“Sosyal Sorunlar Gündemi – Cam Tavanlardan Kadın Haklarına”

Cam tavan

Pireleri 20 santim derinliğinde bir fanusun içine koyarlar, fanusun üstünü cam ile örterler. Alttan ısıtırlar… Pireler giderek artan sıcaklıktan rahatsız olur, o ortamdan kurtulmak için dışarı doğru zıplar. Ama her zıplayışta, kafalarını fanusun tavanındaki cama çarparak yere düşerler, tekrar zıplarlar, nafile, gene çarparlar. Cam engel görünmez olduğu için, kendilerini neyin engellediğini bir türlü kavrayamazlar. Böylece, zihinlerinde bir “özgürlük sınırı” oluşur. İşte bu sınır oluştuğu anda, deneyin ikinci aşamasına geçilir… Fanusun tavanındaki cam kaldırılır. Artık engel yoktur. Ortam yine ısıtılır. Hayret verici şekilde görülür ki, pireler en fazla 20 santim zıplıyor! Daha yükseğe zıplama imkanları varken, fanustan dışarı sıçrayıp özgür olma imkanları varken, kafayı çarpmamak için, buna cesaret edemezler. Çünkü artık “görünmez engel” zihinlerindedir, “yapamayız, kurtulamayız, hiç boşuna denemeyelim” diye düşünürler.

“Cam tavan sendromu” bu.

Amerikalı kişisel gelişim uzmanı David Schwartz tarafından 1969 yılında Georgia Üniversitesi’nde yapılan deneydir, aynı yıl The Wall Street Journal’da yayınlanınca literatüre giren popüler bir metafordur.

Yapabileceğin… Anca yapabileceğini düşündüğün kadardır.

Deneydeki örnek zavallı piredir ama, aslında tüm canlıların “neyi başaramayacaklarını” yavaş yavaş nasıl öğrendiklerini kanıtlar.

E, hayat da laboratuvar… Bu nedenle, cam tavan sendromu, insanların düşüncelerini ve davranışlarını etkilemek amacıyla “propaganda yöntemi” olarak, “psikolojik harekat yöntemi” olarak kullanılır.

Görünmez engeller konur.

Çabalar engellenir.

Ortamdan rahatsız olanlar, o ortamdan kurtulmak, özgür kalmak için hamle yaptığında, görünmeyen bir güç onları engeller. Böylece, yavaş yavaş “yapamayız, kurtulamayız, hiç boşuna denemeyelim” düşüncesi hakim olur.

Öğrenilmiş çaresizliktir cam tavan sendromu… Çare varken bile, çaresizliğe boyun eğmektir. Aslında varolmayan -ama psikolojik olarak dayatıldığı için- varolduğuna inanılan sınırlar içinde hareket etmeye razı olmaktır. Özgüven eksikliğine, yetersizlik duygusuna, kaygıya, bahane üretmeye, başarısızlık beklentisine sebep olur.

Çünkü insan, kendi düşüncelerinin eseridir… Pire deneyini yapan David Schwartz, bu durumu zihinsel açıdan şahane izah ediyor, “bir şeyin imkansız olduğuna inanırsanız, aklınız bunun neden imkansız olduğunu size ispatlamak üzere çalışmaya başlar, ama bir şeyi yapabileceğinize inanırsanız, gerçekten inandığınızda, aklınız bunu yapmak üzere, çözümler bulma konusunda size yardım etmek için çalışmaya başlar” diyor.

“Dünyanın bizim üstümüze koyduğu fiyat etiketi, bizim kendimize biçtiğimiz değerle hemen hemen aynıdır, bu etikete teslim olmayın, kendinizi ucuza satmayın, siz düşündüğünüzden daha iyisiniz, üstünüze konulan etikete değil, kendinize inanın, kendi potansiyelinize inanın” diyor. Özellikle gençlerimiz altını çizerek okusun lütfen… “Başarılı insanların hayatını incelediğinizde şunu keşfedeceksiniz, sıradan insanların öne sürdüğü bahaneler, başarılı insanlar tarafından da bahane olarak öne sürülebilecekken sürülmemiştir” diyor. “En çok konuşan kişi ile, en başarılı kişinin aynı kişi olması, çok çok zayıf ihtimaldir, konuşmakla hiçbir şey öğrenemeyiz, ama dinleyerek öğrenmenin sınırı yoktur, öğrenerek düşünün, düşünme biçiminiz hareket biçiminizi belirler” diyor. “Kendinize ‘her şartta gülümseyeceğim’ diye emrivaki yapın, her şartta kocaman gülümseyin, endişeyi kovar, karamsarlığı yok eder, korkuyu yener, gülümsenin gücünden yararlanın” diyor. “Kararsızlık ve erteleme, korkuyu besler, korkuyu büyütür” diyor. “Eylem, korkuyu tedavi eder” diyor.

CHP’ye yönelik operasyon, tipik cam tavan sendromudur.

“Siyaset yapabilirsin ama, benim izin verdiğim sınırlar içinde yapabilirsin” demektir.

“Seçime girebilirsin, belediyeleri kazanabilirsin ama, benim izin verdiğim sınırlar içinde yönetebilirsin” demektir.

“Vatandaşın demokratik tercihlerine müdahale etmiyoruz, istediğin partiye, istediğin adaya oy verebilirsin ama, benim izin verdiğim sınırlar içinde seçebilirsin” demektir.

“Hiç karışmıyoruz, istediğin gibi medya kurabilirsin ama, benim izin verdiğim sınırlar içinde yayın yapabilirsin” demektir.

“Ne yaparsak yapalım başaramayacağız” duygusunu, “boşu boşuna hiç uğraşmayalım kurtulamayacağız” özgüvensizliğini, “denemekten vazgeçelim bizim de başımıza bir şey gelmesin” korkusunu yerleştirmektir, öğrenilmiş çaresizliği içselleştirmektir.

Koskoca bir millete “pire” muamelesi yapmaktır.

Dolayısıyla, cam tavana çarparım diye korkmadan, denemekten vazgeçmeden, zihinlerdeki görünmez engeli aşabilmenin tek yolu var… Başın öne eğilmesin!

Source: Yılmaz Özdil


Muhammed Yakut’un genelevde öldüğü ortaya çıktı

Sosyal medya ifşaları ile tanınan Muhammed Yakut (53), Almanya’nın Castrop-Rauxel Kenti’nde 1 Temmuz’da gittiği sauna-genelevde ‘ani kalp krizi’ geçirerek öldü. Alman polisi, şüpheli bulunan ölümü araştırırken savcılık da ‘toksit madde ile öldürme’ şüphesiyle soruşturma başlattı. Yakut’un ölümünü beraber olduğu kadının haber verdiği ortaya çıktı.

RESTORANA GİTTİ

Yakut’un ölümüyle ilgili ilgili açıklama yapan Recklinghausen Polis Sözcüsü Ramone Hörst, “Saunada ölen 53 yaşındaki bir Türk erkeğin ölümüyle ilgili soruşturma olduğunu söyleyebiliriz” dedi. Hollanda’da kaldığı cezaevinden bir gün önce bırakılan Yakut’un, hemen Almanya’ya geçtiği ve önce bir Türk restoranında yemek yediği ardından yine bir Türk’e ait “Penelope“ adlı genelev-saunaya gittiği belirlendi.

KANINDA KOKAİN

Soruşturmayı Dortmunt Savcısı Maribel Andersson yönetiyor ve bir toksikoloji raporu hazırlandı. Yakut’un kanında kokaine de rastlandığı belirlendi ancak bunun kalp krizine neden olup olmadığı bilinmiyor. Yakut’un cesedine otopsi yapıldı ve kanında zehir olup olmadığı araştırıldı. Sonuç 4 hafta sonra açıklanacak.

Source: Ali Gülen


Trump: Elon Musk bir tren kazası

Trump, Truth Social hesabından yaptığı paylaşımda, Musk’ın ABD’de üçüncü siyasi parti kurmaya yönelik planlarına tepki gösterdi. Üçüncü partilerin “tam ve toplam yıkım ve kaos oluşturmakta” iyi olduklarını öne süren Trump, “güvenlerini ve akıllarını kaybetmiş radikal sol demokratlarla yeterince buna sahibiz” ifadesini kullandı.‘PARTİ FİKRİ SAÇMA’Trump, hafta sonu gazetecilere yaptığı açıklamada da Musk’ın üçüncü parti kurma fikrini “saçma” bulduğunu bildirmiş, işinsanının bu yöndeki çabalarını eleştirmişti. Musk X sosyal medya platformundaki hesabından yaptığı paylaşımda, cuma günü ABD’nin bağımsızlık gününün kutlandığına atıfta bulunarak, “Bağımsızlık Günü, iki partili (bazıları tek partili der) sistemden bağımsızlık isteyip istemediğinizi sormak için mükemmel bir zamandır” ifadesini kullanmıştı.

Source: Hurriyet.com.tr


Küfürlü rakı bardağı kullanan restorana soruşturma

Vali Davut Gül, sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı açıklamada, kamuoyunu sarsan bu olayla ilgili olarak, “Kuzguncuk’taki bir restoranda kabul edilemez ifadelerin yer aldığı ürünlerin kullanıldığı yönündeki paylaşımlar üzerine, söz konusu iş yeri hakkında denetim ve inceleme başlatılmıştır” ifadelerine yer verdi.

Yapılan açıklamaya göre, söz konusu işletmeye yönelik denetim; Üsküdar Kaymakamlığı, Tarım ve Orman Müdürlüğü, İl Sağlık Müdürlüğü, Sosyal Güvenlik Kurumu, Emniyet Müdürlüğü ve diğer yetkili kurumların katılımıyla çok yönlü olarak yürütülüyor.

“Meze Gibi Sunulamaz, Magazin Malzemesi Yapılamaz”

Vali Gül, paylaşımında ayrıca, kadınları aşağılayan ve toplum ahlakına aykırı ifadelerin eğlence adı altında servis edilmesine karşı sert bir dille tepki gösterdi. “Kadınlara yönelik aşağılayıcı ve ahlak dışı ifadelerin, meze niyetine sunulması ve magazin malzemesi gibi paylaşılması asla kabul edilemez” diyen Gül, bu tarz söylemlerle mücadelenin yalnızca hukuki bir sorumluluk olmadığını, aynı zamanda toplumsal bir yükümlülük olduğunu vurguladı.

Soruşturma Sürüyor

İlgili kurumların kapsamlı denetimleri sürerken, kamuoyu bu utanç verici olayın sonuçlarını merakla bekliyor. İstanbul Valiliği’nin kararlı duruşu ise, toplumsal hassasiyetin korunması adına önemli bir adım olarak değerlendiriliyor.

Mülkiyeliler: Müşteriler getirdi

Mülkiyeliler Birliği İstanbul Şubesi X’ten İçişleri Bakanlığı’nı etiketleyerek şu açıklamayı yaptı:

“Söz konusu görselde yer alan bardaklar, Mülkiyeliler Birliği İstanbul Şubesi sosyal tesislerine ait olmayıp; paylaşımı yapan müşteriler tarafından getirilmiş, kullanılmış ve ilgili fotoğraflar şahsi sosyal medya hesaplarında paylaşılmıştır.

Dolayısıyla, bu olay Birliğimiz yönetiminin ve sosyal tesisimizi işleten yüklenici işletmecinin bilgisi ve onayı dışında vuku bulmuştur.

Bu tür yanıltıcı içeriklere karşı gerekli başvurular tarafımızca yapılacaktır.“

Source: Haber Merkezi


Emekli işçi sigortalı çalışmalı mı?

Türkiye kayıt dışı istihdamı azaltma konusunda önemli mesafe aldı. 2014 yılında yüzde 35 seviyelerinde bulunan kayıt dışı istihdam oranı izleyen yıllarda sürekli düşüş kaydetti. 2024 yılında bir önceki yıla göre bir miktar artmakla birlikte bu yılın ilk çeyreğinde geçen yıla göre 0,3 puanlık iyileşme gerçekleşti. Kayıt dışı istihdam oranı yılın ilk çeyreğinde yüzde 24,7 oldu. Bu oran tarım sektöründe yüzde 82,0, tarım dışı sektörlerde yüzde 16,0 olarak hesaplandı. Halen 7 milyon 878 bin kayıt dışı istihdamın 3 milyon 426 bini tarım sektöründe, 4 milyon 451 bini tarım dışı sektörlerde yer alıyor. SORULARINIZ İÇİN: akivanc@haberturk.com Yaşlılık aylığı alanların sayısı 12,2 milyon kişiye ulaşıyor. Yaşlılık aylığı alanların bir kısmı sigortalı, bir kısmı ise sigortasız çalışmaya devam ediyor. SSK, BAĞ-KUR veya Emekli Sandığı’ndan emekli olanlar, emekli aylıklarını kestirmeden 4/a statüsünde sigortalı çalışabiliyorlar. Bu kişiler için sosyal güvenlik destek primi (SGDP) adı altında prim ödenir. Prim tutarı, çalışırken alınan brüt ücretin yüzde 32’sidir. Primin 7,5 puanı işçi, 24,5 puanı ise işveren payından oluşuyor. Emekli aylığını kestirmeden sigortalı çalışanlardan alınan SGDP’nin emekli aylığına bir katkısı bulunmuyor. Bu çalışmadan dolayı emekli aylıkları artmıyor. EMEKLİ İŞÇİNİN SGDP ÖDEYEREK ÇALIŞMASI EMEKLİ AYLIĞINI ARTIRIR MI? Emekli aylığını kestirerek sigortalı çalışanlardan normal sosyal sigorta primi alınıyor. Emekli aylığını kestirerek sigortalı çalışanlar, çalışmayı sona erdirip yeniden emeklilik dilekçesi verdiklerinde, aylıkları ödedikleri primler dikkate alınarak tekrar hesaplanır. Çalışılan süreye ve bildirilen kazanca bağlı olarak emekli aylığı artar. Ancak, emekli aylığını kestirerek çalışmak herkes için avantajlı olmayabilir. Avantajlı olup olmadığını hesaplayarak hareket etmek gerekir. Örneğin, emekli aylığı düşük olup emekli iken çalıştığı işten aldığı brüt ücret yüksek olan kişiler için avantaj sağlarken, emekli aylığı ortalama düzeyde ve çalıştığı işten aldığı ücret düşük veya ortalama düzeyde ise avantaj sağlamayabilir. Emekli aylığını kestirerek çalışmanın avantaj sağlayıp sağlamayacağı konusunda karar verirken hesaplama yapmak mümkündür. Emekli aylığı, her yıl için prime esas aylık ortalama kazancın yüzde 2’si oranında artar. Örneğin aylık brüt ücreti 50 bin lira olan ve 3 yıl çalıştıktan sonra emekli aylığını yeniden bağlatan kişinin aylığında yaklaşık 3 bin lira artış olur. Gerçekte başka ayrıntılar da etki eder ama fikir vermesi açısından bu yöntem kullanılabilir. Örneğimizdeki kişinin emekli aylığının ise 30 bin lira olduğunu varsayalım. Üç yıl süreyle emekli aylığını kestirdiği için 30.000 X 36 ay olmak üzere toplam 1 milyon 80 bin liralık aylıktan vazgeçmiş olacak. Bu kişi emekli aylığında elde edeceği 3 bin liralık artışı ancak 360 ayda telafi edebilir. Buna karşılık emekli aylığı 20 bin lira, emekli iken çalıştığı işten aldığı brüt ücret 195.000 TL olan bir kişinin aylığı 3 yılın sonunda 11.700 TL artar. Bu kişi üç yıl emekli aylığını kestirdiği için uğradığı 720 bin lirayı 61 ayda telafi eder. Kişinin yaşı da genç ise emekli aylığını kestirerek çalışmak avantajlı olabilir. SİGORTASIZ ÇALIŞAN EMEKLİ İŞÇİ ZARARLI ÇIKAR Emekliler genellikle “Nasıl olsa sağlık güvencesinden yararlanıyorum. SGDP’nin bana bir faydası yok” düşüncesiyle sigortasız çalışmaya yönelebiliyorlar. Oysa, emekli aylığına katkısı olmasa bile emekli olduktan sonra sigortalı çalışmanın işçiye iki önemli faydası vardır. Bunlardan birincisi, sosyal güvenlik destek primi ile çalışanların iş kazası ve meslek hastalığı sigortasından yararlanmasıdır. İkincisi ise ihbar ve kıdem tazminatı haklarının olmasıdır. İş kazası veya meslek hastalığı sonucu yüzde 10 ve daha fazla çalışma gücü kaybı ortaya çıkanlara emekli aylığının yanı sıra kayıp oranına göre sürekli iş göremezlik geliri bağlanır. İş kazası sonucu ölüm halinde eşi ve çocuklarına ölüm geliri bağlanır. Sigortalı çalışan emekli işçiler, ihbar ve kıdem tazminatı konusunda da avantaj elde eder. İşveren, sigortalı çalışan emekli işçiyi işten çıkarttığında hem ihbar tazminatını, hem de kıdem tazminatını ödemek zorunda kalır. Sigortasız çalışan emekli işçinin ihbar ve kıdem alabilmesi için ise dava açması, sigortalı çalıştırıldığına hakimi ikna etmesi gerekir. Bu da yıllarca devam eden bir yargılama süreci anlamına gelir. SİGORTASIZ İŞÇİ ÇALIŞTIRAN İŞVERENE CEZA Normal işçiyi olduğu gibi emekli işçiyi sigortasız çalıştırmanın da cezai yaptırımları vardır. İşyerinde yaşanacak iş kazası ve meslek hastalıkları karşısında devlete ve işçilere karşı mesuliyet altına girerler. Çok ciddi idari ve adli yaptırımlarla karşı karşıya kalırlar. Devlet tarafından sağlanan mali teşvikler ile hibeler, krediler ve vergi avantajlarından faydalanamazlar. Ağır idari para cezaları ile karşılaşırlar. Bir işçiyi 1 yıl kayıt dışı çalıştırmanın denetimle ortaya çıkması halinde 14 asgari ücrete (2025 yılı için 364.077 TL) kadar idari para cezası uygulanır.

Source: Habertürk


Oğlu için avukat olan Gülistan’ın hayatı film gibi

Konya”da yaşan Gülistan (40) ve Gökhan Sarkurt (42) çifti 20 yıl önce hayatlarını birleştirdi. Bu evliliklerinden Canberk (19), Berat Kaan (17) ve Yiğit İbrahim (8) dünyaya geldi. Berat Kaan”a henüz 2 yaşındayken otizm tanısı konuldu. 11 yıl önce de büyük oğulları Canberk”e kamyon çarptı. Ağır yaralanan Canberk aylar süren tedavi ve ameliyatlara rağmen engelli kaldı. Kaza nedeniyle Sarkurt ailesi 9 yıl hukuk mücadelesi verdi. Gülistan Sarkurt, bu süreçte yaşadığı hukuki zorluklar nedeniyle hukuk okumaya karar verdi. KTO Karatay Üniversitesi Hukuk Fakültesi”ni kazanan Gülistan Sarkurt, geçen yıl okul birincisi olarak mezun oldu. Avukatlık stajına devam eden Sarkurt, aralık ayında stajını bitirip ruhsatını alacak. 200 BİN TL KAZANDI Son olarak, Kim Milyoner Olmak İster programına katılan Gülistan Sarkurt, 200 bin TL kazanmayı başardı. Parayı avukatlık ofisini açabilmek için kullanacağını söyleyen Sarkurt”un hayat hikâyesi, sunucu Oktay Kaynarca da dahil izleyenlere duygusal anlar yaşattı. Özellikle trafik kazaları davalarına bakmak istediğini belirten Sarkurt, oğlu Canberk ile ofiste birlikte çalışacağını da anlattı. “TAM DÜŞECEĞİM BİR ZAMANDA EL UZATTINIZ” Programdan sonra birçok mesaj geldiğini anlatan Sarıkurt, bir mesajın kendisini çok duygulandırdığını söyledi. Sarıkurt, mesajda, “Merhabalar, 8 yaşında Asperger sendromlu bir oğlum var. Dün 12 saat nöbet tuttum, eve gelip koltuğa oturdum. Kafam kazan gibiydi. Tam bir bataklık içindeymişim gibi hissederken TV”de sizin konuşmanıza denk geldim. Dinledikçe kendimden utandım. Dedim ki: “Helal olsun bu kadına, neler yaşamış, nelerle uğraşmış ama hâlâ dimdik ayakta, hiç umutsuzluğa kapılmamış.” Resmen böyle kötü bir günün üzerine sizin o konuşmalarınız, yaşama sevinciniz bana şifa oldu. Günümü güzelleştirdiniz. Tam koşmaktan yorulup düşeceğim bir zamanda resmen bana el uzattınız gibi hissediyorum. İyi ki varsınız. Sizi gönülden tebrik ediyorum” ifadelerinin yer aldığını belirtti.

Source: Tolga Yanik


İsrail toplumu soykırımdan yana

Siyonist Tel Aviv yönetiminin Gazze Şeridi”ndeki soykırımına İsrail halkının verdiği destek bir kez daha gün yüzüne çıktı. İsrail”de yapılan bir anket, Yahudi toplumunun büyük bölümünün “Gazze”de masum insan yok” inancını benimsediğini ortaya koydu. TRT”nin haberine göre Kudüs İbrani Üniversitesi”nin haziran ayında yaptığı bir anket, İsrail toplumunda Filistinlilere yönelik nefretin nasıl kurumsallaştığını gözler önüne serdi. Ankete göre İsrailli Yahudilerin ezici çoğunluğu, “Gazze”de masum insan yok” düşüncesine katılıyor. Toplamda her üç İsrailliden ikisi bu görüşü paylaşırken Yahudi nüfus içinde oran çok daha yüksek. İDEOLOJİK ÇÖKÜŞ Filistin asıllı İsrail vatandaşlarının yüzde 92″si bu ifadeye karşı çıkarken, Yahudi İsrailliler arasında bu söylemi benimseyenlerin oranı yüzde 64″ü de aşarak dikkat çekici bir noktaya ulaştı. Ankette çıkan bu sonuç, yalnızca siyasi uçların değil, toplumun her kesiminin Gazze halkını bir bütün olarak hedef gördüğünü ortaya koyuyor. Üstelik bu görüş yalnızca hükümet destekçilerine özgü değil. Hükümet yanlılarının yüzde 87″si, sağ muhalefetin yüzde 73″ü, merkez seçmenlerin yüzde 63″ü, kendini “solcu” olarak tanımlayanların yüzde 30″u “Gazze”de masum yoktur” fikrine katılıyor. İsrail”in sivillere dönük yaklaşımı, yalnızca 7 Ekim sonrası oluşan bir savaş psikolojisinin ürünü değil. 2018″de dönemin Savunma Bakanı Avigdor Lieberman, Gazze için “Masum insan yok” demişti. 2023″te ise bu kez Cumhurbaşkanı Isaac Herzog aynı dili kullanarak “Orada yaşayan herkes sorumludur” ifadeleriyle soykırım suçlamalarının temelini oluşturan açıklamalarda bulunmuştu. BEBEK KATİLİ DEVLET İsrail ordusunun Gazze Şeridi”ne 7 Ekim 2023″ten bu yana düzenlediği saldırılarda hayatını kaybedenlerin sayısı son 24 saatte 105 artarak 57 bin 523″e yükseldi. Katil İsrail ordusu, Gazze kentinin batısındaki Rimal Mahallesi”nde yerinden edilen Filistinlilerin barındığı sağlık merkezine hava saldırısı düzenledi. Bu saldırıda biri bebek 6 kişi hayatını kaybetti. İsrail”in saldırılarında şimdiye kadar 50 binden fazla çocuk öldürüldü ya da yaralandı.

Source: Sabah


Sosyal medyada kadın profiliyle tehdit operasyonu: 25 gözaltı

Ankara da, kadın profilleri üzerinden tanışma uygulamaları aracılığıyla erkeklerle iletişime geçen, tehdit ve darp yoluyla para alan 25 şüpheli gözaltına alındı. habericionecikanlar#100#left# Yapılan çalışmalar sonucu kadın profilleri üzerinden tanışma uygulamaları aracılığıyla erkeklerle iletişime geçen şüphelilerin, mağdurları özel olarak belirledikleri ve kendilerine ait restorana götürdükleri tespit edildi. Buluşma bahanesiyle iş yerine davet edip ardından yüklü meblağlı adisyonlar üzerinden zorla para tahsilatı yaptıkları belirlenen şüphelilerin, bu yöntem üzerinden tehdit, darp ve baskıyla müştekileri korkutup, nakit, POS cihazı veya doğrudan banka transferleri ile paraları tahsil ettikleri, tahsilatların ardından mağdurları sosyal medyada engelledikleri anlaşıldı. Sistemi yöneten şüphelilerin her bir rolü organize ettiği, Yazıcı olarak adlandırılan kişilerce internet üzerinden mağdurlarla iletişim kurulduğu, rolü gereği Serçekuş diye adlandırılan kadınların mağduru mekana yönlendirdiği, mekan içerisinde garson, güvenlik ve işletmeci konumundaki örgüt üyeleri tarafından fahiş fiyatlı hesap çıkarıldığı, ödemeyi reddeden mağdurlara yönelik fiziksel şiddet uygulandığı ve paranın örgüt içinde paylaşıldığı tespit edildi. Yapılan fiziki ve teknik takip sonucu 30 olayın gerçekleştirildiği belirlenen operasyonda, olaylara karıştığı belirlenen 25 şüpheli gözaltına alındı. Operasyonlarda 5 milyon lira ve 4 silah ele geçirildi.

Source: Habertürk


33 yıldır ilk kez oluyor, vakalar zirvede: Aşıyı reddettiler, kızamık hortladı

Aşı ile önlenebilen hastalıklar arasında yer alan kızamık, ABD”de yeniden alarm seviyesine ulaştı. Son yıllarda yükselen aşı karşıtlığı, yıllar önce kontrol altına alınan bu hastalığı tekrar gündeme taşıdı. Ülkede bin 300″e yaklaşan vaka sayısı, son 33 yılın en yüksek seviyesine ulaştı.

HER YERİ KIZAMIK SARDI

BBC’nin haberine göre, John Hopkins Üniversitesi”nin paylaştığı veriler, ABD’de kızamık salgınının ciddi bir dönüm noktasına geldiğini gösteriyor. 39 eyalet ile Columbia Bölgesi’nde kızamık vakaları kaydedilirken, en az 3 kişi yaşamını yitirdi, 155 hasta ise hastanede tedavi altına alındı.

EĞİTİMSİZ TOPLULUKLARIN TAVRI HASTALIĞI YAYIYOR

ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri (CDC), vakaların yüzde 92’sinin ya aşı yaptırmayan ya da aşı durumu bilinmeyen bireyler arasında görüldüğünü açıkladı. Salgının en çok etkilediği eyalet Teksas oldu. Eyalette şu ana kadar 700″den fazla vaka bildirildi. Kansas ve New Mexico gibi eyaletlerde de onlarca vaka tespit edildi. Salgının, özellikle aşılama oranlarının düşük olduğu Mennonite toplulukları gibi modern tıbbı reddeden bölgelerde daha hızlı yayıldığı ifade ediliyor.

AŞI OLMAYAN HASTA OLUYOR

Salgın, yalnızca ABD’de değil, dünya genelinde de artan aşı karşıtlığı tartışmalarını yeniden gündeme taşıdı. ABD Sağlık Bakanı Robert F. Kennedy Jr., daha önce çocukluk çağı aşılarına yönelik yanlış bilgiler paylaşmış, ancak daha sonra yaptığı açıklamada, “Aşı, kızamığı önlemenin en etkili yoludur” ifadelerini kullanmıştı.

ABD’de kızamık vakaları, 1990 yılında yaklaşık 28 bin seviyesindeydi. Yıllar içinde alınan önlemler ve yüksek aşılama oranlarıyla bu sayı 2000’li yılların başında 90’ın altına kadar düştü. Ancak 2014 ve 2019 yıllarında vaka sayılarında yeniden artış gözlendi. Günümüzde yaşanan artış, aşılama konusundaki bilinç eksikliği ve yanlış bilgi yayılımının ne denli etkili olabileceğini gösteriyor.

Source: Derleyen: Ozan Kılıç


Devlet Bahçeli”nin yardımcısının gitarlı şarkılı paylaşımına tepki yağdı

Türkiye son 3 gündür Irak”ın kuzeyinden peş peşe gelen acı haberlerle sarsıldı.

Milli Savunma Bakanlığı (MSB), Pençe-Kilit Harekat bölgesinde Şehit P. Ütğm. Nuri Melih Bozkurt’un naaşını bulmaya dönük çalışmalar kapsamında yapılan arama-tarama faaliyetleri sırasında metan gazına maruz kalarak 12 askerin şehit olduğunu açıkladı.

Sanat, spor, siyaset dünyası şehitler için taziye mesajı yayınladı.

“HEPSİNE GÖNÜL DOLUSU TEBRİKLERİMİ İLETİYORUM”

Ancak siyaset dünyasından bir ismin paylaşımı tepki çekti.

MHP Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili İzzet Ulvi Yönter, şarkıcı Haluk Levent”in gitar çalıp şarkı söylediği bir video paylaştı.

Kendisinin yer almadığı görüntüleri X hesabından paylaşırken şu notu düştü:

“Söz yazarı Bora Ülker gardaşım, seslendiren Haluk Levent arkadaşımız, hepsine gönül dolusu teşekkür ve tebriklerimi iletiyorum.”

PAYLAŞIMI SİLDİ

MHP”li Yönter”in paylaştığı videonun altına çok sayıda kullanıcı, 12 şehidi hatırlatarak tepki gösterdi.

Yönter daha sonra paylaşımını sildi.

Source: Ümit Karadağ


Terörsüz Türkiye sürecinde, çok daha dikkatli olmamız gereken günlerden geçiyoruz

“Uzun yola çıkmaya hüküm giymiş” bir milletin ferdi olarak, “Terörsüz Türkiye” sürecinde önemli bir eşiği aşmak üzere olduğumuz şu günlerde “Aman dikkat” diyorum.

Dikkat edelim diye ısrar ettiğim hususa geleceğim elbette.

Ama önce küçük hatırlatmalar…

TERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE ADIM ADIM İLERLERKEN, ÖNCE KISA KRONOLOJİ

1 Ekim 2024’te Meclis Genel Kurulu’nda “İç cephe” vurgusuyla birlikte “yaklaşan tehdid”e dikkat çeken Cumhurbaşkanı Erdoğan’a…

Genel Kurul Salonu’ndaki DEM’lilerin yanına giderek el sıkışan MHP lideri Devlet Bahçeli kulak verdi.

Bahçeli’nin uzattığı eli tutup, bırakmayan DEM’liler (Tuncer Bakırhan, Pervin Buldan, rahmetli Sırrı Süreyya Önder gibi), açılan yoldan yürüdü.

İmralı’daki PKK ele başı Öcalan, Bahçeli’nin “Örgütünü tek taraflı lağvetsin” sözünün gereği olan açıklamayı yaptı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, sürecin adını koydu, “Bu PKK’nın silah bırakma meselesidir” dedi.

Sırrı Süreyya Önder, “Süreç başka, barış başka. Biz barışa gönül indirdik” diyerek Erdoğan ile uyumlu olduklarını gösterdi.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, “Terörsüz Türkiye’yi kim istemez. Çözümün adresi Meclis’tir” diyerek katkı verdi.

PKK, Kuzey Irak’ta kongresini toplayıp, “silahlara veda” dedi.

Şimdi başa dönelim.

Suriye’nin “bütüncül” kalması için yoğun çaba sarf eden Türkiye,

İsrail’in İran’a saldırdığı günlerde de İran’ın yanında yer alarak olası “parçalanma” senaryosuna karşı çıktı.

Irak’ta Bağdat ile Erbil arasında dengeli bir siyaset takip etti.

Bölünmeye karşı çıkmak için 40 yılı aşkın süre terörle amansız mücadeleye tutuştu.

Şimdi oluşan sosyolojinin, “aidiyet”ini pekiştirip, aradan silahı çıkartmanın derdinde.

SEMBOLİK SİLAH BIRAKMA BU HAFTA

İşte böyle bir ortamda, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) gözetiminde Kuzey Irak sahasında PKK, silah bırakacak.

Bu silah bırakma eylemi belki sembolik ama sonuçları açısından son derece önemli.

İşti bu yüzdendir ki DEM Parti biraz da kendileri açısından “başarı” olarak yorumlanabilecek bir çabanın içinde. Türkiye’den ve uluslararası çevrelerden gazetecileri bu silah bırakma eylemini izlemek için davet ettiler.

SİLAH BIRAKMA ETKİNLİĞİNE MEDYAYI GÖTÜRMEK NE DERECE SAĞLIKLI?

2013 Çözüm Süreci’nde Habur’da yaşananları hatırlıyoruz. Ki her seferinde söylediğim gibi “Habur’a rağmen süreci destekleyen biriyim.”

Ama sonuçları itibariyle, Habur Türkiye’nin önemli bir sosyolojisinde “travmatik” etkiler bıraktı. Haklılar da..!

Şimdi silah bırakma eyleminin sunum şeklini her ne kadar kestiremiyor olsak da, DEM’in olay mahalline kalabalık bir gazeteci grubunu götürme isteği “Aman dikkat” dememize nedendir.

Yine, her şey olup bitmiş… Silahlar teslim edilmiş, PKK tasfiye olmuş gibi düşünüp hemen şimdiden Meclis’te kurulacak olan komisyona farklı misyonlar biçme derdindekileri de görünce “Aman dikkat” diyoruz.

BİR ÇUVAL İNCİRİ HEBA ETMEK İSTEMİYORUZ

Ağır bedeller ödedik. Binlerce şehidimiz var. En son bir şehidimizin naaşını bulmak için Kuzey Irak’ta bir mağaraya giren 12 Mehmetçik şehit oldu.

Şimdi “Terörsüz Türkiye” için çabalarken ve her muhatabın mümkün olduğunca dikkatli olduğu şu günlerde daha da dikkat etmeliyiz ki sonuç “hüsran” olmasın!

SU UYUR DÜŞMAN UYUMAZ, AMAN DİKKAT!

Emek büyük. Siyasi liderlik büyük. Askeri caydırıcılı muazzam. İstihbarat olağan üstü gayretli.

Terör örgütü ele başı, kararlı. Ona müzahir isimler ve gruplar zaman zaman ağır aksak da olsa uyumlu!

Ama “Su uyur, düşman uyumaz!”

Uluslararası yabancı servisler, örgütün içindeki farklılıklar…
Ve elbet silahla güç devşirmiş “baronlar” bir yolunu bulup bu süreci tıkamak isteyecek.

Fırsat vermeyelim.

Dikkat edelim.

Az konuşup, çok çalışalım.

Bilmem anlatabiliyor muyum?

Hasan Öztürk / Haber7

Source: M Yazilari


Sahadaki gerçeklik askeri doktrinin şekillenmesine yön verecek!

6 Temmuz 2025 sabahı, Pençe-Kilit Harekât bölgesinde görevli Mehmetçiklerden 12’si, 2022 yılında aynı bölgede şehit olan Üsteğmen Nuri Melih Bozkurt’un naaşını ararken mağara içerisinde metan gazına maruz kalarak şehit düştü.

Türk milleti için şehitlik sıradan bir kayıp değildir. Tarih boyunca, bir vatan parçasını yurt kılmak ile onu korumak arasında kanla çizilen o kutsal çizgide hep şehitler durmuştur. Fakat bu kez bu acının kalbinde başka bir sorumluluk yatmaktadır: Aynı bölgede, aynı amaçla, bir başka şehidimizin aziz naaşını ararken, 12 vatan evladını daha toprağa vermek; bize artık yalnızca mücadele değil, muhasebe zorunluluğu da dayatmaktadır.

Bu hadise, sadece geçmişin acılarını değil, geleceğin güvenlik mimarisini de şekillendirecek niteliktedir. Türkiye’nin 40 yılı aşkın süredir mücadele ettiği terör belasına karşı hem stratejik hem de ideolojik olarak üstünlük sağladığı bir eşiğe işaret etmektedir. PKK’nın silah bırakma sürecine girmesiyle birlikte doğan bu tarihî fırsat, sadece bir güvenlik başarısı değil; aynı zamanda devletin, milletin ve ordunun birlikte yeni bir barış düzeni inşa etme sorumluluğunu da beraberinde getirmiştir.

Sahadaki Gerçeklik: Mağaralar, Gaz ve Operasyonel Risk

Türkiye’nin teröre karşı yürüttüğü mücadele, yalnızca düşman unsurlarla değil; doğanın, coğrafyanın ve zamanın da zorlayıcı unsurlarıyla eş zamanlı bir savaşı temsil eder. Pençe-Kilit Harekât bölgesi olarak bilinen Irak’ın kuzeyindeki dağlık sahalar, terör örgütü PKK’nın yıllardır sığındığı, örgütsel yapısını ve silahlı varlığını tahkim ettiği zorlu arazi koşullarını barındırmaktadır. Bu alanlar, yalnızca taktiksel olarak avantajlı değil, aynı zamanda teknik olarak son derece tehlikelidir.

Şehitlerimizin can verdiği mağara, yalnızca bir doğa oluşumu değil; aynı zamanda terör örgütünün hem saklanma hem de çatışma anında tahkimat sağlama amacıyla kullandığı yapay olarak genişletilmiş ve tuzaklarla donatılmış bir savaş mekânıdır. 2022 yılında aynı bölgede şehit düşen Üsteğmen Nuri Melih Bozkurt’un naaşını ararken girilen bu mağaranın, o dönem PKK tarafından sözde bir “saha hastanesi” olarak kullanıldığı, örgüt içi belgelerden ve teknik keşiflerden bilinmektedir. Bu durum, yalnızca terörle mücadele açısından değil, sahada hâlâ süregelen risklerin boyutunu ortaya koyması açısından da kritiktir.

Metan, oksijenle yer değiştiren ve kokusuz olduğu için fark edilmesi zor olan bir gazdır. Doğal olarak oluşmasının yanı sıra, kapalı sistemlerde birikmesi, ani zehirlenmelere ve bilinç kaybına yol açabilir. Bu gibi durumlar, askeri operasyonlarda yalnızca çatışma değil, keşif, tahliye ve şehitlerin naaşlarını bulma gibi insani görevleri yerine getiren timler için de ölümcül riskler barındırır.

Söz konusu olayda kullanılan mağaranın yapısı, metan gazı oranlarının yüksekliği, giriş-çıkış planlarının koordinasyonu gibi unsurlar operasyonel planlamada yeni bir farkındalık düzeyini zorunlu kılmaktadır. Bu da bizi daha derin bir gerçekle yüzleştiriyor: Türkiye, sadece PKK’nın fiilen silah bırakmasıyla değil, onun geride bıraktığı yapısal, yeraltı ve psikolojik izlerle de mücadele etmek zorundadır. Bu izlerin başında, işte bu “ölüm mağaraları” gelmektedir.

Bu bağlamda, sahada karşılaşılan riskleri salt birer teknik detay olarak değil, gelecekteki askerî doktrinin şekillenmesine yön verecek uyarılar olarak okumak gerekir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin artık terörün bıraktığı enkazı temizlerken aynı anda kendi personelinin can güvenliğini, yüksek teknoloji, sahaya özel sensör sistemleri ve disiplinlerarası iş birlikleriyle yeniden inşa etmesi zaruridir.

Terörsüz Türkiye’nin İnşası: Devlet ve Toplum

Türkiye, 40 yılı aşkın bir süredir terörle mücadele ederken yalnızca topraklarını değil, toplumsal dokusunu, kolektif hafızasını ve gelecek tahayyülünü de bu mücadelenin parçası hâline getirmiştir. PKK terörü yalnızca bir güvenlik tehdidi değil; aynı zamanda toplumu kutuplaştıran, travmatize eden, kurumları yoran ve devleti sürekli tetikte tutan çok katmanlı bir yıpratma mekanizmasıdır. Bugün geldiğimiz noktada, eğer gerçekten terör örgütü sahadan çekiliyor, silahlar susuyor ve Türkiye yeni bir döneme giriyorsa, bu sadece bir güvenlik zaferi değil; aynı zamanda çok yönlü bir inşa sürecinin zorunlu başlangıcıdır.

Her büyük mücadele, bir “inşa iradesi” ile taçlandırılmazsa eksik kalır. Tıpkı Kurtuluş Savaşı’nın ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumsallaşması gibi, terörle mücadelenin ardından da terörsüz bir Türkiye”nin kurumsal ve toplumsal altyapısı inşa edilmelidir. Bu süreç sadece güvenliğin devamı değil; aynı zamanda adaletin tesisi, toplumsal barışın onarılması ve travmaların rehabilitasyonu sürecidir.

Toplumsal ayağa bakıldığında ise, şehit ailelerinin ve gazilerin bu yeni sürecin merkezinde tutulması elzemdir. Çünkü bu mücadelede bedel ödeyenler, aynı zamanda ülkenin bu konuda en yüksek meşruiyet kaynağıdır. Şehit aileleri ve gaziler, sadece bir anma nesnesi değil; aynı zamanda terörsüz Türkiye’nin ahlaki teminatı olmalıdır. Onların acısı, ülkenin yol haritasına dönüşmelidir.

Ayrıca kolektif hafıza da yeniden şekillendirilmelidir. Şehitlerin isimleri sadece kışlalara değil, gelecek nesillerin vicdanına ve bilincine kazınmalıdır. 6 Temmuz’da metan gazıyla şehit olan 12 evladımız, yalnızca bir acı değil; bu ülkenin nasıl bir bedelle terörden kurtulduğunu gelecek kuşaklara anlatacak en çarpıcı gerçektir. Onların adı, okullarda, müfredatlarda, şehir hafızalarında yaşamalıdır. Çünkü bir milletin geleceği, neyi unutmamaya karar verdiğiyle doğrudan ilgilidir.

Bu noktada, devletin “unutmayan ama kin tutmayan”, “affeden ama unutmayan”, “kararlı ama merhametli” bir çizgide yürütmesi gereken ince strateji, hem içerideki bütünlüğü hem de dış dünyaya verilen mesajı belirleyecektir. Terörsüz Türkiye, sadece silahların sustuğu değil, yaraların sarıldığı bir ülke olduğunda mümkün olacaktır.

Fiili Silah Bırakma Süreci: Titiz Yönetim, Güvenlik ve Siyasi İrade

Türkiye”nin terörle mücadelesinde tarihi bir eşik, PKK”nın bu hafta silah bırakma sürecini fiilen başlatmasıyla karşımıza çıkmaktadır. Bu süreç, salt sembolik bir adım değil, devletin tüm kurumlarının koordineli, titiz ve şüpheye yer bırakmayacak şekilde yönettiği kapsamlı bir dönüşüm çabasıdır. Burada kritik olan, sürecin yalnızca güvenlik güçlerinin saha operasyonlarıyla sınırlı kalmayıp, siyasi iradenin ve istihbaratın da aktif denetimi altında yürütülmesidir.

Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), bu dönüşümün hem saha hem de stratejik boyutunda merkezi bir rol üstlenmektedir. MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın 1 Temmuz’da Kuzey Irak’ta, Zap ve Metina bölgelerinde yürüttüğü saha temasları, Hakkâri ve Çukurca’daki üslerde yaptığı incelemeler ve ardından Bağdat’a gerçekleştirdiği ziyaret, devletin silah bırakma sürecini her seviyede “hazır, tetikte ve şüpheyle” takip ettiğinin somut göstergesidir. Bu dikkat ve titizlik, PKK mensuplarının gerçek teslimiyetini anlamak ve sürecin meşruiyetini sağlamak adına vazgeçilmezdir.

Siyasi alanda ise, sürecin meşruiyet ve kamuoyunda karşılık bulması açısından önemli bir adım, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın DEM heyetini kabulüdür. Bu görüşmeler, terörle mücadelede yalnızca askerî değil, aynı zamanda siyasi ve diplomatik kanalların da etkin bir şekilde kullanıldığını göstermektedir. Erdoğan’ın, silah bırakma sürecinin MİT tarafından titizlikle izlendiği ve provokasyonlara kesinlikle müsaade edilmeyeceği yönündeki vurgusu, devletin kararlılığını ve sürece olan güvenini ortaya koymaktadır.

Ancak bu sürecin bir gösteriye veya propaganda malzemesine dönüşme riski de göz ardı edilmemelidir. Bu tür süreçlerde yaşanan manipülasyonlar, kamuoyunda güven bunalımına ve sürecin zedelenmesine yol açabilir. Dolayısıyla, devletin süreçle ilgili bilgileri “şeffaf ama manipülasyona kapalı” bir biçimde kamuoyuyla paylaşması zorunludur. Böylece hem sürecin şeffaflığı sağlanır hem de provokasyonların önüne geçilmiş olur.

Source: Konuk Yazar


İsmailağa”nın açılışına AKP”liler akın etti! Soylu o isimle yan yana oturup kime mesaj verdi?

Trabzon’un Of ilçesinde İsmailağa Cemaati”nin törenine, AKP”nin önde gelen isimleri akın etti. Dergah açılışına eski İçişleri Bakanı ve Süleyman Soylu”nun yanı sıra, Cumhurbaşkanı Danışmanı Oktay Saral, eski Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu ile AKP Trabzon Milletvekili Vehbi Koç da katıldı.

Uzun süredir sessizliğini koruyan Süleyman Soylu, tören sırasında cemaatten atılan Cübbeli Ahmet Hoca’yla (Ahmet Mahmut Ünlü) sözde “şeyhlik” rekabetinde bulunan Salih Topçu ile yan yana oturdu.

Soylu”nun yan yana oturduğu isim dikkat çekti, vermek istediği mesaj merak konusu.

Cemaatteki atışma ve ihraç kararlarının ardından Ünlü, İsmailağa Cemaati heyetine hakkını haram ettiğini söylemişti.

Bir yayında cemaatin Müslümanlara zarar verdiğini söyleyen Ünlü”ye, Salih Topçu imzalıi “Bir kimse, bir gün Mahmud Efendi’nin dizinin dibindeydi diye, ömür boyu onun adına konuşamaz. Efendi Hazretimizin izni olmadan hiçbir söz, cemaatin sözü olamaz!” cevabı verilmişti.

Source: Haber Merkezi


Çocukların akıllarına zincir vurmayın

Analiz / Doç. Dr. Osman Tek

İslam dini, insanı sorumlu bir varlık olarak görür; fakat bu sorumluluğun başlangıcını keyfî değil, akıl ve buluğ gibi fıtrî sınırlara bağlamıştır. Henüz akıl baliğ olmamış bir çocuğa dinî mükellefiyet yüklenmemesi, İslam’ın aklı önceleyen yapısının açık bir göstergesidir. Eğer maksat sadece itaat olsaydı, bu yaş sınırının da bir anlamı olmazdı.

Farkında değiliz belki ama İslam, akla büyük bir değer atfeder. Sadece inanmamızı değil, aklederek tasdik etmemizi ister. Doğan çocuğa ne Adem ile Havva’nın günahı yüklenir, ne de bugün yaşayan Adem ve Havvaların hatalarının sorumluluğu. Bir başka deyişle İslam, “çocukları rahat bırakın” der. Akıllarını bağlamayın. Muhakeme yeteneklerini köreltmeyin. Adem’in günahıyla onların minik dünyalarını örselemeyin. Dünyayı bir suçlu gibi seyretmelerine sebep olmayın.

Kocaman ayılar bazen yalnızca ince bir zincirle bağlanırlar. Çünkü küçücükken bu zinciri kırmayı defalarca denemişler, başaramamışlardır. Artık denemeye bile kalkışmazlar. Çünkü öğrenilmiş çaresizliğin kurbanıdırlar.

İşte çocuklar böyle olmasın. Ayıların burnuna taktığımız zincirleri çocukların akıllarına bağlamayalım.

Bir zamanlar, her sorunun cevabını bilen, kör bir bilge varmış. İki kardeş, defalarca soru sormuşlar ve bilge her birini doğru yanıtlamış. Çocuklar, bilginin mutlaklığına karşı rahatsızlık duymuş olmalı ki ona bir tuzak kurmaya karar vermişler.

Avuçlarına bir kelebek alacak, bilgeye soracaklarmış: “Kelebek canlı mı, ölü mü?”

Eğer bilge “ölü” derse, kelebek uçup gidecek ve bilge yanılmış olacak.

Eğer “canlı” derse, avuçlarını sıkacak ve kelebeği öldüreceklermiş. Yine bilge yanılmış olacak.

Kurnazca hazırlanmış bir soru. Ve karşılarında gözleri görmeyen bir bilge.

Soruyu sorarlar: “Kelebek canlı mı, ölü mü?”

Bilge gülümseyerek şöyle der:

“Her şey sizin elinizde. Onu yaşatmak da, öldürmek de.”

İşte hayatın özeti budur:

Avuçlarımızda tuttuğumuz bir kelebek gibi…

Bir çocuğun kalbi, bir aklın filizlenişi, bir insanın kaderi…

Hepsi ellerimizdedir.

Ya yaşatırız ya da onu bir önyargının, bir zincirin içinde boğarız.

Bu durum, insan fıtratına uygun olan İslamın özgüveninin yüksekliğini gösterir. İknanın ardında akli melekeler vardır. Baskının ardında ise ezilmiş ruhlar. O sebeple “medenilere galebe ikna iledir” sözü hem pedagojiye hem de islamın özgüvenine vurgu yapan bir hakikate aynadır.

Source: aktifhabercom