“Sosyal Sorunlar Gündemi – İstanbul’dan Çocuk Cinayetlerine, Kriz Anlarında İhmal ve Daha Fazlası”

Tramvayda bir başkanı en son ne zaman gördünüz

Konu geldi, İzmir’in giderek ağırlaşan trafiğine dayandı.Bana dedi ki:“Evden işe giderken arabamı Üçkuyular’da park ederim, tramvaya binip Alsancak’a geçerim.Eğer başka bir yere gideceksem, o zaman metroyu kullanırım.Dönüşte arabamı alıp Urla’ya geçmek kolay olur.İzmir artık büyüyor.Büyük şehirlerde trafikle başa çıkmanın ilk adımı toplu taşımayı tercih etmek.”Bu sözü eden, İzmir’i tam 15 yıl yöneten bir isim.Üç dönem Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapan Aziz Kocaoğlu…Ve hâlâ aynı şehirde yaşıyor, aynı sokaklarda yürüyor, aynı tramvaya biniyor.Bakın bu küçümsenecek bir şey değil.Çünkü Türkiye’de siyasetçiler, makamları bittikten sonra da genellikle “ayrıcalıklı” yaşamaya devam eder.Ama Aziz Kocaoğlu farklıydı.Başkanken de farklıydı, şimdi de öyle.Bugün İzmir trafiğini konuşuyorsak, çözümün parçası belli; tramvay, metro, bisiklet…Ve hepsinden önemlisi, örnek olmak.Karşıyaka Alaybey’den Atatürk OSB’ye kadar giden tramvay hattı…İZBAN’la Aliağa’dan Selçuk’a kadar uzanan raylı sistem…Belediye ile hükümetin birlikte yaptığı, nadir örnek projelerden biri.Kocaoğlu döneminde tramvay ve metro projeleri hız kazandı.Ben de kullanıyorum.Ve biliyorum ki şehirlerin geleceği asfaltta değil, rayda.Ve bu rayın üstünde bir şehir kültürü büyüyor.Ama bugün benim altını çizmek istediğim tek şey şu…Aziz Kocaoğlu, emekli bir büyükşehir belediye başkanı olarakhâlâ toplu taşımaya biniyorsa, o zaman herkesin biraz durup düşünmesi gerekir.Çünkü Avrupa’da bu doğal bir refleks.Bisiklete binen, metroya binen bakanlar, başbakanlar var.Ama bizde hâlâ “aracın markası” üzerinden saygı inşa ediliyor.Ne yazık ki…O yüzden…İzmir trafiği çözülür mü, bilinmez.Ama Aziz Kocaoğlu gibi birinin tramvaya binmesi, bu ülkenin şehir kültürü adına çok kıymetlidir.Ve umarım, örnek olur. Şehirli olma rehberi 1. Özel aracın varsa, kullanmak zorunda değilsin.Toplu taşımaya binmek bir zorluk değil, şehirle uyum kurmaktır.2. Trafiğe kızmak kolay, çözümün parçası olmak zor.Direksiyonda homurdanmak yerine bir günlüğüne metroya bin. Farkı hissedersin.3. Şehirde yaşamak mekân değil, davranış meselesidir.Korna çalmadan sabretmek, kulaklıkla müzik dinlemek, sıranı beklemek…4. Başkan bile biniyorsa, sen de binebilirsin.Aziz Kocaoğlu tramvaydaysa, bu kibir değil, medeni cesarettir.5. Şehir, sadece senin hızına göre akmaz.Bazen yavaşlamak da bir nezaket biçimidir. Hem kendine, hem kente. Ahmet Minguzzi’yesahip çıkamadık BU yazıyı yazarken ellerim titriyor.Sadece gazeteci olarak değil…Bir baba olarak; bir insan olarak, bir yurttaş olarak…Ahmet, 14 yaşındaydı.Adı Mattia Ahmet Minguzzi.Bir anne ile babanın umudu…Bir kültürün iki yakasından doğmuş, bu dünyaya incelik taşıyacak bir çocuktu.Ve biz…Bu güzel çocuğu; bir sokak ortasında, bir pazar yerinde, bir öfke anında kaybettik.Ahmet’in videolarını izledim.O kadar neşeli, o kadar içten, o kadar pozitif ki…Yüzüne bakınca, içiniz umutla doluyor.“Bu çocuk büyür, bu ülkeye güzellik katar” diyorsunuz.Ama O büyüyemedi.Ona büyümeyi çok gördüler.Bir de o anne babayı düşünün…Annesi Türk, bir çellist…Babası İtalyan bir şef…İki kültürün içinden, iki güzel insan…Ve şimdi her sabah, bir odaya girip oğullarının artık orada olmadığını biliyorlar.Bir yatağın boş kaldığını, bir sesin sustuğunu biliyorlar.Evde hala onun kıyafetleri duruyor. Cep telefonunda hala onun şarkı listesi kayıtlı. Son çektiği video, son yazdığı mesaj,son söylediği “anne…”O evin içinde hâlâ yankılanıyor.Düşünebiliyor musunuz?O acının sesini?O sessizliğin ne kadar ağır bastığını?Ve şimdi biz onlara ne diyebiliriz?“Çok üzgünüz” mü?“Adalet yerini bulur” mu?Hangisi yetebilir?Hiçbiri…Çünkü Ahmet artık yok.Ve bu ülkede milyonlarca insan gibi ben de kendime şu soruyu sormaktan kurtulamıyorum.“Bir çocuğu, göz göre göre kaybettik. Peki biz nasıl bu kadar sessiz kaldık?”Ahmet’e sahip çıkamadık.Bu toplum, bu şehir, biz büyükler…Kimse sahip çıkamadı. Kentli olmakkentle bütünleşmek BİR şehirle sadece içinde yaşayarak değil, onunla birlikte düşünerek yaşanır.1. Kentin sesine kulak ver.Her şehir sabah başka sesle uyanır. Martıysa denizdir, vapursa tarih… Duymayı bil.2. Yürüyebileceğin mesafeye araba alma.Kent, adımlandıkça senin olur. Tekerlekle değil, ayakla tanırsın.3. Parkta oturmak zorunda değilsin. Ama oturursan kentle konuşursun.Bir bankta 10 dakika otur. Etrafına bak. Şehir sana bir şey anlatır.4. Çöplerinle değil, gölgenle iz bırak.Bir ağacın altına oturduysan, kalkarken teşekkür et.5. Kentin taşı da tarihi anlatır.Binalara bak. Sadece vitrin değil, mimari bir hafızadır.6. Toplu taşımayı küçümseme.Orası bir ulaşım aracı değil, şehrin nabzıdır. Orada kim nasıl yaşıyor, en çok orada görürsün.7. Kentte herkes senden önce vardı.Sokakta yürürken, köşeyi dönerken, sıraya girerken bunu unutma.8. Festival varsa katıl. Müzik çalıyorsa dinle.Kent, yaşayan bir organizmadır. Onu canlı tutmak senin ritminde.9. Mahalleni tanı.Manavın adını bil, fırıncının yüzünü tanı. Şehri şehir yapan o büyük tabelalar değil, küçük selamlar.10. Kentini savun.Yeşilini, geçmişini, meydanını…Çünkü kent, sahip çıkıldıkça senin olur.Ve sen, kentle bütünleştikçe gerçekten kentli olursun.

Source: Deniz Si̇pahi̇


Kayyum yardımı kesti

Diyabetli Çocuklar Vakfı (DİYAÇEV) ve Şişi Belediyesi arasında imzalanan iş birliği protokolüyle Şişli’deki diyabetli çocuklara Şeker Ölçüm Cihazı (Sensör) için her ay 5 bin TL’lik ödeme yapıyordu.

ASKIYA ALINDI

Şişli Belediye Başkanı Resul Emrah Şahan yerine kayyum olarak atanan Şişli Kayyumu Cevdet Ertürkmen ise bu yardımı askıya aldı.

Çocuğu için yardım alan yurttaş, T.P. SÖZCÜ’ye, “Kayyum atandığından bu yana hiçbir sosyal yardımı alamıyoruz. Belediyeyi aradığımızda da, ‘Her şeyi askıya aldık’ deniliyor. Şişli’de İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü’nün bize verdiği bilgiye göre zaten 5 tane diyabetli çocuk var. Emrah Başkan döneminde bu 5 çocuğa yardım yapılıyordu” dedi. Prof. Dr Şükrü Hatun da kayyumu uyardı. Hatum, “Bu çok önemli çocuk dostu program için Şişli’nin seçilmiş belediye başkanı, değerli dostumuz Emrah Şahan’a çok teşekkür ederiz. Dileğimiz Şişli Belediyesi’nin diyabetli çocuklara olan desteğinin planlandığı gibi devam etmesidir” dedi.

Source: Ali Macit


Pentagon çatırdıyor

Savunma Bakanı Pete Hegseth…Fox News kanalında televizyon yorumcusuyken dünyanın en büyük ordusunun başına geçmesi için aday gösterildiğinde yerden yere vuruldu, geçmişi çok deşildi.Bir kadına cinsel saldırıda bulunduğu, kendi eşini dövdüğü, alkolik olduğu ve hatta işe arada sarhoş geldiği iddiaları imajını daha göreve gelmeden yıpratmıştı.Onay oylamasında 50 Senatör “hayır” demişti Hegseth’e. Yine de tek oyla kazandı. “Süper gücün” patronuydu artık.Önce şu Signalgate skandalı çıktı.Hani WhatsApp gibi bir mesajlaşma programı olan Signal’da Hegseth’in Husilere yapılacak saldırı planlarını paylaşması ve bunu gruba “yanlışlıkla” alınan gazetecinin ifşa ettiği skandal.O vakit yazmıştım…Tarihin en laçka, en ciddiyetsiz, güvenlik zaafı en akıl almaz olaylarından biri.Sadece bu değil ki… Elon Musk’ın Pentagon’a gidip Çin ile ilgili çok gizli savaş planlarını öğreneceği, Amerikan ordusunun Panama Kanalı’na yönelik hedefleri, Ukrayna’ya istihbarat desteğinin kesileceği gibi bilgiler medyaya sızdırılmıştı.Bir de Hegseth’in eşini gizli toplantılara soktuğu, başka ülkelerin komutanlarıyla konuşulan mahrem meselelerde masada olduğu ortaya çıktı.Bu olaydan sonra Pentagon’da köstebek avına çıktı Hegseth.Hegseth’in kıdemli başdanışmanı, özel kalemi ve bakan yardımcısının özel kalemi apar topar kapı dışarı edildi. Pentagon sözcüsü ise görevinden istifa etti.Kovulan ve hatta kovulmakla kalmayıp Pentagon’dan güvenlik eşliğinde zorla çıkarılan üçlü geçenlerde resmen bildiri yayımladı.Biz ülkemize şerefimizle hizmet ettik, içi boş yalanlarla saldırı altında kaldık, neyden soruşturulduğumuzu bile bilmiyoruz dediler.Sözcü ise açtı ağzını yumdu gözünü.Yapılana tasfiye, yaşananlara tam bir kaos dedi. Sözcüye göre Pentagon helva gibi dağılmış.Bütün bu fırtına arasında bir şimşek daha çaktı geçen gün.Husilere yapılacak saldırıların mahrem bilgilerini bir mesajlaşma grubundan eşine, erkek kardeşine ve avukatına yollamış.Bir Savunma Bakanı bunu neden yapar, eşe dosta “birazdan evdeyim” dermiş gibi bir rahatlıkla “birazdan Yemen’i vuracağız” deme ihtiyacı duyar?Bu son damla oldu.Washington’da Hegseth’in kellesini isteyenler var.Trump, Hegseth için sadakati liyakate tercih etmişti.Geçen gün bakanının arkasında durduğunu söyledi. Şimdilik…Başkan bu yükü daha ne kadar taşır, Hegseth’in kabaran defterini ne zaman dürer onu bilemem ama kesin gördüğüm şey şu:Trump yönetiminin balayı da cicim ayları da biteli çok oluyor.Hegseth sanki gidici.Çünkü ne olursa olsun her daim Pentagon’un faturasını Beyaz Saray keser. DOSTA KORKU DÜŞMANA GÜVEN KrIstI Noem… Amerika’nın İç Güvenlik Bakanı.Haftalardır elinde silah, üstünde çelik yelek kâh Meksika sınırında, kâh şehir içinde göçmen avlıyordu.Kostüm partisi düzenliyor sanki diye dalga geçenler de oldu, işte aradığımız İç Güvenlik Bakanı diye göklere çıkaranlar da…Ama geçenlerde öyle bir şey oldu ki… İnsan hayret ediyor.Bakanımız Kristi, Washington’da bir hamburger restoranına akşam yemeğine gidiyor.Kaşla göz arasında Bakan Hanımefendinin çantası çalınıyor.Çantanın içinde Bakanın ehliyeti, ilaçları, dairesinin anahtarları, pasaportu, İç Güvenlik Bakanlığı’na giriş kartı, makyaj çantası, çek defteri ve yaklaşık 3 bin dolar nakit parası varmış.Resmen skandal. Daha da skandalını söyleyeyim: İç Güvenlik Bakanı’nı 7/24 Gizli Servis koruyor.Gizli Servis’in koruduğu İç Güvenlik Bakanı’nın bile Washington’da çantası çalınıyorsa biz hiç dışarı çıkmayalım.Hele Gizli Servis’e ne demeli? Trump’a suikast teşebbüsünden sonra yine “dosta korku, düşmana güven” dedirtti. CENNETE GİTMENİN ŞARTI Trump göreve geldiği gibi Beyaz Saray İnanç Ofisi kurmuştu.Hatırlayacaksınız, şubat ayında bu köşede okumuştunuz.Başına da ünlü tele-vaiz Evanjelist Paula White-Cain’i getirmişti. Kimdi bu hanım?“Trump’a hayır demek, Tanrı’ya hayır demektir” diyen vaiz.Geçenlerde Netanyahu ile bir “röportaj” yaptı.350 milyon Amerikalının inancını temsil eden tele-vaizimiz sağ olsun cennete gitmenin şartını da söyledi.“Ben diyorum ki, bir Hıristiyan olarak cennete girmeden önce İsrail’e gitmek zorunlu olmalı.”Yetmedi…Amerika’nın Yahudi-Hristiyan değerleri üzerine kurulduğunu söyleyip, gençlere bunun aşılanması gerektiğini de araya sıkıştırıverdi.Şubat ayındaki yazımda demişim ki… “devletin en tepesinde kurulan kurumun başına daha liyakatli, daha inançlı birini mi bulacaktınız?” Yorum yapmadan aynı soruyla bitirmiş olayım. ÇÜNKÜ İNANIRIM… * “Ukrayna-Rusya savaşını 24 saatte bitiririm.”* “Ortadoğu’ya barış getireceğim.”* Gümrük vergilerinden ölmek var dönmek yok.Başkan bu sözlere inandırmıştı. İnandıramadığı yerde de umut ettirmişti.Ama artık bir uçuk vaat daha dinleyecek takat kalmadı.Ezel dizisinden şu replik geldi aklıma gece gece…Sakın… Sakın tek bir kelime daha edeyim deme. Sakın tek bir yalan daha söyleme. Niye biliyor musun? Çünkü inanırım. LOS ANGELESLI KIZ Birkaç gün önce bir video sosyal medyada yürümüş.Serra diye bir kız. Los Angeles’ta yüksek lisans yapıyormuş.Şehir merkezindeki lüks rezidansın 30’uncu kattaki dairesinin balkonundan başlamış anlatmaya.Sokağa adım attığı anda can güvenliği yokmuş, sayısız badireler atlatmış, evinin tepesinde sabah akşam polis helikopteri dolanıyormuş, hiç araba park yeri yokmuş, evsiz çokmuş, sokaklar idrar kokuyormuş.Serra ortaya karışık bir şeyler yapmış… Az sallamış, bir tutam abartmış, üzerine de birkaç gerçek serpiştirmiş.

Source: Yunus Paksoy


Soykırımcı İsrail Gazze”de katliamlarına devam ediyor: Çok sayıda şehit var

Filistinlilere yönelik saldırılarını sürdüren İsrail ordusu katliamlarına yenilerini ekledi. Yerel yetkililerden edinilen bilgilere göre, Gazze şehrinin kuzeyindeki Şeyh Radwan mahallesinde bulunan bir evin bombalanması sonucu 1″i kadın 4″ü çocuk olmak üzere 6 kişi şehit oldu. Nuseyrat Mülteci Kampı yakınlarındaki el-Sawarha bölgesinde bulunan Farajallah ailesine ait bir çadırı hedef alan saldırıda ise 3 çocuk şehit oldu. Han Yunus şehrinin batısında bulunan el-Attar bölgesine düzenlenen bir İsrail saldırısında da 1 kadın şehit oldu. Her 3 saldırıda da çok sayıda kişinin yaralandığı belirtilirken, Gazze Şeridi”ne yönelik yoğun saldırıların sürdüğü aktarıldı.İSRAİL ORDUSU VE YERLEŞİMCİLER FİLİSTİNLİLERE SALDIRDIÖte yandan, İsrail ordusunun işgal altındaki Batı Şeria”daki Ein al-Beida kasabasına düzenlenen baskın sırasında sivillere ateş açması sonucu 2 kişinin yaralandığı bildirildi. Ayrıca, İsrailli yerleşimcilerin Ürdün Vadisi”nin kuzeyindeki Bardala köyüne saldırarak ev ve araçları ateşe verdiği ve 5 Filistinliyi silahla yaraladığı aktarıldı.ŞEHİT SAYISI 51 BİN 300″Ü AŞMIŞTIİsrail, Gazze”deki ateşkesi 18 Mart”ta tek taraflı olarak bozarak bölgeyi hedef alan saldırılarını yeniden yoğunlaştırmıştı. Filistin Sağlık Bakanlığı”ndan yapılan son açıklamada, İsrail”in 7 Ekim 2023″ten bu yana Gazze”ye gerçekleştirdiği saldırılarda en az 51 bin 305 kişinin şehit olduğu, 117 bin 96 kişinin yaralandığı bildirilmişti.06.18 Soykırımcı İsrail”in Gazze Şeridi”ni hedef alan son saldırılarında aralarında çocukların da bulunduğu en az 10 kişi daha şehit oldu, çok sayıda kişi yaralandı.04.51 İsrail ordusu, işgal altındaki Batı Şeria”da 12 yaşında Filistinli bir çocuğu öldürdüğünü kabul eden bir açıklama yaptı.04.09 Avrupa-Akdeniz İnsani Hakları İzleme Örgütü (Euro-Med) Hukuk Departmanı Müdiresi Lima Bustami, İsrail”in 7 Ekim 2023″ten beri uluslararası toplumun sessizliğinde Gazze”de Filistinlileri zorla yerinden ettiğini belirtti.01.19 İsrail”in Gazze Şeridi”nde bir eve düzenlediği saldırıda 2″si çocuk 3 Filistinli hayatını kaybetti.00.00 Filistin topraklarını gasbeden İsrailliler, işgal altındaki Batı Şeria”nın Ramallah kentinin kuzeyindeki Sincil beldesinde Filistinlilere ait 7 evi ve 5 aracı ateşe verdi- ⁠⁠ATEŞKESİ BOZAN İSRAİL ORDUSU, GAZZE”YE ŞİDDETLİ SALDIRILARI YENİDEN BAŞLATTIİsrail ordusu, Gazze Şeridi”nde 19 Ocak”ta yürürlüğe giren ateşkesin ardından 18 Mart sabahı şiddetli saldırılarına yeniden başladı.Saldırıların tekrar başlatılmasından itibaren çoğunluğu yaşlı, kadın ve çocuk olmak üzere 1928 Filistinli hayatını kaybetti, 5 bin 55 kişi yaralandı.İsrail”in Gazze Şeridi”ne 7 Ekim 2023″ten bu yana düzenlediği saldırılarda ise yaşamını yitiren Filistinlilerin sayısı 51 bin 305″e, yaralıların sayısı 117 bin 96″ya yükseldi.

Source: Www.star.com.tr


İstanbul demek; nüfusun %18’i, GSYH’nin %30’u… 3 yılda 1,4 milyon kişi megakenti terk etti

TÜRKİYE GAZETESİ/Ö. Faruk Bingöl- İstanbul’da şiddetli hissedilen Marmara Denizi merkezli 6,2 büyüklüğündeki deprem in ardından, megakentten kaçış da başladı. İstanbul’dan çıkış yönüne doğru trafik yoğunluğu dikkat çekerken; okulların da 2 gün tatil edilmesinin ardından imkânı olan İstanbulluların, çevre illerdeki yakınlarına ve yazlık konutlarına doğru hareket ettiği gözlemlendi. İSTANBUL GÖÇ İSTATİSTİKLERİ İstanbul, son yıllarda hayat pahalılığı başta olmak üzere birçok sebeple nette “en fazla göç veren il” olarak da dikkat çekiyor. TÜİK tarafından açıklanan 3 yıllık son verilere göre; -2021’de İstanbul 385 bin 328 göç aldı, buna karşılık 408 bin 165 kişi ile en çok göç veren il oldu. -2022’de İstanbul 385 bin 294 göç aldı ve yine 418 bin 82 kişi ile en çok göç veren iller sırasında ilk sırada yer aldı. -2023’te İstanbul’a 412 bin 707 kişi geldi ve bu rakam son 3 yılın zirvesine işaret etti. Bu karşılık İstanbul’dan göç eden kişi sayısı da 581 bin 330 kişi ile zirve yaptı. #r-1110878# RAKAMLAR NE SÖYLÜYOR? -2021/2023 yılına ait 3 yıllık dönemde 1 milyon 183 bin 329 kişi İstanbul’a göç etti. -Bu süreçte 1 milyon 407 bin 577 kişi ise İstanbul’u terk etti. -Nette ise İstanbul’dan net göç rakamı 224 bin 248 kişi olarak gerçekleşti. 15,7 MİLYONLUK ŞEHİR… Bu arada; -İstanbul”un nüfusu 2024 yılında 45 bin 678 kişi artarak, 15 milyon 701 bin 602 kişi oldu. -Türkiye nüfusunun %18,3″ü İstanbul”da ikamet ediyor. -2023 yılında İstanbul 8 trilyon 60 milyar 358 milyon TL ile toplam GSYH”den %30,4 pay aldı.

Source: Ömer Faruk Bingöl


Hepimiz korkuyoruz

14 yaşında, kuzu gibi bir çocuktu Mattia Ahmet Minguzzi. Hatta bir gözünde kuzu gibi bir karası vardı. Hayat doluydu. Kadıköy salı pazarına kaykay malzemesi almaya gitmişti. Durduk yere, hiç tanımadığı başka çocuklar tarafından bıçaklanıp tekmelenerek, korkunç şekilde öldürüldü.Daha da korkuncu şu: Birileri katilleri koruyordu. Cinayeti kınayan bir başka genç darp edildi. Anne-babaya olayın peşini bırakması için tehditler geldi. Duruşma günü Mattia Ahmet’in mezarı tahrip edildi. Aileyi televizyona çıkarmak isteyen gazetecilere tehditler gitti. Anne Türk, baba İtalyan. Onların yerine kendimi koyuyorum da… Nasıl büyük bir çaresizlik! Hem evladınız katlediliyor hem de hakkını aramamanız için çeşitli tehditlerle karşılaşıyorsunuz. Neyse ki kamuoyu duyarlılık gösterdi. Destek için duruşmaya katılan sanatçılar oldu. Tuttuğu takım Trabzonspor tribünlerden birine adını verdi, tribünü çocuk izleyicilere açtı. Cinayet örgütlü suç kapsamına alındı.Bazen karmaşık cümlelere, afili laflara gerek yok. Bir şeyi tanımlamanın en doğru yolu, en yalın ve basit hali oluyor. Oyuncu Yağmur Yüksel, bu olay karşısında hissettiklerini ve aslında hepimizin payına düşen korku ve kaygı duygusunu şöyle ifade etti: “Yaşamak güzel ama insanlar neden bu kadar cani, bilmiyorum. Kanım donuyor artık. Herkes korkuyor. İnanın ben de korkuyorum. Çok şey denir de aslında, Allah ıslah etsin. Mattia Ahmet için adalet!” Ne bir eksik ne bir fazla.Katılıyorum.Kaç kızım, kurtar kendiniGelin ile damada kaynak yapıp, dansa üçüncü olarak katılan kaynanayı gördünüz mü? Frued kitaplarına kapak olacak sahne. Önce sosyal medya için komiklik olsun, etkileşim alsın diye çekilmiş sandım. Baktım, takılar, makyajlar, saç-baş, her şey ciddi. Kayınvalide en özel anda “embedded” olmuş evliliğe.Kerpetenle çekip alasınız geliyor kadını oradan. Üç kuşaklık dedikodu malzemesi. “Damat ilk günden arada kalmış, işi zor” diyeceksiniz. Demeyin, anneyi bu kadar şımartan aynı adam değil mi? Annenin ilişkisi toksik de oğulunki sağlam mı sizce?Hatta öyle ki, anne-oğul arasına lüzumsuz bir gelin girmiş sanki.Gelin bu görüntüyle hangi hâkime başvursa istediği tazminatı da nafakayı da şak alır. Kıç kızım, kurtar kendini…Bu arada bilmiyoruz tabii: Kadın, belki de gelinin annesidir… Ama nedense “erkek annesine” daha bir yakıştırdım bu pervasızlığı.İtirafçı yoğun bakıma alınmış Bir başka çocuk cinayeti: Bu kez öldürenler yabancı değil, kendi aile üyeleri. Diyarbakır’da günlerce bulunamayan 8 yaşındaki Narin Güran’ı dereye gömen Nevzat Bahtiyar, tutuklu bulunduğu cezaevinde rahatsızlanarak yoğun bakıma alınmış. Gerçekler ortaya çıkmasa normal şekilde hayatına devam edecek; sizle benle aynı otobüse binip, aynı kaldırımlarda yürüyecekti. Yasalarımızda idam yok. Karşıyım da zaten. Ama vicdanlarda idama mahkum o kişiler. Dilerim dünyayı son kez o kızcağızın son bakışıyla görsünler.Bu sene bütün Nobeller cepte!Yakışıklı güvenlik olarak sosyal medyada ünlenen Muhammet Sürmeli şarkı çıkarmış. Daha önce Ege Üniversitesi konferansa davet etmişti kendisini. Bir başka fenomen Şeyma Subaşı da eczacılık fakültesinde konuşma yapmış. Kozmetik ürün satıyor, şimdi o konuşmasın da Eczacılar Odası Başkanı mı konuşsun? Bilimde bu hızda gidersek Nobel ödüllerini kimseye kaptırmayız bu sene. Edebiyat Ödülü, İtalyan diline katkılarından ötürü Nusret Gökçe’nin olsun mesela: Kappüüüçiiinoo! Kimya ödülü Cem Özkök’e. Madame Curie bile o kadar kloraka maruz kalmamıştır. Fizik ödülü Murat Övüç’ün. Daha n’apsın: O boyla yüksekten düşüp bileğini sakatlayabiliyor.Nobel Barış Ödülü de Engin&Dilan Polat’a. Lüks otomobillerinin satışı durduruldu…

Source: Savaş Özbey


İBB”nin Kent Lokantaları kriz anında kepenk kapattı! Vatandaştan tepki yağdı

İstanbul”da meydana gelen 6.2 büyüklüğündeki depremin ardından vatandaşlar sokaklara döküldü, kimi evine giremedi, kimi de yakınları için haber almaya çalıştı.Bu süreçte gününü ve geceyi dışarıda geçirmeye karar veren bazı vatandaşlar da su ve sıcak bir yemek arayışına girdi.Deprem paniği yaşayan vatandaşların bu arayışı sürerken İBB”ye ait Kent Lokantaları”nın kapalı olması ise dikkat çekti.KENT LOKANTLARI”NIN KAPILARINA KİLİT VURDULARİBB”nin çeşitli PR çalışmalarıyla sosyal belediyeciliğin sembolü olarak lanse ettiği lokantaların, İstanbul”da meydana gelen 6.2″lik depremin ardından kapısına kilit vurularak hizmet vermemesi büyük tepki çekti.Sosyal medyada birçok kullanıcı, “Normal zamanda açık, kriz anında kapalı. Bu nasıl kamusal hizmet?” diyerek tepkilerini dile getirdi.

Source: Www.star.com.tr


Keşmir”de ne oldu? Yeni Hindistan-Pakistan savaşı kapı da mı?

Keşmir”de çok sayıda sivilin öldürüldüğü terör saldırısı oldukça şüpheli. Eylemi üstlenen örgütün daha önce eylemi bulunmuyor, bölge tartışmalı bir yer. 400 kilometrelik bir derinlikte, iddia edildiği gibi Pakistan destekli militanların ulaşması için uzun bir mesafe… Bu noktalarda Hindistan ordusu bulunurken hem de.

MODİ YÖNETİMİ HANGİ ADIMLARI NE AMAÇLA ATIYOR?

Narendra Modi seçimleri üçüncü kez kazandı. Ancak bu sefer parlamentodaki sandalyesi tek başına yetmedi; koalisyon ortaklarına bağımlı hale geldi. Yeni dönemde Modi”nin tek çaresi, ulusal güvenlik söylemine dört elle sarılmak. Pahalgam’daki terör saldırısı ona tam da bunu verdi.

Hindistan, saldırının ardından anında Pakistan”a yönelik beş radikal adım attı: Pakistan”ın askeri danışmanlarını sınır dışı etti. Attari-Wagah sınır kapısını kapatarak ticaret ve insan akışını kesti. İndus Suları Antlaşması’nı askıya aldı. Pakistanlı diplomatların sayısını azalttı ve Pakistan vatandaşlarına tanınan SAARC vize muafiyetini kaldırdı.

Bu adımlar bir misilleme değil, stratejik bir gösteri… Modi hükümeti, koalisyon ortaklarına, muhalefete ve halka tek bir mesaj veriyor: “Güç hâlâ bende, ve düşman hâlâ dışarıda.”

PAKİSTAN’DA DURUM NE?

Pakistan’da saldırının ardından ordu yeniden sahneye çıktı. Her ne kadar bu durum demokratik yönden iyi olmasa da ordunun ülke içindeki gücü bilinen bir gerçek. Her silahlı saldırı, ordunun yönetim üzerindeki hakimiyetini perçinliyor.

Şimdi Pakistan ordusu, Hindistan’ın attığı adımlara karşı “milli birlik” ve “tehdit” söylemini artırarak, kendi toplumunu daha fazla kontrol altında tutabilir. Bu noktada Şahbaz Şerif yönetimine büyük iş düşüyor. Hindistan’la çıkacak bir savaşın engellenmesi önemli bir öncelik olmalı.

FALSE-FLAG İHTİMALİ: KİMİN İŞİNE YARADI?

Pakistan”ın bu saldırının “false-flag” yani sahte bayrak operasyonu olduğunu iddia etmesi şaşırtıcı değil. Hindistan’ın Keşmir üzerinde mutlak askeri hakimiyeti varken, sivilleri öldüren silahların nasıl bu kadar rahat patladığı bir soru işareti olarak kalmaya devam ediyor.

Bu tür büyük bir saldırının kime yarar sağladığı sorusu tartışmalı. Eğer saldırı gerçekten Pakistan’a kendince biat eden gruplarca yapılmışsa, amaç Hindistan’ın Keşmir’deki istikrar iddiasını sarsmak olabilir.

Son yıllarda Hindistan hükümeti Keşmir’de turizmi teşvik ederek bölgenin normale döndüğü mesajını veriyordu; nitekim yoğun güvenlik altında turizm patlaması yaşanmış, milyonlarca Hintli turist Keşmir’i ziyaret etmeye başlamıştı​. Bu saldırıyla, güvenlik algısı yıkıldı.

Bölgesel dengeler açısından, bu saldırı ne Hindistan ne Pakistan için gerçek anlamda bir kazanç getirmiyor, ancak her iki tarafta da “şahin” kanatların elini güçlendirdiği söylenebilir. Hindistan, sivil kayıplar nedeniyle uluslararası toplumdan empati toplayarak Pakistan’a karşı diplomatik baskıyı artırma fırsatı buldu.

MODİ IRKÇI MI?

Modi’nin Hindistan’ında Hindu milliyetçiliği artık devlet politikası değil, halk psikolojisi oldu. Yasalarla Müslümanları dışlayan değil, bunu toplumsal kabul haline getiren bir iktidardan bahsediyoruz. Modi”yi ırkçı diye damgalamak basit ve anlamsız. Onun iktidarı zaten azınlık karşıtlığını siyasi sermaye yapmış durumda.

Modi’nin Hindistan’ı artık ne seküler bir demokrasi, ne de açıkça otoriter bir rejim. Modi’nin gücü sevgiden değil, bu korkudan geliyor.

TÜRKİYE”NİN DENGE POLİTİKASI

Türkiye, Keşmir saldırısını elbette kınadı. Diplomatik mesajlar verildi, ama Ankara”nın Pakistan’la olan derin bağları da sır değil. Türkiye’nin Hindistan’a karşı net bir tutumu yok; ekonomik ilişkilerini ve bölgesel istikrarı koruma çabası, onu “denge” çizgisinde tutuyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, sıkça Keşmir sorununu uluslararası platformlarda gündeme getiriyor. Şubat 2025’te Pakistan’ı ziyareti sırasında, “Keşmir meselesi, BM kararları doğrultusunda ve Keşmir halkının istekleri gözetilerek diyalog yoluyla çözülmelidir” diyerek açıkça Pakistan’ın tezine paralel bir duruş sergilemişti.

Türkiye ile Hindistan arasındaki ilişkiler ise son yıllarda siyasi gerginlikler nedeniyle potansiyelin altında seyrediyor. Her ne kadar iki ülke ekonomik alanda tamamen kopuk olmasa da politik anlaşmazlıklar işbirliğini sınırlıyor.

Hindistan, son dönemde Türkiye’ye karşı diplomatik mesafesini korurken, Türkiye’nin rakipleriyle (Yunanistan, GKRY, Ermenistan gibi) ilişkilerini ilerletmeye çalışıyor.

Sonuç olarak Türkiye’nin temkinli duruşu ve Pakistan’a desteği önemli. Hindistan’ın ırkçı uygulamalarını sonlandırması ve makul olması gerekiyor.

BARTU EKEN / HABER7

Source: Bartu Eken


İstismarında ötesinde Atatürk ve yolsuzluk batağındaki CHP

CHP, ne zaman parti içi kavgalarla malul hale gelse, ne zaman içinden çıkamayacakları büyük problemlerle yüzleşmek durumunda kalsa hemen muazzam büyük bir zırhı bürünür: Atatürk/çülük…

23 Nisan kutlamalarında da yaptı yapacağını. Çocukların bayramını, milletin egemenlik gününü kendi şahsi malıymış gibi tepe tepe kullanmaya kalkıştı…

Gerekçe yine aynı: Atatürkçülük, Atatürk’ün kurduğu parti olmak…

Buram buram istismar kokan, her yanı yapay bu durum ne hikmettir ki, CHP içindeki tüm taraflar arasında bilindiği halde karşı çıkılmaz, eleştirilmez, tersine kim erken davranırsa bu korunaklı zırhı kullanma imtiyazı ona geçer. Bazen hepsi birden kullanır ve doz aşımına giderler…

Günümüzde yine aynısı oluyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve bazı belediyelerin merkezinde olduğu bir yolsuzluk ve hırsızlık soruşturması, buna bağlı belediye başkanlarının görevden uzaklaştırılması ve tutuklanması gibi “kriminal” olaylara yönelik olarak kamuyu aydınlatmak, gerekirse özür dilemek, yargılama neticesinin çıkmasını talep etmek yerine CHP yine aynı yönteme başvurdu: Atatürk’ün kurduğu parti, Atatürk’ün koltuğu, Atatürk’ün yolu…

Her konuda istismarını gördük de, yolsuzluk perdelemesi için yapılması halinin bu dozda gerçekleşmesini ilk görüyoruz…

Gerçekten yazık oluyor…Darbeciler yaparlardı, kendi pozisyonlarını meşrulaştırmak için olabildiğince Atatürk’ün ” sahiplenilmesi” ve “siyasi meşruiyet aracı” olarak kullanması yoluna…

Yine kendileri dışındaki aktörleri hizaya getirmek için araçsallaştırıp, her ne yapıyorlarsa adına Atatürkçülük diyerek, yaptıklarını ettiklerini izahtan kaçınma girişiminin en kolay pratik yolu idi…

Şimdi bu geleneği CHP devam ettiriyor. Tam da darbecilerin kafası ile… Gerekçeleri partinin Atatürk tarafından kurulmuş olması… Öyle ya, kurucu liderle bu kadar doğrudan bağı olan başka parti yoksa Atatürk’ün mirası CHP için tarihsel bir meşruiyet zemini anlamına geliyor, konu hukuk tanımazlık, yolsuzluk olsa ne yazar, hırsızlık olsa ne yazar; oradan iki cümle kur yeter: Laiklik, çağdaşlaşma, devletçilik, Atatürk’ün partisi…

Artık, öyle bir noktaya taşıdı ki istismarı, tek kelime ile Atatürk’ün kurduğu bu partiyi niye bu kadar yoğun bir şekilde yolsuzluk ve yozlaşma ile anılır hale getirdiklerini değerlendirip arınmak yerine mitingler, buralarda daha yoğun Atatürk posterleri, daha fazla Atatürk referansları, hataların Atatürk/çülük içinde kılıflanması, parti içi çekişmelere konunun malzeme edilmesi ile milli sporları haline geldi…

Aklı başında, gerçekten Atatürk sevenler yapılanların yanlışlığını dile getirince ise savunma yine aynı şablon: “Atatürk’ü istismar değil, sahipleniyoruz. Kurucu değerlerimizi unutturmamak için bu gerekiyor. Laikliği, kadın haklarını, akılcılığı savunmak Atatürkçülüğün doğal devamıdır.”

“Peki, yolsuzluk?” sorusu yine havada kalıyor…

Atatürk, tarihi, siyasi ve milli bir değerdir, tek kurduğu yapı CHP değildir. Kurucu lider olarak başka yapılar da kurmuştur. Oturduğu tek koltuk da CHP Genel Başkanlık koltuğu değildir. O zaman, kurduğu her kurum, oturduğu her koltukta bulunan en ufak bir yanlışında “Ama bizim kurucumuz Atatürk, ama bu Atatürk’ün koltuğu…” diye başlayan cümleler mi kurmalı?

Farkındayız ve ifade etmek zorundayız. CHP’nin yaptıkları ettikleri ile kendi tanımladıkları Atatürk hiç uyum göstermiyor… Atatürkçülüğü savunurken demokratik değerlere uymamak nedir?

Herkes artık görüyor ki, siyasi sıkışmışlıkta Atatürk’ü araçsallaştırılıyor, gündem değiştirme ya da meşruiyet devşirme amacıyla kullanılıyor…

Konu Atatürk değil. CHP’nin yerel düzeyde özellikle İBB başta olmak üzere, belediyelerinde karşı karşıya kaldığı yolsuzluk, kamu kaynağı suistimali ve liyakatsizlik suçlamaları, partiyi hem ahlaki hem de siyasi bir savunma zeminine mecbur bırakmıştır.

Burada Atatürk söylemine sarılmak stratejik bir tercih olarak benimsense de bilinmelidir ki çift taraflı işleyen bir kılıç gibidir.

İhalelerde yandaş kayırmacılığı, belediye iştiraklerinin partizan amaçlarla kullanımı, kamu arazisi, imar yetkisi veya sponsorluklar üzerinden kişisel çıkar ilişkileri, aile üyelerinin atanması, “eş-dost kadrolaşması” konularına Atatürk/çülük zırhı ile cevap vermek çok akıllıca bir iş olmaktan çıkmıştır… Bu iddialar, CHP’nin “temiz siyaset”, “kamusal vicdan”, “şeffaf yönetim” gibi ana söylemleriyle çelişiyor. Dolayısıyla bu noktada Atatürk referansına yaslanmak, bir tür etik üstünlük kalkanı olarak kullanılsa da nafile, bitecektir…

Es son istismar da 23 Nisan kutlamaları dolayısıyla sergilendi. Adı üstünde ulusal egemenlik ve çocuk bayramı. Her şeye alet ettiğiniz değerleri bari bu günde rahat bıraksaydınız olmaz mıydı ey CHP!

Anladık, diyorsunuz ki, bulduk bir damar gideceğiz buradan… Kendinizi psikolojik olarak rahatlatıyorsunuz, yolsuzluğunuzu bir yerde pamuklara sarıp sarmalıyorsunuz, size yolsuzluk hatırlatanları ise “anti-Kemalist, dış mihrak, gerici çevreler” diye yaftalama fırsatı buluyorsunuz da hiç mi hesap etmiyorsunuz ters teper diye…

Bizden söylemesi, samimiyetiniz sorgulanır, Atatürk”ün adını yolsuzluklarınıza kılıf yapmanız hatırlanır… Yapısal önlemler yerine poster, nutuk, anma üzerinden gündem belirlemek etkisiz kalır.

Evet bu gençlik Atatürk’ü seviyor ama bilmelisiniz ki, yeni seçmen kuşağı (Z kuşağı ve Alfa kuşağı), Atatürk”ü sadece sembol değil, bir etik rehber olarak görmek istiyor. “Atatürk olsa ne yapardı?” sorusunu somut sorunlar (barınma, işsizlik, eğitim) üzerinden soruyor. Dolayısıyla sadece poster göstermek, yürümek yeterli değil. Atatürk’ün ilkeleriyle güncel sorunlara çözüm üretmek gerekiyor.

PROF. DR. ZAKİR AVŞAR / HABER7

Source: Zakir Av


“Büyük deprem bekleniyor” paylaşımı sosyal medyada dolaşıma sokuldu

Vali Gül, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, şu ifadelere yer verdi: “Sosyal medya mecralarında “Büyük deprem bekleniyor” şeklinde manipülatif paylaşımlar ve ses kayıtları dolaşıma sokulmaktadır. Hiçbir bilimsel veriye dayanmayan bu tür şayialar, vatandaşımızı paniğe sevk etmenin dışında hiçbir amaç taşımamaktadır. Vatandaşlarımızdan, bu tür asılsız paylaşımlara itibar etmemesini, AFAD Bilim Kurulumuzun yaptığı ve yapacağı açıklamaları takip etmelerini rica ediyoruz. Bu ve benzeri asılsız paylaşımları yapanların kimlik tespit çalışmaları başlatılmış olup, sorumluları hakkında suç duyurusunda bulunulacaktır.”

Source: Internet Haber


7.4’ten ders çıkarılmadı! 26 yılda tedbir almak yerine bunlar yapıldı

İstanbul ve çevresi, tarihinin en büyük depremlerinden birini 1999 yılında yaşadı, 17 Ağustos depremi, İstanbul ve çevresinde binlerce insanın hayatına mal oldu. Depremden sonra pek çok uyarı yapıldı, kentin muhtemel bir depreme hazırlanması için çok çalışma yapıldı. Peki ne gerçekleşti derseniz, bu konuda somut bir adım atıldığını söylemek zor.

Depremin olumsuz etkilerini silecek projeler yerine, olumsuz etkileri artıracak çalışmalar yapıldı. İşte birkaç örnek:

ATATÜRK HAVALİMANI”NIN PİSTLERİ KIRILDI

İstanbul Havalimanı’nın yapılması ile boşa çıkan Atatürk Havalimanı, bir deprem sırasında alternatif olabilecekken, pistleri kırıldı, üzerine hastane inşa edildi, bazı pistleri kullanılmasın diye tenis kortları dikildi, Millet Bahçesi olacaktı ama aradan geçen 6-7 yıla rağmen hala halka açılmış da değil. Kısacası deprem toplanma alanı olarak bile kullanılmıyor.

TOPLANMA ALANLARINA AVM”LER DİKİLDİ

İstanbul Planlama Ajansı’nın (İPA) raporlarına göre, İstanbul’da en az 42 bin 200 kişinin deprem sonrası barınma ihtiyacını karşılayabileceği büyüklükteki toplam alanda, 95 adet 20 bin metrekarenin üstünde AVM bulunuyor.

Uzmanların ısrarla uyardığı büyük İstanbul depreminde insanların toplanma alanlarında AVM’ler yükseliyor. İstanbul’un 5 ilçesi hariç (Adalar, Çatalca, Çekmeköy, Esenler, Şile) tüm ilçelerinde en az 1 adet AVM bulunuyor. En çok AVM’nin bulunduğu ilçeler Şişli (10 adet), Bakırköy (9 adet) ve Ataşehir ile Ümraniye (8’er adet).

ASKERİ ALANLAR PEŞ PEŞE İNŞAATA AÇILDI

İstanbul’un içinden taşınan askeri alanlar birer yeşil vaha şeklindeydi. Buralar, hem park olarak değerlendirilip, hem de olağanüstü koşullarda toplanma alanı olarak kullanılabilirdi, ancak tüm bu alanlar da, amacı dışında parsel parsel satılarak inşaata açıldı. Örneğin Beşiktaş’taki askeri alanlara, çok lüks rezidanslar dikilmesi tercih edildi.

İSTANBUL”A GÖÇ DAHA DA TEŞVİK EDİLDİ

İstanbul’da büyük bir deprem söz konusu olduğu için, kente aşırı göçün önlenmesini de uzmanlar öneriyordu. Ancak bu konuda da göç engelleneceğine teşvik edilen bir politika güdüldü. Bunun en çarpıcı örneği Finans Merkezi oldu, Ataşehir’de peş peşe gökdelenler dikilerek, önemli finans kuruluşlarının merkezleri İstanbul’a taşındı, İstanbul’a gelmek istemeyen memurlar da emekli edildi. Kentin nüfusunun daha da artması sağlandı.

DEPREM BAHANE, KURUMLARA ÇÖKÜLDÜ

İstanbul’da depreme karşı tedbirler alınmadığı konusunda, sivil toplu kuruluşları yöneticileri de sayısız açıklamada bulundu. Okullar, hastaneler ve diğer kamu yapıları bilimsel olarak incelenmedi, dolayısıyla can güvenliği için gerekli önlemler alınmadı. Bazılarının gözünü bürüyen RANT hırsı; can kaygısının önüne geçti. Pek çok kamu binası ise deprem bahanesiyle boşaltılıp, başka amaçlara yönlendirildi. Tek bir örnek vermek gerekirse, İstanbul Harbiye’deki TRT Binası bile, deprem bahanesiyle boşaltıldı ve hala kullanılmıyor. Aynı şey, büyük hastaneler için de geçerli.

Source: Ali Macit