“Sosyal Sorunlar Gündemi – Ekonomi, Göç ve Toplumsal Adalet”

AKP, emekliden 732 simit eksiltti

20 yıllık AKP iktidarında emeklinin kaybını hesaplayan Memur ve Emekli Sendikaları Konfederasyonu (MESK) Genel Başkanı Musa Kocaman, emekli maaşının altın alım gücü üzerinden yaptığı hesaplamayla emekli maaşının bugün 105 bin TL olması gerektiğini belirtti.

13 ÇEYREK ALTIN ERİDİ

Kocaman yaptığı hesaplamada, 2005 yılında 437 TL’lik emekli maaşı ile 1456 adet simit alınabildiğini belirtirken, bu rakamın 2015’te 1000 adede, 2025’te ise 723 adede gerilediğini, 733 simit eksildiğini belirtti. Aynı hesap altın üzerinden yapıldığında 2005’te 437 TL’lik en düşük emekli maaşı ile 15 çeyrek altını alınabiliyordu. Bu rakam 2015’e gelindiğinde 6’ya, 2025’e gelindiğinde ise 2’ye geriledi. Kocaman, “Bugün emeklinin 15 çeyrek altın alması için maaşı 105 bin TL olmalı. Veriler açık, emeklinin alın teri çeyrek çeyrek, lokma lokma eridi. Emekli; bu ülkenin yolu, köprüsü, elektriği, okulu, hastanesi, fabrikasıdır. Emekli, bir ömür vererek bu memleketin taşını toprağını harca dönüştürendir. Emekli maaşı, yoksulluk sınırının çeyreği bile etmiyor” diye konuştu.

Source: Deniz Ayhan


Bir yıldız kaydı…

Bugün Çetin Alta n’ın 98. doğum günü. Kemal Gür ’ün* ölümünün de 4. günü. *** Çetin Altan’ın sadık okurlarındandı. Onun üç sözüne göre yaşadı diyebiliriz. “Başarı, yalan söylemek zorunda kalmadan yaşayabilmektir. İnsanlar değerli olmayı unuttu, önemli olmaya çalışıyorlar. Hayat yaşandığı kadar var, gerisi hafızalardaki hatıra ya da hayallerdeki ümittir.” *** Mülkiyeliler ve eski Hariciyeciler Hasan Kemal Gür ’ü iyi tanırlar. Gümülcine başkonsolosu iken (1998-2000) Türklere yönelen şiddeti resmi makamlara iletirken onlardan “soydaş” diye söz ettiği için Yunanistan kendisini “persona non grata/istenmeyen adam” ilan etmiş ve Ankara’ya dönmüştü. *** Yalan söylemek zorunda kalmadan diplomatlık kolay değil. Hele siyaset hiç değil. Gelişmişi azgelişmişi, Doğulusu, Ortadoğulusu, Müslümanı, Hindusu tüm siyasi liderler masal anlatarak yönetiyorlar ülkelerini. Yerli ve milli gündemimize en üst perdeden alt kimlik üst kimlik vaziyetleri de sokuldu. Önce Türk sonra Müslüman idik. Alparslan Türkeş ’in ağzından, Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman idik. Belli ki bu arada Hira Dağı uzadı. En üst perde böyle buyurdu. *** Masallarda da en üst perde krallardır. Yönetimin bu türünde yalan söylemeden yaşamak başarısı ancak çocuklarındır. Kemal Gür ile seyrek de olsa buluşup dereden tepeden hasbihal ederdik. Yurtdışında iki oğlan çocuğu büyüttüğünden masal dünyasına aşina idi. Öğrencilik anılarının tadını hiçbir mevzu veremezdi. İç siyaset muhabbetinden ise pek hazzetmezdi. Yine de çok özgün bir kıyaslama-çözümleme ve mizah yeteneği olduğu için ağzından laf alabilirim diye düşünüp son buluşmamızda sormuştum: – “Monşer’cim ya, nasıl düze çıkacak bu ülke?” “Çözüm millette! Topyekûn “kral çıplak!” demesinde…” – “Peki ya bu nasıl olacak?” “Sayın vekilim, zorlama beni. Bana bale suitlerini, konçertoları, operaları sor. Onu müzik yazarı Şefik Kahramankaptan yapsın. Niye ki? Zekâm yetmez dahili siyasete?” – “Yapay zekâ programları var. Destek alalım istersen.” Yakasını kurtaracağı için bu esprimsi öneriyi çok beğendi. Cep telefonları artık avuçiçi birer bilgisayar. İki tık ile en işlek olanını bulduk. O söyledi. Ben yazdım. *** Dünyaca ünlü masal… Kral Çıplak. Hans Christian Andersen (1805- 1875). Masalları sadece çocuklara değil, yetişkinlere de mesajlar verir. Hikâyelerinde toplumsal eleştiri, duygusallık ve ahlaki dersler sıkça görülür. Eserleri 150’den fazla dile çevrilmiştir. – Sordum Peki, Kral Çıplak’ın mesajı nedir? – Toplumun zaaflarını ve bireyin cesaretini konu alır. Verdiği temel mesajlar nelerdir. Gerçeği Söyleme Cesareti: Herkes susarken yalnızca bir çocuğun “Ama kral çıplak!” demesi, dürüstlük ve cesaretin gücünü gösterir. Toplumsal Baskı ve Sürü Psikolojisi: İnsanlar, doğru olmadığını bilseler bile çoğunluğa uymayı tercih ederler. Herkes “kıyafeti görüyorum” derken aslında kimse onu görmemiştir. Gurur ve Aldanma: Kralın kibri, dolandırıcıların oyununa gelmesine sebep olur. Gurur, kişinin gerçekleri görmesini engelleyebilir. Eleştiriye Açık Olmak: Güç sahiplerinin, eleştiriye açık olmamaları onları yanılgıya sürükler. Masal, dürüstlük, eleştirel düşünce ve toplumsal cesaret gibi evrensel değerlere vurgu yapar. *** Yapay zekâya soruyoruz (reklam olmasın diye markası mahfuz): “Masaldaki kralın kişisel, siyasi, insani zaafları nelerdir?” – Kralın üç temel zaafı var. 1. Kişisel zaafları: Kibir: Kendi dış görünümüne ve kıyafete aşırı önem verir. Kendini üstün ve hatasız görür. Gösteriş merakı: Sürekli en şatafatlı, en gösterişli olma arzusu taşır. Kendini kandırma: Gerçeği görmek istemez; halk ne düşünürse düşünsün, yalanı sürdürmeyi tercih eder. 2. Siyasi zaafları: Danışmanlarına körü körüne güvenme: Gerçekten doğruyu söyleyecek kimse yoktur çevresinde; dalkavuklarla doludur. Eleştiriye kapalı olmak: Halkın ya da danışmanlarının olası uyarılarını dikkate almaz. İmaj yönetimine odaklanmak: Halkın ne düşündüğünden çok, nasıl göründüğüne odaklanır. *** Kral Çıplak’taki terzi kim adına ve niçin krala ders vermek istiyor? Bu masaldaki terziler aslında özel olarak bir kişiyi temsil etmezler. Masal düzeyinde şu mesajların taşıyıcısıdırlar: Kimler adına? Toplumun: Sessiz kalan, korkan, gerçeği söyleyemeyen halk adına. Gerçeğin: Yalanın, kibirin ve sahte itibarın maskesini düşürmek için. Akıl ve eleştirel düşüncenin: Kör inançlara, otoriteye sorgusuz boyun eğenlere karşı. *** Bir soru da benden: Neden ders vermek isterler? Kralın kibri ve zayıf karakteriyle alay etmek için: Kral, öyle gösteriş düşkünüdür ki, çıplak bile olduğunu anlamaz. Toplumun ikiyüzlülüğünü ortaya çıkarmak için: Herkes “kıyafeti görüyorum” diyerek yalanı sürdürür. İktidarın eleştiriye kapalı yapısını göstermek için: Kralın çevresinde hiç kimse doğruyu söylemeye cesaret edemez. — *Kemal Gür (1950-2025) Hopa doğumlu. Münih ve Batum başkonsolosu, Pakistan ve Macaristan büyükelçisi idi. Konsolosluk işleri genel müdürlüğü yaptı. Rezan Gü r’ün eşi.

Source: Ahmet Tan


Türkiye, ümmetçi bir din devleti olmayacak!

AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan , asıl niyetini hiç gizlemiyor ve zaman zaman hatırlatıyor. Dün de İslam İşbirliği Teşkilatı Gençlik Forumu’nda konuşurken “Dillerimiz, renklerimiz, mezheplerimiz farklı olabilir. Dünya görüşümüz, hayat tarzımız farklı olabilir. Bunların hepsi kıymetlidir, anlamlıdır. Biz bu kimliklerimizden önce Müslümanız. Müslümanlık hepimizin en üst kimliğidir” dedi. Anayasada yazdığı gibi Türkiye Cumhuriyeti laik bir devlet olsaydı, Erdoğan bu şekilde konuşamazdı. Çünkü dini “üst kimlik” olarak görmek, ümmetçi bir yaklaşımdır ve hem laikliğe hem de ulus devlete karşıdır. Bu ülkede halkın çoğunluğunun Müslüman olduğunu belirtmesiyle birlikte, başka bir dine inananlar ya da inançlı olmayanlar da vardır. Bir toplumun üst kimliği, yalnızca din devletlerinde dindir. Ulus devletler, laiklik için verilen mücadeleye koşut olarak Gökyüzü (Tanrı, inanç) ile Yeryüzü (devlet, toplum) siyasal alanda ayrışması sonucunda, yıkılan dintarım imparatorluklarının yerine kuruldu. Üzerinde yaşadığımız ülke de bu mücadeleyi bir din-tarım imparatorluğu olan Osmanlı’nın yıkılışıyla birlikte, emperyalizme karşı verilen Kurtuluş Savaşı’ndan sonra bir ulus devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti’dir. CAMİ AVLUSUNDA SİYASET Erdoğan’ın ümmetçi çıkışlarına muhalefetin gereken karşılığı vermemesi ise artık birilerince alışıldığı anlaşılan bir başka içler acısı durum haline geldi. Ama cuma namazı çıkışında cami avlusunda siyaset yapan ve adaleti savunurken “Allah katında en büyük günahlardan biridir, günahların en büyüğüdür” gibi söylemlerde bulunan muhalefet liderinin olduğu bir ülkede, “böyle muhalefete böyle iktidar!” denir ancak… Erdoğan, dini üst kimlik yapmak isterken bu yolda yalnız da değildir. Bunu yapabilmek için anayasanın 66. maddesindeki yurttaşlık tanımını değiştirmesi gerekir. Onu değiştirmek isteyenlerin başında da Öcalan, DEM Parti ve HÜDA PAR var. Öcalan açılımını başlatan Bahçeli de 180 derece dönüşünden sonra bu grubun içindedir ve daha önce yazdığım gibi anayasayı değiştirmek için TBMM’de gereken yeter sayıyı bulmalarına 14-15 milletvekili oyu kalmıştır. Laiklik ise anayasada yazsa da hançerlenmekten delik deşik hale gelmiş durumda. İlk dört maddeye dokunamasalar da zaten laiklik uygulamada yok farz edildiğinden ve başka maddelerle içi boşatıldığından Cumhur İttifakı ve bileşenleri açısından bu engel oluşturmuyor. TUTUNACAK DAL LAİK CUMHURİYETTİR! TBMM’de bu gidişata dur diyecek yeterli bir güç de yok. Üstelik Türkiye’deki üst kimliği tartışmaya açanlardan biri de TBMM’ye yeni başkanvekili seçilen CHP Ankara Milletvekili Tekin Bingöl . Mart ayında TV100’de katıldığı bir programda anayasadaki “Türklük” tanımına karşı görüşleri savunduğu video sosyal medyada dolaşıp duruyor. Oysa hem CHP’nin hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk ’ün “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabındaki millet tanımı çok net: “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” Bu tanım, herhangi bir dini ve ırkçı anlam taşımadan halkı birbirine bağlar, üst kimlik de budur. Belli ki Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay kararını bir buçuk yıldır bekleten Numan Kurtulmuş ’un yapmadığını yapıp, anayasa hükmü gereğince kararı Meclis’te okutan Gülizar Biçer Karaca gibi Atatürkçü bir TBMM başkanvekili yerine açılıma uygun bir başkanvekili seçilmiş. Türkiye, hiçbir şeyin rastlantısal olmadığı, emperyalizmin dayattığı Büyük Ortadoğu Projesi’nin tüm Ortadoğu’da olduğu gibi burada da ulus devleti hedeflediği çok kaygan bir düzlemde…

Source: Zülal Kalkandelen


Zeytinliklere karşı rekor süreyle çalıştırılan komisyon, yıllardır önerileri görüşmeyi bekliyor: Çevreci tekliflere zaman yok

Zeytinlikleri madenciliğe açan düzenlemenin de yer aldığı torba yasa teklifi; TBMM Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu’nun 26 saatlik rekor mesaisiyle kabul edildi. Aynı komisyonda madencilikle ilgili uzun süredir görüşülmeyi bekleyen diğer yasa teklifleri de dikkat çekti. Bu tekliflerin arasında CHP Aydın Milletvekili Süleyman Bülbül’ün 2019’da verdiği, taş ocakları ve maden işletmelerinin açılmasının bölge halkının oylamasına götürülmesi önerisi yer alıyor. Teklifte referandum kararının da bölgedeki nüfusa kayıtlı seçmenin yüzde 10’unun talep etmesi halinde verileceği belirtiliyor. Komisyonda 2024’ün şubatından beri bekleyen teklifte ise altın madenciliğinin herhangi bir aşamasında siyanür kullanılmasının yasaklanması isteniyor. Yine 2022’den beri bekleyen bir diğer yasa teklifinde maden çıkarma sahalarında gerekli çevre uyum çalışmalarını gerçekleştirmeyenlere tekrar ruhsat verilmemesi öngörülüyor. Komisyonda Haziran 2023’ten beri bekleyen bir diğer teklifte özel çevre koruma bölgeleri, milli parklar, yaban hayatı koruma ve geliştirme sahaları; arkeolojik, doğal, tarihi ve kentsel sit alanları ile tarım arazilerinde madencilik faaliyetlerinin yasaklanması talep ediliyor. “TEKLİFİ GERİ ÇEKİN” TMMOB Gıda Mühendisleri Odası, yasa teklifinin “derhal geri çekilmesi” çağrısında bulunarak, doğaya ve tarıma yönelik bu düzenlemenin geri dönülmez zararlar doğuracağını vurguladı. Açıklamada, “Bu yasa, doğayı, tarımı, gıda güvenliğini, gıda güvencesini, halk sağlığını ve mesleki deneyimi hiçe sayan bir talan ve gasp düzenlemesidir. Tarım arazileri, meralar, zeytinlikler ve ormanlar, Türkiye’nin sermayeye peşkeş çekilmeyecek kadar değerli varlıklarıdır” ifadeleri kullanıldı.

Source: Sarp Sağkal


Ekonomi politik girdap

Trump ’ın, gümrük tarifelerinde ve uluslararası ticarette yarattığı belirsizliklere, 13 Haziran’da İsrail’in, İran’a saldırmasıyla artan jeopolitik riskler de eklenince küresel ölçekte dünya ticaretinde daralma, borsalarda düşüş, enerji, altın ve bütün emtia fiyatlarında yükseliş başladı. Küresel ekonomide belirsizliklere, stagflasyona ve faiz artışlarına sebep olacak bir Ortadoğu savaşının, kısa vadede Amerika’nın ve Batılı ülkelerin yararına olmayacağı açıktır. Ancak Siyonist Netanyahu , iç siyasetteki sıkışmışlığını, Gazze’ye, Lübnan’a, Suriye’ye ve nihayetinde de İran’a saldırarak bunu Tevrat’ta İsrailoğullarına vaat edilmiş topraklar dogmasıyla da birleştirerek aşmaya çalışıyor. Üstelik bunları Gazze’de olduğu gibi büyük sivil katliamlar yaparak ve hiçbir uluslararası hukuk kuralını tanımadan yapıyor. Trump’ın da bazı emperyal arzularla İsrail’in peşine takıldığı veya ikna edildiği görülüyor. Ne kadar ileri gideceğini önümüzdeki günlerde izleyip göreceğiz. ABD yönetimi; Rusya’nın İran üzerinden sıcak denizlere inmesini istemiyor. En büyük rakibi Çin’in bölgedeki pozisyonunu zayıflatmak istiyor. Çünkü İran, Çin’in oluşturmaya çalıştığı “Kuşak ve Yol Projesi” kapsamında önemli bir kavşakta bulunuyor. En önemlisi de İran’ın enerji kaynakları her zaman emperyalist güçlerin iştahını kabartmıştır. ALGI OPERASYONU VE PROPAGANDA Irak’ta kimyasal silahlar var dendi, Libya ve Suriye’nin halklarına özgürlük götürülecekti, İran’daki görünen gerekçe ise nükleer silah üretilmesi ihtimalinin önlenmesi ve İran halkının özgürleştirilmesi olarak ifade ediliyor. Gerçekten de İran halkı dinci-şeriatçı bir molla rejiminin yönetimi altında, yoksulluk içinde ve çağdışı bir yaşama mahkûm edilmiş durumda ama bunun emperyalistlerin umurunda olduğunu söylemek büyük bir safdillik olmaz mı? Bir milyon kişinin öldüğü Irak’ta, Libya’da ve Suriye’de, Sudan’da, Somali’de etnik, mezhepsel veya aşiret bölünmelerinin yarattığı iç çatışmaların ve katliamların sonu görünmüyor! Bunların bırakın ulus olmaları veya hukuk devleti olmaları, basit bir devlet olma özellikleri bile ortadan kalkmış bulunuyor. Ortadoğu, yobaz ve faşist kafalıların çarpıştırıldığı, halkların kan ve gözyaşı içinde kaldığı bir bataklığa dönüşmüş durumda. Mustafa Kemal Atatürk’ ün, yüz yıl önce Türkiye Cumhuriyeti’ni, laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti olarak inşa etme çabasını, antiemperyalist tavrını, cehaletle girdiği mücadeleyi, onca savaştan sonra barışı savunması, ulusal birlik, özgür yurttaş ve kurumsal bir devlet yaratma projesinin değeri bugün daha iyi anlaşılıyor. İÇ CEPHENİN TAHKİM EDİLMESİ Türkiye’nin, İran’a komşu olması, giderek Suriye üzerinden İsrail’e de komşu konumuna gelmesi, bu savaş nedeniyle Türkiye’nin ekonomik, toplumsal ve siyasal risklerini artırmış, iktidar ortaklarının deyimiyle iç cephenin tahkim edilmesi kaçınılmaz olmuştur. Suriye’den sonra İran’dan gelecek bir mülteci dalgasının, büyük bedellerle yürütülmekte olan Türkiye’nin ekonomik istikrar programını altüst edeceği ve belirsizlikleri artıracağı görülüyor. Yüksek faiz oranlarına rağmen döviz mevduatında artış gözleniyor. Bu nedenle TCMB, yüzde 46 olan politika faizinde indirime gidemedi. TCMB’nin hesaplamaları; petrol fiyatlarında yüzde 10’luk bir artışın, TÜFE’de bir puanlık artışa sebep olacağını gösteriyor. Ayrıca dış ticaret açığının büyümesi de kaçınılmaz olur. Akaryakıt fiyatları artmaya başladı bile. Avrupa pazarının ve sınır ticaretimizin daralması demek, ihracatımızın düşmesi demektir. Nisan ayı verilerine göre, ithalattaki artış nedeniyle 7.8 milyar dolarlık cari açık vermiş bulunuyoruz, ilk dört aylık cari açık şimdiden 20.3 milyar dolar seviyesine çıkmış durumda. Cari açığın finansman tarafına baktığımızda ise 19 Mart Ekrem İmamoğlu operasyonun yansıması olarak nisan ayında TCMB’nin rezervlerinde 25 milyar dolarlık bir erime görülüyor. Peki, işçi, memur, emekli ve sabit gelirli, yoksulluk ve açlık sınırının altında yaşarken, iflaslar ve konkordatolar artarken Türkiye’de iç cephe nasıl tahkim edilecektir? Bunun için öncelikle ülkede, hukuka, demokrasiye ve liyakatli kurumsal yönetime dönülmeli, güven ve toplumsal barış tesis edilmelidir. Bunun birinci adımı da ana muhalefet partisinin düşmanlaştırılmasından vazgeçilmesidir. Hukuk sistemimizde savunmanın tutuklanması, siyasal sistemimizde Türkiye’nin birinci partisinin kurultayının iptal edilmesi gibi tarihi hataların altından ülke olarak kalkamayız. Bunun adı iç cephenin tahkimi değil iktidar olma uğruna, iç cephe üzerinden silindir gibi geçmektir.

Source: İrfan Hüseyin Yıldız


İran’dan 3 milyon kişi Türkiye’ye göç edebilir

İÇ GÖÇ BAŞLADI BİLE

İsrail-İran savaşı 10’uncu gününe girdi. Savaş binlerce insanı yerinden etti. Tahran ve çevresinden ilk 48 saatte 100 bin kişi Hazar kıyısına göç etti. İran’daki enerji krizleri ve rejim korkusu, halkın sınır dışına yönelmesini tetikliyor. The Economist’e göre yurt dışında 8 milyon İranlı bulunuyor. Reuters’a konuşan Batılı kaynaklara göre göç kapasitesi bu sayıyı 23.4 milyon kişiye kadar çıkabilir.

YENİ ROTASI TÜRKİYE Mİ?

Batı, İranlılara karşı vize duvarını yükseltirken, tek geçiş kapısı Türkiye gibi görünüyor. Van ve Iğdır hattındaki sınır köylerinde, 2020’den bu yana düzensiz İran göçünde yüzde 68 artış yaşadığı belirtildi. Uzmanlar, büyük çaplı bir savaşta 1.5–3 milyon İranlının Türkiye’ye yönelmesini “yüksek olasılık” olarak değerlendiriyor. İranlıların göçünün küresel mülteci sayısını yüzde 76 artırabileceği öne sürülüyor.

YÜK DAHA DA AĞIRLAŞIR

Resmi rakamlara göre Türkiye, 3.3 milyon Suriyeli, 500 bin Afgan, 200 bin Afrikalı göçmenle dünyanın en büyük mülteci yükünü taşıyor. Gerçek sayının ise daha fazla olduğu konuşuluyor. Türkiye için İran’dan gelecek yeni dalga güvenlik ve ekonomi açısından “kritik eşik” olabilir. Diplomatik kaynaklar, AB’nin göç riskine karşı yeni bir mülteci fonu oluşturabileceğini belirtiyor.

Tahran’da ABD protestosu

İranlılar, önceki gün İsrail’in İran’a düzenlediği saldırıları ve ABD’yi protesto etmek için alanlara çıktı. Tahran’da toplanan binlerce kişi, İran bayrakları taşıyarak İsrail ve ABD aleyhine slogan attı.

‘İsrail’in yaptığı haydutluk’

Cumhurbaşkanı Erdoğan, dün İstanbul’da İslam İşbirliği Teşkilatı Dışişleri Bakanları toplantısına katıldı. İsrail – İran savaşına değinen Erdoğan, “İsrail’in Gazze, Lübnan, Yemen, Suriye ve son olarak İran’a gerçekleştirdiği saldırıların tanımı haydutluktur. İran’ın aldığı tedbirler gayet doğal, hukukidir” dedi.

Erdoğan, zirvede İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi ile görüştü.

Saldırıların İran’ın nükleer programıyla ilgili müzakerelerin sürdüğü dönemde yaşanmasını ‘manidar’ bulan Erdoğan, “Hitler’in çaktığı kıvılcım nasıl ki bütün dünyayı ateşe attıysa, bugün Netanyahu’nun siyonist emelleri de dünyayı felakete sürüklemektedir” ifadelerini kullandı.

Source: Haber Merkezi


Zeytin köylüsü açlıktan ölür

Maden şirketleri için köylünün geçimini sağladığı binlerce zeytin ağacının sökülerek başka yere taşınmasını öngören düzenlemeye hocaların hocası olarak bilinen Doğa Bilimci Prof. Dr. Doğan Kantarcı’dan da itiraz geldi. Zeytin ve madencilik alanında 3 ayrı bilimsel saha çalışması yapan Kantarcı, “Meclis’te bilgilerine başvurulan hocaların zeytin ağaçlarının kolaylıkla taşınabileceğini ve yüzde 100’ünün hayatta kalacağını söylemeleri çok şaşırtıcı. Zeytini taşımak çok risklidir, bir bölümü ölür gider. Canlı kalanlar da 10 yıldan önce eski haline dönemez. Yer bulunsa bile, 10 yıl köylü ne yer, ne içer? Açlıktan ölür” dedi. Prof. Kantarcı, zeytin ağaçlarının taşınması yanlışından acilen dönülmesini, kömürün yer altına inilerek çıkarılmasını önerdi.

GERİ DÖNÜŞ MÜMKÜN DEĞİL

Kantarcı, zeytin ağaçlarının sökülme sırasında kılcal damarları durumundaki bağlarının kopacağını söyledi. Zeytinliklerin kaldırılarak veya başka yere taşınarak altındaki kömürün açık ocak işletmesi ile çıkarılmasının da mümkün olmadığını belirten Kantarcı, şu bilgileri verdi: “Zeytin ağaçlarının taşınması çok sorunlu olup, tutmalarının sağlanması büyük masrafları ve hassas bakımı gerektirmektedir. Bütün bunlar yapılabilse de ağaçların kısıtlı olarak verimi 5-7 yıl gibi uzun bir sürede mümkün olabilmektedir. Zeytinliği taşıyacak uygun bir yer de yoktur. Çünkü zeytinliğe uygun arazide zaten zeytinlik kurulmuş veya orman alanlarındaki yabani zeytinler ile deliceler aşılanmıştır. Açılan kömür ocaklarının kireçtaşı yarmalarının ve tabanlarının doldurulup, ağaçlandırılması, hele zeytinlik yetiştirilmesi mümkün değildir.”

Geçen 50 yıllık açık ocak işletme yönteminin sonuçlarının tahrip edici nitelikte olduğunu belirten Prof. Kantarcı, “Yeraltı işletmesi ekolojik maliyeti azaltacaktır” diye konuştu.

‘Kömürü yer altında arayın’

Prof. Dr. Doğan Kantarcı, bölgedeki kömür varlığının 1982-83 yıllarından bu yana yeraltı işletmeciliği ile çıkarılması gerektiği halde çevre tahrip edilerek açık ocak yöntemiyle çıkarılmasının da yanlış olduğunu söyledi. Geçen 50 yıllık açık ocak işletme yönteminin sonuçlarının tahrip edici nitelikte olduğunu belirten Prof. Kantarcı, “Eğer termik santrallar ve enerji üretimi devam ettirilecekse, bölgedeki kömürün yer altı maden işletmesi olarak çıkarılıp, kullanılması gerekmektedir. Yeraltı işletmesi ekolojik maliyeti azaltacaktır” önerisinde bulundu.

Sosyal medya SÖZCÜ’yü konuştu

Gazetemiz, zeytinlik katliamı haberini “2 bin yıl dayandım AKP 26 saatte yıktı” başlığıyla birinci sayfadan duyurdu. Sosyal medyada gazetemizin haberi yorum yağmuruna tutuldu. Haberimizde Hammurabi kanunlarında zeytine verilen değer hatırlatılmıştı. Sosyal medyada, bir kullanıcı “Tufanı atlatan zeytin, sizin devrinizde kömüre kurban edildi. Hammurabi’nin 4000 yıl önce yazdığı yasada bile ağaç korunuyordu, siz 21. yüzyılda kesmeyi marifet sayıyorsunuz” dedi. Öte yandan CHP Denizli Milletvekili Gülizar Biçer Karaca, sosyal medyada yaptığı bir paylaşımda şu ifadeleri kullandı: “Anadolu toprakları yağmalanıyor; toprağın ve üretim araçlarının köylüden kopartılması hedeflenirken, işçileştirilecek yoksul kitlelerden ucuz emek rezervi yaratılmak isteniyor.”

Source: Erdoğan Süzer


Turist kapanında utandıran dans için perde kapandı

Sosyal medyada viral olan dans görüntülerinin ardından gözler yeniden Marmaris’teki “Fun Pub” eğlence mekânlarına çevrildi. 20 yıllık geçmişe sahip bu işletmeler, yıllardır turizmin nabzını tutarken şimdi ise denetim baskısıyla karşı karşıya.

20 YILLIK EĞLENCE KÜLTÜRÜ DEĞİŞİMDE

Muğla’nın turistik ilçesi Marmaris, özellikle İngiliz turistlerin uğrak noktası olmayı sürdürüyor. Armutalan, İçmeler, Uzunyalı ve merkez caddede yoğunlaşan yaklaşık 35-40 işletme, “Fun Pub” adı altında hizmet veriyor. Bazı mekânlar aynı zamanda otel, restoran ve sahil işletmesi olarak da faaliyet gösteriyor.

Sektör temsilcilerine göre bu eğlence tarzı yeni değil. Tarkan şarkıları, Huysuz Virjin taklitleri ve macarena danslarıyla başlayan sahne şovları zamanla daha düşük maliyetli alternatiflere dönüştü. Son 10 yılda ise maliyet kaygıları ve profesyonel kadro eksikliği nedeniyle konseptte ciddi bir değişim yaşandığı belirtiliyor.

“KİMİN NE İŞ YAPTYIĞI BELLİ DEĞİL”

Sektör kaynakları, görüntülerdeki dansçıların aslında sezonluk garson olduğunu belirtiyor. Komiler DJ’lik yaparken, aşçılar barmenlik görevini üstleniyor. Bu da hem hizmet kalitesinde düşüşe hem de çeşitli skandallara yol açıyor.

Yetkili kurumların tespitine göre sosyal medyada dolaşıma giren görüntülerin bir kısmı önceki yıllara ait. Ancak 2024 yılına ait videoların da bulunduğu belirtiliyor. Bazı görüntülerin yurt dışı kaynaklı olduğu öne sürülse de, bu iddialar henüz doğrulanmış değil.

TURİZM TEMSİLCİLERİNDEN UYARI

Sektör temsilcileri, yaşananların iç turizm açısından olumsuz yansımaları olabileceğini belirterek tüm işletmeleri daha profesyonel yaklaşıma davet ediyor. “Kendimize çeki düzen verme zamanı” diyen turizmciler, denetimlerin sektördeki kaliteyi artırabileceğini ifade ediyor.

Source: Haber Merkezi


Diyanet”ten ilginç fetva: Allah yazılı kolyeyle tuvalete gitmeyin!

Çınar son olarak sosyal medya hesabında “Kur’an ayetleri yüklenmiş telefonla tuvalete girilebilir mi?” sorusunu yanıtladı. Çınar, “Evet, bu tür telefonlarla tuvalete girmek caizdir. Telefon bir alettir. Kendisine Kur’an yüklenmiş telefon, mushaf hükmünde değildir” derken; Allah yazılı yüzük, kolye ile tuvalete girilmeyeceğini söyledi. Çınar, “Yüzük, kolye vb üzerinde Allah (cc) ismi gibi mukaddes kelimeler yazılıysa bunlarla tuvalete girmek mekruhtur. Bu tür nesneler şahsın üzerinde görünür olmayıp bunlarla tuvalete girmek caiz ise de söz konusu nesnelerle tuvalete girmemek en uygun olan davranıştır” dedi. Çınar, daha önce dolgu, botoks gibi işlemlerin haram olduğunu açıklamış “Yapan ve yaptıran tövbe etmelidir” demişti.

Source: Deniz Ayhan


Ayda 4 milyon TL”yi nelere harcadığını anlattı

ABD, Miami”de yaşayan 22 yaşındaki model Camilla Araujo, ayda yaklaşık 100 bin dolara (yaklaşık 4 milyon TL) varan lüks harcamalarını eleştirenlere sosyal medya üzerinden meydan okudu: “Benim zamanım para. Bu hayatı kimse bana vermedi.”

Ekonomik krizlerin gölgesinde birçok insan temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanırken, sosyal medya fenomeni ve model Camilla Araujo, kendi yaşam tarzını “normal” olarak tanımlıyor. Jam Press”e göre Miami”de yaşayan ve yılda 16 milyon dolar kazanan 22 yaşındaki Araujo, bu lüksü sonuna kadar hak ettiğini savunuyor.

4 MİLYON TL”LİK “TEMEL İHTİYAÇLAR” LİSTESİ

Araujo”nun açıkladığı aylık “temel masrafları” şöyle:

Haftalık IV (damar içi vitamin) terapileri
Haftada birkaç masaj
Her ay yaklaşık 1.000 dolarlık manikür
Günlük özel şef hizmeti
Evde özel asistan, temizlikçi ve organizatör
Özel alışveriş ve seyahat harcamaları (ayrıca).

Ünlü model, bu lüks harcamaları “hayatını sürdürebilmek için gerekli temel ihtiyaçlar” olarak tanımlıyor. “Saatlerce ev işi yaparak ya da kuyruklarda bekleyerek zaman kaybedemem. O süre içinde para kazanabilirim” diyor.

Araujo”ya göre dışarıda yemek yemek bile artık mümkün değil, çünkü gittiği her yerde tanınıyor. Bu nedenle günlük yemekleri onun için özel bir şef tarafından hazırlanıyor.

“ELLERİM KUSURSUZ GÖRÜNMEDEN DIŞARI ÇIKAMAM”

Dış görünüşüne de büyük özen gösteren Araujo, evde manikür hizmeti alıyor ve günlük kişisel asistanıyla tüm organizasyon işlerini yürütüyor. “Ellerim kusursuz görünmeden dışarı adım atmam” diyen genç model, gardırop ve seyahat masraflarının bu 100 bin dolarlık harcamaya dahil olmadığını belirtiyor.

“BU HAYATI BEN YARATTIM”

Sosyal medyada 9.3 milyon takipçisi bulunan Araujo, lüks yaşantısı nedeniyle “gerçeklikten kopuk”, “abartılı” ve “ayrıcalıklı” olmakla eleştiriliyor. Ancak o, bu hayatı kendi emeğiyle kurduğunu savunuyor:

“İki işte çalıştım, üniversiteyi bıraktım. Şiddet gördüm, maddi zorluklar yaşadım. Dipten geldim. O yüzden bugün bu hayatı yaşamak benim en doğal hakkım. Rahat yaşamayı hak ediyorum. Kendimi iyi hissetmeyi hak ediyorum ve bunu kimseye açıklamak zorunda değilim.”

Source: Derleyen: Ozan Kılıç


Vahdettin İnce yazdı… “İsrail”in kendini savunma hakkı vardır”

Su ile söz arasında bir benzerlik var; ikisi de akışkandır ve sürekli yer değiştirirler. Dereden, vadiden, çaydan, ırmaktan akıp geçerken su; dilden, gönülden, zihinden, satırdan, yazıdan, divandan süzülüp gider söz. Bir farkla: Su girdiği kabın şeklini alır, tadı değişmez; söz girdiği kabın tadını alır, şekli değişmez. Ayrıca su küçüğün iken, söz büyüğündür. Büyükler sözü yerine göre kullanmayı bildikleri içindir zahir. Malum afacanlar da suya dayanamazlar. En ufak bir su birikintisi gördükleri anda hemen dalarlar. Onlar da suyun şeklini almaya bayılırlar nitekim. Bir benzerlik de ahlakî bir norma bağlanmayan sözün uçması, insanî bir amaca akmayan suyun da buharlaşmasıdır.Kırk yıllık uğraşım yüzünden biliyorum. Felsefî bir kalıpta bulunduğu yere uygun bir tat (anlam) veren bir kelimenin, fıkhî bir kalıpta bambaşka bir tat verdiğini bizzat tecrübe etmişim. Aynı sözün Tefsirde, Kelamda, Tasavvufta, Edebiyatta apayrı bir tat yaydığının da bire bir tanığıyım. Hatta aynı ilim dalında kalem oynatan her müellife göre apayrı bir tat verdiklerini yine görmüşlüğüm var. Mesela Seyyid Kutub”un dilinde bir kelimenin verdiği tadı, İbn Haldun”un dilinde vermediğini, bambaşka bir anlamla zihnime aktığını söyleyebilirim.Söz kalıpları da öyle. Genelde maymuncuk gibidirler bu kalıp sözler, açmadıkları kapı yoktur. Savaşta, barışta, yangında, depremde, sulhta, selamette işlevseldirler. Çünkü duruma, bağlama, muhataba ve mütekellime göre bir tat verirler (bir anlam ifade ederler). “Savunma hakkı” gibi.Bir köy kavgasında olduğu kadar bir dünya savaşında da geçerli bir kalıptır bu. Fakat her bağlamda, yine konjonktüre uygun olmak üzere bambaşka bir anlam ifade eder. Neticede bağlamı ve tadı değişik de olsa bu kalıp, insanların kendilerini savunma hakkına sahip oldukları anlamını ifade eder.Beri tarafta bu kalıp, medeniyetine göre de farklı bir anlama gelir. Mesela İslam medeniyetinde, bir insanın dinini, canını, malını, ırzını, onurunu, vatanını, toprağını savunması kutsal kabul edilir. Bu uğurda canını veren insan şehit olarak nitelendirilir. İslam medeniyeti, bu bağlamda insanlar arasında ayırım da gözetmez. Her insanın kendini savunması kutsal bir hak olarak görülür. Buna karşın batı medeniyetinde bu hak, mutlaka ve kesinlikle belli zümreler, belli insanlar için geçerlidir ve her insan bu hakka sahip değildir. Bunu Batı medeniyetinin dünyaya yön verme konumuna geldiği günden bu yana sergilediği davranışlardan anlıyoruz. Dolayısıyla “kendini savunma hakkı” evrensel bir kuralı ifade etmez Batı medeniyeti çerçevesinde.Örneğin ne zaman İsrail herhangi bir Filistin hedefine saldırsa, orantısız güç kullansa, şu günlerde Gazze”de yaptığı gibi silahsız insanları acımasızca katletse, dünya çapında yükselen itirazlara karşı, Batılı liderler hemen “İsrail”in kendisini savunma hakkı vardır” derler. Son günlerde İran”a saldırı düzenleyince İsrail, yine bu kalıbı kullandılar.Tecrübelerime dayanarak söylüyorum, Batılıların bu sözlerinin tercümesi şudur: “Hiç kimsenin İsrail”in saldırıları karşısında kendisini savunma hakkı yoktur”.

Source: Vahdettin İnce


Bu senaryo pek tanıdık!

Tahran”da aslında başka bir saat tik tak ediyor: İran yönetiminin içten çöküş senaryosu…
Ama bu sefer oyun basit değil; çünkü İran, sıradan bir Ortadoğu devleti değil…

İsrail”in İran”ın nükleer ve füze tesislerini her gün, neredeyse bir hafta boyunca bombalaması ve üst düzey komutanlar dahil olmak üzere çok sayıda kıdemli bilim adamlarına yönelik düzenlediği suikastlar, İranlı yetkililerin içinde bulunduğu ikilemi daha da derinleştirdi.

Özellikle ülke toplumun sosyolojik anlamda hareketli ve talepkâr yapısı dikkate alındığında tehdit altındaki halkın iç huzursuzluk çıkarma potansiyeli hayli yüksek…

Öte yandan toplumun İslam Devrimi’nin hemen akabinde başlayan ve 8 yıl süren İran-Irak savaşında halkın sergilediği topyekûn seferberlik durumu burada karşımıza çıkabilir.
Geminin su alması, kaptan ile tayfa arasındaki sorunun bir müddet halı altına süpürülmesine sebebiyet verse de bu suhulet durumunu çok sürmeyebilir…

Çünkü ne Tahran eski Tahran ne de toplum; Şahın indirilişine, İslam devrimine ve 8 yıl süren anlamsız Irak savaşına şahitlik eden eski toplum…

Neredeyse yarım asır…

Sosyal medya, ulaşım ve iletişim araçları, hatta yapay zekâ ve daha nicesi… Sadece İran değil dünyada da toplum sosyolojisi ciddi bir dönüşüme girdi

Sosyolojik olarak tablo üç aşağı beş yukarı böyle, yönetimin kendisi kadar İran toplumu da tepkisel anlamda muğlaklığını koruyor;

Bu şok sürecinin yakın zamanda nihayete ermesiyle sis bulutu dağılacak, halkın nabzı yeniden tutulacak

Bu süreçte halk arasında pekâlâ homurdanmalar olacaktır, Ancak İran; ne Suriye ne Libya ne de Irak…

Amerikalı analistler, varlığını sürdürmeye yönelik bir strateji izleyen İran devletinin gücünü genellikle hafife alırlar.

Fakat İran ordusu darbelere ve işgallere direnmek üzere tasarlanmış düalist bir güvenlik mekanizmasına sahip…

Bunlar ülkenin milli ordusu olan ‘Erteş’ ve kendilerini İslam devrimi ve devrimin değerlerini korumak uğruna feda etmeye hazır olan ‘Devrim Muhafızları Ordusu’ olarak ikiye ayrılıyor.

Erteş dediğimiz konvansiyonel ordu; kara, deniz, hava ve hava savunma kuvvetlerinden oluşan yaklaşık 420.000 kişilik düzenli silahlı kuvvetten oluşurken İslam Devrim Muhafızları Ordusu ise aynı yapıya sahip ikinci bir ordu olarak daha seçkin, daha ideolojik temelli 190.000 kişilik bir ordu olarak karşımıza çıkıyor…

Tüm bunların yanı sıra İran toplumunun her köşesine -sokaklara, mahallelere, okullara ve camilere- yerleşmiş yüz binlerce üyesi olan geniş bir paramiliter ağ olan Besic teşkilatı da yer alıyor.

Bunlar sadece Hamaney’in sadık askerleri değil, aynı zamanda daha derin bir ideoloji ile örülmüş ve kendilerini İran”ın bağımsızlığına adayan kişiler…

Yani İran’da halk-asker ilişki Şah dönemindekinden çok daha farklı; asker halkın içinde ve ordu daha ideolojik…

Dolayısıyla bu durum da İran-İsrail savaşında halkın Tahran yönetimine karşı tutumunda etkili olacaktır.

ABD’nin İran’ı rejim değişikliğine iten müdahalesi konusuna gelince…

Eğer ABD Başkanı Trump İran”a karşı savaşa katılır ve Tahran yönetimini ortadan kaldırma taahhüdünde bulunursa, sonuçları muhtemelen 1.2 milyondan fazla insanın ölümüne ve dokuz milyondan fazla Iraklının yerinden edilmesine neden olurken aynı zamanda bölgede terör oluşumlarına kapı aralayarak ülkesine yaklaşık 3 trilyon dolara mal olan 2003 Irak savaşından daha feci olacaktır.

Belli ki Donald Trump, ABD’nin Irak ve Afganistan”daki savaşlara müdahil olmasıyla tek kutuplu dönemi berhava ettiğini ve hayalini kurduğu Amerikan yüzyılının çöküşünün başladığını zaman zaman unutmakta…

Bu kez İran’da yazılan bu senaryo bana pek tanıdık geldi…

Yoksa 2003, yeniden mi yazılıyor?

Fatih Yoncalık / Haber7

Source: Fatih Yoncal


Otobüste tesettürlü kadına hakaret: 2 yaşındaki kızının gözleri önünde küfür ve şiddete maruz kaldı

Olay, Merkezefendi ilçesi Akkonak Mahallesi”nde meydana geldi. Edinilen bilgilere göre, Denizli Büyükşehir Belediyesi”ne ait Denizli Valiliği-Gerzele Mahallesi güzergahında çalışan 540 nolu hat otobüsüne, Akkonak Parkı durağından yanındaki 2 yaşındaki kızı ile binen tesettürlü adın, daha yerine oturmadan otobüste bulunan bir başka kadın tarafından sözlü saldırıya uğradı. Kadın tüm uyarılara rağmen saldırgan tavrına devam ederek, “Defolun gidin lan buradan. Siz kimsiniz? Çıkarın bunu buradan” sözleriyle hakaretlerini sürdürünce arbede yaşandı. Kadınlar otobüstekiler tarafından ayrılırken tesettürlü kadının 2 yaşındaki minik kızı gözyaşlarına boğuldu. Ağlayan çocuğu diğer yolcular sakinleştirmeye çalıştı. “KAPALI KADININ YANINDA 2 YAŞLARINDA KÜÇÜK KIZ ÇOCUĞU VARDI, TRAVMA YAŞADI” Otobüsteki vatandaşlar iki kadın arasında kavgayı ayırdıktan sonra durumu polis ekiplerini bildirdi. İhbar üzerine bölgeye polis ve sağlık ekipleri sevk edildi. Polis her iki kadını da önce hastaneye, ardından karakola götürdü. Olaya şahit olan bir vatandaş ise olay anını şöyle anlattı: “Denizli Büyükşehir Belediye otobüsünde açık bir kadın, tesettürlü genç bir kadına önce sözlü saldırdı. “Gidin buradan istemiyorum sizin gibileri” diyerek söylenmeye başladı. Ardından “İstemiyorum git bu ülkeden” şeklinde bağırarak sözlü saldırdı. Sonra küfür etmeye hakaret etmeye başladı. Çarşaflı kadın Türk”tü, yabancı değildi. Kapalı kadının yanında 2 yaşlarında küçük kız çocuğu vardı, travma yaşadı. Bir türlü minik kızı susturamadık, devamlı olayın etkisiyle ağladı.” Yaşanan olay anı, otobüsteki bir vatandaş tarafından cep telefonu kamerasıyla kaydedildi. Olaya ilgili soruşturma sürüyor.

Source:


TÜRGEV”den akran zorbalığın önlemek için büyük adım: Erken müdahale çok önemli

“Akran Zorbalığını Önleme ve Müdahale Programı” kapsamında TÜRGEV, 2021″de “Zorbalığı engelle” sloganıyla yürüttüğü farkındalık çalışmalarını genişleterek, çocuklara, ailelere ve eğitimcilere yönelik rehberlik edici içerikler hazırladı.Program dolayısıyla bir araya gelen araştırmacılar, psikologlar, avukatlar ve katılımcılar, alanında yetkin uzmanların sunduğu eğitim oturumları, masa başı çalışmalar ve grup sunumlarıyla akran zorbalığına karşı geliştirilebilecek çözüm önerilerini ve iyileştirme adımlarını ortaya koydu.TÜRGEV Eğitim Hizmetleri Genel Müdür Yardımcısı Klinik Psikolog Semanur Batcı, AA muhabirine, amaçlarının yalnızca zorbalığa maruz kalan gençlerle değil, zorbalık yapan gençlerle de temasa geçmek olduğunu söyledi.ZORBALIĞI ENGELLE KAMPANYASIBatcı, “2021”de “Zorbalığı engelle” kampanyasıyla birlikte aslında eğitim çalışmaları, sosyal medya çalışma içerikleri ve bunun yanı sıra yine farklı uygulayıcı eğitimler tarafında görev üstlenmiş olduk. Bir farkındalık çalışmasıyla başladı her şey. Bu sorumluluğu 2021″den bu yana yerine getirmeye çalışıyoruz.” dedi.Toplumsal bir etki oluşturmayı hedeflediklerini dile getiren Batcı, “Sadece eğitimcilerimizle değil, eğitim çalışmaları kapsamındaki her alanda, toplumun her alanında sadece sorun odaklı değil, çözüm odaklı bir yaklaşım sunmayı arzu ediyoruz. Bu projeyle birlikte önümüzdeki yıllarda dijital mecralarda, eğitim başlıklarında ve yine sosyal medya içerikleri tarafında tamamen genele açık bir farkındalık çalışması yürütmek istiyoruz.” ifadelerini kullandı.Programa, akran zorbalığı alanında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarının da katıldığını belirten Batcı, bu kurumların konuya ilişkin yürütülen çalışmalarda ortak bir zeminde buluştuğunu söyledi.”TANIMAK YETMİYOR, ÖNLEM DE ALMAMIZ GEREKİYOR”İbn Haldun Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sefa Bulut da akran zorbalığıyla sıkça karşılaşıldığına değinerek, programın önemli bir çalışma olduğunu ifade etti.Bulut, “Akran zorbalığının ne olduğunu anlamak, tanımak ve gerekli koruyucu, önleyici tedbirleri almamız önemli. O nedenle okul personelinin, öğretmenlerin, yöneticilerin akran zorbalığını tanıması çok önemli. Tanımak yetmiyor, aynı zamanda önlem de almamız gerekiyor. Hem zorbalığa uğrayan çocuk hem zorbalık yapan çocuğa gerekli yardımları ulaştırmamız gerekiyor.” dedi.Akran zorbalığı konusunda erken müdahalenin önemine işaret eden Bulut, şunları kaydetti:”Geç kalırsak bazen çocuklar okuldan soğuyabiliyor. Depresyon, kaygı, uyku bozukluğu, bu tip bozukluklar olabiliyor. Okul başarısı düşüyor, okula gitmek istemiyor. Daha üst düzeyde de çocuk suça yönelebiliyor. Alkol, uyuşturucu kullanabiliyor. Arkadaşlarıyla kavga edebiliyor, huzursuzluk çıkarabiliyor, okulda disiplin sorunları oluşturabiliyor. O nedenle çocukların yaşantısını gözlememiz, değerlendirmemiz ve erken çözümler üretmemiz çok önemli.””ERKEN MÜDAHALE ÇOK ÖNEMLİ”İbn Haldun Rehberlik ve Danışmanlık Eğitim Araştırma ve Uygulama Merkezi (REDAM) görevlisi Klinik Psikolog Onour Impram ise düzenlenen programın toplumda geniş bir farkındalık oluşturduğunu, özellikle zorbalık konusunda veliler, eğitimciler ve öğrencilerin nasıl müdahale edebilecekleri, nasıl korunabilecekleri ve ne tür önlemler alabilecekleri noktasında kapsamlı bir bakış açısı kazandıklarını belirtti.Impram, akran zorbalığına maruz kalan çocuklarda görülen davranışlardan bahsederek, “Başlangıçta genellikle içine kapanma, sessizleşme, sosyal ortamlarından çekilme, arkadaşlarından uzaklaşma ve bir miktar yalnızlaşmaya doğru gidiyor. Bu süren bir hale geldiğinde çocuklarda sosyal kaygıya, depresyona ve benzeri daha ağır semptomlara sebebiyet verebiliyor. Dolayısıyla erken müdahale en önemli ayağını oluşturuyor.” diye konuştu.Bugün siber zorbalığın daha da sık yaşandığına dikkati çeken Impram, şunları söyledi:”Fiziksel hayatta zorbalık halen okullarda devam edebiliyor. Siber zorbalık daha tehlikeli ve daha yoğun bir şekilde hepimizin, özellikle de ergenlik dönemindeki çocukların hayatını daha kötü ve yoğun bir şekilde etkiliyor. Biz evde çocuğumuzun güvende olduğunu zannederken, zorbalığa maruz kalıp tam olarak ne yaşadığını bile bizlere söyleyemeyebiliyor. Bu noktada ebeveynler olarak özellikle çocuklarımızın dijital ortamda yaşadıkları şeyleri bizimle konuşabileceklerine dair alanlar açmamız ve onlara imkan tanımamız gerekiyor.””PROGRAM, TOPLUMSAL FARKINDALIĞIN KAZANDIRILMASI AÇISINDAN ÖNEM TAŞIYOR”Impram, TÜRGEV tarafından gerçekleştirilen programın faydalı olduğunu belirterek, “Program, toplumsal farkındalığın kazandırılması açısından önem taşıyor. Kişilerin bir araya gelerek, var olan sorunlara yönelik doğrudan sahadan bilgi alması en önemli kısmı oluşturuyor. Bugün burada farklı okullardan, kurumlardan rehber öğretmenlerin, müdürlerin ve uzmanların bir araya geldiği çalıştaylar düzenlendi. Bu şekilde gerçek çözüm önerilerine ulaşılabileceğini söylememiz mümkün.” ifadelerini kullandı.Klinik Psikolog Süreyya Kitapçıoğlu da akran zorbalığı ve beraberinde devam eden siber zorbalığın okullardaki yansımalarını gözlemlediklerini ifade ederek, “Bize başvuran kişilerin okullarına, rehber hocalarına ulaşırken zorlandığımız için halihazırda bu kadar kitleyi görüp hitap ediyor olmanın, bunların olası risklerini, tehlikelerini ve önlemlerini konuşuyor olmanın çok önemli olduğunu düşünüyorum.” dedi.Zorbalığa uğrayan öğrencilerin kendilerini yalnız hissettiklerini ve kimsenin onlara yardımcı olamayacağını düşünerek hareket ettiklerini belirten Kitapçıoğlu, “Özellikle okuldaki hocalarımız veya rehber öğretmenlerimizin bu konuda çok daha alarm halinde olması ve bunu ciddi bir sorun olarak görmemiz gerekiyor. İlk başta okul içerisinde bunu gözlemliyor olmak, ailenin bunu ev içerisine gözlemliyor olması, ilk yardım açısından çok önemli.” diye konuştu.

Source: Www.star.com.tr


Çölden gelen esin

Suudi Arabistan son yıllarda yatırım yaptığı birçok alanla birlikte ülkeye daha fazla yabancı çekmeye çalışıyor. Sanat da ülkenin en çok yatırım yaptığı alanlar arasında. Suudi Arabistan Krallığı Veliaht Prensi Muhammed bin Salman tarafından kurulan Misk Foundation, 2017 yılından bu yana sanatçıları başkent Riyad’da konaklatarak üretimlerini yapmalarını sağlıyor. Amaçları elbette kültürel alışverişi desteklemenin yanı sıra bölgedeki çağdaş sanat üretiminin gelişmesi. Bu yıl programa bir de Türk sanatçı seçildi: Ayça Ceylan. Eco-performans sanatçısı ve gazetemizin sürdürülebilirlik yazarı Ceylan, konuk sanatçı programında “The Sandland Oracle: Codes of the Ancient Future” isimli interaktif yerleştirmesini tamamlayacak. Program 20 Nisan’da başladı ve temmuz ortasında bir sergiyle son bulacak. Biz de Ceylan ile hem çöl deneyimini hem üretimini hem de ekolojik sanatı konuştuk. * Suudi Arabistan denince akla ilk olarak sanatçılara alan açan, hatta konuk sanatçı programına ev sahipliği yapan bir ülke gelmiyor. Ancak son yıllarda her alanda olduğu gibi sanat konusunda da yatırım yaptıkları bir gerçek. Siz orada nasıl karşılandınız ve nasıl devam ediyor konuk sanatçı deneyiminiz? “Misk Art Institute’nun Masaha Cycle 9 konuk sanatçı programı” kapsamında Riyad’da bulunmak gerçekten çok katmanlı bir deneyim. Ayrıca Suudi Arabistan’ın son yıllarda öncelikleri arasında üst sıralarda bulunan kültür ve sanat alanındaki dönüşümüne tanıklık etmek de heyecan verici. Açıkçası ilk başta buraya dair imgelerim sınırlıydı ama buraya geldiğimde Misk Art tarafından organize edilen geziler, müze ve sanatçı atölyesi ziyaretleri aracılığı ile hem yerel hem uluslararası kültür-sanat ekosisteminin aktörleri ile tanışma imkânım oldu. Devlet kurumları da dahil olmak üzere kadınların ve gençlerin desteklendiğini ve önemli pozisyonlarda çalıştıklarını söyleyebilirim. Kültürel dönüşüm hissedilir düzeyde ve bu geçiş döneminde burada olmak ve yaratıcı bir enerjiyle beslenmek sanatsal sürecime de farklı bir perspektif getiriyor. Misk Art ekibi oldukça destekleyici ve sanatçının kendi araştırma yönünü özgürce geliştirebilmesi için maddi ve manevi gerekli zemini sağlıyor. Türk bir sanatçı olarak burada bulunmak ve ülkemi temsil etmek kıymetli. ÇOK KATMANLI * Sergi için çalışmalarınızı sürdürdüğünüz “The Sandland Oracle: Codes of the Ancient Future” interaktif yerleştirmeniz hakkında biraz daha detay alabilir miyiz? “The Sandland Oracle: Codes of the Ancient Future”, çölü hem kadim bir arşiv hem de dönüşümün vizyoner bir mekânı olarak yeniden kurgulayan, çok katmanlı ve duyusal bir yerleştirme projesi. “Geçmişin kumları, geleceğin manzaralarını nasıl şekillendirir” sorusundan yola çıkan bu interaktif yerleşirmemde, mitoloji, ekoloji, gelenek ile teknolojinin birlikte kimliği ve kolektif şifayı nasıl inşa ettiğine ve çevresel sürdürülebilirlik politikalarına neler katabileceğine odaklanıyorum. Al-Dahna Çölü’nün hilal (ayça) biçimli kum tepeleri, AlUla’da 7 bin yıl öncesine dayanan deniz kabuklarının bulunduğu kadim izler ve nun harfi, projenin mekânsal ve sembolik çıkış noktalarından. Yerleştirme; video sanatı, canlı performans, 3D baskılar, sanatçı e-kitabı ve AI (yapay zeka) gibi araçlarla, bireysel bellek ile kolektif bellek arasındaki bağı araştırıyor. Bu sayede, atalara ait bilgeliğin güncel araçlarla yeniden yorumlanabileceği şiirsel ve çok boyutlu bir düşünme alanı açmayı hedefliyor. * Ekolojik sanat, topraklarının çoğunluğu çölden oluşan bir ülkede farklı perspektifler açacaktır diye düşünüyorum… Çöl, çoğu zaman “boşluk” ya da “yoksunluk” olarak algılansa da derin bir arşiv, zamanın dokusunu taşıyan bir canlı organizma. Suudi Arabistan’da, özellikle çölde yaptığım gezilerde, kumların konuştuğunu biliyorum. Bunu sadece spiritüel açıdan söylemiyorum, “singing sand” (konuşan kumlar) diye bir kavram var. Birçok bilimsel araştırma rüzgârın kum taneleri ile bir araya geldiğinde farklı frekanslarda sesler oluşturduğunu doğruluyor ve bunların potansiyelleri üzerine çalışıyor. Ayrıca ülkenin bazı bölgeleri yaklaşık 45 milyon yıl önce kadim Tetis Okyanusu’nun tabanıydı. * Bir eko-performans sanatçısı olarak, sizce sanat günümüzün ekolojik sorunlarına nasıl katkı sağlayabilir? Sanat, duygusal zekâyı ve sezgisel bilgeliği harekete geçirebilen nadir alanlardan biri. Ekolojik sorunlar sadece teknik ya da politik meseleler değil, aynı zamanda ruhsal ve duygusal bir kopuşun yansımaları. Eko-performans, insan ile doğa arasındaki bu kopuşa karşı bedensel bir hatırlama pratiği olabilir. Bedenle, ritüelle, duyularla, hareketle doğayla yeniden sağlıklı ilişki kurmak mümkün. Benim performanslarımda/performatif yerleştirmelerimde doğa elementleri çoğunlukla birer karakter olarak yer alır. Bu karakterler kendilerini kendi tarihsel-politik-sosyolojik öyküleri anlatır. Sanat aracılığıyla yeni bir farkındalık yaratılabilir: Doğayı kurtarmak değil, onunla yeniden bir ilişki inşa etmek… Belki de bu çağın en önemli dönüşümü burada gizli.

Source: Orhun Atmiş


Asgari ücret haberleri… Asgari ücret artacak mı, ara zam gelecek mi?

Temmuz ayı yaklaşırken milyonlarca çalışanın gözü asgari ücrete çevrildi. Haziran enflasyon verileriyle birlikte memur ve emekli maaşlarına yapılacak zam oranı netleşecek. Bu süreçte asgari ücretliler de ara zam beklentisiyle gelişmeleri yakından takip ediyor. Ekonomik göstergeler, hayat pahalılığı ve alım gücündeki düşüş, “Asgari ücrete temmuzda zam gelir mi” sorusunu yeniden gündemin ilk sırasına taşıdı. Asgari ücret artacak mı?Asgari ücret ile ilgili hükümet ve Cumhurbaşkanı Erdoğan”dan 22 Haziran 2025 Pazar günü tarihi itibarıyla yeni bir açıklama yok. Geçen hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan kendisine yöneltilen soruya kısa bir cevap verdi ve “Söyledim ya” ifadelerini kullandı.Özgür Özel”den asgari ücret açıklaması (19 Haziran 2025 Perşembe)CHP Genel Başkanı Özgür Özel, “Biz, yanında 5 kişiye kadar asgari ücretli çalıştıran esnafın sosyal güvenlik primine yapılacak doğrudan destekle bu artıştan hem korunacağını hem de asgari ücretin zamlanmasıyla esnafın da yüzünün biraz olsun gülebileceğini değerlendiriyoruz.” dedi.Özel, beraberindeki partililerle Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu (TESK) Genel Başkanı Bendevi Palandöken”i ziyaret etti.Ziyaretin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında konuşan Özel, asgari ücretin, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre dahi 3 bin liranın üzerinde eridiğini ve temmuzda asgari ücrete yapılan zammın neredeyse ortadan kalkacağını söyledi.Asgari ücrette artış yapılması durumunda, bunun esnafa olumlu yansıyacağını belirten Özel, şu ifadeleri kullandı:”İşçide, memurda para yoksa, emeklinin cebinde para yoksa, çiftçi ürününe iyi fiyat alamıyorsa, esnafta da para yok. Esnafın en büyük sıkıntısı bu. Diğer yandan küçük esnaf, asgari ücretli çalıştıran bir işveren. Biz, asgari ücretin artırılmasını ancak küçük esnafın bu artıştan korunmasını öneriyoruz. Asgari ücret artırıldığında, Sosyal Güvenlik Kurumunun prim tahsilatları da inanılmaz şekilde artıyor. Bu tahsilatların sadece dörtte birinden bile vazgeçilip, esnafa ve işverene destek olarak sunulduğunda, sorun neredeyse hallolmuş oluyor. Biz, yanında 5 kişiye kadar asgari ücretli çalıştıran esnafın sosyal güvenlik primine yapılacak doğrudan destekle bu artıştan hem korunacağını hem de asgari ücretin zamlanmasıyla esnafın da yüzünün biraz olsun gülebileceğini değerlendiriyoruz.””Verilmiş söz tutulmalıdır”Asgari ücretin haricinde, esnafın emeklilik şartlarını da konuştuklarını aktaran Özel, “Esnafın yanında çalıştırdığı işçi 7 bin 200 günde emekli olurken, esnaf 9 bin gün çalışmak zorunda. Her esnaf, 6 yıl daha en az 8 bin lira cebinden ödemek ve en düşük emekli maaşı bile alacak olsa, 14 bin 500 liradan yoksun kalıyor. Bu noktada bir adım atılmalıdır, verilmiş söz tutulmalıdır. Meclis”in dibindeyiz. “Mum dibine ışık vermez” derler, Meclis de dibine ışık vermiyor gibi görünüyor.” diye konuştu.Özel, esnafın krediye ulaşımında da sorun bulunduğunu belirterek şöyle devam etti:”Esnafın çok düşük faizli ve çok uzun vadeli kredilerle destekleniyor olması gerekir. Faizlerdeki artış, esnafları da ciddi şekilde sıkıntıya sokmuş durumda. Önümüzdeki dönemde, hem perakende yasasının çıkması için hem 9 bin günün 7 bin 200 güne inmesi açısından hem de asgari ücret düzenlemesi ve bununla eş zamanlı yapılacak esnafın, küçük işletmelerin desteklenmesi noktasında bir dizi çalışmamızı Meclis gündemine getireceğiz. Hükümete, “Gelin, esnafın elinden tutalım, esnafın elini havada bırakmayalım” diyoruz.”Bendevi Palandöken de, ziyaretlerinden ötürü Özel”e teşekkür ederek, esnaf ve sanatkarların sorunlarını konuştuklarını bildirdi.

Source: Dünya Gazetesi