrildi.

Kaddafi öldü ancak Libya’da istikrarsızlık ve iç savaş yaşanıyor.

Libya hala kendisini toparlayabilmiş değil…

Türkiye’nin müdahalesi olmasaydı belki de çok daha vahim durumlar ile karşı karşıya kalınacaktı.

2014’te IŞİD’e karşı operasyon başlatmak amacıyla bölgeye girdi ancak burada da ‘Derin Amerika’nın amacı’ PKK’ya ciddi bir alan açmaktı…

ABD, 2020’de İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’ye yönelik Bağdat Havalimanı’nda drone saldırısı düzenledi ve etkisiz hale getirdi. İran-ABD gerilimini artırdı.

Görüldüğü gibi ABD ya da ‘siyah takım elbiseli adamlar’, Orta Doğu’ya huzur getirmek için girdiğini iddia ettiği her yere ‘istikrarsızlık ve kaos’ götürdü.

Devrilen liderler, istikrarsızlıklar…

Bu süreçte ABD’lilerin kaynakları kendi ülkeleri yerine sınırlarından binlerce kilometre uzakta askeri operasyonlara ya da terör örgütlerinin finansmanına harcandı.

Ve tabii ki silah tüccarlarına…

Trump, seçim kampanyası sırasında Orta Doğu politikasına dair görüşlerini genellikle “Önce Amerika” felsefesi çerçevesinde şekillendirdi ve bölgedeki ABD askeri varlığını eleştiren, savaş karşıtı bir söylem benimsedi.

Trump, Orta Doğu’daki ABD askeri müdahalelerini sık sık eleştirdi ve bu müdahalelerin ülkeye maddi ve insani maliyetler getirdiğini savundu. Bölgedeki savaşların ABD’ye “hiçbir şey kazandırmadığını” ifade ederek, geçmiş yönetimlerin politikalarını sorguladı ve sert biçimde de eleştirdi.

Trump’ın seçim öncesindeki ifadelerinden bazılarını hatırlatmak istiyorum:

“Savaşa gidiyoruz, orayı bombalıyoruz, terk ediyoruz. Bütün Orta Doğu’yu bombaladık. Sonra da gittik. Ne aldık? Hiçbir şey.”

“Amerika, Orta Doğu’da yüz binlerce kişinin ölümüne neden oldu. Bana göre en büyük dış politika hatamız Orta Doğu’ya gitmek oldu.”

Bu ifadeler, Trump’ın Orta Doğu’daki uzun süreli askeri angajmanlara karşı olduğunu ve ABD’nin kaynaklarını yurtiçinde kullanmayı tercih ettiğini gösteriyor. Özellikle Irak ve Suriye’deki ABD askeri varlığını eleştirdi ve bu bölgelerden çekilme yanlısı bir tutum sergiledi.

“Orta Doğu’ya istikrarı hızla getireceğim ve dünya barışını sağlayacağım.”

“Seçimi ben kazanmazsam, Orta Doğu’da büyük savaşlar olacak. 3. Dünya Savaşı”na, 2. Dünya Savaşı”ndan beri hiç bu kadar yakın olmamıştık” ifadelerini 2024 yılının temmuz ayında dile getiren ABD Başkanı Trump’tan başkası değil…

Acaba yaşananlar küçük bir savaş mı?

Yoksa ABD’deki siyonistlerin (siyah takım elbiseli adamların) ve İsrail’in ‘gazlarını almak’ için “Müdahale ettim. Bu kadarı yeterli. Her şey kontrol altında” demek için mi yapıldı?

Bunu hep birlikte göreceğiz…

Lakin az önce sıraladığım ifadeleriyle Trump ya milyonlarca insanı kandırdı ya da önceki ABD başkanları Nixon ve Kennedy ile aynı sonu yaşamamak (öldürülmemek) için ‘Derin Amerika’ya boyun eğdi.

Belki de Epstein’de kendisine dair bir şeylerin var olma ihtimali de İran’ı vurmaya istekli gözükmeyen Trump’ı İran için ‘özel durum odasına’ sokmak zorunda bıraktı.

Bu hamle Trump’ı ABD seçimlerinde içe dönük politikaları nedeniyle destekleyen seçmenini de hayal kırıklığına uğratarak siyaseten zayıflattı.

Pragmatik Trump bakalım bu virajı nasıl dönecek?

Ancak şu skor; Gladyo 1, Trump 0…

MOSKOVA’DAKİ TÜRKİYE DETAYI

Geçtiğimiz hafta gündem yoğunluğundan belki birçok kişinin gözünden kaçtı…

Rusya Devlet Başkanı Putin, dünyanın en önde gelen uluslararası haber ajanslarını davet ettiği bir toplantı düzenledi.

Dünyanın önde gelen haber ajanslarının yöneticileri sordu, Putin cevapladı…

Dünyada birçok televizyon kanalı da bu toplantıyı canlı yayınladı…

Anadolu Ajansı Genel Müdürü olarak 2021 yılından bu yana çok başarılı işlerde imzası bulunan Serdar Karagöz de Putin’e önemli bir soru yöneltti.

Karagöz Putin’e “Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’la birlikte tahıl koridoruna imza attınız. Milyonlarca insanın sorununu birlikte çözdünüz. Zor zamanlarda güçlü liderler, zor kararlar alabiliyor. Olmaz denilen işler oluyor, çözülemez denen sorunlar çözülüyor. Cumhurbaşkanımız Erdoğan, Rusya-Ukrayna krizinin çözümü için liderler zirvesi önerisinde bulundu. Zelensky, hemen hazırım dedi ve geldi. Trump, Putin gelirse gelirim dedi ve sizi adres gösterdi. Kremlin’den yapılan açıklamada ise henüz şartların bunun için oluşmadığını ifade ettiniz. Bu noktada bu problemin çözümü için liderlere etkin bir rol biçiyor musunuz? Ayrıca hangi şartların oluşması gerekiyor ki liderler bir araya gelebilsin?” şeklinde güzel ve nokta atışı bir soru sordu.

Putin de buna “Trump, ‘ben o dönemde başkan olsaydım, bu savaş olmazdı” dedi. Trump bu konuda haklı. Gerçekten de Trump başkan olsaydı, büyük ihtimal çatışma olmazdı. Eski Almanya Başbakanı Angela Merkel, Minsk anlaşmalarının Ukrayna’ya zaman kazandırmak için imzalandığı yönünde açıklama yaptı ve eski Fransa Cumhurbaşkanı bunu teyit etti. Kosova’nın bağımsızlığını kazanması sürecinde olduğu gibi, Ukrayna’daki Donbass bölgesi de bu şekilde ayrıldı ve buradaki halk kendi kaderini belirleme hakkına sahip. Uluslararası kuralların herkes için geçerli olması gerekiyor. Bu, herkes için güvenlik garantisidir.” şeklinde yanıtladı.

Ancak benim dikkatimi çeken detay çok daha farklı bir şeydi…

Ruslar kimin nereye oturacağına çok dikkat eder…

Ülkelere vereceği mesajı da bu yollarla iletmiş olur.

Putin, Reuters, AFP gibi dünyaca ünlü birçok haber ajansının yöneticileri yerine yanına Çin Devlet Haber Ajansı yöneticisini ve Anadolu Ajansı Genel Müdürü Serdar Karagöz’ü oturtmuştu.

Putin buradan mesajını göndermeyi de ihmal etmemişti.

Ayrıca Rusya’da St. Petersburg’daki kaynaklarımdan öğrendiğime göre de Rus Devleti temsilcilerinin Çin ve Türkiye’nin haber ajanslarının yöneticilerini diğer haber ajanslarının yöneticilerine göre özel ilgilendiğini de öğrendim.

Ferhat Murat / Haber7

Source: Ferhat Murat


Nükleersiz İran, milletsiz İsrail

İran İsrail savaşında cepheler genişliyor. İsrail ile İran’ın 12 gündür birbirlerine yönelik stratejik saldırıları ABD, Yemen, Katar ve Irak ekseninde genişledi. ABD, İran’daki nükleer tesisleri vurdu. Yemen’in bir bölümünü yöneten Husi rejimi, İran lehine savaşa dahil olduğunu duyurdu. İran ise İsrail’i vurmasının ardından Katar ve Irak’taki ABD üslerine balistik füze fırlattı. ‘Üçüncü Dünya Savaşı’ senaryolarını tırmandıran İran’ın son saldırısında, “ülke halklarının değil, sadece ABD’nin hedef alındığı” duyurularak itidalli üslup kullandı.

İyimser tahminler savaşın süratle neticelenmesi yönünde. Fakat Rusya-Ukrayna savaşında olduğu gibi yıllara yayılabilecek bir çatışma ortamının oluşması da ihtimaller dahilinde.

İran’dan yana da İsrail’den yana da birçok stratejik noktanın vurulduğu savaşta harp tarihine geçecek ilginç anekdotlar ve stratejiler yer alıyor…

SİYASİ KURMAYLAR HEDEF ALINMIYOR

İsrail de İran da karşı ülkenin “rejimini” hedef almasına rağmen 12 gün boyunca siyasi kurmaylardan hiç kimse hedef alınmadı.

İran’da dini lider Hamaney hala hayatta.

İran parlamentosunda mevcut rejimin kilit taşını oluşturan siyasi kadrolardan kimse vurulmadı.

İsrail cephesinde hükümetten veya Netanyahu’nun partisi Likud’dan kimse İran füzelerinin hedefi olmadı.

Bunun yanı sıra İsrail, devlet televizyonunu vuracak kadar ileri gidiyor.

İran ise Mossad karargahlarını bile bombalayıp taş yığınına çevirebiliyor..

NEDEN HAYFA

Savaşın ilk birkaç gününde İran’ın neredeyse bütün komuta kademesi yok edilmesine rağmen Tahran rejimi İsrail’e karşı ince bir harp politikası seyrediyor.

İran balistik füze saldırılarında Tel Aviv’in yanı sıra ısrarla İsrail’in kuzeyini hedef alıyor.

12 gündür hemen her füze İsrail’in en ucundaki Hayfa’yı vuruyor.

Hayfa liman kenti özelliğiyle öne çıkıyor. Bu kentin asıl kilit faktörü son 20 aylık nüfus hareketliliği

7 Ekim 2023’te Gazze Şeridi’nden İsrail’e atılan Filistinli mücahidler, daha sonra düzenledikleri roket salvolarıyla “İsrail’in güney bölgesini” yaşanmaz kıldı. İsrail’de esir alınıp Gazze’ye getirilenlerin tamamı da bu güney bölgelerindendi. İsrail’in “aşağısı” korku ve yıkımın adresi oldu. Çare ise İsrail’in “yukarısını” diri tutarak içtimai hareketliliği oradan devam ettirmekti.

Gazze’nin komşusu olan Güney İsrail’deki yerleşimciler çoğunlukla orta ve kuzey bölgelere kaydırıldı.

Özellikle çifte vatandaş olan İsraillilerin işgal ülkesini terk etmemesi için Netanyahu hükümeti olağandışı gayret sarf etti.

İsrail’in güneyinden kaçanlar için en sığınaklı ‘liman’ Hayfa kenti oldu.

Buradaki oteller ve otel benzeri oluşturulan butik yerleşimlere ‘güneyliler’ yerleştirildi. Kendilerine ciddi yardımlar yapıldı.

13 Haziran’a kadar bir şekilde idare edilerek vaziyet kurtarıldı.

Fakat 13 Haziran’da İsrail’in şok hava baskınına misillemelerle karşılık verebilen İran, ısrarla İsrail’in bu zayıf karnını hedef aldı…

İSRAİL’E KARŞI SİNİR HARBİ

Sağ gösterip sol vurdu İran; Tel Aviv’i gösterip Hayfa’yı vurdu..

Gazze’den kaçan İsrailliler İran’a tutuldu.

Gazze’nin kısa menzilli roketlerinden kaçan ‘güneyli’ İsrailliler, ‘kuzeyde’ İran’ın balistik füzelerine yakalandı..

İran ilk günden bu yana hep Hayfa’yı vurarak isabet ettirse de ettirmese de bu bölgeyi korku, panik, endişe ve belirsizlikle yüzleştirdi.

İşte kritik ayrıntı buradaydı…

İKİNCİ FAZDA YİNE PSİKOLOJİK HARP

İran’ın İsrail’i hedef alan balistik füze saldırılarında benzer bir taktik daha icra edildi..

İran, füzelerini hep gece saatlerinde fırlattı. İsrailliler füzelere uykularında yakalandı. İsrail medyası, saldırılarda şu ana kadarki 1.213 yaralanma vakasının büyük çoğunluğunun sığınaklara kaçarken oluşan izdiham ve panik neticesinde oluştuğunu duyurdu.

Sığınaklara kaçabilenler ise gece en derin uykularında sürekli ‘ihtar’ mesajları aldı.

İsraillilere her gece eziyet oldu…

Derken, İran son 2 gündür farklı bir konsepte geçti.

Yine saldırılarını “gece” düzenleyeceği vurgularıyla verilen gözdağı mesajlarına rağmen gece karanlığında düşük çaplı atışlar yapıldı.

İsrail, bu düşük dozajlı füzeleri, İran’ın etkinliğinin kırıldığı şeklinde yorumladı.

Böylelikle gecenin ardından İsrailliler daha fazla gündelik hayatta görünür oldu.

İşte İran, ikinci fazdaki hamlesini tam bu aşamada yaptı. 21 Haziran ve 22 Haziran sabahları İsrail’e beklenmedik füzeler fırlatıldı. Yine Tel Aviv ve Hayfa’da stratejik noktalar vuruldu.

Geceleri süren kabus, İsrailliler için artık gündüze de sıçramış oldu..

İSRAİL İÇİN NÜKLEERDEN DAHA AĞIR SONUÇ

Ve beklenen oldu…

İran’ın ‘Hayfa’ ve ‘geceli’ saldırılarının altında yatan ana gaye netice verdi.

20 aydır Gazze endişesiyle yatıp kalkan.. Fakat Gazze’de karşılarında bir devlet mekanizması ve devlet gücü olmaması realitesiyle görece daha az yıpranan İsrailliler..

İran gibi sistemli bir devlet aygıtının Demir Kubbe’yi ‘Delik Kubbe’ye çeviren böylesi atışları sonrası direnç noktasını kaybetti.

İsrail’den kaçışlar başladı.

Çifte vatandaşlığı bulunan İsrailliler teker teker ülkeyi terk etti. Birçok ülke, İsrail’deki çifte vatandaşlarına kapı açtı. ABD dahi İsrail’i terk etmek isteyen ABD vatandaşları için tahliye çalışmaları başlattığını duyurdu.

Ayrıca İsrailliler denizden kendilerine en yakın nokta olan Güney Kıbrıs’a kaçmaya başladı..

Savaşa karşı çıkan, askere gitmeyi reddeden Haredi Yahudileri başta olmak üzere İsrailliler’in işgal topraklarından ayrılış süreci ivme kazandı.

Durumun vehametini bilen Netanyahu hükümeti, öncelikle İran saldırılarındaki tahribatı gizlemek için medyaya sansür uyguladı. İsraillilere “her şey süt liman” algısı oluşturuldu..

Fakat her gece birbirlerini sığınak yollarında ezen.. Uykusu zehir olan.. Tepelerinden yıldız değil roket kayan.. İsabetli atışlarda sığınakları mezarlığa dönen İsraillilerden gerçekler gizlenemedi.

Bu defa Netanyahu hükümeti, İsraillilerin yurt dışına çıkışına kısıtlama uygulamaya başladı.

İsrail’den yalnızca yabancı turistler ve diplomatların ülkeden çıkışmasına müsaade edileceği, İsraillilerin ise yalnızca bir istisna komitesinin onayıyla uçabileceği duyuruldu.

NÜKLEERSİZ DEVLET, MİLLETSİZ DEVLET

İşte İsrail-İran savaşının en can alıcı noktası burada beliriyor..

Teknoloji ve iktisadi gücünün yanı sıra yurt dışı diasporasının gücüyle ayakta durup, iç cephede yalnızca 10.1 milyonluk nüfusa yaslanabilen İsrail, “devlet” olabilmesinin en hayati unsuru olan nüfus faktörünü kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya.

Dünya siyasi tarihi, büyük devlet olmanın en temel bileşeninin “büyük ideoloji”, “büyük sınır” ve “büyük nüfus” olduğu hakikatini tescillemiştir.

‘Büyük İsrail’ hülyasıyla Ortadoğu’da işlemediği cinayet, girmediği kılık, almadığı ah kalmayan Tel Aviv yönetimi;

Siyonist ideolojiye yaslanıp..

Şeytani “Arzı Mevud” sınırlarına göz dikerken..

Nüfus gibi hayati unsuru çoğaltamadan kaybediyor.

İsrail-İran savaşı işte bu pencereden daha çarpıcı bir manzara sunuyor.

İran –İslam coğrafyasında eskisi gibi sevilmese de- nükleer güç olmadan da müstakil bir devlet vasfıyla bölgede yerini alıp pek çok ülke gibi tarihi seyrini sürdürebilir.

Peki İsrail..

Yerleşik nüfusunu kaybederek.. İnsan gücü olmadan.. Toplumsal varlığı sürmeden.. Sosyal yapısı bulunmadan.. Demografik yapısı çökmüş şekilde…

Ayakta kalabilir mi?

Faruk Arslan / Haber 7

Source: Faruk Arslan


Valilikten Menzilcilere kıyak

Milyarlarca liralık sermayeyi yöneten ve kamuda hızla örgütlendiği belirtilen cemaatin derneği, 2860 sayılı Yardım Toplama Kanunu’nun 6’ncı ve 7’nci maddelerine uygun olarak bu izni aldı.

Kanuna göre, yardım toplama faaliyetleri için bir ilçede kaymakamlıktan, birden fazla ilçede ise il valiliğinden izin alınması gerekiyor.

Cemaatte ‘Kardeş Kavgası’ Gündemde

Birgün’den İsmail Arı”nın haberine göre,Menzil Cemaati’nin lideri Abdulbaki Elhüseyni’nin 12 Temmuz 2023’teki vefatından sonra cemaatin başına oğulları Muhammed Saki, Muhammed Fettah ve Muhammed Mubarek geçti.

Üç kardeş, “eş şeyhlik” sistemiyle cemaati birlikte yöneteceklerini duyursa da kısa sürede anlaşmazlık yaşadı. En fazla müride sahip olduğu belirtilen Muhammed Saki, cemaatin mevcut dernek ve vakıflarıyla bağını kopararak Serhendi Vakfı, Dehlevi Yayınları ve Nezir Derneği’ni kurdu. Muhammed Fettah ve Muhammed Mubarek ise cemaatin diğer dernek ve vakıflarını yönetmeye devam ediyor.

İçişleri Bakanı’ndan Nezir Derneği’ne Övgü

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, geçtiğimiz Ocak ayında Konya’daki bir bina çöküntüsü enkazında yaptığı incelemede, Nezir Derneği mensuplarına teşekkür etmiş ve “Çağırmadan gelen tüm kardeşlerimizin her birine minnettarım, Allah sayılarınızı arttırsın, iyi ki varsınız” demişti.

Source: Haber Merkezi


İBB tutuklusu İpek Elif Atayman”ın oğlu isyan etti: 7 saatlik yol gitti, annesi ile görüştürülmedi!

İBB”ye yönelik başlatılan operasyonlarda tutuklanan İpek Elif Atayman “ın oğlu, dedesiyle beraber annesinin tutulduğu Afyonkarahisar Cezaevi”ne gittiklerini, ancak teknik arıza sebebiyle içeriye alınmadıklarını açıkladı. Atayman”a daha önce de Silivri”den sevk edildiği cezaevinde yatak verilmediği ortaya çıkmıştı. SİSTEM ARIZASI GEREKÇESİ Sosyal medya hesabından tepki gösteren Elif Atayman”ın oğlu Efe Çakır , İnsanları ikametine yakın yerlere yerleştirmek bu kadar mı zor? ifadelerini kullandı. Atayman”ın oğlu Çakır, şunları yazdı: İstanbul”dan Afyona 80 yaşındaki dedemle molalı 7 saatte gelebildik. 15:30″daki kapalı görüşe sistem arızasından dolayı alınamayacağımızı öğrendik. En azından sadece anneme haber vermelerini rica ederek ayrıldık. Adapazarı”ndan gelen bir aile daha vardı bizim gördüğümüz, nasıl kalacaklar gidiş dönüş yol zaten en az 6-7bin lira yakıtı geçişi, bir de konaklasalar en az 10 bin liraları bulacak. Hangi bütçe bunu her hafta yapmaya dayanabilir? Silivri dünyanın en büyük 2. Avrupa”nın 1. Büyük cezaevi demek ki ya cezaevleri kapasitesi yetersiz ya kanunlarda problem var.. Ben ortalama beyaz yaka maaşı ile borçsuz bi şekilde döndüremiyorum bu sistemi maalesef, insanları ikametine yakın yerlere yerleştirmek bu kadar mı zor? NE OLMUŞTU? İBB”ye yönelik operasyonlarda tutuklanan eski İBB Medya A.Ş. Başkanı İpek Elif Atayman”ın sevk edildiği Afyonkarahisar Kapalı Cezaevi”nde yerde yatırıldığı ortaya çıkmıştı. Daha sonra tepkilerin ardından Atayman”ın ranzaya alındığı öğrenilmişti.

Source: Haber Merkezi


Yankı Bağcıoğlu “Verilen sözler havada kaldı” diyerek tepki gösterdi: “Astsubayların onurlu mücadelesi görmezden gelinemez”

CHP Milli Savunma Bakanlığı’ndan (MSB) Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Yankı Bağcıoğlu , emekli astsubayların hak arayışlarına ilişkin yazılı açıklama yaptı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) belkemiğini oluşturan astsubayların, emeklilik dönemlerinde karşı karşıya kaldıkları ekonomik zorluklara karşı sabırlarının tükendiğini belirten Bağcıoğlu, iktidarın yıllardır verdiği sözleri yerine getirmediğini kaydetti. Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği’nin (TEMAD) mücadelesinin yalnız bırakılmaması gerektiğini belirten Bağcıoğlu, Milli Savunma Bakanlığı başta olmak üzere tüm yetkilileri göreve çağırdı. Bağcıoğlu’nun açıklaması şöyle: “TSK’nın omurgası astsubaylarımız, vatan için canlarını ortaya koyarken emeklilikte açlık sınırında yaşamaya mahkûm ediliyor. Bu kahramanlar, onurlu bir yaşamı hak ediyor. Bu, hepimizin vefa borcu. Ancak verilen sözler havada kaldı, astsubaylarımız hayal kırıklığı içinde. Kanun teklifleri ve soru önergeleri cevapsız, talepler görmezden geliniyor.” Bağcıoğlu, acil çözüm bekleyen talepleri şöyle sıraladı: “Astsubay başçavuş ve kıdemli başçavuşlara ek tazminat derhal ödenmeli. Emekli astsubay maaşları haksızca düşük, ek göstergeler artırılmalı. 2006’dan beri 100 TL’de çakılı kalan tazminat enflasyon karşısında eridi, güncellenmeli. Ek gösterge alamayanlara verilen cüzi ödeme artırılmalı. Zor koşullarda görev yapan TSK personeline bu hak tanınmalı. Emekli astsubayların yasal sesi TEMAD, üyelerinin haklarını almak ve sosyal dayanışmayı güçlendirmek için gayret sarf ediyor ancak yıllardır süren mücadelede sabır taşları çatladı. MSB ve iktidar yetkililerine taleplerini ileten TEMAD, artık dayanma gücü tükenen üyelerinin sessiz çığlığına ses olmaya çalışıyor. Bu talepler, vatan için canını ortaya koyan kahramanların açlık sınırı üzerinde hayatlarını idame etmek için karşılanmalı. MSB, İçişleri Bakanlığı ve TBMM bu çığlığa kulak vermeli. Verilen sözler tutulsun, devletimizin vefa borcu ödensin. Astsubaylarımızın onurlu mücadelesi, TSK’nın moralini yükseltecek, milletimizin güvenini pekiştirecek.”

Source: Anka


Fatih Altaylı için eski program konuğu Cübbeli Ahmet”ten olay twit

Cübbeli Ahmet” olarak tanınan Ahmet Mahmut Ünlü, bir dönem hemen per hafta programına konuk olduğu Fatih Altaylı”nın tutuklanmasının ardından yaptığı paylaşımla gündem oldu. Fatih Altaylı”yı müfteri (kara çalan, iftira eden) olarak niteleyen Cübbeli, “Darısı diğer müfterilerin başına gelsin” dedi. Ne hikmetse…Cübbeli”nin “belayı buluyorlar” diye sıraladığı isimlerin arasında, Ekrem İmamoğlu’nu, Ümit Özdağ”ı, İsmail Saymaz gibi isimler de yer alıyor. Cübbeli Ahmet”in paylaşımının tamamı şu şekilde: “Ne hikmetse, başlarına bela gelecek ve hapse girecek olanlar önce bizim caminin avlusuna işiyorlar. Ondan sonra belayı buluyorlar. – Buna misal olarak Ali Kalkancı’yı, Çevik Bir’i, Tuncay Özkan’ı, Ebu Hanzala’yı, Ebu Haris’i, Alparslan Kuytul’u, Fatih Nurullah’ı, Adnan Oktar’ı, Merdan Yanardağ’ı, Hüsnü Mahalli’yi, Barış Pehlivan’ı, Murat Ağırel’i, Muhittin Palazoğlu”nu, Ekrem İmamoğlu’nu, Ümit Özdağ”ı, İsmail Saymaz’ı sayabiliriz son halka olarak da Fatih Altaylı bu silsileye eklendi. Tabii ki bir kısmı hapse girmedi ama mezara girdi. Ben bu olanları kendi iyiliğime değil, onların iftira ve kötülüklerine bağlıyorum. Bir de hapse girmeyip memleketten kaçıp bir daha dönemeyen FETÖ’cüleri sayacak olursak, kıyamete kadar liste uzar. Darısı diğer müfterilerin başına gelsin.”

Source: Internet Haber