**Sosyal Sorunlar Gündemi – Toplumsal Adalet ve İnsani Değerler**

Dans Vebası: İnsanlığın Ayaklarıyla Çığlık Atışı

1518 yazı. Strasbourg’un taş sokaklarında bir kadın, Frau Troffea , kimseye aldırmadan dans etmeye başladı. Ne müzik vardı ne şenlik. Zaten yüzünde de neşeye dair tek bir iz yoktu. Gözleri boşluğa bakıyor, bedeni sanki başka bir iradenin esiriymiş gibi kıvranıyordu. Durdurulamıyordu. Uyuyup uyanıyor, yeniden dans etmeye başlıyordu. Ayakları kanıyor, bedeni titriyordu ama bırakmıyordu. Frau Troffea dans etmeye yalnız başladı ama günler içinde ona katılanların sayısı hızla arttı. Haftalar içinde sayı 400’ü buldu. İnsanlar dans ederken kalp krizi geçirip ölüyor ama kalanlar dansı yine de bırakamıyordu. Günlük raporlara göre her gün beş kişi bu çılgınlıktan ölüyor, şehir korkunç bir biçimde felakete sürükleniyordu. Aslında bu yalnızca Strasbourg’a özgü bir kâbus değildi. Hatta ilk büyük ölçekli olaylardan biri 1374’te, Almanya, Aachen’da yaşanmıştı. Hollanda ve Belçika’da da benzer semptomları gözlenen dans salgınları kaydedilmişti. İnsanlar halkalar oluşturdular, el ele tutuşup saatlerce döndüler. Bazıları ağızlarından köpükler çıkararak yere yığıldı. Birçoğu dans ederken hayaller ve halüsinasyonlar gördüklerini söyledi. Kaynaklar, bu olayların sadece kısa süreli toplumsal taşkınlıklar değil, yıllarca süren “kolektif delilik” örnekleri olduğunu yazıyor. Özellikle 14 ila 17. Yüzyıllar arasında, Avrupa’da meydana gelen sosyal bir fenomen… Bu vakalara Orta Çağ’da “Choreomania” adı verildi. Kelimenin kökeni Eski Yunanca’dan: choros (dans) ve mania (çılgınlık) . İtalya’da benzer olaylara “Tarantizm” deniyordu — halk, bir örümcek ısırığının insanı delirtip dans etmeye zorladığına inanıyordu. Kurbanlar, “tarantula zehrini atmak için” dans ettiklerini söylüyorlardı. Müziği keserseniz, ölürlerdi. Peki esasında neydi bu? Şeytanın dansı mı? Bir lanet mi? Zehirli tahıllar mı? Yoksa… ruhun, içinde sıkıştığı bedenden taşma çabası mı? Tarihçiler raporları inceliyor, hekimler hipotezler kuruyor, kilise şeytani müdahaleden söz ediyordu. Bu, sadece bir fiziksel kriz değildi. Bu bir çığlıktı. Topluca. Eşzamanlı. Bastırılmış olanın, başka türlü ifade edilemeyenin, “bedende patlayan ruh hali” nin çığlığıydı. Sessizce taşan bir ruhsal çöküntü… Kitleler birlikte, bilinç dışının sahnesinde kendilerini kaybediyordu. Bedeniyle dans eden her birey, belki de içinde susturulan bir haykırışı ritme dönüştürüyordu… *** İnsanlık, acıyı kimi zaman kelimelerle değil, bedenle dile getirdi. Aslında bu ifade biçimi sadece veba yıllarına özgü de değildi. Mitolojide dans, kutsal bir arınma; Anadolu’da zılgıt, yasın dilidir. Hint tapınaklarında dönen kadınlardan Mezopotamya’da transa geçen rahibelere kadar, beden çoğu zaman söze yer bırakmayan duyguların taşıyıcısı oldu. OLASI NEDENLER Tarihin en tuhaf krizlerinden biri yaşandığında, insanlar elbette bir açıklama aradı. Strasbourg’daki hekimler, bedenlerin “sıcak kan” yüzünden kontrolden çıktığını düşündü örneğin ve çözüm olarak daha fazla dans önerildi. Bazıları, dans edenlerin halüsinasyonlara neden olan ergot mantarıyla zehirlendiğini öne sürdü. Fakat bu madde kasılma ve bilinç kaybına neden olur; koordine dansları açıklayamazdı. Kimi teoriler, dans edenlerin gizli tarikatlara mensup olduğunu, dinsel ritüeller gerçekleştirdiklerini iddia etti. Oysa tanıklar onların acı çektiğini, yardım istediğini söylüyordu. Kilise ise bunu Aziz Vitus ’un laneti olarak gördü. Ayinler yapılarak “şeytani etkiler” kovulmaya çalışıldı. Tüm bu anlam verme ve açıklama çabaları asıl sorunun ancak etrafında dolanabiliyordu: Ya bu bir salgın değil de toplumsal bir çöküşse? Tarihçi John Waller ’ın da savunduğu gibi, bu olayın en tutarlı açıklaması toplumsal kaygı kaynaklı psikozdu. Kıtlık, hastalık, ölüm korkusu ve batıl inançlarla kuşatılmış halk, zihinsel ve duygusal olarak çökmüştü. Bir tür kolektif bilinçdışı ortaya çıkmıştı. Topluca trans hâline geçmişlerdi. Olay bir “histerik bulaş” tı. Yani bu insanlar hasta değildi. İsyan da etmiyorlardı. Ruhsal bir basınca teslim olmuşlardı. Bu basınç, çağlar boyunca farklı şekillerde kendini gösterdi: Cadı avlarında, dini vecdlerde, tarikat coşkularında, linçlerde, politik histerilerde… Ve nihayet 1518’de Strasbourg’da, bedenle ifadesini bulan bir toplumsal çöküşte. O dönemin en bulaşıcı mikrobu “korkuydu” . Sessizliğin içinden çığlık atmanın bir yoluydu dans. Kronik stres, toplumun genelinde derin bir depresyon hali yaratmıştı. Tüm bu yaşananları bütünüyle geçmişe ait sanmayın. Aradan yüzyıllar geçmiş olsa da, aynı his bugün de içimizde bir yerlerde kıpırdıyor… Aynı baskı, aynı çaresizlik, aynı iç patlama hâli başka biçimlerde karşımıza çıkıyor. Çünkü toplumlar değişse de, kaygı, biçim değiştirerek kalıyor. Çünkü bastırılan her duygu, sonunda alternatif bir yol buluyor. GÜNÜMÜZÜN DANS VEBASI: SESSİZ, YALNIZ VE UMUTSUZ 1518’de sokakta dans edenler vardı. İnsanlar, içlerindeki fırtınayı bedenleriyle kusuyordu. Bugünse aynı fırtına, sessizce içeride dönüyor… Artık kimse cadde ortasında çığlık atmıyor. Onun yerine ekran başında sabitlenmiş bakışlar, yastığa gömülen başlar, karanlık odalarda sabaha kadar kaydırılan parmaklar var. Artık ritmi beden değil, baskılar, beklentiler ve sessizce taşınan yükler belirliyor. Bugün insanların, bilhassa da gençlerin dansı görünmez. Onların bedeni titremiyor belki ama içi dağınık, ruhu sarsılıyor. Tarihteki dans vebası bir toplumsal çöküşün dışavurumuydu. Bugünkü kaygı da öyle. Sadece daha sessiz. Daha kişisel. Daha yalnız. Peki bugünkü bu görünmez dansın sebebi ne? Gelecek korkusu artık bireysel değil, kuşaklararası bir gerçekliğe dönüştü. Gençler elle tutulur bir gelecek tahayyül edemiyor. Eğitim sistemi umut değil, gençliğin potansiyelini törpüleyen bir sıralama fabrikası. Ekonomik kriz yalnızca cüzdanları değil, zihinsel sağlığı da vuruyor. Asgari ücretle geçinmek artık bir hayatta kalma mücadelesine dönüştü. Gıda fiyatları, kiralar, ulaşım ücretleri… Her şey sürekli artarken, alım gücü yerinde sayıyor. Bir genç, ay sonunu düşünmeden kitap almayı, dışarı çıkmayı, hayal kurmayı lüks sayıyor artık. Hayat pahalılığı yalnızca bir ekonomik gösterge değil; gençliğin insanca yaşama hakkını adım adım elinden alan görünmez bir şiddet biçimi. Bugün Türkiye’de genç işsizlik oranı almış başını gitmiş. NEET kategorisindeki (ne eğitimde ne istihdamda olan) gençlerin, yani ev genci dediğimiz kesimin oranı %25, 30’ları buluyor. İşsizlik rakamları sadece sayılar değil; bir kuşağın hayata geçememiş projelerinin, yarım kalmış hayallerinin sessiz toplamı. Sosyal destek yok. Siyasi katılım inancı zayıf. İfade özgürlüğü, giderek daralan bir çember… Eleştiren yargılanıyor, sorgulayan dışlanıyor. Sosyal medyada bir paylaşım yaptığında işinden olma korkusu taşıyan yüz binler var bu ülkede. Bir afiş, bir şarkı, bir slogan ya da sadece bir bakış; hepsi potansiyel bir tehdit sayılabiliyor artık. Konuşanların sesi kısılıyor, slogan atanların kafası eziliyor. Bu coğrafyada duyguların ifadesi hep şüpheyle izleniyor. Bırakın bir meydanda dans etmeyi, bir söz söylemek bile cesaret istiyor. Gençler düşünmeden önce susmayı öğreniyor. Çünkü burada cesaretin karşısına sadece devlet değil, toplumun kendisi de dikiliyor. Gelenekle, dinle, töreyle, mahalle baskısıyla… Bu topraklarda inanç, kimi zaman duyguların üstüne örtülen bir şala dönüşüyor. Sanat baskı altında, basın kuşatma altında, üniversiteler susmuş, sokaklar kimlik kontrolünde. İfade özgürlüğü değil, ifade tedirginliği hüküm sürüyor. Güvencesizlik, sadece maddi değil, duygusal bir yoksunluk da yaratıyor. Kaygı, artık kronik bir zemine oturdu. Gençler, haklarını savunmak yerine, “bir gün gidebilmenin” planlarını yapıyor. Yurtdışında yaşamak artık yalnızca ekonomik bir tercih değil; insanın değer görmek, özgürce var olmak ve emeğinin karşılığını alabileceği bir düzleme duyduğu ahlaki özlemin ifadesi. Çünkü eldeki düzende liyakat yok. Adalet yok. Umut yok. İşte bu yüzden bugünün dansı içe doğru. Bugünün gençliği “başka bir ritimle” titriyor: Kaygı ritmiyle, korku ritmiyle, adalet arzusuyla… Tarihte dans vebası, toplu bir çöküşün görünür biçimiydi. Bugün yaşadığımız ise, görünmez bir ruhsal salgın. Adını koyan az, ama belirtileri yaygın. Gençler huzursuz. Gençler yorgun ve yalnız. Bugün gençler dans etmiyor belki ama ifade edemediği her şey içlerinde birikiyor. Bir zılgıt atamayan, bir meydanda haykıramayan bedenler, içine çöken bir yorgunlukla yaşıyor. Kadim toplumlarda dans bir haykırıştı, şimdi suskunlukla yer değiştirdi. Belki de dans vebası bir çöküş değil, bir direnişti. Mitolojinin ateş danslarıyla, bugünün içe çöken, görünmeyen çırpınışları arasında bir bağ var. İnsan sustukça bedeni konuşur. Bugün gençler pek de konuşmuyor ve biz, bu sessizliği duymuyoruz. Tüm bu düşüncelerin ortasında, bir 19 Mayıs daha geçti… Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı. Cumhuriyetin gençliğe armağan ettiği o büyük umut günü. Oysa bugün o armağan, bir yük gibi duruyor sırtlarda. Çünkü umutlar yaşatmak içindir. Eğer bir ülkede umut, gençlerin yüreğinde ritim bulmuyorsa, her marş biraz boğuk, her tören biraz eksiktir.

Source: Sadık Çelik


MEB; imam hatiplerde çocuk gelişimi programı başlatılması için harekete geçti: İmam hatipleşmeyen okul kalmasın

Eğitimde dinselleşme çalışmaları sürerken; imam hatiplerin de etki alanları genişletiyor. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB); imam hatiplere yönelik yatırımları arttırıyor. Bu kapsamda; Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Din Öğretim Genel Müdürlüğü Eğitim Politikaları Daire Başkanlığı’ndan dikkat çeken bir talep geldi. Daire Başkanlığı, bakanlığa imam hatip bünyeleri kapsamında 2025-2026 eğitim-öğretim döneminden başlayarak “Çocuk gelişimi ve Eğitimi Programı” açılmasını önerdi. MESLEKİ İHTİYAÇTAN KAYNAKLIYMIŞ Daire Başkanlığı’nın bakanlığa gönderdiği yazıda imam hatip bünyesinde açılması talep edilen bu programın; “öğrencilerin hem mesleğe, hem yüksek öğretime veya hayata ve iş alanlarına” hazırlamak gerekçesiyle gereksinim olduğu belirtildi. Bu kapsamda daire başkanlığı; İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa, Samsun, Kocaeli, Sivas ve Aydın’da bu programların başlatılması talep etti. Talep edilen okullar ise şunlar oldu: İzmir Karaburun Anadolu İmam Hatip Lisesi ile Torbalı Şehit Cengiz Tokur Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi, Bursa İnegöl Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi ile Mustafakemalpaşa Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi, İstanbul Kartal Medine Tayfur Sökmen Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi, Ankara Altındağ Mahir İz Anadolu İmam Hatip Lisesi, Kocaeli Gölcük Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi, Samsun İlkadım Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi, Sivas Merkez Abdulsamed Bal Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi, Aydın Nazilli Şehit Sümer Deniz Anadolu İmam Hatip Lisesi. ‘İMAM HATİPLER DAYATMAYA DÖNÜŞTÜ’ Konuya ilişkin gazetemiz Cumhuriyet’e açıklamalarda bulunan Eğitim-İş Bursa Şube Başkanı ve Laiklik Meclisi Sözcüsü Özkan Rona; MEB’in proje imam hatip okulları ile mektep-medrese ayrımını yeniden yarattığını belirtti. Rona; proje imam hatip okullarını tüm alanlarda program uygulayan okullara dönüştürerek bu ayrımı fiilen ortaya koyduğunu bildirerek; “Lise kademesinde öğrencilerin öncelikli tercihi olan ve yarışma sınavıyla öğrenci alan fen liseleri, anadolu liseleri, sosyal bilimler liseleri; yetenek sınavı ile öğrenci alan güzel sanatlar, spor liseleri gibi okulların muadilleri, proje imam hatip okulu olarak faaliyet gösteriyor. Sınırlı kontenjanı olan genel okullara yerleşemeyen öğrenciler için proje imam hatip seçeneği sunuluyor. Fen lisesi projesi uygulayan imam hatip liselerinin sayısı fen liselerini geçti. Kimi şehirlerde bir güzel sanatlar lisesi varken birden fazla musiki projesi uygulayan imam hatip lisesi ile karşılaşabiliyoruz. Sayılarına ve program çeşitliliğine bakılırsa mektep-medrese ayrımında, laik eğitim veren okullar ulaşılabilirliği bakımından geriye düşürülmüş, imam hatipler program ve kontenjan fazlalığıyla bir dayatmaya dönüşmüştür” dedi. ‘MEB’TE GÜLENCİLER FİKİRLERİYLE İKTİDARDA’ “Şimdi de program çeşitliliği ve mesleğe hazırlama bahanesiyle kız imam hatip liseleri bünyesinde çocuk gelişimi ve eğitimi programı açılıyor” diyen Rona; “Meslek liselerine ait olan bu programı imam hatip okullarında da açmak eğitimdeki paralel yapılanmanın açık göstergesidir. Neredeyse liselerde uygulanan programların tamamı için bir muadil bir imam hatip programı da açılmış durumda. Üstelik bünyesinde çocuk gelişimi ve eğitimi programı açılan kız meslek liselerinde aynı zamanda bir de uygulama ana okulu açılır. İmam hatiplerde inanç esasları çerçevesinde açılan bu programın devlet okulları bünyesinde açılacak uygulama anaokulları da resmi sıbyan mektepleri olarak medrese eğitimi verecektir. Şimdiye kadar tarikat ve cemaatlerin evlerde ya da yurtlarda kaçak yollarla yürüttüğü ‘sıbyan mektebi’ çalışmaları bu haliyle Milli Eğitim Bakanlığı tarafından projeye dönüştürülmüş olacak. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin siyasal İslamın en zehirli fikirlerini dillendiriyor ve bunları toplumsal bir talepmiş gibi göstererek uygulamaya koyuyor. Üstelik eğitimi dinselleştirmek için kullandıkları tüm yöntemlerin de geçmişte FETÖ’ce uygulandığını düşünürsek MEB’te Gülenciler fikirleriyle iktidarda diyebiliriz” ifadelerini kullandı.

Source: Aytunç Ürkmez


10 yıldır kanayan yara

Bir yara kaç yıl kanar? İnsan bir ağrıyı ne kadar sırtında taşır? Önümde bir dosya duruyor. Kapağı buruşmuş, yıpranmış bir dosya. Zira tam 10 yıl olmuş, içinden çıkılamamış. Aslında Türkiye, onun hikâyesini, ilk kez 2018’de, Hürriyet gazetesinde, Melis Alphan ’ın köşesinde okudu. 2005 doğumlu İ.U ’nun istismarından bahsediyorum. Aradan yıllar geçti. Meğer hiçbir şey bitmemiş. Şöyle anlatayım… İ.U’nun ailesi Kastamonuluydu. Ancak çalışma zorunluluğu nedeniyle İstanbul’da ikamet ediyordu. İ.U. ise Kastamonu’nun bir köyünde anneannesinin ve dedesinin yanında kalıyor, Çatalzeytin İmam Hatip Ortaokulu’nda birinci sınıfa devam ediyordu. Okullar kapandıktan sonra teyzesi, İ.U’nun son günlerde okula götürdüğü tabletinde bir fotoğraf fark etti. İ.U’nun izbe bir yerde, 35 yaşlarında bir adamla yanak yanağa pozu vardı. Annesine haber verdi. Koşarak gelen anne olayın peşine düştü. İ.U. korkmuştu. Olayı konuşmak istemiyor, utanıyordu. Ancak annesi ısrarcıydı. OKULDA İSTİSMAR Çocuğunu alıp okula gitti. Bu adamın kim olduğunu bulmaya çalıştı. Öğretmeni, annesi ve İ.U. baş başa kaldılar. Devamını annesi şöyle anlatıyor: “Öncesinde ona çok sorduğum halde anlatmak istememişti. Çok durgunlaşmıştı. Z. öğretmen onu konuşmaya ikna edince…” İ.U. öğretmenine her şeyi birer birer açıkladı. Anlattığına göre fotoğraftaki adam kendisini aylardır istismar ediyordu. Anne duydukları karşısında şoke olmuştu: “O sırada ben kendimi çok kötü hissettiğim için dışarı çıktım. Devamını dinleyemedim. Sonraları kızıma zaman zaman anlatmasını telkin ettiğimde bana çok utandığını, kendisini kötü hissettiğini ve anlatmak istemediğini söyledi.” Anne, hemen karakola gidip şikâyetçi oldu. Savcılık, İ.U’nun psikolog eşliğinde ifadesini aldı. İstismar şüphelisi okulun temizlik görevlisi olan memur İ.T. idi. İ.U’nun anlattığına göre, ilkokul dördüncü sınıfın sonundan beri İ.U’yu takip ediyor, ona sürekli yakın olmaya çalışıyordu. İ.U’nun ifadesine göre amacına da ulaşmıştı: “İ.T’nin kendisine karşı yapmış olduğu cinsel saldırı eylemlerini yangın merdiveninde ve okulun alt katında bulunan sığınakta yaptığını…” Okulun ücra yerleri istismar için kullanılmıştı. Şüpheli İ.T., 2015 yılından 2016 Haziran’ına kadar İ.U’yu istismar etmişti. ANNEANNENİN FARK ETTİĞİ DEĞİŞİM Adli tıp raporu, İ.U’nun istismarına yönelik somut fiziksel bulgulara ulaşamadı. Ancak İ.U’nun beyanlarına itibar edilebilecek zihinsel gelişkinlikte olduğunu söyledi. İ.T. gözaltına alınıp tutuklandı. Hakkında çocuk istismarından dava açıldı. Oldukça zor bir davaydı. Tıbbi raporlar, küçücük çocuğa sorulan cinsel saldırı detayları, İ.U’nun çocuk aklıyla anlatamadığı, hatırlayamadığı, söyleyemediği cevaplar… Anneannesi süreçte İ.U’da değişim fark etmiş ancak olayı anlayamamıştı: “5. sınıfa başladığı dönemde iç çamaşırı kirli olurdu. Büyük abdesti bulaşmış vaziyette olurdu. Kendisine nedenini sorduğumda ağlıyordu. Dışkını tutamıyor musun diye sormuştum. Daha öncesinde böyle bir durumu yoktu. O dönemde külotu pis vaziyette idi. Ayrıca gece yatağını ıslatmaya veya pencere kapı açık yatamamaya başladı. Bu şekilde değişiklikler oldu ve o dönemde devamlı olarak ağlıyordu. Yine 5. sınıfta büyük abdestini yaparken kanamasının, acısının olduğunu söylemişti.” Sanık İ.T’nin kabul, İ.U’nun da anneannesinin de teyit ettiği bir detay: İ.T., erzak getirme bahanesiyle İ.U’nun kaldığı eve kadar gelmiş, koli bırakmıştı. Anneanne, okuldan kilometrelerce uzaktaki evlerinin önünden birkaç kez geçtiğini de görmüş, neden buralarda dolanıyor diye sorgulamıştı. Ancak olayın açığa çıkmasıyla meseleyi çözmüştü. İ.U’nun ifade ettiği gibi çocuk takip ediliyordu. ÖNCE BERAAT SONRA CEZA Sadece o değil… İ.U’nun küçük kardeşi de mahkemeye geldi, sorulara yanıt verdi: “Tam tarihini hatırlamadığım bir zamanda bizim okulun çeşmesinin ve çam ağaçlarının bulunduğu bir yerde ablamı gördüm. Yanında İ.T. abi vardı, başka da kimse yoktu. Yanlarına gittiğimde ablam ile İ.T. abi oturuyorlardı. Bir sonraki teneffüs tekrar yanlarına gittiğimde çamın yapraklarından bir şeyler örüyorlardı. Ablam ile İ.T. her gün görüşüyorlardı. Oturup sohbet ediyorlardı.” 10 yaşındaki İ.U. istismara maruz kaldığı yerleri tek tek gösterdi, detaylarıyla anlattı. Gelgelelim yaşı gereği, cinsel istismar detaylarının anlatımında çelişkiler görünüyordu. Ancak her şeyi inkâr eden sanığın anlattığı detaylar da yalan çıkmıştı. Buna rağmen mahkeme, 2 Kasım 2017’de “Şüpheden sanık yararlanır” kuralı gereği İ.T. hakkında beraat kararı verdi. Ancak… İstinaf mahkemesi aynı fikirde değildi. Tecavüz eyleminin gerçekleştiğinin kanıtlanamadığını kabul etti. Ancak mahkeme, tanık anlatımlarını, çocuğun sanık beyanlarını da gözeterek cinsel istismarın ve hürriyeti tahdit suçunun kanıtlandığını söyledi. Ayrıca herkes çocuğun beyanlarındaki çelişkiye odaklanırken, mahkeme sanığın anlattıklarında birçok çelişki buldu. Sanığa 28 Kasım 2018’de 14 yıl 8 ay ceza verdi. 9 SENEDİR BİTMEYEN HİKÂYE Bu kez dosya Yargıtay’a gitti. Yargıtay 7 yıllık incelemenin ardından geçen şubat ayında kararı verdi. İstinaf mahkemesinin cezasını uygun bulmadığını söyledi. Yargıtay’a göre de İ.U’nun çelişkili görünen beyanları, istinafın kararının bozulmasını gerektiriyordu. Böylece her şey sil baştan oldu. İ.U. istismar yaşandığında 10 yaşında, olay adliyeye yansıdığında 11 yaşındaydı. Bugün 20 yaşında, yaşadığı şehri terk etmek zorunda kalmış genç bir kız. O gün 5. sınıftaydı, bugün üniversitede. Gelgelelim 9 senedir yargı, küçücük bir çocuğun başından geçenleri aydınlatamadı. İ.U’nun yarası ise kanadıkça kanadı. Yargının karasızlığıyla daha da kanayacak gibi. Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği Başkanı avukat Müjde Tozbey , İ.U’nun hukuk mücadelesini kendilerinin vereceğini söyledi. Siyasi davalarda yargı üzerinden birbirimizi yiyoruz. Oysa bir çocuğun acı öyküsü bile yargının karanlık koridorlarında kaybolup gidiyor. Yargı, toplumun vicdanını rahatlatmıyor, adeta zaman ile kurutuyor. Çocuklarına geçmişin yaralarını hatırlamadan yaşama imkânı veren milletlerin geleceği de vardır.

Source: Barış Terkoğlu


Başka oyunlar!

Hakemlerimizi eleştirmek inanın hiç hoşuma gitmiyor. Mizacıma da hiç uymuyor. Fakat maalesef hakemlerimizin çoğu öylesine büyük hatalar, öylesine büyük haksızlıklar yapıyorlar ki bunların karşısında susmak ya da onların olumlu taraflarını aramak mümkün olmuyor. Üstelik böylesi bozuk bir futbol ortamında hiçbir şey gelişemez. Hakemler de gelişemez. Bakınız hakemlerimizin Avrupa’daki seviyelerine. Konferans Ligi finalinde 4. hakem olabiliyorlar ancak… İşte en son Alanyaspor-Beşiktaş maçı. Evet Beşiktaş kötü bir oyun çıkardı ama bu, hakemin Beşiktaş’ın gol atıp skoru 1-1’e getirdikten sonra Siyah-Beyazlılara karşı aldığı olumsuz tutumu ve verdiği haksız kararları açıklayamaz. Beşiktaş’ın maçın sonuna doğru iptal edilen bir golü var. Pozisyon hakemin hemen önünde oluyor, hakem pozisyonu devam ettiriyor, gel gör ki o pozisyon 7-8 saniye sonra gol oluyor. Sonra hakem golü iptal ediyor. VAR ise “YOK” olmuş sanki o anda. Böylesi maçın sonunda ve puan kaybına sebep olacak nizami bir gol iptalini Galatasaray’a, hatta Fenerbahçe’ye karşı yapın da görelim. Hakemlerin güç gösterilerinin hedefi her zaman Beşiktaş olmuştur çünkü. Üstelik Beşiktaş şampiyonluğa bir tehdit değilken 3.’lük mücadelesi verirken yapılıyor bu. Bu koşullarda Beşiktaş’ın illa ki çok çok iyi oynaması ve hakemlerin verdiği haksız kararlara rağmen rakibini yenebilecek güçte mi olması gerekiyor? Hem de her zaman. Adalet bunun neresinde? Ama biz baştan sona tüm bu yanlış yönetim biçimlerinin sonucu oluşmuş adaletsiz futbol ortamını konuşmak, çözüm aramak yerine milli sporumuz haline gelmiş “transferler” konusuna gömülmüş durumdayız. Sorunlarımızın çözümünü hep transferlerde arıyoruz. Oysa önce futbola dair doğru bir anlayışa sahip olmalıyız. Transferler olayın sadece bir parçası. Ayrıca nadir de olsa birilerinin doğru yola girmesine de imkân vermeliyiz. Aksi taktirde bilerek ya da bilmeyerek kulüpler üzerinden rant elde edenlerin ekmeğine yağ sürüyoruz. Beşiktaş Başkanı Serdal Adalı şimdi kulübü düzlüğe çıkarmak, doğru bir yapılanmayla, geleceği olan bir takım yaratmak için çabalıyor. Ama daha şimdiden yoluna taş koymak için pusuda bekleyenler var. Yeni düzenlemelerin ardından paranın kokusunu alanlar var. Flaş (!) transferle para saçıp, şov yapıp kulübü soyup soğana çevirip, sonra kaçıp alacaklıların kapının önünde kuyruk olduğu o eski günleri özleyenler var. Sosyal medyadaki troller de şimdiden iş başında. Yani düzgün kulüp yönetmek de çok zor bu ülkede, düzgün maç yönetmek de.

Source: Gülengül Altınsay


Alevi Bektaşi Federasyonu’ndan Kurtulmuş’a tepki

Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’un sivil toplum temsilcileri ile yaptığı bir toplantıdaki ifadelerine ilişkin Karadeniz Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Muharrem Erkan Cumhuriyet’e konuştu. Erkan, “Numan Kurtulmuş bu açıklaması ile Alevilerin yüreğine saplanan bin hançerin, bin birini saplayarak tüm insanlığın yüreğini incitmiştir. Bir ülkeyi yönetenler tarihin gerçeklerinden uzak bir şekilde ülkeyi yönetiyor ise, o ülkede huzur kalmaz, birlik, dirlik, kalmaz, barış olmaz ve işte o zaman beka sorunu başlar” dedi. Kurtulmuş ise “Sözlerimden kaynaklı bir kırgınlık oluşmuşsa, siyasi hayatı boyunca bu coğrafyada daima kardeşliği, birliği ve bütünleşmeyi savunan bir kardeşiniz olarak üzgün olduğumu içtenlikle ifade etmek boynumun borcudur” ifadesini kullandı.

Source: Mehmet Menekşe


En ‘yeni Ortadoğu’da İsrail

Trump Ortadoğu gezisinde İsrail’e uğramadı, Suudi Arabistan için bölgedeki “En güvenilir müttefikimiz” ifadesini kullandı. O, Suudi Arabistan’da, Katar’da ve BAE’de 3 trilyon dolara yakın ticari-askeri anlaşmalar imzalarken Batı medyasının, siyasi liderlerinin Netanyahu hükümetine yönelik tavrında bir değişiklik başlıyordu. Bu, uluslararası mahkemelerde yargılanma tehdidiyle karşı karşıya olan Netanyahu için diplomatik açıdan belki de en travmatik haftalardan biriydi. TİCARET DİPLOMASİSİ Trump’ın, kısa dönemli ekonomik çıkarları önceleyen yaklaşımıyla ABD, artık bölgesel etkisini uzun vadeli stratejik ortaklıklardan ziyade, hızlı ticari kazançlar ve devasa silah anlaşmaları üzerinden sağlamaya çalışıyor. Trump’ın dikkati artık petrol gelirleri ve genç nüfusuyla bölgenin yeni teknoloji ve ticaret merkezleri üzerinde odaklanıyor. İsrail hızla yalnızlaşıyor. ABD’de bile, en son kamuoyu yoklamaları, İsrail’e verilen desteğin azalırken Filistin’e sempati duyanların oranının arttığını gösteriyor. Bu ortamda The American Conservative ’in editörü salı günü, yorumunda, İsrail’in Gazze politikasının etnik temizliğe yol açarak ABD’nin ulusal çıkarlarına zarar vermeye başladığından yakınıyor, “Artık bırakın ne hali varsa görsün” diyordu. Batı medyası, siyasetçileri de artık, tarih önünde bir soykırımı kolaylaştırmış olma konumuna düşmekten korkmaya başlayarak tutumlarını değiştiriyorlar. The Guardian, The Economist, Financial Times ve New York Times, Wall Street Journal gibi yayınlar hatta BBC, İsrail’in Gazze’deki yaptıklarını “utanç verici” ve “insani felaket” olarak nitelendirmeye başladılar. Fransa, İngiltere, Kanada liderleri, ortak açıklamalarında, “ Netanyahu hükümeti bu korkunç eylemleri sürdürürken seyirci kalmayacağız. İsrail’in yenilenen askeri saldırılarını durdurmaması ve insani yardım üzerindeki kısıtlamalarını kaldırmaması halinde, karşılık olarak daha somut adımlar atacağız” diyorlardı. İSRAİL YALNIZLAŞIRKEN Gazze yıkımı, soykırımı, İsrail nefreti giderek derinleşen yeni bir Arap kuşağının gelişmesini hızlandıracak, İsrail’in güvenliğini daha da zayıflatacak. Obama döneminde imzalanan 3.8 milyar dolarlık 10 yıllık askeri yardım paketi önümüzdeki yıl sona eriyor; Trump’ın “önce mali çıkar” odaklı yaklaşımı altında anlaşmayı yenilemek, hiç de kolay olmayacak. “İsrail Batı ile ortak değerlere sahip bir ülkedir” fantezi de çöküyor. İsrail uluslararası sistemde “dışlanmış bir devlet” konumuna düşüyor. DİNCİ FANATİKLER Tüm bu felaketi, Aristotelesçi bir dille ifade edersek bir de çok önemli bir “fail nedeni” var: Dinci fanatiklerin birbirini besleyen fantezileri. (Belki de sanrıları demek gerekiyor.) Bir tarafta, Filistin halkının seküler direniş cephesini (İsrail’in de yardımıyla) bölen dinci Hamas’ın, yıllardır uyguladığı radikal, uzlaşmaz politikalarının arkasındaki, “Şeria Nehri’nden Akdeniz’e” fantezisi. Sonuç : Hamas’ın, sonrasını hesaplamadan (Ya hesapladıysa?) tezgâhladığı 7 Ekim 2023’teki kanlı pogrom saldırısı: 2 bin 500 ölü, 250 dolayında rehine. Diğer tarafta, İsrail’de, Filistinlilerin bir halk olarak varlığını bile kabul etmeyen, dinci faşistlerin “Fırat Nehri’nden Nil Nehri’ne büyük İsrail” fantezisi. Sonuç : Hapisten kurtulmaya çalışan hırsız Netanyahu’nun, dinci faşistlerle kurduğu hükümetin, ordu ve istihbarat şeflerinin uyarılarına kulaklarını tıkayarak başlattığı, Gazze’yi, bir soykırımla “temizleyerek” yerleşime açma projesi. Ve tabii, Batı’nın yaklaşık 19 aydır başka yöne bakarken İsrail’e sattıkları silahlarla katledilen 100 binden fazla Filistinli ve yıkımın, bombalanan hastanelerin, sağlık merkezlerinin, ambargonun sonucu, açlıktan, susuzluktan hastalıklardan ölmeye devam eden, gerçek sayısı belirsiz on binlerce çocuk. Şimdi, çoktan utancından intihar etmiş olması gereken Hamas liderliği hâlâ bir sorumluluk üstlenmeden konuşuyor, pazarlık yapıyor. Bir faşist soykırım utancı altında kurulan İsrail, tarih önünde soykırım yapmış bir ülke konumuna düştü. Her yerde dinci akımlar, maddi çıkarlarını, hurafelere sararak gizlemeye devam ediyorlar, yarattıkları felaketlere da halk katlanmak zorunda kalıyor.

Source: Ergin Yıldızoğlu


Yazlık saraya komşu ormanda katliam var

Muğla’nın Marmaris ilçesine bağlı Karaca Köyü’nde yapılmak istenen mesire alanı için yüzlerce çam ağacının kesilmesi isyan ettirdi.

Çam ve pirenlerle kaplı, Karaca Orman İşletme Şefliği sorumluluk bölgesinde bulunan 30 hektarlık ormanlık alan, mesire yeri olarak 20 yıllığına kiraya verilmek üzere Şubat 2021’de ihaleye çıkarılmıştı. CHP eski Muğla Milletvekili Süleyman Girgin, sosyal medya hesabından ormana iş makinelerinin girdiğine ilişkin fotoğrafları paylaştı.

“DALGA GEÇTİLER”

Girgin şunları söyledi: “Marmaris’in Karaca Köyü’nde, Erdoğan’ın Okluk’taki yazlık sarayı yakınlarında, 30 hektarlık alanın ihale edilmesine karşı çıkmıştık. Bu bölge Basra Çamları, arı yatakları açısından zengindir ve içinde çokça piren ormanı barındırmaktadır. Birçok arı yetiştiricisinin burada kovanları bulunmaktadır. ‘Doğamıza, arılarımıza, arıcılarımıza zarar vermeyin’ demiştik. Bölge halkının, yerel yönetimlerin, demokratik kitle örgütlerinin sürece dahil olmadığı bu ihalelere karşıyız demiştik. Bakanlık dalga geçer gibi ‘dikkat ediyoruz’ şeklinde cevap vermişti. İş makineleriyle bu alana girdiler. Bölge halkı rahatsız. Hepimiz gördük ki ucunda rant olunca, bu iktidarın vicdanı kalmıyor. Karaca’daki çalışma acilen durdurulmalıdır.”Süleyman Girgin, ayrıca Orman Genel Müdürü Bekir Karacabey’i telefonla arayarak çalışmanın durdurulmasını talep ettiklerini söyledi.

Mütevazı bir konuttu

8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal için bölgeye yapılan mütevazı Devlet Konuk Evi, 2017’de yıkılmıştı. Yerine 300 odalı yazlık saray inşa edilmişti. Saray için 130 futbol sahası büyüklüğünde bir alan imara açılmıştı. İş makinelerinin girdiği orman yazlık saraya komşu.

Source: Yaşar Anter


Gazze”deki hükümet: 81 günlük ablukanın ardından ilk yardım tırları Gazze’ye girdi

Gazze hükümeti Medya Ofisi Müdürü İsmail es-Sevabite, AA muhabirine yaptığı açıklamada, “Şu ana kadar 87 yardım tırı Gazze’ye giriş yaptı. Bu, 81 günlük ablukanın ardından ilk giriş oldu.” dedi.

Sevabite, yardımların insani ihtiyaçları karşılamak amacıyla uluslararası ve yerel kuruluşlar aracılığıyla dağıtılmak üzere gönderildiğini belirtti.

Öte yandan, Gazze Özel Nakliyeciler Derneği Başkanı Nahid Şuhaybir, AA’ya yaptığı açıklamada, yardım taşıyan tır sayısının 92 olduğunu söyledi.

Şuhaybir, “Tırlardan 75’i güney ve orta kesimlerdeki fırınlara un taşıdı. Yardımlar Kerem Ebu Salim Sınır Kapısı üzerinden ulaştırıldı.” diye konuştu.

Gazze ve kuzey bölgelerine yardım ulaştırmak için kullanılan Netzarim Koridoru üzerinden herhangi bir geçişin sağlanamadığını, İsrail ordusunun bu güzergahı kapattığını ifade eden Şuhaybir, ayrıca, 12 tırın UNICEF’e ait çocuklar için besleyici ek gıdalar taşıdığını ve bunların Deyr el-Belah kentine indirildiğini, 5 tırın ise BAE tarafından gönderilen şeker ve çeşitli gıda maddeleri taşıdığını aktardı.

Hükümetin Medya Ofisi, Gazze”nin günlük olarak en az 500 yardım ve 50 yakıt tırına acil şekilde ihtiyaç duyduğunu vurgulayarak, İsrail’in sınır kapılarını kapatmasının kıtlığı derinleştirdiğini belirtmişti.

Avusturya Dışişleri Bakanı Beate Meinl-Reisinger, dün, Avrupa Birliği”nin (AB) İsrail”e ticari imtiyazlar tanıyan ortaklık anlaşmasını gözden geçirme kararını desteklediğini belirterek, Gazze”deki durumun dayanılmaz boyutta olduğunu ifade etmişti.

Aynı günün ilerleyen saatlerinde Gazze Hükümeti, İsrail’in Kerem Ebu Salim Sınır Kapısı’nda bekleyen yardım tırlarının geçişini üçüncü gününde de engellediğini ve bu durumun uluslararası taahhütlere aykırı olduğunu açıklamıştı.

Gazze Şeridi’nde sivillere yönelik saldırılarını yoğunlaştıran İsrail ordusu, işgali genişletip kalıcı hale getirecek kara saldırılarına başladığını duyurmuştu.

İsrail ordusu, Gazze”nin özellikle kuzeyi ve diğer bölgelerde Filistinlilere saldırı tehdidi içeren ve güneye gitmelerini emreden ilanları havadan atmıştı.

Birleşmiş Milletler, insan hakları örgütleri ve uluslararası yardım kuruluşları, İsrail ordusunun söz konusu kara saldırısının zaten felaket halindeki insani durumu daha da kötüleştireceği uyarısı yapmıştı.

İsrail”in Gazze Şeridi”nin güneyinde Filistinlileri sürdükten sonra sınırlı miktarda insani yardım dağıtacağı “toplama kampları” kurduğu, İsrail basınına yansımıştı. İsrail ordusunun, güneydeki Refah kentinde geniş alanları düzleyerek bunun için hazırladığı uydu görüntüleriyle ortaya çıkmıştı.

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.

Source:


İşçilere bayramı zehir etmeyin

31 Mart yerel seçimlerinde CHP”den İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Cemil Tugay, göreve gelir gelmez yüzlerce işçiyi kapı önüne koydu. Sendikalar art arda gerçekleştirdikleri eylemlerle işten çıkarılan işçilerin işlerine iade edilmesini istedi. Günler süren eylemler nihayet sonuç verdi. İşten çıkardığı işçileri belediyenin çeşitli birimlerinde tekrar işe alan Başkan Tugay, aradan geçen süreçte yeni işçi kıyımlarına imza atsa da her seferinde gelen tepkiler üzerine geri adım atmak zorunda kaldı. 7 Mayıs 2025 Çarşamba günü İzmir”de yayın yapan yazılı ve görsel basın yayın organlarının temsilcileri ile bir araya gelen Başkan Tugay gelen soru üzerine “toplu işten çıkarma yok” açıklaması yaptı. Tugay”ın bu açıklamayı yaptığı gün İzmir Büyükşehir Belediyesi”nin belediye şirketinde örgütlü Türk İş”e bağlı Belediye İş Sendikasının Ankara”daki genel merkezine İzbeton şirketinden işçi çıkarımı için bildirimde bulunduğu ortaya çıktı. Sendikaya gönderilen yazıda işten çıkarmalara gerekçe olarak da şirketin gelir ve giderleri arasındaki dengesizlik gösterildi. NOTERE İHTAR ÇEKİLDİ Büyükşehir Belediyesi”nin yaptığı bildirime karşılık Belediye İş Sendikası Noter kanalı ile İzmir Büyükşehir Belediyesine yazı göndererek toplu işten çıkarmaların Anayasaya, yürürlükteki yasaya ve İzmir Büyükşehir Belediyesi ile sendika arasında imzalanan toplu iş sözleşmesi hükümlerine aykırı olduğu hatırlatıldı. Yazıda ayrıca İzbeton”un kar amacı gütmeyen ve büyükşehir çatısı altında kamu hizmeti veren bir şirket olduğunun altı çizildi. Sendikadan gönderilen yazının sonuç bölümünde toplu işten çıkarmanın yasaya hakkaniyete, kazanılmış haklara, Anayasal çalışma hak ve özgürlüğüne açıkça aykırı olduğu ifade edildi. Başkan Tugay, Genel-İş Sendikası ile devam eden ve 22 bin işçiyi ilgilendiren TİS görüşmelerine ilişkin geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada, işten çıkarmaların olacağını duyurmuştu. Tugay açıklamasında, “İhtiyaç fazlası çalışanları azaltmaya çalıştığımız doğru. Ancak toplu işten çıkarma yok. Performans ve ihtiyaca bağlı olarak doğru personel ile rejimi yürütmeye çalışıyoruz. Ben de personel sayısını arttırmaya değil azaltmaya çalışacağım” ifadelerine yer vermişti. Tugay”ın “Personel sayısını azaltacağız” açıklaması Kurban Bayramı öncesi belediye çatısı altında görev yapan on binlerce işçi arasında büyük tedirginlik yarattı. Her ne kadar Tugay, “Toplu işten çıkarma yok” dese de belediyenin İzdoğa Şirketinden 800, İzbeton ve İzulaş”tan 100″er, İztek”ten de 30 olmak üzere toplamda 1030 işçi ile bayram öncesi yollarını ayırma kararı aldığı da sızan bilgiler arasında yer aldı.

Source: Ertan Gürcaner


Son dakika: ABD”de silahlı saldırı! İsrailli diplomatlar öldürüldü

Son dakika haberi…İç Güvenlik Bakanı Kristi Noem’in yaptığı açıklamaya göre, Çarşamba gecesi Washington, DC’deki Capital Yahudi Müzesi yakınında İsrail Büyükelçiliği’nde görevli iki personel öldürüldü.Konuyla ilgili bilgi sahibi bir kaynak ile bir emniyet yetkilisine göre, İsrail Büyükelçiliği’yle bağlantılı olduğu düşünülen iki kişi Çarşamba gecesi Capital Yahudi Müzesi yakınında vuruldu. Bir diğer emniyet kaynağı CNN’e iki kişinin hayatını kaybettiğini doğruladı.DC Polisi, olayın FBI”ın Washington Sahadaki Ofisi’nin karşısında, müze yakınlarında, meydana geldiğini ve silahlı saldırıya dair soruşturma yürütüldüğünü açıkladı.ADALET BAKANI VE BAŞSAVCI GİTTİABD Adalet Bakanı Pam Bondi, sosyal medyada yaptığı paylaşımda, kendisi ve DC için görevdeki Başsavcı Jeanine Pirro’nun olay yerine ulaştıklarını bildirdi.Amerikan Yahudi Komitesi Başkanı Ted Deutch, Çarşamba akşamı müzede bir etkinlik düzenlediklerini ve dışarıda böyle bir şiddet olayının yaşanmasından dolayı derin bir üzüntü duyduklarını belirtti.

Source: Özgür Bayrak


İYİ Partili vekil yalanladı şok mesajla igili CHP”li Asu Kaya”dan yeni açıklama

İYİ Parti Bursa Milletvekili Hasan Toktaş’ın, CHP Osmaniye Milletvekili Asu Kaya’nın fotoğrafını parti içi bir WhatsApp grubunda paylaşarak “Sana alacam bunu kral” ifadelerini kullandığı iddia edilmişti. Mesajla ilgili olarak İYİ Partili Hasan Toktaş “İddia ile söylüyorum ki; Karanlık eller tarafından üretilen o mesaj düzmecedir ve ifadeler bana ait değildir” demişti. tv100″de yayımlanan Kübra Par”la Farklı Açılar programına bağlanan CHP Osmaniye Milletvekili Asu Kaya konuyla ilgili açıklamalarda bulundu. Kaya açıklamasında şu ifadelere yer verdi; “Gündemi bu konuyla işgal etmek istemezdim çünkü mücadelemiz çok başka. Türkiye’de kadın haklarını kullanıyoruz. Türkiye’de kadın mücadelesi veriyoruz. “Gerçek olmadığına inanmak istiyorum” Her şeye rağmen bu paylaşımı yapmamış olmasını ümit ediyorum. Bu toplum adına, kadınlar, gençler, bize umut bağlamış olanlar adına bunun gerçek olmadığına inanmak istiyorum. Bu beyefendi iddiasında haklı bile olmuş olsa, bu kumpas bile olmuş bile olsa buna kadının konu edilmişş olması dehşet verici. En kıymetli olanı da meclisteki birçok siyasi partinin kadın siyasetçilerinin benimle dayanışma göstermiş olması çok kıymetli. Tekrar ümit ediyorum ki Türkiye”nin gerçek gündemine dönmüş oluruz. Gündemin bununla meşgul edilmesine müsaade etmeyeceğiz. Biz kadınlar başta siyaset olmak üzere her alanda güçlü şekilde var olmaya devam edeceğiz. En ağır şekliyle, Türkiye’deki tüm kadınlar adına istifa etmesini elbette ki isteyeceğim ama bu soruşturmanın sonucunu beklemek durumundayız. Tüm bu iddiaların sonucunda bir soruşturma yürütecekler. Aynı zamanda hukuku bir adli tahkikat da başlayacak. Bunların sonucunu beklemeyi doğru buluyorum. Bundan dolayı da dikkatli cümleler kurmaya çalışıyorum ama eğer bunlar gerçekse gerekeni en ağır şekilde yapmasını biliriz. Ben bir Çukurova kadınıyım. Köy kökenli bir ailenin kızıyım. Gerekeni gerektiği şekilde gerektiği zamanda en ağır şekilde yapmasını da bilirim. Ama taşıdığımız sorumluluk hem siyasi hemde toplumsal sorumluluk soruşturmanın sonucunu beklemeyi gerektiriyor. Umarım gerçek çıkmaz bu. Umarım Türkiye”nin gündemini bununla meşgul etmek zorunda kalmayız.”

Source: Internet Haber


İYİ Partili Hasan Toktaş”ın WhatsApp mesajı sonrası CHP”li Asu Kaya”dan açıklama: “Türkiye”deki tüm kadınlar adına isteyeceğim”

İYİ Parti Teşkilat Başkanı ve Bursa Milletvekili Hasan Toktaş”a ait olduğu iddia edilen WhatsApp mesajı kamuoyunda şoke etkisi yarattı. Toktaş’ın, CHP Osmaniye Milletvekili Asu Kaya’nın fotoğrafını parti içi bir WhatsApp grubunda paylaşarak “Sana alacam bunu kral” ifadelerini kullandığı iddia edilmişti. Toktaş mesajların kendisine ait olmadığını söylerken, İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu inceleme başlattıklarını duyurdu.

“KADINLAR OLARAK HER ALANDA OLMAYA DEVAM EDECEĞİZ”
Bu gelişmelerin ardından CHP Osmaniye Milletvekili Asu Kaya, tv100″de yayımlanan Kübra Par”la Farklı Açılar programına açıklamada bulundu.

Kaya, “Gündemi bu konuyla işgal etmek istemezdim çünkü mücadelemiz çok başka. Türkiye’de kadın haklarını kullanıyoruz. Türkiye’de kadın mücadelesi veriyoruz. Gündemin bununla meşgul edilmesine müsaade etmeyeceğiz. Biz kadınlar başta siyaset olmak üzere her alanda var olmaya devam edeceğiz” ifadelerini kullandı.

“TÜM KADINLAR ADINA İSTİFA ETMESİNİ BEKLEYECEĞİM”
Soruşturmanın sonucunun beklenmesi gerektiğine vurgu yapan Kaya, “En ağır şekliyle Türkiye’deki tüm kadınlar adına istifa etmesini elbette ki isteyeceğim ama bu soruşturmanın sonucunu beklemek durumundayız” dedi.

Source: Ufuk Dağ


Fenerbahçe”den “tehdit” iddialarına sert cevap! Suç duyurusu geldi

Fenerbahçe Başkanı Ali Koç, geçtiğimiz günlerde Burak Kızılhan ve Can Gebetaş ile birlikte Fenerbahçe Gönüllüleri Derneği”ni ziyaret etti. Bu ziyaret sonrası dernek başkanı Emrah Tünay, sosyal medyada yaptığı açıklamada, Başkan Ali Koç”un kendisini ve dernek çalışanlarını tehdit ettiğini öne sürdü. Emrah Tünay”ın bu sözleri camiada tartışma yaratırken, Sarı-Lacivertliler”den konuya dair resmi açıklama gecikmedi. Kulüp, hiçbir tehdit veya olumsuz bir davranışın yaşanmadığını belirtti ve bütün iddiaları yalanladı.BAĞLAMINDAN KOPARILMIŞYaşananların ardından sosyal medyada, Fenerbahçe Başkanı Ali Koç”un dernek ziyareti sırasında çekilen kamera görüntüleri paylaşıldı. Ancak Fenerbahçe Kulübü, bu kayıtların bağlamından koparıldığını ve özellikle giriş-çıkış anlarının kesilerek yayınlandığını ifade etti. Görüntülerin yalnızca belirli bölümlerinin kullanılarak Başkan Ali Koç hakkında olumsuz bir algı oluşturulmaya çalışıldığını belirten kulüp yönetimi, olayın açıkça manipülasyon içerdiğini ve camianın bu durumu doğru değerlendireceğine inandıklarını vurguladı.SUÇ DUYURUSUNDA BULUNULDUFenerbahçe, olayın ardından resmi internet sitesinden açıklama yaparak görüntüleri sızdıran kişi veya kişiler hakkında suç duyurusunda bulunulacağını duyurdu. Kulüp, ziyaretin tamamına ait kesintisiz kamera kayıtlarının yayınlanmasına da onay verdiklerini açıkladı. Ayrıca, kendilerine “Fenerbahçe Derneği” adını veren yapının bu tarz bir girişimde bulunmasının kabul edilemez olduğunu belirten açıklamada, bu tür provokasyonlara karşı yasal hakların sonuna kadar kullanılacağı vurgulandı. Tüm camia, olayın perde arkasını izlemeye davet edildi.

Source: Www.star.com.tr


TÜRKİYE’DE MÜZİSYEN OLMAK İMKANSIZ MI

Kreşendo, müziği herkes için bir ifade, ilham ve keşif alanına dönüştürmeyi amaçlayan bir müzik kurumu. 2021 yılında bu yana sektörü ve müzisyenlerini odağına alan kurum, UNESCO Uluslararası Kültürel Çeşitlilik Fonu desteğiyle yürütülen Müzikte Eşitlik projesini yürüttü. 146 müzisyenin tamamladığı çevrimiçi anket ile 48 derinlemesine görüşme ve Ankara, Diyarbakır, İstanbul, İzmir’de düzenlenen yuvarlak masa toplantılarından elde edilen bulguları ise özetledim…Müzikle yaşamak zorlaştı∆ Müzisyenlerin sadece yüzde 37’si hayatını müzikle idame ettirebiliyor.∆ Yüzde 55’i ayda 15 bin TL’nin altında kazanıyor.∆ Yüzde 88’i en az bir kez konser iptali yaşamış.∆ Sigortalı çalışan müzisyen oranı yalnızca yüzde 12.Kadın müzisyenler için işler daha da zor∆ Kadın müzisyenlerin yüzde 98’i müzikten yeterince gelir elde edemediğini söylüyor.∆ Her 10 kadından 4’ü sahnede dışlandığını, tacize uğradığını ya da sansürle karşılaştığını belirtiyor.∆ Erkeklerin yüzde 44’ü sahneye çıkarken bu oran kadınlarda sadece yüzde 9.Alternatif sahneye erişim yok denecek kadar az ∆ Majör festivaller ve sahneler yalnızca belli isimlere alan açıyor.∆ Butik sahne azlığı, yeni seslerin dinleyiciyle buluşmasının önüne geçiyor.∆ Devlet destekli etkinliklerde müzisyenlerin yüzde 83’ü hiç yer almamış.Dijital platformlar yeni fırsatlar değil, yeni engeller sunuyor∆ Türkiye küresel kayıtlı müzik gelirinden sadece yüzde 0.3 pay alabiliyor.∆ Yüzde 63’ü müziğini kendi imkanlarıyla bağımsız olarak yayımlıyor.∆ Algoritmaların belirlediği estetikle “deneysellik” kayboluyor.Sigorta, sözleşme, temsil… Hepsi hayallerde∆ Müzisyenlerin yüzde 67’si sözleşmelerinin çıkarlarını korumadığını düşünüyor.∆ Örgütlenme yok: Müzik-Sen’in yalnızca 21 üyesi var. Türkiye’de müzisyenlik hâlâ “gerçek bir meslek” olarak tanımlanabilmiş değil. Müzik sadece ilham değil; emek, gelir ve hak meselesi. Ve bu sistemde çoğu müzisyen, sadece duygusunu değil, yaşamını da müziğe veriyor.Dikkat çekenler∆ Umur Doma, yeni şarkısı “Yardım Et” ile sıkı bir dönüş yaptı. Söz ve müziği Doma, Levent Lodos ve Onur Temelli’ye ait olan şarkının aranjesi ise yine şarkıcıya ait. Nostaljik havasıyla dans ettiren bu şarkı, dinlenmeye değer. ∆ Manifest, global müzik sahnesindeki yükselişini sürdürüyor. Grubun yeni şarkısı “KTS (Kalbimin Tek Sahibi)” yayınlandı. Söz ve müziği Aleyna Korkmaz’a ait şarkının düzenlemesi ise Elber Tutkus’a ait. Kıpır kıpır bu parça ile T-Pop alanında aldı başını gidiyor Manifest. ∆ Ece Seçkin, ilk solo albümü “Spektrum”u yayınladı. Pop, elektronik, R&B’yi harmanlayan Seçkin, albümün açılış şarkısı olarak “Yansın”ı seçti. 8 parçanın yer aldığı albümde Yase ile söyledikleri “Pırlanta” ile daha önce yayınladığı “Atmıyor Nabzım” öne çıkıyor. ∆ Aga B, yeni şarkısı “Hadi”yi paylaştı. Fatbeat’in prodüksiyonuyla hazırlanan şarkı, İstanbul-Ankara arasında müzikal bir köprü gibi. Daha ritmik bir rap duymak iyi geldi. ∆ Selin’in intro ve outrosu dahil 12 şarkıdan oluşan ilk albümü “Tek Kişilik Masa” dinleyiciyle buluştu. Pop, rock, alternatif türlerini ustalıkla harmanlayan ve Selin’in güçlü vokaliyle dikkat çeken albümde Mabel Matiz, Sertab Erener, Canozan ve DKTT gibi konuklar da yer alıyor. Daha önce “Seni Gördügüm An” ve “Son Damla”yı paylaşan Selin’in tüm şarkıları bir bütünün parçaları olarak akıyor. “Bir Özür” ve “Oldu mu?” ise albümün gizli silahları. ∆ Can Kazaz’dan yalnızlığa ithafen 4 şarkılık bir EP geldi: “Yalnızlık Bakanlığı”. Daha önce paylaştığı “Teselli Pınarım” ve “Ne Biçim Yalnızlık”ı da kapsayan EP’de dingince yalnızlığı bizle paylaşıyor.∆ Gripin, “Aklıma Ziyan”ı bu akşam yayınlanıyor. Grup bu şarkıyla bana, ilk çıkışlarındaki tadı verdi. Söylemiyle de düzenlemesiyle de şarkı keyiften dört köşe olmamı sağladı. ∆ “Yaz geliyor, nerede bu atarlı şarkılar” derken Seksendört’ten hemen yeni bir parça geldi. “Eski Taptığın” isimli şarkıda melankoliyi bir kenara bırakıp gerekeni yapıyorlar. Yaz dizileri yapılacak olsaydı jingle olurdular. ∆ Mert Demir, haziranda çıkartacağı yeni albümünden ikinci şarkıyı bu gece yayınlıyor. “Bi Gece Gidebilirim”in söz, müzik ve düzenlemesi Mert Demir’e ait. Şarkı, dans pop sevenleri yakalayacak eminim ki…Ne dinledim∆ Second- “Anahtarı Bıraktım”∆ YGA- “Serdengeçti”∆ Aslı- “Tek Başına”∆ Efza- “Geçer Dediler Zamanla”∆ Mert Gider- “Anılar Duvarı”

Source: Sinem Vural


Cansız manken, damacana derken, sıra İstanbul”un kaldırım taşına geldi

İstanbul Küçükçekmece’de yaşanan akılalmaz bir olay, sosyal medyada büyük yankı uyandırdı. “Asayiş Berkamal” isimli sosyal medya hesabı üzerinden paylaşılan bir video, bir kişinin kaldırım taşına cinsel istismarda bulunduğunu iddia ediyor.

Görüntülerde, kimliği belirsiz bir şahsın kaldırımdaki mantar şeklindeki taşla uygunsuz bir şekilde fiziksel temas kurduğu görülüyor. İki eliyle kasıklarını düzelten ve ardından taşla temas hâlinde aşağı yukarı hareketler yapan şahsın, kendini tatmin etmeye çalıştığı öne sürüldü.

BAŞTA ŞINAV GİBİ GÖRÜLSE DE GERÇEK BAŞKA…

Şahsın hareketleri, ilk bakışta şınav çeker gibi görünse de, görüntülerdeki niyetin çok daha farklı olduğu iddiaları yoğunlaştı. Video, sosyal medyada kısa sürede binlerce kez izlendi ve tepkilere neden oldu.

Bu olay, daha önce kamuya açık alanlarda yaşanan benzer vakaları da akıllara getirdi. Daha önce cansız mankenlere ve damacanalara yönelik cinsel istismar girişimleriyle gündeme gelen bazı şahıslar, toplumda tedirginliğe yol açmıştı. Küçükçekmece”deki bu son görüntüler ise “İnsanlık nereye gidiyor?” sorusunu bir kez daha gündeme taşıdı.

Emniyet yetkililerinin görüntülerle ilgili inceleme başlattığı ve şahsın kimliğinin tespit edilmeye çalışıldığı bildirildi.

Source: Haber Merkezi


Öğretmenin öğrencilere şiddeti çok konuşulmuştu: Yaşadıklarını anlattılar! “Çocuklar tehdit altında”

İstanbul Pendik’te bir ilkokuldan gelen şiddet görüntüleri infiale neden oldu. Görüntülerde öğretmenin tahtaya kaldırdığı öğrencisinin saçından tutup, hakaret ve tehdit içerikli sözler sarf etmesi görüldü. Görüntüler sınıftaki diğer öğrenciler tarafından kayda alınırken öğretmen hakkında idari soruşturma başlatıldı. ÖĞRENCİLER YAŞADIKLARINI ANLATTI EKOL TV”nin haberine göre, öğrenci yaşadığı korku dolu anları şu sözlerle anlattı: “Montum vardı üstümde çünkü hastaydım, üşüyordum. Masamda da çantam vardı. Öğretmen geldi, beni itti, çekiştirdi. ‘Sen neden böylesin’ diyerek hakaretler etti. Ağza alınmayacak şeyler söyledi. Sadece konuşuyorduk, grup halinde sohbet ediyorduk.” “SARKINTILIK” YALANINI SÖYLEDİ Başka bir öğrenci ise öğretmenin kendisine yumruk attığını öne sürdü: “Sinirlendiği zaman sürekli bize çatıyor. Dünkü olayda başkaları ses yapmasına rağmen beni suçladı. Yumruk attı. Ardından beni aşağı indirirken “Sen bana sarkıntılık yapıyorsun” diyerek kendini haklı çıkarmaya çalıştı. ‘Seni hiçbir yere aldırtmayacağım’ diyerek tehdit etti.” “ÇOCUKLAR TEHDİT ALTINDA” Olaylar karşısında çaresiz kalan ve öğretmenin cezalandırılmasını isteyen veliler ise okul önünde isyan etti. Bir veli, çocuklarının içeride tehdit altında olduğunu belirterek şu ifadeleri kullandı: “Biz bu öğretmenden şikayetçiyiz. Şu anda çocuklarımızın can güvenliği yok. Sürekli bize mesaj atıyorlar, ‘Abla lütfen gel’ diyorlar. Kapı açılmıyor, öğretmen içeride ve kardeşimi alamıyorum.” Veliler, yetkililerden acil müdahale ve öğretmenin görevden uzaklaştırılmasını talep ediyor. Olayla ilgili soruşturma başlatılıp başlatılmadığına dair resmi bir açıklama henüz yapılmadı.

Source: Çağla Çağlar


İYİ Parti”de “WhatsApp” depremi! Görevden alındı

İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, Bursa Milletvekili Hasan Toktaş’a ait olduğu öne sürülen WhatsApp yazışmalarıyla ilgili parti içi inceleme başlatıldığını duyurdu.

“SANA BUNU ALACAM KRAL”

İddiaya göre Toktaş, CHP Osmaniye Milletvekili Asu Kaya’nın fotoğrafını parti içi bir WhatsApp grubunda paylaşarak “Sana alacam bunu kral” şeklinde bir mesaj yazdı.

“KARANLIK ELLER VAR”

Toktaş, X hesabından yaptığı açıklamada iddiaları sert bir dille yalanlayarak, “Karanlık eller tarafından üretilen o mesaj düzmecedir ve ifadeler bana ait değildir” dedi.

“AÇIKLAMASI MUTEBER”

Dervişoğlu ise Toktaş’ın açıklamasını ‘muteber’ bulduğunu belirtse de, partinin konuya verdiği önem nedeniyle inceleme başlatıldığını duyurdu.

Dervişoğlu, X üzerinden yaptığı açıklamada, Genel Sekreter Uğur Poyraz ve Hukuk-Seçim ve Parlamento İlişkileri Başkanı Hakan Şeref Olgun’u hukuki süreci takip etmek ve inceleme yapmakla görevlendirdiğini belirtti.

“İNCELEME BİTENE KADAR GÖREVDEN ALINDI”

İnceleme tamamlanana kadar Toktaş’ın Teşkilat Başkanlığı görevlerini bizzat üstleneceğini ifade eden Dervişoğlu, ayrıca İYİ Parti milletvekilleri Şenol Sunat, Ayyüce Türkeş Taş ve Selcan Taşçı’nın, Asu Kaya’yı ziyaret ederek konuyla ilgili görüşeceğini bildirdi.

“UMARIM GERÇEK ÇIKMAZ, ÇUKUROVA KADINIYIM”

Konuyla ilgili açıklama yapan CHP”li Asu Kaya ise, “Her şeye rağmen bu paylaşımı yapmamış olmasını ümit ediyorum.Bu beyefendi iddiasında haklı bile olmuş olsa, bu kumpas bile olmuş bile olsa buna kadının konu edilmiş olması dehşet verici. En ağır şekliyle, Türkiye”deki tüm kadınlar adına istifa etmesini elbette ki isteyeceğim ama bu soruşturmanın sonucunu beklemek durumundayız. Tüm bu iddiaların sonucunda bir soruşturma yürütecekler. Aynı zamanda hukuku bir adli tahkikat da başlayacak. Bunların sonucunu beklemeyi doğru buluyorum. Ben bir Çukurova kadınıyım. Köy kökenli bir ailenin kızıyım. Gerekeni gerektiği şekilde gerektiği zamanda en ağır şekilde yapmasını da bilirim. Ama taşıdığımız sorumluluk hem siyasi hem de toplumsal sorumluluk soruşturmanın sonucunu beklemeyi gerektiriyor. Umarım gerçek çıkmaz bu. Umarım Türkiye”nin gündemini bununla meşgul etmek zorunda kalmayız” ifadelerini kullandı.

Source: Derleyen: Ümit Karadağ


Tosyalı İskenderun Esk Avrupa Şampiyonu!

Tosyalı İskenderun Engelliler Spor Kulübü Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı, Uluslararası Tekerlekli Sandalye Basketbol Federasyonu (IWBF) tarafından İtalya nın Porto Torres kentinde düzenlenen EuroCup 2026 Ön Eleme Turnuvası’nda şampiyon oldu. Temsilcimiz, güçlü rakiplerini mağlup ederek turnuvayı 4’te 4 yaparak tamamladı ve EuroCup 2026’da ülkemizi temsil etme hakkı kazandı. A Grubu’nda mücadele eden Tosyalı İskenderun ESK, ilk maçında Fransız temsilcisi HSB Marseille’i 66-80, ikinci maçında İskoç ekibi Lothian Phoenix’i 80-41, üçüncü maçında ise İsviçre temsilcisi Rolling Rebels RCSG’yi 85-54 mağlup etti. Turnuvadaki son sınavında ev sahibi Asinara Abile ile karşılaşan takımımız, bu maçı da 77-31 gibi üstün bir skorla tamamlayarak eleme grubunu lider tamamladı. ÖZGÜR VE MURATHAN TURNUVAYA DAMGA VURDU Turnuva sonunda Tosyalı İskenderun ESK Kaptanı Özgür Gürbulak, grubun en iyi 5’ine seçilerek önemli bir bireysel başarıya imza atarken, asist kategorisinde de zirvede yer aldı ve en fazla üçlük isabeti bulan oyuncu oldu. Takımın bir diğer önemli ismi Murathan Atik ise grubun en fazla sayı atan ve ribaunt alan sporcusu olmayı başardı. Tosyalı İskenderun ESK nin EuroCup 2026 Ön Eleme Turnuvası’ndaki etkileyici performansını değerlendiren IWBF temsilcisi İvan Dabo, “Bu başarı, sadece kulüp için değil, Türk engelli spor camiası için de büyük önem taşımaktadır.” şeklinde konuştu. Ayrıca önümüzdeki dönemde önemli turnuvalardan birinin İskenderun’da düzenlenebileceğini açıkladı. TOSYALI: DESTEĞİMİZ DEVAM EDECEK Tosyalı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Fuat Tosyalı, elde edilen bu büyük başarı ile ilgili şu değerlendirmede bulundu: “Sosyal sorumluluk anlayışımızın en önemli parçalarından biri spora ve sporcularımıza destek olmaktır. Tosyalı İskenderun Engelliler Spor Kulübü’nün Avrupa arenasında kazandığı şampiyonluk bizler için büyük bir gurur ve mutluluk kaynağı oldu. Engelli bireylerin spora kazandırılması ve toplumsal farkındalığın artırılması için üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmeye devam edeceğiz. Takımımızı ve emeği geçen herkesi tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyorum.” TÜRKİYE DE ENGELLİ SPORUNUN ÖNCÜ KULÜBÜ 1989 yılında kurulan İskenderun Engelliler Spor Kulübü Derneği, Türkiye’nin ilk federe engelli spor kulüplerinden biri olma özelliğini taşıyor. Tosyalı İskenderun ESK bugüne dek biri namağlup olmak üzere 2 Türkiye Şampiyonluğu ve KKTC’de gerçekleştirilen uluslararası turnuvalarda dereceler elde ederek Türk sporuna katkı sundu. Tosyalı Holding in desteğiyle yeniden yapılanan İskenderun Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı, Türkiye’de engelli basketbol liginin kurulmasından bu yana engelsiz yaşama teşvik etme misyonunu sürdürmeyi hedefliyor.

Source: Habertürk


Hemşire ve ebelerin yüzde 73’ü iş-aile dengesini kuramıyor

Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları Sendikası (Sağlık-Sen), hemşire ve ebelere yönelik gerçekleştirdiği “İş ve Aile Hayatı Uyumu” araştırmasının sonuçlarını kamuoyuyla paylaştı. Yaklaşık 10 bin katılımcıyla yapılan ankette, hemşire ve ebelerin yüzde 73’ü iş ve aile yaşamı arasında denge kuramadığını belirtti. Araştırma, sağlık emekçilerinin uzun ve düzensiz mesai saatlerinin aile hayatları üzerinde ciddi bir baskı oluşturduğunu gözler önüne serdi. Özellikle sık nöbet tutan çalışanların büyük çoğunluğunun bu dengeyi sağlayamadığı ifade edildi. NÖBET SIKLIĞI VE UZUN MESAİLER DENGEYİ BOZUYOR Ankete göre, iki günde bir nöbet tutan hemşire ve ebelerin yüzde 88,4’ü, üç günde bir nöbet tutanların ise yüzde 76’sı iş-aile dengesi kurmakta zorlandığını bildirdi. Haftalık çalışma süresi arttıkça bu dengesizlik daha da belirginleşiyor. Haftada 40 saat çalışanların yalnızca yüzde 36’sı iş ve aile yaşamını dengeleyebildiğini ifade ederken, haftalık 60 saatten fazla çalışanlarda bu oran yüzde 17,9’a kadar düştü. “HER 5 KİŞİDEN 4’Ü İŞ YERİNDEN DESTEK ALAMIYOR” Sağlık çalışanlarının önemli bir kısmı, iş-aile dengesini kurarken kurumlarından destek alamadıklarını dile getirdi. Katılımcıların sadece yüzde 19,68’i bu konuda iş yerinden destek aldığını belirtti. Diğer bir ifadeyle, her 5 sağlık çalışanından 4’ü yalnız bırakılıyor. İş ve aile dengesini sağlayabilen katılımcıların yüzde 59,2’si çalışma koşullarından memnun olduklarını belirtirken, dengeyi kuramayanlarda bu oran sadece yüzde 8,3 olarak kaydedildi. “AİLE YILI”NA RAĞMEN AİLESİZ HAYATLAR… Araştırma sonuçlarını değerlendiren Sağlık-Sen Genel Başkanı Mahmut Faruk Doğan, hemşire ve ebelerin aile hayatı ile iş yaşamı arasında ezildiğini vurguladı. “Çalışma hayatını aile yaşamı ile birlikte bir bütün olarak ele almak önemlidir. Bu denge, çalışanların verimliliğini ve memnuniyetini artırır” dedi. Doğan, 2024 yılının Aile Yılı ilan edildiğine dikkat çekerek, “Bu yıl aile birliği korunmalı, ebe ve hemşirelerimizin iş ve aile dengesi sağlanmalıdır. Sağlık hizmetlerinin yükünü taşıyan bu emekçilerin insan onuruna yakışır şartlarda çalışması bir tercihten öte zorunluluktur” diye konuştu.

Source: Anka


Vatandaş isyanda, İBB ve Pendik Belediyesi topu birbirine atıyor

İstanbul”un Pendik ilçesinde, işlek bir caddede 10 gündür aralıksız şekilde boşa akan su, vatandaşı isyan ettirdi. İlgili kurumlara yapılan çok sayıda ihbara rağmen herhangi bir müdahale olmaması tepkilere neden oldu. İKİ TARAF DA “BİZ BAKMIYORUZ” DİYOR Durumu sosyal medyadan paylaşan bir vatandaş, boşa akan suyun görüntüsünü yayımlayarak “Sahipsiz memleket İstanbul… 10 gündür aralıksız su akıyor. Ne gelip bakan var ne kontrol eden… Arıyoruz, ilçe belediyesi de İBB de “biz bakmıyoruz” diyor” notunu düştü. Vatandaşın tepkisi kısa sürede sosyal medyada gündem olurken, paylaşımda hem İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) hem de Pendik Belediyesi etiketlendi. “RESMEN ÜÇ MAYMUNU OYNUYORLAR” Bölgede yaşayan yurttaşlar da arıza için defalarca belediye ekiplerini aradıklarını, ancak iki kurumun da sorumluluğu birbirine attığını belirtti. Vatandaşlar, “Su israfı bu kadar açıkken, kimse müdahale etmiyor. Resmen üç maymunu oynuyorlar” diyerek tepkilerini dile getirdi. İLGİSİZLİK PES DEDİRTTİ Söz konusu paylaşım, kısa sürede birçok sosyal medya kullanıcısı tarafından paylaşıldı. Kullanıcılar, suyun boşa akmasına ve yetkililerin ilgisizliğine sert eleştirilerde bulundu.

Source: Haberler


Bakan Göktaş: Aile de artık küresel bir gündem maddesi olmalıdır

Bakan Göktaş, Anadolu Ajansının global iletişim ortağı olduğu, “Küreselleşen Dünyada Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi” temasıyla Şişli”de bir otelde düzenlenen Uluslararası Aile Forumu”nun açılış programında yaptığı konuşmada, küresel ölçekte belirsizliklerin arttığı ve toplumların köklü değişimlerden geçtiği bu dönemde forum dolayısıyla bir arada olunmasının uluslararası topluma güçlü bir mesaj verdiğini söyledi.

Uluslararası Aile Forumu, İstanbul”da başladı

Forumda dijitalleşmeden demografik değişimlere, kültürel dinamiklerden sosyal politikalara kadar pek çok konunun değerlendirileceğini, aile kurumunun karşı karşıya olduğu küresel risklerin ele alınacağını, aile odaklı politikaların uluslararası ölçekte güçlendirilmesi için neler yapılabileceğinin konuşulacağını aktaran Göktaş, en büyük temennilerinin kuracakları diyaloğun forum sonrası da devam etmesi, aileyi ve dinamik nüfus yapısını tehdit eden sorunlara karşı kalıcı bir uluslararası işbirliğine zemin hazırlaması olduğunu kaydetti.

İnsanlığın en kadim, en evrensel ve en güçlü kurumunun aile olduğuna dikkati çeken Göktaş, “Sayın Cumhurbaşkanımızın da ifade ettiği gibi “Ailenin toplumun çelik çekirdeği, özü, nüvesi, güç kaynağı” olduğuna inanıyoruz. Öyle ki aile kurumunu ikame edilecek başka hiçbir kurum yoktur. Bu anlamda aile, toplumları ayakta tutan dinamik bir yapıdır. Medeniyetlerimizi inşa eden, değerlerimizi yarınlara taşıyan temeldir. Fakat günümüzde aile kurumu büyük meydan okumalarla karşı karşıyadır. ” diye konuştu.

“Cinsiyetsizleştirme gibi küresel ideolojik akımlar hızla yaygınlaşıyor”

Bakan Göktaş, modernleşmenin pek çok kolaylık, imkan ve yenilik getirirken, aile kurumunu da derinden sarstığını söyledi.

Artık bireyselliğin ön plana çıktığı, sınırsız özgürlüğün yüceltildiği bir çağda yaşanıldığına dikkati çeken Göktaş, “Bu bakış açısı, aileyi toplumsal hayatın merkezinden çekip sadece kişisel bir tercihe indirgemeye başladı. Dayanışmanın yerini yalnızlık, bağlılığın yerini geçicilik, sorumluluğun yerini ise sınırsız seçenekler alıyor. Diğer yandan aile kurumunu tehdit eden cinsiyetsizleştirme gibi küresel ideolojik akımlar hızla yaygınlaşıyor. Dijitalleşme, yüz yüze iletişimi azaltarak aile içi ilişkileri olumsuz etkiliyor.” ifadelerini kullandı.

Göktaş, teknolojik gelişmelerin, dijitalleşmenin ve şehirleşmenin aileyi güçlendirmesi beklenirken çoğu zaman aile bağlarını zayıflattığının altını çizen Göktaş, modern hayatın dayattığı yaşam biçiminin aile kurmayı bir yük gibi gösterdiğini, gençlerin evlilikten uzaklaştığını, anne babalık rollerinin zayıfladığını, kuşaklar arası bağların koptuğunu dile getirdi.

“Bugün geldiğimiz nokta, yıllarca yürütülen kalkınma politikalarının, aileyi ilerlemenin önünde bir engel gibi değerlendirmesinin sonucudur.” diyen Göktaş, uzun yıllar pek çok ülkede, doğurganlığın düşmesinin büyümeye katkı sağlayacağına inanıldığını, aynı nüfus mitiyle nüfus planlamaları adı altında müdahalelerde bulunulduğunu, bu nedenle doğurganlık hızının birçok ülkede nüfus yenilenme seviyesinin altına düştüğünü kaydetti.

Bakan Göktaş, nüfus azalması ve yaşlanmasının birçok ülkede toplumsal yapıyı tehdit eden unsur haline geldiğini, diğer yandan göçler, afetler, savaşlar ve ekonomik baskıların aileleri savunmasız bıraktığını söyledi.

“Aile sadece geçmişin değil sağlıklı bir geleceğin de teminatıdır”

Tüm bu yaşananların, ekonomik gelişim, toplumsal dayanıklılık ve gelecek nesiller adına ciddi bir durum olduğunu belirten Göktaş, şöyle devam etti:

“Aile kurumunu ve demografik yapıyı tehdit eden bu süreçler kültürler arası farklılıklar gösterse de kökeninde ortak dinamikler barındırıyor. Oysa biz biliyoruz ki aile sadece geçmişin değil sağlıklı bir geleceğin de teminatıdır. Bu gidişatı sorgulamak, modernleşmenin, küreselleşmenin gölgesinde aileyi ve dinamik nüfus yapısını nasıl koruyacağımızı yeniden düşünmek zorundayız. Bu nedenle aile bağlarını güçlendirecek, kuşaklar arası dayanışmayı teşvik edecek adımlara ihtiyacımız var. Bugün bu zorlukları aşmak için ortak akıl ve güçlü bir irade ortaya koymak gerekiyor. Ülkeler arası bilgi paylaşımı, iyi uygulamaların aktarımı her zamankinden daha çok önem arz ediyor.”

Hiçbir ülkenin bu sorunlarla tek başına mücadele edemeyeceğini belirten Göktaş, bu ortak sorunlara ortak çözümler aramak durumunda olduklarını, aileyi korumada insanlığın ortak sorumluluğu bulunduğunu anlattı.

Göktaş, aile dostu şehir planlamasından eğitim politikalarına, medya içeriklerinden dijital platformlara kadar her alanda ailenin korunmasını önceleyen stratejiler oluşturulması gerektiğine işaret ederek, “Uluslararası düzeyde daha güçlü bir aile diplomasisi geliştirmeliyiz. Tıpkı çevre, iklim ya da insan hakları gibi aile de artık küresel bir gündem maddesi olmalıdır. Kültürel değerleri koruyan ama evrensel ilkeleri de önceleyen işbirliği zeminini sürdürmeliyiz. Aileyi güçlendiren uygulamaların izlenebileceği uluslararası göstergeler geliştirmek de bu çabanın önemli bir parçası haline gelmelidir.” diye konuştu.

Geçen yıl açıkladıkları “Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi ve Eylem Planı”nın tam da bu sorulara yanıt arayan bütüncül bir yol haritası olduğunu dile getiren Göktaş, bu belgeyle, aileyi ve dinamik nüfus yapısını korumak, dijital güvenliği sağlamak, küresel risklere karşı aileyi dirençli kılmak, kuşaklar arası dayanışmayı güçlendirmek gibi pek çok stratejik hedef ortaya koyduklarını anlattı.

Göktaş, bu hedefler doğrultusunda kurumsal yapıyı güçlendirdiklerinden bahsederek, “Kurduğumuz Aile ve Nüfus Politikaları Daire Başkanlığıyla politikalarımızı daha çok boyutlu bir yaklaşımla koordine etmeye başladık. Cumhurbaşkanı Yardımcımızın başkanlığında oluşturduğumuz Nüfus Politikaları Kuruluyla uzun vadeli ve sürdürülebilir demografi stratejileri geliştiriyoruz. Aile Enstitüsüyle aile ve demografi alanlarında bilimsel temelli politika süreçlerini yürütüyoruz.” ifadelerini kullandı.

“Güçlü toplum, güçlü aileyle mümkündür ilkesiyle hareket ediyoruz”

Aileyi güçlendirmenin yolunun toplumun tüm kesimlerini aynı hedefte buluşturan kapsamlı bir seferberlikten geçtiğine dikkati çeken Göktaş, bu nedenle bu yıl ilan edilen “Aile Yılı”nın finansal desteklerden eğitime, kültürel etkinliklerden dijital dönüşüme kadar uzanan çok katmanlı bir hareketin çatısı olduğunu aktardı.

Bakan Göktaş, ailenin evrensel bir değer olarak yeniden tanımlanması ve bu değerin yenilikçi çözümlerle savunulması gerektiğini belirterek, şunları kaydetti:

“Aksi halde çok yakın bir gelecekte kendimizi anaokullarının kapandığı, huzurevlerinin dolup taştığı, bağların dijital ama yalnızlığın salgın gibi yayıldığı bir dünyada bulabiliriz. Türkiye olarak, “güçlü toplum, güçlü aileyle mümkündür” ilkesiyle hareket ediyoruz. Ailemiz geleceğimiz diyoruz. Bu sadece bir slogan değil, ortak hakikatimizdir. Gelecek nesillere daha adil, daha huzurlu ve daha umutlu bir dünya bırakmak istiyorsak işe aileyle başlamalıyız. Şunu unutmamak gerekir; sevgi, dayanışma ve adaletin hakim olduğu aileler, gelecek nesillere bırakacağımız en büyük değerdir.”

Göktaş”ın konuşmasının ardından, forumun katılımcıları sahneye davet edilerek, toplu aile fotoğrafı çekildi.

“Forumumuzda ele alınacak konuların bütün dünyada yankı bulmasını temenni ediyorum”

Bakan Göktaş, Anadolu Ajansının (AA) global iletişim ortağı olduğu Uluslararası Aile Forumu”na ilişkin sosyal medya hesabından da paylaşımda bulundu.

Göktaş, “Gelecek nesillere daha adil, daha huzurlu ve daha umutlu bir dünya bırakmak istiyorsak, işe aileyle başlamalıyız. 27 ülkeden bakanlar ve üst düzey politika yapıcıların katılımıyla “Küreselleşen Dünyada Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi” temasıyla hayata geçirdiğimiz Uluslararası Aile Forumu”nun açılışını gerçekleştirdik. “Aile diplomasisi” anlayışıyla aile kurumunu uluslararası platformlarda ortak bir sorumluluk ve küresel bir gündem maddesi haline getirme iradesinin göstergesi olan forumumuzda ele alınacak konuların bütün dünyada yankı bulmasını temenni ediyorum.” ifadesini kullandı.

📍Uluslararası Aile Forumu, İstanbul“Gelecek nesillere daha adil, daha huzurlu ve daha umutlu bir dünya bırakmak istiyorsak, işe aileyle başlamalıyız.”27 ülkeden Bakanlar ve üst düzey politika yapıcıların katılımıyla “Küreselleşen Dünyada Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi”… pic.twitter.com/vqVWqpY4Rs— Mahinur Özdemir Göktaş (@MahinurOzdemir) May 22, 2025

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.

Source:


Bilim dünyasını şaşırtan keşif: Bu kuşlar aile kavramını yeniden yazıyor

Doğu Afrika’da yaşayan muhteşem sığırcıklar (Lamprotornis superbus), yalnızca kendi yavrularını değil, diğer grup üyelerinin yavrularını da büyütüyor. Yeni bir araştırma, bu kuşların ömürleri boyunca ebeveynlik ve yardımcı rolleri arasında dönüşümlü şekilde geçiş yaptığını ortaya koyarak, hayvanlar aleminde sosyal karşılıklılığın düşündüğümüzden çok daha yaygın olabileceğini gösteriyor. YARDIM EDERKEN AKRABA OLMAK ŞART DEĞİL Kenya’da bulunan uzun süreli bir üreme sahasında yapılan araştırmada, bilim insanları muhteşem sığırcıkların 20 yıl boyunca gösterdiği davranışları inceledi. Bulgular, her bir üreme döneminde her kuşun bir ebeveyn çiftin yavrularını büyütmeye yardım ettiğini gösterdi. Kuşlar genellikle akraba oldukları bireylere yardım etmeyi tercih etse de, akraba olmayan grup üyelerine de gönüllü olarak yardım ettikleri ve aynı şekilde yardım aldıkları gözlemlendi. Bu durum, şimdiye kadar geçerli kabul edilen “yardımın yalnızca genetik akrabalık temelli olduğu” varsayımını sorgulatıyor. EBEVEYNLİKTE GERİŞ DÖNÜŞ ŞAŞIRTIYOR Araştırmayı ilginç kılan bir başka bulguya göre kuşlar yalnızca bir kez anne ya da baba olduktan sonra gruptan çekilmiyor, bir sonraki üreme sezonunda yeniden yardımcı rolüne geri dönüyorlar. Bu, özellikle dikkat çekici çünkü çoğu türde yavru büyütmeye yardım eden bireyler genellikle daha genç ve henüz ebeveyn olmamış oluyor. Muhteşem sığırcıklarda ise tecrübeli ebeveynler bile bazen “nanny” rolünü üstleniyor. Bu da sosyal yapının yalnızca biyolojik zorunluluklarla değil, grup içi işleyişle ve muhtemelen karşılıklı faydayla şekillendiğine işaret ediyor.

Source: Haber Merkezi


AKP’li belediyeden tartışmalı uygulama: Parktaki banklara cinsiyet ataması!

AKP”li Çorum Belediye Başkanı Halil İbrahim Aşgın , Çorum meydanındaki banklara cinsiyet ataması yaptı. Sosyal medya hesabından son uygulamasını çektiği bir video ile X hesabından paylaşan Aşgın, Tarihi Çorum Meydanı”nda kadınlarımız için ayırdığımız banklar, SADECE HANIMEFENDİLERİN i fadelerini kullanarak belirli bir bölgedeki bankların sadece kadınlara ayrıldığını açıkladı. Çorum meydanına bankların cinsiyet ataması ile alakalı olarak bir de uyarı levhası asıldığı görüldü. Levhada “Bu banklar hanımefendilere ayrılmıştır” ifadeleri yer alıyor. MİLLİ MÜCADELE KARŞITI İSKİLİPLİ ATIF İÇİN PAYLAŞIM Aşgın”ın, vatana ihanet ettiği gerekçesiyle idam edilen İskilipli Atıf”ın da mezarını ziyaret etmesi gündem olmuştu. Milli mücadele karşıtı olan İskilipli Atıf”ın mezarını ziyaret ettiği anları sosyal medya hesabından paylaşan Aşgın, Büyük âlim, son devrin din mazlumlarından İskilipli Atıf Hoca”yı şehadetinin 99. sene-i devriyesinde kabri başında dualarla, İskilip Ulu Camii’de Mevlîd-i Şerîf ile yâd ettik. Ruhu şâd, mekanı cennet olsun. ifadelerini kullanmıştı.

Source: Haber Merkezi


Zabıta memurları engelli vatandaşı darbetti

Amasya”da Merzifon Belediyesi”ne bağlı zabıta ekipleri, bir çay ocağı önünde tartıştıkları yüzde 61 bedensel engelli Selahattin Bozkurt”un (43) önce üzerine yürüdü. Zabıtalar daha sonra Bozkurt”un boğazını sıkıp yere düşürerek darbetti. “YUMRUK ATIP BOĞAZIMI SIKTILAR” Bozkurt, çay ocağı sahibine yardım etmek için orada bulunduğunu ifade etti. Olaydan sonra hastaneye giderek darp raporu alan Bozkurt, zabıtalardan şikayetçi oldu. Evli ve 2 çocuk babası olan Bozkurt, “Zabıtalar benden masa ve sandalyeleri kaldırması istediler. Masa, sandalye, şekerlik ve bardakları kırdılar. Yumruk atıp boğazımı sıktılar” dedi. İDARİ İNCELEME BAŞLATILDI Merzifon Kaymakamlığı”ndan konuya ilişkin yapılan açıklamada, “Bazı sosyal medya hesaplarında ilçemizde faaliyet gösteren engelli bir işletme sahibine Merzifon Belediyesi zabıta personeli tarafından şiddet uygulandığına dair iddialar yer almaktadır. İddialara konu olay 21 Mayıs 2025 günü saat 11.00 sıralarında, ilçemiz Harmanlar Mahallesi Muammer Aksoy Sokak”ta bulunan bir işyeri ile ilgili Merzifon Belediyesi Zabıta Müdürlüğü”nün “masa ve taburelerin dışarı atıldığı, yolu engellediği” şeklindeki bir ihbar yapılması üzerine yaşanmıştır. Zabıta görevlileri şikayet üzerine, tabure ve masaları kaldırmak istediğinde, işyerinde bulunan 2 şahıs ile arbede yaşanmış, her iki tarafın da olayla ilgili şikayetçi olmaları üzerine, doktor raporları alınarak, Polis Merkezi Amirliği”ne intikal ettirilmiştir. Konuyla ilgili olarak adli tahkikatla birlikte, zabıta memurları hakkında idari inceleme de başlatılmış olup, inceleme ve soruşturma neticeleri hakkında gerekli bilgilendirmeler bilahare yapılacaktır” denildi. BELEDİYE BAŞKANI: TASVİP ETMİYORUM Merzifon Belediye Başkanı Alp Kargı ise “Tartışmanın kavgaya dönüşmesini ben de tasvip etmiyorum. Biz de inceleme başlattık” açıklamasında bulundu.

Source: Son Dakika


120 yıllık şişeden tarihi sırlar çıktı

16. yüzyıldan kalma Benardine Manastırı”nın kapı kulesinde yürütülen koruma çalışmalarında keşfedilen mektup, 9 Mayıs 1905 tarihini taşıyor. Mektubun yazarı ise Kazimierz Biskupi köyünde yaşayan bir demirci olan Karol Szulc… Bir zaman kapsülü gibi 120 yıl saklı kalan mektubun içindeyse döneme ışık tutan detaylar saklı…

“Sayın Beyler” hitabıyla başlayan mektupta Szulc, Rus İmparatorluğu”nun baskıcı yönetimi altında yaşayan Polonyalıların içinde bulunduğu durumu, “Ve şimdi Rus İmparatoru Nikolay”ın yönetiminde, biz Polonyalılar için hayat gerçekten dehşet verici. Rus kırbacının terinde inliyoruz” ifadeleriyle anlatıyor…

POLONYALILARIN SESSİZ DİRENİŞİ

Mektup, 1905 Rus Devrimi”nin başladığı yılın hemen sonrasına ait. O dönemde Polonya; Rusya, Prusya ve Avusturya arasında bölünmüş durumda olduğundan henüz resmi olarak bağımsız bir devlet değildi. Ancak Polonyalılar, Çarlık yönetiminin baskılarına karşı protestolar ve grevlerle direnişe geçmişti.

Çarlık rejimi ise bu protestolara sert bir şekilde karşılık vermiş ve yüzlerce kişinin öldüğü olaylar sonrası sıkıyönetim ilan edilmişti. Binlerce kişi de tutuklanarak Sibirya”ya sürgün edilmişti…

“DÜNYANIN BAŞLANGICINDAN BERİ BÖYLESİ GÖRÜLMEDİ”

Szulc, mektubunda devam eden Rus-Japon Savaşı”na da değinerek şu satırları yazıyor:

“Gerçekten de şu anda Rusya, Japonya ile savaşta ve bu savaş öylesine korkunç ki, dünyanın başlangıcından bu yana böylesi görülmedi. Şimdiye kadar yaklaşık bir milyon kişi öldü ama savaş hala bitmedi.”

Bu savaş, Rusya için tarihi bir hezimetle sonuçlanmış, Çarlık yönetimi ağır prestij kaybına uğramıştı.

“GERÇEK BİR TARİHİ BELGE”

Mektubun sonunda Szulc, köyün din adamı Papaz I. Malachowski”yi övüyor:

“Böylesine zor zamanlarda bile Tanrı, papazımızı Kutsal Ruh”la ilhamlandırdı. Gönüllü bağışlarla yeni bir kilise inşa etti. Ustabaşı Nowakowski”nin elleriyle yeniden inşa edildi.”

Kazimierz Biskupi Belediye Başkanı Gregorz Maciejewski ise sosyal medya üzerinden yaptığı paylaşımda mektubu, “Hepimiz için büyük bir sürpriz. 120 yıl önce köyümüzde yaşamış Karol Szulc”un yazdığı bu mektup, Rus işgali altındaki yaşamı anlatıyor. Gerçek bir tarihi belge” sözleriyle duyurdu…

Source: Derleyen: Ozan Kılıç


ABD”de İsrail büyükelçilik personeline saldırı hakkında bilinenler

İsrail Büyükelçiliği’nde görevli oldukları söylenen Yaron Lischinsky ve Sarah Lynn Milgrim , ABD’nin başkenti Washington DC’de yer alan Capital Jewish Museum önünde uğradıkları silahlı saldırı sonucu öldürüldü. Saldırının, FBI Washington sahasında da yer alan turistik ve resmi binaların yoğun bulunduğu 3rd St NW civarında gerçekleştiği bildirildi. Polis, saldırganın Chicago’lu 30 yaşındaki Elias Rodriguez olduğunu açıkladı. Gözaltına alınan şüpheli, müzeye girmeden önce elinde tabanca ile dört kişilik bir gruba ateş açtı. Sosyal medyada yayınlanan videolarda, müze içerisine girdikten sonra güvenlik güçlerince etkisiz hale getirilen Rodriguez’in, gözaltına alındığında “Free Palestine” (Özgür Filistin) şeklinde slogan attığı görüldü. Elias Rodriguez ÖLENLERİN KİMLİKLERİ Saldırıda ölen iki kişi, İsrail’in ABD Büyükelçiliği tarafından Yaron Lischinsky ve Sarah Lynn Milgrim olarak açıklandı. İsrail’in Washington Büyükelçisi Yechiel Leiter , ölen personelin yakın zamanda nişanlanmayı planladığını belirtti. Bölgedeki Yahudi toplumunun önde gelen isimlerinden haham Levi Shemtov , çiftin şehirde düzenlenen Yahudi etkinliklerinde sıklıkla görüldüğünü söyledi. Sarah Lynn Milgrim ve Yaron Lischinsky GÖRGÜ TANIKLARI NE DEDİ? Saldırının hemen ardından müze çevresinde bulunan tanıklar, yaşadıkları olayı anlattı. Katie Kalisher adlı bir tanık, saat 09:07 civarında silah sesleri duyduklarını söyledi ve şöyle devam etti: “Bir adam müzeye girdi, oldukça sarsılmış görünüyordu. İlk başta sadece yardıma ihtiyacı olduğunu düşündük.” Elias Rodriguez (30) Etkinlik katılımcılarından Yoni Kalin ise şunları anlattı: “İnsanlar onu sakinleştirmeye çalıştı, su verdiler. Birilerini vurduğunu kimse bilmiyordu. Polis gelince “Ben yaptım. Silahım yok artık” dedi. Ardından kırmızı bir kefiye çıkarıp “Gazze için yaptım. Özgür Filistin. Tek çözüm intifada devrimi” diye bağırmaya başladı.” Capital Jewish Museum ETKİNLİK NEYDİ? Saldırının gerçekleştiği Capital Jewish Museum , diplomatlar ile bölgedeki genç Yahudileri bir araya getirmeyi hedefleyen bir etkinliğe ev sahipliği yapıyordu. Amerikan Yahudi Komitesi tarafından düzenlenen etkinliğin teması “acıdan amaca yolculuk” olarak duyurulmuştu. Ortadoğu’daki insani krizlere yanıt veren yardım kuruluşlarının da davetli olduğu belirtildi. Etkinliğin saati kamuya açık ilan edilirken, adres sadece kayıt yaptıranlara özel olarak paylaşılmıştı. TRUMP VE NETANYAHU NE DEDİ? ABD Başkanı Donald Trump , saldırıya sosyal medya platformu Truth Social üzerinden şöyle tepki verdi: “Bu korkunç cinayetler, açık şekilde antisemitizme dayanıyor ve derhal sona ermeli. Nefrete ve radikalizme ABD’de yer yok. Kurbanların ailelerine başsağlığı diliyorum. Böyle şeylerin yaşanabiliyor olması çok üzücü.” İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ise saldırıyı sert sözlerle kınadı.

Source: Dış Haberler Servisi


Zabıta, engelli esnafın boğazını sıktı, çay bardağı fırlattı! Çay ocağı karıştı

Amasya”nın Merzifon ilçesinde Zabıta Müdürlüğü’ne yapılan “çay ocağı önüne konan masa ve taburelerin yolu kapattığı” yönündeki ihbar üzerine ekipler bölgeye yönlendirildi.

Yüzde 61 bedensel engelli olduğu belirtilen işletme sahibi Selahaddin Bozkurt ile masa ve taburelerin kaldırılması konusunda zabıta ekipleri arasında tartışma çıktı. Tartışmanın büyümesiyle yaşanan arbedede, bir zabıta personelinin işletme sahibine çay bardağı fırlattığı ve boğazını sıktığı iddia edildi.

Taraflar, polis merkezine giderek karşılıklı şikayetçi oldu. İfadeleri alınan kişiler için doktor raporları da hazırlandı.

KAYMAKAMLIK AÇIKLAMA YAPTI

Merzifon Kaymakamlığı’ndan yapılan yazılı açıklamada, sosyal medyada yer alan “zabıtadan engelli vatandaşa şiddet” iddialarına değinilerek şu ifadeler yer aldı:

“Zabıta görevlileri, yapılan ihbar üzerine masa ve tabureleri kaldırmak istediklerinde iş yerinde bulunan 2 şahıs ile arbede yaşanmıştır. Her iki tarafın da şikayetçi olması üzerine adli süreç başlatılmış, ayrıca zabıta memurları hakkında idari inceleme başlatılmıştır. Soruşturmanın sonucu kamuoyuyla paylaşılacaktır.”

Olayla ilgili hem adli hem de idari süreç devam ediyor.

Source:


Trump”ın “beyaz çiftçilere soykırım” iddialarına sunduğu kanıtlar AfriForum”a dayanıyor

İkilinin Beyaz Saray”da gerçekleşen görüşmesinde, Trump”ın soykırıma delil olarak sunduğu materyallerin büyük kısmının Afrikaner toplumunun en büyük sivil toplum kuruluşlarından AfriForum tarafından sağlandığı belirtiliyor.

Trump ile Ramaphosa”nın Beyaz Saray”daki görüşmesine “beyaz çiftçilere soykırım” iddiası damga vurdu

Trump, görüşme sırasında Ramaphosa”ya, muhalefet partisi lideri Julius Malema”nın “Kill the Boer” (Boerlere ölüm) sloganını attığı bir video izlettirdi ve beyaz çiftçilerin mezar ziyaretlerini gösteren görüntüler sundu. Ayrıca, bazı gazete kupürlerini de delil olarak gösterdi.

Başkan Trump”ın oynattığı bir diğer klipte, öldürülen beyaz çiftçilerin anısına yol kenarına dikilen beyaz haçlar yer aldı. Ramaphosa, bu görüntüleri şaşkınlıkla karşılayarak, “Bunun nerede olduğunu bilmek istiyorum çünkü bunu hiç görmedim.” dedi.

“Soykırım” iddialarını reddeden Ramaphosa, Trump”ın beyaz çiftçilerin topraklarının ellerinden alındığı ve öldürüldükleri yönündeki iddialarına karşı çıktı.

Ramaphosa, ülkede “suç” oranının yüksek olduğunu kabul etti ancak Güney Afrika”daki kurbanlarının çoğunluğunun siyahi olduğunu belirtti.

Trump”ın karşılıklı konuşmalarındaki iddiaları hakkında ise Ramaphosa, “Biz buna tamamen karşıyız. Bu hükümet politikası değildir.” ifadesini kullandı.

Başkan Trump”ın söylemini şekillendiren AfriForum kampanyaları

AfriForum, uzun süredir beyaz Afrikalıların sistematik şekilde hedef alındığını öne sürerek, uluslararası kamuoyunda kampanyalar yürütüyor. Bu kampanyaların Trump”ın söylemlerini etkilediği biliniyor.

Mayıs 2018″de AfriForum CEO”su Kallie Kriel ve yardımcısı Ernst Roets, Güney Afrika”daki toprak reformları sonrası Washington”a giderek Trump yönetimiyle görüşmüştü.

Bu kapsamda Trump”ın Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, Senatör Ted Cruz”un ekibi ve çeşitli muhafazakar düşünce kuruluşlarıyla bir araya gelmişti.

Ernst Roets, aynı yıl Fox News”te Tucker Carlson”ın programına çıkarak “çiftliklerde olağan dışı oranlarda işkenceyle cinayet işlendiğini” iddia etmişti.

Carlson, bu röportajın bir bölümünü paylaşarak, “Güney Afrika”da beyaz çiftçiler toprakları için vahşice öldürülüyor ve kimse bu konuda konuşacak kadar cesur değil.” ifadelerini kullanmıştı.

Temmuz 2024″te AfriForum, ABD”de Afrikaner Vakfının lansmanını gerçekleştirmişti. Vakfın başına getirilen Roets, Washington”daki Ulusal Muhafazakarlık Konferansı”na konuşmacı olarak katılmış, New York Genç Cumhuriyetçiler”e hitap etmiş ve ABD Kongresi”ni ziyaret etmişti.

AfriForum, 2023 raporunda Güney Afrika”da yılın ilk çeyreğinde 77 çiftlik saldırısı ve 9 cinayet kaydedildiğini açıklamıştı. Bu saldırıların büyük kısmının beyaz nüfusun en yoğun yaşadığı Gauteng eyaletinde gerçekleştiği ifade edilse de veriler bağımsız taraflarca doğrulanamamıştı.

Güney Afrika hükümeti iddiaları reddederken, Trump konuyla ilgili aksiyon almayı sürdürüyor

Güney Afrika hükümeti, Trump ve AfriForum”un söylemlerini “yanıltıcı ve istismarcı” olarak nitelendiriyor. Devlet yetkilileri, ülkedeki şiddetin ırk temelli politika olmadığını, bu tür söylemlerin toplumsal kutuplaşmayı artırabileceği uyarısında bulunuyor.

Trump, Güney Afrika”da “soykırım” yaşandığını iddia ederek, ABD”nin bu ülkeye yaptığı tüm yardımları kesmiş ve bazı beyaz Güney Afrikalı çiftçileri mülteci olarak ABD”ye kabul etmişti.

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.

Source:


Doğurganlıkta dibi gördük… Aile Bakanı Göktaş: Tarihimizin en düşük seviyesi!

Dijitalleşmeden demografik değişimlere, kültürel dinamiklerden sosyal politikalara kadar pek çok konunun ele alındığı ‘Uluslararası Aile Forumu’ Şişli”de yapıldı. Programa Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş’ın yanı sıra 27 ülkeden bakanlar, üst düzey yöneticiler ve yurt dışından çok sayıda davetli katıldı. Forumun açılışı yöresel dans gösterileriyle yapıldı. Gösterilerin ardından bir konuşma yapan Bakan Göktaş cinsiyetsizleşme, modernleşme ve dijitalleşme konularına dikkat çekti. “CİNSİYETSİZLEŞTİRME GİBİ KÜRESEL İDEOLOJİK AKIMLAR HIZLA YAYGINLAŞIYOR” “Hepimiz biliyoruz ki modernleşme hayatımıza pek çok kolaylık, imkan ve yenilik getirdi. Ancak bu süre hayatın her alanını etkilediği gibi aile kurumunda derinden sarstı. Artık bireyselliğin ön plana çıktığı, sınırsız özgürlüğün yüceltildiği bir çağda yaşıyoruz. Bu bakış açısı aileyi toplumsal hayatından çekip sadece kişisel bir tercihe indirgemeye başladı. Dayanışmanın yerini yalnızlık, bağlılığın yerine geçicilik, sorumluluğun yerini sınırsız seçenekler alıyor. Diğer yandan aile sorununu tehdit eden cinsiyetsizleştirme gibi küresel ideolojik akımlar hızla yaygınlaşıyor. Dijitalleşme, yüz yüze iletişimi azaltarak aile içi ilişkileri olumsuz etkiliyor” diyen Göktaş çarpıcı istatistiklere yer verdi. #r-1115820,1116217# “DOĞURGANLIK HIZI TARİHİMİZİN EN DÜŞÜK SEVİYESİNDE” Yeni dünya düzeninde gelişim gösteren dijitalleşme ve şehirleşmelerin aileyi güçlendirmesi gerekirken tam aksine aile bağlarını zayıflattığına dikkat çeken Bakan Göktaş konuşmasına şöyle devam etti: “Modern hayatın dayadığı yaşam biçimi, aile kurmayı bir yük gibi gösteriyor. Gençler evlilikten uzaklaşıyor. Anne babanın rolleri zayıflıyor. Kuşaklar arası bağlar kopuyor. Bugün geldiğimiz nokta yıllarca yürütülen kalkınma politikalarının aileye ilerlemenin önünde bir engel birliği değerlendirmesinin sonucudur. Maalesef uzun yıllar pek çok ülkede doğurganlığın düşmesinin büyük katkı sağlayacağına inanıldı. Ve aynı duruş niyetiyle nüfus planlamaları adı altında müdahalelerde bulundu. Bu nedenle doğurganlık hızı birçok ülkede nüfus yenilenme seviyesinin altına düşmüş durumda. Bazılarında onda birin altına indi. Türkiye”de ise tarihimizin en düşük seviyesi olan 1,48’e geriledi. Nüfus azalması ve yaşlanması birçok ülkede toplumsal yapıyı tehdit eden bir unsur haline geliyor. Diğer yandan göçler, afetler, savaşlar ve ekonomik baskılar, aileyi savunmasız bırakabiliyor. Tüm bu yaşananlar ekonomik gelişim, toplumsal dayanıklılık ve gelecek nesiller adına ciddi bir durumdur. Aile kurumunun ve demokratik yapıyı tehdit eden bu süreçler kültürler arası farklılıklar gösterse de kökeninde ortak dinamikler barındırıyoruz” “AİLEYİ KORUMAK SADECE BİR SOSYAL POLİTİKA DEĞİLDİR” Bakan Göktaş, toplumun temel yapı taşı olan aile kurumunun güçlendirilmesi için ortak akılla hareket edilmesi gerektiğini vurgu yaptı. ’’Ülkeler arası bilgi paylaşımı, iyi uygulamaların aktarımı her zamankinden daha çok önem arz ediyor. Şunu çok iyi biliyoruz ki hiçbir ülke bu sorunlarla tek başına mücadele edemez. Hepimizin yaşadığı bu ortak sorunlarımıza ortak çözümler aramak durumundayız. Aileyi korumak sadece bir sosyal politika değildir insanlığın ortak sorumluluğudur. Aileyi yaşatmak, insanlığı yaşatmaktır. Amaç, aileyi merkeze alan ekonomi, kültürel ve psikososyal boyutlarıyla ele alan bütüncül politikalar uygulamaktır. Aile dostu şehir planlamasından eğitim politikalarına, medya içeriklerinden dijital platformlara kadar her alanda ailenin korunmasını önceleyen stratejiler oluşturmalıyız. Uluslararası daha güçlü bir aile diplomasisi geliştirmeliyiz. Tıpkı çevre, iklim ya da insan hakları gibi aile de artık küresel bir gündem maddesi olmalıdır. Kültürel değerleri koruyan ama evrensel ilkeleri de önceleyen, aileyi güçlendiren uygulamaların izlenebileceği uluslararası göstergeler geliştirmekle bu çabanın önemli bir parçası haline gelmelidir’’ diye konuştu. “AİLENİN KORUNMASI VE GÜÇLENDİRİLMESİ BÜTÜNCÜL BİR YOL HARİTASIDIR”” Bakan Göktaş, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bünyesinde hayata geçirilen ‘Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi Eylem Planı’ nın Türk aile yapısı açısından önemine dikkat çekti. ’’Her politikanın şu sorulara cevap vermesi beklenmektedir. Yürüttüğümüz politikalar aile yapısı ve dayanışmasını destekliyor mu? Aile durmayı kolaylaştırıyor mu, zorlaştırıyor mu? Çocukların gelişimi ve güvenliği açısından nasıl bir etki oluşturur? Aile içi ilişkileri güçlendirecek sosyal ve ekonomik zemini sağlıyor mu? Bu sorular, politikalarımızı aile perspektifinden yeniden ele almamızı sağlayacağız. Türkiye olarak geçtiğimiz yıl açıkladığımız ailenin korunması ve güçlendirilmesi vizyon belgesi ve eylem planı tam da bu sorulara yanıt arayan bütüncül bir yol haritasıdır. Bu belgeyle ailenin aileyi ve dinamik nüfus yapısını korumak. Dijital güvenliği sağlamak, küresel risklere karşı aileyi dirençli kılmak, kuşaklar arası dayanışmayı güçlendirmek gibi pek çok stratejik hedef ortaya koyduk. Bu hedefler doğrultusunda kurumsal ekonomimizi güçlendirdik. Kurduğumuz Aile ve Nüfus Politikaları daire başkanlığı ile politikalarımızın çok boyutlu bir yaklaşımla koordine etmeye başladık” dedi. “AİLE YILI ÇOK KATMANLI BİR HAREKETİN ÇATISIDIR”” Aile yapısını güçlendirmek için birçok yenilikçi adımlar attıklarını kaydeden Bakan Göktaş, bu yıla özel verilen destekleri şöyle özetledi: “‘Aile Yılı’ finansal desteklerden eğitime, kültürel etkinliklerden, dijital dönüşüme kadar uzanan çok katmanlı bir hareketin çatısıdır. Evlenecek gençlerimizin ve çocuk sahibi olmak isteyen ailelere sağladığımız destekler, ailelere yönelik özel indirim avantajları, bu desteklerin sadece bir kısmını oluşturuyor. 7’den 70’e tüm aile bireylerini kapsayan bu politika ve faaliyetlerle aileyi daha güçlü ve geleceğe güvenle bakan bir toplumun temeli haline getiriyoruz. Tüm bu adımlar aileyi bir güç kaynağı olarak gören daha büyük bir vizyonun parçalarıdır. Bunlar sadece sembolik girişimler değil demografik gerçeklerle yüzleşen aile kurumunu canlandırmaya yönelik ulusal bir stratejidir. Bugün bizleri bir araya getiren bu forumda bu stratejinin uluslararası ölçekte paylaşılması açısından son derece kıymetlidir. Aile konusunu öncelikli gündem haline getirmek için yürüttüğümüz aile diplomasisinin önemli bir parçasıdır. Birlikte ortaya koyacağımız her katkı yarının ailelerini koruma ve güçlendirme çabamıza ışık tutacaktır”

Source: Ali Tüfekçi


Yıldırım ‘aile için yürüdü”

Yıldırım Belediyesi ve Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü tarafından aile haftası dolayısıyla “”Ailemiz Geleceğimiz” farkındalık etkinlikleri düzenledi. Gökdere Meydanı”ndan Ahmet Taner Kışlalı Meydanı”na düzenlenen yürüyüş ile başlayan etkinliklere Yıldırım Belediye Başkanı Oktay Yılmaz, Sosyal Hizmetler İl Müdürü Faruk Uysal, Yıldırım Kaymakamı Metin Esen, Yıldırım İlçe Emniyet Müdürü Sakıp Yalta, İlçe Gençlik Hizmetleri ve Spor Müdürü Mehmet Demirci, AK Parti Yıldırım İlçe Başkanı İrfan Akkaya, AK Parti il ve ilçe yöneticileri, meclis üyeleri ve sivil toplum kuruluşu temsilcileri katıldı. AİLE SEVGİDİR GÜÇTÜR HUZURDUR Ailenin, toplumun çekirdeğini, ruhunu ve direncini oluşturduğunu vurgulayan Yıldırım Belediye Başkanı Oktay Yılmaz, “2025 yılının “Aile Yılı” ilan edilmesi, bir söylemden ibaret değildir. Bu çağrı, bir eylemdir, bir bilinçtir, bir hareketin adıdır. Bu hareketin en anlamlı duraklarından biri bugünkü farkındalık yürüyüşüdür. Sloganlar üretmiyor, toplumsal adımlar atıyoruz. Kadın kooperatiflerimiz, girişimcilik merkezlerimiz, gençlik projelerimiz, aile danışmanlık merkezlerimizle bu topraklara umut ekiyoruz. Bugün çıktığımız bu yürüyüş; birliğe, sevgiye ve güvene çıkan yoldur” diye konuştu. ORTAK PAYDAMIZ Sağlam aile temelleri atmanın toplumun huzur, güven ve mutluluğuna giden ilk adım olduğunu belirten Sosyal Hizmetler İl Müdürü Faruk Uysal, “Ortak paydamız olan aile için ortak çalışmalar yapıyor, bu konuda farkındalık oluşturuyoruz. Bize destek olan Yıldırım Belediyesi”ne ve Başkanımız Oktay Yılmaz”a teşekkür ediyorum ifadelerini kullandı. Ailenin toplumun temel taşı olduğunu hatırlatan Kaymakam Metin Esen ise “Bu mefhumu korumak için merkezi hükümet ve yerel yönetimlerimiz ortak projeler geliştiriyoruz” dedi. Konuşmaların ardından konuklar, Ahmet Taner Kışlalı Meydanı”nda bulunan stantları ziyaret ettiler.

Source: Sabah


Hatay”da muhtara taş ocağında darp ve tehdit: “Cumhurbaşkanı da gelse bize kimse bir şey yapamaz”

Depremde büyük yıkım yaşayan Hatay”da ikinci afeti yaratan taş ocakları, yurttaşlar için her gün başka bir sorun yaratıyor. İskenderun”un Sarıseki ilçesinde Tiftik Beton ve Alçısan ortaklığında olan firmanın yaptığı taş ocağına yurttaşlar karşı çıkarken yurttaşların temsilcisi mahalle muhtarı Özcan Kayar, Salı günü taş ocağı yetkilileri tarafından sözlü ve fiziki saldırıya maruz kaldı. Saldırı sonrası şirket çalışanlarından şikayetçi olan Kayar, ifadesinde “31 Mart 2024’te Sarıseki Mahallesi’ne muhtar seçildim. Sarıseki Mahallesi Kanyon Park üstünde faaliyet gösteren Alçısan-Tiftik Beton ortaklığında işletildiğini bildiğim taş ocağının mahallemizde yaşayan vatandaşlara maddi ve manevi rahatsızlık verdiğini gördüm. Bu konuda bana vatandaşlardan da geri dönüş oldu. Ben de yasal hakkımı kullanarak bu taş ocağının kapatılması için başvuruda bulundum” dedi. ‘Burada devlet biziz’ 20 Mayıs günü Orman Müdürlüğü Bölge Şefi olarak görev yapan Kemal Telek tarafından arandığını ve kendisine “Özcan Bey, taş ocağını kontrol etmek amacıyla beraber çıkacağız, siz de gelin, beraber gidelim” dediğini belirten Kayar, kurumun resmi aracından indiğinde yanında Telek ve üç personeli olduğu halde Alçısan-Tiftik Beton ortaklığındaki taş ocağının genel müdürü Adem Sargın’ın kendisine ağır hakaretlerde bulunduğunu ifade etti. Sargın’ın kendisine “ Seni bu taş ocağının içine gömerim” dediğini iddia eden Kayar, Sargın’ın yanındaki Serhat Avcı adlı şahsın da “Senin gibi muhtarları çok gördük. Senin gibi köpekleri çok bağladık. Bütün Sarıseki’yi de buraya getirsen bizim gücümüz var. Cumhurbaşkanı da gelse vali de gelse kimse bize bir şey yapamaz. Biz burada devletiz İstersem dinamitleri de artırırım, gerekirse Sarıseki’yi komple havaya uçururum” dediğini iddia etti. Hastaneden darp raporu Avcı’nın sözlü saldırısın ardından fiziki saldırıda bulunduğunu ve kendisine yumruk atmaya çalıştığını söyleyen Muhtar Kayar, geri çekilmeye çalışırken tartaklandığını belirtti. Saldırının ardından hastaneye giden Kayar’ın sağlık raporunda ise “Hastanın sağ gözünün 5 cm üzerinde alın bölgesinde 1 cm uzunluğunda yaklaşık 2 mm derinliğinde bir kesi bulunmaktadır” ifadeleri yer aldı. ‘Bahaneyle geçiştirilemez’ Cumhuriyet”e konuşan CHP Hatay Milletvekili Nermin Yıldırım Kara depremden sonra ÇED süreci aranmaksızın açılan taş ve maden ocaklarının, Hatay’ı adeta bir savaş alanı haline getirdiğine dikkat çekerken İskenderun’da yapılmak istenen taş ocağının “ Kentin boynuna atılacak yeni bir ilmekten farksız olacağını” belirtti. Mahalle halkının 13 Nisan’da bir araya gelerek taş ocağının, sağlık sorunlarını ve ekolojik hasarı daha da kötüleştirmekten başka bir işe yaramayacağını vurguladıklarını söyleyen Kara, “İktidarın hukuk tanımazlığı, ülkemizi bir çeteler düzeninin içine itmiştir. Seçilmiş bir muhtarı, mahallesinin hakkını savunuyor diye darp etmek, bu düzenin sonuçlarından birisidir. 6 Şubat’tan sonra ‘Kaynak gerekiyor’ gerekçesiyle şehrimize akın eden şirketlerin faaliyetleri, artık bu bahaneyle geçiştirilemeyecek bir noktaya varmıştır” tespitinde bulundu. “Saldırılar sır değil” Her gün her saat dinamit kullanarak patlatma yapmanın, şehir merkezlerini kamyonlarla doldurmanın, yurttaşları astım hastası etmenin iktisadi bir gerekçesi olamayacağına dikkat çeken Kara, “Bütün bunlar kar hırsı nedeniyle şirketlerin gözünün dönmüş olmasından kaynaklanıyor. Şirketlerin hoyratlığına ve gaddarlığına “Dur” demesi gereken yetkililer ve kurumlar ise sessiz” dedi. Yakın zamanda Artvin’de ağaç kesimine karşı çıkan bir yurttaşın vurularak öldürülmesini anımsatan Kara, “Çevre mücadelesinde şirketlerin, kimi zaman zafiyet kimi zaman göz yumma nedeniyle fiziki saldırılar tertiplediği bir sır değil” diyerek sözlerine şöyle devam etti: ‘Daha kaç kişi daha?’ “Başta Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, Hatay Valiliği ve Hatay Çevre İl Müdürlüğü başta olmak üzere, bütün yetkililere çağrıda bulunuyoruz: Sadece Sarıseki’de ve İskenderun’da değil, tüm Hatay’da, ÇED zorunluluğunun kaldırılması yüzünden gerçekleşen talana son vermek için harekete geçin. Denetimleri artırın, cezaları daha caydırıcı hale getirin ve “İhtiyaç var” denilerek bir halk sağlığı sorununun yaratılmasına göz yummayın. Bugün Sarıseki’de halkın iradesiyle seçilmiş muhtarı darp edecek cesareti kendilerinde bulanlar, bu bahaneye ve yetkililerin tepkisizliğine, hareketsizliğine güvenmektedir. Gerekli denetimleri yapmak için daha kaç kişinin darp edilmesi, hastalanması, yaralanması bekleniyor?”

Source: Çağdaş Bayraktar


“Mesire alanı için yüzlerce çam ağacı kesildi” iddiası yalanlandı

Muğla”nın Marmaris ilçesine bağlı Karaca Köyü”nde yapılmak istenen mesire alanı için yüzlerce çam ağacı kesildi.” iddiası yalanlandı.İletişim Başkanlığı, bölgede yapılan çalışmaların izinli doğalgaz hattı projesiyle ilgili olduğunu açıkladı.DMM”den yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:Bazı basın yayın organlarında yer alan, “Muğla”nın Marmaris ilçesine bağlı Karaca Köyü”nde yapılmak istenen mesire alanı için yüzlerce çam ağacı kesildi.” iddiası doğru değildir. Bahse konu haberde belirtilen “orman tahribatı” iddiası gerçeği yansıtmamakta olup, bölgede yapılan çalışmalar izinli doğalgaz hattı projesiyle ilgilidir. Söz konusu alan, Boru Hatları ile Petrol Taşıma A.Ş. (BOTAŞ) tarafından yürütülen doğalgaz boru hattı, pig istasyonu ve yol çalışmaları kapsamında, Orman Genel Müdürlüğünden yasal izin alınarak belirlenen alandır. Çalışmalar, Marmaris Orman İşletme Müdürlüğünün sorumluluğundaki sahada, sadece proje güzergahında bulunan ve çalışmalara engel teşkil eden ağaçların kontrollü şekilde kaldırılması/nakledilmesiyle sınırlıdır.Kamuoyunu manipüle etmeye yönelik asılsız iddialara itibar etmeyiniz.

Source: Www.star.com.tr


FHSZ’ye tabi çalışıyorum emekliliğime etkisi ne olur?

Soru: 18/5/2001 tarihinde sigortalı olarak çalışmaya başladım. 2012 yılından itibaren demir çelik fabrikalarında fiili hizmet süresi zammına tabi olarak çalışmaktayım. 1/3/1975 doğumluyum. Yıpranma paylarım emekliliğime nasıl yansır, ne zaman emekli olabilirim. Fahri Y. 18/5/2001 tarihli işe giriş tarihinize göre SSK kapsamında genel hükümlere göre emeklilik koşullarınız: 60 yaş 7000 gün veya 60 yaş, 25 yıllık sigortalılık ve en az 4500 gündür. Diğer taraftan, 2012 yılında 5510 sayılı kanunun 40. maddesinde belirtilen işyerlerinden demir ve çelik fabrikalarında fiili hizmet süresine tabi çalıştığınızı belirtmektesiniz. Demir ve çelik fabrikalarının 5510/40. maddede belirtilen işlerinde çalışanlara her 360 günlük çalışma için 90 gün fiili hizmet süresi zammı (FHSZ) verilmektedir. FHSZ’ler emeklilik işlemlerinde; sigortalıların beş yılı geçmemek üzere prim ödeme gün sayısına eklenmekte ve eklenen bu sürelerin yarısı emeklilik yaş hadlerinden indirilmektedir. Emeklilik yaş hadlerinden indirim için bu işyerlerinde en az 3600 gün çalışma şartı bulunmaktadır. Sizin emeklilik koşullarınıza etkisine gelince 2012 yılından itibaren bu işyerinde FHSZ tabi çalıştığınızı belirtmektesiniz. Bu kapsamda çalışma sürenizin 4000 gün olduğunu varsayarsak FHSZ’niz; 4000×90/360=1000 gün olur. Bu durumda, prim ödeme gün sayınıza ilave edilecek süre 1000 gün olacaktır. Yani emeklilik zamanı geldiğinde 7200 gününüz var ise 1000 gün daha ilave edilerek sanki 8200 gününüz varmış gibi işlem yapılacaktır. Emeklilik yaş haddinden indirimde ise FHSZ’ye tabi işyerinde 4000 gün çalışmanız bulunduğundan (en az 3600 gün çalışma şartı yerine gelmiştir.) 1000 günlük FHSZ’nin yarısı yani 1000/2=500=) 1 yıl 4 ay 20 gün, 60 yaştan düşürülerek daha erken emekli olabileceksiniz. ÖLEN OĞLUMDAN MAAŞ BAĞLANIR MI? Soru: Bağ-Kurlu iken ölen babamdan dolayı yetim aylığı alıyorum. Oğlum 9/2/2025 tarihinde sigortalı çalışırken vefat etti ve bekardı. Oğlumdan dolayı tarafıma ölüm aylığı bağlanır mı? Seyide Ş. Hak sahibi ana/babalara ölüm aylığı bağlama şartları 5510 sayılı kanunun 34. maddesinde belirtilmiş olup, bu koşullar; – Eş ve çocuklardan artan hissenin bulunması (65 yaşın üstünde olması halinde artan hisse şartı aranmaz), – Diğer çocuklarından hak kazanılan gelir ve aylıklar hariç olmak üzere gelir ve/veya aylık bağlanmamış olması, – Her türlü kazanç ve irattan elde etmiş olduğu gelirinin asgari ücretin net tutarından daha az olması, Şeklinde belirlenmiştir. Ana/babanın “her türlü kazanç ve iradının asgari ücretin net tutarının altında olması” durumu ise Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) denetmenlerince tespit edilmektedir. Babanızdan hak sahibi kız çocuğu olarak ölüm aylığı aldığınızı belirtmektesiniz. 5510/34. maddede belirtildiği üzere, ana babalara ölüm aylığı bağlanması için diğer çocuklarından hak kazanılan gelir ve aylıklar hariç olmak üzere, gelir/aylık bağlanmamış olması gerekmektedir. Bu durumda, babanızdan ölüm aylığı aldığınızdan, ölen çocuğunuzdan dolayı tarafınıza ölüm aylığı bağlanmaz. EVLENDİM MAAŞIM KESİLİR Mİ? Soru: SSK’den annemden ölen annemden dolayı malul yetim maaşı alıyorum. Evlendim, aylığım kesilir mi? Sultan M. SSK kapsamında iken ölen ana ve babadan dolayı tarafına ölüm aylığı bağlanan kız veya erkek malul çocukların aylıkları; kontrol muayenesi sonucu malullük durumlarının ortadan kalktığının anlaşılması, çalışmaları veya kendi sigortalılıkları nedeniyle gelir veya aylık almaları halinde kesilmektedir. Malul çocukların evlenmeleri, aylıklarının kesilmesini gerektirmez. Bu nedenle evlenmeniz halinde ölüm aylığınız ödenmeye devam edecektir. SORULARINIZ İÇİN nergis.simsek@ cumhuriyet.com.tr adresine e-posta yollayabilirsiniz.

Source: Nergis Şimşek


Sosyalist Enternasyonal İstanbul’da… Dünya solu ne yapmalı?

O kadar fazla sistematik saldırı altındayız ki… Kimi zaman büyük resmi görebilmek için yaşananları alt alta sıralamak önemli… Anketlerde birinci parti çıkan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) üzerindeki siyasi kuşatmanın hızlanarak sürmesi örneğin; İmamoğlu ve beraberindekilerin tutukluluğu, CHP’li belediyelere yönelik açılan davalar, atanan kayyumlar, bütçe kısıtlamaları… Tutuklanan gazeteciler, yasaklanan grevler, üniversitelerde muhalif seslerin bastırılması… Siyasal İslamın, tarikatlar, vakıf ve cemaatlerle eğitime attığı ilmekleri sıkılaştırması… Yeni anayasa söylemleri… Dahası da var ama uzatmayalım… Şimdi bu resmi alıp başka otoriter rejimlerde yaşananların üzerine koyalım. Aktörler, figürler, konular, sorunlar farklı olabilir ama ortak nokta: demokrasiye, sola, özgürlüklere sistematik bir saldırı… Sosyalist Enternasyonal’in altı ayda bir düzenlenen ve bu kez İstanbul’da CHP’nin ev sahipliğinde yürütülen konsey toplantısının ana başlığı “Hak Ettiğimiz Bir Dünya İçin Ya Hep Beraber Ya Hiçbirimiz” . Altı kıtadan, 81 ülkeden 89 partinin tam üye olarak yer aldığı toplantı küresel ölçekte sol, demokrat, sosyal demokrat ve sosyalist partileri bir araya getiren en büyük uluslararası siyasi organizasyon. Sistemsel krizlerin eşiğinde savrulan dünyada, solun yeniden kendini tanımlama ve çözüm üretme arayışının da bir sahnesi. İstanbul’daki toplantının kritik sorusu şu: Sol, yalnızca karşı çıkmakla mı yetinecek, yoksa somut bir gelecek vizyonu sunabilecek mi? DÜNYA NÜFUSUNUN YÜZDE 72’Sİ OTORİTER REJİMLERDE YAŞIYOR Önümde İngiliz siyaset teorisyeni James Pattison ’un önemli bir makalesi duruyor. Son yıllarda dünya siyaseti ciddi bir kırılma noktasına ilerliyor. Çin, Rusya, Macaristan, Türkiye ve benzeri ülkelerde otoriter uygulamalar güçlenirken liberal demokrasiler zemin kaybediyor. Artık dünya nüfusunun yüzde 72’si otoriter rejimlerde yaşıyor. “Bu durum yalnızca demokrasi idealine değil, aynı zamanda iklim değişikliğiyle mücadele, mülteci krizi, küresel yoksulluk, sağlık hizmetlerine erişim gibi insanlığın ortak meselelerine de ağır darbeler indiriyor” diyen Pattison küresel otoriterliğe karşı koymayı bir “ahlaki görev” olarak tanımlıyor. Ona göre bu mücadele, diğer birçok küresel sorumluluğun yerine getirilebilmesi için önkoşul niteliği taşıyor. Pattison, bu görevin üç temel dayanağı olduğunu söylüyor: 1. Kendini ve demokrasiyi savunma hakkı: Otoriter rejimler yalnızca kendi vatandaşlarını değil, aynı zamanda diğer ülkelerin egemenliğini ve seçim süreçlerini de hedef alıyor. Rusya’nın seçim müdahaleleri, Çin’in Kanada’daki siyasi etkileşimleri, Trump döneminde ABD’nin küresel insan haklarına yönelik küçümseyici tutumu bu tehdidin boyutunu gösteriyor. Pattison’a göre bu, sadece siyasi bir mesele değil, bir meşruiyet ve özgürlük sorunu. 2. Başkalarını korumak ve dayanışma: Ukrayna gibi işgale uğrayan ya da Myanmar’daki gibi soykırımlarla karşı karşıya kalan halklar için, uluslararası dayanışma hayati önemde. Liberal demokrasilerin, yalnızca kendi sınırlarını değil, başka ülkelerdeki demokrasi yanlısı hareketleri ve sivilleri de destekleme yükümlülüğü var. 3. Geleceği kurtarmak: Eğer otoriter rejimler uluslararası sistemi domine ederse, iklim değişikliğiyle mücadele, pandemilere karşı hazırlık, mültecilerin korunması gibi küresel görevler felce uğrar. Ayrıca bu rejimler “gerçeğin” kendisini hedef alır: bilgi kirliliği, yalan haberler ve “hakikat-sonrası siyaset” yükselir. Böyle bir dünyada işbirliği yapmak, uzlaşmak, çözüm üretmek çok daha zor hale gelir. İSTANBUL TOPLANTISI Yerel deneyimlerle beslenen, kadın hareketlerinden iklim adaletine, dijital emekten göçmen haklarına kadar geniş bir alanı kapsayan, katılımcı ve çoğulcu bir sol siyaset mümkün mü? İstanbul’daki toplantıda tartışmalar, bu soruya verilen yanıtlarla şekillenecek. Dijital çağda solun entegrasyonu, yerel mücadelelerin küresel görünürlük kazanması ve bilgi paylaşımı, yeni türden bir enternasyonalizmin ayak sesleri olabilir. Umut var mı peki? Evet, umut var. Ama bu umut, kendiliğinden filizlenmeyecek. İstanbul’daki bu toplantı, eğer ki deklarasyonların ötesine geçip sahada karşılığı olan politikalar, örgütlenmeler ve uluslararası dayanışma ağları doğurabilirse, yalnızca solun değil, tüm insanlığın geleceği için bir dönüm noktası olabilir. Not: İlgilenenler için Pattison’un makalesi: https://journals.sagepub.com/doi/ epub/10.1177/14748851251327165

Source: Özlem Yüzak


Cannes Film Festivali”nden notlar: ‘Festival’den sonra İran’a döneceğim’…

15 yıldır filmlerinin seçildiği festivallere katılamayan, Cannes’daki jüri üyesi koltuğu boş kalan, iki kez hapse girip çıkan, göreceli özgürlüğüne kavuşmak için açlık grevi yapmak zorunda kalan, film çekmesi yasaklanan, pasaportu elinden alınan Panahi, sonunda işte burada, önümüzde! DİRENİŞÇİ… Üstelik, geçen yıl Muhammed Resulof, 40 yıl önce de Yılmaz Güney örneklerinde gördüğümüz gibi sığınmacı bir yönetmen konumunda değil. Geri verilen pasaportu elinde, kanuni yollardan çıkıp gelmiş Fransa’ya. Ortak yapımcılarının konusunu dahi bilmedikleri, tümüyle İran’da gerçekleştirdiği filmin çekim sonrası çalışmalarını da Fransa’da, kendisi yapmış… “Sadece Bir Tesadüf”ün Cannes’da yarışacağı açıklanır açıklanmaz, ekibine ve oyuncularına yönelik soruşturmalar açılmış İran’da. Adliye önüne gidip onlara destek vermiş, salıverilmelerini sağlamış. Bugün, filmin oyuncuları ve teknik ekibi de, Panahi’yle birlikte Cannes yolculuğuna çıkabilmişler ve festival bittikten sonra da geri dönecekler… İran’ı yöneten mollaları kutlamak gerekir aslında! Yasakların, cezaların ve bin bir tür baskının geri teptiğini, temel amaçlarına da ters düştüğünü, sonunda kavrayabilmişler. Jafar Panahi direnişçi bir ruha sahip. İYİ NİYETLİ OLMAK YETERLİ DEĞİL… 22 filmin yarıştığı ana seçkide yer alan diğer İran filmi, genç yönetmen Saeed Roustaee (1989) imzalı “Kadın ve Çocuk”, her açıdan karşıt bir örnek oluşturan senaryosu yanında, anlatım diliyle de düş kırıklığı yaratıyor. Kadın hakları, adalet kurumunun bozukluğu, ataerkil geleneklerin baskısı, toplumsal ilişkilerin çürümüşlüğü, aile içi çatışma ve çekişmelerin şiddeti, eğitim sisteminin yetersizlikleri gibi birçok konuyu dallı budaklı bir senaryo içinde, karikatürize edilmiş karakterler eşliğinde işlerken, sık sık melodrama kaçmaktan kurtulamayan bir toplumsal sinema denemesi izliyoruz. Ciddi konuları iyi niyetle işlemek, iyi bir film yapmak için yeterli değil tabii ki. Saeed Roustaee, sanki Jafar Panahi’nin filminin ne kadar özgün, incelikli, başarılı bir başyapıt olduğunun altını daha kalınca çizebilmek için alınmış ana seçkiye! Saeed Roustaee yanında, İtalyan Mario Martone “Fuori”, Altın Palmiye sahibi genç Fransız kadın yönetmen Julia Ducournau da “Alpha” adlı filmleriyle ana seçkide düş kırıklığı yaratanların ilk sıralarında yer almaktalar. Amerikan sinemasının sesi de Richard Linklater (“Nouvelle Vague”) dışında çok zayıf kaldı bu yıl. Ödül listesini tersten oluşturmak gibi fantazi bir düşünceniz varsa eğer, verilecek “Teneke Palmiye” adaylarının sayısı, bu yıl biraz daha mı fazla yoksa?

Source: Mehmet Basutçu


Kalkınma için çare var mı

Ben de aklımın erdiği kadarıyla aşağıdakileri söylerim.- Çok kaliteli bir mesleki-teknik eğitim örgüsü kurulmalıdır.- Meclis’teki vekil sayısı yarıya düşürülmelidir.- Makam uçakları, otoları, lojmanlar minimuma indirilmelidir.- Yurtdışına beyin göçü engellenmelidir.- Zorunlu temel eğitim 8 yıl olmalıdır.- Üniversite sayısı yüzde 75 oranında azaltılmalıdır.- Kamudaki memur sayısı yarıya düşürülmelidir.- Tüm toplum yerli malları satın almaya yöneltilmelidir.- Nüfusu 5 binin altındaki ilçeler köy yapılmalıdır.- Okullardaki idareci sayısı yarıya indirilmelidir.- İlçe ve şehirlerdeki tüm ilkokul, ortaokul ve liseler aynı kampuste olmalıdır.- Bilimsel icatlara, yazılıma, kodlamaya, otomasyona, bilişime daha çok yatırım yapılmalıdır.- Tarım, hayvancılık Hollanda ve İsrail’deki gibi yapılmalıdır.- Yıl içindeki tatiller yarı yarıya azaltılmalıdır.- 40 yıl çalışmadan kimse emekli olamamalıdır.- Niteliksiz, mesleksiz, suçlu, niyeti kuşkulu mülteci göçü engellenmelidir.- Kara para, kumar, bahis, uyuşturucu ile ciddi manada mücadele edilmelidir.- Sigara her yerde yasak olmalıdır.- Tütün ve alkol kullananların SGK sağlık primi kesintisi yüzde 50 daha fazla olmalıdır.- Üniversitelerdeki gereksiz branşlar kapatılmalıdır.- Ulaşım ve yük taşımacılığı demiryolu, denizyolu ile yapılmalıdır.- Lüks, israf, şatafat, gösteriş, modanın peşinden sürüklenme sona erdirilmelidir.- Japonya, Güney Kore, Finlandiya, Almanya gibi kalkınmış ülkelerin ilerlediği çizgi tercih edilmelidir.- Tarikatlar, cemaatler, dini bozan fraksiyonlar yasaklanmalıdır.Ali ÖZDEMİR – EĞİTİMCİGÜNÜN SÖZÜAvukat Selma Dursun, “Avukat olayım mı?” diye soranlara cevap verdi:“Annen, baban zengin değilse olma. Sürünürsünüz.”ALİ ÖZGENTÜRK’ÜN ARDINDAN: KENTİNE ÂŞIK AMA BARIŞIK DEĞİLDİ Söyleyeceklerini konuşamadan, yazdıklarını yayınlayamadan, Adana filmini çekemeden yaşamdan kopacak olması en büyük kuşkumdu.16 yaşındayken köylerinde tiyatro yaptığı Adana’nın son 20-30 yıldaki haline üzülüp yıllar yılı kente uğramamış. 50. sanat yılını hem de smokin giyerek Seyhan Belediye Salonu’nda kutlarken dünyalar onun olmuştu. Âşık olduğu memleketindeki babaevini çocuklar için bir eğitim yuvası haline getirince de barışıklığı artıp birkaç yılda bir de olsa gelir olmuştu. Bu gelişlerinin bir dakikasında bile ayrı kalmadan Adana’yı / Adanalılığı nasıl yaşadığına tanıklık ettim.Adana için, ‘Altın Koza’ için sadece hayalleri değil projeleri de vardı. Bir Altın Koza bütçesi kadar dahi olmayan bir finansman sağlayamayınca, bir boksör kızın yaşam öyküsünü öne aldığı Adana filmini çekmedi, çekemedi. Açılışına katıldığı Sinema Müzesi’ne gönderdiği Yeşilçam Sokak’ta bulunan bir kamyon dolusu sinema objelerinin paketleri açılmadan beklediğini öğrendiğinde İstanbul’da aynı masadaydık. Dönemin belediye başkanına mektup yazıp iadesini istedi. Ve maalesef iade edildi! İstanbul’da bir üniversite sahiplendi onları. Sonra kirada oturduğu evindeki kütüphane ve arşivini babaevinde kurulacak bir kütüphaneye bağışlamak istediyse de bir belediyemiz nakliyesini gerçekleştiremedi sağlığında. Âşık olduğu kentine küsemiyordu ama gönülden barışık değildi Ali Abi. Kültür hazinesi bir canlı hafızayı toprağa verirken sağlığındaki öteki küskünlük ve isyanlarını hiç unutamayacağım.Orhan APAYDIN – ADANABİLİM VARSA DİN VARDIR ETKİ, bilgi değil duygudur.Bilgi bilinci, duygu arzu ve hevesi, hamaseti popülizmi yaratır.Liberal demokrasinin, yani Batı demokrasisinin sorunu ise sahip olduğu bilginin yetersizliği.Evrenin yaratılışıyla ortaya çıkan bilgiyle, dolayısıyla bilimle yetiniyor olması.Bu, tek kanatla uçmaya çalışmak gibi.Uçmak, yani özgür olmak için iki kanat gerekli değil mi?Big Bang varsa, Big Bang’in öncesi vardır.Fizik varsa, metafizik vardır.Bilim varsa, din vardır. Müjgan DOĞANÇAYDA MALİYET ARTIYOR AMA DESTEK YOK CHP Niğde Milletvekili ve Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Üyesi Ömer Fethi Gürer, çay üreticilerinin sorunlarını ve 2025 yılı yaş çay alım fiyatına yönelik eleştirilerini dile getirdi.Gürer, çay üreticilerinin beklentilerinin karşılanmadığını belirterek iktidarı, çay alım fiyatını 32 TL artı 4 TL destek ile 36 TL olarak güncellemeye davet etti.Gürer, “1 milyon çay üreticisi en az 32 liralık bir alım fiyatı, artı 4 lira da bir destek bekliyordu. Ama açıklanan 25 lira 44 kuruşluk fiyat üreticiyi hayal kırıklığına uğrattı” dedi. Gürer, ÇAYKUR’un 2024 yılında 49 çay fabrikasında toplam 783 bin ton yaş çay alımı gerçekleştirdiğini hatırlatarak, “Geçen yıl açıklanan 19 liralık fiyat maliyetlerin altında kalmış ve en az 25 lira olması gerektiği ifade edilmişti. Bu yıl açıklanan 25 lira 44 kuruşluk fiyat da üreticinin maliyet fiyatının altında kaldı” ifadelerini kullandı.

Source: Yalçın Bayer


İsrail’de savaşa destek düşüyor

İsrailli muhaliflerden de tepkiler artarken Tel Aviv yönetimi az da olsa yardım kamyonlarının girişine izin verdi.21’İNCİ ASRIN FELAKETİHamas’ın İsrail’e 7 Ekim saldırısıyla tetiklenen Gazze savaşı, 21’inci yüzyıl tarihine kara harflerle yazılacak insan yapımı devasa bir krize dönüşmüş durumda. BM yetkilileri yardım ulaştırılmazsa 14 bin bebeğin ölüm tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu söylerken, Filistinli yetkililerin son açıklamasına göre savaşın başından bu yana 16 bin 500’ten fazla çocuk hayatını kaybetti.Yahudi soykırımı gibi büyük bir trajedinin torunları, Netanyahu ve aşırıcı ortaklarının ellerinde kendilerini ileride genç nesillere hesabını veremeyecekleri büyüklükte bir felakete ortak olurken buldular.NETANYAHU NİYE DİRETİYOR7 Ekim sonrası rehineleri kurtarma ve Hamas’ı bitirme iddiasıyla yola çıkan Netanyahu, bu hedeflere şimdilerde Gazzelileri tehciri de eklemiş durumda.Hamas bitmiş değil. Gazze’de katledilen masum insanlarla, aç bırakılan çocuklarla İsrail kendine yeni düşmanlık zemini hazırlamıyor mu? Ayrıca müzakereyle Hamas’ın elinde kalan 23 canlı rehineyi kurtarmak mümkünken, Gazze’de ateşkes mümkünken Netanyahu hükümeti niye ayak diretiyor? Kalan diğer 35 rehinenin ise öldüğü belirtiliyor.DESTEK AZALIYOR MUABD ve birkaç ülke hariç Avrupa, İsrail’in Gazze savaşına baştan beri tam destek verdi. Uluslararası ajanslar her gün Gazze’deki saldırılarda öldürülen bebeklerin görüntülerini yayınlarken İsrail medyası bunları büyük ölçüde görmezden geldi.7 Ekimi varoluşsal bir saldırı olarak gören kamuoyu da bir daha benzer bir durum yaşanmaması ve rehinelerin kurtarılması için Netanyahu hükümetine koşulsuz arka çıktı.AB DESTEĞİ ÇATIRDADINETANYAHU’nun 2 Mart’tan beri Gazzelilere karşı kullanmaya başladığı açlık silahı ise bu hafta ters tepmeye başlamışa benziyor. Haftaiçi Avrupa Birliği Dışişleri Bakanlığı toplantısında 27 ülkeden 17’si İsrail ile ticaret anlaşmasının gözden geçirilmesi kararı aldılar. Hatta bu teklifi İsrail yanlısı olarak bilinen Hollanda teklif etti.Yine Fransa, Kanada ve İngiltere liderleri ortak bir mektupla İsrail’e karşı yaptırım silahını gündeme getirdiler.MUHALİF SESLER YÜKSELDİİSRAİLLİ yedek tümgeneral ve solcu Demokrat Parti’nin lideri Yair Golan, “Aklı başında bir ülke sivillere savaş açmaz, hobi için bebekleri öldürmez ve nüfusun sınır dışı edilmesini içeren hedefler belirlemez” deyince İsrail’de hedef tahtası oldu. Golan tepkiler üzerine o sözleri aşırıcıların kontrolündeki hükümeti eleştirmek için söylediğini belirtti.İsrail’in eski başbakanlarından Ehud Olmert ise İngiliz BBC’ye yaptığı açıklamada İsrail’in Gazze’deki eylemlerinin savaş suçu seviyesine yaklaştığını söyledi. ‘OĞLUMU ÖLÜME YOLLUYORLAR’ AMERİKAN Wall Street gazetesinde dün bir haber vardı. Anketlere göre İsrail’de halkın yüzde 70’i rehinelerin serbest kalması karşılığında savaşın bitmesini istiyor. Gazze, Lübnan, Suriye ve Batı Şeria’da süren askeri operasyonların üst üste göreve çağrılan yedek askerleri ve aileleri yorduğu belirtiliyor. Radyolog ve üç çocuk annesi Rotem Sivan-Hoffman, savaşan askerlere destek amaçlı ‘Ima Era’ adlı bir hareket başlatmış. En büyük oğlu Gazze sınırında görev yapan Hoffman, “Netanyahu’nun siyasi geleceği ve Gazze’yi ele geçirmek için oğlumu ölüme gönderiyorlar” diyerek tepki gösteriyor.İsrail Demokrasi Enstitüsü’nün araştırmacılarından Tamar Hermann, merkez solda insani gerekçelerle Gazze savaşının sona ermesini isteyenlerin sayısı artarken ana akımda bu durumun gözlenmediğini söylüyor. Yine de bir uyanış olduğu görüşünde.WASHINGTON’DAKİ SALDIRINETANYAHU hükümetine tepkilerin arttığı bir dönemde önceki akşam Washington’da iki İsrailli diplomatın hayatını kaybettiği silahlı saldırı haberi geldi. İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, Avrupalı yetkilileri ‘zehirli antisemitik’ duruşlarıyla bu saldırıyı kışkırtmakla suçladı. İki genç diplomatın saldırıda hayatını kaybetmesi üzücüdür. Ancak o toksik ortamı Netanyahu hükümetinin masum bebekleri öldürerek kendisinin yarattığını idrak vaktidir. Bu nedenle sadece insani yardım için değil savaşın da bitmesi için baskıyı en üst seviyeye taşıma vaktidir.

Source: Nilgün Tekfidan Gümüş


Aileyi hak ettiği konuma yükseltelim

Başkan Recep Tayyip Erdoğan”ın eşi Emine Erdoğan, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı”nca düzenlenen Uluslararası Aile Forumu”nun gala yemeğinde konuştu. İstanbul”da gerçekleştirilen foruma, 27 ülkenin aileden sorumlu bakanları, dini liderler, uluslararası kurum ve STK”ların temsilcileri ile akademisyenler katıldı. Toplumların kaderinin, aile kurumunun kaderine bağlı olduğunu vurgulayan Emine Erdoğan, şunları kaydetti: “Fakat sizler de biliyorsunuz ki aileye yönelik küresel tehditlerin çemberi gittikçe daralıyor. Ailenin geleneksel yapısında çözülmeler meydana geliyor. Toplumlar bir erime potasına atılmaya çalışılıyor. Tüm bu girişimler ahlaki ve manevi değerlerimizi hedef almaktadır. Aile kurumunu ifsat etmek isteyen mekanizmaların, çocuklarımızın zihinlerini fethetme peşinde olduğunun da farkındayız. Bu bir anlamda kaleyi içten fethetmektir.” “TÜM DİNLERİN KUTSALI” “Şu inkâr edilemez bir gerçek ki şapkamızı önümüze koymamızın, aile kurumunu destekleyecek politikaları artırmamızın vakti gelmiştir. Çünkü aile tüm dünyada, toplumların ortak değeri, tüm dinlerin kutsalıdır” ifadesini kullanan Emine Erdoğan, bu nedenle 2025 yılını “Aile Yılı” ilan ettiklerini belirtti. Savaş bölgelerindeki çocukların durumuna da dikkat çeken Emine Erdoğan, “7 Ekim 2023″ten beri Filistin”de tüm fertleriyle 2 bini aşkın aile yok oldu. Onlardan geriye, yardım çağrılarını duymayan dünyaya gülümsedikleri fotoğrafları kaldı. Yalnızca 1 ferdi hayatta kalan Filistinli aile sayısı ise 5 bin civarında” diye konuştu. Sofra başında toplanmaktan, birlikte kaliteli zaman geçirmekten ve akraba ziyaretlerinden geri durulmaması gerektiğini kaydeden Emine Erdoğan, “Evlenme yaşını ileri atan bahanelere ve felaket kehanetleriyle doğum sayılarının geriletilmesine geçit vermemeliyiz. Yaşlı ve yalnızlaştırılmış bir dünya insanlığın kaderi olmamalıdır. El ele vererek güçlü ve müşterek bir söylemle, aileyi dünyada yeniden hak ettiği saygın konuma yükseltebiliriz” değerlendirmesinde bulundu. Program kapsamında, 2023 yılında BM 78. Genel Kurulu”nda küresel imzaya açılan ve Başkan Erdoğan”ın ilk imzacısı olduğu “Küresel Sıfır Atık İyi Niyet Beyanı”na 15 ülkenin temsilcileri imza attı. Beyanı imzalayan ülkeler şunlar: Filistin, Nijerya, Senegal, KKTC, Kırgızistan, Malezya, Karadağ, Gine, Kongo, Sırbistan, Özbekistan, Kazakistan, Endonezya, Azerbaycan ve Moğolistan.

Source: Muhammed Uzun


İslam düşmanlığı mercek altında

İslamofobi ile mücadelede dün önemli bir adım daha atıldı. Türkiye”nin ilk “İslamofobi ile Mücadele Merkezi ve Araştırma Enstitüsü”, Ankara Bilim Üniversitesi bünyesinde açıldı. Anadolu Medeniyetleri Müzesi”nde yoğun katılımla gerçekleşen açılış töreninde Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Burhanettin Duran da yer aldı. Merkez, İslamofobi ile mücadeleye dönük bilimsel çalışmalar yürütecek. Müslümanlara dayatılan olumsuz tutumların kökenleri, nedenleriyle incelenecek. Politika yapıcılara ve uygulayıcılara İslamofobi ile mücadelede öneriler ve fikirler sunulacak. İslam düşmanlığına karşı yeni ve farklı bir dil geliştirilecek, yerel ve uluslararası iş birlikleri için adımlar atılacak. Araştırmalar, kapsamlı detaylarla kamuoyu ile paylaşılacak, bilgilendirici yayınlar yapılacak. İNSANLIĞA DÜŞMANLIK Açılış töreninde konuşan Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, şunları kaydetti: “İslamofobi aslında insanlığa düşmanlıktır. O halde maskelerin düşürülmesi, insanların düşmanlarını görmesi sağlanmalıdır. Bu yapılabilir mi diye şüphe duyanlar Filistin”in asil halkına, Gazze”nin kahramanlarına baksınlar. Bize düşen nedir sorusuna temel bir cevap vermek gerekirse inandığımız gibi yaşayacak; inancımızı, tarihimizi, kültürümüzü en iyi biz bileceğiz. Gerektiğinde tek başımıza savunacak kadar bilgi sahibi olacağız. Kendimizi bildiğimiz kadar karşımızdakileri de bilecek, kendi oyunlarında meydan okuyabileceğiz.

Source: Murathan Yildirim


Emekli maaşı ve asgari ücrete ara zam yeniden gündemde

Milyonlarca emekli gözünü temmuz ayında açıklanacak enflasyon verilerine çevirmiş durumda. Türkiye İstatistik Kurumu”nun (TÜİK) açıklayacağı ilk altı aylık enflasyon oranı, SSK ve Bağ-Kur emeklilerinin maaş artışını belirleyecek. EN DÜŞÜK EMEKLİ MAAŞI 17 BİN LİRAYA YÜKSELEBİLİR Türkiye Gazetesi”nin haberine göre; ilk altı aylık enflasyon yüzde 18 civarında gerçekleşirse, halen 14 bin 469 lira olan en düşük emekli aylığı 17 bin lira seviyelerine çıkabilecek. Bu artış, yaklaşık 4 milyon emekliyi doğrudan ilgilendiriyor. Ancak bu artışın gerçekleşebilmesi için Meclis”ten yasa çıkarılması gerekiyor. Geçtiğimiz yıl da benzer bir adım atılmış, temmuz ayında çıkarılan yasa ile emeklilere yüzde 25 oranında zam yapılmıştı. YASAL DÜZENLEME GEREKİYOR En düşük aylıkta yapılacak artış, sadece enflasyon oranına bağlı değil. Hükûmetin ve AK Parti”nin ekonomi kurmaylarında şu anda bu konuda net bir hazırlık bulunmuyor. Eğer yasal düzenleme yapılacaksa, TÜİK”in 3 Temmuz”da açıklayacağı enflasyon verisinin ardından Meclis”in tatile girmeden önce bu düzenlemeyi yasalaştırması gerekiyor. ASGARİ ÜCRETE ARA ZAM ŞU AN GÜNDEMDE DEĞİL Emeklilerin yanı sıra asgari ücretle çalışan milyonlar da temmuz ayında ek bir zam olup olmayacağını merak ediyor. Asgari ücretle çalışanlar sosyal medya üzerinden ara zam talebinde bulunsa da şu an 22 bin 104 TL olan asgari ücrette bir ara zam yapılması olasılığı ekonomi yönetimi tarafından düşük ihtimal olarak değerlendiriliyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu sene başında yeni asgari ücretin belirlenmesine ilişkin yaptığı açıklamada “Enflasyonda ciddi bir sapma olursa değerlendirme yapılır” mesajını vermişti. BAKAN IŞIKHAN”DAN ASGARİ ÜCRET YORUMU Asgari ücretlilerin ara zam için beklediği cevap Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan”dan gelmişti. Işıkhan, 14 Mayıs”ta asgari ücretlilerin ara zam talebine ilişkin yaptığı açıklamada, “Asgari ücretle ilgili bir ara zammı konuşmak için çok erken. Zamanı geldiğinde gerekli değerlendirmeyi yaparız.” dedi. HAZİRAN”DA KARAR BEKLENİYOR Asgari ücrete ilişkin nihai kararın haziran ayı içinde verilmesi bekleniyor. Hükûmet kulislerinde bu konuda farklı senaryolar değerlendiriliyor. Ancak şu an için hem siyasi hem ekonomik cephede temkinli bir duruş sergileniyor.

Source: Abdurrahman Yazıcı


Trump yönetiminden Harvard’a yaptırım: Uluslararası öğrenci programı askıya alındı

ABD İç Güvenlik Bakanı Kristi Noem, Harvard Üniversitesi’nin uluslararası öğrenci kabul programının yasalara uymadığı gerekçesiyle askıya alındığını duyurdu. Kararın arka planında Filistin”e destek protestoları ve Çin’le ilişkiler iddiası var.Noem, sosyal medya hesabından yaptığı duyuruda, üniversitenin “kampüsünde antisemitizmi teşvik ettiği ve Çin Komünist Partisi ile iş birliği yaptığı” gerekçesiyle yasal yükümlülüklerini yerine getirmediğini öne sürdü. Sertifika iptali kararının derhal yürürlüğe girdiği belirtildi.Trump yönetimi daha önce Harvard dahil bazı üniversiteleri, Filistin”e destek protestoları ve çeşitlilik-eşitlik programları nedeniyle federal fonları dondurmakla tehdit etmişti. Harvard’a sağlanan 2,2 milyar dolarlık federal fon ile 60 milyon dolarlık sözleşme bedelinin askıya alınması kararı üzerine üniversite, bu adımın hukuka aykırı olduğunu savunarak dava açmıştı.

Source: Dünya Gazetesi


Bunu yapan düşmanı değil öz kardeşi! Babadan kalan mirası hiltiyle deldi

Yıldırım ilçesi Çınarönü Mahallesi”nde, geçen yıl hayatını kaybeden kanser hastası babaları Kemal Ö.”den miras kalan 5 katlı apartmanın 4″üncü katındaki dairede, eşi ve 2 çocuğuyla yaşayan Bekir Ö., geçmişten gelen ailevi sorun nedeniyle arasının bozuk olduğu, üst katındaki dairede yaşayan kardeşi Ali Ö. (35) ile tartıştı.Kardeşinin, başka eve taşınma teklifini kabul etmeyince aralarında hakarete varan tartışmalar yaşandığını söyleyen Bekir Ö., kendisine evden çıkması için psikolojik baskı uygulayan Ali Ö.”nün, olası bir felakete karşı da inşaatlarda duvar ve beton delme işlemlerinde kullanmak için aldığı hiltiyle, dairesinin zeminlerini deldiğini, oluşan deliklerin ise kendisine ait evinin tavanından görüldüğünü belirtti.Kardeşinin, sadece kendisi ve ailesini rahatsız etmek için, apartmanın önünde bırakılan çocuğuna ait katlanılabilen bebek arabasını da balkonuna monte ettiğini, inşaatlarda yük taşırken kullanılan caraskal ile 5″inci kata çektini ifade eden Bekir Ö., Ali, burada oturmamızı istemiyor. Beni çıkarmak için sürekli rahatsız ediyor. Hilti ile binaya zarar verince polise giderek hakkında, “Mala zarar vermek”, “Hakaret” ve “Tehdit” gibi suçlardan şikayetçi oldum. İfadelerimiz alındı. Kendisi sadece bize değil apartmanda oturan ailelere de zarar veriyor diye konuştu.Bekir Ö., kardeşinin davranışının apartmandaki diğer aileleri de rahatsız ettiğini anlattı.”SÜREKLİ GÜRÜLTÜ YAPIYOR”Eşinin kardeşi olan Ali Ö.”nün evden çıkmaları için 4 yıldır kendilerine psikolojik baskı uyguladığını ifade eden Semra Ö. ise Apartmandan taşınmamız için sürekli gürültü yapıyor. Yaptığımız uyarılar karşısında, “Yapmaya devam edeceğim” yanıtını alıyoruz. Balkonuna kurduğu yük taşımada kullanılan caraska ile bebek arabalarını yola indirip daha sonra aynı şekilde evine çıkarıyor dedi.DHA muhabirinin telefonla ulaştığı Ali Ö. ise ailesiyle aralarında yaşanan sorunlar hakkında konuşmak istemediğini belirterek, Şikayetçi olduysa oldu, ne yapayım? cevabını verdi.

Source: Gazetevatan.com