“Sosyal Sorunlar Gündemi – Gençlik, Şiddet ve Adalet Arayışı”

Gençliğim eyvah! İş aramaya bile gerek duymuyorlar…

(Kadın, lisans, 27) Ben en çok aileye, ailede yetiştirilme tarzına bağlıyorum. Biraz daha erken iş hayatına veya iş hayatına benzer sorumluluklar almaya yönlendirilseydim daha kolay adapte olurdum.

(Kadın, lise terk) Kendi param olsa rahat, özgürce harcayabilirdim. Hesap vermezdim. Bu konuda çok muzdaribim mesela. En azından bir gelirim olsaydı çok iyi olurdu. Çalışmayı çok düşündüm. Ama çocuğa bakacak hiç kimse yok. Çocuk okula gidiyor. Eve geldi, ev boş. Gözüm kesmedi. Yani imkânsız benim çalışmam.

(Kadın, lisans) Üniversite öğrencisi olduğum için zaten 2-3 ay sonra çıkacak, bırakacak deniliyor. O yüzden hiç almıyorlar. Üniversiteden sonra da yeni mezun olduğum için bize daha önce çalışmış, en az iki yıl deneyimli eleman lazım deyip, okul öncesinden de ret aldım.

(Kadın, ön lisans, 27) Boşlukta hissediyorum. İşe yaramaz hissediyorum. Yani amacım ne, bu dünyaya neden geldim gibi düşüncelere kapılıyor insan.

(Erkek, lisans, 22) (Meslek edindirme kursları) Hiç katılmadım, katılmayı düşündüm ama biraz da para tuzağı gibi. Bu sertifikalar biraz da ‘Şu kadar para ver, sertifikaları doldur’ gibi geliyor bana. Devletin kursları güzel aslında, ücretsiz veriyorlar.

Source: Cüneyt Akçatepe


Cahil ve faşist liderlerin savaşı

Aslında bu köşe yazısını kaleme almanın hiçbir anlamının olmayacağı 36 saatlik süreç yaşıyoruz. Uçuşan haberler çelişkili ve belirsiz. Bir kısmı duyuma bir kısmı dedikoduya bir kısmı ise stratejik tahminlere dayanıyor. Diğer yandan da somut olayları gösteriyorlar ama onları da kimin, nasıl aktardığı yine güvenilmez bir ortam yaratıyor. İran ve İsrail ağır bir boks maçına girişmiş durumdalar, dünya da nefesini tutmuş seyrediyor. Tarafların uzak veya yakın çıkar ilişkilerinin parçası olan herkes ringe her an dalabilir. Bir yandan İsrail “Tahran’ı boşaltın” diyor, diğer yandan İran “Asıl siz Hayfa ve Tel Aviv boşaltın” diyor… Blöf mü bilinmez ama İsrail buna alışık değil. Sonuçta 1.5 yıldır, tek yönlü olarak “Derhal buraları boşaltın” emrini verdiği sivillerin üzerine kurşun ve bombalarla ölüm yağdırmaya alışmışlar, dolayısıyla kendilerine böyle tehditler gelmesini anlayamıyorlar. Her türlü cümleyi duyuyoruz: “İran hava sahasına tam hâkimiyet sağladık” diyen İsrail; “Yüzyıllar boyu unutulmayacak olan sürprizlerle dolu bir geceye hazır olun” diyen İran; “Derhal kayıtsız şartsız teslim olun” diye İran’a ültimatomlar yağdıran Trump , Ortadoğu’da bütün gece yankılanan alarm sirenleri ve hangi yönden nereye doğru gittiği anlaşılmayan füzeler… İsrail, Amerika’ya güvenerek Ortadoğu’nun her yerinde borusunu öttüren mafya devleti rolünde girişti. “Kadın veya çocuk fark etmez, istediğim sivili öldürürüm. Suriye’de istediğim yeri ele geçiririm, gerekirse bombalar yağdırıp İran’a da saldırırım. Ne de olsa, Amerikan dayım her zamanki gibi arkamdadır.” Bu kriz yaşanırken başta New York olmak üzere Amerika’nın tüm büyük merkezlerinde Yahudi lobisinin kontrol ettiği medya ve finans baronları Trump’a tarihte görülmemiş bir baskı yapıyorlardır, kimse aksini iddia edemez! Ne ricalar ne tehditler ne pazarlıklar! Washington’ın sağlayabileceği GBU57 model sığınak avcısı bombalar ve üstelik bunların Fordo nükleer tesisine bir Amerikan uçağıyla bırakılması gerekliliği, ABD’nin savaşa dahil olmasını ısrarla istemelerinin nedenlerinin başında geliyor. Trump’ın Hamaney ’e yaptığı tehditler ortada: “Yerini biliyoruz seni şimdilik öldürmeyeceğiz.” Bu cümle, yıllardır bildiğimiz ve değişik ortamlarda kanıtlarıyla ortaya koyduğumuz, Batı’nın Ortadoğu’ya ve “koyu tenli insanlara” bakışını yansıtıyor. İşin acı tarafı, Avrupa Birliği Trump’a “Başka bir ülkenin cumhurbaşkanı hakkında sen nasıl böyle konuşabilirsin?” demeyecek. Trump Ortadoğu’da istediği ülkeye yakın olabilir, istediği liderden nefret edebilir ama ABD’nin böyle bir dil kullanması insana pes dedirtiyor. Ortadoğu ülkelerinin liderlerinin bile, inanın herhangi bir batı ülkesinin gözünde, bir bürokrat kadar bile değeri yok. Konu, cahil liderlerin bu külhanbeylik, para, silah ve güç gösterisi yarışında birbirine maytap atar gibi nükleer füze atabilme tehlikesi. Değerli dostum Prof. Tolga Yarman Halk Tv’de kendini paralıyor: “Dünyadaki insanların gidecekleri başka bir yer yok. Mars’ta bilmem ne kolonisi yok. Bu dünya bir cennet.” Amerika ve Rusya, 1962 yılında Küba açıklarında karşı karşıya geldiklerinde, Kruşçev ve Kennedy bu nükleer çılgınlığa uzak durmayı ve bir anlaşma zemini yaratmayı başarmışlardı. Küba yakınlarında, Atlantik Okyanusu’nda meydana gelmesi beklenen bir felaket senaryosu böylece engellenmişti. İsrail’in planlarından biri de, İran’da molla liderleri ve komutanları öldürerek oluşabilecek bir ayaklanmanın önünü açmak. Bence böyle bir şey olmayacak; çünkü İranlı muhalif ve solcuların İsrail saldırırken böyle bir fırsatçılıkla ayaklanarak halkın gözünde kendilerini lekelemeyeceklerini düşünüyorum. İSRAİL”İN ESKİ BAŞBAKANI BİLE İSYAN ETTİ! Dünyada yapılan kamuoyu araştırmalarında İsrail’in imajı yerle bir! Son 1.5 yılda, bu hükümet yüzünden İsrail’e ve Yahudilere gösterilen dayanışmanın büyük kısmı yok oldu. Ne kadar ilginçtir ki bu sivil katliamı görmemeye çalışan sayısız Yahudi var. Mesela İsrail son bir haftadır İran’la boğuştuğu için Gazze’deki çocuklar, kadınlar ve siviller bombalanmıyor, diye düşünüyorum! 5 Haziran’da, yani İsrail’in İran’a saldırmasından önce, İsrail’in eski başbakanı Ehud Olmert’in daha önce Haaretz gazetesinde yayınlanan bir makalesi Le Monde’da çıktı. Ş öyle özetleyeyim: Kendi ülkesine “soykırımcı” dememek için bin dereden su getiriyor ama buna rağmen artık son yaşananlardan sonra bunun başka türlü adlandırılamayacağını da ima ediyor, İsrail hükümetinin artık kendi halkına ve İsrail devletine düşman hale geldiğini söylüyor. Gazze’de, halkın bombalanması dışında, açlığa terk edilmesinin de felaket getiren politikalar olduğunu savunuyor ve La Haye Uluslararası Mahkemesi’nin vereceği ekonomik ve diplomatik cezaların ağır sonuçlar getireceğini vurguluyor. Bazı İsrail askerlerinin sosyal medyada cinayetleriyle övünmeye cüret edebildiklerini de aktardıktan sonra, savaş suçları mahkemesinde ifade vermeye çağrıldıklarında hiçbir müdafaaları olamayacağının özellikle altını çiziyor. Yani bence Olmert, soykırım kelimesini kullanmıyor, ama resmen tarif ediyor! Dünyada sayısız Musevi, Netanyahu Hükümeti’nin katliamlarına artık dayanamıyor! Yazımı kapatırken, faşist ve cahil liderlerin dünyayı sürüklediği korkunç senaryolardan uzak durmak için, Tolga Yarman’ın bilinçlenme çağrısına uyarak, cennet dünyamıza sahip çıkmamız gerektiğini en saf ve samimi “çocuksu” duygularla ifade etmek istiyorum.

Source: Bedri Baykam


İsrail-İran Savaşı Ekseninde Çivisi Çıkan Dünya

İnsanlığın kolektif aklı çöküyor gibi uzunca bir zamandır. Bir şeyler yerinden oynuyor. “Dünya zıvanadan mı çıkıyor?” sorusu artık paranoyaklara değil, makul insanlara ait… Ortadoğu’da, haritada bir avuç yer kaplayan ama etkisi kıtaları aşan, dünyanın ahlaki dengesini altüst eden bir ülke; İsrail. Amerika’nın vurucu koç başı. Nüfusu, İstanbul’un yarısı kadar. Ama Amerika’nın desteğiyle elinde tuttuğu politik gücü, askeri teknolojisi ve dokunulmazlık zırhıyla dünyayı şekillendiren aktörlerden başında… Öyle bir ülke ki, saldırmayı güvenlik, işgal etmeyi savunma, savaş açmayı diplomasi diye sunuyor. Barışı savaşla savunuyor; güvenliği başkalarının yok oluşunda arıyor. İsrail artık yalnızca bir ülke değil. Bir olgu. Bir sistem. Bir mesaj: Güç sende varsa, haklı olman gerekmez. Yalnızca Filistinliler için değil, bölgedeki herkes için bir tehdide dönüşmüş durumda. Tehdit edici, bölgesel bir hegemon güç… Türkiye’den Körfez ülkelerine kadar herkesin yeni “başat tehdit” algısı… *** Netanyahu, İran’ı nükleer silah üretmekle suçladı. “Oyalanıyoruz” dedi. “Tehlike kapımızda,” ve düğmeye bastı. İran’ın askeri üsleri, nükleer tesisleri, ekonomik merkezleri hedef alındı. Öldürülenler arasında Devrim Muhafızları Komutanı, Genelkurmay Başkanı, Hava Kuvvetleri Komutanı’nın da bulunduğu bir düzineden fazla üst düzey komutan var… Yalnızca askerler de değildi hedef; İran’ın bilim dünyasına yön veren nükleer fizikçiler, mühendisler, araştırmacılar… Yani bu saldırı, bir askeri operasyon değil, entelektüel bir kafatası avıydı. Sadece bedenleri değil, beyinleri hedef aldılar. Zihinsel bir yok etme hamlesi. Böylesine nokta atışıyla yapılan bir operasyon, yalnızca teknolojik üstünlükle açıklanamaz. İsrail’in, İran içinde derinlere kök salmış çok katmanlı bir istihbarat ağına sahip olduğu artık sır değil. Sahaya sızmış bir bilginin, içeriden işleyen bir aklın, damarlarına kadar nüfuz etmiş bir istihbarat ağının ürünü. Molla rejimi yıllardır kadınların başörtüsüyle uğraşıyor. Bir tutam saçı görünce devlet refleksi devreye giriyor ama o sırada ülkenin damarlarına kadar sızan Mossad’ın farkında bile değiller. İstihbarat servisinin başına Mossad ajanı gelmiş… İsrail, İran topraklarında adeta üs kurmuş. Drone fabrikaları, gözetleme merkezleri, derinlemesine istihbarat ağları… Bu kadarı da olurmuş demek ki… Kendi halkını bastırmakta maharetli olanlar, dışarıdan gelen sızıntıya kör. Ayrıca son bir yıldır İran, Gazze’den Yemen’e, Suriye’den Irak’a kadar vekil güçlerini desteklemekle meşguldü. Bunlar için milyarlarca dolar harcadı. Ama aynı sürede kendi topraklarının güvenliğine yatırım yapmadı. Güvenliği dışarıda kurmak istedi, içeride ihmal etti. Şimdi o dış çeper çökünce, İsrail ve Amerika İran ana kıtasına fütursuzca girebiliyor… *** İran ilk şoku atlattıktan sonra kırmızı intikam bayrağını çekti, misillemeye geçti, biraz da zevahiri kurtarmak için… Meşhur Demir Kubbe bazı yerlerde delindi. Tel Aviv ve Hayfa dahil pek çok şehir hedef alındı. Ancak bunlar elbette İsrail’in İran’a verdiği kayıplarla kıyaslanabilecek düzeyde bir etki yaratamadı. Çünkü güç asimetrisi ortada. İran’ın misillemesi daha çok bir yanıt verme, bir gururunu kurtarma mecburiyetiydi ve masaya oturma zamanı geldiğinde çok da biçare görünmeme arzusuydu, gerçek bir dengeleme değil. Petrol fiyatları daha ilk günden fırladı. Ekonomik göstergeler, yalnızca savaşan taraflarını değil, tüm dünyayı uyarıyor. Küresel ekonomi bir yangın yerine dönebilir; çünkü savaş, artık yalnızca cephede yaşanmıyor. Etkisi piyasalarda dalga dalga yayılıyor, zihinlerde endişeye, diplomasi masalarında sessiz bir gerilime dönüşüyor. Yeni çağın savaşları sadece toprakta değil veride, finans sisteminde ve sinir uçlarında yaşanıyor. İsrail ve İran arasındaki bu yeni cepheleşme sadece Ortadoğu’nun değil, dünyanın tamamının meselesi oluyor. Çatışmaların kontrolden çıkma ihtimali, müttefiklerin ve vekil güçlerin devreye girme olasılığı, nükleer silahların kartlara yazılma ihtimali… Bunların her biri, gelecek yüzyılı değil, yarınımızı tehdit ediyor. Amerika Akdeniz”e yeni filolarını gönderiyor, Körfez”e askeri yığınak yapıyor. Diplomasi adına tehditlerini sıralıyor; Bu artık müzakere değil, bir tür şantaj. “Önleyici diplomasi” dedikleri şey, aslında kaba bir mesajdan ibaret: Kırk katır mı, kırk satır mı, hangisini tercih ediyorsan.. Trump açık açık İran sahasının onların kontrolünde olduğunu dile getirebiliyor. Ne kadar acı bir cümle bu… Bir ülkenin topraklarını, kendi stratejik oyun sahası gibi tanımlamak… Ayrıca “İran Cumhurbaşkanı’nın yerini bildiklerini, şimdilik öldürmeyeceklerini ama sabırlarının da taşmakta olduğu mesajını da veriyor… Bu sözler, yalnızca bir diplomatik gerilim değil; savaşın gerçekte kimler arasında olduğunu ele veren itiraflardır. Çünkü bu açıklama, ABD’nin bu çatışmanın kenarında değil, tam kalbinde olduğunu ortaya koyuyor. Washington, İran’ı kendi çizdiği sınırlar içinde bir anlaşmaya zorluyor. Masaya barış değil, şart koyuyor. Zor yoluyla şekillendirilmiş bir “rıza” üretmeye çalışıyor; Gramsci’nin tanımladığı anlamda bir hegemonya inşası mı bu acaba? *** Bu yol, Irak’ta Saddam Hüseyin’le başladı. Kimyasal silah var, dediler, kanıtlayamadılar ama işgal ettiler. Dünya kamuoyu o yalanı sindirene kadar, ülke yerle bir olmuştu. 1 milyonun üzerinde insanın canına mal oldu. Sonra Libya. Arap Baharı adı altında başlatılan dalga, Kaddafi’yi silip süpürdü. “Demokrasi” ve “insan hakları” söylemleri eşliğinde bir ülkenin kalbi söküldü. Suriye”de sıra Esad’a geldi. Diktatör dediler. Baskıcı dediler. Suriye, yıllardır süren vekalet savaşlarının sahasına dönüştü. Suriye’den en çok fayda sağlayan ülke; Rusya’ydı. Zaten orada üsleri vardı, Akdeniz”e açılan kapısıydı… Hava sahasını kontrol ediyor, rejime lojistik destek sunuyordu. Ama ne zaman ki Amerika ve müttefikleri müdahale çıtasını yükseltti, Rusya”nın sesi cılız kaldı. Esad’a ancak kendisine kaçma seçeneğini sunabildi, diğer bir deyişle “sattı”. Şimdi benzer bir senaryo İran için hazırlanıyor. İran ne bir Suriye, ne bir Libya elbette. Son derece kadim bir medeniyet; aklı ve hafızası çağların ötesine uzanır. Ama molla rejimleri, o aklı mahvetti. Ömer Hayyamların, Hasan Sabbahların memleketi karanlığa teslim edildi… İran’ın önünde artık yalnızca iki seçenek var gibi görünüyor: Onursuzca masaya oturmak… ya da emperyalizm tarafından bütünüyle çökertilmek. Ara bir yol, bu denklemde pek mümkün görünmüyor. Yine de bir üçüncü yoldan bahsetmek mümkün: Onurluca, sonuna kadar direnmek. Teslim olmadan, bedeli ne olursa olsun mücadele etmek. Peki, İran’ın sırtını yasladığı büyük aktörler ne yapıyor? Çin mi? Rusya mı? İran’dan ekonomik olarak en çok faydayı sağlayan Çin. Petrol, doğalgaz, yatırım anlaşmaları… Ama sıra sıcak çatışmaya gelince, Pekin sessiz. Bugün artık herkesin bildiği bir şey var: Amerikan emperyalizminin doğrudan karşısında duran kim varsa, ya işgal edildi, ya içten çözüldü, ya da yalnız bırakıldı. İsrail bu politikanın vekil uygulayıcısı gibi sahada. Ama ipleri elinde tutan, hâlâ Washington. Bu noktada Çin’in de, Rusya’nın da İran dosyasını çok iyi çalışması gerekiyor. Çünkü sıra tekrar kendilerine gelmeden önce ellerini başlarının arasına alıp düşünmeleri şart. Bugüne kadar kaç tane sarı öküz verildi, herkesin hesabını ayrı tutması gerek… Şu anda dünyada üç büyük güç var: Amerika, Çin ve Rusya. Ama geldikleri noktada hiçbiri küresel liderlik üretemiyor. Bu artık apaçık ortada. Amerika, Trump gibi saat başı fikir değiştiren, tüccar refleksiyle hareket eden bir figürü zirveye taşıyabilmiş bir ülke. Rusya desek, Putin’in nasıl ve ne şekilde seçildiği, herkesin malumu. Çin, geleceğin süper gücü olarak lanse ediliyor ama dünya sahnesinde hâlâ gölge boksu yapmayı tercih ediyor. Liderlik boşluğu büyüyor. Ve dünya bu boşlukta rotasız, pusulasız savruldukça savruluyor. Halbuki Atatürk bundan bir asır önce fark etmişti olması gerekeni. Ne bir strateji raporunda, ne bir deklarasyonda, sadece bir devlet aklının vicdanıyla… Sadece bir barış çağrısı yapmamıştı, bir uygarlık uyarısı bırakmıştı ardında: Yurtta sulh, cihanda sulh. Barış, yalnızca bir dönem politikası değil, bir varoluş ilkesiydi onun için. Aynı şekilde “Mecbur kalmadıkça savaş bir cinayettir,” sözü… Bugün dünya bu iki cümleyi unuttu. Unuttukça savaş normalleşti, cinayetler diplomasiye dönüştü. Biz hâlâ o sözlerin büyüklüğüyle sınanıyoruz. Bugün dünya, ne sulhu koruyabiliyor ne de cinayetle barış arasındaki farkı ayırt edebiliyor. Haklı savaş yok; çıkar savaşları, vekâlet savaşları, algı savaşları, teknoloji ve istihbarat üzerinden yürütülen gölgeli savaşlar var. İnsanlık bir gün gerçekten savaşa değil, barışa mecbur olduğunu anlayabilecek mi? *** Evet, savaş gerçekten de artık yalnızca cephede yaşanmıyor. Ölüm ve dehşet görüntüleri, sadece askeri kameralarda değil; müzikle titreşen ışıkların arasında da dolaşıyor, gece kulüplerinin huşulu eğlencelerine etkileyici bir fon görevi görüyor. Lübnan’da bir eğlence mekânında insanlar dans ederken, gecenin karanlığında semayı ışıklandıran füzeleri izliyor, şık gece kıyafetleri içinde, görüntüleri cep telefonlarıyla kaydediyorlar… Caz ritmiyle senkronize patlamalar, bedenlerin kıvrıldığı ışıklı zemine karışıyor… Bir ülke yanarken, diğerinde bu yangın gökyüzünü renklendiriyor… Aynı anda. Aynı coğrafyada. Bu sahne, her şeyin ötesinde bir gerçekle yüzleştiriyor bizi: İnsanlık, bir eşiği daha geçti. Artık savaşlar bile dramatik ağırlığını yitiriyor; yıkım bir enformasyon dekoruna, ölüm ise görsel bir efekte dönüşüyor. Savaş bir gösteriye, yok oluş bir arka fon müziğine… İnsanlığın çıtası yalnızca ahlaken değil, varoluşsal olarak da düşüyor. Jean Baudrillard’ın “Gerçeklik, yerini simülasyona bıraktı” tespiti artık kuramsal bir fikir değil. Lübnan’daki o gece kulübü, bu tespitin kanlı bir sahne dekoru gibiydi adeta. Görüntü… öylesine epikti ki, insan artık neye ağlayacağını, neye hayret edeceğini bilemiyor. Belki de modern çağın en büyük trajedisi bu: Hiçbir trajedinin bizi tam anlamıyla sarsamaması. Dünya öyle ters döndü ki, şimdi yanlış ayakta duruyor; doğru yere sığamıyor. Normaller anormal, anormaller normal oldu. Dünya, tersine çevrilmiş bir bilinç hâliyle, olup biteni izlemeye devam ediyor. Gerçekle yalan, kurbanla fail, haberle kurgu iç içe geçti. Hakikatin kıymeti azaldıkça, hissizliğimiz de meşrulaştı. *** Gazze artık manşetlerde değil. İran ile İsrail arasındaki gerilim, dünyanın dikkatini çoktan başka bir sahneye çevirdi. Yeni füzeler eski yaraları hafifletiyor sanki. Bir savaş başka bir zulmü gölgeliyor. Gazze, hâlâ bombalanırken; hâlâ yardım almaya giden çocuklar bir video oyunuymuşçasına vurulurken, kalanlar açlıktan ölmeye başlamışken; hâlâ insanlar yıkıntılar arasında nefes almaya çalışırken… görünmez kılındı. Oysa Gazze’de yaşanan şey, bir savaş değil. Bir yok etme iradesi. Sistemli, soğukkanlı, gündelik bir şiddet. Enkazdan çıkarılamayan cesetler, susuzluktan ağlamayı bile unutmuş bebekler… Bunlar, insanlık tarihinin başka pek az zulmüne benziyor. Burada ölüm sıradanlaştı. Çünkü burada yaşam, bir mucizeye dönüştü. Gazze, artık sadece bir şehir değil, sanki bir suskunluk sınavı… Batı’nın bu konuda gösterdiği suskunluk, artık diplomatik bir denge arayışı değil, utanılması gereken bir tarafgirliktir. Batı, bu tercihi çoktan yaptı yapmasına, peki ya Doğu? Ya İslam dünyası? İsrail’in gazabına uğrayan Gazze halkı için ayağa kalkması gereken 56 İslam ülkesi nerede? Dillerinden “din kardeşliği” düşmeyen liderler, neden bir araya gelip fındık kadar İsrail’e bile kafa tutamıyor? Neden her biri, bir diğerinden daha sessiz, daha kayıtsız, daha korkak? Çünkü çoğu İsrail’in gölgesinde büyüyen petro-diktatörlükler. Çünkü bazılarının varlığı zaten o saldırgan devletin bölgesel planlarına hizmet ediyor. O yüzden bir kısmı ağzını hiç açmıyor, açanların ise ağzından yalnızca kof ve içi boş palavralar dökülüyor. Gazze yanarken, onlar diplomatik şiirler okuyor. Söz çok, cesaret yok. Sahi, Netanyahu’nun organize katliam şebekesine “dur” diyebilecek bir babayiğit kaldı mı bu dünyada? Yoksa herkes, başka coğrafyalarda eğlenirken göğe yükselen füzeleri kaydeden kalabalıklara mı dönüştü? Gazze artık dünya haritasında bir nokta değil. Bir ayna. Bize insanlığımızı gösteren, ya da göstermeyen, bir kırık ayna. *** İran’la ilişkilerimiz öteden beri hem yakın hem de kırılgan. Orada çıkacak her karışıklık, bize dalga dalga ulaşır: Ekonomik kırılganlık, enerji kaynakları, sınır güvenliği… hepsi birden etkilenir. Türkiye, İran’daki her sarsıntının ilk hissedildiği ülkelerden biridir. Diğer yanda, İsrail’le zaten uzun süredir diken üstünde ilerleyen bir ilişkimiz var. Daha geçenlerde Netanyahu”nun, “Osmanlı İmparatorluğu geri gelemeyecek,” diyerek Türkiye’ye gönderdiği tarihsel mesaj, aslında bir tehditten çok daha fazlasıydı: Bu toprakların ruhuna yönelik bir aşağılamaydı. Bugün dünyanın dört bir yanından, “Üçüncü Dünya Savaşı başladı” sesleri yükseliyor. Kimine göre çoktan başladı, kimine göreyse eli kulağında. Bu tartışmanın içinde Türkiye’deki iktidar da yerini alıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP lideri Bahçeli, açık açık “Sıradaki hedef biz olabiliriz” diyorlar. Haklı olabilirler. İsrail’in İran’la olan savaşı Türkiye’ye sıçrarsa ne olur, sorusu artık komplo teorilerinin değil devlet açıklamalarının konusu. Ama işte mesele tam da burada başlıyor. Çünkü iktidarın yüksek perdeden yaptığı “tehdit altındayız” açıklamalarıyla içeride izlediği siyasi pratikler birbirini tutmuyor. Eğer gerçekten bir dış tehdit varsa, dikkat ve enerji o cepheye yoğunlaşmalı değil mi? Oysa içeride tüm odak, muhalefeti sindirmeye yönelmiş durumda. İktidarın eli tüm ağırlığıyla muhalefet belediyelerinin üzerinde. Bu yükleniş, kamuoyuna “hukuki süreç” olarak sunuluyor ki daha önce de yazdığımız gibi üzerinde durulması gereken ciddi başlıklar elbette var. Ancak burada sorgulanması gereken yalnızca dosyaların içeriği değil; yürütülme biçimi, seçilen zamanlama ve kullanılan dil. Çünkü bu mesele, tek başına adaletle ilgili değil. Aynı zamanda güçle, kontrolle, siyasetle ilgili. Toplumsal algının yönetilmesiyle, iktidarın kendi gündemini kurgulama biçimiyle ilgili. İktidarın refleksi artık şöyle işliyor: Tehdit olarak gördüğünü hedefe al, halkın dikkatini oraya yoğunlaştır, meşruiyeti sorgulatmadan ilerle. Bu stratejide haklılık ikinci planda kalıyor. Asıl dert, içerideki tek sesli dengeyi sabit tutmak. Bu yolda her şey bir araca dönüşebiliyor: Uluslararası krizler, savaşlar da, yargı süreçleri de, kamuoyu algısı da… İktidarın artık “anlatma” ihtiyacı yok. Yeni dönemin temel ilkesi şu: “Ben söylüyorsam doğrudur.” O yüzden siyaset, temsil olmaktan çıkıyor; gösteriye, dayatmaya, bir tür sessizlik yönetimine dönüşüyor. *** Türkiye’de kamu hayatının en istikrarlı sembolü nedir diye sorsalar, artık “anayasa” diyemeyiz hiçbirimiz. Ne partiler, ne kurumlar, ne ideolojiler… Hepsi değişti, tahrif edildi, dönüştürüldü. Ama bir şey hep sabit kaldı: Koltuk sevdası. İktidar koltuğu. Parti koltuğu. Meclis koltuğu. Bürokrasi koltuğu. O koltuk, kimilerinin kafasında hükmetmek, görünür olmak, itibar toplamak demek. Halbuki mevcut halimize bakınca, konuşmamız gereken tek koltuk aslında terapist koltuğu olmalıydı… Hukuk artık bir vitrin süsü. Adalet arayan, önce dilekçe değil tanıdık arıyor. Yargı denen şey, siyasetin alt komisyonu gibi çalışıyor. Genç işsizliği %30’ları zorluyor. İş bulan şükrediyor, bulamayan yurt dışına kaçmanın yolunu arıyor. Giden, bir daha dönmek istemiyor. Kalan, ev genci olup anne babasının emekli maaşına bakıyor. Ekonomik kriz, sadece rakamları değil hayatları yutuyor. Bir asgari ücretlinin maaşı, market arabasının yarısına yetmiyor. Emekli olmak, artık dinlenmek değil, sürünmek anlamına geliyor. Kadınlar sokakta öldürülüyor. Evde öldürülüyor. Devlet izliyor. Zorbalık, artık münferit değil; gündelik. Şiddet, istisna değil; iktidar dili. Çiftçilerin yaş ortalaması 59. Gençler toprağa sırt çevirmiş. “Hiçbir sorunum yok” diyen çiftçilerin oranı sadece %11. (O da muhtemelen anketi yanlış anlamıştır…) Devlet ne hakem, ne destek, ne güvence. Sadece gözleyen, bazen de engelleyen bir aygıta dönüşmüş gibi. Ve evet… Dünya her geçen gün biraz daha saçma bir yere dönüşüyor. Belki de hep öyleydi de biz anlam yükleyerek katlandık bunca zaman. Gerçekliğin ağırlığı yok artık. Gerçek bile yerçekimsiz. Ne acının ağırlığı kaldı, ne adaletin hacmi, ne vicdanın sesi. Bizi ayakta tutan ne varsa ya satıldı, ya susturuldu, ya unutturuldu. Bu koca dünya artık bir garip dekor sadece. İçinde yaşamak değil, ancak rol yapmak mümkün. Tüm bu boşluğun ortasında, bir ses kalıyor geriye; kırık bir sazın sesi gibi. “Ah, yalan dünyada, yalan dünyada Yalandan yüzüme gülen dünyada…” Belki de haklıydı Neşet Usta. Bu dünya hep yalandı. Biz ise en çok, gerçeği ararken tükendik. Muradını alamamış herkes gibi biz de gidiyoruz… ve dünya, yine ellere kalıyor.

Source: Sadık Çelik


Uzmanlar, yasa için Kültür ve Turizm Bakanlığı”na çağrı yapıyor: Arkeolojik alanlar tehdit altında

Yasa teklifi yalnızca zeytinlikleri değil; ormanları, yaban hayatı geliştirme sahalarını, sulak alanları ve özel koruma bölgelerini de etkiliyor. Teklife göre “stratejik ve kritik madenler” ile ön lisans/lisansı bulunan yenilenebilir enerji projeleri için “acele kamulaştırma kararı” alınabilecek. Bu düzenleme antik kentleri de etkileyecek. Arkeologlar dünyada bir örneğinin olmadığını ve sadece rant çıkarı dedikleri yasa için Kültür ve Turizm Bakanlığı’nı göreve çağırıyor! “GERİ ÇEKİLMELİ” Doğal Hayatı Koruma Vakfı ise yaptığı açıklamada, “WWF-Türkiye; doğanın, binlerce yıllık zeytinliklerin, ormanların, meraların ve kültürel varlıkların korunması için tüm siyasi partilere ve milletvekillerine çağrıda bulunuyor: “Bu yasa teklifi doğa ve insan yaşamı için büyük bir tehdittir. Bu nedenle yasa teklifi geri çekilmeli, doğaya ve topluma zarar verecek düzenlemeler yeniden değerlendirilmelidir” ifadelerine yer verdi. Arkeolog Prof. Dr. Mehmet Özdoğan ve Kültürel ve Doğal Mirası İzleme Platformu Yöneticisi Arkeolog Nezih Başgelen yasa taslağıyla ilgili gazetemize açıklamalarda bulundu. “DÜNYANIN HİÇBİR YERİNDE TASLAKTAKİ GİBİ BİR UYGULAMA YOK” – Arkeolog Prof. Dr. Mehmet Özdoğan: Bu yasa tasarısının en ters tarafı: Alanda kültür varlığı var mı diye önden bakılmıyor. Sonradan arkeolojik varlık olduğu görülürse ve bakanlık kazısı gerekli derse, şirketin bütün masrafını bakanlık üstlenmek durumunda. Bu bütün uluslararası anlaşmalara ters. Bütün sözleşmelerde önce alanda kültür varlığı var mı diye bakılır. Kurtarma kazısı ile çözülebilir mi diye bakılır. Kurtarma kazısı yapılacaksa masrafını şirket vermek zorunda çünkü. Sonraki aşamada arkeolojik kalıntı çıkarsa kurtarma kazısının fiderini şirket vermek zorunda. Dünyanın hiçbir yerinde taslaktaki gibi bir uygulama yok. Bu yasa geçerse tüm arkeolojik alanlar tehdit altına girer, aynı gerekçe diğer inşaatlar için de kullanılır. Bu zeytinliklerden daha vahim sonuçları olan bir akıl… “KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI”NI GÖREVE DAVET EDİYORUZ – Nezih Başgelen (Kültürel ve Doğal Mirası İzleme Platformu Yöneticisi, Arkeolog): Kültürel ve doğal çevre değerlerinin acımasızca yok edilmesi karşısında tüm dünyada ve ülkemizde kritik bir aşamadayız. Küreselleşmenin azgın/rantsal/gözü dönmüş dünyasında ya bizi var eden tüm ekolojik/yaşamsal dengelerin/ değerlerin göz göre göre, birer birer yok edilmesine seyirci kalacağız ya da bunlara neden olanları/yok eden etmenleri birer birer etkisiz hale getirip kaderimizi kendimizce belirleyebilmenin her alanda mücadelesini verip doğa ile uyum içinde, yaşayabilen toplumlar olabilmenin yolunu ne pahasına olursa olsun bulacağız. Bu açıdan vakit geçirmeden gerçekçi bir ortak paydaya , güçlü bir vizyona, akılcı bir stratejiye, ihtiyaç var. Tüm dünyada yaşamın kaynakları, türlerin geleceği tehlikede iken olan biteni görmezden gelerek, boş yakınmalarla, günü geçmiş söylemlerle bu tehlikeleri bertaraf edebilmemiz çok zor. Uygarlık tarihinin hiç yaşamadığı ölçekteki sorunlar ve tahribat karşısında gerek yaşadığımız coğrafyada ve dünyada kaçınılmaz bir varoluş mücadelesinin şafağındayız. Ülkemizin tarihi coğrafyası Edirne’den Kars’a, Sinoptan Anamur’a tarih öncesinden günümüze inanılmaz zenginlikte kültür varlıkları ve arkeolojik yerleşimlerle doludur. Tüm bunların korunması anayasal zorunluluktur. Rantsal önceliklerle hazırlanan yasa tasarısındaki maddeler hiçbir şekilde, gerek ulusal, gerekse uluslararası mevzuatımız açısından kabul edilemez. Dünya da bir örneği yok. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nı göreve davet ediyoruz.

Source: Öznur Oğraş Çolak


Kapitalizmin grotesk hakikati

İsrail’in Gazze soykırımının ardından İran’a düzenlediği saldırılar, Batı merkezli emperyalist kapitalizmin grotesk hakikatini sergiliyor. ABD-Avrupa merkezli emperyalist kapitalizm artık bir barbarlık üretme makinesine dönüşmüştür. “Grotesk” de Batı’nın bu olaylar karşısında sergilediği biyolojik ırkçılığa ilişkindir. YAPISAL VE TARİHSEL… Filistinliler, modern İsrail projesi içinde, daha en baştan, Avrupa sömürgeciliğinin ötekileştirdiği halklar gibi, “gelişmemiş”, “geride kalmış” ve “medenileştirilmesi gereken” insanlar olarak yeniden ırksallaştırıldılar . Sadece İsrail’de değil, Almanya başta olmak üzere Batı’nın birçok ülkesinde geçerli olan bu bio-ırkçılığın bakışı altında Filistinliler “Holokost’un kurbanlarının kurbanı” olarak özgürlüklerini kaybederek görünmez olur, “tanınamaz, anlatamaz, yas tutamaz” hale gelirler. Böylece Filistinlilerin sistematik olarak insanlıktan çıkarılmaları , onları “ölümle yaşamak” zorunda kalan bedenlere dönüştürür. “Ölümle yaşamanın” aşırı şiddeti içinde cinsiyet, çocukluk, aile gibi sosyal kategoriler anlamını yitirir. Artık ortada, sorumlu ya da masum bireyler değil, şiddet uygulanabilecek bir “bedenler kütlesi” vardır. Bu tarihin son durağında Gazze soykırımı karşısında Batı’daki devletlerin ve medyanın, “kulakları sağır edici” sessizliği, koşulsuz İsrail desteği, yalnızca bir ahlaki çöküş örneği değildir, aynı zamanda onların, 80 yıl sonra yine bir soykırımın kolaylaştırıcısı olduklarını gösterir. IRKÇILIK… Bu yeni çağda, (emperyalist kapitalizmin son yapısal krizi içinde) ırkçılık, artık klasik biyolojik ayrımlardan çok, kapitalist düzenin “potansiyel” anlayışı üzerinden işliyor (Kiarina Kordela: Being, Time, Bios) . Artık önemli olan bir varlığın “insan” olup olmaması değil, artık değer üreten döngüye katkı sağlayıp sağlayamayacağıdır. Kapitalist düzende makine, gen, algoritma değerliyken çocuk, kadın, yaşlı ya da hastalıklı bedenler değersizleşir. Filistinli çocukların “tehdit” olarak görülmesi, İranlıların, Batı’nın tanımladığı “potansiyelin” dışında görülmeleri, tam da bu bio-ırkçılığın sonucudur. Bu bio-ırkçı bakış altında “insanlar” değil, bio-ölümsüzler (sonsuz potansiyeli temsil eden, üretime dahil edilebilenler) ve bio-ölümlüler (yalnızca biyolojik varlık olarak, tüketilebilir görülenler). Günün jeopolitiğinin diliyle: “Nükleer silahlara sahip olma hakkına sahip olanlar ve olmayanlar” . Gazze’de, insan bedeninin “Ashla’a” ya -parçalanmış bedenlere (Gala Rexer)- indirgenmesi, o ontolojik ikilemin somut ifadesidir. Artık mesele sadece öldürülmek değil; ölülerin dahi insan sayılmamasıdır: Louis Theroux ’nun, “The Settlers” (yerleşimciler) başlıklı BBC belgeselinde konuştuğu yerleşimciler ısrarla, “Filistinliler yok, yalnızca Araplar var”, “Onlar ulus değil”, “halk değil”, “Çocuk yok potansiyel terörist var” diyorlardı. VE İRAN İran’a yapılan son saldırı da büyük güçler arası rekabetin jeopolitik hesaplarının yanı sıra, bu ayrımın farklı bir yüzüdür. İran, “teknolojik potansiyeli tehdit edici” olarak tanımlanarak bio-ırkçılığın ters yönünden dışlanır. Yani İran’ın üretkenliğinin niteliği uygunsuzdur. O nedenle, her halükârda bombalanması, Batı’da ahlaki bir tartışmaya bile konu edilmez. Gerekçeler ise yine yalandır: Netanyahu, “İran sonbahara kadar onlarca bomba yapacak” demiş (2012’de); “Birkaç hafta içinde bomba yapacak” demiş, 2015’te. “Bombaların planlarını ele geçirdik, işte bomba!” demiş 2018’de ( The Daily Show’ da, Jon Stewart aktarıyor). Hâlâ ortada bomba filan yok ama “büyük İsrail fantezisine” kapılmış faşit-soykırımcı bir rejim ve onun iktidarda kalmak için dünyayı yakmaya hazır lideri var. Gazze’de, “Hamas’tan kurtuluyoruz” fantezisi peşinde soykırıma göz yuman Batı, bu kez, “İsrail yeteri kadar zarar verirse, molla rejimi değişebilir” fantezisi peşinde. Tahran yanıyor, insanlar ölmeye devam ediyor; ölenlerin yüzde 90 sivillerden oluşuyor. Çocuklar? Onlar çocuk değil, potansiyel molla. Peki İran’da rejim yıkılır, kaos çıkarsa? Önce yeni bir göçmen dalgası: Batı’ya ucuza, yeni doktor, mühendis. Etraftaki ülkelere de bakılmaya muhtaç garipler. Peki, bölgede İsrail’i tehdit edebilecek, Rusya ya da Çin ile iş yapabilecek başka ekonomik, askeri güç kalıyor mu?

Source: Ergin Yıldızoğlu


Cemaat kuşatmasında Cübbeli-Saki ittifakı: ‘Tasavvufi değil, çıkar işbirliği’

Menzil cemaatinde 3 kardeş arasında süren miras kavgasında; mevcut cemaat elebaşısı olarak kabul edilen büyük ağabey Saki Elhüseyni’nin, kardeşlerine karşı cemaat dışından da destek arayışında olduğu gündeme gelmişti. Bu kapsamda İsmailağa cemaatinden atılan Cübbeli Ahmet Hoca ile Saki Elhüseyni arasında “bir çıkar ittifakı” olduğu konuşulurken; Cübbeli Ahmet’in Saki Elhüseyni’yi ziyaret edip, elini öpmesi ve bu durumu “Biz hakiki şeyhlerin ellerini öpmeyi nimet biliriz” demesi dikkat çekti. Cemaat kaynakları; bu hamlenin Cübbeli Ahmet’in Saki Elhüseyni’ye daha net bir şekilde desteğini sunduğunu ve Saki Elhüseyni’nin de Cübbeli Ahmet’e İsmailağa cemaatiyle yaşanan tartışmada destek verdiğinin göstergesi olduğunu belirtti. Türkiye’de topluma doğrudan etki eden sağlıktan eğitime tüm alanlarda cemaat ve tarikatların etkinliği sürüyor. Başta eğitim olmak üzere söz konusu yapılar; iktidar desteğiyle hem toplum içindeki etkinliklerini hem de ekonomilerini güçlendiriyor. Bu nedenle bu yapılar arasında da rekabet artıyor. MENZİL”DEKİ KARDEŞ REKABETİ SÜRÜYOR Bu kapsamda dikkat çeken cemaatin başında Menzil geliyor. Menzil, iktidarın en gözde cemaatlerinden biri olurken, bürokrasideki taraftarları ve ekonomik gücüyle de kamuoyunun gündeminden düşmüyor. Menzil cemaati elebaşısı Abdulbaki Elhüseyni’nin yaşamını yitirmesinin ardından oğulları Saki Elhüseyni, Mübarek Elhüseyni ve Fettah Elhüseyni arasındaki miras kavgası ve “şeyhlik” rekabeti ise cemaat hakkında gündemden düşmeyen bir konu olarak varlığını sürdürüyor. Kardeşler arasındaki bu rekabet ise cemaati “Semerkand grubu” ve “Serhendi grubu” olarak ikiye böldü. BÜYÜK AĞABEY CÜBBELİ ÜZERİNDEN DESTEK ARAYIŞINDA Abdulbaki Elhüseyni’nin büyük oğlu Serhendi grubunun elebaşısı Saki Elhüseyni ise cemaat içinde en fazla taraftara sahip olurken, mevcut elebaşı olarak da sayılıyor. Büyük ağabey Saki Elhüseyni, cemaat içinden aldığı desteğin yanı sıra cemaat dışında da destek arayışlarını sürdürüyor. Gazetemiz Cumhuriyet; Saki Elhüseyni ile Cübbeli Ahmet Hoca olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü’nün bu kapsamdaki işbirliğini gündeme getirmişti. Cumhuriyet; Saki Elhüseyni’nin Serhendi Vakfı’nı Cübbeli Ahmet’e yakın bir isim “Yunus Emre Aydın” adlı bir taraftarına kurdurtarak ve “İmam Şafi anasının karnında 4 yıl kaldı” şeklinde hurafeleriyle bilinen ve Cübbeli Ahmet’in öğrencilerinden olan Muhammed Mardini’ye destek vererek, Cübbeli Ahmet üzerinden cemaat dışından da destek arayışını sürdürdüğü iddialarını gündeme getirmişti. CÜBBELİ SAKİ”NİN ELİNİ ÖPTÜ Bu kapsamda Cübbeli Ahmet, önceki gün Saki Elhüseyni’yi ziyaret ettiğini sosyal medya hesabından duyurdu. Cübbeli Ahmet paylaşımında Saki Elhüseyni’nin elini öptüğü fotoğrafına yer vererek; “Biz hakiki şeyhlerin ellerini öpmeyi nimet biliriz” ifadelerini kullandı. Cemaat içinde bu görüşme tartışmalara neden olurken; “Cübbeli Ahmet’in yakın zamanda İsmailağa cemaati ile girdiği tartışmada Menzil’den destek arayışı” olarak yorumlandı. İSMAİLAĞA”NIN ETKİNLİĞİNİ HEDEF ALMIŞTI İsmailağa cemaatinin elebaşısı elebaşısı Mahmut Ustaosamanoğlu’nun 2022’de yaşamını yitirmesinin ardından Ustaosmanoğlu’nun yerine geçen Hasan Kılıç tarafından cemaatten atılmasının ardından Cübbeli Ahmet, İsmailağa ile kavgasıyla gündemden düşmezken, en son cemaatin önceki gün İstanbul’daki Yavuz Sultan Selim Camisi’nde başlattığı “Sahih Buhari Hadis Meclisi”ni hedef aldı. Hasan Kılıç’ın ardından “şeyhliğe” en yakın isim olarak gösterilen oğlu Abdullah Kılıç hedef alan Cübbeli Ahmet, sosyal medya hesabından etkinlik için; “Efendi hazretlerimize (Ustaosmanoğlu) “Şeyhliği gitti” diye hakaret eden Abdullah Kılıç’ın tertiplediği ve bazı vehhâbileri çağırdığı buhârî meclisi istismârına asla katılmayın” çağrısında bulundu. “MENZİL ÜZERİNDEN GEÇERLİLİK ARAYIŞI” Cübbeli Ahmet’in bu açıklamasının ardından tepkiler ve tartışmalar artarken; İsmailağa tarafı “Bir şeyhe bağlılık o hayattayken sürer, tasarruf ölünce biter” derken, Cübbeli Ahmet ise “Şeyh ölse de tasarruf sürer” görüşünü savunuyor. Bu tartışmalar sürerken Cübbeli Ahmet’in Saki Elhüseyni’yi ziyaret etmesi ve paylaşımında Saki Elhüseyni’nin “Evliyaullâhın vefatlarından sonra tasarrufları haktır, bunu inkâr eden vehhâbî olur” dediğini aktardı. Menzil cemaatinden kaynaklar; bu paylaşımın “Cübbeli Ahmet’in Menzil üzerinden geçerlilik aradığı, Saki Elhüseyni’nin de cemaat dışı destek arayışı kapsamında bu görüşe ve Cübbeli Ahmet’e destek verdiğini” belirtti. Cemaat içinde ise bu görüntünün “ikilinin birbirinin sırtını kollaması, tasavvufi değil çıkar ilişkisi” olduğu değerlendirmesi yapılıyor. VEHABİLİK NEDİR? Cübbeli Ahmet’in ve Saki Elhüseyni’nin İsmailağa cemaatinin etkinliğini hedef alırken kullandığı “Vehabilik” ise “İslamlık düşünce sisteminde Kuran ve hadislerde yazılı olmayan kural ve uygulamaların reddedilmesini savunan bir tasavvuf sistemidir. Vehabilik; İslamlık elçisinin uygulamalarına ve Kuran’a bağlı olarak yaşanmasını öğütleyen köktendinci ve cihatçı Selefilik ile birlikte anılır.

Source: Aytunç Ürkmez


Cengiz’in Istrancalar Ormanı’ndaki projesi itirazlara karşın sona yaklaştı: Ağaç sayısı bile vermedi

AKP iktidarının gözde iş insanlarından Mehmet Cengiz’in şirketi Cengiz Elektrik’in Kuzey Ormanlarını etkileyecek projesinde nihai karar açıklandı. Kuzeyin bir bileşeni olan Istrancalar Ormanı’nda etkili olacak rüzgâr enerji santralı (RES) projesi, 26 Mayıs’ta Ankara’daki inceleme değerlendirme komisyonunda görüşüldü. Görüşmelerin ardından Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı proje için nihai kararın verildiğini duyurdu. Buna göre son şekli verilen çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) raporu, bakanlık ve çevre, şehircilik ve iklim değişikliği il müdürlüğünde yurttaşın görüşüne açıldı. Sürecin dolmasının ardından projeye onay çıkacağı düşünülüyor. Cumhuriyet’in de geçen aylarda gündeme getirdiği projeyle birlikte Istrancalar Ormanı’nın Kırıklareli’nde kalan kısmına 15 rüzgâr türbini dikilecek. Şirketin Geçitağzı RES projesi 2023’te 33 türbin olarak başladı. Ancak kurum görüşleri ve halkın katılımı toplantısının ardından bu sayı 19’a indirildi. Bu kararın ardından şirketin projesine yine kurumlardan olumsuz görüş geldi. Son olarak proje şimdiki sayısı 15’e indi. SAYFA ÇOK, BİLGİ AZ Projenin nihai ÇED raporu 1915 sayfadan oluştu. Ancak raporun bu halinde bile hâlâ eksiklerin olduğu görüldü. Şirket onay aşamasına getirdiği projesinde keseceği ağaç sayısını bile açıklamadı. Tamamı orman arazisi olan alanda yapılacak çalışmalarda kesilecek ağacın açıklanmama sebebinde ise “Bu aşamada mümkün değil” dendi. Şirketin alana kuracağı türbin platformları yaklaşık 8 bin 300 metrekarelik alan kaplayacak. Ayrıca türbinler arasındaki bağlantıyı sağlamak için orman içerisinde ortalama 15 bin 800 metre uzunluğunda ve 10 metre genişliğinde yeni yol açılması planlanıyor. Yeni açılacak yollar, ekskavatör yardımıyla sıyrılarak hazırlanacak. Şirket bu proje için de 2 milyar 730 milyon TL harcanacağını belirtiyor YURTTAŞ KARŞI ÇIKTI Projeye ilişkin halkın katılımı toplantısı da 2022’de yapıldı. Burada konuşan Kula köyü muhtarı, “Öncelikle projeye karşıyız. Ormanlarımıza ve yaban hayata zarar verileceğini düşünüyoruz. Ekolojik denge bozulacaktır. Proje alanının ormanlık alanlar dışında bir yerde yapılması uygun olacaktır” dedi.

Source: Şeyda Öztürk


Cani babadan kızına acımasız hareket! Gözaltına alındı

İstanbul Emniyet Müdürlüğü ekipleri, sosyal medyaya ve bazı haberlere konu olan, bir babanın kızına tekme atıp merdivenlerden yuvarladığı görüntülerle ilgili çalışma başlattı.Ekipler, kimlik bilgilerini tespit ettiği Turgay T”yi gözaltına aldı.Şüphelinin 8 çocuğu olduğu ve hırsızlık, yağma gibi suçlardan 51 kaydı bulunduğu öğrenildi.Öte yandan, şüphelinin küçük kızına acımasızca davranışı, apartmanın güvenlik kamerasınca kaydedildi.

Source: Www.star.com.tr


Yılmaz”dan “Milletimiz Müsterih Olsun” paylaşımı

Sosyal medya hesabından “Milletimiz Müsterih Olsun” etiketiyle paylaşımda bulunan Yılmaz, küresel belirsizliklerin arttığı, bölgesel çatışmaların ve istikrarsızlıkların derinleştiği bir dönemde, Türkiye”nin bir istikrar merkezi olarak rotasını sağlam tutmaya devam ettiğini bildirdi.Yılmaz, paylaşımında şunları kaydetti:”Ekonomide, enflasyonu düşüren; yatırım, istihdam, üretim ve ihracat odaklı programımızı kararlılıkla uyguluyoruz. Sosyal politikada, sağlam zeminde kalıcı refahı önceleyen yaklaşımımızla hareket ediyoruz. Güvenlikte, savunma sanayiindeki büyük hamlelerimizin yanı sıra, Terörsüz Türkiye inisiyatifi ile iç cephemizi ve milli birliğimizi pekiştiriyoruz. Dış politikada, etkin liderlikle güven veren bir güç olarak barış ve istikrara katkıda bulunuyor, “Daha adil bir dünya mümkün” diyoruz. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan”ın güçlü siyasi liderliğinde, tarihi birikim ve kurumsal kapasitemizle plana, programa, tecrübeye ve iradeye sahibiz.”Küresel belirsizliklerin arttığı, bölgesel çatışmaların ve istikrarsızlıkların derinleştiği bir dönemde, Türkiye bir istikrar merkezi olarak rotasını sağlam tutmaya devam ediyor.* Ekonomide, enflasyonu düşüren; yatırım, istihdam, üretim ve ihracat odaklı programımızı… pic.twitter.com/XC6hJV3E3X— Cevdet Yılmaz (@_cevdetyilmaz) June 18, 2025

Source: Www.star.com.tr


Şişli”de sensör desteği yine kesildi: Kayyumun diyabetlilere işkencesi devam ediyor

Belediyenin ilçedeki diyabetli çocuklara şeker ölçüm cihazı (sensör) için aylık 5 bin TL desteği kayyum gelir gelmez askıya aldı. SÖZCÜ, haberleştirince yardım yeniden verilmeye başlandı. Ancak çocuğu için bu yardımı alan T.P., “Sadece Mayıs ayında yatırıldı. Haziran ayı için belediyeye sorunca, tüm yardımların kaldırıldığını söylediler” dedi.

Source: Ali Macit


Bir skandal da çiğköfteden çıktı!

Bir çiğ köfte üretim tesisinde kaydedilen ve sosyal medyada hızla yayılan görüntüler, büyük tepki topladı.

Görüntülerde çalışanların eldivensiz çalıştığı görüldü. Tesiste hijyen kuralları hiçe sayıldı, personel ise görüntüleri “Bir iş günü de böyle bitti” ifadeleriyle paylaştı.

Çiğköfte paketlerine yazılan ifadeler de ortaya çıktı. Hijyen koşullarının hiçe sayıldığı üretim ortamındaki çiğköfte paketlerine “Modifiyeli atmosferde paketlenmiştir” ibaresinin eklendiği öğrenildi.

Source: Haber Merkezi


TESK Başkanı Palandöken: Sosyal güvenlikte adalet hâlâ sağlanamadı

Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu (TESK), esnafın yerel sorunlarını istişare etmek amacıyla düzenlediği bölge toplantılarının dördüncüsünü Diyarbakır’da gerçekleştirdi. Toplantıya 11 ilden birlik temsilcileri ve federasyon yöneticileri katıldı.TESK Genel Başkanı Bendevi Palandöken, toplantıda yaptığı konuşmada, ekonomik dengenin sağlanması için toplumsal huzurun tesis edilmesinin önemine dikkat çekerek, “Ülkede huzurun hâkim olmadığı yerde iyi bir ekonomi de olmaz” dedi. Palandöken, esnafın sosyal güvenlik sistemindeki hak kayıplarına ve büyük sermayenin haksız rekabetine de değindi.“Bağ-Kur’lu 18 saat çalışıyor, 9 bin prim günü isteniyor”Sosyal güvenlik sisteminde adalet çağrısı yapan Palandöken, Bağ-Kur’luların emeklilikte mağdur olduğunu vurgulayarak, “Devlet memuru 7 bin 200 günde emekli olurken, esnaf 9 bin günde emekli olabiliyor. Bu eşitsizlik 15 yıldır sürüyor. Tek çatı hedefi vardı ama eşitlik tam anlamıyla sağlanamadı” dedi.“Ayakta kalma süresi 3 yıla düştü”Esnafın karşılaştığı bir diğer zorluğun ise meslekte kalıcılık olduğunu belirten Palandöken, “Eskisi gibi 40-50 yıllık esnaflar yok artık. İşletmelerin ayakta kalma süresi 3 yıl ile sınırlı” dedi.TESK Başkan Vekili ve Diyarbakır ESOB Başkanı Alican Ebedinoğlu ise çözüm sürecine yeniden dönüş umuduna dikkat çekerek, “Bu bölgede barış olmadan ekonomi de istihdam da gelişemez” mesajını verdi.

Source: Dünya Gazetesi


AKP ile MHP”yi karşı karşıya getiren imar planı

Karabük İl Genel Meclisi, Mart ayı toplantısında Kayadibi köyü için hazırlanan imar planını oy birliğiyle kabul etti. Planda, Filyos Endüstri Bölgesi ve Limanı’na yakınlığı nedeniyle köyün öneminin arttığı belirtilerek, tarım arazilerinin konut, ticaret ve imalathane alanlarına dönüştürülmesi öngörüldü.

Plan, yatırımcı taleplerini karşılamak ve düzenli yapılaşmayı sağlamak amacıyla hazırlandığı savunuldu.

VATANDAŞLARDAN İTİRAZ DİLEKÇESİ

BirGün”de yer alan habere göre ancak planın tarım arazilerini yapılaşmaya açtığı anlaşılınca, köyde yaşayan 83 yurttaş itiraz dilekçesi verdi. Dilekçede, “Atalarımızdan miras kalan tarım arazilerinin imara açılması kamu yararı taşımıyor. Bu plan, tarım ve hayvancılığımızı, huzurlu yaşam hakkımızı gasp ediyor. Köyümüzün ilçe merkezine 11 kilometre uzaklıkta olmasına rağmen bu kadar detaylı bir imar planı yapılmasının kamu yararı olmadığı açıktır” ifadelerine yer verildi.

AKP İLE MHP ARASINDA GERİLİM

Haziran ayı İl Genel Meclisi toplantısında yurttaşların itirazları görüşüldü. AKP’li üyelerin oylarıyla itirazlar reddedilirken, MHP’li ve CHP’li üyeler karara karşı çıktı.

MHP ve CHP, ret kararına şu gerekçelerle şerh düştü:

“Ticari alan olarak belirlenen parseller, Kastamonu İdare Mahkemesi’nin kararlarına aykırı. 83 itiraz dilekçesi yeterince incelenmedi. Köylüler imar planına karşı çıkıyor ve mahkeme daha önce benzer bir planı reddetti.”

Karar, köyde tarım arazilerinin geleceği konusunda tartışmaları alevlendirirken, Cumhur İttifakı’nda ortaya çıkan bu görüş ayrılığı dikkat çekti.

Source: Haber Merkezi


ASGARİ ÜCRET HABERİ… Asgari ücrete ara zam gelecek mi? Asgari ücret zamlanacak mı?

Asgari ücret ülkenin gündeminde… Milyonlarca çalışan ve yakını hükümetin bir müjde vermesini bekliyor. Temmuz ayı yaklaşırken heyecan katsayısı da artıyor. Her gün “Asgari ücrete ara zam gelecek mi” sorusuna yanıt aranıyor. Peki bugün yeni bir açıklama geldi mi?Asgari ücrete ara zam gelecek mi? (19 Haziran 2025 Perşembe)Asgari ücret ara zam konusunda bugün yeni bir gelişme yaşanmadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan kendisine yöneltilen soruya kısa bir cevap verdi ve “Söyledim ya” ifadelerini kullandı.TBMM Genel Kurulu”nda siyasi partilerin grup başkanvekilleri yerlerinden söz alarak gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.Yeni Yol Partisi Grup Başkanvekili Mehmet Emin Ekmen, 1 Ocak”ta kararlaştırılan 22 bin liralık asgari ücretin bugün itibarıyla 25 bin liralık açlık sınırının gerisine düştüğünü belirtti.Ekmen, en az yüzde 30″luk bir asgari ücretin kaçınılmaz olduğunu söyleyerek, “Bunun enflasyona etkisinde maalesef iktidar samimi davranmamaktadır. Vergi artışında, birtakım enerji giderlerinde yapılan artışların enflasyona etkisi gözetilmiyor iken asgari ücretli ya da en düşük maaş alan emekli maaşındaki iyileştirmelerin enflasyona etkisi nasıl dikkate alınmaktadır, nasıl bir yöntemle hesaplanmaktadır? Ekonomi yönetimine çağrımız, asgari ücretlinin ve en az maaş alan emeklinin temmuz ayı vesilesiyle hatırlanması ve ücretlerinde bir iyileştirme gerçekleştirilmesidir.” dedi.İYİ Parti Grup Başkanvekili Buğra Kavuncu, “asgari ücretin enflasyonu artıracağı” yaklaşımının kaçamak bir argüman olduğunu dile getirerek, 29 bin 850 liralık bir ücretin doğru ücret olacağını, yılda 1-2 defa güncelleme yapılarak emekçinin hakkının verilebileceğini savundu.Kavuncu, polis teşkilatından çok sayıda kişinin kendisine ulaşarak mesleğin sıkıntılarını anlattığını ifade ederek, teşkilat içerisinde çok ciddi mobbing probleminden bahsedildiğini, çalışma süresinin çok yüksek ve yapılan fazla mesailerin karşılığının alınamadığının aktarıldığını kaydetti.CHP Grup Başkanvekili Murat Emir, yarın komisyonda çok önemli yasa teklifi görüşüleceğini, bu teklifin adının zeytin kıyım yasası olduğunu ileri sürdü.Asgari ücrete zam yapılması gerektiği, 22 bin liralık asgari ücretin şu anda 18 bin 800 liraya gerilediği görüşünü paylaşan Emir, “Milyonların sesine, bırakın milyonların sesini, milyonların midesinden gelen açlık gurultusuna kulaklarınızı tıkayamayacaksınız. Biz, işçimizin, asgari ücretlinin, emekçinin sonuna kadar yanında olmaya, onların sesini duyurmaya devam edeceğiz.” diye konuştu.

Source: Dünya Gazetesi


Çocuğunu merdivenden tekmeleyip yuvarlayan cani gözaltında

İstanbul Eyüpsultan Çırçır Mahallesi”nde binanın merdivenlerinde yürüyen çocuğuna tekme atan Turgay T. isimli şahıs yapılan yakalama çalışması sonucu gözaltına alındı. GÖZALTINA ALINDI Olayda merdivenlerden yuvarlanan çocuk ağır yaralanmıştı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından yapılan açıklamada gözaltına alınan şahıs hakkında yürütülen tahkikat işlemlerinin devam ettiği açıklandı. DEVLET KORUMASINA ALINDI Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada şiddet gören çocuğun 7 kardeşinin daha olduğu, gerekli işlemlerin tamamlanmasının ardından şiddet gören çocuk ve kardeşlerinin devlet korumasına alındığı açıklandı . Açıklamada ayrıca şiddet uygulayan baba hakkında suç duyurusunda bulunularak, şahsın en ağır cezayı alması için hukuki sürecin yakın takipçisi olunacağının altı çizildi.

Source: Gözde Nur Bayar


Sosyal medya depresyonu tetikliyor

Avustralya”nın 16 yaş altına getirdiği sosyal medya yasağından sonra Avrupa ülkelerinden benzer adımlar gelmeye devam ediyor. Fransa ve Danimarka benzer yasaları değerlendirirken, İsveç ise çocuklara ekran süresini kısıtlamayı tavsiye etti. Hollanda da ebeveynlere yaptığı uyarıda 15 yaşın altındaki çocukların Tiktok ve Instagram gibi sosyal medya platformlarını kullanmamalarını tavsiye etti. Uyarıda, bu platformların çocuklarda panik atak, depresyon ve uyku problemleri gibi fiziksel ve psikolojik sorunlara yol açtığına dikkat çekildi. SÜREYİ SINIRLANDIRIN Sağlık Bakanlığı ayrıca, çocukların ekran başında geçirdiği sürenin sınırlandırılmasını, telefon ve dizüstü bilgisayarların yatak odalarından uzak tutulmasını, her 20 dakikalık ekran kullanımının ardından iki saat dışarıda oyun oynamalarını önerdi. Gençlik ve Spordan Sorumlu Geçici Bakan Yardımcısı Vincent Karremans, parlamentoya gönderdiği mektupta, bu tavsiyelerin “çocuklara dijital dayanıklılıklarını ve medya okuryazarlıklarını geliştirme fırsatı sunduğunu” belirtti. Karremans, hükümetin bu ay başında çökmesinin ardından seçimlere kadar görevine devam eden bakanlar arasında yer alıyor. KILAVUZ YAYIMLADILAR Tiktok ve Instagram, kullanıcılarının en az 13 yaşında olmasını şart koşuyor. Ancak hükümetin yayınladığı kılavuzlar, “sosyal medya” (Tiktok, Instagram) ile “sosyal etkileşim platformları” (WhatsApp, Signal gibi mesajlaşma uygulamaları) arasında ayrım yapıyor. Hükümete göre sosyal medya siteleri, çocuklar üzerinde daha zararlı olan “bağımlılık yapıcı tasarım özellikleri” taşıyor. Rehberde, çocukların mesajlaşma servislerini 13 yaşından itibaren kullanabileceği belirtiliyor. Bu yaş, Hollanda”da çocukların ortaokula başladığı dönemle örtüşüyor.

Source: Sabah


Geceleri bu şekilde uyumak hırsızlara davetiye çıkarıyor

Kabalık şehirlerde yaşayanların sık sık karşılaştığı hırsızlık sorunu, özellikle sosyal ve ekonomik şartları daha düşük olan ilçelerde büyük huzursuzluğa neden olabilir. Kendini daha güvende hissetmek isteyenlerin başvurduğu alternatif yollar bulunurken, en sık tercih edilen tekniklerden biri de dış kapının üzerine anahtar bırakılmasıdır.

ÇELİK KAPININ ÜZERİNE NEDEN ANAHTAR BIRAKILIR Evden çıkarken anahtarlarınızı kapının üzerinde unutursanız, yedek anahtarlarınız olsa bile kilit yuvasının içerisinde anahtar olduğu için kapıyı açamazsınız. Bu tür durumlarda genellikle çilingire başvurulması, insanlarda hatalı bir anlayışın oluşmasına neden oldu. Kilit yuvasının içerisinde anahtar varken dışarıdan yapılacak müdahalelerde kapının açılmayacağı görüşü, birçok kişinin hırsızlara davetiye çıkarmasına neden oluyor. Gece yatmadan önce bu nedenle anahtarlarını çelik kapıların üzerinde bırakanlar, aslında eve girmek isteyen kötü niyetli kişilerin işlerini kolaylaştırmakta.

ASLA ANAHTARLARI KAPININ ÜZERİNE BIRAKMAYINDeneyimli çilingir ustaları, hırsızlar için kapının üzerinde bırakılan anahtarların yalnızca işleri kolaylaştırdığı konusunda hemfikir. Günümüzde kolaylıkla bulunabilen bazı özel ve ince çubukları tercih eden suçlular, kapı üzerinde bırakılmış anahtarı doğru yönde hareket ettirerek en sağlam kapıları dahi saniyeler içerisinde açabiliyor.

Source: Derleyen: Mustafa Balcı


Kızına şiddet uygulayan baba meğer tam bir suç makinasıymış gözaltına alındı

İstanbul”un Eyüpsultan ilçesinde bir babanın küçük kızını darbettiği anlara ait görüntüler infial yarattı. Ayrıca babanın uyuşturucu kullandığı da iddia edildi. Çocuğun hayati tehlikesinin de olduğu iddia edilirken görüntülerin ardından emniyet ekipleri harekete geçti. GÖZALTINA ALINDI Eyüpsultan”da, öz kızına uyguladığı şiddet görüntüleriyle gündeme gelen baba gözaltına alındı. 8 ÇOCUK DA KORUMA ALTINA ALINDI Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, “Olayın emniyet birimlerine yansıması ile birlikte il müdürlüğü ekiplerimiz ivedilikle harekete geçmiştir. Yapılan incelemede şiddet gören çocuğun 7 kardeşinin daha olduğu tespit edilmiş, gerekli işlemlerin tamamlanmasının ardından haberlere konu olan çocuk ve kardeşleri devlet koruması altına alınmıştır” ifadeleri kullanıldı. “HUKUKİ SÜRECİN TAKİPÇİSİ OLACAĞIZ” Bakanlık açıklamasında, “Bakanlık olarak şiddet uygulayan baba hakkında suç duyurusunda bulunarak, en ağır cezayı alması için hukuki sürecin yakın takipçisi olacağız” bilgisine yer verildi. ÇOCUKLARDA DARP İZLERİ VAR İddialara göre Eyüpsultan’da bir apartmanda yaşayan Turgay T.”nin çocuklarının yüzlerinde, boğazlarında ve kollarında çeşitli darp izleri tespit edildi. Şüphelerin artması üzerine apartman güvenlik kameraları incelendi. GÖRÜNTÜLER İNCELENDİ Görüntülerde Turgay T.”nin küçük kız çocuğuna şiddet uyguladığı ve madde etkisinde olduğu anlar yer aldı. Kamera kayıtlarında şahsın zaman zaman ayakta durmakta zorlandığı, apartman sakinlerinin kapılarını rastgele çalarak rahatsızlık verdiği görüldü. Aynı zamanda evine çok sayıda farklı kişinin geldiği, para alışverişi yapıldığı ve şahısların ellerinden uyuşturucu madde veya hap aldığı anlar da kayıt altına alındı. “ÇOCUKLA KUYUMCU SOYGUNU YAPTI” Turgay T. hakkında bir diğer çarpıcı iddia ise 9 ay önce yaşanan bir kuyumcu soygununa dair. Görüntülerde şahsın, yanında iki küçük çocukla birlikte olaya karıştığı öne sürüldü. Bu durum, çocukların güvenliği açısından endişeleri daha da artırdı. ÇOCUKLAR TEHLİKE ALTINDA Toplanan deliller ışığında Turgay T.’nin hem kendi çocukları hem de çevresi için ciddi bir tehdit oluşturduğu belirtiliyor. Uzmanlar, özellikle darp, uyuşturucu kullanımı ve çocukların suç eylemlerine dahil edilmesinin, çocukların fiziksel ve psikolojik sağlığı açısından son derece tehlikeli olduğunu vurguluyor.

Source: Internet Haber


Hakaret gibi görevlendirme! Öğretmenlere “vasıfsız” dedi: MEB başkanlığına getirildi

Birgün”den Mustaf Bildircin”in haberine göre; 2024 yılında gerçekleştirilen komisyon konuşmasında ücretli öğretmenlerin öğretmen vasfı taşımadığını öne süren AKP Milletvekili Ayşen Gürcanlı, TBMM Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Başkanlığı’na getirildi.

TBMM Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu’nun 3 Temmuz 2024 tarihli toplantısı, skandal sözlere sahne oldu. Öğretmenlik Mesleği Kanunu Teklifi”nin görüşülmesi için toplanan komisyonda söz alan AKP Milletvekili Ayşen Gürcanlı, sözleşmeli öğretmenleri hedef aldı.

ÖĞRETMENLERE HAKARET

AKP’li Gürcanlı, Temmuz 2024’teki komisyon konuşmasında bir lisede dört yıl müdürlük yaptığını ifade ederek, “Ücretli öğretmen’ dediğimiz aslında öğretmen değildir, yani öğretmen vasfı yoktur” ifadelerini kullandı. Gürcanlı’nın sözlerine, dönemin komisyon başkanı Mahmut Özer de tepki gösterdi. Özer, Gürcanlı’dan, “Öğretmenlik vasıfları yoktur” sözlerini düzeltmesini istedi.

GÜRCANLI’YA YENİ GÖREV

AKP iktidarları döneminde eğitim istihdamında ağırlığı giderek artan ücretli öğretmenlik modeli ile çalışan öğretmenleri, “Öğretmenlik vasıfları olmadığı” gerekçesiyle eleştiren Gürcanlı’ya yeni bir görev verildi. AKP’li Gürcanlı, TBMM Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Başkanlığı’na getirildi.

Gürcanlı’nın komisyon başkanlığına getirilmesinin, “Eğitim emekçilerine yönelik açık hakaret” olduğunu belirten Eğitim-İş Genel Başkanı Kadem Özbay, görevlendirmeyle ilgili BirGün”e konuştu. Gürcanlı’nın, “Ücretli öğretmen aslında öğretmen değildir” sözlerini anımsatan Kadem Özbay, sözlerini şöyle sürdürdü:

“O halde neden kadrolu öğretmen atamak yerine asgari ücretin dahi altında ücretlerle bu insanları sömürüyorsunuz? Bu tutarsızlık ve çelişki, yıllardır liyakatsiz kadrolarla yönetilen eğitim sistemimizin geldiği içler acısı hali bir kez daha gözler önüne sermiştir. Ayşen Gürcanlı, sadece ücretli öğretmenlere değil, öğretmenlik mesleğinin onuruna da saldırmıştır. Bu anlayışla eğitimi yönetecek bir kişinin, eğitimciyi değersizleştirmesi kaçınılmazdır.

UTANÇ VESİKASI

Ücretli öğretmenlik sistemi, öğretmen açığını kapatmanın değil, güvencesizliğin, düşük ücretlerin ve emek sömürüsünün adıdır. İktidarın yıllardır çözmekten kaçtığı bir utanç vesikasıdır. Şimdi bu utancı büyütenler, bu sistemi eleştirmek yerine öğretmeni küçümsemektedir. Ayşen Gürcanlı’nın bu göreve getirilmesi, yalnızca bir tercihten ibaret değildir; bu, AKP iktidarının öğretmene bakış açısının, emeğe verdiği değerin ve eğitim politikalarının yönünün açık bir beyanıdır. Eğitim-İş olarak, öğretmenlik mesleğini küçümseyen, emekçiyi değersizleştiren bu anlayışı reddediyoruz.”

TEPKİ ÇEKEN SOHBET

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, Ankara Altındağ’daki Şehit Onur Doğan İlkokulu’nda düzenlenen “dönem sonu faaliyet haftası” etkinliğine katıldı. Önce öğrencilerle sohbet eden Tekin sonra öğretmenler odasında eğitimcilerle bir araya geldi. Öğretmenler odasındaki toplantıda bir öğretmenin övgüleri tepki çekti.

Bakan Tekin”i de şaşırtan öğretmen, “O kadar işlerini öyle özveriyle yapıyorlar ki… Sizin bir attığınız plan, program, hatta bizi takip edip kalp atıyorsunuz biz okulda çıldıracak gibi oluyoruz. Bizim için ünlüsünüz siz. Gerçekten iyi ki varsınız. Hele ki böyle güzel etkinliklerle okulu sevdirmemize, bizlere bu tarz planlarla önümüzü açıp da “şu yapılacak” denildiğinde seve seve yapmanın, sizin arkamızda olduğunuzu bilmek gerçekten yüreklendiriyor. Her şey için çok teşekkür ediyorum” ifadelerini kullandı.

Öğretmenin bu sözleri ücretli öğretmen olarak çalışan ve ataması yapılmayan öğretmenlerin tepkisini çekti. Eğitimde birçok sorunun bulunduğunu belirten öğretmenler, bakana bu sorunların anlatılması gerektiğini vurguladılar.

Source: Haber Merkezi


Babasına yardım için gelen ekiplere tepki gösterdi: Seni ölüme terk ediyorum

İstanbul”un Avcılar ilçesinde 15 Haziran Babalar Günü”nde akşam saatlerinde Gümüşpala Mahallesi”nde yürek yakan bir olay yaşandı. Oğluyla binanın giriş katındaki dairede yaşayan Mehmet Hulusi A.”nın (70) inleme sesleri üzerine komşuları harekete geçti. İhbar üzerine olay yerine polis, itfaiye ve sağlık ekipleri geldi. Ekipler önce giriş katındaki dairede cam kenarındaki yatakta yatan Mehmet Hulusi A.”yı kontrol etti. BABASINA YARDIM İÇİN GELEN EKİPLERE TEPKİ GÖSTERDİ Ekipler yatağından kalkamadığı tespit edilen yaşlı adamın oğlunu aramasını istedi. Mehmet Hulusi A. bir süre cep telefonundan oğluyla görüştü. Daha sonra bir aparat yardımıyla yaşlı adamdan telefonu alan itfaiye eri, yaşlı adamın oğlu Burak A.”nın tepkilerine maruz kaldı. “BABAMI BİR YERLERE YERLEŞTİREBİLİR MİYİZ?” Burak A. telefonda görüştüğü itfaiye erine sert çıkarak “Hiç itfaiyelik ambulanslık bir durum yok. Ben 2 saat önce yanındaydım, onu yıkadım, altını bezledim her şeyi yaptım. Kim arıyor itfaiyeyi” diye sordu. İtfaiye eri ise, “Beyefendi babanız inliyor, bağırıyor, çağırıyor tüm komşularınız da endişelenmiş. Kötü bir şey yapmamış senin komşuların. Sesi buraya geliyor tüm komşuların burada polis de burada.” diyerek Burak A.”ya durumu anlattı. Babasının şeker hastası olduğunu söyleyen Burak A. sağlık ekibiyle de bir süre konuşarak, “Biz artık ona bakamayacak duruma geldik. Bir yerlere yerleştirebilir miyiz? Benim oraya gelmem ne anlam ifade edecek” diye sordu. EKİPLERİN ZORUYLA OLAY YERİNE GELDİ Daha sonra telefonu alan polis memuru ise Burak A. ile “Siz oğlusunuz olayı büyütmeyin. Üç kurum gelmiş buraya. Sizin babanızın sağlığıyla ilgileniyor. İhbarı komşuları babanızın canından endişe ettiği için vermişler.” diye konuştu. Bunun üzerine yaşlı adamın oğlu Burak A. polis memuruna “Beyefendi bilip bilmeden konuşmayın. Tamam geliyorum oraya kapat haydi.” diyerek çıkıştı. HEM EKİPLERLE HEM DE KOMŞULARLA TARTIŞTI Sokağa gelen Burak A. daire önünde bekleyen ekiplerle tartışmaya devam etti. Bir komşusuyla da tartışan Burak A. “Ben Babalar Günü diye yıkadım temizledim. Sen bana akıl mı veriyorsun” diye bağırdı. Komşu kadının “Birine telefon numaranı ver de seni arayalım” sözleri üzerine daha da sinirlenen Burak A. “Madem bunları söyleyebiliyorsunuz bana babama, “Telefonun var oğlunu ara” desenize.” diye konuştu. Ailenin komşusu olan kadın ise “Bana bağırmaya senin yetkin yok” diyerek yaşlı adamın oğluna tepki gösterdi. Burak A. tartıştığı komşusuna “Tamam artık sus özür diliyorum senden” diye konuştu. “SENİ ÖLÜME TERK EDİYORUM” Tartışmanın ardından camdan seslendiği babasına hakaret edip bağıran Burak A. “Kimseyi rahatsız etme bu evin içinde. Kim telefonu açmıyor. Acayip bir yaratık oldun sen. Seni burada ölüme terk ediyorum artık ” diye bağırdı. Daireye girmeyen Burak A. ardından beraberindekilerle sokaktan ayrıldı. İhbar üzerine olay yerine gelen sağlık, polis ve itfaiye ekipleri de yaşlı adama müdahalede bulunmadan olay yerinden ayrıldı. Mehmet Hulusi A.”nın şeker hastası olduğu öğrenildi.

Source: Haberler


Milyonerler sayısı arttı halkın serveti düştü: Türkiye’de gelir eşitsizliği derinleşiyor

İsviçre merkezli UBS”in yayımladığı yıllık servet raporu, Türkiye’de gelir dağılımındaki uçurumu bir kez daha gözler önüne serdi. Rapora göre 2024 yılında dolar milyoneri sayısının en hızlı arttığı ülke Türkiye oldu. Ancak buna karşın, ülkede reel servet ciddi oranda azaldı. MİLYONER SAYISI ARTTI ORTALAMA SERVET DÜŞTÜ UBS’in verilerine göre, dünya genelinde dolar milyoneri sayısı yüzde 1,2 artarken, bu artış Türkiye”de yüzde 8,4 olarak kaydedildi. Böylece Türkiye, milyoner artışında ilk sırada yer aldı ve toplamda yaklaşık 68 bin dolar milyoneriyle dikkat çekti. Bu yükselişe rağmen, Türkiye’de ortalama servet reel bazda yüzde 14,6, medyan servet ise yüzde 21 azaldı. UBS’in servet dağılımını incelediği 56 ülke arasında Türkiye, en büyük düşüşü yaşayan ülke oldu. EN ÇOK MİLYONER BULUNAN ÜLKELER Raporda, ABD yaklaşık 24 milyon dolar milyoneriyle ilk sırada yer alırken, Çin 6,3 milyonla ikinci, Fransa ise yaklaşık 3 milyonla üçüncü sırada yer aldı. Türkiye”de ise servet sahipliğindeki artış, toplumun genel refah seviyesine yansımadı. Gelir eşitsizliğini gösteren Gini katsayısında Türkiye, en kötü performans gösteren ilk 10 ülke arasında yer aldı. SERVET DAĞILIMI KÜRESEL POLİTİKAYI ŞEKİLLENDİRECEK UBS’in Baş Ekonomisti Paul Donovan , “ Servet yalnızca ekonomik bir ölçü değildir, aynı zamanda toplumsal ve siyasi bir güçtür. Dördüncü sanayi devrimini ve artan kamu borcunu yaşarken, servetin nasıl dağıtıldığı ve aktarıldığı, fırsatları, politikaları ve ilerlemeyi şekillendirecektir ” ifadelerini kullandı. İSVİÇRE ZİRVEDE TÜRKİYE SON SIRALARDA Kişi başı ortalama servetin en yüksek olduğu ülke İsviçre olurken, bu ülkeyi ABD ve Hong Kong takip etti. Enflasyondan arındırılmış verilere göre Türkiye’nin ardından reel servet kaybında Rusya ve Çin yer aldı. Macaristan, İsveç ve İtalya gibi ülkeler ise reel bazda güçlü bir artış kaydetti.

Source: Cumhuriyet/ekonomi Servisi