Altun’un yeni koltuğunun sicili
Haberi biliyorsunuz: İletişim Başkanı Fahrettin Altun görevden alındı ve Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK) Başkanlığı’na atandı. Az bilinen ise şu: Sahi, nedir bu TİHEK? Aslına bakılırsa kökeni 2012’de kurulan Türkiye İnsan Hakları Kurumu’na dayanıyor. Paris Prensipleri’ne uyum için ve Avrupa Birliği ile yapılan müzakerelerin yansıması olarak 2016’da yeniden yapılandırıldı ve ismine “eşitlik” de eklendi. İşin trajik yanı ise kurumun ilk başkanı, çocuk yaşta evliliği savunan bir avukat olmuştu. TİHEK’in resmi web sitesine girdiğinizde misyonu şu şekilde özetleniyor: “İnsan haklarını korumak ve geliştirmek, kişilerin eşit muamele görme hakkının güvence altına alınması için çalışmak, işkence ve kötü muameleyle etkin mücadele etmek.” Kurumun görevleri arasında, insan hakları ihlallerini resen ya da başvuruyla incelemek de yer alıyor. Şimdi… Peki, TİHEK bu ihlallere dair nasıl kararlar alıyor? Sorunun yanıtı için yine kurumun sitesindeki yaklaşık 70 kurul kararını inceledim. Gördüğüm şu: Kurul ortalama ayda bir buluşup, başvuruları toplu inceliyor. Verilen kararların çok büyük bir çoğunluğu da “başvurunun kabul edilemez olduğuna” diye bitiyor. Örneğin… Adil yargılanma hakkının ihlal edilmesine, cinsel yönelim nedeniyle ayrımcılığa maruz kalmaya, işyerinde mobbing görmeye dair birçok başvuru sonuçsuz kalmış. Ama mesela… Aynı TİHEK, İYİ Partili başkanın yönetimindeki Nevşehir Belediyesi’nin Arapça tabelaları kaldırmasına ve yabancılara ayrımcılık yaptığına dair haberler çıkınca hemen kendi başına harekete geçmiş. Sonunda da ayrımcılık yasağını ihlal ettiği gerekçesiyle belediyeyi yaklaşık 205 bin lira para cezasına çarptırmış. Keza şikâyet üzerine açılan başka soruşturmalar sonucunda, muhalefet yönetimindeki İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediyelerine de aynı para cezasını vermiş. Bununla birlikte, kurum tarihinde TRT’ye verilen bir ceza da var: TRT’de çalışan bir kadın memur, müdür yardımcısı M.K. adlı şahıs tarafından, 2014 yılından beri sistematik olarak taciz ediliyor. Mağdur kadın konuyu amirlerine bildirmesine rağmen mevcut görevinden alınıyor ve tacizle suçlanan MK’nin emrine memur olarak veriliyor. TİHEK de TRT’nin bu uygulamayla ayrımcılık yasağını ihlal ettiği gerekçesiyle kuruma para cezası verilmesini kararlaştırıyor. Sözün özü… Kuşku yok ki Fahrettin Altun için TİHEK bir sürgün yeri. Acı olan ise insan hakları için kurulan bir kurumun “cezalandırma ataması” amacıyla kullanılması.
Source: Barış Pehlivan
Sadece çalışan memurlara verilen ilave ödeme tüm emeklilere verilmelidir!
2023/Temmuz ayına kadar çalışan ve emekli memur aylık artışlarında farklılık bulunmuyordu. Ancak, iktidar en düşük çalışan memur maaşını 22 bin liraya yükseltmek için çalışan-emekli memur arasında dengeyi bozarak sadece çalışan memurlara ilave ödeme verdi. İlave ödeme; 15965 göstergenin, memur maaş katsayısı ile çarpımı sonucu hesaplanan miktardan, binde 759 damga vergisi düşülmesiyle tespit edilmektedir. 2023/ Temmuz ayında bu miktar 8.077,12 TL idi. Herhangi bir unvan ve görev ayrımı yapılmaksızın sadece çalışan memurlara verilen ilave ödemenin, mağduriyet yaratan yönleri de bulunmaktadır. Çalışan memurlara verilen aylık artış oranları, ilave ödemesiz aylığa uygulanmakta ve ilave ödemeler, memurlara ilgili mevzuatı uyarınca ödenmekte olan veya mali ve sosyal hakların tespitinde esas alınan aylık, ücret, zam, tazminat, ödenek, döner sermaye ödemesi, ikramiye ve diğer herhangi bir ödeme unsurunun hesabında dikkate alınmamaktadır. Diğer bir ifadeyle, ilave ödeme emekli ikramiyesi ve emekli aylığının hesaplanmasında dikkate alınmamaktadır. 2025/Temmuz döneminde SSK ve Bağ-Kur emeklilerinin aylıkları yüzde 16.67, çalışan ve emekli memurların aylıkları ise yüzde 15.57 oranında artırıldı. Çalışan memurların ilave ödemesiz aylıklarına yüzde 15.57 oranı uygulandı. 2025/Ocak ayında çalışan memurların 16.042,76 TL olan ilave ödeme miktarı, 2025/Temmuz ayında 15965 x 1,170211 = 18.682,42 x 0,00759 = 141,80 =) 18.682,42 – 141,80 = 18.540,62 TL ye yükseltildi. Memur, SSK ve BağKur emeklisi söz konusu ilave ödemenin kendilerine emekli aylıklarıyla birlikte ödenmesini haklı olarak talep etmektedir. 2008/Ekim öncesinde SSK ve BağKur emeklilerine aylıklarıyla birlikte Sosyal Yardım Zammı (SYZ) adı altında bir ödeme yapılmakta idi. 2008/ Ekim ayında SYZ’ler emekli aylıklarına ilave edilerek uygulama sonlandırıldı. Anılan tarihte tüm SSK’liler için SYZ miktarı 4.690.000 TL iken, Bağ-Kur emeklilerinde, aylık alınan basamak değeri 12. Basamağa kadar olanlara 5.850.000 TL, 13. Basamak ve üstü olanlara ise 4.500.000 TL olarak ödenmekte idi. SYZ prim karşılığı olmayan bir ödeme idi. Çalışan memurlara verilen ilave ödeme, tıpkı SYZ ödemesi gibi tüm emeklilere belirli kurallar çerçevesinde verilmelidir. Bu kurallar şu şekilde oluşturulabilir: Tüm emeklilere her ay ödenen aylıklarla birlikte dosya bazında 15965 gösterge rakamının memur maaş katsayısı ile çarpımı sonucu bulunacak tutarda ilave ödeme yapılabilir. -İş kazaları ve meslek hastalıkları sigortasından sürekli iş göremezlik geliri almakta olanlara, sürekli iş göremezlik derecesi oranında, – Ölüm dosyalarında tamamı hak sahiplerine eşit şekilde, – İş kazası veya meslek hastalığı sonucu meslekte kazanma gücünü yüzde 50 oranının altında kaybetmesi nedeniyle sürekli iş göremezlik geliri bağlanmış iken ölenlerden, ölümü iş kazası veya meslek hastalığına bağlı olmayanların hak sahiplerine, sigortalıya gelir bağlanmasına esas olan sürekli iş göremezlik derecesi üzerinden hesaplanan tutar, tamamı hak sahiplerine eşit şekilde, – Yabancı ülkelerle akdedilen sosyal güvenlik sözleşmeleri uyarınca kısmi gelir veya aylık alanlara, ülkemiz mevzuatına tabi olarak geçen prim ödeme gün sayılarının, sosyal güvenlik sözleşmesine göre nazara alınan toplam prim ödeme gün sayısına olan oranına göre, ilave ödeme yapılır. Tüm emeklilere verilecek ilave ödemeler; – 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı kanunun 1’inci maddesi uyarınca yapılacak ek ödemenin belirlenmesinde, – Gelir ve aylıkların kanunun 55’inci maddesine göre artırılmasında, dikkate alınmaz. – Birden fazla dosyadan gelir ve aylık alanlara en fazla ödemeye imkân veren bir dosya üzerinden ödeme yapılır. – İlave ödemelerden kesinti yapılamaz ve bu ödemeler haczedilemez. Yersiz yapıldığı anlaşılan ödemeler, ilgilinin varsa almakta olduğu gelir veya aylıklarından yüzde 25 oranında kesilmek suretiyle, yoksa genel hükümlere göre geri alınır. – Emeklilere yapılacak ilave ödemeler Hazinece Sosyal Güvenlik Kurumu’na ödenir. Bu şekilde yapılacak bir yasal düzenleme ile tüm emeklilerin 2023/Temmuz ayında beri süregelen büyük bir mağduriyeti sona erecek ve emekliyi sefalet içinde yaşamaya mahkûm eden ve açlık sınırının altında kalan emekli maaş tutarları, emekliyi biraz olsun nefes alacak hale getirecektir.
Source: Nergis Şimşek
Türk-İş, şehitler nedeniyle ara vermişti, yeniden başlıyor: İşçiden eylem haftası
Kamudaki yaklaşık 600 bin işçiyi kapsayan sözleşme görüşmelerinde hâlâ anlaşma sağlanamadı. Hükümet, ikinci teklif olarak bu yıl için yüzde 17+10, gelecek yıl için de yüzde 7+5 zam önermişti. Türk-İş teklifi reddetmişti. Hükümetin son bir teklif daha vermesi bekleniyor. Türk-İş daha önce açıkladığı takvim kapsamında eylemlerini sürdürüyordu. Ancak 12 askerin şehit olmasının ardından eylemler bir hafta ertelenmişti. Gelecek hafta eylemlere yeniden başlanacak. Türk-İş bununla ilgili olarak bağlı sendikalarına yazı gönderdi. Yazıda, “Gelinen noktada, kamu emekçilerinin insanca yaşayabilecek ücret talebi karşılıksız bırakılmaya devam etmekte, taleplerimiz görmezden gelinmektedir” denildi. Bu nedenle de daha önce ilan edilen eylem planı doğrultusunda eylemlerin yaşama geçireleceği belirtildi. Eylemler kapsamında bugün saat 18.00’de Türk-İş’in sosyal medya hesabından “zordayız, geçinemiyoruz” paylaşımları yapılacak. Sendikalar da buna katılacak. Paylaşımlar, Cumhurbaşkanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Hazine ve Maliye Bakanlığı etiketlenerek yapılacak. İŞ BIRAKMA GELİYOR Eylemler kapsamında 14 Temmuz pazartesi günü, mesai bitiminde işyerleri terkedilmeyecek. İşçiler sabaha kadar işyerlerinde kalacak. 17 Temmuz perşembe günü de 81 ilde işyerlerine gidilmeyerek, bir günlük iş bırakma eylemi gerçekleştirilecek. Yazıda, “Eylemlerimiz, emeğin değersizleştirilmesine karşı haklı taleplerimizin arkasında durduğumuzun açık ifadesidir. Tüm sendika başkanlıklarımızın eylem kararlarının örgütlenmesini sağlaması, üyelerimizin bu sürece etkin katılımını temin edecek çalışmaları yürütmesi önem arz etmektedir. Eylem planımız Türk-İş Bölge Başkanlıkları ve il başkanlıkları ile birlikte dayanışma içinde gerçekleştirilecektir” denildi.
Source: Mustafa Çakır
Bu perde böyle kapanmaz!
Türkiye’de AKP-MHP-DEM tarafından halka “PKK’nin silah bıraktığı” söylenip anayasa değişiklikleri için zemin hazırlanmaya çalışılırken aynı anda Anadolu Ajansı’nın ABD’nin savunma bütçesi hakkındaki bir haberinde, “PKK/YPG’nin de faydalanacağı DEAŞ ile mücadele fonunun Irak kısmının” Temsilciler Meclisi’nden bir miktar kesinti ile geçtiği bildirildi. İlginç olan şu: Haberin İngilizce metninde “Güney Suriye’de terörist PKK/YPG liderliğindeki SDG” (“terrorist PKK/YPG-led SDF”) ifadesi kullanılırken Türkçe metninde bu yok, SDG’nin adı geçmiyor; onun yerine “PKK/ YPG dahil ABD ortakları” ifadesi kullanılıyor. Açıktır ki 10 Temmuz Perşembe günü gazetemizde Mehmet Ali Gülle r’in köşe yazısındaki tespiti gerçeği vurguluyor: “Kısacası ABD barış diyerek savaşı örgütlüyor, silah bırakma adı altında ‘silahlıları’ yeni cepheye transfer ediyor. Yani PKK, ABD için artık SDG’dir.” O zaman sormalı? ABD, SDG’yi finanse etmeye devam ederken SDG tehdidi nasıl ortadan kalkacak? SDG’de silah bırakma süreci gerçekleşmezse orası Türkiye için bir tehdit unsuru olmayacak mı? 1923 CUMHURİYETİ HEDEFTE! Bu gerçeği anlatmak ise Türkiye’de ne yazık ki yalnızca birkaç köşe yazarı ile yorumcuya kalıyor. Çünkü iç siyasette AKP eliyle yaratılan kaos ve CHP’ye yönelik operasyon her gün sürerken kitleler paralize ediliyor. Bütün bu kaosun nedeni, ABD’nin Ortadoğu’da İsrail’i büyüterek tam hâkim kılmak için İran engelini ortadan kaldırma stratejisine dayanıyor. Türkiye’de Öcalan’ın Bahçeli tarafından “kurucu lider” denilerek parlatılmasının, 26 yıl sonra İmralı’ya prompter kurularak video çekilip yayımlanmasının nedeni bu. Türkiye’de üniter devlete ve Atatürk’e AKP milletvekilleri ile iktidar yanlıları tarafından açıkça saldırılmasının ve cumhuriyet savcılarının hiçbir işlem yapmamasının, ABD’nin yeni Ankara Büyükelçisi Tom Barrack’ın “Osmanlı millet sistemine” duyduğu hayranlığı duyurmasının nedeni de bu. Bunun için dinciler, etnikçiler ve ikinci cumhuriyetçiler, yine emperyalizm ile el ele vermiş, 101 yıldır altını oydukları 1923 Cumhuriyetini bu kez bambaşka bir yapıya dönüştürme hedefinde buluşmuş durumda! Kendi geleceğini, ilk iktidara geldiğinde olduğu gibi, bu gruplarla işbirliğine bağlayan AKP ve Erdoğan’ın Türkiye’yi sürüklediği bu yol mayınlarla doludur. PKK, bu süreçte adım adım Suriye’ye geçip orada devletleşirken, Türkiye’de de Türk-Kürt-Arap ittifakı için düğmeye basılmış durumda. 1923 Cumhuriyetinin temelini oluşturan ulus devleti yok etme planıdır bu. YENİ OSMANLICILIK COŞTU Ne yazık ki ana akımda yer alan ve “muhalif/bağımsız” olduğunu iddia eden medyada, ülkemizde ve bölgede yaşanan gelişmeleri halka net olarak anlatacak yorumculara pek yer verilmiyor; tersine olanları çoktan içi emperyalizm tarafından boşaltılan “demokrasi, barış, özgürlük” sözcükleriyle niteleyenler ekranlarda cirit atıyor. Sürekli aynı siyasetçiler ve “uzman” adı altında açılımcılar konuşup duruyor, emperyalizm ağlarını herkesin gözünün önünde örerken halk bir kez daha aldatılıyor. Aylardır süren hazırlıklar belli bir kıvama gelmiş olmalı ki AKP Sözcüsü Ömer Çelik , Erdoğan’ın 12 Temmuz Cumartesi sabahı tarihi bir konuşma yapacağını söyledi. Bugün Süleymaniye’de yapılacağı açıklanan sembolik silah bırakma gösterisinden sonra, “Terörsüz Türkiye” sloganı çerçevesinde bir konuşma olacaktır büyük olasılıkla. Ömer Çelik’in aynı zamanda, “Büyük güçler sonuna kadar burada kalmayacaklar. Biz istiyoruz ki halklar burada birlikte yaşasınlar. Büyük güçler gittiğinde herkesin hamisi Türkiye olacaktır” dediği de medyaya yansıdı. Öyle bir oyun dönüyor ki AKP’nin “Yeni Osmanlıcı” ve ümmetçi hayalleri, Bahçeli’nin başlattığı Öcalan açılımıyla coştu ama bu perde böyle kapanmaz.
Source: Zülal Kalkandelen
Ulus devlet
“ Modern anlayışa göre ‘devlet’ hukuksal anlamda tanımlanmış bir kavram olup, nesnel anlamda, içte ve dışta egemen bir devlet gücüne; coğrafya bakımından, kesin olarak sınırları çizilmiş ülke topraklarına, yani devlet halkına işaret eder. Devlet egemenliği, pozitif hukukun biçimleriyle yapılandırılmış ve bu devlet halkı da devlet alanı (toprağı) içerisinde geçerlik kazanan hukuk düzeninin taşıyıcısıdır. Siyasi terminolojide, ‘ulus’ ile ‘devlet halkı’ aynı kapsamda düşünülür. Fakat hukuksal tanımlamanın ötesinde ‘ulus’ , ortak köken, en azdan ortak dil, kültür ve tarih ile şekillenmiş siyasi bir topluluk anlamına da gelir. Devlet halkının, bu tarihsel anlamdaki ‘ulus’a dönüşmesi de ancak kendine özgü yaşam biçiminin somut bir yapısında gerçekleşir. ‘Ulus-devlet’ ya da ‘devlet vatandaşlığı ulusu’ kavramlarında birbiriyle kenetlenen bu bileşenler, tarihsel olarak gelişen, ama hiçbir koşulda koşutluk göstermeyen iki sürece, -bir yandan devletlerin, diğer yandan ulusların oluşumuna dayanır.” Okuduğunuz bölümü Jürgen Habermas ’ın “Öteki” Olmak, “Öteki”yle Yaşamak 1 adlı kitabından aktardım. Ulus devletler, Osmanlı ve Avusturya-Macaristan gibi çok ırklı, çok etnisiteli ve çok dinli imparatorluklarının dağılmasından sonra ortaya çıkmışlardır. Buraya yazmama gerek yok, Osmanlı’nın dağılmasından sonra Asya, Afrika ve Avrupa’da 20’ye yakın devlet çıktı. Bu nedenle çok genç bir devlet biçimidir “ulus devlet” . Ulus devletler, “vatan” olarak adlandırılan belli bir coğrafya toprakları üzerinde birbirini tanıyan ve kader birliği yapmış insanlar tarafından kuruldu. Kimi zaman ayrı dinden, ayrı kökenden gelen insanların birlikte yaşamayı kabul etmelerine üzerinde yaşadıkları toprak karar verdi. Etnisite ve din ikinci ve üçüncü dereceden etken ve tutkal oldu. Ulus devlet Türk mutfağının gözde yemeklerinden “yaz türlüsü” ne benzer. Fransız kaynaklarına göre “ulus devlet” . Ulus-devlet, bir siyasi örgüt olarak bir devletin, bir ulusla, yani kendilerini aynı gruba bağlı ve ait olarak gören bireylerle yan yana gelmesini belirten teorik, siyasi ve tarihi bir kavramdır. Bu nedenle, bir kimlik kavramı (bir grubun, ulusun üyeliği) ile bir yasal düzenli egemenlik biçiminin ve onu kullanan siyasi ve idari kurumlar ile devletin varlığı arasındaki kenetlenmedir. Bu kenetlenme olmasaydı çokuluslu bir devlet söz konusu olurdu. Bir ulus devlet iki şekilde kurulur: 1- Devlet ulustan önce vardır, ulus duygu ve düşüncesi devletin egemenlik alanında oluşur. 2- Özellikle aynı “etnik” soydan ya da yurttaşlıktan geldiklerini kabul eden bireyler birlikte yaşama iradesiyle bir araya gelirler ve kendilerine bir devlet kurarlar. Her iki durumda da birkaç kuşak boyunca, elverişli sosyoekonomik durumların ortaya çıkması ve siyasal benzeşmenin gerçekleşmesinden kaynaklanan yavaş bir oluşum söz konusudur. Ya devlet ulustan önce var olur ve içinde milliyetçi bir duygu gelişir ya da aynı ulusla özdeşleşen bireyler, özellikle “etnik” ya da uygar (çağdaş) bir ulus durumunda, bir devlet kurarak birlikte yaşama arzularını gösterirler. Her iki durumda da birkaç kuşak boyunca elverişli sosyoekonomik durumların ve siyasi misyonerliğin birleşiminden kaynaklanan yavaş bir yaratma süreci vardır. İkinci durum, örneğin Almanya tarihine benzer ancak mevcut Alman devleti, askeri, siyasi ve ekonomik gücünü artırmak amacıyla Prusya bayrağı altında bağımsız, Almanca konuşan devletlerden oluşan bir mozaik birleştirmeyi başaran Bismarck ’ın proaktif 2 bir birlikçi politikasının sonucudur. Bunu yapmak için, hem bu devletlerin burjuvazilerinin ekonomik çıkarlarını, askerin koruma ihtiyaçlarını hem de 19. yüzyılın başından itibaren bilim insanları arasında yaygınlaşan yeni bir duygu olan milliyetçi propagandayı kullanmıştır. Fransa’da devlet kademeli olarak inşa edildi ve ortaçağdan itibaren Fransa kralları otoritelerini giderek daha geniş bir alana yaydı. Milliyetçiliğin gelişimi kademeliydi ve 18. yüzyılda entelektüel, ticari ve sanayi öncesi burjuvazide açıkça ortaya çıktı ve kademeli olarak bütün nüfusa yayıldı. Fransızca, 1539’da Villers-Cotterêts Kararnamesi ve matbaanın yaygınlaşması sayesinde ortak dil haline geldikten sonra tek resmi dil oldu. Milliyetçilik, demokratik siyasi sistem, Jules Ferry tarafından 19. yüzyılın sonunda özgür, laik ve zorunlu okulun kurulması, askerlik hizmetinin zorunlu hale gelmesi ve Fransız bayrağı, Marianne 3 ve Marseillaise 4 gibi cumhuriyetçi simgelerin yaratılmasıyla güçlendirildi. Bir ulus, çeşitli etnik grupları kapsayabilir. Farklı etnik gruplardan (Türkler, Arnavutlar, Araplar, Boşnaklar, Kürtler, Lazlar, Romanlar, vb.) oluşan bir Türk ulusu yaratan Türkiye’de olduğu gibi. — 1 Yapı Kredi Yayınları, Çeviren: İlknur Aka , 3. Baskı, 2005. s.15-16. 2 Olumsuz bir şeyin olmasını beklemek yerine, yapılan erken değişikliklerle durumu kontrol altına almak. 3 Fransa’nın “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” sloganını temsil eden ulusal bir simge, alegoridir. 4 Fransa ulusal marşı.
Source: Özdemir İnce
Kadınlar en çok “güvende” olmaları gereken yerde öldürüldü
Gazetemiz Cumhuriyet, son 4 yıllık KCDP verileri üzerinde araştırma yaptı. Araştırmalar kapsamında, 20 Mart 2021 tarihinde Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Kararı ile İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesinin Resmi Gazetede ilanından bugüne 2 bin 449 kadının yaşamını yitirdiği ortaya çıktı. Yaşanan kayıpların bin 380’i toplumsal cinsiyet temelli ‘kadın cinayeti’ olarak kaydedilirken bin 69’u kaza, taksir, intihar olarak kaydedilen ‘şüpheli ölüm’ olarak bildirildi. Son 4 yıllık veriler incelediğinde şüpheli kadın ölümlerinde ciddi bir artış gözlemlendi. KCDP 2025 Haziran Raporu konuyla ilgili “Kadınların öldürülüp öldürülmediği, gerçekten kaza ile mi öldükleri, kadınların toplumsal cinsiyet temelli öldürülüp öldürülmediği (kadın cinayeti olup olmadığı), intihar edip etmedikleri veya intihara sürüklenip sürüklenmediklerinin açığa çıkarılması gerekmektedir” ifadelerine yer verdi. 919 KADININ FAİLİ GÜNCEL VEYA ESKİ PARTNERLERİ Yapılan incelemede bin 380 kadın cinayetinin; 919’unun failinin kadınların evli olduğu eşleri, eski eşleri, partnerleri ve eski partnerleri olduğu göze çarparken 432’sinin kadının boşanmak istemek, barışmayı reddetmek, evlenmeyi reddetmek, ilişkiyi reddetmek gibi kendi hayatına ilişkin karar almak isterken öldürüldüğü belirtildi. 811 kadın cinayetinin ise öldürülme sebebinin bilinmediği kaydedilirken KCDP raporu bu belirsizliğin kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerinin görünmez hale gelmesine neden olduğunu işaret etti. KADINLAR EN ÇOK EVLERİNDE ÖLDÜRÜLDÜ İnceleme sonucunda 4 yıl 3 aylık zaman içerisinde işlenen bin 380 kadın cinayetinin en fazla evlerde gerçekleştiği, 855 kadının evlerinde uğradıkları şiddet sonucu öldürüldükleri kaydedildi. KCDP, raporda “Aile Yılı adı altında yürütülen politikalar, kadınların kamusal yaşamdan adım adım çekilmesini meşrulaştırıyor. Ev, kadınlar için bir sığınak değil, çoğu zaman görünmeyen bir şiddet alanına dönüşmüş durumda. Güvende olmaları gereken yerler, hayatlarını kaybettikleri mekânlara dönüşüyor” ifadelerine yer verdi. Öte yandan İstanbul Sözleşmesi’nden çekinilmesi üzerinden geçen süre zarfında topluma açık, kalabalık anlarda gerçekleşen kadın cinayetlerinin sayısında da artış görüldü. 2021 yılı Nisan ayından yıl sonuna kadar 42, 2022 ve 2023 yıllarında 79 ve 2024’te 109 olan kamusal/toplumsal alanda işlenen cinayet sayılarının sadece 2025’in ilk 6 ayında 31 olarak kaydedildi. Söz konusu veriler kadına şiddettin son 4 yıl içinde görünür hale geldiğini gözler önüne serdi.
Source: Cumhuriyet/ankara
RTÜK, imaj güçlendirmek isterken karartmaya başladı: İmaja karartmalı düzeltme
Televizyon kanallarına verdiği karartma cezalarıyla tepki çeken RTÜK’ün geçen yıl paylaştığı 2024-2028 yıllarına ilişkin Stratejik Planı’nda kurumun yurttaş nezdinde imajının zayıf olduğu belirtildi. Kurumsal imajı güçlendirme hedefi koyulan planda, “özellikle sosyal medyada RTÜK’ün kurumsal imajını yıpratmaya yönelik dezenformasyon faaliyetlerinin yapıldığı ve buna karşı etkin çalışmalar gerçekleştirilmesi gerektiği” belirtildi. Tarafsızlık konusunda uzun süredir eleştiri konusu olan ve son olarak Sözcü TV ile Halk TV’ye verdiği yayın durdurma cezalarıyla tepki çeken RTÜK’ün geçen yıl paylaştığı 2024-2028 Stratejik Planı’nda dikkat çeken tespitlere yer verildi. Planda çoğunluğu kamu kurum ve kuruluşlarında yer alan kişilerden oluşan bir grupla yapılan anketin sonuçları paylaşıldı. Ayrıca anket yapılan kitlenin içinde yayıncı kuruluşlardan, üniversitelerden ve genel izleyicilerden temsilcilerin olduğu da belirtildi. Anket sonucuna göre katılımcıların “RTÜK’ün zayıf yönü hangisidir?” sorusuna karşı en yüksek yanıt olarak “kurumsal imaja ilişkin hususlar” dediği belirtildi. Aynı şekilde RTÜK’ün kendi personeli içinde yaptığı ankette de yine kurumsal imajın zayıf olduğu kaydedildi. Planda konuyla ilgili “Üst Kurul tarafından verilen kararlar, ifade ve haber alma özgürlüğünün önünde bir engel olarak görülebilmekte ya da millî ve manevi değerlere yeterince sahip çıkılmadığı gerekçesiyle aynı şekilde eleştirilebilmektedir” değerlendirmesi yapıldı. SORUN DEZENFORMASYONMUŞ Planda bu tespitlere karşı “kurumsal imajın ve itibarın güçlendirilmesi” hedefi yer aldı. Bu hedef kapsamında kurumun faaliyetlerine ilişkin bültenler çıkarılacağı, haber ve duyurular yapılacağı, sosyal medya uygulamalarında paylaşılacak videolar hazırlanacağı ve tanıtım alanında etkinlikler düzenleneceği belirtildi. Planda ayrıca “özellikle sosyal medyada kurumsal imajı yıpratmaya yönelik dezenformasyon faaliyetlerinin ortaya çıktığı ve buna karşı etkin çalışmalar gerçekleştirilmesi gerektiği” belirtildi. RTÜK’ün paydaşlarına yönelik izleyeceği “açık kapı politikasının” da yine kurumsal imajı güçlendirmede etkili olacağı savunuldu.
Source: Sarp Sağkal
Yeliz
Mesaj yağıyor… Cumhuriyet’e kanlı darbe diyen, Cumhuriyet’e çamuriyet diyen Yeliz’i herkes anlattı, bir de sen anlat deniyor. E, sizi kırmayayım.
Yeliz’in diploması da Yeliz… TBMM’deki özgeçmişinde “Newport International University davranış bilimleri bölümünü bitirdi” yazıyor. Halbuki, Newport International University para karşılığında internet üzerinden diploma veren bir üniversite, Türkiye’de geçerliliği yok, YÖK denklik vermiyor, hatta YÖK “milleti kandırıyorlar” diye savcılığa suç duyurusunda bile bulunmuştu, bu üniversitede kayıtlı olanlara askerlik tecili bile verilmiyor, kamu kurumlarında işe girerken diploma olarak kabul edilmiyor. Harvard’a beş basıyor yani!
“ABD’de üniversite bitirdim” diyor ama, Yeliz’i henüz İngilizce konuşurken gören duyan yok. Ama Türkçesi muhteşem… Sosyal medyada paylaşım yaparken “İnkiliz” diye yazıyor. İngiliz’ceyi “lağum ağızlı İnkiliz seviçileri ayıkamadılar” gibi, cümle içinde bile kullanabiliyor.
Genel kültürü on numara… “Köln’de Münih’te Bayern’de yaşayan Hans üç bin euro maaş alırken, İstanbul’da yaşayan Hasan iki bin lirayı bulunca göbek atıyor” diyor. Almanya’yı Alman liginden takip ettiği için, Bayern’i şehir zannediyor. Borussia da diyebilirdi, veya Eintracht şehri filan.
Tarih bilgisi ordinaryüs seviyesinde… “Lozan’da en büyük ihanet halifeliğin kaldırılmasıdır” diyor. Halifeliğin kaldırılması Lozan’dan bir yıl sonra.
Siyasi analiz yeteneği fevkalade… “Mısır’ı İnkiliz’e CHP verdi” diyor.
Ekonomik analiz yeteneği harikulade… “Bugün yapılan elektrik ve doğalgaz zamlarının tek sorumlusu ittihat terakki ve CHP zihniyetidir” diyor.
“Matematiği benim dedem icat etti, dedemi Romalılar öldürdü, sarhoş Avrupalılar icat yapabilmek için dedemin kütüphanesinden çaldı, benim dedem mühendisliği, uzay bilimini icat etmemiş olsaydı, bu Trump’a mesela New York’ta oturduğu evden git bakkaldan bir sepet bir torba kahvaltılık al gel deseydin, benim dedem matematiği, bu ilmi, teknolojiyi icat etmemiş olduğu halde, Trump efendi, Macron efendi, git şurdan kahvaltılık al gel kahvaltı yapalım, sonra da hesabı çıkar deseydik, vallahi duvar kadar tahtaya ihtiyaç duyardı, gençlere de hep anlatıyorum, köken itibariyle böyledir” diyor… Böylesine entelektüel derinliğe sahip.
2016 yılıydı galiba, daha yeni milletvekili seçilmişti, bu kadar kaliteli bir milletvekilini siyaset tarihimize kazandıran AKP’ye nankörlük ederek, bu kadar saygın bir devlet adamına karşı terbiyesizlik yaparak, kendisini eleştirme gafletinde bulunmuştum… Derhal basın açıklaması yaparak, ağzımın payını vermişti. Ben de yaptığımdan utanarak, imla hatalarına bile dokunmadan aynen yayınlamıştım.
Bakın şimdi o günleri hatırlayınca gene çok utandım, o yüzden, imla hatalarına bile dokunmadan gene yayınlayayım.
“Fitnenin SÖZCÜ’sü ‘köpek öldürene’ mahkum Yılmaz özDİL’e… Bu ülkede, tam bir fitnenin SÖZCÜ’sü haline gelmiş, millete ve değerlerine hakaret üretme bataklığına dönmüş gaztenin, fitnenin özDİL’i olmuş Yılmaz özDİL’i bu sefer de bize sarmış. Kimyasal atıkçıların hassasiyetiyle hijyenik eldiven ve kıyafetlerini giyerek mevzuyu ele alırsak, alkolden süngerimsi bir hal almış başın içindeki beyin, normal fonksiyonlarını da icra edemez bir hale pörsümüş. Ülke Tv’de yapmış olduğumuz bir saatten fazla süren programda, 2. Dünya harbinde yerle bir olan, taş taş üstünde kalmayan ve o moloz yığınından ayağa kalkıp dünyanın en zengin ülkelerinden birisi olan Almanya’nın (vs Avrupa ülkeleri) geldiği noktayı ve buna karşın zenginliği ile 100 senedir (bir haftalık Kıbrıs çıkartması hariç) doğru dürüst savaş yapmamış Türkiye’mizin daha bir tek yerli bir araba, kendimize ait bir marka üretememiş olmasını ve nedenlerini değerlendirirken verdiğim bir örnek üzerinden, fitnenin SÖZCÜ’sünün özDİL’i yine bir tantana üretmiş. Ulusal parkın Şirinleri de oynaşıp duruyor… Zavallı özDİL ve gibiler, köpek öldürene mahkum olduğu için hepten sıfırlamış. Hem ters, hem de baş aşağı sallanarak gidiyor. Eskiden bakanlık, valilik, belediye imkanlarıyla, milletin parasıyla, patlatıp içtikleri pahalı marka şampanyaları şimdi bulamadıkları için ‘rejim krizi’ yaşıyorlar. Hırsızlık dönemi bittiği için, alkol oranı yüksek ama fiyatı düşük ‘Köpek Öldürene’ mahkum oldular. Bu da ciddi manada tahribat yapıyor tabi. Kalite düşük… Ne anlıyor, ne görüyor, ne de duyuyor. Cumhuriyet’çi pozlarıyla ÇAMURİYET’çilik yapıyor bi idrakler… Yoksa bu kadar kötü ve rezil millet düşmanı bir tarihin üstünde konuşacak bir şey bulmayı bırak, insan içine çıkacak yüz bulamaz normal standartlarda olan insanlar… Şantaj, montaj, dublaj ustası, artizi zanatçısı, bu Ulusal Park’ın, 10. Yılında takılıp kalmış divane plastik plakları, yeni lakaplar üreterek diplerdeki dünyalarında şen olsunlar, şen olsunlar ama kendileriyle çok farklı dünyalarda, ekmeklerini helal yoldan kazanan şoförlere asla bulaşmasınlar! Şoförlük meselesiyle alakalı da onlarca açıklama yapmama rağmen Bu milletin onurlu Şoförlerini ve şoförlük mesleğini aşağılayan alçakların sakinleri şunu iyi bilsinler ki, sonra lağımı patlamış sokağın ıslağından geçmek zorunda kalan şoförün aracının çamurluklarına sıçrayan olursunuz! Ernst ve oğlu Edzard’la zorlanarak da olsa kurduğun duygusal bağı ve buradan icat edebilecek CHP başarısı ancak köpek öldürenle ütülenmiş bir kafanın kerametiyle izhar olur. Bu keramet de sana yakışır, fitnenin özDİL’i… Aksaray’daki Mercedes kamyon fabrikasının kurulmasını sağlayan Turgut Özal’a hiç ilişmedin ki özDİL! Sonra; FİAT var, Renault var, Toyota var, Hyundai var, Honda var ürettiğimiz, senin anladığın ve benim asla bizim olarak kabul etmediğim birçok marka var özDİL’cim. Onları niye unuttun? Yoksa sadece Mercedes’le mi duygusal bir bağın var? Reis’in işi zor, Asrın Lideri olmak kolay değil tabi; taklitçi, montajcı ve köpek öldüren’ci özDİL gibilerin de vatandaşı olduğu bir ülkenin Cumhurbaşkanı! Köpek öldürenin tecavüz ettiği bu kafadan, Alman nerde, biz neredeyiz diye bir muhasebe neticesi çıkacak bir azim, gayret ve milli hırs beklemek zaid olur… O kafa anca Batılının yaptıklarıyla ettikleriyle mutlu olur ve ancak onu taklit etmekle huzur duyar. Bizim Ulusal Park’ın şirinlerine de bu huzur yeter ve artar. En iyisi, siz bize bulaşmadan, Köpek öldüren eşliğinde 10. Yıl marşına devam… İstanbul Milletvekili Ahmet Hamdi Çamlı”
Dört dörtlük değil mi?
Cumhuriyet ilan edilmesine “kanlı 1923 darbesi” diyen, Cumhuriyet’e “çamuriyet” diyen Yeliz, işte bu.
Sayın ahalimiz bu arkadaşı o kadar takdir etti ki, bir dönem yetmedi, iki dönem milletvekili seçti. O da yetmedi… TBMM milli eğitim komisyonu üyesi yapıldı, çocuklarımızın eğitimiyle ilgili yasalara Yeliz yön verdi, o da yetmedi, engin birikiminden faydalanmak için, TBMM kültür komisyonu üyesi yapıldı, o da yetmedi, Bayern Münih’in bizi kıskanması için TBMM dışişleri komisyonu üyesi yapıldı.
Dolayısıyla, “liyakat” kelimesinin sözlük anlamı olan Yeliz’e karşı terbiyesizlik etmeyi bırakın kardeşim, 10 yıl önce de önermiştim, tekrar edeyim… Hem kendisi, hem de kendisini milletvekili seçen sayın ahalimiz fazlasıyla hak ediyor, TBMM başkanı olsun Yeliz.
Source: Yılmaz Özdil
PKK lideri Öcalan”ın tişörtü gündem olmuştu! Bakırhan da modaya uydu
PKK’nın bugün gerçekleştireceği silah bırakma ve terör örgütün feshedilmesine yönelik ilk tören için, DEM Parti yöneticileri ve davetlilerden oluşan gruplar dört ayrı otobüsle Süleymaniye’ye hareket etti.
Terör örgütü PKK, Abdullah Öcalan’ın silah bırakma ve fesih çağrısına olumlu yanıt vererek bu adımı ilk kez resmiyete döküyor. Tören alanına ulaşan isimlerden biri de DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan oldu.
GİYDİĞİ TİŞÖRT GÜNDEM OLMUŞTU
Hatırlanacağı üzere, örgütün fesih kararına ilişkin dün yayımlanan videolu mesajda Abdullah Öcalan’ın üzerindeki ‘Lacoste’ marka tişört kamuoyunun gündemine oturmuştu.
BAKIRHAN DA AYNI MARKA TİŞÖRT GİYDİ
Bakırhan’ın da törene aynı marka tişörtün farklı renkteki versiyonunu giymesi, sosyal medyada geniş yankı buldu.
Tören öncesinde gazetecilerin sorularını yanıtlayan Bakırhan, sürece dair şu ifadeleri kullandı:
“Sonlanması için ilk adımlar atılacak. Burada gördüğüm toplumn tüm kesilere bu sürece tanıklık edecek. Bu sürece şahitlik edenler de tarihte yerini alacaklar. Bu bir başlangıçtır. Herkese büyük sorumluluklar yüklüyor. DEM Parti olarak bütün sorumlulukları layıkıyla üsteleneceğiz.”
Source: Haber Merkezi
Eski eşinin sosyal medyadan yayın yaptığı kişiye bıçakla saldırdı
KAĞITHANE”de, iddiaya göre Bülent B. (34) sokakta karşılaştığı, eski eşi ile birlikte sosyal medyadan canlı yayın yapan Taner A.”ya bıçakla saldırdı. Bu sırada kavgayı ayırmaya çalışan bir kişi yaralanırken, kavga anı güvenlik kamerası görüntülerine yansıdı.Olay, 8 Temmuz Salı günü Merkez Mahallesi Bağlar Caddesi”nde yaşandı. İddiaya göre, arkadaşlarıyla yürüyüş yapan Bülent B., eski eşinin sosyal medyadan birlikte canlı yayın yaptığı arkadaşı Taner A. ile sokakta karşılaştı. Bülent B., bıçakla Taner A.”nın üzerine yürüyerek kavga etti. Çevredekiler bu sırada tarafların arasına girmeye çalıştı. Kavgayı ayırmaya çalışan bir kişi, bıçaklanarak yaralandı. İhbar üzerine adrese polis ve sağlık ekipleri sevk edildi. Kavga çevredekilerin müdahalesi ile sona ererken, yaralı, sağlık ekipleri tarafından ambulansla hastaneye kaldırıldı. Polis, Bülent B.”nin de aralarında bulunduğu 4 şüpheliyi gözaltına aldı.KAVGA ANI KAMERADAÖte yandan kavga anları çevredeki bir iş yerinin güvenlik kamerası kayıtlarına yansıdı. Görüntülerde Bülent B.”nin, masada oturan Taner A.”yı gördükten sonra saldırdığı ve çevredekilerin kavgaya müdahale ettiği anlar yer aldı. (DHA)
Source: Erdem Aksoy
Ballı atamalar sürüyor! CHP”li ismin memur oğlu, başkan yardımcısı oldu
İzmir”de CHP”li belediyelerde sık sık yaşanan ballı atamalara bir yenisi daha eklendi. CHP Gaziemir İlçe Başkanı Kasım Özkan”ın İzmir Büyükşehir Belediyesi”nde memur olarak görev yapan oğlu Şinasi Özkan, Menderes Belediyesi”ne Başkan Yardımcısı olarak atandı. Ballı atama tepki çekti.
Source: Www.star.com.tr
Rusya”da ölü bulunan eski bakanın son mesajı ortaya çıktı
Rusya siyasetinde şok etkisi yaratan ölümle ilgili yeni detaylar gün yüzüne çıkıyor. 7 Temmuz’da görevinden ayrılan eski Ulaştırma Bakanı Roman Starovoyt’un, intihardan önce mesai arkadaşlarına kısa ama anlam yüklü bir mesaj gönderdiği öğrenildi.
SON SÖZLERİ DUYGULANDIRDI
Rusya’nın önde gelen gazetelerinden Kommersant’ın haberine göre, Starovoyt istifasını duyurduktan sonra Ulaştırma Bakanlığı çalışanlarının yer aldığı bir mesajlaşma grubuna, “Ülke için faydalı bir işle meşgul oldum. Çok yaşayın.” şeklinde veda notu bıraktı.
GÖREVİ BIRAKTIĞI GÜN BAKANLIĞA GİTTİ
Eski bakanın, görevden ayrıldığı gün bakanlık binasına gittiği ve yardımcılarıyla rutin bir toplantı gerçekleştirdiği belirtildi. Aynı gün içerisinde yakın bir danışmanıyla özel bir görüşme yaptığı ifade edilen Starovoyt’un, bu görüşmede “gelecek için hâlâ umut var” sözleriyle teselli edilmeye çalışıldığı aktarıldı.
OTOMOBİLİNDE ÖLÜ BULUNDU
Ancak tüm bu gelişmelerin ardından, akşam saatlerinde Starovoyt’un cansız bedeni Moskova yakınlarında bulunan aracında bulundu. Yetkililer, olayın intihar olduğuna dair güçlü bulgulara sahip olduklarını belirtiyor.
Roman Starovoyt’un ani ölümü, Rus kamuoyunda büyük üzüntü yaratırken, ardında bıraktığı son sözler hafızalara kazındı.
Source: Haber Merkezi
‘KADES’le her yerde güvende
Kadınların ve çocukların maruz kaldığı şiddet, taciz gibi kötü eylemleri engellemek için İçişleri Bakanlığı tarafından 7 yıl önce hayata geçirilen KADES (Kadın Destek) uygulamasıyla birçok olaya anında müdahale edildi. Şiddete maruz kalan kişiler telefonlarına indirdikleri KADES programına bastıktan sonra ekipler tespit ettiği noktaya ortalama 7 dakika içerisinde ulaşıyor. KADES uygulamasını 2018″den beri 8 milyon 412 bin 89 kişi indirirken,1 milyon 679 bin 516 ihbara müdahale edildi. Trabzon”da kadınlara uygulama hakkında bilgiler veren Trabzon İl Jandarma Komutanlığı Aile İçi Şiddetle Mücadele ve Çocuk Kısım Amiri Jandarma Astsubay Çavuş Gülbahar Demircan “Olaya müdahale süresi, mağdurun coğrafi konumu, hava şartları ve trafik yoğunluğu gibi değişkenlere bağlı olmakla birlikte ortalama 7 dakika olarak kayıtlara geçmektedir” dedi. KADES bilgilendirmesine katılan Kamuran Öztürk (48), “KADES uygulamasını telefonuma indirdim. Bu uygulama ile şiddete maruz kalınca Jandarma ekiplerimize anında ulaşabiliriz. Artık kendimizi daha güvende hissediyoruz” dedi. Hayriye Yenigün (59) ise, “Eskiden beri kadınlar ve çocuklar şiddete maruz çaresiz kalıyordu. Devletimiz sayesinde bu uygulama ile şiddete maruz kalınmayacak” diye konuştu.
Source: Özgür Özdemi̇r
Tayyip Erdoğan, çağırsa Hüseyin Çelik koşa koşa gider!
Hüseyin Çelik, “terörsüz türkiye” sürecine ilişkin açıklama yaptı. Çelik, “Kürt meselesi sadece Kürtlerin değil, 85 milyonun meselesidir. Sayın Bahçeli bizi şaşırttı. Ama şaşırtmaya devam etsin. AK Parti’nin Bahçeli ve MHP kadar net ve istekli olmadığını görüyorum. Kayyum politikalarına da hep karşı oldum. Halkın iradesine müdahale olarak görüyorum.” ifadelerini kullandı. Hadi Özışık, geçmiş dönemlerde Çelik”in çalışma şeklini, yaptığı hataları dile getirdi. Programı izlemek için tıklayın…
Source: Internet Haber
Modacı Karakuşoğlu: Her vücut bir çiçek gibidir, kendi güzelliğiyle vardır
Haberler.com ekranlarında her hafta moda dünyasına dair yorumlarıyla dikkat çeken modacı Özkan Karakuşoğlu, bu hafta alışılmışın dışında bir formatla izleyicilerin karşısına çıktı. Nihal Candan”ın vefatı üzerinden yola çıkan Karakuşoğlu, toplumsal baskıların özellikle kadınlar üzerindeki yıkıcı etkilerini ele aldı. Program boyunca “Her vücut bir çiçek gibidir, kendi güzelliğiyle vardır” diyerek, kadın bedenine saygı vurgusu yaptı. TOPLUMSAL BASKI VE ESTETİK DAYATMALARA ELEŞTİRİ Programın ilk bölümünde yakın zamanda yaşamını yitiren Nihal Candan”a başsağlığı dileyen Karakuşoğlu, toplumun sosyal medya ve çevresel baskılarla bireyleri belli bir kalıba sokmaya çalıştığını ifade etti. Özellikle kadınların estetik ve beden algısı üzerinden değerlendirilmesini eleştiren Karakuşoğlu, “Kadınlar bu dünyanın en özel yaratılmış çiçekleri. Her çiçeğin güzelliği ayrıdır” diyerek, bireysel farklılıkların değerine vurgu yaptı. HER VÜCUT DOĞRU KUMAŞLA IŞILDAR Programın devamında izleyicilerden gelen sorular üzerinden stil önerilerinde bulunan Karakuşoğlu, zayıf ya da kilolu kadınların kıyafet seçiminde dikkat etmesi gereken noktaları anlattı. “Aşırı dar ve vücuda yapışan kumaşlar sizi daha da çelimsiz gösterebilir. Yüksek belli pantolonlar, gömlek kombinasyonları zayıf vücutlara çok yakışır,” diyen Karakuşoğlu, kilolu kadınlara ise vücudu yalayan ama yapışmayan kumaşlar, uçuş uçuş tuni·kler ve desenli şifonlar önerdi. KENDİNİ KABUL VE SEVGİ MESAJI Programın sonunda izleyicilere hitaben duygusal bir mesaj veren Karakuşoğlu, “Kendinizi sevin, vücudunuza sahip çıkın, sizi başkalarının olumsuz sözleri yıkmasın” ifadeleriyle özgüven ve beden olumlama çağrısı yaptı. Kadınların modada, toplumda ve hayatın her alanında kendi duruşlarını korumaları gerektiğini vurgulayan Karakuşoğlu, “Hayat yaşanmaya değer, kendinizle barışık olun” diyerek sözlerini noktaladı.
Source: Haberler
Terörsüz Türkiye sürecinin görünmeyen mimarı: Milli İstihbarat Teşkilatı
Türkiye, modern tarihinin en sancılı dönemlerinden birini neredeyse yarım asır boyunca terörle iç içe geçirmiş bir ülke olarak, hem fiziki hem zihinsel bir yorgunlukla mücadele etti. Bu dönem, sadece can kayıpları ve maddi yıkımla değil; aynı zamanda toplumsal huzurun, güven duygusunun ve devlet-toplum bağının aşınmasıyla da tarif edilebilir. Her coğrafi çatışma noktası, aslında daha derin bir zihniyet mücadelesinin sahasıydı: Devlet aklıyla örgütlü kaos arasında süregelen bir satranç. Ve şimdi, “Terörsüz Türkiye” olarak adlandırılan, belki de Cumhuriyet tarihinin en çetin fakat en umut verici projesiyle bu uzun kâbus sona erdiriliyor.
Bazı süreçler vardır ki, sessizliğiyle konuşur. Sözcüklerden arınmış bir diplomasi, duyulmaz adımlarla ilerleyen bir strateji, manşetlere değil tarih sayfalarına yazılmak üzere kurgulanır. “Terörsüz Türkiye” süreci, tam da böyle bir stratejik sessizliğin, büyük bir zihinsel ve kurumsal emeğin ürünü olarak şekillendi. Bu sessizlikte toplumun sinir uçlarına dokunmadan yönetilen gerilimler vardır.
Bu sürecin temel özelliği, terörle mücadelenin yalnızca sıcak çatışma alanlarında değil, çok katmanlı sahalarda yürütülmesidir. Diplomasiyle istihbaratın, psikolojik harp unsurlarıyla siber yeteneklerin, askeri baskıyla kültürel çözülmenin senkronize edildiği bir “topyekûn mücadele” modelidir söz konusu olan. Ve bu modelin başarıya ulaşmasında belirleyici olan, sadece araçların etkinliği değil; bu araçları ne zaman, ne kadar ve hangi bağlamda kullanacağını bilen stratejik aklın varlığıdır.
MİT koordinesinde gelişen bu strateji, terörü kaynağında durdurmakla kalmamış, onu var eden jeopolitik boşlukları, sosyo-kültürel aidiyet krizlerini ve uluslararası destek ağlarını da sistematik olarak hedef almıştır. Bu bağlamda, klasik anlamda terörle mücadeleden çok daha fazlası söz konusudur: Bu, bir zihin mimarisiyle örgütlenmiş bir terör karşıtı medeniyet savunmasıdır.
Özellikle örgütlerin dış destek kanallarının kesilmesi, dış istihbarat servislerinin dolaylı müdahalelerinin bertaraf edilmesi, Avrupa’daki diaspora ağlarının yalnızlaştırılması ve dijital propaganda mekanizmalarının çözümlenmesi gibi pek çok görünmez saha zaferi, bu sürecin arka planında yer alan diplomatik ve istihbari maharetin göstergesidir. Türkiye sadece sınırları içinde değil, dışarıda da “oyun bozan” değil “oyun kuran” bir aktöre dönüşmüştür.
Yine bu dönemde sıkça başvurulan yöntemlerden biri de, örgütlerin iç yapılarında çözülmeyi hızlandıran psikolojik ve sosyolojik müdahalelerdir. Bu strateji, terörü yalnızca fiziksel değil; zihinsel bir çözülmeye uğratmayı hedeflemiştir. “Silah bırak” çağrılarının, dağa çıkmış teröristler arasında karşılık bulmasının arkasında yalnızca sahadaki baskı değil; o baskının altını dolduran ve bireyin anlam dünyasını sarsan stratejik kırılmalar yatmaktadır.
Ve elbette bu sürecin en dikkat çekici yanı, toplumun geniş kesimlerinin doğrudan bir kutuplaşmaya maruz kalmadan, sürece dahil edilmesidir.
Böylelikle “Terörsüz Türkiye”, bir güvenlik zaferinden çok, bir toplumsal barış tasavvurunun ürünü hâline gelmiştir. “Terörsüz Türkiye” bir slogandan ibaret değil; sabırla örülmüş bir irade beyanıdır. Milli İstihbarat Teşkilatı koordinesinde yükselen bu yeni güvenlik mimarisi, Türkiye”nin geleceğini inşa edecek olan sessiz bir devrimdir. Çünkü asıl devrim, çoğu zaman en sessiz olanıdır.
Terörsüzlük Hali – Yeni Türkiye’nin İnşa Süreci
Sükûnetin hüküm sürdüğü bir coğrafya yalnızca sessiz değildir; aynı zamanda bereketlidir. Türkiye”nin yarım asrı aşan terörle mücadelesinin ardından doğan bu yeni hal, yalnızca silahların susması değil, yaraların sarıldığı, travmaların onarıldığı, umudun yeniden kök saldığı bir hâldir. “Terörsüzlük”, basitçe bir tehditten arınma durumu değil; toplumsal, ekonomik, siyasal ve kültürel anlamda büyük bir yeniden doğuşun kapısını aralayan bir imkândır.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu başta olmak üzere, terörden doğrudan etkilenmiş bölgelerde artık bir başka ritim atmaktadır. Göçlerin tersine dönmeye başlaması, geçmişte terk edilmiş köylerin yeniden inşa edilmesi, yerel yatırımların artması ve istihdamın çoğalması, yalnızca ekonomik canlanma değil; aynı zamanda güvenin yeniden tesisi anlamına gelir. İnsan, yurdunu ancak geleceğine dair bir inancı varsa inşa eder.
Ancak bugün, devletin şefkat yüzü, yalnızca okul, hastane ya da yol yatırımıyla değil; kültürel ve psikolojik iyileşme süreçleriyle de sahadadır. Gençlerin dağa çıkmak yerine üniversiteye yönelmesi, anaların gözyaşlarının ağıt olmaktan çıkıp dua hâline dönüşmesi, bu sessiz devrimin en çarpıcı göstergelerindendir. Terör, yalnızca bedenleri değil; ruhları da hedef almıştı. Şimdi ruhlar iyileşiyor, bir toplum kendi geleceğiyle yeniden temas kuruyor.
Bu kazanımların uluslararası düzlemdeki karşılığı ise, Türkiye’nin yeni güvenlik mimarisindeki yükselişinde saklıdır. Artık terörün mağduru olan değil, terörle mücadelede model üreten bir ülke profili çizilmektedir.
Düşünce ile Devlet Aklını Buluşturan Stratejik Figür
Devlet, sadece mekanik bir güç değil, aynı zamanda derin bir zihinsel örgütlenme biçimidir. Tarih boyunca büyük devletleri ayakta tutan şey, yalnızca askeri kudretleri değil; aynı zamanda bu kudretin ne zaman, nerede ve nasıl kullanılacağını bilen bilge akılların varlığı olmuştur. İşte tam bu noktada, İbrahim Kalın gibi isimler, sadece bir bürokrat ya da teknokrat değil; devletin entelektüel sezgisini temsil eden, aklı duyguyla, stratejiyi medeniyetle harmanlayan nadir figürlerden biri olarak yükselir.
Kalın’ın devlet söylemine kazandırdığı dil, sert güvenlik paradigmasına alternatif bir zarafet üslubudur. Terörle mücadele gibi son derece teknik ve soğuk bir alana, adeta bir medeniyet inşasının zarif tınılarını taşımıştır. Onun liderliğindeki MİT, yalnızca operasyonel başarılarıyla değil; aynı zamanda bu başarıları hangi değerler zemini üzerine oturttuğuyla da öne çıkmıştır. Kalın, istihbaratı bir gözlem aygıtı değil, bir değer taşıyıcısı olarak da yorumlamıştır.
Bu yorum, aslında klasik devlet düşüncesinde “hikmet sahibi yönetici” idealine yakın bir figür ortaya çıkarır. İbn Haldun’un devletin doğasına ilişkin çözümlemelerinde, ya da Farabi’nin “Erdemli Şehir” tasavvurunda bahsedilen o aklî-merkezli yönetici tipi, modern çağda İbrahim Kalın gibi stratejistlerde yeniden vücut bulmaktadır. Gücün kontrolsüz kullanımı değil; bilginin, sezginin ve zamanlamanın ince ayarıyla hareket eden bir liderlik modelidir bu.
Kalın”ın MİT Başkanı olarak göreve gelmesi, aslında Türkiye”nin sadece güvenlik aygıtını değil, güvenlik felsefesini de dönüştürme iradesidir. Bu bağlamda İbrahim Kalın, yeni nesil bir devlet adamı olarak; geçmişin mirasını taşıyan, bugünün gerçekliğini okuyan ve geleceğin inşasına entelektüel katkı sunan bir profil çizer.
Source: Konuk Yazar
Charlie Hebdo”nun izinde…!
İslamofobi jenerik bir kavram, popüler, ya da her şeyin içine doldurulduğu bir torba. Fakat yetersiz kalmaya başladı. “Fobi” ifadesi, meseleyi anlatmaktan çok uzaklaştı. Olan biten fobi olarak açıklanamaz. Yükseklik ya da uçak korkusu gibi bir şey değil bu. Düşmanlığı daha güçlü ve açık bir biçimde ifade etmek gerekiyor.
Nefreti doğrudan ve güçlü biçimde vurgulayan yeni popülerlere ihtiyaç var. “İslam nefreti” / “Anti-Muslim hatred” veya daha yaygın olarak “Anti-Muslim bigotry” gibi ikame kavramlar, artık resmi belgelerden veya literatürden medya mecralarına ve gündelik yaşama doğru ilerlemeli. Antisemitizm gibi. İması bile tedirgin edici bulunuyor. Bu tedirgin ediciliğin arkasında nasıl bir lobi var biliyorsunuz. Kavramlar sadece bir başlangıç. İslam nefretinin yaygınlaşması devasa bir endüstri tarafından desteklenirken bununla mücadele diplomatik veya siyasi bir hobi mahiyetine indirgeniyor. Güçlü bir lobiden yoksun, o nedenle aynı saldırıları tekrar tekrar yaşıyoruz.
İllüstrasyon: Mehmet Emin Aykurt
Yazının başlığı “Charlie Hebdo”nun izinde”, siz “Charlie Hebdo”nun askerleri” olarak ta okuyabilirsiniz. Yerli ortaklarını ya da ona öykünenleri anlatıyor. Aynı zamanda reklamın iyisi-kötüsü olmaz mantığı ile sırf gündem olmak için eylem planı yapanları. Karikatür maalesef, ifade özgürlüğü ve mizah sınırlarının dışına çıkartılarak bir tür suikast silahına dönüştürüldü. İtibar suikastı…! Bu saldırılar, basit bir korku veya ön yargıdan ziyade, derinlere kök salmış bir nefretin dışavurumu. Bu gerçeğin farkında olunmalı.
Karikatürün bizde oldukça kirli bir mazisi var. Görsel mizahın ötesinde, tarih boyunca pek çok kez, siyasi bir suikast silahı olarak kullanıldı. Katil aynı, hedefler de neredeyse aynı. Pek çok ortak özellikleri var. Abdülhamid, Menderes, Özal, Erbakan ve Erdoğan karikatürleri arasındaki 7 farkı bulmakta çok zorlanırsınız. Bulduklarınız da şekilsel farklılıklardan ibaret kalır.
Karikatürün itibar suikastı silahından doğrudan bir nefret aracına dönüştüğü noktaya Charlie Hebdo diyebiliriz. Hz. Muhammed”e (S.A.V) yönelik karikatürlerin İslamofobi olarak tanımlanması, bu saldırıların şiddetini hafifletmek gibi beklenmeyen sonuçları da içinde barındırıyor. Zira bu çizimler, sadece korku ve önyargıyı ifade etmekle kalmamakta, Müslüman kimliğine ve değerlerine yönelik açık bir nefretin izlerini taşımakta. Bu nedenle İslamofobi kavramı Charlie Hebdo ve şürekâsının, özellikle de yerli ortaklarının yaptığı provokatif yayınların gerçek boyutunu açıklamaya yetmemektedir. Söz konusu olan, basit bir fobi değil, çok daha derin ve sarsıcı bir nefretin tasviridir.
İfade özgürlüğü, kutuplaşmayı derinleştirmenin, karşılıklı anlayışı zayıflatmanın ve de toplumsal hassasiyetleri göz ardı etmenin aracı olamaz. Ülkemizde nefret suçlarına yönelik düzenlemelerin caydırıcı niteliği süratle güçlendirilmelidir. Nefret suçuyla daha etkin mücadele, en az yasal düzenlemeler kadar, geniş toplum kesimlerinin ortak katkılarına da ihtiyaç duymaktadır. Ülkemizde sivil toplum gerçek hüviyetinde ilerlemediğinden bu katkıların gerçekleşmesi hali hazırda zor görünmektedir. Başka bir sorun da nefret suçlarıyla mücadelede muhalefet reflekslerinin zayıflığıdır. Son örnekte muhalefet partilerinin, Peygamberlerin nefret ve alay ihtiva eden tasvirlerine karşı cılız, isteksiz, günü kurtarmaya dönük tepkileri, daha doğrusu ne şiş yansın ne kebap mantığıyla hareket etmeleri nefret suçunu işleyenleri cesaretlendirmekle kalmamış, kendileri açısından da büyük bir kayıp olmuştur.
Prof. Dr. Hakan Aydın / Haber 7
@infogenc7_24
Source: Hakan Ayd