“Sosyal Sorunlar Gündemi – Güncel Tartışmalar ve Değişim”

TÜİK’in “kul hakkı” savunması

Dün gün boyu gözümüz Ankara 6. İdare Mahkemesi’ndeydi. Emekli Yargıtay Üyesi Seyfettin Çilesiz’in açtığı dava sonucunda TÜİK ilk kez hakim karşısına çıktı. 85 milyon adına açtığı davada Çilesiz TÜİK’in enflasyon verilerinin asılsız olduğunu, bu yüzden milyonlarca kişinin mağdur edildiğini savundu. TÜİK 85 sayfalık savunma yaptı, yine tartışılan madde sepetini açıklamadı. Sanki zamlar enflasyon verileri üzerinden hesaplanmıyormuş gibi, aklımızla dalga geçildi, “Biz sadece enflasyonu hazırlıyoruz, maaş zamlarından sorumlu değiliz” denildi. Halbuki, TÜİK’in verilerinin her birimizin hayatını nasıl değiştirdiğini bu köşede 4 Ocak tarihli yazıda hesaplamıştık. O günkü tabloyu ve yazıdan bir kesimi bir kez daha sizlerle paylaşmak isterim.

“ENAG’ın verilerinin resmi enflasyon olduğunu varsayalım ve filmi “Nas Ekonomisi”ne geçtiğimiz 2021’in sonuna saralım. 2022’ye girerken asgari ücret 4 bin 253 TL olarak açıklanmıştı. 2022 sonunda ENAG enflasyonu yüzde 137,55 oldu. Yani 2023’te asgari ücretli eğer bu orandan zam almış olsaydı, maaşları 10 bin 103 TL’ye çıkacaktı. Yine bu mantıkla 2024’e girerken asgari ücret çoktan 22 bin 954 TL’ye, yani bugünkü maaşın bile üzerine çıkmış olacaktı. Bu sene ise asgari ücret ne kadar olacaktı biliyor musunuz? Tam 42 bin 97 TL. Yani bugünkü rakamın neredeyse 20 bin lira üzerinde! En düşük memur maaşı bugün 90 bin 129, en düşük emekli maaşı 24 bin 748 lira olacaktı. Grafiğin son satırında bu rakamlarla mevcut rakamlar arasındaki fark yer alıyor. Hepsi neredeyse bir maaş kadar…Bu fark işte kul hakkının ta kendisi!”

TÜİK dün işte tam da bu kul hakkı için hakim karşısındaydı. Köprülerin, otoyolların, yiyip içtiklerimizin fiyatı ENAG’a göre artarken, maaşlara TÜİK oranı üzerinden zam yapıldığı için bugün geçinemiyoruz, barınamıyoruz, nefes alamıyoruz. Bu yüzden bugün herkes kendi yaşam standartlarına göre yoksullaşmış halde. Grafiğin son satırındaki fark işte tam da TÜİK’in sırtındaki vebal. Sahi zamların, yani bugünkü halimizin gerçek sorumlusu kim?

“Çocuk orucu”na mecbur kalanlar…

3’ü daha çocuktu. Ahmet 14, adaşı, diğer Ahmet ve Ömer 17 yaşındaydı. Yanlarındaki arkadaşları ağabeydi ama, ufak farklarla. Mehmet 18, Ömer 20, Halil 23 yaşındaydı. Lisede, belki üniversitede olmaları gereken yaşta fabrikadalardı. Yan yana dirsek çürütüyorlardı. İş bitti, birlikte zaman geçirmek istediler, aynı servise bindiler. İnemediler. Hatay’da cumartesi günü yaşanan kazada servis minibüsü TIR’a çarptı. Hayatlarını kaybettiler. 6 tabut yan yana dizildi cenazelerinde. Namazları birlikte kılındı. Onlar bu ülkede okulu bırakıp çalışmak zorunda kalan on binlerce çocuk ve gençten sadece 6’sıydı. AKP iktidarının iş cinayetlerine kurban giden 978 çocuk ve genç işçiden biri olarak istatistiklere eklendiler… Türk-İş’e göre 4 kişilik ailenin yoksulluk sınırı neredeyse 76 bin lira. 2 asgari ücretin yoksul olmanın yanından geçmediği ülkemizde, birçok ailede en büyük çocuğun yanı sıra dördüncü bir birey daha okulu bırakıp iş hayatına atılmak zorunda kalıyor. Eğitim dışı kalan çocukların sayısı son bir yılda MEB’in resmi verilerine göre yüzde 38 arttı. Çünkü aileler yoksul, yoksun. OECD’nin son raporuna göre, Türkiye’de 6,5 milyon çocuk aşırı yoksulluk içinde yaşıyor. Türkiye’de her 5 çocuktan biri yeterli beslenemiyor, her 4 çocuktan biri okula aç gidiyor. Çocuklar arasında bodurluk, kansızlık giderek artıyor. Uzmanlar derslerde açlıktan bayılan çocuklar olduğunu anlatıyor. Kadıköy İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ise tam da bunları yaşarken, okullara “öneriler” listesi gönderdi. İlkokul ve ortaokullarda çocukların “çocuk (tekne) orucu” tutmalarının teşvik edilmesi istendi. Çocuklar zaten zorunlu oruç tutuyordu. Haberleri yoktu.

Source: Damla Doğan Tuncel


“Türk” adı bu devletin çimentosudur!

Dostluk ve sevgi uçup giderek yoklar kervanına katıldı. Ekonomi ve siyasette, istisnasız her gün yaşanan olaylar toplumun sinir sistemi üzerinde yıpratıcı etki yaratıyor.

Güven yok, rahat yok, huzur yok!

İnsanların bakışları donuk, zihinleri bulanık… Azap, ıstırap… Umutların paramparça olduğu, endişenin sersemlettiği günler yaşıyoruz.

Bir okyanusun kabarması gibi, demokratik tepkilerimiz büyümezse, kuzuların sessizliğine bürünürsek, bu dehşetli fırtınada sığınacak limanımız kalmayacak!

Son Başbakan Binali Yıldırım, nereden aklına estiyse, bir “Türk kimliği” tartışması başlattı.

Bunların Türklükle ne dertleri var, anlamak zor!

Beyefendi durup dururken dedi ki:

“Bu topraklarda Kürtler, Süryaniler, Abazalar, Çerkezler var. Vatandaşlık tanımı gözden geçirilebilir!”

Bu açıklama o kadar tutarsızdı ki, Cumhur İttifakı (AKP+MHP) içinde bile tepkilere yol açtı.

Binali Yıldırım o sözleriyle “Anayasa’da, Türklüğü tanımlayan 66’ıncı maddeyi” tartışmaya açıyor, vatandaşlık tanımının değiştirilerek, yeniden yazılabileceğini, Türk adının üst kimlik olmaktan çıkartılabileceğini” anlatmak istiyordu.

Tabii ki, saçma ifadelerdi bunlar…

Nitekim, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum, isim vermeden, “Türk vatandaşlığı eşit vatandaşlıktır. Türk vatandaşlığı isminden vazgeçilemez” diye açıklama yaptı.

Cumhur İttifakı’nın ortağı MHP’nin Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız da “Bazı kişiler fonksiyonsuz kalınca seri şekilde saçmalamaya başlıyor!” diye sert tepki gösterdi.

İkisi de haklı… Aklın yolu birdir ve “Türk kimliği” Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin çimentosudur. Türk adı yıpratılırsa, ortada Türk devleti de kalmaz!

Türk Kalp Vakfı’nda, iç hastalıkları bölümü de açıldı

“Her şeyin başı sağlık” diyoruz ama sağlığımıza gerektiği kadar önem veriyor muyuz?

İnsanların birçoğu, kendi sağlığını ihmal ederken, otomobilinin bakımına daha çok önem veriyor.

Her organımızı önemlidir ama kalbin önemi daha başkadır. Kalp durunca hayat da durur çünkü…

“Kalp sağlığı” denilince aklıma gelen ilk kurum Türk Kalp Vakfı oluyor.

1975 yılında faaliyete geçen ve kurucuları arasında gazetecilik mesleğinin büyüklerinden rahmetli Nezih Demirkent’in de bulunduğu Türk Kalp Vakfı, 50 yıldır kalp konusunda sağlık hizmeti veriyor.

Vakıf Başkanı Kenan Güven “Yarım yüzyıldır ülke çapında ölümleri en aza indirme çalışmalarımızdaki başarının haklı gurunu yaşıyoruz” diyor.

Uzman Kardiyolog Hüseyin Deniz Kılıç, Doç. Dr. Emrah Binak, Diyetisyen Gizem Deniz dahil çok geniş bir kadronun ve güçlü labaratuvar ekibinin hizmet verdiği Türk Kalp Vakfı’nda bir yenilik yapıldı ve İç Hastalıkları bölümü de faaliyete geçirildi.

Deneyimli dahiliye mütehassısı Dr. Ferda Çelik, haftada üç gün iç hastalıkları konusunda hizmet veriyor.

Başkan Kenan Güven yurttaşlara şöyle sesleniyor:

“Ülkemizde böbrek nakilleri gibi kalp nakilleri de başarıyla gerçekleştiriliyor. Büyük ihtiyaç var. Herkesin organ bağışına destek vermesi için çağrıda bulunuyorum.”

Akıl hastalarının alkışları…

Bakan Bey, akıl hastanesini geziyormuş. Ortamı çok beğenmiş. Çünkü, ne söylerse söylesin, akıl hastaları onu hararetle alkışlıyorlarmış. Fakat…

İçlerinden birinin hiç kımıldamadan durduğunu gören Bakan Bey merakla sormuş:

“Sen neden alkışlamıyorsun beni?”

Adam gayet ciddi cevap vermiş:

“Ben gardiyanım efendim, deli değilim!”

Source: Rahmi Turan


“Ramazan mübarek olsun”

Hollandalı Yolanda Hadid ile Filistinli Mohamed Hadid in kızı ABD li ünlü model Bella Hadid, sosyal konularla da oldukça duyarlı. Daha önce Filistin ve Afganistan ile ilgili birçok paylaşımda bulunan Bella Hadid, Müslümanların Ramazan ayını kutladı. Bella Hadid, yeni paylaşımında sevenlerine; Tüm Müslüman dostlarıma, cemaatime ve sevdiklerime Ramazan mübarek olsun. Bu kutsal ay boyunca sizlere sağlık, refah, mutluluk, güç ve neşe diliyorum sözleriyle seslendi. Fotoğraflar: AP, AA

Source: Habertürk


Kadir Ezildi, Nihat Hatipoğlu”na gelen sorulara isyan etti

Ramazan ayının başlamasıyla birlikte ekranların vazgeçilmez isimlerinden Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu, geleneksel iftar ve sahur programlarıyla izleyicilerle buluşmaya devam ediyor. Ancak yıllardır değişmeyen “oruç bozan durumlar” hakkındaki sorular, bu yıl da gündeme oturdu. Sosyal medyanın sevilen ismi Kadir Ezildi, aynı klişe soruların tekrar tekrar sorulmasına isyan etti. KADİR EZİLDİ NİHAT HATİPOĞLU”NA GELEN ORUÇ SORULARINA TEPKİ GÖSTERDİ Temizlik programlarıyla geniş bir hayran kitlesine ulaşan Kadir Ezildi, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, her yıl tekrarlanan oruç sorularından duyduğu rahatsızlığı dile getirdi. “Bu sene ne olur şu televizyonlarda tuhaf tuhaf sorular sormasınlar. Hâlâ “Diş macunu orucu bozar mı, sakız çiğnemek orucu bozar mı?” diye soranlar var. DÜŞÜNDÜREN SORULARI PEŞ PEŞE SIRALADI Onun yerine sorun, “Babamdan kalan malı kız kardeşime vermedim tek başıma yedim tutuğum oruç kabul olur mu?”, ya da “Gelinime eziyet ettim tutuğum oruç kabul olur mu?, “Yaşlılarımız vardı bakmadım, tutuğum oruç kabul olur mu?” böyle şeyler sorun.” ifadelerini kullanan Ezildi, takipçilerinden tam not aldı.

Source: Abdullah Karlıdağ


Onay Bağımlılığı

İnsan doğası gereği sosyal bir varlıktır ve toplum içinde kabul görmek ister. Ancak bu kabul arayışı bazen öyle bir hâl alır ki, kişi kendi benliğinden uzaklaşır, sırf başkaları tarafından olumlu değerlendirilmek için şekilden şekle girer. Peki, başkalarının seninle ilgili düşünceleri gerçekten bu kadar önemli mi?

Çoğu insan, başkalarının fikirlerine fazlasıyla önem verir. Kimin ne dediğini, nasıl göründüğünü, hakkında ne düşünüldüğünü fazla önemser. Aslında bu, çok stresli bir durumdur ve abartılırsa sürekli bir kaygı kaynağı hâline gelebilir. İnsan, başkalarının gözünde iyi görünmek için bir çaba içerisine girdiğinde, farkına varmadan kendi özgünlüğünü kaybeder.

Bunun sebebi genellikle derinlerde yatar. Küçük yaşta sevgi ve kabul görmek için sürekli “iyi çocuk” olması gerektiğini öğrenen biri, ilerleyen yıllarda da başkalarını memnun etmeyi bir zorunluluk olarak görmeye başlar. Eleştirilmekten veya reddedilmekten korkarak insanları mutlu etme çabasını artırır ve zamanla bu, bir alışkanlık hâline gelir.

Başkalarının mutluluğunu kendi değerinin bir ölçütü olarak görmek, kişi için kaçınılmaz bir onay arayışı yaratır ve kendi isteklerini geri plana atmasına neden olur. Çatışmadan kaçınma isteği, “hayır” demeyi zorlaştırır, çünkü başkalarını kırmak ya da onların sevgisini kaybetmek en büyük korkulardan biridir.

Psikolojide bu kişilere human pleaser denir. Yani insanları memnun etmeye aşırı odaklanan kişi. Onay bağımlısı da diyebiliriz.

Bu kişiler, başkalarını mutlu etmek için kendi sınırlarını zorlayan, hayır diyemeyen, sürekli onay arayan ve başkalarının mutluluğunu kendi mutluluklarının önüne koyan insanlardır. Ne kadar istemeseler de başkalarının isteklerini geri çeviremezler. Sürekli takdir edilmek ve beğenilmek isterler. Bunun için zaman zaman kendi fikirlerini saklayıp, karşısındaki kişiye göre kişilik bile değiştirebilirler. İnsanlar için her zaman müsaittirler ve kimseyi kırmamak adına kendilerini hep ikinci plana atar, kendi ihtiyaçlarını görmezden gelirler.

Tabii ki başkalarına yardım etmek, nazik ve düşünceli olmak kötü bir şey değildir. Ancak sınır koymadan, kendini ihmal edecek şekilde sürekli insanları mutlu etmeye çalışmak, zamanla tükenmişlik ve hayal kırıklığı yaratır.

Oysa insanlar düşündüğümüz kadar bizimle ilgilenmezler. Maalesef günümüzde herkes önce kendiyle meşgul. Oysa biz, sosyal medyanın da etkisiyle sadece yakın çevremizin değil, neredeyse tüm dünyanın gözleri üzerimizdeymiş gibi hissediyoruz.

Başkalarının fikirlerine gereğinden fazla değer vermek, insanın kendi öz değerini kaybetmesine yol açar. Sürekli başkalarını memnun etme çabası, insanı içten içe mutsuz eder. Aslında gerçek mutluluk, insanın kendisini olduğu gibi kabul etmesi ve sevmesidir. Ne demişler, “Rüzgâra göre yön değiştiren, sonunda yolunu kaybeder.”

Elbette eleştiriye açık olmak, hataları görmek önemlidir; ancak sırf başkalarına iyi görünmek uğruna kendini görmezden gelmek uzun vadede kimseyi mutlu etmez. Unutmayın, herkesi mutlu edemezsiniz ve etmeye çalışmak sizi mutsuz eder!

Ayrıca insanlar her türlü konuşur. Ne yaparsan yap, nasıl davranırsan davran, mutlaka bir şeyler söylerler. İyilik yaparsın, “gösteriş” derler. Kendi yolunu çizersin, “bencil” derler. İnsanlara uyum sağlamaya çalışırsın, “kişiliği yok” derler. Ne yaparsan yap, herkesin onayını alman mümkün değildir. O yüzden kendin için en doğru olanı yapmak, başkalarının sesinden önce kendi iç sesine kulak vermek gerekir.

Başkalarının seninle ilgili düşünceleri, senin gerçeğin değildir. Onlar sadece dışarıdan bir bakış açısı, başka bir gözdür. Kendi değerini, başkalarının gözünden ölçmeye kalkarsan, hiçbir zaman tam anlamıyla tatmin olamazsın. Çünkü insanlar değişir, fikirler değişir, bakış açıları değişir. Önemli olan, senin kendinle ilgili ne düşündüğündür.

Unutma, asıl mesele başkalarının seni nasıl gördüğü değil, senin kendini nasıl gördüğündür.

Source: Pınar Turan


Beyoğlu Belediyesi”nde askerlik tartışması: AKP”li üyeler oturumu terk etti

Beyoğlu Belediye Meclisi”ndeki son oturumda AKP”li Meclis Üyesi Emre Bozkuş, Beyoğlu Belediyesi”nin işbirliği yaptığı Kadın Zamanı Derneği”ni eleştirdi. Bozkuş, derneği LGBT propagandası yapmakla suçlayarak, “Bu dernek açık açık LGBT propagandası yapıyor. Terör örgütleriyle iltisaklı isimlerle faaliyetler gerçekleştiriyor, seminerler düzenliyor. Semt konaklarında, çocukların eğitim aldıkları yerlerde LGBT bayraklı toplantılar düzenliyor. Kürtçe eğitim adı altında Beyoğlu”nun mahallelerinde ahlaksız ideolojilerini çocuklara sızdırıyorlar” dedi.

Bozkuş”un açıklamalarına Beyoğlu Belediye Başkanı İnan Güney, yanıt verdi. Güney, Bozkuş’un suçlamalarını yalanladığı ve eleştirilerine tepki gösterdiği açıklamalarında, “Kreşlerde yer alan bir tane LGBT bayrağı gösterir misin? Senin psikolojin bozulmuş. Bu ucuz siyaseti bırak. Genç adamsın, yarın utanacaksın. Tetikçilik yapma, siyaset yap,” dedi.

“ÖNCE PARA YATIYORSUN SONRA ÇÜRÜK RAPORU ALIYORSUN”

Tartışmaların devam etmesi üzerine Başkan Güney, Bozkuş’u eleştirdi. Güney, Bozkuş’a “Seçildiğimizden beri bizi belli şeylerle yaftalıyorsun. Önce para yatırıyorsun, sonra çürük raporu alıyorsun. Askerlik yapmamak için bütün tuşlara basıyorsun. Sonra şerefli şekilde askerlik yapmış insanları burada yaftalıyorsun.” dedi.

AKP”Lİ ÜYELER OTURUMU TERK ETTİ

Tartışmaların ardından meclis oturumunda gerginlik yükseldi. Bozkuş”un konuşması sırasında, AKP”li Meclis üyeleri arasında yoğun tartışmalar yaşandı. Tartışmaların devam etmesi üzerine, AKP’li üyeler oturumu terk etti.

Source: Haber Merkezi


“Anne-kız” başladıkları günü “baba-oğul” bitirdiler

Brezilya”nın Sao Paulo kentinde yaşayan 38 yaşındaki Raphael ve 10 yaşındaki oğlu Gustavo, birlikte cinsiyet geçiş sürecini tamamladı. Biyolojik olarak kadın olarak doğan ikili, bu süreçte kamu sağlık hizmetlerinden ücretsiz yararlandıklarını belirtti.

Raphael, geçiş süreciyle ilgili yaptığı açıklamada, “Ben artık Gustavo’nun babasıyım, o da benim oğlum” ifadelerini kullanırken, Gustavo ise “Anneme baba demek benim için zor olmadı” dedi.

KARARLARINDAN ETKİLENMEDİKLERİNİ SÖYLEDİLER

Tıbbi takipleri Brezilya Birleşik Sağlık Sistemi ve Federal Tıp Konseyi’nin belirlediği protokoller doğrultusunda gerçekleştirilen Raphael ve Gustavo, birbirlerinin kararlarından etkilenmediklerini vurguladı.

Raphael, “Gustavo bana bu süreçte güç ve cesaret verdi. Sayesinde kendimle yüzleşebildim” diye konuştu.Sosyal medyada geniş bir takipçi kitlesine sahip olan yeni baba-oğul, yaşadıkları deneyimleri 25 bin takipçileriyle paylaşmaya devam ediyor.

Source: Sonuç Sürmeli


Vahdettin İnce yazdı: Sykes Picot”un ikinci yüz yılı/Sosyolojik bölünme

Kaç keredir yazıyorum, şu Sykes Picot musibetini. Matruşka gibi, yüz yılda bir yeni bir boyutu ortaya çıkıyor. Bizim meşhur Lozan”ımızın gizli maddeleri gibi. Korkarım bir yüz yıl daha hayatımıza yön verecek. Belki de yüz yıllarca. Şimdiki aymazlığımız devam ederse.İlk yürürlüğe girdiği dönemde, İslam ümmetinin fiziki parçalanmasını öngörüyordu. Çünkü Osmanlının şahsında somutlaşan birlik, en zayıf, en hasta çağında bile emperyalistlere kan kusturuyordu. Mağripten Hindistan”a, Kafkasya”dan Yemen”e kadar Müslümanlar müthiş bir birliktelik ve akıllara durgunluk veren bir dayanışma içinde direniş gösteriyorlardı. Birinci cihan harbi günlerinde, bakıyorsunuz Libya”dan Şeyh Senusî Anadolu mücadelesinde, Anadolu”dan Zenci Musa Yemen cephesinde, bugün Kassam tugaylarının ilham kaynağı ve isim babası Suriyeli İzzeddin el-Kassam Filistin”de mücadele ediyor. Enver Paşa ta orta Asya”nın steplerine gidip din-i Mübin-i İslam adına ordu toplayabiliyor ve şehit düşüyordu. İslam”ın en zayıf dönemlerinde bile iman sınır tanımıyordu. Yer yer ihanetler olsa da ümmet coğrafyasında bütün milletler müthiş bir mücadele veriyordu. Herkes hilafetin çağrısı etrafında kenetlenmişti.Libya”da Ömer Muhtar, Cezayir”de Abdulkadir el-Cezairi, Yemen”de Zeydiler, Anadolu”da kuvay-ı milliye emperyalistlere kök söktürüyordu. Şeyh Mahmud Berzenci liderliğinde Irak Kürtleri İngilizlere, Urfa, Antep, Maraş ve Kamışlı Kürtleri bölgedeki Türk ve Arap kardeşleriyle birlikte Fransızlara, Doğudaki Kürtler Ruslara karşı destansı bir mücadele veriyordu. Buna rağmen Müslüman halkların bu direnci Sykes Picot”un ilk aşamasının yürürlüğe konulmasını engelleyemedi. Osmanlı yıkıldı, hilafet mülkü tarumar edildi. Ümmet ırk ve mezhep esaslı olarak fizikî bölünmeye maruz kaldı.Buna rağmen, birlikte hareket etme, aynı amaca yönelme ülküsü ümmet içinde bu süreçte de devam etti. Yeni kurulan ulus devletlerden heyetler, Anadolu”da kurulan yeni devleti, Osmanlının mirasçısı, hilafetin manevi temsilcisi olarak gördükleri için, ziyaret ediyor ve birleşme teklifinde bulunuyorlardı. Tarihi belgelerde yer alıyor. O günkü yöneticiler, her birimiz kendi memleketimizi kurtaralım, devletimizi oturtalım, sonra konfederasyon şeklinde birleşiriz, telkininde bulunuyorlardı. Irak ve Suriye heyetlerinin bu amaçla Ankara”yı ziyaret ettikleri tarih kitaplarında yazıyor. Libya”nın geçen yüzyılın kırklı ellili yıllarına kadar Türkiye ile birleşme umudunu devam ettirdi. Hatta yetmişli yıllarda Arap ülkeleri arasında bir türlü başarılı olmayan birleşme çabaları da bu sürecin bir devamı olarak nitelendirilebilir. Şu kadarı var ki, Sykes Picot bir kere uygulanmış ve sonrası tesadüflere bırakılmış bir yapı değildi. Bu potansiyele sahip ümmetin bir daha toparlanıp çizilen sınırları anlamsızlaştırmasının önüne geçecek tedbirler de içeriyordu.Günümüzde bu anlaşmanın ikinci aşamasına tanık oluyoruz. Yani fiziki olarak farklı sınırlar içine hapsedilen ulusların içeriden sosyolojik olarak bölünmesinin şartları işlenmiş, eğitim ve yasalar aracılığıyla. Bugün buna tanık oluyoruz.İlk olarak bu gerçeği Irak”ta gördük. Arap”ı, Kürdü, Şii”si ve Sünni”siyle emperyalistlere karşı mücadele verilerek kurulan Irak”ın zalim yöneticileri, geçen yüz yıl boyunca ülkedeki Şiilere, Kürtlere ve dindar kesimlere akıl almaz baskılar uyguladılar. Emperyalistler yüzyılın sonunda bir daha gelince, zalimlerin sürekli dayak attıkları bu insanlar kıllarını bile kıpırdatmadılar, hatta kurtarıcı diye emperyalistlerin eteklerine sarıldılar. Sykes Picot”un ikinci aşaması başarılı bir şekilde yürürlüğe konulabilirdi artık. Bugünlerde Suriye”de bunun bir başka örneğine tanık oluyoruz. Devrik rejim tarafından ağır baskılar altında inletilen Kürtler, Dürzüler merkezi yönetimdense İsrail”e bel bağlama kıvamına gelmişler.Kendi evinde sürekli dayak yiyen çocuk dışarıda sevgi arar unutmayın.

Source: Vahdettin İnce


Türkiye”de boşanma sistemi ve nafaka ödemeleri tamamen değişiyor

Adalet Bakanlığı ve Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın üzerinde çalıştığı düzenleme, Yargı Reformu Strateji Belgesi kapsamında hayata geçirilecek. Aile hukukundaki aksaklıkların giderilmesi amacıyla oluşturulan “Aile Hukuku Değerlendirme Kurulu” uluslararası örnekleri de inceleyerek yeni bir sistem oluşturuyor.

Türkiye Gazetesi”nin haberine göre çalışmanın ana gündem maddeleri arasında boşanma sürecinin hızlandırılması ve süresiz nafaka uygulamasının yeniden düzenlenmesi yer alıyor.

BOŞANMA DAVA SÜRECİ KISALACAK

Mevcut sistemde boşanma davası ile nafaka, velayet ve mal paylaşımı gibi konular tek dosya üzerinden yürütüldüğü için süreç yıllarca sürebiliyor. Yeni düzenlemeyle birlikte boşanma davası hızlıca sonuçlandırılacak, diğer konular ise ayrı davalar olarak ele alınacak. Böylece çekişmeli boşanmalarda yıllar süren yargı süreci nedeniyle oluşan psikolojik ve ekonomik mağduriyetler önlenecek.

SÜRESİZ NAFAKAYA DÜZENLEME BEKLENİYOR

Süresiz nafaka uygulaması büyük ölçüde sona eriyor. Nafaka süresi belirlenirken evlilik süresi, tarafların ekonomik durumu, çocuk olup olmadığı ve kusur oranı gibi kriterler dikkate alınacak. Çalışamayacak durumda olan veya belirli bir yaşın üzerindeki kadınlar için nafaka süresiz olabilecek. Ancak kısa süren evliliklerde ömür boyu nafaka yükümlülüğü sona erecek.

Source: Haber Merkezi