Şişli Belediyesi kayyumunun hafta sonu izinlerini kaldırmasının ardından işçiler eylem başlattı: ‘Cumartesi-pazarımıza dokunma’
İşçilerin maaşlarını ve sosyal haklarını eksik ve geç ödediği için işçiler tarafından protesto edilen Şişli Belediyesi kayyumunun şimdi de iki günlük hafta sonu iznini kaldırdığı, izin günlerini hafta içine kaydırdığı belirtildi. DİSK/Genel-İş İstanbul 3 No’lu Şube Başkanı Zeynel Yiğit’in aktardığına göre kayyum yönetimi sendikaya, çalışma zamanlarının değiştirilmesiyle ilgili bir dilekçe imzalatmak istedi. Sendika, işçilerin değişikliğe gönüllü olduğunu gösterecek dilekçeyi imzalamadı ve eylem kararı aldı. Genel-İş İstanbul 3 No’lu Şube Başkanı Zeynel Yiğit açlık grevi yapıyor ve beraberindeki şube temsilcileriyle birlikte altı gündür belediye önünde nöbet tutuyor. İşçiler dayatılan değişiklik karşısında mevcut çalışma düzenlerini sürdürüyor ve mesai sonrasında dönüşümlü olarak eylem alanında bulunuyor. “ANTİDEMOKRATİK YÖNETİM” Cumhuriyet’in sorularını yanıtlayan Yiğit, izinlerin hafta içine kaydırılmasının işçilerin aile ve sosyal yaşam düzenini tamamen bozmak anlamına geldiğini vurgulayarak şunları söyledi: “7-24 buradayız, toplusözleşmeyle kazanılmış haklarımızı gasp ettirmeyeceğiz. Hafta sonu tatillerimizi yedirtmeyeceğiz. Normalde, hafta sonu yapılması gereken bir iş olduğunda işçi, çift mesai ücreti karşılığında çağrılıyor. Şimdi bu değişikliği ekstra bir ücret vermemek için yapıyorlar. Direnişimiz sadece çalışma günlerimizle ilgili değil. Biz burada en başta antidemokratik yönetime karşı mücadele veriyoruz. Bunu tüm emek dostları, demokrasi dostları, özgürlük dostları ile dayanışmayı büyüterek yapacağız.
Source: Elif Özge Yalçın
Kötülüğün kaynağı
AKP iktidarında yaşanan kötülüklerin niteliği ve niceliği, sadece Türkiye ölçeğinde değil, dünya ölçeğinde de, en azından son 20 yılda, nadir rastlanan şeylerdir. İnsanların hükümete yönelik düşüncelerinden, eleştirilerinden ve muhalefette siyaset yapmalarından ötürü tutuklanması; gözaltında ve tutukluluk sırasında psikolojik ve/ veya fiziki işkence görmesi; masum insanların özgürlüklerine son verilmesi; hapiste kalanlar gibi, dışarıda kalan çocukların, annelerin, babaların, eşlerin yalnız bırakılmaları; halk tarafından seçilmiş belediye başkanlarının tutuklanarak, halkın egemenliğinin ortadan kaldırılması; iktidarın ahlak, erdem, adalet, vicdan, merhamet, utanma gibi duygulardan nasıl uzaklaştığının bir göstergesidir. Ahlaki değerlere sahip olmayan insanlar kötü olmaya mahkûmdur. İyilik sadece ahlaki değerlerle sağlanabilir. Kendi çıkarından ve iktidarından başka bir şeyi düşünmeyen bencil insanların, ahlaklı ve iyi olması olanaklı değildir. *** Kötülük yapanların birçoğu, kendisi gibi olmayanlardan, kendisi gibi düşünmeyenlerden, kendisi gibi yaşamayanlardan nefret eder. Çünkü kötülük yapan kişilerin özgüveni yoktur ve kendileri gibi olmayanların varlığı karşısında kendilerinin yok olduğunu hissederler. O nedenle de kendileri gibi olmayanları yok ederek var olmaya çalışırlar. Kötülük yapanlar, kendi yetersizlikleri nedeniyle, kendileri gibi olmayanların karşısında sürekli bir eziklik duygusu içinde yaşarlar ve bu eziklik duygusu zamanla kıskançlık, hınç, kin, nefret, öfke duygularına dönüşür. Bunun son aşaması şiddettir. Masum insanları hapishaneye atarak onlara eziyet etmek, insanları tehdit etmek ve hedef göstermek de şiddettir. Bu şiddetin uygulanmasından zevk almak sadizmdir. Kötülük bir ruh hastalığıdır ve sadizm de bu ruh hastalığının en uç noktasıdır. Faşizm bu ruh hastalıklarından beslenir. O nedenle faşizm bir ideoloji değildir. Çünkü ideoloji, antik Yunancadaki “idea” ve “logos” kavramlarının bileşiminden türetilmiştir; ideoloji, kavramsal ve kuramsal bir yapıdır; ideoloji akıl unsuru içeren bir yapıdır. Kötülük ise akıldan yoksunluktur, aptallıktır. *** Kötülük yapanlar, kendi yetersizliklerini, ezikliklerini ve bunun sonucunda oluşan kıskançlık, hınç, kin, nefret, öfke duygularını gizlemek ve uyguladıkları zalimlikleri gerekçelendirmek için sahte mağduriyet kurguları ortaya atarlar veya yaşadıkları mağduriyetleri orantısız biçimde abartırlar, bu konuda yalan söylemekten ve iftira atmaktan çekinmezler. Kötülük yapan insanların birçoğu, hem dogmatik ve despotik hem de sevgiden yoksun ortamlarda yetiştikleri için, içine düştükleri kısır döngüden kolay kolay çıkamaz. Kötülük yapan insanlar genellikle başka dünyalara açılamazlar, insanlığın önünde duran olasılıklara ulaşamazlar, potansiyellerini kullanamazlar. İyi olmak büyük emek, mücadele, fedakârlık ve cesaret ister. Kötülük ise aynı zamanda korkaklıktır. Kötülük bir karakter ve kişilik zaafiyetidir. Bu zaafiyeti aşmak büyük bir karakter gücü, emek, fedakârlık, cesaret ister. *** Kötülük ve onunla bağlantılı tüm olumsuz duygular, aynı zamanda cehaletin ve eğitimde yetersizliğin sonucudur. Ancak eğitim okuldaki eğitimden de ibaret değildir. Okulda eğitim, ailede eğitim, mahallede eğitim, medyada eğitim, bunların hepsi bir bütündür. Toplumsal, siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel düzen bozuk olunca, buradan çıkacak doğru ve ahlaklı insanların sayısı, çoğunlukta bile olsalar, yeterli olmaz. Çünkü kötülük yapan insanlar azınlıkta bile olsalar, kötü oldukları için, kurnazlıklarıyla, iyileri esir almanın bir yolunu bulabilirler. Olası bir iktidar değişikliğinde kötülük yapanların bir kısmı hukukun işletilmesiyle bertaraf edilebilirler. Ancak kötülüğü kökten bertaraf etmenin tek yolu insanı sevmek ve eğitimdir. İnsanın yaşarken ve ölürken sahip olacağı en değerli şey de iyi bir insan olmaktır. Mal, mülk, para, pul, makam, mevki, iktidar değildir!
Source: Örsan K. Öymen
Hizmet Etme Biçimi
Cumhuriyet okuru bilinçlidir, ufukludur, kül yutmaz. O yüzden, CHP’nin içinde fırtına estirip iktidarlarını sürdürmek isteyenlerin niyetlerini çok iyi algılıyorlar. İşte bir okurumuzdan gelen küçük bir değerlendirme: “Ülkede ana muhalefeti kontrol eden ya da karıştıran, iktidarını da garanti ediyor. İktidarın toplumun adalet ve ahlak anlayışını bozması, bir şekilde tüm partilerin siyasi ahlakının da bozulmasına neden oluyor. Kişilerin kendi ahlakı ile siyasi ahlak anlayışlarının farklı olabileceğini düşünmüyorum. Her şeye rağmen iktidarda kalmak isteyenin ya kişisel hırsı/ahlakı bozuktur ya da başkalarına hizmet ediyordur.” Örneğine siyaset alanında çok rastlar olduğumuz bu türlere “haşmetli hizmetkâr” adını verebiliriz. HANGİSİ DOĞRU? Saray şehzadesinin adıyla anılan Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA), devletin resmi ajansı Anadolu Ajansı (AA) aracılığıyla kamuoyuna “yaz okulu etkinlikleri” ni duyurdu. Velilere çağrı yapan AA’nın haberini okursanız TÜGVA’nın yaz okuluna gidenler, yüzecekler, futbol oynayacaklar, at binecekler ve zekâ oyunları etkinliklerine katılacaklar. Oysa, TÜGVA’nın resmi sitesine bakarsanız yaz kampının içeriği çok farklı: “30 Haziran-8 Ağustos tarihleri arasında gerçekleşecek TÜGVA Ortaokul Yaz Okulu’nda Kuranıkerim’in rehberliğinde ilerleyecek, temel dini bilgilerle bilinçlenecek ve hadislerin hikmetli dünyasına yolculuk yapacaksın.” OSMANLI”YA DÖNÜŞ “Birçok ülkede politikacılar aklı selim davranmaktan uzak. Toplumsal barış ve istikrarı sağlamak yerine çatışmayı körüklüyor. Yumuşak yöntemlerle çözüm üretmek yerine dışlayıcılığın ve öfkenin sesi oluyor. Bir düzen kurma ve istikrarı yaşatma fikri yok, kavgadan ve öfkeden beslenme var. Bu durum sürdürülebilir değil. Kimse kafasını kuma gömerek bunu atlatamaz. Mazluma karşı koruyucu, zalime karşı önleyici olmak zorundayız. Ancak böylesi bir anlayışa sahip olduğumuzda adalet sorununu ortadan kaldırabiliriz.” Bu aklı veren kimdir, derseniz: AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan . 2021’de yayımlanan “Daha Adil Bir Dünya Mümkün” adlı kitabından alıntıladık. (Sayfa 51 ve 68.) Yap bir anayasa, kal ömür boyu Saray’da. Oldu sana, istikrarı yaşatma… At içeri muhalefetin belediye başkanlarını, oturt yerine AKP’lileri. Oldu sana, adil dünya… İçinde bulunduğumuz durumu, CHP milletvekili Gizem Özcan , geçenlerde Meclis kürsüsünden şöyle özetledi: “Oxford destekli Our World in Data araştırmasına göre, 2024 yılı itibarıyla Türkiye’nin hukukun üstünlüğüne dair puanı yalnızca 0.18. Yapılan hukuk tarihi çalışmalarına göre de 1789 yılında Türkiye’nin bu alandaki puanı 0.20’ydi. Yani hukukun üstünlüğü bakımından neredeyse III. Selim ve Tanzimat öncesi duruma gerilemiş durumdayız.” İstedikleri oldu. Osmanlı’ya döndük.
Source: Işık Kansu
Doğa katliamına süper hızlı izin
Dünya İsrail-İran çatışmalarını konuşurken AKP, TBMM’ye halkı yerinden yurdundan edecek, doğayı katledecek nitelikte bir maden füzesi gönderdi. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Alparslan Bayraktar’ın daha önce ‘Süper izin’ olarak söz ettiği değişiklikler Meclis’e geldi. AKP milletvekilleri tarafından sunulan torba teklifte Limak ve Cengiz de dahil birçok şirketin maden faaliyetlerinin önü ardına kadar açılacak.
Verilen teklifle şirketlerin Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) olumlu kararı alması zorunluluğu ortadan kaldırılıyor. Üstelik maden şirketi ruhsat için devlete başvurduğunda 4 ay içerisinde yanıt verilmezse ruhsat onaylanmış sayılacak. Ormanlarda maden arayanlara, altyapı yatırımları için 36 aya kadar bedelsiz izin verilecek. İzin onayı 3 ayda çıkacak. Limak ve IC Holding’in işlettiği Yeniköy ve Kemerköy termik santrallerinin kömür ihtiyacı için Akbelen’deki zeytinliklerin katli de kolaylaşıyor. Teklifle zeytinliklerin sahibi olan halk bölgeden çıkarılıp başka yerde kiracıya dönüştürülecek. Maden şirketlerinin işini kolaylaştırmak, faaliyetlerini hızlandırmak için Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nın başkanlığında ve bakanlardan oluşan bir de ‘Kurul’ oluşturulacak.
DEVLET TAZMİNAT ÖDEYECEK
Madencilerin kazdığı topraklarda tarihi eser ve benzeri kültür varlığına rastlanırsa şirket doğrudan alandan uzaklaştırılmadan önce, Kültür Bakanlığı’ndan uygun görüş istenecek. Bakanlık uygun görüş vermezse saha kapatılacak ancak Kültür Bakanlığı maden şirketine yatırım tutarı kadar tazminat ödeyecek. Aramalarında rezerv bulamayan şirkete arama ruhsat bedeli ile ihale bedeli iade edilecek. Altın ve benzeri stratejik maden faaliyetlerinin hızlandırılması için Cumhurbaşkanı’na acele kamulaştırma ve stoklama yetkisi verilecek.
2022’de tepkiler üzerine geri çekilmişti
CHP Muğla Milletvekili Cumhur Uzun, AKP’li vekillerin kanun teklifinin TBMM’ye sunulmasına tepki gösterdi. Uzun, AKP’nin 2022 yılında da zeytinlik alanlarda madenciliğin önünü açmak istediğini ama tepkiler sonucu geri adım atıldığını hatırlattı. ‘AKP’lilerin bazı alanlarda bu isteklerinde ısrarlı olduklarını’ ifade eden Uzun, “Bu alanların içinde Muğla Akbelen ile İkizköy de var. Anlaşılan, 3-5 şirketin kâr hırsı ve iktidarın rant düzenine teslim edecek bir tek zeytin ağacımız dahi olmadığını yeniden hatırlatmak zorunda kalacağız” dedi.
Cengiz Boyabat’ı susuz bırakacak
Cengiz Holding’in Sinop’un Boyabat ilçesinde yapmayı planladığı madene karşı örgütlenen köylüler, ÇED toplantısını yaptırmadı. Boyabat Çevre Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Hülya Çelik, 199 imza ile toplantının yapılamadığına dair tutanak tuttuklarını ve mahkemeye gideceklerini belirtti. Madenin bölgedeki en az 20 köyü etkileyeceğini belirten Çelik, “Gökırmak’tan su çekecekler ama o su bizim ekinlerimizi besliyor eğer kullanırlarsa biz hiçbir şey ekemeyiz. Halkımız pirinç tarımıyla geçimini sağlıyor, prinç yetişmez üretim durur. Göl kuracaklarını söylüyorlar, onu kurarlarsa yeraltı sularından alacaklar bu da içme suyumuzu bitirecek. Bizi ölmeden mezara koyacaklar” dedi.
Source: Erdoğan Süzer
Kamu işçisine şaka gibi teklif
Karayolları, üniversiteler, hastaneler ve santrallerde çalışan 600 bine yakın kamu işçisi için hükümetin zam teklifi açıklandı. İşveren tarafını temsil eden Türk Ağır Sanayii Ve Hizmet Sektörü Kamu İşverenleri Sendikası’nın (TÜHİS) teklifi ilk 6 ay için yüzde 16, ikinci 6 ay için yüzde 8 oldu. Kamu işçileri ve Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) sunulan zam teklifine büyük tepki gösterirken greve gideceklerini belirtti.
‘HAFTAYA BAKANLIKTAYIZ’
Zira işçi kesimi, günlük en düşük ücretin 1800 liraya yükseltilmesini, bu artışın ardından ücretlere 2025’in ilk altı ayı için yüzde 50, diğer altı aylık dönemleri için ise yüzde 25 zam yapılması ve üzerine yüzde 10 refah payı talep ediyor. Hükümetin sunduğu teklifi kabul etmeyeceklerini belirten Türk-İş Genel Başkan Yardımcısı Ramazan Ağar, toplantı sonrası yaptığı açıklamada şöyle konuştu: “Teklifi kabul etmemiz mümkün değil. Bu kadar belirsiz, zor bir dönem geçirdiğimizi hiç görmedim.”
Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay da teklifin kabul edilebilir ve müzakere edilebilir olmadığını belirterek şunları söyledi:
“İşçilerin ekonomik sıkıntısının had safhada olduğunu, dayanma gücünün kalmadığını, 7 aydır zordayız geçinemiyoruz diye ülkenin her yerinde eylemlerle ülkeyi yönetenlere anlattık. Verdikleri tekliften bir şey anlamadıkları ortaya çıkıyor. Çalışma Bakanlığı’ndan randevu istedik. 17 Haziran Salı günü Bakanlık’ta olacağız. 18 Haziran Çarşamba günü de Maliye Bakanlığı’nın önünde olacağız. Haziran ayının sonunda ise grev kararı alacağız.”
Ergün Atalay, “Hem bizi hem de ülkeyi yönetenleri daha sıcak ve daha sıkıntılı bir yaz bekliyor” dedi.
‘En düşük işçi ücreti 65 bin lira olmalı’
Kamu işçileri sosyal medyada grev çağrısında bulundu. Bir işçi, “Savunma sanayide şöyle tarih yazdık deyip propaganda yapmayı biliyorsunuz. Ama bunu üreten işçiye reva gördüğünüz 1800 lira ücret mi” diye sorarken, “Siz iktidara gelmeden önce kamu işçisi asgari ücretin 5-6 katını alıyordu şimdi 2 katını alıyor” diye yazdı. Bir başka işçi de “Öldürsünler kamu işçisini de kurtulsunlar. Bu teklif işçiye küfürdür” diye isyan ederken, bir diğeri memur ve işçi maaşları arasındaki farka dikkat çekerek “En düşük işçi maaşı 65 bin lira olmalı” diye tepkisini ifade etti.
Source: Haber Merkezi
Kalple cüzdan arasındaki o yol ayrımında…
Lucy 30’lu yaşlarındadır ve New York’ta Adore adlı çöpçatanlık şirketinin gözde elemanlarındandır. Müşterileri arasında tam dokuz çift evliliğe imza atmıştır. Kariyerinin zirvesindeyken müşterilerinden birinin düğün törenine davet edilir ve burada damadın abisi Harry’yle tanışır. Söz konusu kişi zengin ve çekici biridir. Âşık olduğu kadını istediği yere götürebilir, şahane bir hayat yaşatabilir özelliklere ve sermayeye sahiptir. Böyle profillere ‘çöpçatan jargonu’nda ‘tek boynuzlu at’ denmektedir. Lucy oturduğu masada Harry’yle muhabbetini ilerletirken birden araya eski sevgilisi John girer. Meteliksiz bir hayatın temsilcisi olan bu genç adam, bir yandan tiyatroda oyunculuk yapmakta, öte yandan da kısa süreli işlerle ayakta kalmaya çabalamaktadır. Düğünde hizmet veren garsonlar arasındadır ve onların oturduğu masaya bakar.Çok geçmeden şöyle bir süreç yaşanır; Lucy, Harry’yle çıkmaya ve lüks, dertsiz tasasız bir hayal dünyasının içinde yaşamaya başlar ama öte yandan mali koşulların neden olduğu eski ayrılığının izleri adeta peşindedir ve John da güçlü bir seçenek olarak varlığını sürdürmektedir. TAM BANA GÖRE ◊ Yönetmen: Celine Song◊ Oyuncular: Dakota Johnson, Chris Evans, Pedro Pascal, Zoë Winters, Marin Ireland, Louisa Jacobson, Dasha Nekrasova, Emmy Wheeler, Eddie Cahill, Sawyer Spielberg, Joseph Lee, John Magaro, Nedra Marie TaylorABD-Finlandiya ortak yapımıİlişki-bütçe orantısıKore doğumlu Kanadalı oyun yazarı ve senarist Celine Song, 2023 yapımı ilk uzun metrajı ‘Başka Bir Hayatta’yla (Past Lives) sinemaseverlerin karşısına çıkmış ve eski bir aşkın günümüzdeki izlerini sürdüğü bu yapımıyla dikkat çekmişti. Söz konusu yapıt, birçok eleştirmene göre ‘yılın en iyisi’ kabul edilmişti. Song bu kez yine kendisinin kaleme aldığı ikinci adımı ‘Tam Bana Göre’de (Materialists) New York’un ışıltılı hayatlarında ve mekânlarında geçen, yine bir üçgen etrafında biçimlenen bir öykü anlatıyor. Denklemin ayaklarında yükselen ana unsur Lucy elbette. Müşterilerinin mutlulukları için (profesyonel uğraş kabilinde!) çabalıyor ama kendisine gelince o, aynı duyguyu tatmaktan bir hayli uzak. Bir sahnede John’la geçmişte, sıkışmış trafikte yaşadıkları karşımıza getiriliyor ve orada genç kadın, erkek arkadaşına fakir olduğu ve gelecekteki hayatlarına dair umut taşımadığı için tahammül edemediğini, kendisine de böyle düşündüğü için çok kızdığını söylüyor. Yani o mutluluğun iyi bir bütçeyle oluştuğu kanaatini taşıyan bir insan. Nitekim çöpçatanlık yaparken iki taraf için de sık sık kimi kriterler öne sürüyor ve nihayetinde buluşmalar olumlu sonuçlanırsa ‘davul dengi dengine’ formülüne yakın ilişkilere kapı araladığını görüyor.Bu açıdan Harry, Lucy için tanım aralıklarına çok uygun bir seçenek: Paralı pullu, sert erkek profilinden uzak, partnerinin gönlünü her daim hoş tutabilecek bir portre ve onu istediği İzlanda gezisine götürmek için harekete bile geçiyor.Üstelik Lucy’nin daha pasaportu bile yok! Ama her şey çok güzel giderken birden genç kadın ve öykü hat değiştiriyor. Eski defterler yeniden gün yüzüne çıkıyor ve sahnede John beliriyor.‘Tam Bana Göre’ romantik komedi görüntüsünün ardında sınıfsal bir dramayı da deniyor. Öte yandan Lucy’nin başarısız çöpçatanlık girişiminin ifadesi olan Sophie karakteri üzerinden kadın sorununa ve erkek şiddetine de parmak basılıyor. Hikâyenin arka planında genişçe yer bulan çöpçatanlık kurumu ve bu sistem içinde doğru seçenek için uğraşanlar vasıtasıyla Celine Song, iyi koşullara sahip ama sevgisizlik ve mutsuzluk içinde yüzenlerin panoramasını çiziyor. Filmin biri başta olmak üzere iki sahnede karşımıza gelen mağara devrinde, papatya çiçeğinden yapılmış yüzükle sağlanan mutluluk bütün bu yaşanan dertlerin, çabaların en net, en sarih ifadesi.‘Tam Bana Göre’ bir yandan Hollywood klişeleriyle oynamak istiyor, öte yandan bu coğrafyadan bakıldığında bizim Yeşilçam geleneğimizde çokça uğranan öyküleri andırıyor. Fakat asıl sorun şu cephede kıyıya vuruyor; öykünün ana kadın karakteri son derece derin gözlemlerin ve reflekslerin ifadesi olarak karşımıza gelirken iki ana erkek profilde aynı özeni göremiyoruz. Harry de John da çok klişe dokunuşların vücut bulmuş halleri. Bu durumu Celine Song’un erkek cephesi için yeterince kafa yormadığı şeklinde mi almak lazım ya da yönetmen-senaristin bu konuda ‘Zaten erkekler bu kadar karikatürize varlıklardır’ demek isteği şeklinde mi yorumlamalıyız, bilemedim.Velhasıl ‘Tam Bana Göre’ derin sularda az biraz dolaşıp asıl gövdesini sığ sularda belirleyen bir film olmuş. Doğrusu ben Song’un bir önceki adımı ‘Past Lives’a da genelin aksine ayılıp bayılmamıştım ama bu kez daha sarih okunan ve tutmayan dikiş yerleri çok belli bir elbise var karşımızda diye düşünüyorum.Parlayanlar, klişe kurbanlarıZihinlerde kısaca ‘Grinin Elli Tonu’ olarak tanımlayacağımız o son derece yüzeysel seriyle yer edinen ama çok daha farklı yapımlarda da sık sık karşımıza çıkan Dakota Johnson, filmdeki Lucy rolüyle bence kariyerinin en iyi işlerinden birine imza atmış; ışıltısını yeteneğiyle de süslediği çalışmalarından biri bu. Harry’de son dönemin gözde aktörü Pedro Pascal karakterini doldururken yazının içinde bahsettiğim klişe çerçevelerin kurbanı oluyor elbet. Chris Evans da yırtmaya çalışan, yetenekli ama sisteme yenik düşmüş genç John’da boğuk sesiyle etki yaratsa da daha ötesini -senaryoya kurban olarak- geçemiyor. Bu arada klişelerden bahsederken öykünün sonuna doğru Lucy ve John bir düğün töreninin davetsiz misafiri oluyorlar; burada genç kadın, atılan evlilik adımı, bu kuruma ait çerçeveler ve sonraki aşamalar üzerine fikrini beyan ediyor. Bence Lucy’nin söylevlerinden oluşan bu bölüm de filmin en yüzeysel yanlarından biriydi.Orijinal isim ‘Materialists’ öykünün gezineceği coğrafyayı da tanımlıyordu elbet; yani hayata maddi bakan ve sevgi, şefkat, mutluluk arayışlarını parayla çözmek isteyen ama işlerin böyle halledilemeyeceğini zamanla anlayacakların hikâyesi bu. Nitekim ana karakter de materyalist bir dünyada gezinirken doğru rotayı romantizmde buluyor. Bu konuda Amerikalı bir eleştirmen şöyle bir saptama yapmış: “Lucy, Harry’yi seçerse, bu, aşkın gerçek duygularla ilgisi olmayan hesaplanabilir bir olgu olduğu anlamına gelecek. John’u seçerse de aşk sadece duygularla ilgili bir durum olarak algılanacak. Oysa aşkı deneyimlemiş olan herkesin bildiği gibi, bu durumlardan hiçbiri tek başına doğru değildir; gerçek olan her ikisinin birleşimidir.” Katılıyorum.VE DİĞER SEÇENEKLER◊ Berk Adası, Vikinglerle ejderhaların birbirlerine nesiller boyu amansız düşman olarak tanımlandıkları bir yerdir. Hıçkıdık, Ejderha Dişsiz’le arkadaş olduğunda geçmişin acılı sayfalarına karşı meydan okur. Orijinali 2010 tarihli bir animasyon olan ‘Ejderhanı Nasıl Eğitirsin?’ (How to Train Your Dragon), bu kez canlı karakterlerle karşımızda. Film, animasyonu da yöneten Dean DeBlois imzasını taşıyor, kadroda Mason Thames, Gerard Butler, Nico Parker ve Nick Frost var.◊ Toronto’ya annesine ait eski bir emaneti almak için giden Werther, burada Charlotte adlı bir kadına âşık olur. Ne var ki Charlotte nişanlıdır ve yakında evlenecektir. Kanadalı José Avelino Gilles Corbett Lourenço’nun yönettiği ‘Genç Werther’in Acıları’ (Young Werther), Johann Wolfgang von Goethe’nin 1774 tarihli ünlü klasiğinin modern zaman uyarlaması. Douglas Booth, Alison Pill, Iris Apatow ve Patrick J. Adams’ın başrollerini paylaştığı yapım karakterleri ve göndermeleriyle sempatik bir romantik komedi.◊ Haftanın menüsündeki diğer yapımlar şöyle: ‘Bozzo in the Woods’ (Yön: Ömer Sarı) ve ‘Süper Köpekler: Yaz Maceraları’ (The Barkers Pursuit of Adventure 2/Yön: Elena Galdobina).
Source: Uğur Vardan
İran canımı sıkıyor ama İsrail dayanılır gibi değil
Üstelik bu sefer kontrolsüz vuruyor.Üstelik bu sefer çok ciddi vuruyor.*Ayrıca…Bu sefer sonuna kadar gidecek gibi.Üstelik bu sefer çok yıkıcı ve yakıcı olacak gibi.* İran’ı beğenmiyorum.İran’ı eleştiriyorum.İran’ı kendime yakın göremiyorum.İran’ı aşırı benmerkezci buluyorum.*Ancak İsrail’e nefretim o kadar devasa ki…İsrail’in vurması karşısında…Kendimi anında İran’ın yanında hizalıyorum.*İran’ın beceriksizliği, savunmasızlığı karşısında içim yanıyor. AHMEDİNEJAD’IN ACAYİP İTİRAFI HANİYE suikastının ardından CNN Türk’e çıkmıştı İran’ın eski Cumhurbaşkanı Ahmedinejad.*Ahmedinejad’a göre…- MOSSAD, İran’ın istihbarat servislerine rahatça sızabiliyormuş.- Ahmedinejad, görevdeyken İsrail’le mücadele için özel bir birim kurmuş.- Ve bingo! Bu birimin başındaki adam da MOSSAD ajanı çıkmış.*Ah İran ah!Bu MOSSAD’ın becerisinden ziyade…Senin beceriksizliğinden başka bir şey değil. CUMA HUTBESİ VE AYNALI KÖRÜK TÜRKÜSÜ ŞAŞALI düğün törenlerinden geçilmiyor ortalık.*Cuma hutbesinde dün bu konu gündeme alınmıştı.*Şu cümleler hutbeden:*“Sade bir yüzük, içtenlikle yapılan bir dua, küçük bir ikram ile gerçekleştirilmesi gereken düğün merasimleri, maalesef günümüzde israf ve gösterişin zirveye çıktığı törenlere dönüşmüştür.”*Diyanet’in tavsiyesi çok güzel ama bizim memlekette bu tavsiyeye pek uyulmaz.*“Aynalı Körük” adlı bir Yozgat türküsü vardır.Sözleri şöyle:*“Oğlanın adı Ömer / Belimi sıktı kemer / Benim ince belime / Yakışır gümüş kemer / Aynalı körük olmazsa / Ben gelin gitmem / Ud kemani çalmazsa / Aynalı körüğe de binmem.”*Aynalı körük olmazsa gelin gitmeyeceğini deklare eden bu anlayış, memlekette var olduğu müddetçe…Sade bir yüzük ve içtenlikli bir duayla yetinmek pek mümkün olmayacaktır. TURİZMDEN ÇOK İYİ HABER TURİZM sektörü:Aşırı kırılgandır. Fena halde hassastır. Çok duyarlıdır. Etkiye acayip açıktır.*Bizim Türkiye:Depremlerin ortasındadır. Savaşların göbeğindedir. Gergin bir coğrafyadadır.*Buna rağmen…Türkiye, turizmde başarısını sürdürüyor.Nisan ayında turist rekoru kırılmış mesela.Nisan ayında 10 milyonu aşkın yabancı turist gecelemiş ülkemizde.*İspanya’da, hatta Yunanistan’da falan turizm çok kolay.Türkiye’de turizm yapmak ise zorlu dağları aşmayı gerektiriyor.*Rakamları karşılaştırırken bunu akıldan çıkarmamak lazım.
Source: Ahmet Hakan
RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin”den İsrail-İran açıklaması!
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Başkanı Ebubekir Şahin , X hesabından yaptığı yazılı açıklamada, özellikle sosyal medya ve bazı yayın organlarında mezhep temelli nefret söylemlerine yer verildiğini belirterek, bu durumun basın özgürlüğü ile bağdaşmadığını vurguladı. Şahin, açıklamasında şu ifadeleri kullandı: İsrail’in İran’a saldırmasının ardından, sosyal medya başta olmak üzere bazı yayın mecralarında dezenformasyon içeren ve toplumu ayrıştıran söylemlerin hız kazandığını üzülerek takip ediyoruz. Özellikle kimi yayıncıların mezhep temelli ifadelerle İslam’ın özüne aykırı, nefret dolu yorumlara yer vermesi, basın özgürlüğü değil; toplumsal huzura kasttır. Bu tür sorumsuz söylemler ne basın etiğiyle ne de yayıncılık ahlakıyla bağdaşır. Yayıncılarımızı tekrar ve açık şekilde uyarıyoruz: Yetkili makamlar dışındaki açıklamalara dayalı içerikler yaymak, halkı kin ve nefrete sevk eden ifadeleri ekranlara taşımak sorumluluk doğurur. Kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi, medya kuruluşlarının öncelikli görevi olmalıdır. Kurumumuz, mevzuat kapsamında gerekli inceleme ve değerlendirmeleri titizlikle yürütmeye devam etmektedir.
Source: Anka
Denizli”deki doktora yönelik mobing iddiasına sendikadan tepki
Denizli”de görev yapan bir hekimin, idari baskı ve usulsüz cezalar nedeniyle yaşadığı mağduriyet, Hekimsen Sendikası”nı harekete geçirdi. Türkiye genelinde 20 binden fazla kayıtlı üyesi bulunan Hekimsen, yaşananlara sessiz kalmayarak Genel Başkan Dr. Adil Kurban liderliğinde Denizli”ye çıkarma yaptı. İddialara göre, bir ilçede görev yapan hekim, yöneticilerinin haksız uygulamalarına itiraz ettiği için disiplin soruşturmasına maruz kaldı. Kapının sert kapanması gibi basit bir olay gerekçe gösterilerek uyarı cezası verilen hekim, hukuken geçersiz olduğu öne sürülen bu ceza nedeniyle, ailesinden ve evinden 150 kilometre uzaklıktaki bir ilçeye görevlendirildi. İl Sağlık Müdürlüğü önünde açıklama yapan Hekimsen Genel Başkanı Dr. Adil Kurban, Hekim arkadaşımız yalnızlığa itilmiş, psikolojisi ileri derecede bozulmuş durumda. Eşinden, çocuğundan ayrı, yaşadığı haksızlığın sonuçlarına katlanmak zorunda bırakılmıştır. Bu nedenle sendika olarak Kocaeli”nden Denizli”ye geldik dedi. Hekimlerin ve sağlık çalışanları asla yalnız bırakmayacaklarını belirten Hekimsen Sendikası Genel Başkanı Dr. Adil Kurban, Yapılan bazı idari hataların getirdiği ve çok yanlış bir sonucun sonunda bir hekimin belki de hayatına mal olabilecek riskleri girmesi nedeniyle de biz buradayız. Öyle ki çok basit bir olay yüzünden 150 kilometre öteye kişinin tayini yapılıyor. Esas itibariyle idari mekanizmalarda yaşanan hatalar ve eksikler kendisi tarafından üst makamlara bildirildiğinde buna bağlı çıkmış sonucunda çıkmıştır. Hekimsen sendikası olarak ‘Yalnız değilsiniz, artık Hekimsen var mottosuyla mücadelelerinin kararlılıkla süreceğini duyurdu. Biz hekimlerimizi ve sağlık çalışanlarımızı asla yalnız bırakmayız diye konuştu. VALİLİK VE İL SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ RANDEVU VERMİYOR”” Denizli Valiliği ve İl Sağlık Müdürlüğünden resmi randevu talebinde bulunmalarına rağmen, hiçbir geri dönüş alamadıklarına dikkat çeken Genel Başkan Kurban, Burada Denizli Valisinden 4 gündür randevu alamıyoruz. Denizli Sağlık Müdürlüğü randevu vermiyor. Yine bir kaymakam soruşturma açıyor ama mevzuata uygun değil. Hatalarla dolu, soruşturma iptal edilmesi gerekiyor. Bir uyarı yüzünden kimse 150 kilometre öteye gönderilemez. Düşünün iki tane çocuğunuz var karınız var ve eviniz var. Bir yerde oturuyorsunuz ve sana gelip ‘Sen her gün 150 kilometre ilerideki bir yere gideceksin” diyorlar. Ailenizi bırakıp gitmek zorunda kalırsınız. Yakında ilçeler var oraya yapmıyorlar gidip en uzak noktadaki yere götürüyorlar. Baştan aşağıya hatalarla dolu bir süreç. Hukuki olarak yürütmeye durdurmaya alamadık. Denizli Valiliğinden, Denizli Sağlık Müdürlüğünden görüşemiyoruz. Benim üyem ve aynı zamanda hekimimim hakkının gasp edilmesi göz yumuyor ve izliyorlar ifadelerini kullandı.
Source:
Bakan Işıkhan: 2025’te 1 milyon 320 bin kişiye istihdam hedefliyoruz
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan, Memur- Sen Engelliler Komisyonu Türkiye Buluşması ve Kamuda Çalışan Engelli Bireylere Yönelik Çalışma Hayatı Araştırması Raporu Lansmanı”na katıldı. Programda, Bakan Işıkhan”ın yanı sıra, Memur- Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, Memur- Sen Engelli Komisyonu Başkanı Ahmet Dönmez, sendika üyeleri, Türkiye Sakatlar Konfederasyonu temsilcileri ve birçok sivil toplum kuruluşu üyeleri de yer aldı. İstiklal Marşı”nın okunmasıyla başlayan programda, Kur-an”ı Kerim Tilaveti ve Engelliler Komisyonu”nun çalışmalarını aktaran video gösterimi yapıldı. “8”İNCİ DÖNEM TOPLU SÖZLEŞME MÜZAKERELERİNDE RAPOR GÖRÜŞÜLECEK” Bakan Işıkhan, sözlerine dün Konya”da görev yaptığı okulda silahlı saldırı sonucu hayatını kaybeden Muhammed Öz öğretmene Allah”tan rahmet, ailesine, yakınlarına, tüm eğitim camiasına ve Eğitim- Bir- Sen camiasına başsağlığı dileyerek başladı. Işıkhan, “Bugüne kadar Memur- Sen ile imzaladığımız toplu sözleşmelerde ve sosyal diyalog mekanizmalarında engelli kamu görevlilerimizin birçok sorununu çözdük. Engelliler için, merkezi sınavla atama yapılması, aile yardımı ödeneğinin engelli çocuklar için; yüzde 50 artırımlı ödenmesi, tayin kolaylığı, mazeret izni, gece vardiyası ve nöbetlerden muaf tutulma, kamu konutlarında öncelik sağlanmasını, engellilerin kamu konutlarında oturma süresinin 5 yıldan 6 yıla çıkarılmasını hayata geçirdik. Yakında başlayacak olan; 2026- 2028 yıllarını kapsayacak 8″inci Dönem Toplu Sözleşme müzakerelerinde de Ali Başkan”ın konuşmasında bahsettiği sorunların çözümünü ve Ahmet Dönmez Bey”in ve Engelli Memur- Sen”in hazırlamış olduğu raporu da istişare edeceğiz. Kamu görevlileri sendikalarına üyelik formunda engellilik durumunu gösteren ibarenin eklenmesine yönelik çalışmalara başlandığı bilgisini de sizinle paylaşmak isterim” dedi. “KENDİ İŞLERİNİ KURMALARI İÇİN 298 MİLYON LİRA KAYNAK SAĞLADIK” Bakan Işıkhan, engelli bireylerin istihdam fırsatlarına değinerek, “Bu fırsat ve hizmetleri sürekli geliştiriyor ve çeşitlendiriyoruz. Bu noktada İŞKUR vasıtasıyla engelli kardeşlerimizin her zaman yanındayız. 2002 yılından bu yana yaklaşık 550 bin engelli vatandaşımızın istihdama katılmasına aracılık ettik. 2024 yılında bu sayı; 45 bini aşmış, 2025 yılı ilk çeyreği itibarıyla, yaklaşık 17 bine ulaşmıştır. Özellikle iş ve meslek danışmanlığı hizmetlerimiz kapsamında, “Her Engellinin Bir İş Koçu Olacak” sloganıyla hayata geçirdiğimiz Engelli İş Koçluğu uygulamamız, bugün 81 ilde, 120 birimde aktif olarak sürdürülmektedir. Bunun yanı sıra engeli bireylerin çalışma hayatına yönelik atılmış en önemli adımlardan birisi olan; hem kamuda hem de özel sektörde engelli çalıştırma zorunluluğu konusundaki güncellemelerimiz devam ediyor. Örneğin; Çalışan Bildirim Sistemi ile hem bürokrasiyi azaltarak süreci hızlandırmış, hem de tespitleri kolaylaştırmış olduk. Ayrıca, bu zorunluluğa uymayan işverenlerden tahsil edilen idari para cezalarını da yine engelli ve eski hükümlü vatandaşlarımızın istihdamını destekleyen projelerde kullanarak bu alana önemli katkılar sağlıyoruz. 2014 yılından bu yana yürütülen projeler aracılığıyla; engelli bireylerin kendi işlerini kurmalarına destek olmak için 298 milyon lira kaynak sağladık. Mesleki eğitim ve rehabilitasyon projelerine; 80 milyon lira, işe uyum projelerine ise yaklaşık 8 milyon liranın üzerinde destek verdik. Destek teknolojilerine aktarılan ödenek; 156 milyon lirayı, korumalı iş yeri projelerine sağlanan kaynak ise 9,4 milyon lirayı aşmış durumda” diye konuştu. “HİBE DESTEK MİKTARIMIZI 400 BİN LİRADAN 580 BİN LİRAYA ÇIKARDIK” Özellikle engelli hibe desteklerinin, istihdamda kalma süresi bakımında ciddi etkileri olduğunu söyleyen Işıkhan, “”Engelli ve Eski Hükümlü Çalıştırmayan İşverenlerden Tahsil Edilen İdari Para Cezalarını Kullanmaya Yetkili Komisyon Yönetmeliği”nde yaptığımız değişiklikle, engelli projeleri artık doğrudan komisyona götürülecek. Ayrıca komisyonun toplanma sıklığı önceden yılda 2 defa yapılırken, bunu 6 toplantıya çıkarıyoruz. Böylece bu düzenleme ile daha fazla projenin incelenmesi mümkün olabilecektir. Denetimlerin etkinliğini artırmak, proje sahiplerine daha güçlü rehberlik sağlamak ve sürdürülebilirliği garanti altına almak için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bu amaca binaen, hibe destek miktarımızı 400 bin liradan 580 bin liraya çıkardık. Korumalı iş yeri kuruluş desteğini ise 500 bin TL”den 720 bin TL”ye çıkardık” ifadelerini kullandı. “45 BİN ENGELLİ İSTİHDAMI HEDEFLİYORUZ” Kamu sektöründe engelli istihdamının kota fazlası çalışan engellilerle birlikte, yasal yükümlülüğün yüzde 134″üne; özel sektörde ise yüzde 103″üne ulaşmış olduğunu belirten Işıkhan, “Bu yıl sizlerle yoğun bir şekilde çalışacağız. Bu çerçevede çok önemli hedeflerimiz var. 500 bin kadın, 500 bin genç, 45 bin engelli birey ve 275 bin yükseköğretim mezunu vatandaşımızı istihdama kazandırmayı hedefliyoruz. Ayrıca, 155 bin iş yeriyle iş birliği içinde olmayı, 2 milyon 250 bin kişiye bireysel danışmanlık sunmayı, 620 bin iş yeri ziyareti gerçekleştirmeyi ve 55 bin kişiye iş kulübü desteği vermeyi planlıyoruz. Toplumun tüm kesimlerine hitap eden kapsayıcı politikalar üretmeye ve işsizliği kalıcı olarak en düşük seviyelere çekmeye devam edeceğiz” diye konuştu.
Source:
Sopayla dövdüğü anlar gündem olmuştu! Kasklı şüpheli serbest bırakıldı
İddiaya göre, İ.E. (28) sosyal medyadan cinsel içerikli paylaşım yapan H.D. (17) VE A.T”yi (22) Yüreğir ilçesine bağlı 19 Mayıs Mahallesinden alıp Mersin Tarsus-Adana-Gaziantep (TAG) otoyolu kenarına götürdü.
Yüzünü tanınmamak için kask ile gizleyen İ.E., gençleri sopayla acımazsızca dövdü.
O anları ise şahısların yanında yer alan başka biri cep telefonuyla saniye saniye görüntüledi.
Görüntülerde, darp edilen gençlerin gözyaşları içinde “Kurban olayım yapma” diye yalvarması gündem oldu.
“BEN DEĞİLDİM”
Olayın gündeme gelmesinin ardından Asayiş Şube Müdürlüğü Cinayet Büro Amirliği ekipleri, şüpheliyi belirleyip yakalamak için çalışma yaptı.
Ekiplerin çalışmasında şüpheli, Güzelevler Mahallesindeki bir evde yakalanarak gözaltına alındı. Şüpheli emniyetteki ifadesinde “Görüntülerdeki kişi ben değildim” diyerek savunma yaptı.
Emniyetteki işlemlerinin ardından adliyeye sevk edilen İ.E çıkarıldığı mahkemece adli kontrol şartıyla serbest kaldı.
Source: Ali Tüfekçi
Doğum hızını artırmak için ekonomik teşvikler yeter mi?
1980’lerde Türkiye’de bir kadının ortalama doğurduğu çocuk sayısı yaklaşık 4’tü. Bu oran 2000’lerin başında 2,38’e, 2016’da 2,11’e ve 2023’te ise 1,51’e kadar düştü. 2024’te toplam doğurganlık hızı 1,48 olarak kaydedildi.
Türkiye, doğum oranlarındaki düşüşü durdurmak amacıyla nakit yardım uygulamasını başlattı. Buna göre ilk çocuk için tek seferlik 5 bin TL, ikinci çocuk için her ay 1500 TL, üçüncü ve sonraki çocuklar için ise her ay 5 bin TL doğum yardımı veriliyor.
Bu mali desteklerin, doğurganlık hızındaki düşüşü durdurup durduramayacağı ve oranı tekrar artırıp artırmayacağı sorusu gündemde. Bu soruya cevap bulmak için dünya genelindeki benzer uygulamalara bakmak gerekiyor.
Dünyada doğum hızının artışını teşvik için neler yapılıyor?
Bunun cevabı kolay değil ya da tek kalemlik bir cevabı yok. Zira dünyada aileleri daha fazla çocuk sahibi yapmaya motive etme noktasında hükümetler i) cömert aylık ödemeler, ii) nakit yardımlar, iii) vergi indirimleri, iv) ücretsiz/yüksek sübvansiyonlu çocuk bakım yardımları, v) daha uzunca ücretli doğum izni/babalık izni ve diğer önlemleri uygulamaya koymuşlar.
Fransa, Avrupa’nın en kapsamlı doğum teşvik politikalarına sahip ülkelerinden biri. Aile yardım ödenekleri, kamuya ait ucuz veya ücretsiz kreşler, uzun doğum izinleri, çocuk sayısına göre düşen vergiler ve kira yardımları gibi destekler sağlıyor. Buna rağmen doğurganlık hızı 1,8 ile Avrupa’nın en yükseği ancak idealin altında.
İsveç’te doğum oranı Avrupa ortalamasının üzerinde (1,7). Politikalar, iş-yaşam dengesine odaklanarak kadınların kariyer ile anneliği bir arada sürdürebilmesini amaçlıyor. Doğum izninden sonra 8 yaşına kadar esnek çalışma imkânları, çocuğun yaşı ve ebeveyn gelirine göre uygun fiyatlı kreşler ve 16 yaşına kadar verilen sabit çocuk yardımları uygulanıyor.
Macaristan, doğum oranını artırmayı “milli hedef” ilan etmiş. 4 ve üzeri çocuğu olan kadınlara ömür boyu gelir vergisi muafiyeti, düşük faizli evlilik kredileri ve üçüncü çocukta kredilerin silinmesi, çocuk sayısına göre konut ve taşıt kredi avantajları gibi uygulamalar var. Kreş kapasiteleri ve destekleri artırılsa da doğurganlık hâlâ 1,5’in altında.
Dolayısıyla, “ekonomik teşvik” odaklı politikalar büyük ölçüde yetersiz kalıyor. Çekya, Polonya gibi Avrupa ülkelerinde de nüfus artışı için yapılan müdahaleler başarısız oldu. Hatta Finlandiya’nın doğurganlık oranı kadın başına 1,26’a kadar düşmüş halde.
Avrupa dışındaki ülkeler için de “çözüm” denemeleri benzer “başarısız” sonuçlar doğuruyor.
Singapur’da ilk çocuk için yaklaşık 7.500 dolar destek, ücretsiz doğurganlık tedavileri, yeni evlilere kamu konutlarında öncelik ve çocukla birlikte kira indirimi, çocuk sayısına göre vergi indirimi gibi teşvikler uygulanıyor. Ancak bu önlemlere rağmen doğurganlık oranı çok düşük kalmaya devam ediyor.
Hatta Güney Kore, GSYİH’nın %1,5’ini aile politikalarına harcıyor. 2022’den itibaren doğan her çocuk için aylık ödeme, doğum ikramiyesi, annelere özel bakım hizmetleri, ev ziyaretleri, bebek hemşiresi desteği, uygun fiyatlı devlet kreşleri, konut yardımları ve esnek çalışma saatleri gibi kapsamlı teşvikler sunuyor. Ancak 2023’te doğurganlık oranı rekor düzeyde düşerek 0,72’ye gerilemiş durumda.
Başarısızlık ekonomik teşviklerin miktar olarak yetersizliği ile ilgili değil.
Zira artık gençler, maliyeti ne olursa olsun yani tüm ekonomik teşvikler bir arada ve yüksek miktarda olsa bile, “çocuk sahibi olmak” istemeyebiliyor. Hatta gitgide “çocuksuzluk” popülerlik kazanma eğiliminde.
Örneğin ABD’de 18-34 yaş arası çocuksuz kadınların sadece yarısından azı çocuk sahibi olmak istiyor; bu isteksizliğin temel nedeni ekonomik değil. Finlandiya’da çocuk sahibi olmak istemeyen erkeklerin oranı %25’e, kadınların oranı ise %22’ye ulaştı.
Güney Kore’de kadınlar, çocuk sahibi olmayı kariyerlerinin sonu olarak görüyor. Bu algı, düşük doğurganlık oranlarının temel nedenlerinden biri olarak öne çıkıyor.
Japonya, yıllık 30 milyar doları aşan doğum yanlısı politikalara rağmen doğurganlık oranlarını yükseltemiyor. Gençlerin %52’si asla çocuk sahibi olmak istemiyor ve yalnız yaşam kültürel bir norm haline gelmiş durumda.
Çocuk sahibi olmamanın toplumda kanıksanması, yani çocuksuzluğun norm haline gelmesi, sadece ekonomik teşviklerle çözülemeyecek bir soruna işaret ediyor. “Kültürel değişim” olmadan ekonomik destekler sınırlı etki yaratıyor, çünkü çocuk sahibi olmayı düşünen insan sayısı zaten azsa, bu politikalar sadece dar bir kesime hitap ediyor.
Çocuksuz veya küçük ailelerin yaygın olduğu bir toplumda büyüyen gençlerin ideal aile algısı da değişiyor. Bu durumda çocuk sahibi olmak, özellikle 3 veya 5 gibi çok çocuklu olmak, sosyal norm dışı anlamına gelebiliyor. Konut, ulaşım, kamusal alan gibi yaşam alanları da bu yeni normlara göre şekillendiği için çocuk yetiştirmek hem daha zor hem de daha az arzu edilir hale geliyor. Bunlar, tüm ekonomik teşvikler olsa bile “çocuklu olmanın” önünde en büyük engel/norm olarak yerleşik hal alıyor.
Çözüm, kültürel kodlar odaklı bütüncül hamlelerde
Doğurganlık oranı 1,5’in altına inen hiçbir ülke, bu oranı uzun vadede tekrar yukarı çekmeyi başaramadı. Çünkü çözüm yalnızca ekonomik teşviklerde değil; çocuk sahibi olmanın önemini vurgulayan “kültürel değişim” ve buna eşlik eden “bütüncül yaklaşımlar” gerekiyor. Bu yaklaşımlar ise ülkelere göre değişir, çünkü mesele kültürel kodlarla yakından ilişkilidir.
Bu nedenle, Türkiye’de doğum oranını artırmak için ekonomik teşviklerin yanı sıra, Türkiye’nin kendine özgü kültürel değerlerini de kapsayan bütüncül politikalar geliştirilirse başarı mümkün olabilir. Bu kapsamda, maddi zorluklar nedeniyle evlenememe ile evlendikten sonra çocuk sahibi ol(a)mama konularını birbirinden ayırarak ele almak gerekir.
Mayıs 2025’te Türkiye Gençlik STK’ları Platformu tarafından yapılan bir araştırmaya göre, gençlerin %65,9’u maddi zorluklar nedeniyle insanların evlenemediğini düşünüyor. Ancak bu, maddi engeller kalksa bile otomatik olarak çok sayıda çocuğun olacağı anlamına gelmiyor; çünkü çocuk sahibi olmada ekonomik koşullardan çok kültürel değerler belirleyici olabiliyor.
, “refah kültürü arttıkça çocuk sahibi olma azalır” gerçeği veya görüşü var. Bu gerçeği dikkate almak ve ona göre kültürel kodlar üzerinden çözümler üretmek daha makul olacaktır.
Prof. Dr. Faruk TAŞCI / Haber7
Source: Faruk Ta