Son yolculuk
1970 senesinde tam da ortalığı kasıp kavururlarken bir konser için Adapazarı’na gidiyorlar. Ve şoför hatası yüzünden trafik kazası geçiriyorlar.O yolculukta geçirdikleri kazada grubun üç üyesi hayatını kaybediyor. İki üye ise yaralı kurtuluyor…Grup sonra yeni üyelerle müzik yaşamını devam ettirmek istese de bir yere kadar gidebiliyor. Zaman dağıtıyor onları.O kazadan yaralı kurtulan Bülent Ortaç ve Ülkü Üst Sarpkan, bakanlık destekli “Son Yolculuk” adlı trafik güvenliği kampanyası kapsamında yeniden bir araya geldi. Çekilen kampanya filmlerinde söyledikleri çok can acıttı. “Kim bilebilirdi ki son yolculuğumuz olacağını” dediler. Ve trafikte sürücü hatalarından kaynaklanan kazaların önüne geçmek için var güçleriyle desteklerini açıkladılar. Sürücü hataları kazaların yüzde 89’unun nedeni.Bu, çok ama çok ciddi bir oran. O yüzden farkındalık mühim. Ben Beyaz Kelebekler ekibinin böyle can acıtıcı bir olayı yaşadığını bilmiyordum.Belki o kaza olmasa daha çok ses getirecek şarkıya ve projelere imza atacaklardı. Olmadı.O yüzden hayallerin yarım kalmaması için böyle farkındalık yaratan projelerin artması da çok önemli…Garip bir haldeyizMafyanın, kabadayının da bir raconu olurdu. Şimdi elini sallasan onların özentilerine çarpıyor! Feyza Civelek isimli oyuncu da gitmiş bir adamı tehdit etmiş, “Ben Türkiye’nin en bilinen oyuncularındanım. Seni köprüden aşağıya sallandırırım” demiş.Ya bir kere sen Türkiye’nin en bilindik oyuncularından değilsin.Ayrıca köprüden aşağıya sallandırmak nedir yahu! Bu nasıl bir tehdittir? Kendisi zorbalanıyordur, tehditlere uğruyordur anlarım bu isyanını. Ama öyle bir şey de yokmuş ki. Böyle isimlere “oyuncu” dersek, magazine, haberlere, oralara buralara konuk edersek, sonunda olacağı bu. Sonunda olacağı güç zehirlenmesi.Neyse, düzeleceğiz inşallah.Panik havası yaratıyorsunuzNeşe Karaböcek’in yazdığı kitap sonrası kapanan bir defter yeniden açıldı. Yıllar önce evliyken kocasının kardeşiyle ilişki yaşamasını anlatan Neşe Hanım bu olayın tekrar gündeme gelmesiyle sempatisini biraz daha artırdı. Ben iki kardeşi de çok seviyorum. Ama Gülden Karaböcek yanlış yönetiyor süreci. Kızını baskılıyor.Panik havası yaratıyor.Kızı her yere çıkıp açıklama yapmak istiyor ama yapamıyor. En son Haberler.com’un Magazin Bahane programına çıkmaya söz vermiş Gülden Hanım’ın kızı Nur Düzgit. Ama son dakika annesi öğrenmiş ve “Programa çıkıp konuşursan seni de silerim” demiş. Yapmayın etmeyin Gülden Hanım…Sessizliği siz seçmiş olabilirsiniz anlarım ama kızınıza ne kadar engel olabilirsiniz ki? Ortada konuşulmayı, anlatılmayı bekleyen mevzular var ve birilerinin bunları anlatması gerekmiyor mu?İnanılmaz!Mersin’de ufacık bir kız çocuğunu akülü arabaya bindirmişler. Araca çakar falan da taktırmışlar ve çocuğu yola atmışlar.Bildiğiniz yolda, trafikte çocuk… Aile nerede derseniz, videosunu çekiyor… Arkadan gelen bir araç da yolda giden ufacık aracı ve kızı görmüyor, çarpıyor.Minik kız iki aracın arasında sıkışıyor ve öyle ucuz atlatıyor ki o kazayı… Şimdi siz, “Böyle anne baba olur mu” derseniz… Haklısınız.“Böyle sorumsuzluk çok az görülür” derseniz… Haklısınız. “Sizin ana baba ehliyetiniz alınsın” diye isyan ederseniz… Yine haklısınız. Ne işi var o çocuğun yolun ortasında? Akülü arabaya parkta, evde, trafiğe kapalı bir yerde bindiremediniz mi çocuğunuzu?
Source: Orkun Ün
AKP”li vekile 9.2 milyon liralık çuval ihalesi! Üzerine “para ile satılamaz” yazacaklar…
AKP Gaziantep Milletvekili Mehmet Eyup Özkeçeci’nin kamudan bir ihale daha aldığı ortaya çıktı.
Kamu İhale Bülteni’nde yer alan bilgilere göre, Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) Kurumu Genel Müdürlüğü 25 Şubat 2025’te “Kömür torbası alımı” ihalesi düzenledi.
BirGün”den İsmail Arı”nın haberine göre; Çuvallarda “Para ile satılamaz” ibaresinin yer alması istenilen ihaleyi 9 milyon 256 bin TL teklif veren Gaziantep merkezli Ünal Sentetik Dokuma Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi aldı. Milyonlarca liralık ihaleyi alan şirketin sahiplerinin AKP Gaziantep Milletvekili Özkeçeçi ile aile üyeleri olduğu biliniyor.
14 YILDA 20 İHALE
Özkeçeci’nin şirketi 2011 ile 2025 yılları arasında kamudan 20 ayrı ihale aldı. Bu ihalelerin toplam bedeli ise 177 milyon 500 bin TL’yi aşıyor. Özkeçeci’nin en fazla ihale aldığı kurumların başında Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) Kurumu Genel Müdürlüğü, Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. Genel Müdürlüğü ve Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü (Çaykur) geliyor.
AKP’li Mehmet Eyup Özkeçeci daha önce yaptığı açıklamada ise milyonlarca liralık ihale aldığını doğrulayarak “Ben ticaret erbabıyım” ifadelerini kullanmıştı.
DEPREM İÇİN GÖNDERİLEN YARDIM MALZEMELERİ FABRİKADA ÇIKMIŞTI
Özkeçeci, 6 Şubat 2023’te deprem felaketinde de bir skandala imza atmıştı. Yurttaşlar, topladıkları yardımları deprem bölgesine gönderdi. Ancak Gaziantep’e gönderilen jeneratör, elektrikli ısıtıcı ve cep telefonu şarjı gibi birçok yardım malzemesinin, dönemin AKP Gazianntep İl Başkanı olan Mehmet Eyup Özkeçeci’nin “Ünal Sentetik Dokuma” isimli fabrikasına götürüldüğü ortaya çıktı.
Depremden sonra İl Başkanlığı görevinden ayrılarak Gaziantep Milletvekili olarak Meclis’e giren AKP’li Özkeçeci ise “Evet, yardımları fabrikamıza götürdük. Sivil vatandaşların yardımları hepsi. O dönemde herkes yardımları depolamak için hanesini açtı. Bizim fuar merkezimiz yardımla doldu sonra biz de hanemizi (fabrika) açtık. Artık bir tane yardım yok hepsini ihtiyaç sahiplerine gönderdik” demişti.
Source: Haber Merkezi
Sırrı Süreyya Önder, Barış ve Ötesi
Sırrı Süreyya Önder’i kaybettik.
Onu cismen, bizim; Ülke TV’deki bir programda tanıdım.
Selahattin Yusuf, İsmail Kılıçaslan, Tarık Tufan “Meksika Sınırı” adında güzel bir program yapıyorlardı, orada görmüştüm.
Açıkçası, onunla hiçbir fikirsel, düşünsel yakınlığım yoktur, olmamıştır.
Hayata, eşyaya, dünyaya ve insana apayrı yerlerden bakıyorduk.
Geçmişte birkaç defa telefonla görüşmem dışında hiçbir irtibatım da olmadı. Rahatsızlandığı sıralarda geçmiş olsun diye aramak istediğimde, uzun yıllar telefonumda kalan eski numarası da artık geçersizdi, konuşamadık.
Sırrı Süreyya’nın bulunduğu çevre, parti, düşünsel dünyası, solculuğu, dünyaya bakışı elbette tartışılabilir ama bu yazının konusu bütün bunlar değil, onun solculuğunun “yerli” olmasıdır.
Giderek tüm dünyada tükenen solculuğun ve Türkiye solcularının sonu çok trajikomik oldu; bir zamanlar “Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi” diyerek sokaklarda nara atanlar şimdilerde Amerika emperyalizminin gölgesine sığındılar.
Yani Sovyet Rusya’nın ve Komünizmin çökmesi ile birlikte, Türk solu da eski neon lambalar arkasına sakladıkları ve herkese tepeden bakarak kopyacılıktan elde ettikleri sanatsal ve kültürel hegemonyalarını yitirdiler
Güçsüz, ilkesiz ve desteksiz kaldılar.
Birçoğu Avrupa’da, Amerika’da yaşıyor.
Kapitalist, makyavelist ve emperyalist oldular.
Bu ülkeye aidiyetleri zaten yoktu, bir bakıma haymatlos olarak yaşadıkları için Sırrı Süreyya onlardan farklıydı ve benim için de bunun hatırı sayılır bir önemi vardır.
BİZİM ÜLKEMİZDE SOLCULUK İSLAM DÜŞMANLIĞIDIR
Bu coğrafyaya solculuk, sosyalizm, komünizm Jön Türkler ile birlikte, zamanın Fransa’sı ve Fransız Devrimi başta olmak üzere Avrupa’dan girmiş ve muhtelif şekiller alarak; Rusya’dan Ekim Devrimi, Çin’den Kültür Devrimi, hatta Enver Hoca’dan esinlenerek gelmiş, en sonunda da şiddetle karşı çıkılan, emperyalist olarak yerden yere vurulan Amerikancı ve Avrupacı olmuş, yani kaynağına dönmüş, aslına rücu etmiştir.
Bir farkla ki; adı ne kadar enternasyonalist olursa olsun bizim ve bizim gibi Müslüman ülkeler hariç, diğerlerinde solculuk yerli olmuştur.
Yani kaynak ülke ve kişilerin hemen hepsinde solcu ve solculuk kendi tarihine saygılı, halkının dinine karşı da hoşgörülü olmuştur.
Ama, bizim ülkemizde solculuk İslam düşmanlığıdır.
Bizim ülkemizde solculuk tarih düşmanlığıdır.
Bizim ülkemizde solculuk İslam Medeniyeti karşıtlığıdır.
Ülkemiz solcularının bir kısmı bilmiyor, bilenler de konuya ne hikmetse, “Fransız” kalıyor, fakat her toplumun içinde, sosyolojik olarak, farklı insanların olmasını normal karşılamak ve bunu ilk defa pratiğe geçirmek, üstelik yüzlerce yıl uygulamak sadece İslam Medeniyetine nasip olmuştur.
Mesela, Osmanlı Devleti; benzeri görülmemiş bir hoşgörü, metanet ve diğerkâmlıkla kendisi gibi inanmayan, konuşmayan ve yaşamayanları kucaklamış, birlikte yaşamış, örnek bir toplum olmuştur.
Osmanlı geleneğinin son temsilcilerinden olan İsmail Dede ile birlikte Üsküdar’da ortak kurban kestiğimizde, kurbanın daha tamamı soyulmadan alelacele bir kenarından bir tabak eti Ermeni komşusuna yetiştirmesini, gelip sonra bizden helallik almasını hangi bilgiyle, hangi laboratuvarda inceleyecek, hangi ideolojiyle açıklayacaksınız?
Bu ülkede solcular ve solculuk işte böyle bir anlayışın düşmanlığını yaptılar ve hala da yapıyorlar yıllardır.
Bu ideolojinin Türkiye”deki müntesipleri Tevfik Fikret’in solculuğunu sahiplenmiş, Haluk’un papaz olmasına ses çıkarmamış, şapka giymedi diye binlerce âlimin asılmasını alkışlamıştır.
Yani, sadece İslam Dinine karşı olmuş, diğer dinlere müsamahalı davranmış, hatta o dinleri, özellikle Hristiyanlığı, kutsamış ve hatta benimsemişlerdir.
Peki solcuların hepsi mi böyle? “Vatan, millet, din ve tarih” aidiyetinden yoksunlar mı ülkemizin solcuları?
Elbette hayır ama bunlar bir elin iki parmakları kadardır.
Başta Kemal Tahir olmak üzere, Mihri Belli, İdris Küçükömer, Attila İlhan ve birkaç tane daha sayabilirsiniz.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER YERLİYDİ ONUN DEĞERİ BURADAN GELİR
İşte Sırrı Süreyya Önder bu sayacaklarımızın arasında en önemlisidir.
En önemlisidir, çünkü Sırrı Süreyya yerliydi.
Emperyalistlerin Oslo’da barışa giden yolları tıkadığını görmüştü.
Peygamber’imize (sav) “Efendimiz” derken samimiydi.
Kanının son damlasına kadar Medine müdafaasını yapan Fahreddin Paşa’dan bahsederken hakikati söylüyordu.
Sırrı Süreyya Önder ruhunu, kalbini, kafasını dünya sömürgeciliğinin lideri, emperyalizmin öncüsü, İslam dininin, tarihinin ve medeniyetinin düşmanlarına satmamıştı.
Benim daha önce “Bizim Dağın Eşkıyası Değiller” başlığı ile yazdığım PKK baronlarına “yerlilik” konusunda örnek oluyordu.
DEM Partiyi ideolojik olarak doğru etkiliyordu.
Yaklaşık yarım asırdan beri akan kanların, Türkiye düşmanlarını sevindirmekten, ekonomik olarak insanımızı fakirleştirmekten başka bir işe yaramadığını görmüştü ve bu sebeple hayatını “Terörsüz Türkiye” ve barış için ortaya koymuştu.
Zengin kültür ve Medeniyetimizin derin sularında kulaç atmıştı.
Yunus’a “Bizim Yunus” diyordu ve “İşitin ey Yarenler aşk bir güneşe benzer/ âşık olmayan kişi misali taşa benzer…” diyerek ondan mısralar okuyordu.
Mevlana’yı, Ahmed-i Hani’yi, Cezeri’yi tanıyordu.
Cahit Zarifoğlu’ndan söz ederken, onun anma toplantısını tanıtırken içtenlikliydi, dürüstçeydi.
Sanatçıydı, oyuncuydu ama, Hristiyan Batı uygarlığının üretimi olan “Solculuğun” figüranlığını yapmadı, yerli bir yönetmendi Sırrı.
Türkiye’nin “Terörsüz Türkiye” hedefi için meclis kürsüsünde, Diyarbekir’de, Cumhurbaşkanlığında, İmralı’da, partilerle konu ile ilgili yapılan diğer görüşmelerde onun dürüstlüğüne, yerliliğine şahit olduk.
Entelektüeldi, barışçıydı, solcuydu ama emperyalizmin figüranlığını yapmadı.
Onun solculuğu bir bakıma “Konjonktüreldi”, mesela babası Ziya Önder 1960’lı yıllarda Türkiye İşçi Partisi’nin Adıyaman İl Başkanı’ydı, erken yaşlarda ölen babasının adeta geleneğini ve mirasını sürdürüyordu.
Kültürel olarak Sırrı’dan ne sık sık yaptığı esprilerinde ne de diğer konuşmalarında Türkiye’deki “aşırma ve yabancı solculuk”la ilgili övücü bir şey duymadım.
Türkiye’nin solcuları gibi İslam Dininin düşmanı değildi.
Doğum yeri olan Adıyaman’dan Edirne’ye kadar çoğu insanın kulak verdiği kendine özgü dili, üslubu, şivesi ve rengi vardı ama her şeyi bu coğrafyaya özgüydü.
Sırrı Süreyya Önder’de benim esas bulduğum değer ‘yerliliktir’.
Yerlilik sol için bir turnusoldür.
Çünkü Türkiye’de sol, “kahrolsun emperyalizm” demiş en büyük emperyalistler olan Batı Avrupalı ülkelerde yaşamış ve Amerika’nın, Rusya’nın, Çin’in desteğini almışlardır.
Yine “kahrolsun işkence” demiş, en acımasız işkenceleri kendi “yoldaşlarına” ve halkına yapmışlardır.
PKK’NIN SEBEBİ BU AYRIMCI REDCİ ve İNKÂRCI SOLDUR
Ülkemizdeki bu sol Cemil Meriç’in deyimi ile münkarizdir.
Bu sol köksüzdür, dayanaksız, saldırgan, terörist, ötekileştirici, hatta ırkçı ve yobazdır.
Ayrımcı, retçi ve inkarcıdır.
PKK’nın sebebi de bu inkârcı ve retçi sol zihniyettir.
Bu sol bizim dağın eşkıyası değildir, aidiyetsizdir.
Bu sol’un aidiyeti Batıyadır, batıldır ve Batıcıdır.
Marksizmin ideolojisi Batı ülkeleri hedef alınarak temellendirilmiştir.
Hatta Marks, ideolojisinin ilk önce İngiltere’de uygulanacağını söylemiş ama yanılmıştır. Marksizm 1917’de Rusya’da Lenin tarafından pratiğe geçirilmiş, 73 yıl sürebilmiş, 1990 yılında da çökmüştür.
PKK da özellikle cezaevlerinde sosyalizmle ilgili dersler yaptı, emperyalizme özgü nutuklar attı, ama, o da bitti, bitiyor.
Üstad Necip Fazıl’ın deyimi ile “…Bir şapka, bir maymun, bir eldiven ve inkılap”tan ibaret olan solculuğun Türkiye’de, Anadolu insanında bir karşılığı olmadı ve olmayacaktır.
Bu ülkede halka rağmen yapılan kanlı devrimleri ve darbeleri savunan, Batılı değerleri yücelten Ziya Gökalp’ten Yakup Kadri’ye, Şemsettin Günaltay’dan Hasan Ali Yücel’e, Nazım Hikmet”ten, Tevfik Fikret’e, Şerif Mardin’den Alev Alatlı ve Nilüfer Göle’ye kadar bütün “Batıcı” kalemler aidiyet duygusundan yoksundurlar.
Bana kalırsa sol hakkında en doğru tanımı Nietzsche yapıyor.
Diyor ki Nietzsche: “Marksizm, proletarya adı verilen zayıf, haset sahibi, kindar bir ayak takımının; hınç, intikam, zulmetme, tahakküm kurma isteği ile şiddet uygulamasının ve totalitarizminin adıdır.
Grup aidiyetinin verdiği şımarıklık ve Mesihçi bir kibir, Marksist ideolojinin temel albenileridir”.
İster solcu ister sağcı olsun, “aidiyet”, yani bir coğrafyaya, bir tarihe ve bir medeniyete ait olmak, varoluşsal bir gerçekliktir.
Dara düşüldüğünde, iktidara gelememek kaygısı etrafınızı sardığında, “İngiliz dostlarımızdan destek alamadık” diyen bir solculuk köksüzdür ve “bizim toprağımızdan” değildir.
Kökü dışardadır; bağlılığı, saygısı, sevgisi ve ilgisi yabancılara aittir.
Bu ülkede doğmuş olması bir kişiyi ya da bir toplumu bu ülkeye ait yapmıyor.
Mesela Özgür Özel’in, İngiltere’nin önemli gazetelerinden olan Guardian’a verdiği röportajda, yolsuzluk ve irtikaptan dolayı tutuklanan İBB Başkanı İmamoğlu’nun tutuklanmasına karşı Başbakan Keir Starmer’ın sessizliğini, Türkiye’nin iç meselesi olarak görmesini eleştirdi.
Ayrıca NATO’nun ikinci büyük ordusunun ise Başkan Erdoğan’ı kastederek bir otokratın elinde olmasını hazmedemediğini söyledi.
Ve İngiltere Başbakanı Starmer’a şöyle dedi: “Bu süreç sona erdiğinde, düşmanlarımızın yüksek sesle söylediklerinden çok dostlarımızın sessizliğini hatırlayacağız”.
Şimdi elinizi vicdanınıza koyun ve söyleyin bana, bu insan bu coğrafyaya ait olabilir mi, biz bu solcu ile Sırrı Süreyya Önder’i aynı kefeye koyabilir miyiz?
Nükteleri, fıkraları, latifeleri; sanatımıza, edebiyatımıza, sinemamıza, şiirimize, tasavvufumuza, müziğimize, kısaca bizim kültürümüze olan vukufiyeti ve zevkleri ile Sırrı Süreyya Önder bu toprakların çocuğuydu.
Bizim kalemimize onun iyi taraflarını, barışseverliğini ve yerliliğini yazmak düşer, gerisini ALLAH bilir.
NOT: Sırrı Süreyya Önder’in anma toplantısının ardından, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e yapılan saldırıyı şiddetle kınıyorum.
Ayrıca; ilgili kişi ve yetkili mercilerden şiddet bağımlısı bu kişilerin, Türkiye düşmanı mahfiller tarafından kullanılacağının bilinmesini ve buna göre tedbir alınmasını hatırlatmak isterim.
Ferman Karaçam
YouTube : youtube.com/c/Ferman Karaçam
Twitter : twitter.com/fermankaracam
Instagram : instagram.com/fermankaracam
Facebook : facebook.com/karacamferman
E-mail : fermankaracam@gmail.com
Web Sitesi : fermankaracam.com
Source: Ferman Kara
Yeni bir din olarak vasatizm!
Eski ‘kutsal’ Türkiye’nin sırtındaki en büyük kambur hiç şüphesiz her türlü vesayet ve jüristokrasi idi. Bürokratik vesayet, kamusal vesayet, sivil vesayet…
“Sivil toplum” dendiğinde bazı kesimlerin zembereği boşalıyordu. Çünkü kendilerine kurdukları bir konfor alanları vardı ve bu alana kendileri dışında kimsenin müdahale etmesine asla izin vermiyorlardı. Bu alanın büyülü çekiciliği giderek fetişizme ve faşizme dönüşüyordu.
Bu kumdan kale baronları için en büyük tehdit sivil toplumun tâ kendisi idi.
Vesayet tepelerine tünemiş her grup kendini kurtarıcı olarak görüyordu. Yüksek yargı, üniversiteler, birtakım sivil toplum kuruluşları, cemaatler, çeteler, mafyatik yapılar…
Ağızlarını her açtıklarında, “ülke kötüye gidiyor, vaziyet almak lazım, millet bizi kötü gidişe dur demek için göreve davet etti/ ediyor, irtica, mürteci, Kur’an, gerici, yobaz, hain ilh.” nakaratından başka bir şey çıkmıyordu dudaklarından. Ve işin garibi kendilerine azımsanmayacak yandaş da buluyorlardı.
Çok değil, 12 Eylül darbesinin hemen ardından başlayan -öncesi de var elbette- ve artık fark edilir biçimde ortaya çıkan bu ortamın hüdayinabit olmadığını ellili yaşlarını geçmiş olanlar çok iyi hatırlar.
Ülke olarak kaderimiz bu idi ve bu millet için her şey her zaman yolunda gitmemeli idi.
Bugünden geriye baktığımızda…
Son çeyrek asırda yaşadığımız küresel ve bölgesel gelişmeler 1960’lardan bugüne bazı farklılıklar (kişi, mekân, olgu…) dışında ‘nitel’ anlamda karbon kâğıdının altına sızanlardır.
Özneleri değiştirelim, fotoğraf karesinde bir değişiklik olmayacaktır.
Son yılların sivilleşme ve demokratikleşme çabalarını işte bu gerçekliğin gölgesinde anlayıp yorumlamak zorundayız. Dört yanı ateş çemberi ile çevrelenmiş ülkemizin bu çabası, 1970’lerde kaçırılan tam bağımsızlık trenini yakalama telaşıdır.
Ve bu telaş doğrudur, gereklidir; asla geri durulmaması gereken bir ülküdür. Bu süreçte siyaset içi ve dışı olumlayan, değer üreten bütün tartışmalara da önyargısız yaklaşılmalıdır.
Devlet, ‘merkezî topak gücün odak noktası’dır.
Böyle de olmalıdır.
12 Eylül 1980’den sonra her on yılda bir denenen (28 Şubat, 27 Nisan, hendek olayları, Gezi hadisesi, 15 Temmuz işgal projesi) kaos eylem planı işte bu gücü dağıtmak için Pentagon’da, Tel Aviv’de, Berlin’de veya NATO karargâhında kurgulanmış ve iç dinamiklerle harekete geçirilmiş senaryolardı.
Dış dinamiklerin kimler olduğu ve ne istediği bilinen bir gerçek. Onlara piyonluk yapan iç dinamiklerin hedefi de…
Ülkemizdeki bütün darbe süreçlerinin hacıyatmazı CHP mesela…
1950’de istemediği halk egemenliğini bugün de istemiyor.
Altılı masa trajedisi, kurultay tartışmaları, İBB olayı, İmamoğlu turnusolu, gerilim üslubu, Özel’e tartışmalı yumruk operasyonunu birbirine bağlayarak okuyalım.
Seçkinci, tepeden bakan zümreci ve vesayetçi siyasetini bugün de sürdürmeye çalışıyor.
Küçük adımları sevmez bizim insanımız. Yerinde sayar ama büyük adımları konuşur hep. Büyük büyük işler konuşup hiçbir şey yapmaz.
Ülkeyi kurtarır, dünyayı kurtarır da kendini kurtaramaz. Bu tiplerle doludur kahve köşeleri, parti sıraları…
Okumaz ama her şeyi bilir bizim insanımız.
Her şeyi çözmüştür küçük dünyasında; dost bellidir, düşman bellidir.
Hatta dün sevdiğine bugün kızar. Çünkü algısı her daim manipülasyona açıktır. Akıllı geçinir ama aklı kiradadır.
Kızdığı parti iktidarı kaybedip sevdikleri kadro işbaşına geldiğinde değişen bir şey olmayacak. Aslında çok iyi bilirler. Fakat vasatizm denen bir dine mensuptur bunlar, böyle inanmak işlerine gelir.
Merhum İdris Küçükömer’in felsefî bir rikkatle dillendirdiği şu tespitlerin altını çizerek yeniden okuyalım:
“…Burada aslında bir diğerine göre daha kurnaz ve tecrübeli iki grubun davranışını ele alacağım. Gruplar şunlardır: Açık tutucular (statükocular) ve kapalı tutucular (isterseniz ikincilere ‘uyutarak tutucular’ da diyebilirsiniz.) Birinci grup, belirli politik davranışları ile gerçek halk egemenliğinin açıkça karşısındadır; hem de halk egemenliği adına karşısındadır! İkinci grup, yani kapalı tutucular, CHP ve çevresidir…” (İdris Küçükömer, Cuntacılıktan Sivil Topluma, Bağlam Yayınları, 1994)
Toparlayalım…
Üççeyrek asır boyunca topluma ezberletilen (mecbur bırakılan) yollar tıkanmış durumda. Sancılı bir süreçten geçse de günümüzde ekonomik ve politik özgürlük konusunda epey yol kat edilmiştir. Alışılmış çaresizliğin yerini devrim sayılabilecek reformlar almıştır. Bu özgüvenin sürdürülebilir olmasının yolu artık hukuk sistemine yoğunlaşmaktan geçiyor.
Azınlığın hukuku yerine milletin hukuku öncelenmelidir.
Her türlü vesayetin sonsuza kadar toprağa gömüldüğünü farz ederek…
Darbe pratiklerinin…
Bölünme histerilerinin…
İşgal planlarının…
Kast mücadelelerinin…
Simsarcı zümre siyasetinin…
En önemlisi, “zembereği kırık sistemi, habire kapitalist saatlerle ayarlamaya çalışanlar”ın tarih olduğu gerçeğiyle bugünün her türlü değerler bütününe bakmamız gerekiyor.
Bu konuda en büyük ihtiyacımız, hakikat ve bilgidir…
Şayet toplum kadîm hakikat ve kadîm bilgiden uzaklaşırsa…
Akif merhumun işaret ettiği noktada debelenip dururuz:
“Hak sillesinin sedası yoktur
Bir vurdu mu hiç devası yoktur…”
Özcan Ünlü / Haber7
Source: M Yazilari
DSÖ: Sağlık eşitsizlikleri yaşam süresini kısaltıyor
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), dünya genelinde sağlık alanındaki eşitsizliklerin sosyal belirleyicilerine Raporda, kötü sağlık koşullarına sahip olmanın nedenleri arasında genellikle kaliteli konut, eğitim ve iş fırsatlarının eksikliği gibi sağlık sektörünün dışındaki faktörlerin olduğu belirtildi. Bu faktörler, hem yüksek hem de düşük gelirli ülkelerde sağlıklı yaşam beklentisinin dramatik bir şekilde azalmasından (bazen onlarca yıl) sorumlu olabiliyor. Örneğin, en düşük ortalama yaşam süresine sahip ülkedeki insanlar, ortalama olarak en uzun süre yaşama beklentisine sahip ülkede doğanlardan 33 yıl daha kısa yaşayacak ifadeleri kullanılan raporda, sağlık eşitliğinin sosyal belirleyicilerinin, insanların sağlık sonuçlarını genetik etkilerden veya sağlık hizmetlerine erişimden daha fazla etkileyebileceğine işaret edildi. Raporda, sağlık alanındaki eşitsizliklerin, sosyal dezavantaj seviyeleri ve ayrımcılık düzeyleriyle yakından bağlantılı olduğu vurgulanarak, Bu eşitsizlikler, ayrımcılık ve marjinalleşmeyle karşı karşıya kalan nüfuslarda daha da kötüleşir değerlendirmesinde bulunuldu. Ülkeler arasındaki sağlık eşitsizliklerinin sıklıkla arttığını gösteren yeterli kanıtlar bulunduğuna işaret edilen raporda, daha yoksul ülkelerde doğan çocukların 5 yaşından önce ölme olasılığının daha zengin ülkelere göre 13 kat daha fazla olduğu belirtildi. Gelir eşitsizliği, yapısal ayrımcılık, çatışma ve iklim değişikliğini içeren önlemlerin köklü sağlık eşitsizliklerinin üstesinden gelmek için anahtar olduğu vurgulanan raporda, İklim değişikliğinin önümüzdeki 5 yıl içinde 68 ila 135 milyon kişiyi daha aşırı yoksulluğa iteceği tahmin ediliyor ifadelerini kullanıldı. Dünya genelinde 3,8 milyar kişinin, sağlık sonuçları üzerinde doğrudan ve kalıcı etkisi olan yeterli sosyal koruma kapsamından yoksun olduğuna dikkati çekilen raporda, ulusal ve yerel hükümetlerin yanı sıra sağlık alanında çalışmalar yürütenlere ve sivil toplum kuruluşu liderlerine, ekonomik eşitsizliği ele alma, sosyal altyapıya ve küresel kamu hizmetlerine yatırım yapma çağrısı yapıldı. NEREDE OLDUĞUMUZ, SAĞLIĞIMIZI VE REFAHIMIZI ÖNEMLİ ÖLÇÜDE ETKİLİYOR Raporda görüşlerine yer verilen DSÖ Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus, dünyanın eşit bir yer olmadığını belirterek, Nerede doğduğumuz, büyüdüğümüz, yaşadığımız, çalıştığımız ve yaşlandığımız, sağlığımızı ve refahımızı önemli ölçüde etkiliyor. Ancak daha iyiye doğru bir değişim mümkün değerlendirmesinde bulundu. Ghebreyesus, Rapor, birbirine bağlı sosyal belirleyicileri ele almanın önemini gösteriyor. Rapor, ülkelerin herkesin sağlık sonuçlarını iyileştirmesine yardımcı olmak için bulguya dayalı strateji ve politika önerileri de sunuyor ifadelerini kullandı.
Source: Habertürk
Deprem kaygısı iş gücünü etkiliyor: Her 3 çalışandan 1’i deprem nedeniyle taşınmayı düşünüyor
Kariyer.net’in İstanbul ve çevresindeki çalışanlarla gerçekleştirdiği araştırma, depreme ilişkin kaygıların iş gücü hareketliliğini ve çalışma tercihlerini etkilediğini ortaya koydu. Ankete katılan her üç çalışandan biri, deprem nedeniyle yaşadığı yerden taşınmayı değerlendiriyor.Araştırma, İstanbul’da ve çevre illerde yakın zamanda hissedilen depremler sonrası çalışanların duygu durumlarına ve beklentilerine ışık tuttu. Buna göre katılımcıların yüzde 57’si tedirgin hissederken, yalnızca yüzde 7’si kendini güvende hissettiğini belirtti. Marmara Bölgesi’ndeki çalışanların yaklaşık yüzde 80’i yaşanan ya da olası depremlerden dolayı endişeli olduğunu ifade etti.Uzaktan çalışma talebi güçleniyorÇalışanların yüzde 82’si hâlihazırda sürekli ofiste çalıştığını belirtirken, yüzde 70’ten fazlası hibrit modele geçmek istiyor. Deprem riski ve artan yaşam maliyetleri, uzaktan çalışmaya olan ilgiyi tetikliyor.Yüzde 35’i taşınmayı düşünüyorAraştırmaya göre Marmara’daki çalışanların yüzde 35’i deprem nedeniyle taşınmayı planlıyor. Taşınmayı düşünmeyenlerin yaklaşık yüzde 33’ü ise mevcut binalarının ve bölgenin altyapısına güvendiklerini belirtti. Çalışanların iş yerlerinin depreme dayanıklılığı konusundaki algısı da dikkat çekici: yüzde 38 dayanıklı olduğunu düşünürken, yüzde 17 dayanıklı olmadığını, yüzde 40 ise emin olmadığını ifade etti.Şirket aksiyonları yetersiz bulunuyorKatılımcıların yüzde 55’inden fazlası, şirketlerinin deprem sonrası aldığı önlemleri yeterli görmediğini bildirdi. Bu gruptakilerin çoğu, alınan aksiyonların sürdürülebilir olmadığını vurguladı.Araştırmaya göre şirketlerin afet eğitimi konusunda da eksikleri bulunuyor. Katılımcıların yüzde 76’sı deprem öncesinde çalıştığı kurumdan herhangi bir afet eğitimi ya da seminer almadığını belirtirken, yüzde 60’ı bu tür eğitimleri talep ediyor. Ayrıca, bireysel düzeyde de hazırlık eksikliği öne çıktı: Katılımcıların yüzde 65’inden fazlasının deprem öncesine dair bir afet planı bulunmuyor.“Afet planları ve psikolojik güvenlik kritik”Kariyer.net CEO’su Fatih Uysal, şirketlerin sadece fiziksel değil, psikolojik güvenliği de göz önüne alarak afet planları geliştirmesi gerektiğini belirterek şu ifadeleri kullandı:“Çalışanların güvenliğini sağlamak, sadece iş yeri yapılarının güvenli olmasıyla sınırlı değil; psikolojik olarak da çalışanların kendini güvende hissetmesi gerekiyor. Şirketlerin bu konuda eğitim, bilgilendirme ve destek mekanizmaları geliştirmesi uzun vadeli başarı ve çalışan bağlılığı açısından kritik.”
Source: Dünya Gazetesi
İYİ Parti Genel Başkanı Dervişoğlu: Yoksulluğumuzu dahi konuşamaz hale geldik
İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, partisinin TBMMdeki grup toplantısında konuştu.Dervişoğlunun konuşmasından bazı kısımlar şöyle: Türk’ün huzuru, mutluluğu, egemenliği ve bağımsızlığının müjdesini 3 Mayıs günü verdik. O müjdeyi, her bir parlayan gözde gördük.Geride bıraktığımız bir yıl için de gelecek yıllar için de bu güveni tazeledik.Hatırlayın bu kürsüde “avazımız havada kalmaz” demiştim. Şükür ki kalmadı. Şimdi daha büyük bir inançla daha güçlü bir azimle bu yolda ısrar edeceğiz, bu sesi büyüteceğiz.Kıymetli yol arkadaşlarım, bundan bir yıl önce, Genel Başkan sıfatıyla bu kürsüye çıktığım ilk grup toplantısında, yaptığım o konuşmanın üç ana başlığı, üç çağrısı vardı.Hatırlamak ve hatırlatmak isterim. Çünkü unutmamak, yaşadıklarımızı normalleştirmemenin en önemli ve belki de tek yoludur.İşte, o çağrıların ilki adaletti. O talebi ve belki de çığlığı, rahmetli Sinan Ateş’in katlemesinin ve adaletin tecelli etmeye niyet etmeyişinin, kalplerde ve vicdanlarda açtığı yaranın sızısıyla dile getirdim.YOKSULLUĞUNU DAHİ KONUŞAMAZ HALE GELMİŞTİRArtık yoksulluğu, aylık enflasyonu dahi açıklandığında hatırlıyoruz. Türkiye, yoksulluğunu dahi konuşamaz hale gelmiştir.Aylık enflasyon yüzde 3; yıllık ise yüzde 37 diyorlar. Ev fiyatları ise bir yılda yüzde, 70 artmış.Bir ayda 57 milyar dolar yaktılar “Tutuklamanın etkisi de birkaç günde geçti” diye masal anlatıyorlar.ŞEHİT CENAZESİ ALTYAZIYLA GEÇİŞTİRİLİRKEN…Bugün bir şehit cenazesi altyazıyla geçiştirilmektedir. Aynı anda başka bir cenazede terörist başının çağrısı okunuyorsa o çürümüşlüğü tedavi edecek şey aslında bellidir.Bir tercihte bulunmak gerekmektedir. Bizim tercihimiz nettir!Toplu iğne babama batar, diye babasının resmine bile kıyamayan 4 yaşındaki Alyanın acı içinden çıkardığı saf ve temiz sevgi de halen bu topraklarda yaşamaktadır.
Source: Haber Merkezi
Korkunun gölgesinde geçen bir yaşam: Öldürülen Bahar Aksu’nun kardeşi konuştu
İstanbul Şişli’de 34 yaşındaki Bahar Aksu, 2022’de boşandığı Rüstem Elibol tarafından 4 Mayıs’ta sokak ortasında silahla vurularak öldürülmüştü. Olayla ilgili tutuklanan Elibol’un daha önce birçok kez tehdit ve şiddet uyguladığı, uzaklaştırma kararına rağmen Aksu’yu sosyal medya üzerinden izlemeye devam ettiği ortaya çıkmıştı.Cinayetin ardından sessizliğini bozan Aksu’nun kardeşi Berinur Sert, yaşananlara dair çarpıcı açıklamalarda bulundu.Bahar Aksunun şiddet gördüğünü ve üç kez uzaklaştırma kararı aldığını belirten Sert, Kadın kaçmak istedi, hayalleri vardı. Şiddet görüyordu, o yüzden 3 kere uzaklaştırma aldı dedi. Ayrıca, Dosyası kabarıktı zaten, o yüzden içeri girmiş. Kim yerini söyledi bilmiyorum diyerek, failin geçmişteki suçlarına dikkat çekti.“NİKAHA GELİRKEN BİLE CEZAEVİNDE Mİ DİYE SORDU”Sert, şunları ifade etti:Ablam da çok iyi bir insandı. Kimseye kötülüğü yoktu. Yüzünü tanınmayacak hale getirmiş. Ne geçti eline, ne geçti. Eski eşinin bu olayı yapacağını düşünmüyorlardı. Arkadaşları bence onu bıraktı. Ondan sonra kendi kaçmaya çalışırken de kendi de yakalandı diye düşünüyorum ben. Kim yerini söyledi, nasıl yerini buldu inan bilmiyorum yani. Şiddet görmese zaten uzaklaştırma ya da boşanma gibi bir şey olmaz. İstemez de. Mutlu olduğu insanla boşanmak istemez. Görüyordu tabii ki şiddet görüyordu. Ben yeni evlendim. Korkusundan arkadaşlarını arayıp hani ben kardeşimin nikahı için geliyorum. Rüstem cezaevinde eminsiniz değil mi diye sormuş. Kadın kaçmak istedi ya. Kadının hayalleri vardı ya. Eski eşinin bayağı dosyası kabarık. Bayağı kabarık. Uzaklaştırması vardı. İşte cezaevinden çıkmıştı. Demek ki araştırmış. Nasıl bulmuş orayı ben hiç bilmiyorum. Sadece benim ablama uygulanan bir şiddet değil bu. Zaten dosyasında da kadınlara olan yönelimi, yasaklı maddeye olan yönelimi hep bunlar var zaten. Herkes biliyor artık ne gerekiyorsa yapılmasını, içeriden çıkmamasını, başka kadınlara bu şekilde davranılmamasını istiyoruz
Source: Haber Merkezi
BAE’den esir takası açıklaması!
Birleşik Arap Emirlikleri”nin (BAE) Rusya ile Ukrayna arasında esir takasına yönelik son arabuluculuk girişimi çerçevesinde iki taraftan da 205 kişi serbest bırakıldı.DIŞİŞLERİ”NDEN AÇIKLAMA!BAE Dışişleri Bakanlığı”ndan yapılan açıklamaya göre, BAE”nin ara buluculuğunda gerçekleşen söz konusu 15″inci esir takasıyla BAE”nin ara buluculuğunda takas edilen toplam esir sayısı 4 bin 181″e ulaştı. Açıklamada başarıyla gerçekleşen takasın, iki tarafın da devam eden çatışmanın çözüme kavuşturulmasında BAE”nin diplomatik rolüne duyduğu güveni ortaya koyduğu vurgulandı.BARIŞÇIL ÇÖZÜM VURGUSU!Ukrayna”daki çatışmanın barışçıl şekilde çözüme kavuşturulmasını amaçlayan tüm girişimleri destekleme niyetini de yineleyen BAE, savaşın özellikle mülteci ve esirler üzerindeki insani etkilerini hafifletmenin önemine dikkat çekti.
Source: Fatih Yoncalık
İçişleri Bakanı Yerlikaya: Kabine dönemimizde, 237 bin 753 suç unsuru oluşturan hesap tespit ettik
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığında düzenlenen Sentetik Medya ve Enformasyon Güvenliği Çalıştayı”na katıldı.
Çalıştayın açılışında konuşan Yerlikaya, “Sentetik medya” kavramının önemine işaret ederek, bu kavramı yapay zeka kullanılarak oluşturulan, sahte ama gerçek gibi görünen video, ses, görüntü ya da metin içerikleri olarak nitelendirdi.
Sentetik medyanın yalnızca bir teknoloji başlığı değil, aynı zamanda gerçeğin, güvenliğin ve toplumsal huzurun sınandığı provokasyona açık bir alan olduğunu söyleyen Yerlikaya, dijital çağın getirdiği imkanların aynı zamanda kolaylıklar sunduğuna değindi.
Yerlikaya, “Sentetik medyanın potansiyelinden gücünden faydalanırken karşılaşılabilecek riskleri öngörmek, imkan ile tehdit arasındaki ince çizgiyi gözetmek elzemdir. Yapay zeka ve sentetik medyanın sunduğu imkanlar, kötü niyetli ellerde, toplumları manipüle eden, bireylerin haklarını ihlal eden ve kamu düzenini tehdit eden bir silaha da dönüşebiliyor.” diye konuştu.
Bu durum sonucunda manipülasyon ve dezenformasyon riskinin arttığını vurgulayan Yerlikaya, özellikle yapay zeka ile oluşturulan sahte videolar, ses kayıtları ve görsellerin bugün artık yalnızca bir dijital kurgu değil, gerçek dünyada çok somut sonuçlar doğurabilecek bir tehdit olduğunu dile getirdi.
Yerlikaya, şunları kaydetti:
“Bu yöntem ile insan yaratıcılığına benzer şekilde hatta daha da ötesinde, “özgün” içerikler oluşturabilmektedir. 2023″te Science Dergisi”nde yayımlanan bir araştırmada, sahte haberlerin, sosyal medyada, gerçek haberlerden 6 kat daha hızlı yayıldığı ortaya kondu. Aynı yıl Stanford Üniversitesi tarafından yürütülen bir başka çalışma da gösteriyor ki, katılımcıların yüzde 68″i, deepfake videolarının hangisi gerçek, hangisi değil, doğru şekilde ayırt edemiyor. Bu sonuçlar, yalnızca teknik bir problemle değil, aynı zamanda bir algı ve güvenlik kriziyle de karşı karşıya olduğumuzu açıkça göstermektedir. Bu teknolojilerle oluşturulan içerikler, yalnızca bireylerin değil, devlet yöneticilerinin, kurumların, hatta ulusların itibarına zarar verebilir. Seçim dönemlerinde, kurgulanmış ses kayıtlarıyla seçmeni yanıltmak, toplumsal olayları tahrik eden sahte videolarla kamuoyunu provoke etmek veya güvenlik güçlerimizi hedef gösteren manipülasyonlar. Bunlar artık teorik tehditler değil, pratikte karşılaştığımız ve karşılaşabileceğimiz gerçek vakalardır. İçişleri Bakanlığı olarak Emniyet Genel Müdürlüğümüz ve Jandarma Genel Komutanlığımız bünyesindeki siber suçlarla mücadele birimlerimizle birlikte, sentetik içeriklerin tespiti ve yayılımının önlenmesi için 7/24 çalışan güçlü bir yapıya sahibiz. Dijital platformlarda yapılan ihbarları titizlikle değerlendiriyor, özellikle kamu düzenini bozmaya veya halkımızı galeyana getirmeye yönelik içeriklere karşı hızla işlem yapıyoruz.”
Bu mücadelede yalnızca güvenlik güçlerinin çabasının yeterli olmayacağına dikkati çeken Yerlikaya, hukuki altyapının güçlendirilmesi, toplumsal farkındalığın artırılması ve uluslararası işbirliğinin sağlanması gerektiğini belirtti.
Yerlikaya, Avrupa Komisyonu”nun 2024″te yayımladığı “Yapay Zeka ve Dezenformasyon” başlıklı raporda devletlerin “sentetik medya konusunda ortak etik ilkeler”, “denetim mekanizmaları” ve “teknolojik dengeleyiciler” geliştirmesi gerektiğine dikkat çekildiğini anımsatarak, “Türkiye olarak biz de bu doğrultuda, hem yasal düzenlemeleri hem de kurumsal kapasitemizi güçlendirmeye kararlıyız.” ifadelerini kullandı.
“Her içeriği doğru kabul etmeyin”
Bakan Yerlikaya, gençlere çağrıda bulunarak, “Dijital dünyada maruz kaldığınız her içeriği doğru kabul etmeyin. Sorgulayın, kaynağını mutlaka araştırın. Unutmayın ki dijital okuryazarlık artık çağımızın en önemli vatandaşlık sorumluluklarından biridir.” uyarısı yaptı.
Sentetik medyanın içerik üretiminde pek çok inovasyona ivme kazandırdığını anlatan Yerlikaya, sentetik medyanın bunları yaparken ifade özgürlüğü açısından nasıl bir tehdit oluşturduğuna Gazze”de yaşanan olaylarla şahit olunduğunu söyledi.
Yerlikaya, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Filistinli kardeşlerimizin sesi, dijital dünyanın karanlık dehlizlerinde susturulmaya çalışılmıştır. Gazze”nin hikayesi, Gazze”nin hakikati, insanlık onuruna ve vicdanına set çekilerek bastırılmaya çalışılmıştır. İletişim Başkanlığımız tarafından yayımlanan raporlarda da görüleceği üzere Gazze”de yaşanan insanlık dramı sırasında Filistin yanlısı gönderilerin görünürlüğü kısmen ya da tamamen kaldırılmıştır. Instagram, Youtube ve TikTok, Gazze”deki soykırımın görüntülerini ve yardım çağrılarını “içerik politikasının ihlal edildiğini” ileri sürerek sıklıkla sansürlemiştir. Filistin”in gözyaşlarını ve mazlumların feryadını haykıran paylaşımlar, algoritmanın prangalarına vurulmuş, dijital zindanlara hapsedilmiştir. Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü, yaptığı açıklamalarda ve paylaştığı raporlarda, Filistinlilerin haklarını savunan sosyal medya paylaşımlarına sansür getirildiğine ve Filistin”i destekleyen seslerin susturulduğuna dikkati çekmiştir. Nitekim benzer durum 2017″de, Myanmar ordusunun Rohingya Müslümanlarına yönelik soykırımı sırasında da yaşanmıştır. Birleşmiş Milletler nezdinde kurulan “Myanmar Bağımsız Soruşturma Mekanizması” sosyal medya platformu Facebook”un, Arakanlı Müslümanlara yönelik İnsan hakları ihlallerini paylaşmadığını belirtmiştir. Birleşmiş Milletler, Facebook”un, nefret söylemine karşı yetersiz önlem alarak, “soykırımı körüklemede” önemli bir rol oynadığını ifade etmiştir. Bu örnekler açıkça göstermektedir ki, sentetik medya, küresel ölçekte hegemonya kurma çabası içindeki sosyal medya platformlarının, enformasyon üzerindeki tahakkümünü pekiştiren yeni bir araç haline gelmiştir. “
“Siber güvenlik hayati bir zorunluluk”
Yerlikaya, güvenliğin, tarihsel süreçte büyük bir dönüşüm yaşadığına işaret ederek, “Örneğin, Ortaçağ’da düzenli ordular, kaleler, surlar güvenliğin simgesiydi. Modern devletin inşası ise güvenliği devletin varlık sebeplerinden biri olarak kurumsal ve sistematik bir yapıya kavuşturdu. Zamanla küreselleşmenin hızla yayılması, sınırların belirsizleşmesi dünyayı çok sayıda güvenlik tehdidi, risk ve suç türleriyle karşı karşıya bırakmıştır. Bu gelişmeler de güvenlik anlayışını dönüştürdü.” değerlendirmesinde bulundu.
Bilgi teknolojilerinde yaşanan küresel büyüme ve iletişim imkanlarının artmasının, çevrim dışı ortamda yürütülen birçok faaliyetin çevrim içi ortama taşındığını ifade eden Yerlikaya, siber güvenliğin hayati bir zorunluluk haline geldiğine vurgu yaptı.
Yerlikaya, siber güvenliğin, hem iç güvenliğin hem de dış güvenliğin vazgeçilmez unsurlarından biri olduğuna dikkati çekerek, şunları söyledi:
“Teknolojik ilerlemeler ve dijitalleşme, bizleri cam ekranların ardına mahkum edip yalnızlaştırırken sanal dolandırıcılık, yasa dışı bahis, çevrim içi çocuk istismarı, siber zorbalık gibi yeni suç türlerine kapı aralamıştır. Dijital bağımlılığı da körüklemiştir. Organize suçların dijital biçimlerini üreterek, güvenlik tehditlerini küresel bir boyuta taşıdı. İçişleri Bakanlığı olarak biz, işte tam da bu noktada terörle, zehir tacirleriyle, halkımızın huzuruna kastedenlerle nasıl mücadele ediyorsak aynı kararlılıkla, siber suçlarla mücadelede de bu kararlılığımızı gösteriyoruz.”
“27 bin 304 sosyal medya hesabının erişimi engellendi”
Modern dünyanın en belirleyici güvenlik unsuru haline gelen siber alanda, Türkiye”nin yüksek menfaatlerini koruduklarını bildiren Yerlikaya, “Sayın Cumhurbaşkanımızın, “Ülkemizi siber güvenlikte bir marka haline dönüştüreceğiz.” sözleri, bizim bu yoldaki hedefimizi belirlemektedir. Bu hedef doğrultusunda siber suçlarla etkin bir mücadele yürütüyoruz. Asayiş suçlarıyla mücadelede olduğu gibi siber suçlarla mücadelede de önleyiciliği artırıyoruz. Siber alandaki mücadelemizin bir örneği olarak Kabine dönemimizde, 237 bin 753 suç unsuru oluşturan hesap tespit ettik. 21 bin 214 URL hesabı engellendi, 112 bin 854 sosyal medya hesabı erişime kapatıldı. Bu yılın ilk 4 ayında ise 6 bin 765 URL hesabı ile 27 bin 304 sosyal medya hesabının erişimi engellendi.” bilgilerini verdi.
Bakan Yerlikaya, kamu yönetiminin stratejik öncelikleri arasında yer alan meselelerden birisinin de enformasyon güvenliği olduğunu, kamu kurumlarının işleyişi, karar alma süreci, yönetsel meşruiyeti ve vatandaşla devlet arasındaki güven ilişkisinin idamesinde enformasyon güvenliğinin kritik rol oynadığını aktardı.
İçişleri Bakanlığına bağlı Eğitim Daire Başkanlığı tarafından düzenlenen hizmet içi eğitim seminerine katılmak üzere Ankara”da bulunan 81 il valiliğinin basın ve halkla ilişkiler müdürlerinin de etkinlikte olduğunu belirten Yerlikaya, şöyle devam etti:
“Hizmet içi eğitim seminerimizde gerek kurumsal iletişim, gerekse enformasyon güvenliği önemli birer başlıkta yer alıyor. Enformasyon güvenliğinin tesisi, doğru bilginin korunması ve yanlış bilginin yayılmasının önlenmesidir. Bir güven inşası meselesidir. Enformasyon güvenliği, sadece teknik bir mesele değil, doğrudan kamu düzenini, toplumsal huzuru ve milli güvenliği ilgilendiren stratejik bir alandır. Çünkü modern tehditler artık yalnızca sınırlarımızda değil cep telefonlarımızda, sosyal medya akışlarında ve dijital ekranlarımızdadır. Yanlış bilgiyle yönlendirilen bir toplum doğru karar alma yeteneğini kaybeder. Bu da sadece bireyleri değil, demokrasiyi ve devletin meşruiyetini hedef alır.”
Yerlikaya, Bakanlık olarak dezenformasyonla mücadeleyi asayişin, terörle mücadelenin ve siber güvenliğin ayrılmaz parçası olarak gördüklerinin altını çizdi.
Bu alandaki görevlerini, sadece dijital suçları takip etmek değil aynı zamanda kamuoyunu doğru bilgiyle buluşturmak, algı operasyonlarına karşı toplumun direncini artırmak olarak tanımladıklarını anlatan Yerlikaya, “Biliyoruz ki bilgi, çağımızın en güçlü silahıdır. Bu silahın güvenliğini sağlamak da kamu otoritelerinin, medya kuruluşlarının, akademinin ve bireylerin ortak sorumluluğudur. Bilgi kirliliğine karşı verilecek en etkili yanıt güçlü bir hukuk düzeni, dijital okuryazarlık ve toplumsal bilinçtir.” dedi.
İletişim teknolojilerinde tarihi nitelikte dönüşümlerin yaşandığı bu zaman diliminde İletişim Başkanlığının ortaya koyduğu çalışmaların, Türkiye Yüzyılı”nın “İletişimin Yüzyılı” olmasının gayreti ve yansıması olduğunu ifade eden Yerlikaya, şunları kaydetti:
“Devlet iletişiminin koordinasyonu, söylem birliğinin tesisi, devlet ve millet arasında iletişim bağının güçlendirilmesi için atılan adımlar, büyük önem taşıyor. Yalanın, çarpıtmanın ve manipülasyonun idrakleri kuşattığı zihinleri bulandırdığı bir dönemde, Fahrettin Altun hocamızın ve ekibinin verdiği hakikat savaşı, şeffaf ve vicdanlı yeni bir medya ekosisteminin oluşmasına öncülük etmektedir. Bu kapsamda İçişleri Bakanlığımıza bağlı kurum ve kuruluşlarımızla İletişim Başkanlığımızın koordinasyonunda atılacak olan iletişim adımlarının ve çalışmalarının yanındayız.”
Öte yandan, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, amcası Nurettin Altun”un vefatı nedeniyle çalıştaya katılamadı.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
Source:
Trump”ın fon kesintisi Columbia Üniversitesi”ni vurdu! 180 kişi işten çıkarıldı
ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin Filistin’e destek gösterileri nedeniyle Columbia Üniversitesi’ne sağlanan 400 milyon dolarlık fonu kesmesinin ardından üniversite, 180 personelin işine son verdiğini açıkladı.Columbia Üniversitesi yetkilileri, fon kesintisinin ardından mali dengeleri sağlamak için giderlerin azaltılmasına karar verildiğini duyurdu. Federal fonlarla desteklenen yaklaşık 180 çalışan bu kapsamda işten çıkarıldı.Üniversite Sözcüsü Jessica Murphy, mali esnekliği artırmak amacıyla emekliliğe teşvik programları gibi çeşitli adımların atıldığını belirtti. Columbia bünyesindeki bazı araştırmaların durdurulacağını, devam eden projelerin ise alternatif finansman kaynaklarıyla sürdürüleceğini ifade etti.Murphy, bu durumun kanser araştırmalarından kronik hastalık çalışmalarına kadar birçok projeyi olumsuz etkileyeceğini vurguladı.Ne olmuştu?Trump yönetiminin Columbia Üniversitesi’ne yönelik bu adımının, Filistin’e destek gösterileri nedeniyle alındığı belirtiliyor. Üniversite, daha önce antisemitizmle mücadele politikaları çerçevesinde Trump yönetimi tarafından hedef alınmıştı.Columbia Üniversitesi’nin yanı sıra Harvard ve Pensilvanya Üniversitesi de federal fon kesintilerinden etkilenen kurumlar arasında yer alıyor. Harvard Üniversitesi’ne sağlanan 8,7 milyar dolarlık federal fonun incelenmesi kararı alınmış, Pensilvanya Üniversitesi’nin ise 175 milyon dolarlık fonu bir transseksüel sporcunun okul yüzme takımında yer alması gerekçe gösterilerek geçen ay askıya alınmıştı.
Source: Dünya Gazetesi
Arif Kocabıyık gözaltına alındı
Sosyal medyada İlave TV olarak bilinen Arif Kocabıyık, Cumhurbaşkanı na hakaret iddiasıyla gözaltına alındı. Emniyet Genel Müdürlüğü nden yapılan açıklamada, Instagram sosyal medya platformunda ilavetv.07 kullanıcı adı/rumuzlu hesap yöneticisi A.K. bir röportaj sırasında Sayın Cumhurbaşkanımıza yönelik olarak kullandığı hakaret içerikli ifadeler nedeniyle, Antalya İl Emniyet Müdürlüğümüz tarafından gözaltına alınmış, şahıs hakkında hukuki işlem başlatılmıştır denildi.
Source: Habertürk
Dijital bağımlılık ruh sağlığını olumsuz etkiliyor
Yaşamın ayrılmaz bir parçası haline gelen teknolojik cihazların gün boyunca yoğun ve kontrolsüz şekilde kullanılması, dijital bağımlılık tehlikesini de beraberinde getiriyor. Teknolojinin kontrolsüz kullanımı her yaşta kendini gösterirken, birçok kişi bağımlı olduğunun farkına varmadan hayatına devam ediyor. Uzmanlar, özellikle çocuklar ve gençler arasında giderek yaygınlaşan dijital bağımlılığın ciddiye alınması gerektiğini vurguluyor. Teknoloji bağımlılığını önlemek için neler yapılması gerektiğini uzmanlara sordu. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Yeşilay Bilim Kurulu Üyesi Dr. Eren Murat Dinçer, dijital cihazların, platformların veya uygulamaların aşırı kullanılması sonucu, kişinin zihinsel, fiziksel ve sosyal iyilik hali üzerinde olumsuz etkiler meydana geldiğini ve bunun teknoloji bağımlılığı olduğunu belirtti. Teknoloji bağımlılığının genel bir adlandırma olduğunu belirten Dinçer, online kumar, mobil cihaz kullanımı, oyun, sosyal medya, alışveriş noktasında aşırıya kaçan durumların da bağımlılık olduğunu aktardı. Dinçer, kişinin teknolojiyi kullanımda kontrolü kaybetmesi, teknolojinin kişinin hayatının merkezine gelmesi, okul, iş, aile ve ilişkilerini olumsuz etkilemeye başlamasının, ortada bir problemin var olduğunu gösterdiğini kaydetti. Gençlerin beyin gelişimi açısından dürtü kontrolü, muhakeme açısından ise gelişim evresinde bulunduğunu, dijital çağda doğan ve bu şekilde büyüyenlerin dijital yerliler olarak adlandırıldığını aktaran Dinçer, Sonsuz kaydırma, bildirimler ve ödüller, beğeniler gibi özellikler beynin ödül sistemini harekete geçirerek dopamin salgılar ve tekrarlayan davranışları güçlendirir. Son olarak teknoloji, stres, kaygı veya diğer olumsuz duygulardan bir kaçış görevi görebilir. Genç bireyler bir başa çıkma mekanizması olarak dijital aktivitelere yönelebilir ve bu da bağımlılığa kadar tırmanabilir diye konuştu. EKRAN BAŞINDA GEÇİRİLEN ZAMAN DUYGUSAL OLARAK DA YIPRATICI OLABİLİYOR Dinçer, sosyal medya ve mobil cihazların aşırı kullanımının, gençlerin gerçek hayatla bağlarını zayıflattığını, birçok gencin sosyal ilişkilerini yüz yüze kurmak yerine dijital platformlar üzerinden yürüttüğünü dile getirdi. Bu durumun kaygı ve depresyon gibi sorunlara zemin hazırladığını vurgulayan Dinçer, şunları söyledi: 2025 yılında yapılan bir araştırma, gençlerin sosyal medyayı yoğun şekilde kullanmasının ruh sağlığı üzerinde olumsuz etkiler yarattığını gösteriyor. Benzer şekilde, uyku düzeni bozuluyor, dikkat süreleri kısalıyor ve genel psikolojik iyilik hali düşüyor. Sosyal medya ayrıca gerçek dışı, filtrelenmiş içeriklerle dolu olduğu için gençler kendilerini sürekli başkalarıyla kıyaslayabiliyor. Bu da benlik saygısında düşüşe ve yetersizlik hissine yol açabiliyor. Yani ekran başında geçirilen zaman sadece zaman kaybı değil, aynı zamanda duygusal olarak da yıpratıcı olabiliyor. Dinçer, ebeveynlerin çocuklarını bu bağımlılıktan korumaları için öncelikle kendi teknoloji kullanımlarını gözden geçirmeleri gerektiğini vurgulayarak, Sınırsız şekilde sosyal medya, oyun ve bütün akşam süren televizyon dizileriyle vakit geçiren bir ebeveynin kendisi, bu konuda model olabilecek, sınır koyabilecek bir konumda olmayacaktır dedi. Ailelerin, çocuklarıyla iyi bir iletişim kurması gerektiğini kaydeden Dinçer, ebeveynlerin teknolojiyi direkt kötülemek yerine bu mecraları iyi tanıması, oyunları, sosyal medya platformlarını ve bunlarla ilgili gizlilik ve kısıtlamalar gibi ince ayarları iyi bilmesi gerektiğini dile getirdi. TÜRKİYE DE GÜNLÜK İNTERNET KULLANIM SÜRESİ 7 SAATİN ÜZERİNDE Yeşilay ın, hem kimyasal hem davranışsal bağımlılıkların tamamında çalışan, başta teknoloji bağımlılığı olmak üzere, davranışsal bağımlılıklarla ilgili programlar geliştirmiş dünyadaki ender kurumlardan biri olduğunu kaydeden Dinçer, Yeşilay Danışmanlık Merkezlerinde, teknoloji ile problem yaşayan kişilere ücretsiz terapi desteği verildiğini anlattı. Dinçer, Türkiye de günlük internet kullanım süresinin 7 saatin üzerinde olduğunu vurgulayarak, Sosyal medya kullanımına baktığımızda, ortalama 3 saatimizi bu mecralarda geçirdiğimiz anlaşılıyor. Dolayısıyla sağlıklı teknoloji kullanımı için bireysel farkındalık kampanyaları kadar, teknoloji üretimine yönelik ulusal bir vizyon geliştirmek de kritik dedi. BAĞIMLILIK BİR BEYİN HASTALIĞI Hasan Kalyoncu Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Yeşilay Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Osman Tolga Arıcak, teknoloji bağımlılığı ifadesinin doğru bir ifade olmadığını, bunun yerine dijital davranışsal bağımlılıklar kavramını kullanmayı tercih ettiklerini belirtti. Günlük teknoloji kullanımının bağımlılık düzeyine ulaştığının nasıl anlaşılabileceğine ilişkin Dünya Sağlık Örgütünün kabul ettiği 4 belirti olduğunu kaydeden Arıcak, şunları söyledi: Bu belirtilerden birincisi, zihnin sürekli internetteki bu işle uğraş içinde olması. İkincisi kontrol kaybı. Üçüncüsü, olumsuz sonuçlarına rağmen oynamaya devam etme. Olumsuz sonuçlar özellikle çocuklarda çok çeşitli olabiliyor. Fiziksel olabiliyor. Gözleri artık iyice bozuluyor, göz numarası ilerliyor. Sürekli bilgisayar başında eğik durmaktan omurgası eğilmeye başlıyor, kamburu çıkıyor. Dördüncü belirti ise belirtilerin üçünü de kapsayacak çok önemli bir kriter olan işlev kaybı. Oyun bağımlılığı ile çocuk ciddi anlamda hayatında biyolojik, psikolojik ve sosyal olarak işlev kaybı yaşamaya başlıyor. Arıcak, Dünya Sağlık Örgütüne göre bu 4 kriter bir arada son bir yıl içinde görülüyorsa, buna davranışsal bağımlılık, oyun bağımlılığı ya da kumar bağımlılığı adını verdiklerini ifade ederek, Bağımlılık bir beyin hastalığı. Bu nedenle aşırı oynama ile bağımlılığı karıştırmamak gerek. Yukarıda saydığımız 4 belirtiyi karşılamayan bir çocuk günde 3-4 saat oyun oynadığı için bağımlı olarak tanımlanamaz diye konuştu. 12 YAŞ VE ÜZERİ OYUN VE KUMAR BAĞIMLISI KİŞİLERE DESTEK VERİYORUZ Prof. Dr. Arıcak, ailelerin, çocuklarına erken yaşta telefon ya da tablet vermemesi gerektiğini vurgulayarak, Anne babaların mutlaka çocuklarıyla güvene dayalı bir ilişki geliştirmeleri, çocuklarına mutlaka zaman ayırmaları gerekiyor. Çocuklarının ilgi ve becerilerine göre bir spor, sanat, müzik, resim gibi, güzel sanatlar gibi bir alana yönlendirmeleri gerekiyor. Yani çocuğu sadece eve kapatmak, güvenliğini sağlamak için sadece derslerine, akademik gelişimine odaklanmak yeterli değil. Çocuğun, hayatı dengeli yaşayacak bir ortama ihtiyacı var ifadelerini kullandı. Yeşilay olarak alkol, tütün ve madde bağımlılığının yanı sıra oyun ve kumar bağımlılığıyla ilgili çalışmaları ve gelişen riskleri yakından takip ettiklerini belirten Arıcak, Öncelikli amacımız bağımlılık oluşmadan önlemek, ancak bağımlılığın ortaya çıktığı noktada ise rehabilitasyon çalışmaları önem kazanıyor dedi. Arıcak, Yeşilay Danışmanlık Merkezlerinde (YEDAM) 12 yaş ve üzeri oyun ve kumar bağımlısı kişilere destek verdiklerini kaydederek, Bağımlı bireyin ya da ailesinin YEDAM a başvurduğu durumlarda sorunu tanımlamak, düzeyi değerlendirmek, zararı azaltmak ve yok etmek, gerekirse tıbbi destekle ilerlemek, farkındalığı artırmak gibi faktörler çok önemli şeklinde konuştu. Dijital bağımlılığın birçok evresi olduğunu belirten Arıcak, şunları kaydetti: Çocuk mutlaka sağlıklı beslenmeli. 3 öğün yemeğini ailesiyle birlikte masada yemeli, okuldaysa yemekhanede yemeli. En az 7-8 saat uyku uyumalı bir çocuk. Ayrıca mutlaka arkadaşlarıyla sosyal ilişkileri olmalı. Yüz yüze ilişkileri olmalı. Ailesiyle, akrabalarıyla, tanıdıklarıyla, sosyal ilişkilerine zaman ayırıyor olmalı. Çocuk bunları dengeli bir şekilde yapıyorsa, bilgisayar oyunlarına zaman ayırabilir. Bu süre günde 1 saat de olur, 3 saat de olur. O yüzden çocuk tüm yönleriyle dengeli bir yaşam sürüyorsa, oynadığı oyun 1 saat veya 3 saat olmuş çok önemli değil. Yeter ki dengeli bir yaşamı olsun.
Source: Habertürk
CHP”li belediyede grev: İşçiler çalışmayı bıraktı!
CHP”li belediyelerden her gün yeni bir haber gelmeye devam ediyor. Konak Belediyesi”nin şirketlerinden MER-BEL”de örgütlü Genel İş İzmir 5 No”lu Şube ile belediye adına Sosyal Demokrat Kamu İşverenleri Sendikası (SODEMSEN) arasındaki Toplu İş Sözleşmesi (TİS) görüşmeleri devam ederken uzlaşıya varılmadığı için 2 Mayıs”ta tam gün iş bırakma eylemi yapılmıştı.GREV KARARI ALDILARBugün itibariyle TİS görüşmelerinde yeniden uzlaşıya varılamaması üzerine çalışanlar grev kararı alındı. Greve başlanması ile ilçede, başta çöp toplama olmak üzere tüm hizmetler aksamaya başladı. Belediye”den son olarak yemek, yakacak, bayram ücreti ve gıda yardımı içinde olmak üzere yüzde 31 zam teklif edildi.Belediye binası önünde toplanan çalışanlar adına basın açıklaması yapan DİSK/Genel İş İzmir 5 No”lu Şube Başkanı Savaş Aras, “Konak Belediyesi MER-BEL Şirketi”nde sendikamızın, yaklaşık 1500 işçi için yürüttüğü toplu iş sözleşmesi görüşmeleri aralık ayında başlamış olup bugün itibari ile masada anlaşma sağlanamayınca greve çıkılmıştır. Emeğinden başka geçim kaynağı olmayan biz işçilerin 2 yılda bir yapılan toplu sözleşmeler ile yaşamını idame ettirecek ücretleri talep etmekten başka bir isteği olmamıştır” dedi.”KONAK BELEDİYESİNİN TEMEL HİZMETLERİNİN HER YERİNDEYİZ”MER-BEL emekçilerinin 11″inci dönem toplu sözleşme yapan işçileri olduklarını belirten Aras, “Bu işyerinde doğumdan ölüme, kentin temizliğinden, parkından asfaltından kaldırımından, binalardaki hizmetinden sorumlu işçileriz. Konak Belediyesi”nin temel hizmetlerinin her yerindeyiz. Toplu sözleşme görüşmeleri daha başlamadan hazırladığımız taslakta bile 11. dönem toplu sözleşme yapan bir işyeri sorumluluğu ile hareket edip, sunduğumuz taslak ile toplu sözleşmenin masada bitmesi için ilk irade beyanımızı yaklaşık 5 ay önce ortaya koymamıza rağmen İşveren Sendikası SODEMSEN ve Konak Belediyesi karar vericileri bizim hassasiyetimiz ile hareket etmemesinden ötürü bu grev gerçekleşmiştir. MER-BEL işçileri olarak ücretlerimizi almakta zorlansak da yaşamlarımızda aksamalara sebep olsa da biz evimiz gibi gördüğümüz Konak” da ne hizmet etmekten geri durduk ne de bir an olsun sorumluluktan kaçıp mazeretlere sığındık. Ama bunun karşılığında her seferinde “Ekonomik kriz var, ücretleri ödeyemeyiz. Bunu yapmayı istemeyiz ama çok zor durumda kalırsak da personel eksilmeye gideriz” denen dönemlerden geçmekteyiz. En küçük bir buhranda ilk etapta hakları görmezden gelinen ya da ilk gözden çıkarılacak emekçiler olmayacağız” diye konuştu.”MÜZAKEREYE AÇIĞIZ”Konak”ın İzmir”in gün içinde en yoğun nüfus hareketinin yaşandığı ilçe olduğunu söyleyen Aras, şöyle devam etti: “Onca araç ve gereç eksikliğine rağmen fiziksel olarak çalışma koşullarının çok düzensiz olduğu binalarda bile hizmet üreten biz MER-BEL emekçileri bu sözleşme sürecinin buraya gelmesinin ve sonucunun grev olmasının sebebi değiliz. 10 dönemdir ilmek ilmek örülmüş toplu sözleşmeden kazandığımız haklarımız hem koruyup hem 11″inci dönemde geliştirmekten başka bir talebimiz olmamasına rağmen çalıştığımız kentte bizimle aynı toplu sözleşme geçmişine sahip iş yerlerinde biten oranlar belli iken yine çözümsüzlüğü seçen SODEMSEN ve Konak Belediyesi karar vericileri olmuştur. Buradan sesleniyoruz hala çok geç değil, taleplerimiz ortada çözüm iradesi sizlerde. MER-BEL Emekçileri günlerdir çektiği grev halayını sözleşme halayına da çevirmeyi bilir. Konak”ta İzmir”de daha fazla hizmetlerin aksamasına sebep olmak istemiyorsanız biz hala müzakereye açığız.”
Source: Kadriye Ebrar Etirli
Cumhurbaşkanı Erdoğan”a hakaret eden Arif Kocabıyık gözaltına alındı
Emniyet Genel Müdürlüğü, sosyal medyada sokak röportajları ile tanınan Arif Kocabıyık”ın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için sarf ettiği hakaret içerikli sözler gerekçesiyle gözaltına alındığını açıkladı. CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN”A HAKARET ETTİ Emniyet Genel Müdürlüğünün sosyal medya hesabından yapılan açıklamada, “Instagram sosyal medya platformunda ilavetv.07 rumuzlu hesap yöneticisi Arif Kocabıyık, bir röportaj sırasında Cumhurbaşkanımıza yönelik olarak kullandığı hakaret içerikli ifadeler nedeniyle Antalya İl Emniyet Müdürlüğümüz tarafından gözaltına alınmış , şahıs hakkında hukuki işlem başlatılmıştır” ifadelerine yer verildi. ERDOĞAN SOKAK RÖPORTAJLARINI İŞARET ETMİŞTİ Cumhurbaşkanı Erdoğan da dün yaptığı açıklamada sokak röportajlarına tepki göstermiş ve “Gerek provakatif sorularla, gerekse sorunlu üslupla milletimiz açıkça tahrik ediliyor” ifadelerini kullanmıştı.
Source: Gözde Nur Bayar
Özdil”den Özgür Özel”e saldırı eleştirisi: “Güvenlik zafiyeti yok, armut gibi geziyor!”
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e 4 Mayıs’ta evlat katili Selçuk Tengioğlu tarafından gerçekleştirilen fiziki saldırı, güvenlik zafiyeti şüphelerini beraberinde getirdi. Özgür Özel’in korumalarının güvenlik çemberini doğru şekilde oluşturmadığı yönündeki yorumlar üzerine Özel, kendi isteğiyle korumalarının düşük tedbirli koruma sağladığını söyledi. Konuyu Sözcü TV’de değerlendiren gazeteci Yılmaz Özdil, Özel’i eleştirdi.
ÖZEL”E TEDBİRSİZLİK ELEŞTİRİSİ
Özgür Özel’e yapılan saldırıda güvenlik zafiyeti olmadığını, kendisinin dahi halka açık etkinliklerde 20’ye yakın koruma tarafından korunduğunu belirten Özdil, Özel hakkında “CHP Genel Başkanı ama armut gibi geziyor.” dedi.
Yılmaz Özdil, CHP’de İmamoğlu kanadına yakın Sözcü TV’de Özgür Özel aleyhine şunları söyledi:
“Özgür Özel’i buraya sokan rotaya dikkat etmek lazım. Özgür Özel’i yürütmüşler orada. Mesela güvenlik zafiyeti falan deniyor. Aslında burada bir güvenlik zafiyeti yok. Yani güvenlikçilerden kaynaklanan bir zafiyet yok. Çünkü sen mesela Özgür Özel’in korumalarına ‘bunu güvenle koru’ desen orada kuş uçurtmazlar. Ama bu siyasetçiler bayılıyor böyle ‘yürüyeyim rüzgar yapayım’ falan… Mesela ben bir gazeteciyim ve silahla geziyorum. Benim taşımam (ruhsat) var. Ya da mesela bir imza gününe gittiğimde, yani planlı önceden anons edilmiş bir adrese gideceksen bizi orada 20 kişi koruyor. Çünkü niye? Bu işler olur. Bunlar Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı ama armut gibi geziyor.
Durumun ciddiyetinin farkında değil. Neler olabileceğini idrak konusunda problem var. Cumhuriyet Halk Partisi’nin genel başkanı Özgür Özel’in şu anda oturduğu yer Mustafa Kemal Atatürk’ün koltuğu. Öyle armut gibi gezilecek bir yer değil orası. Mesela Allah korusun silahlı bir eylem olsaydı bu, şu anda Türkiye allak bullak olmuştu… Bunu idrak edebilecek şey değiller…”
Source: Haber7.com
Bakan Göktaş duyurdu: Mayıs ayı yaşlı ve engelli aylıkları hesaplara yatırılmaya başlandı
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, mayıs ayına yönelik toplam 6,2 milyar lira tutarındaki yaşlı ve engelli aylıklarını hesaplara yatırmaya başladıklarını açıkladı.Bakan Göktaş, yaptığı yazılı açıklamada, engelli ve yaşlılara yönelik kapsayıcı ve düzenli sosyal yardım programlarını sürdürdüklerini, bu hizmetlerin insan odaklı ve hak temelli politikalar çerçevesinde yürütüldüğünü belirtti.Engelli ve yaşlıların toplumsal hayata tam ve etkin katılımının yanı sıra bağımsız yaşayabilmeleri için eğitimden sağlığa, ekonomiden sosyal hayata her alanda yanlarında olduklarını vurgulayan Göktaş, “Bu doğrultuda mayıs ayı için 3,5 milyar lira yaşlı aylığı, 2,7 milyar lira engelli aylığı olmak üzere toplam 6,2 milyar lira tutarındaki yaşlı aylığı ve engelli aylıklarını hesaplara yatırmaya başladık. Ödemelerin tüm vatandaşlarımıza hayırlı olmasını diliyorum.” ifadelerini kullandı.
Source: Dünya Gazetesi