Dans Vebası: İnsanlığın Ayaklarıyla Çığlık Atışı
1518 yazı. Strasbourg’un taş sokaklarında bir kadın, Frau Troffea , kimseye aldırmadan dans etmeye başladı. Ne müzik vardı ne şenlik. Zaten yüzünde de neşeye dair tek bir iz yoktu. Gözleri boşluğa bakıyor, bedeni sanki başka bir iradenin esiriymiş gibi kıvranıyordu. Durdurulamıyordu. Uyuyup uyanıyor, yeniden dans etmeye başlıyordu. Ayakları kanıyor, bedeni titriyordu ama bırakmıyordu. Frau Troffea dans etmeye yalnız başladı ama günler içinde ona katılanların sayısı hızla arttı. Haftalar içinde sayı 400’ü buldu. İnsanlar dans ederken kalp krizi geçirip ölüyor ama kalanlar dansı yine de bırakamıyordu. Günlük raporlara göre her gün beş kişi bu çılgınlıktan ölüyor, şehir korkunç bir biçimde felakete sürükleniyordu. Aslında bu yalnızca Strasbourg’a özgü bir kâbus değildi. Hatta ilk büyük ölçekli olaylardan biri 1374’te, Almanya, Aachen’da yaşanmıştı. Hollanda ve Belçika’da da benzer semptomları gözlenen dans salgınları kaydedilmişti. İnsanlar halkalar oluşturdular, el ele tutuşup saatlerce döndüler. Bazıları ağızlarından köpükler çıkararak yere yığıldı. Birçoğu dans ederken hayaller ve halüsinasyonlar gördüklerini söyledi. Kaynaklar, bu olayların sadece kısa süreli toplumsal taşkınlıklar değil, yıllarca süren “kolektif delilik” örnekleri olduğunu yazıyor. Özellikle 14 ila 17. Yüzyıllar arasında, Avrupa’da meydana gelen sosyal bir fenomen… Bu vakalara Orta Çağ’da “Choreomania” adı verildi. Kelimenin kökeni Eski Yunanca’dan: choros (dans) ve mania (çılgınlık) . İtalya’da benzer olaylara “Tarantizm” deniyordu — halk, bir örümcek ısırığının insanı delirtip dans etmeye zorladığına inanıyordu. Kurbanlar, “tarantula zehrini atmak için” dans ettiklerini söylüyorlardı. Müziği keserseniz, ölürlerdi. Peki esasında neydi bu? Şeytanın dansı mı? Bir lanet mi? Zehirli tahıllar mı? Yoksa… ruhun, içinde sıkıştığı bedenden taşma çabası mı? Tarihçiler raporları inceliyor, hekimler hipotezler kuruyor, kilise şeytani müdahaleden söz ediyordu. Bu, sadece bir fiziksel kriz değildi. Bu bir çığlıktı. Topluca. Eşzamanlı. Bastırılmış olanın, başka türlü ifade edilemeyenin, “bedende patlayan ruh hali” nin çığlığıydı. Sessizce taşan bir ruhsal çöküntü… Kitleler birlikte, bilinç dışının sahnesinde kendilerini kaybediyordu. Bedeniyle dans eden her birey, belki de içinde susturulan bir haykırışı ritme dönüştürüyordu… *** İnsanlık, acıyı kimi zaman kelimelerle değil, bedenle dile getirdi. Aslında bu ifade biçimi sadece veba yıllarına özgü de değildi. Mitolojide dans, kutsal bir arınma; Anadolu’da zılgıt, yasın dilidir. Hint tapınaklarında dönen kadınlardan Mezopotamya’da transa geçen rahibelere kadar, beden çoğu zaman söze yer bırakmayan duyguların taşıyıcısı oldu. OLASI NEDENLER Tarihin en tuhaf krizlerinden biri yaşandığında, insanlar elbette bir açıklama aradı. Strasbourg’daki hekimler, bedenlerin “sıcak kan” yüzünden kontrolden çıktığını düşündü örneğin ve çözüm olarak daha fazla dans önerildi. Bazıları, dans edenlerin halüsinasyonlara neden olan ergot mantarıyla zehirlendiğini öne sürdü. Fakat bu madde kasılma ve bilinç kaybına neden olur; koordine dansları açıklayamazdı. Kimi teoriler, dans edenlerin gizli tarikatlara mensup olduğunu, dinsel ritüeller gerçekleştirdiklerini iddia etti. Oysa tanıklar onların acı çektiğini, yardım istediğini söylüyordu. Kilise ise bunu Aziz Vitus ’un laneti olarak gördü. Ayinler yapılarak “şeytani etkiler” kovulmaya çalışıldı. Tüm bu anlam verme ve açıklama çabaları asıl sorunun ancak etrafında dolanabiliyordu: Ya bu bir salgın değil de toplumsal bir çöküşse? Tarihçi John Waller ’ın da savunduğu gibi, bu olayın en tutarlı açıklaması toplumsal kaygı kaynaklı psikozdu. Kıtlık, hastalık, ölüm korkusu ve batıl inançlarla kuşatılmış halk, zihinsel ve duygusal olarak çökmüştü. Bir tür kolektif bilinçdışı ortaya çıkmıştı. Topluca trans hâline geçmişlerdi. Olay bir “histerik bulaş” tı. Yani bu insanlar hasta değildi. İsyan da etmiyorlardı. Ruhsal bir basınca teslim olmuşlardı. Bu basınç, çağlar boyunca farklı şekillerde kendini gösterdi: Cadı avlarında, dini vecdlerde, tarikat coşkularında, linçlerde, politik histerilerde… Ve nihayet 1518’de Strasbourg’da, bedenle ifadesini bulan bir toplumsal çöküşte. O dönemin en bulaşıcı mikrobu “korkuydu” . Sessizliğin içinden çığlık atmanın bir yoluydu dans. Kronik stres, toplumun genelinde derin bir depresyon hali yaratmıştı. Tüm bu yaşananları bütünüyle geçmişe ait sanmayın. Aradan yüzyıllar geçmiş olsa da, aynı his bugün de içimizde bir yerlerde kıpırdıyor… Aynı baskı, aynı çaresizlik, aynı iç patlama hâli başka biçimlerde karşımıza çıkıyor. Çünkü toplumlar değişse de, kaygı, biçim değiştirerek kalıyor. Çünkü bastırılan her duygu, sonunda alternatif bir yol buluyor. GÜNÜMÜZÜN DANS VEBASI: SESSİZ, YALNIZ VE UMUTSUZ 1518’de sokakta dans edenler vardı. İnsanlar, içlerindeki fırtınayı bedenleriyle kusuyordu. Bugünse aynı fırtına, sessizce içeride dönüyor… Artık kimse cadde ortasında çığlık atmıyor. Onun yerine ekran başında sabitlenmiş bakışlar, yastığa gömülen başlar, karanlık odalarda sabaha kadar kaydırılan parmaklar var. Artık ritmi beden değil, baskılar, beklentiler ve sessizce taşınan yükler belirliyor. Bugün insanların, bilhassa da gençlerin dansı görünmez. Onların bedeni titremiyor belki ama içi dağınık, ruhu sarsılıyor. Tarihteki dans vebası bir toplumsal çöküşün dışavurumuydu. Bugünkü kaygı da öyle. Sadece daha sessiz. Daha kişisel. Daha yalnız. Peki bugünkü bu görünmez dansın sebebi ne? Gelecek korkusu artık bireysel değil, kuşaklararası bir gerçekliğe dönüştü. Gençler elle tutulur bir gelecek tahayyül edemiyor. Eğitim sistemi umut değil, gençliğin potansiyelini törpüleyen bir sıralama fabrikası. Ekonomik kriz yalnızca cüzdanları değil, zihinsel sağlığı da vuruyor. Asgari ücretle geçinmek artık bir hayatta kalma mücadelesine dönüştü. Gıda fiyatları, kiralar, ulaşım ücretleri… Her şey sürekli artarken, alım gücü yerinde sayıyor. Bir genç, ay sonunu düşünmeden kitap almayı, dışarı çıkmayı, hayal kurmayı lüks sayıyor artık. Hayat pahalılığı yalnızca bir ekonomik gösterge değil; gençliğin insanca yaşama hakkını adım adım elinden alan görünmez bir şiddet biçimi. Bugün Türkiye’de genç işsizlik oranı almış başını gitmiş. NEET kategorisindeki (ne eğitimde ne istihdamda olan) gençlerin, yani ev genci dediğimiz kesimin oranı %25, 30’ları buluyor. İşsizlik rakamları sadece sayılar değil; bir kuşağın hayata geçememiş projelerinin, yarım kalmış hayallerinin sessiz toplamı. Sosyal destek yok. Siyasi katılım inancı zayıf. İfade özgürlüğü, giderek daralan bir çember… Eleştiren yargılanıyor, sorgulayan dışlanıyor. Sosyal medyada bir paylaşım yaptığında işinden olma korkusu taşıyan yüz binler var bu ülkede. Bir afiş, bir şarkı, bir slogan ya da sadece bir bakış; hepsi potansiyel bir tehdit sayılabiliyor artık. Konuşanların sesi kısılıyor, slogan atanların kafası eziliyor. Bu coğrafyada duyguların ifadesi hep şüpheyle izleniyor. Bırakın bir meydanda dans etmeyi, bir söz söylemek bile cesaret istiyor. Gençler düşünmeden önce susmayı öğreniyor. Çünkü burada cesaretin karşısına sadece devlet değil, toplumun kendisi de dikiliyor. Gelenekle, dinle, töreyle, mahalle baskısıyla… Bu topraklarda inanç, kimi zaman duyguların üstüne örtülen bir şala dönüşüyor. Sanat baskı altında, basın kuşatma altında, üniversiteler susmuş, sokaklar kimlik kontrolünde. İfade özgürlüğü değil, ifade tedirginliği hüküm sürüyor. Güvencesizlik, sadece maddi değil, duygusal bir yoksunluk da yaratıyor. Kaygı, artık kronik bir zemine oturdu. Gençler, haklarını savunmak yerine, “bir gün gidebilmenin” planlarını yapıyor. Yurtdışında yaşamak artık yalnızca ekonomik bir tercih değil; insanın değer görmek, özgürce var olmak ve emeğinin karşılığını alabileceği bir düzleme duyduğu ahlaki özlemin ifadesi. Çünkü eldeki düzende liyakat yok. Adalet yok. Umut yok. İşte bu yüzden bugünün dansı içe doğru. Bugünün gençliği “başka bir ritimle” titriyor: Kaygı ritmiyle, korku ritmiyle, adalet arzusuyla… Tarihte dans vebası, toplu bir çöküşün görünür biçimiydi. Bugün yaşadığımız ise, görünmez bir ruhsal salgın. Adını koyan az, ama belirtileri yaygın. Gençler huzursuz. Gençler yorgun ve yalnız. Bugün gençler dans etmiyor belki ama ifade edemediği her şey içlerinde birikiyor. Bir zılgıt atamayan, bir meydanda haykıramayan bedenler, içine çöken bir yorgunlukla yaşıyor. Kadim toplumlarda dans bir haykırıştı, şimdi suskunlukla yer değiştirdi. Belki de dans vebası bir çöküş değil, bir direnişti. Mitolojinin ateş danslarıyla, bugünün içe çöken, görünmeyen çırpınışları arasında bir bağ var. İnsan sustukça bedeni konuşur. Bugün gençler pek de konuşmuyor ve biz, bu sessizliği duymuyoruz. Tüm bu düşüncelerin ortasında, bir 19 Mayıs daha geçti… Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı. Cumhuriyetin gençliğe armağan ettiği o büyük umut günü. Oysa bugün o armağan, bir yük gibi duruyor sırtlarda. Çünkü umutlar yaşatmak içindir. Eğer bir ülkede umut, gençlerin yüreğinde ritim bulmuyorsa, her marş biraz boğuk, her tören biraz eksiktir.
Source: Sadık Çelik
MEB; imam hatiplerde çocuk gelişimi programı başlatılması için harekete geçti: İmam hatipleşmeyen okul kalmasın
Eğitimde dinselleşme çalışmaları sürerken; imam hatiplerin de etki alanları genişletiyor. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB); imam hatiplere yönelik yatırımları arttırıyor. Bu kapsamda; Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Din Öğretim Genel Müdürlüğü Eğitim Politikaları Daire Başkanlığı’ndan dikkat çeken bir talep geldi. Daire Başkanlığı, bakanlığa imam hatip bünyeleri kapsamında 2025-2026 eğitim-öğretim döneminden başlayarak “Çocuk gelişimi ve Eğitimi Programı” açılmasını önerdi. MESLEKİ İHTİYAÇTAN KAYNAKLIYMIŞ Daire Başkanlığı’nın bakanlığa gönderdiği yazıda imam hatip bünyesinde açılması talep edilen bu programın; “öğrencilerin hem mesleğe, hem yüksek öğretime veya hayata ve iş alanlarına” hazırlamak gerekçesiyle gereksinim olduğu belirtildi. Bu kapsamda daire başkanlığı; İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa, Samsun, Kocaeli, Sivas ve Aydın’da bu programların başlatılması talep etti. Talep edilen okullar ise şunlar oldu: İzmir Karaburun Anadolu İmam Hatip Lisesi ile Torbalı Şehit Cengiz Tokur Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi, Bursa İnegöl Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi ile Mustafakemalpaşa Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi, İstanbul Kartal Medine Tayfur Sökmen Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi, Ankara Altındağ Mahir İz Anadolu İmam Hatip Lisesi, Kocaeli Gölcük Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi, Samsun İlkadım Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi, Sivas Merkez Abdulsamed Bal Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi, Aydın Nazilli Şehit Sümer Deniz Anadolu İmam Hatip Lisesi. ‘İMAM HATİPLER DAYATMAYA DÖNÜŞTÜ’ Konuya ilişkin gazetemiz Cumhuriyet’e açıklamalarda bulunan Eğitim-İş Bursa Şube Başkanı ve Laiklik Meclisi Sözcüsü Özkan Rona; MEB’in proje imam hatip okulları ile mektep-medrese ayrımını yeniden yarattığını belirtti. Rona; proje imam hatip okullarını tüm alanlarda program uygulayan okullara dönüştürerek bu ayrımı fiilen ortaya koyduğunu bildirerek; “Lise kademesinde öğrencilerin öncelikli tercihi olan ve yarışma sınavıyla öğrenci alan fen liseleri, anadolu liseleri, sosyal bilimler liseleri; yetenek sınavı ile öğrenci alan güzel sanatlar, spor liseleri gibi okulların muadilleri, proje imam hatip okulu olarak faaliyet gösteriyor. Sınırlı kontenjanı olan genel okullara yerleşemeyen öğrenciler için proje imam hatip seçeneği sunuluyor. Fen lisesi projesi uygulayan imam hatip liselerinin sayısı fen liselerini geçti. Kimi şehirlerde bir güzel sanatlar lisesi varken birden fazla musiki projesi uygulayan imam hatip lisesi ile karşılaşabiliyoruz. Sayılarına ve program çeşitliliğine bakılırsa mektep-medrese ayrımında, laik eğitim veren okullar ulaşılabilirliği bakımından geriye düşürülmüş, imam hatipler program ve kontenjan fazlalığıyla bir dayatmaya dönüşmüştür” dedi. ‘MEB’TE GÜLENCİLER FİKİRLERİYLE İKTİDARDA’ “Şimdi de program çeşitliliği ve mesleğe hazırlama bahanesiyle kız imam hatip liseleri bünyesinde çocuk gelişimi ve eğitimi programı açılıyor” diyen Rona; “Meslek liselerine ait olan bu programı imam hatip okullarında da açmak eğitimdeki paralel yapılanmanın açık göstergesidir. Neredeyse liselerde uygulanan programların tamamı için bir muadil bir imam hatip programı da açılmış durumda. Üstelik bünyesinde çocuk gelişimi ve eğitimi programı açılan kız meslek liselerinde aynı zamanda bir de uygulama ana okulu açılır. İmam hatiplerde inanç esasları çerçevesinde açılan bu programın devlet okulları bünyesinde açılacak uygulama anaokulları da resmi sıbyan mektepleri olarak medrese eğitimi verecektir. Şimdiye kadar tarikat ve cemaatlerin evlerde ya da yurtlarda kaçak yollarla yürüttüğü ‘sıbyan mektebi’ çalışmaları bu haliyle Milli Eğitim Bakanlığı tarafından projeye dönüştürülmüş olacak. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin siyasal İslamın en zehirli fikirlerini dillendiriyor ve bunları toplumsal bir talepmiş gibi göstererek uygulamaya koyuyor. Üstelik eğitimi dinselleştirmek için kullandıkları tüm yöntemlerin de geçmişte FETÖ’ce uygulandığını düşünürsek MEB’te Gülenciler fikirleriyle iktidarda diyebiliriz” ifadelerini kullandı.
Source: Aytunç Ürkmez
10 yıldır kanayan yara
Bir yara kaç yıl kanar? İnsan bir ağrıyı ne kadar sırtında taşır? Önümde bir dosya duruyor. Kapağı buruşmuş, yıpranmış bir dosya. Zira tam 10 yıl olmuş, içinden çıkılamamış. Aslında Türkiye, onun hikâyesini, ilk kez 2018’de, Hürriyet gazetesinde, Melis Alphan ’ın köşesinde okudu. 2005 doğumlu İ.U ’nun istismarından bahsediyorum. Aradan yıllar geçti. Meğer hiçbir şey bitmemiş. Şöyle anlatayım… İ.U’nun ailesi Kastamonuluydu. Ancak çalışma zorunluluğu nedeniyle İstanbul’da ikamet ediyordu. İ.U. ise Kastamonu’nun bir köyünde anneannesinin ve dedesinin yanında kalıyor, Çatalzeytin İmam Hatip Ortaokulu’nda birinci sınıfa devam ediyordu. Okullar kapandıktan sonra teyzesi, İ.U’nun son günlerde okula götürdüğü tabletinde bir fotoğraf fark etti. İ.U’nun izbe bir yerde, 35 yaşlarında bir adamla yanak yanağa pozu vardı. Annesine haber verdi. Koşarak gelen anne olayın peşine düştü. İ.U. korkmuştu. Olayı konuşmak istemiyor, utanıyordu. Ancak annesi ısrarcıydı. OKULDA İSTİSMAR Çocuğunu alıp okula gitti. Bu adamın kim olduğunu bulmaya çalıştı. Öğretmeni, annesi ve İ.U. baş başa kaldılar. Devamını annesi şöyle anlatıyor: “Öncesinde ona çok sorduğum halde anlatmak istememişti. Çok durgunlaşmıştı. Z. öğretmen onu konuşmaya ikna edince…” İ.U. öğretmenine her şeyi birer birer açıkladı. Anlattığına göre fotoğraftaki adam kendisini aylardır istismar ediyordu. Anne duydukları karşısında şoke olmuştu: “O sırada ben kendimi çok kötü hissettiğim için dışarı çıktım. Devamını dinleyemedim. Sonraları kızıma zaman zaman anlatmasını telkin ettiğimde bana çok utandığını, kendisini kötü hissettiğini ve anlatmak istemediğini söyledi.” Anne, hemen karakola gidip şikâyetçi oldu. Savcılık, İ.U’nun psikolog eşliğinde ifadesini aldı. İstismar şüphelisi okulun temizlik görevlisi olan memur İ.T. idi. İ.U’nun anlattığına göre, ilkokul dördüncü sınıfın sonundan beri İ.U’yu takip ediyor, ona sürekli yakın olmaya çalışıyordu. İ.U’nun ifadesine göre amacına da ulaşmıştı: “İ.T’nin kendisine karşı yapmış olduğu cinsel saldırı eylemlerini yangın merdiveninde ve okulun alt katında bulunan sığınakta yaptığını…” Okulun ücra yerleri istismar için kullanılmıştı. Şüpheli İ.T., 2015 yılından 2016 Haziran’ına kadar İ.U’yu istismar etmişti. ANNEANNENİN FARK ETTİĞİ DEĞİŞİM Adli tıp raporu, İ.U’nun istismarına yönelik somut fiziksel bulgulara ulaşamadı. Ancak İ.U’nun beyanlarına itibar edilebilecek zihinsel gelişkinlikte olduğunu söyledi. İ.T. gözaltına alınıp tutuklandı. Hakkında çocuk istismarından dava açıldı. Oldukça zor bir davaydı. Tıbbi raporlar, küçücük çocuğa sorulan cinsel saldırı detayları, İ.U’nun çocuk aklıyla anlatamadığı, hatırlayamadığı, söyleyemediği cevaplar… Anneannesi süreçte İ.U’da değişim fark etmiş ancak olayı anlayamamıştı: “5. sınıfa başladığı dönemde iç çamaşırı kirli olurdu. Büyük abdesti bulaşmış vaziyette olurdu. Kendisine nedenini sorduğumda ağlıyordu. Dışkını tutamıyor musun diye sormuştum. Daha öncesinde böyle bir durumu yoktu. O dönemde külotu pis vaziyette idi. Ayrıca gece yatağını ıslatmaya veya pencere kapı açık yatamamaya başladı. Bu şekilde değişiklikler oldu ve o dönemde devamlı olarak ağlıyordu. Yine 5. sınıfta büyük abdestini yaparken kanamasının, acısının olduğunu söylemişti.” Sanık İ.T’nin kabul, İ.U’nun da anneannesinin de teyit ettiği bir detay: İ.T., erzak getirme bahanesiyle İ.U’nun kaldığı eve kadar gelmiş, koli bırakmıştı. Anneanne, okuldan kilometrelerce uzaktaki evlerinin önünden birkaç kez geçtiğini de görmüş, neden buralarda dolanıyor diye sorgulamıştı. Ancak olayın açığa çıkmasıyla meseleyi çözmüştü. İ.U’nun ifade ettiği gibi çocuk takip ediliyordu. ÖNCE BERAAT SONRA CEZA Sadece o değil… İ.U’nun küçük kardeşi de mahkemeye geldi, sorulara yanıt verdi: “Tam tarihini hatırlamadığım bir zamanda bizim okulun çeşmesinin ve çam ağaçlarının bulunduğu bir yerde ablamı gördüm. Yanında İ.T. abi vardı, başka da kimse yoktu. Yanlarına gittiğimde ablam ile İ.T. abi oturuyorlardı. Bir sonraki teneffüs tekrar yanlarına gittiğimde çamın yapraklarından bir şeyler örüyorlardı. Ablam ile İ.T. her gün görüşüyorlardı. Oturup sohbet ediyorlardı.” 10 yaşındaki İ.U. istismara maruz kaldığı yerleri tek tek gösterdi, detaylarıyla anlattı. Gelgelelim yaşı gereği, cinsel istismar detaylarının anlatımında çelişkiler görünüyordu. Ancak her şeyi inkâr eden sanığın anlattığı detaylar da yalan çıkmıştı. Buna rağmen mahkeme, 2 Kasım 2017’de “Şüpheden sanık yararlanır” kuralı gereği İ.T. hakkında beraat kararı verdi. Ancak… İstinaf mahkemesi aynı fikirde değildi. Tecavüz eyleminin gerçekleştiğinin kanıtlanamadığını kabul etti. Ancak mahkeme, tanık anlatımlarını, çocuğun sanık beyanlarını da gözeterek cinsel istismarın ve hürriyeti tahdit suçunun kanıtlandığını söyledi. Ayrıca herkes çocuğun beyanlarındaki çelişkiye odaklanırken, mahkeme sanığın anlattıklarında birçok çelişki buldu. Sanığa 28 Kasım 2018’de 14 yıl 8 ay ceza verdi. 9 SENEDİR BİTMEYEN HİKÂYE Bu kez dosya Yargıtay’a gitti. Yargıtay 7 yıllık incelemenin ardından geçen şubat ayında kararı verdi. İstinaf mahkemesinin cezasını uygun bulmadığını söyledi. Yargıtay’a göre de İ.U’nun çelişkili görünen beyanları, istinafın kararının bozulmasını gerektiriyordu. Böylece her şey sil baştan oldu. İ.U. istismar yaşandığında 10 yaşında, olay adliyeye yansıdığında 11 yaşındaydı. Bugün 20 yaşında, yaşadığı şehri terk etmek zorunda kalmış genç bir kız. O gün 5. sınıftaydı, bugün üniversitede. Gelgelelim 9 senedir yargı, küçücük bir çocuğun başından geçenleri aydınlatamadı. İ.U’nun yarası ise kanadıkça kanadı. Yargının karasızlığıyla daha da kanayacak gibi. Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği Başkanı avukat Müjde Tozbey , İ.U’nun hukuk mücadelesini kendilerinin vereceğini söyledi. Siyasi davalarda yargı üzerinden birbirimizi yiyoruz. Oysa bir çocuğun acı öyküsü bile yargının karanlık koridorlarında kaybolup gidiyor. Yargı, toplumun vicdanını rahatlatmıyor, adeta zaman ile kurutuyor. Çocuklarına geçmişin yaralarını hatırlamadan yaşama imkânı veren milletlerin geleceği de vardır.
Source: Barış Terkoğlu
Başka oyunlar!
Hakemlerimizi eleştirmek inanın hiç hoşuma gitmiyor. Mizacıma da hiç uymuyor. Fakat maalesef hakemlerimizin çoğu öylesine büyük hatalar, öylesine büyük haksızlıklar yapıyorlar ki bunların karşısında susmak ya da onların olumlu taraflarını aramak mümkün olmuyor. Üstelik böylesi bozuk bir futbol ortamında hiçbir şey gelişemez. Hakemler de gelişemez. Bakınız hakemlerimizin Avrupa’daki seviyelerine. Konferans Ligi finalinde 4. hakem olabiliyorlar ancak… İşte en son Alanyaspor-Beşiktaş maçı. Evet Beşiktaş kötü bir oyun çıkardı ama bu, hakemin Beşiktaş’ın gol atıp skoru 1-1’e getirdikten sonra Siyah-Beyazlılara karşı aldığı olumsuz tutumu ve verdiği haksız kararları açıklayamaz. Beşiktaş’ın maçın sonuna doğru iptal edilen bir golü var. Pozisyon hakemin hemen önünde oluyor, hakem pozisyonu devam ettiriyor, gel gör ki o pozisyon 7-8 saniye sonra gol oluyor. Sonra hakem golü iptal ediyor. VAR ise “YOK” olmuş sanki o anda. Böylesi maçın sonunda ve puan kaybına sebep olacak nizami bir gol iptalini Galatasaray’a, hatta Fenerbahçe’ye karşı yapın da görelim. Hakemlerin güç gösterilerinin hedefi her zaman Beşiktaş olmuştur çünkü. Üstelik Beşiktaş şampiyonluğa bir tehdit değilken 3.’lük mücadelesi verirken yapılıyor bu. Bu koşullarda Beşiktaş’ın illa ki çok çok iyi oynaması ve hakemlerin verdiği haksız kararlara rağmen rakibini yenebilecek güçte mi olması gerekiyor? Hem de her zaman. Adalet bunun neresinde? Ama biz baştan sona tüm bu yanlış yönetim biçimlerinin sonucu oluşmuş adaletsiz futbol ortamını konuşmak, çözüm aramak yerine milli sporumuz haline gelmiş “transferler” konusuna gömülmüş durumdayız. Sorunlarımızın çözümünü hep transferlerde arıyoruz. Oysa önce futbola dair doğru bir anlayışa sahip olmalıyız. Transferler olayın sadece bir parçası. Ayrıca nadir de olsa birilerinin doğru yola girmesine de imkân vermeliyiz. Aksi taktirde bilerek ya da bilmeyerek kulüpler üzerinden rant elde edenlerin ekmeğine yağ sürüyoruz. Beşiktaş Başkanı Serdal Adalı şimdi kulübü düzlüğe çıkarmak, doğru bir yapılanmayla, geleceği olan bir takım yaratmak için çabalıyor. Ama daha şimdiden yoluna taş koymak için pusuda bekleyenler var. Yeni düzenlemelerin ardından paranın kokusunu alanlar var. Flaş (!) transferle para saçıp, şov yapıp kulübü soyup soğana çevirip, sonra kaçıp alacaklıların kapının önünde kuyruk olduğu o eski günleri özleyenler var. Sosyal medyadaki troller de şimdiden iş başında. Yani düzgün kulüp yönetmek de çok zor bu ülkede, düzgün maç yönetmek de.
Source: Gülengül Altınsay
Alevi Bektaşi Federasyonu’ndan Kurtulmuş’a tepki
Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’un sivil toplum temsilcileri ile yaptığı bir toplantıdaki ifadelerine ilişkin Karadeniz Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Muharrem Erkan Cumhuriyet’e konuştu. Erkan, “Numan Kurtulmuş bu açıklaması ile Alevilerin yüreğine saplanan bin hançerin, bin birini saplayarak tüm insanlığın yüreğini incitmiştir. Bir ülkeyi yönetenler tarihin gerçeklerinden uzak bir şekilde ülkeyi yönetiyor ise, o ülkede huzur kalmaz, birlik, dirlik, kalmaz, barış olmaz ve işte o zaman beka sorunu başlar” dedi. Kurtulmuş ise “Sözlerimden kaynaklı bir kırgınlık oluşmuşsa, siyasi hayatı boyunca bu coğrafyada daima kardeşliği, birliği ve bütünleşmeyi savunan bir kardeşiniz olarak üzgün olduğumu içtenlikle ifade etmek boynumun borcudur” ifadesini kullandı.
Source: Mehmet Menekşe
En ‘yeni Ortadoğu’da İsrail
Trump Ortadoğu gezisinde İsrail’e uğramadı, Suudi Arabistan için bölgedeki “En güvenilir müttefikimiz” ifadesini kullandı. O, Suudi Arabistan’da, Katar’da ve BAE’de 3 trilyon dolara yakın ticari-askeri anlaşmalar imzalarken Batı medyasının, siyasi liderlerinin Netanyahu hükümetine yönelik tavrında bir değişiklik başlıyordu. Bu, uluslararası mahkemelerde yargılanma tehdidiyle karşı karşıya olan Netanyahu için diplomatik açıdan belki de en travmatik haftalardan biriydi. TİCARET DİPLOMASİSİ Trump’ın, kısa dönemli ekonomik çıkarları önceleyen yaklaşımıyla ABD, artık bölgesel etkisini uzun vadeli stratejik ortaklıklardan ziyade, hızlı ticari kazançlar ve devasa silah anlaşmaları üzerinden sağlamaya çalışıyor. Trump’ın dikkati artık petrol gelirleri ve genç nüfusuyla bölgenin yeni teknoloji ve ticaret merkezleri üzerinde odaklanıyor. İsrail hızla yalnızlaşıyor. ABD’de bile, en son kamuoyu yoklamaları, İsrail’e verilen desteğin azalırken Filistin’e sempati duyanların oranının arttığını gösteriyor. Bu ortamda The American Conservative ’in editörü salı günü, yorumunda, İsrail’in Gazze politikasının etnik temizliğe yol açarak ABD’nin ulusal çıkarlarına zarar vermeye başladığından yakınıyor, “Artık bırakın ne hali varsa görsün” diyordu. Batı medyası, siyasetçileri de artık, tarih önünde bir soykırımı kolaylaştırmış olma konumuna düşmekten korkmaya başlayarak tutumlarını değiştiriyorlar. The Guardian, The Economist, Financial Times ve New York Times, Wall Street Journal gibi yayınlar hatta BBC, İsrail’in Gazze’deki yaptıklarını “utanç verici” ve “insani felaket” olarak nitelendirmeye başladılar. Fransa, İngiltere, Kanada liderleri, ortak açıklamalarında, “ Netanyahu hükümeti bu korkunç eylemleri sürdürürken seyirci kalmayacağız. İsrail’in yenilenen askeri saldırılarını durdurmaması ve insani yardım üzerindeki kısıtlamalarını kaldırmaması halinde, karşılık olarak daha somut adımlar atacağız” diyorlardı. İSRAİL YALNIZLAŞIRKEN Gazze yıkımı, soykırımı, İsrail nefreti giderek derinleşen yeni bir Arap kuşağının gelişmesini hızlandıracak, İsrail’in güvenliğini daha da zayıflatacak. Obama döneminde imzalanan 3.8 milyar dolarlık 10 yıllık askeri yardım paketi önümüzdeki yıl sona eriyor; Trump’ın “önce mali çıkar” odaklı yaklaşımı altında anlaşmayı yenilemek, hiç de kolay olmayacak. “İsrail Batı ile ortak değerlere sahip bir ülkedir” fantezi de çöküyor. İsrail uluslararası sistemde “dışlanmış bir devlet” konumuna düşüyor. DİNCİ FANATİKLER Tüm bu felaketi, Aristotelesçi bir dille ifade edersek bir de çok önemli bir “fail nedeni” var: Dinci fanatiklerin birbirini besleyen fantezileri. (Belki de sanrıları demek gerekiyor.) Bir tarafta, Filistin halkının seküler direniş cephesini (İsrail’in de yardımıyla) bölen dinci Hamas’ın, yıllardır uyguladığı radikal, uzlaşmaz politikalarının arkasındaki, “Şeria Nehri’nden Akdeniz’e” fantezisi. Sonuç : Hamas’ın, sonrasını hesaplamadan (Ya hesapladıysa?) tezgâhladığı 7 Ekim 2023’teki kanlı pogrom saldırısı: 2 bin 500 ölü, 250 dolayında rehine. Diğer tarafta, İsrail’de, Filistinlilerin bir halk olarak varlığını bile kabul etmeyen, dinci faşistlerin “Fırat Nehri’nden Nil Nehri’ne büyük İsrail” fantezisi. Sonuç : Hapisten kurtulmaya çalışan hırsız Netanyahu’nun, dinci faşistlerle kurduğu hükümetin, ordu ve istihbarat şeflerinin uyarılarına kulaklarını tıkayarak başlattığı, Gazze’yi, bir soykırımla “temizleyerek” yerleşime açma projesi. Ve tabii, Batı’nın yaklaşık 19 aydır başka yöne bakarken İsrail’e sattıkları silahlarla katledilen 100 binden fazla Filistinli ve yıkımın, bombalanan hastanelerin, sağlık merkezlerinin, ambargonun sonucu, açlıktan, susuzluktan hastalıklardan ölmeye devam eden, gerçek sayısı belirsiz on binlerce çocuk. Şimdi, çoktan utancından intihar etmiş olması gereken Hamas liderliği hâlâ bir sorumluluk üstlenmeden konuşuyor, pazarlık yapıyor. Bir faşist soykırım utancı altında kurulan İsrail, tarih önünde soykırım yapmış bir ülke konumuna düştü. Her yerde dinci akımlar, maddi çıkarlarını, hurafelere sararak gizlemeye devam ediyorlar, yarattıkları felaketlere da halk katlanmak zorunda kalıyor.
Source: Ergin Yıldızoğlu
Yazlık saraya komşu ormanda katliam var
Muğla’nın Marmaris ilçesine bağlı Karaca Köyü’nde yapılmak istenen mesire alanı için yüzlerce çam ağacının kesilmesi isyan ettirdi.
Çam ve pirenlerle kaplı, Karaca Orman İşletme Şefliği sorumluluk bölgesinde bulunan 30 hektarlık ormanlık alan, mesire yeri olarak 20 yıllığına kiraya verilmek üzere Şubat 2021’de ihaleye çıkarılmıştı. CHP eski Muğla Milletvekili Süleyman Girgin, sosyal medya hesabından ormana iş makinelerinin girdiğine ilişkin fotoğrafları paylaştı.
“DALGA GEÇTİLER”
Girgin şunları söyledi: “Marmaris’in Karaca Köyü’nde, Erdoğan’ın Okluk’taki yazlık sarayı yakınlarında, 30 hektarlık alanın ihale edilmesine karşı çıkmıştık. Bu bölge Basra Çamları, arı yatakları açısından zengindir ve içinde çokça piren ormanı barındırmaktadır. Birçok arı yetiştiricisinin burada kovanları bulunmaktadır. ‘Doğamıza, arılarımıza, arıcılarımıza zarar vermeyin’ demiştik. Bölge halkının, yerel yönetimlerin, demokratik kitle örgütlerinin sürece dahil olmadığı bu ihalelere karşıyız demiştik. Bakanlık dalga geçer gibi ‘dikkat ediyoruz’ şeklinde cevap vermişti. İş makineleriyle bu alana girdiler. Bölge halkı rahatsız. Hepimiz gördük ki ucunda rant olunca, bu iktidarın vicdanı kalmıyor. Karaca’daki çalışma acilen durdurulmalıdır.”Süleyman Girgin, ayrıca Orman Genel Müdürü Bekir Karacabey’i telefonla arayarak çalışmanın durdurulmasını talep ettiklerini söyledi.
Mütevazı bir konuttu
8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal için bölgeye yapılan mütevazı Devlet Konuk Evi, 2017’de yıkılmıştı. Yerine 300 odalı yazlık saray inşa edilmişti. Saray için 130 futbol sahası büyüklüğünde bir alan imara açılmıştı. İş makinelerinin girdiği orman yazlık saraya komşu.
Source: Yaşar Anter
Gazze”deki hükümet: 81 günlük ablukanın ardından ilk yardım tırları Gazze’ye girdi
Gazze hükümeti Medya Ofisi Müdürü İsmail es-Sevabite, AA muhabirine yaptığı açıklamada, “Şu ana kadar 87 yardım tırı Gazze’ye giriş yaptı. Bu, 81 günlük ablukanın ardından ilk giriş oldu.” dedi.
Sevabite, yardımların insani ihtiyaçları karşılamak amacıyla uluslararası ve yerel kuruluşlar aracılığıyla dağıtılmak üzere gönderildiğini belirtti.
Öte yandan, Gazze Özel Nakliyeciler Derneği Başkanı Nahid Şuhaybir, AA’ya yaptığı açıklamada, yardım taşıyan tır sayısının 92 olduğunu söyledi.
Şuhaybir, “Tırlardan 75’i güney ve orta kesimlerdeki fırınlara un taşıdı. Yardımlar Kerem Ebu Salim Sınır Kapısı üzerinden ulaştırıldı.” diye konuştu.
Gazze ve kuzey bölgelerine yardım ulaştırmak için kullanılan Netzarim Koridoru üzerinden herhangi bir geçişin sağlanamadığını, İsrail ordusunun bu güzergahı kapattığını ifade eden Şuhaybir, ayrıca, 12 tırın UNICEF’e ait çocuklar için besleyici ek gıdalar taşıdığını ve bunların Deyr el-Belah kentine indirildiğini, 5 tırın ise BAE tarafından gönderilen şeker ve çeşitli gıda maddeleri taşıdığını aktardı.
Hükümetin Medya Ofisi, Gazze”nin günlük olarak en az 500 yardım ve 50 yakıt tırına acil şekilde ihtiyaç duyduğunu vurgulayarak, İsrail’in sınır kapılarını kapatmasının kıtlığı derinleştirdiğini belirtmişti.
Avusturya Dışişleri Bakanı Beate Meinl-Reisinger, dün, Avrupa Birliği”nin (AB) İsrail”e ticari imtiyazlar tanıyan ortaklık anlaşmasını gözden geçirme kararını desteklediğini belirterek, Gazze”deki durumun dayanılmaz boyutta olduğunu ifade etmişti.
Aynı günün ilerleyen saatlerinde Gazze Hükümeti, İsrail’in Kerem Ebu Salim Sınır Kapısı’nda bekleyen yardım tırlarının geçişini üçüncü gününde de engellediğini ve bu durumun uluslararası taahhütlere aykırı olduğunu açıklamıştı.
Gazze Şeridi’nde sivillere yönelik saldırılarını yoğunlaştıran İsrail ordusu, işgali genişletip kalıcı hale getirecek kara saldırılarına başladığını duyurmuştu.
İsrail ordusu, Gazze”nin özellikle kuzeyi ve diğer bölgelerde Filistinlilere saldırı tehdidi içeren ve güneye gitmelerini emreden ilanları havadan atmıştı.
Birleşmiş Milletler, insan hakları örgütleri ve uluslararası yardım kuruluşları, İsrail ordusunun söz konusu kara saldırısının zaten felaket halindeki insani durumu daha da kötüleştireceği uyarısı yapmıştı.
İsrail”in Gazze Şeridi”nin güneyinde Filistinlileri sürdükten sonra sınırlı miktarda insani yardım dağıtacağı “toplama kampları” kurduğu, İsrail basınına yansımıştı. İsrail ordusunun, güneydeki Refah kentinde geniş alanları düzleyerek bunun için hazırladığı uydu görüntüleriyle ortaya çıkmıştı.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
Source:
İşçilere bayramı zehir etmeyin
31 Mart yerel seçimlerinde CHP”den İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Cemil Tugay, göreve gelir gelmez yüzlerce işçiyi kapı önüne koydu. Sendikalar art arda gerçekleştirdikleri eylemlerle işten çıkarılan işçilerin işlerine iade edilmesini istedi. Günler süren eylemler nihayet sonuç verdi. İşten çıkardığı işçileri belediyenin çeşitli birimlerinde tekrar işe alan Başkan Tugay, aradan geçen süreçte yeni işçi kıyımlarına imza atsa da her seferinde gelen tepkiler üzerine geri adım atmak zorunda kaldı. 7 Mayıs 2025 Çarşamba günü İzmir”de yayın yapan yazılı ve görsel basın yayın organlarının temsilcileri ile bir araya gelen Başkan Tugay gelen soru üzerine “toplu işten çıkarma yok” açıklaması yaptı. Tugay”ın bu açıklamayı yaptığı gün İzmir Büyükşehir Belediyesi”nin belediye şirketinde örgütlü Türk İş”e bağlı Belediye İş Sendikasının Ankara”daki genel merkezine İzbeton şirketinden işçi çıkarımı için bildirimde bulunduğu ortaya çıktı. Sendikaya gönderilen yazıda işten çıkarmalara gerekçe olarak da şirketin gelir ve giderleri arasındaki dengesizlik gösterildi. NOTERE İHTAR ÇEKİLDİ Büyükşehir Belediyesi”nin yaptığı bildirime karşılık Belediye İş Sendikası Noter kanalı ile İzmir Büyükşehir Belediyesine yazı göndererek toplu işten çıkarmaların Anayasaya, yürürlükteki yasaya ve İzmir Büyükşehir Belediyesi ile sendika arasında imzalanan toplu iş sözleşmesi hükümlerine aykırı olduğu hatırlatıldı. Yazıda ayrıca İzbeton”un kar amacı gütmeyen ve büyükşehir çatısı altında kamu hizmeti veren bir şirket olduğunun altı çizildi. Sendikadan gönderilen yazının sonuç bölümünde toplu işten çıkarmanın yasaya hakkaniyete, kazanılmış haklara, Anayasal çalışma hak ve özgürlüğüne açıkça aykırı olduğu ifade edildi. Başkan Tugay, Genel-İş Sendikası ile devam eden ve 22 bin işçiyi ilgilendiren TİS görüşmelerine ilişkin geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada, işten çıkarmaların olacağını duyurmuştu. Tugay açıklamasında, “İhtiyaç fazlası çalışanları azaltmaya çalıştığımız doğru. Ancak toplu işten çıkarma yok. Performans ve ihtiyaca bağlı olarak doğru personel ile rejimi yürütmeye çalışıyoruz. Ben de personel sayısını arttırmaya değil azaltmaya çalışacağım” ifadelerine yer vermişti. Tugay”ın “Personel sayısını azaltacağız” açıklaması Kurban Bayramı öncesi belediye çatısı altında görev yapan on binlerce işçi arasında büyük tedirginlik yarattı. Her ne kadar Tugay, “Toplu işten çıkarma yok” dese de belediyenin İzdoğa Şirketinden 800, İzbeton ve İzulaş”tan 100″er, İztek”ten de 30 olmak üzere toplamda 1030 işçi ile bayram öncesi yollarını ayırma kararı aldığı da sızan bilgiler arasında yer aldı.
Source: Ertan Gürcaner
Son dakika: ABD”de silahlı saldırı! İsrailli diplomatlar öldürüldü
Son dakika haberi…İç Güvenlik Bakanı Kristi Noem’in yaptığı açıklamaya göre, Çarşamba gecesi Washington, DC’deki Capital Yahudi Müzesi yakınında İsrail Büyükelçiliği’nde görevli iki personel öldürüldü.Konuyla ilgili bilgi sahibi bir kaynak ile bir emniyet yetkilisine göre, İsrail Büyükelçiliği’yle bağlantılı olduğu düşünülen iki kişi Çarşamba gecesi Capital Yahudi Müzesi yakınında vuruldu. Bir diğer emniyet kaynağı CNN’e iki kişinin hayatını kaybettiğini doğruladı.DC Polisi, olayın FBI”ın Washington Sahadaki Ofisi’nin karşısında, müze yakınlarında, meydana geldiğini ve silahlı saldırıya dair soruşturma yürütüldüğünü açıkladı.ADALET BAKANI VE BAŞSAVCI GİTTİABD Adalet Bakanı Pam Bondi, sosyal medyada yaptığı paylaşımda, kendisi ve DC için görevdeki Başsavcı Jeanine Pirro’nun olay yerine ulaştıklarını bildirdi.Amerikan Yahudi Komitesi Başkanı Ted Deutch, Çarşamba akşamı müzede bir etkinlik düzenlediklerini ve dışarıda böyle bir şiddet olayının yaşanmasından dolayı derin bir üzüntü duyduklarını belirtti.
Source: Özgür Bayrak