“Sosyal Sorunlar Gündemi – Türkiye’den ve Dünyadan Önemli Gelişmeler”

CHP’de yaşananların ardında ne var?

Yine duyumlar, dedikodular ve kulis bilgilerinin havada uçuştuğu günler! Kapalı kapılar ardında birtakım planların yürütüldüğünün işareti bu. Benzerini Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayının açıklanması sırasında yaşadık, sonrasında olanları hepimiz biliyoruz… Son haftalarda giderek yoğunlaşan bir şekilde CHP’nin tartışılmasına yol açan olay, Kılıçdaroğlu ’nun yerine Özgür Özel ’in genel başkan seçildiği kurultayla ilgili şaibe iddiaları nedeniyle açılan bir dava… 30 Haziran’da yani yarın bu davada karar çıkabileceği söylentisi siyaseti alevlendirdi. Yandaş medyanın ve Erdoğan ’ın bu konuda Kılıçdaroğlu’nu destekleyen söylemleri, Kılıçdaroğlu’nun “kurultayın yok sayılması” sonucu çıkarsa “Partimi kayyıma mı bırakayım?!” çıkışı, hapisteki İmamoğlu’nun “İhanete uğrama duygusuyla karşı karşıyayım” mesajı, Kılıçdaroğlu’na yakın milletvekillerinin destek paylaşımları ve sosyal medyada ağza alınmayacak hakaretlerle yapılan yorumlar ortamı fena gerdi. HİZİP ÇATIŞMASI VE ‘EGO’NUN ÖTESİNDE Geçmişte Kılıçdaroğlu’nu yanlış politikaları ve NATO’culuğu yüzünden, özellikle de laikliği açıkça çiğneyen ve partiyi ortanın sağına çeken söylem ve davranışları nedeniyle, çok eleştirmiş bir gazeteciyim. Ama bu eleştirilerim 28 Mayıs 2023 sonrasında başlamadı; Kılıçdaroğlu’nun hatalarını çok önceden yazmaya başladım. Muhalif medyada, “Şimdi sırası değil” denilerek görmezden gelinen hiçbir konuyu atlamadan bu köşede aktardım. Okuyucularıma karşı dürüst olma ilkemin gereği olarak, başından beri Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu ’nu da, Kılıçdaroğlu ile temel bir ideolojik farkları olmadığından aynı nedenlerle ve son dönemde Öcalan açılımındaki tutumları yüzünden sıklıkla eleştiriyorum. Bir gazeteci olarak herhangi bir siyasetçiyi tercih etme durumunda değilim; yalnızca halk derin bir yoksullukla boğuşurken bölgemizde sarsıcı olaylar olurken yaşananları iyi çözümlememiz gerekiyor. Ben CHP’deki çekişmenin sıradan bir hizip çatışması olduğunu ya da yalnızca siyasi hırs ile açıklanabileceğini düşünmüyorum. İNTİHAR VE YIKIM Siyasal İslamcı AKP iktidarının yakın gelecek için iki temel hedefi var. Birincisi, anayasayı değiştirip Erdoğan’ın yeniden ve hatta yaşadığı süre boyunca partili cumhurbaşkanı olmasını sağlayacak düzenlemeyi yapmak. İkincisi, emperyalizmin müdahalesiyle Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler sonrasında başlayan Öcalan açılımı gereğince üniter yapıyı bozmak için anayasaya dinci/etnikçi düzenlemeleri sokmak. Her ikisi de anayasanın değiştirilmesi ve buna karşı gelişebilecek direnci kırmak ile ilgili. Bunun için Erdoğan’ın karşısında hiçbir iktidar seçeneğinin kalmaması gerekiyor. İmamoğlu’nun, CHP’li birçok belediye başkanı ile yöneticilerin hapse atılması ve CHP’ye kayyım atanabileceği söylentilerinin yayılması, çok açık ki karşıdevrimin önündeki anayasa engelini aşmakla ilgili. Yasaları çiğneyerek ana muhalefet partisine kayyım atamak, Türkiye’nin tamamen totaliter bir devlete dönüştüğünün ilanı olur. Bu YSK’yi yok saymak ve bir siyasi partinin yönetimine müdahale etmektir. Bunun konuşulması bile yeterince dehşet verici! Kılıçdaroğlu’nun bunu reddetmek yerine, hukukun rafa kaldırıldığı bir dönemde, “Yargı kararını tanımamak olmaz” diyerek bu tezgâhı içine sindirebileceğini ima etmesi, kendisi için SİYASİ BİR İNTİHAR, toplumsal muhalefet içinse TARİHE GEÇECEK BİR YIKIMDIR. Ne ilginçtir ki 2022’de CHP İstanbul il başkanı olan Canan Kaftancıoğlu hakkındaki cezaların Yargıtay’ca onanması üzerine, “Kararı tanımıyorum, kararı veren mahkemeyi de tanımıyorum. Canan Kaftancıoğlu, İstanbul il başkanımızdır!” diye haykıran da Kılıçdaroğlu’ydu! Siyasette “Dün dündür, bugün bugündür” diyen çoktur ama yeni bir Meral Akşener hançerini bu ülke bu aşamada kaldıramaz. Daha önce yazdığım bir cümleyi tekrarlayayım: AKP’nin ömrünü bir gün daha uzatabilecek herhangi bir siyasi adım atan herkes, her parti halka ihanet eder!

Source: Zülal Kalkandelen


İsveç’te evlatlık çocuk olmak

Stefan, sessiz ve sakin bir çocuktu. Bir şey sorulmadan konuşmuyordu. Onu evlatlık edinen aile, Afrika’daki anne, babanın adresini biliyordu. Stefan, 18 yaşına girdikten sonra Afrika’ya giderek biyolojik ailesini bulmak üzere yollara düştü. Aradan bir zaman geçti. Her karşılaşmamızda Dursun ve Efendi’ye Stefan’ı soruyor, “Hiçbir haber yok” yanıtı alıyordum. Sonra günün birinde çıkıp geldi. Biyolojik ailesini arayıp bulmuştu. Sevinçli olması beklenirken mutsuzdu. Sessizliği, içedönük halleri arttı. Gittiği yerde düş kırıklığına uğradığını söylüyordu. İsveç’te rahat içinde büyümüştü. Afrika’daki anne babası, üstü tenekelerle kaplı bir barakada yaşıyor, çöplüklerden yiyecek toplayarak geçinebiliyormuş. Stefan’ı bir gün karşıma alıp konuşmaya çalıştım, “Dünyam ikiye bölündü. Artık ne oralıyım ne de buralı. İçimdeki boşluğu gideremiyorum. Bir yanım hep eksik.” dedi. Başka da bir şey söylemedi… Malmö’nün Kronprinsen bölgesinde, eskiden polis merkezi olarak kullanılan 27 katlı bir yapı var. Stefan, orada intihar etti! Televizyonlar ölüm haberini vermedi bile. Gazeteler yazmadı. İntihar istatistiklerinde üst sıralarda yer alan İsveç’te, özendirici olmasın diye televizyon ve gazeteler intihar haberlerini yayımlamıyorlar. SKANDAL RAPORA YANSIDI İsveçli gençler, 35-40 yaşına dek genellikle birlikte yaşamayı yeğliyor, alışıla geldiği gibi evlenip çocuk sahibi olmuyorlar. Yaş ilerlediğinde ise çocuk yapmak yerine Uzak Doğu’dan, Latin Amerika’dan, Afrika’dan evlat edinerek alışkın oldukları yaşamlarını sürdürüyorlar. Yürürlükteki evlat edinme yasasına göre İsveç içinden veya başka ülkelerden evlat edinmek mümkün. Evlat edineceklerin 25 yaşını doldurmuş olmaları, çocuğa yeterli yaşam koşullarını sağlayacak ekonomik güce sahip olmaları gerekiyor. Sabıka kaydı bulunanlar, çocuklara yönelik suç işlemiş olanlar evlatlık edinemiyor. Evlat edinme işlemleri, genellikle sosyal hizmet kurumları veya mahkemeler aracılığıyla yürütülüyor. İsveç’te ailelerin yanı sıra LGBTİ+ çiftler de çocuk sahibi olabiliyor. İsveç’te, anne, babaları tarafından şiddete ve istismara maruz bırakılan çocuklar, ailelerinden alınarak koruyucu ailelere veriliyor. Koruyucu ailelerin yanında büyüyen çocukların büyük çoğunluğu biyolojik ailelerine geri dönmüyor. Son yıllarda, savaşlara bağlı sığınmacı sayısının artmasıyla birlikte biyolojik ailelerde şiddete maruz kalan çocukların sayısı da arttı. Bu durum, yurtlara ve koruyucu ailelere verilen çocuk sayısının da artması anlamına geliyor. ÇOCUK KAÇAKÇILIĞI! Evlat edinme ile ilgili işlemlerde her şeyin yolunda gittiği sanılırken 2021’de İsveç’in en büyük ve ciddi gazetelerinden Dagens Nyheter’de yayımlanan bir haber, buzdağının görünmeyen yüzünü açığa çıkardı. Habere konu olan devlet tarafından görevlendirilen başmüfettiş Anna Singer’in hazırlayıp sosyal hizmetler bakanı Camilla Waltersson Grönvalla’a sunduğu bir raporda, Güney Kore, Çin, Sri Lanka ve Şili gibi ülkelerden binlerce çocuk, sahte belgelerle İsveç’e kaçırılan çocukların evlat edinme kisvesi altında satıldığı iddiaları yer aldı. Organize çeteler tarafından düzenlenen sahte belgelerde, çocukların ülkelerinde korunaksız olduğu ve bakımsızlığa terk edildikleri belirtiliyordu. Araştırmanın sonunda bu çocukların ailelerinden zorla veya sembolik miktarlarda para karşılığında alındıkları ortaya çıktı. Şili ve Kolombiya gibi ülkelerde bazı çocukların kreşlerden veya hastanelerden kaçırıldığı, bu faaliyetlerin, hastane personeli, avukatlar, polis ve devlet görevlilerinden oluşan organize çetelerce yürütüldüğü anlaşıldı. Bu ürkütücü rapordan sonra, İsveç’te evlatlık çocuk edinme uygulamaları ve yasaları mercek altına alındı. Geriye doğru gidilerek 1970’ten 2000’li yıllara dek bütün evlat edinme dosyaları incelendi. Bu yıllar arasında, birçok yasadışı uygulama ve çocuk kaçırma olayı gün yüzüne çıkarıldı. Başmüfettiş Singer, raporunda, başka ülkelerden İsveç’e evlatlık edinme faaliyetlerinin tamamen durdurulmasını istedi. Sosyal hizmet uzmanları, “Bir çocuğa koruyucu aile olmak, onun geçmişini silmek değil, birlikte yeni bir gelecek inşa etmek demektir” diyor. İsveç gibi bir refah ülkesinde bile sevgiye, ilgiye ve kimliğe gereksinme duyan binlerce çocuk olduğu gerçeğiyle yüzleşmek, yalnız devletin değil, toplumun da sorumluluğudur. Kimliksiz kalan çocukların öyküsü, yalnız Stefan’ın değil, sistemin de dramıdır… alihaydarnergis@gmail.com

Source: Ali Haydar Nergis – İsveç malmö


Kamu işçisi acil toplanıyor

Yaklaşık 600 bin kamu işçisinin sözleşmesinde iktidardan gelen ikinci teklifin düşük kalması işçi tarafını kızdırdı. Hükümet ilk olarak işçiye bu yıl için yüzde 16+8, gelecek yıl için de yüzde 7+5 oranında zam teklif etmişti. Önceki gün ikinci teklif geldi. Bu yıl için oran yüzde 17+10’a çıkarıldı. İlk altı ay için sadece 1, ikinci altı ay için de 2 puanlık artış yapıldı. Gelecek yılın oranları için ise yeni teklif sunulmadı. Oran, yüzde 7+5’te bırakıldı. ‘AYIP YA’ Türk-İş Genel Başkan Yardımcısı Ramazan Ağar, düşük kalan ikinci teklife çok sert tepki gösterdi. Cumhuriyet’e konuşan Ağar, “Bu teklif insanlarla alay etmekten başka birşey değil. Ayıp ya. Bu teklif emeğe saygısızlık. 600 bin insanla alay etmektir. Bunun için insan oraya çağrılır mı ? Akıl, mantık işi değil. Saygı diye, devlet adabı diye birşey var. 600 bin kişiyle dalga geçer gibi teklif sunuldu. Yüzde 16’yı 17 yapıyorlar. Çocuk oyuncağı mı bu ? Böyle teklif verilir mi ?” dedi. ‘KİMSENİN ÇİFTLİĞİ DEĞİL’ Ağar, eğer düşünce bu ise, anlaşmalarının mümkün olmadığını vurguladı. “Greve gideriz” diyen Ağar, şöyle devam etti: “Böyle her yeni teklifte ‘bir tık, bir tık çıkarız’ diye düşünülüyorsa… Öyle yok. Kimsenin babasının çiftliği değil. İşçiler ne diyor biliyor musunuz? İşçiler, ‘aç kalırız, greve gideriz, zaten açız’ diyorlar. Bizi böyle teklifler için çağırmayın. Böyle bir teklifte bulunmak hiç doğru değil. Yazıklar olsun. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Sözün bittiği yer gibi.” ‘ÇELİK ÇOMAK OYUNU MU BU ?’ Ağar, grev kararı için 1.5 ay beklenebileceği gibi istenirse şu anda da bu kararların alınabileceğini vurguladı. Pazartesi günü yeniden değerlendirme yapacaklarını belirten Ağar, “Yani yeni teklif geldi, bir puan çık, bir puan çık… Çelik çomak oyunu mu bu ? Makul, bize yakın bir teklif olsa oturur konuşuruz. Bu şekilde olmaz. Eylemlerimiz zaten devam ediyor. Bu eylemlerimizi sıklaştıracağız” diye konuştu. İşçilerin 38 bin lira, 42 bin lira ücret aldıklarına işaret eden Ağar, “Kamuda çalışan greyder operatörü 42 bin lira alıyor, özel sektördeki operatör ise 80 bin lira alıyor. Böyle birşey olabilir mi ?” diyerek tepkisini dile getirdi. ‘İVEDİ’ TOPLANTI! Hükümetten önümüzdeki hafta yeni bir teklif gelmesi bekleniyor. Türk-İş ise gelişmeleri değerlendirmek üzere kamuda örgütlü bulunan sendikalara “ivedi-önemli” vurgusuyla yazı gönderdi. Türk-İş içerisinde oluşturulan Kamu Kesimi Toplu İş Sözleşmeleri Koordinasyon Kurulu pazartesi günü saat 11’de toplantıya çağırıldı. Bu toplantıda yeni kararlar alınması bekleniyor.

Source: Mustafa Çakır


‘Ortak Vatan”mış

Sözcükler “tekin” değildir yanlış kullanıldıklarında öylesine tepki gösterip öç alırlar ki adamı eşek tepmesinden beter ederler!… Bunlardan biri, Hürriyet gazetesinde yazı yazan Ahmet Hakan … AKP iktidarının tutsak sayıp mahpus damına attığı parti genel başkanı Selahattin Demirtaş ’ın bir demecini yazı konusu yapmış… Vikipedi’nin yazdığına göre Demirtaş’ın özyaşamöyküsü şöyle: “(d. 10 Nisan 1973), Zaza asıllı Türk siyasetçi, avukat ve yazardır. 2010’dan 2014’e kadar Barış ve Demokrasi Partisi’nde ve 2014’ten 2018’e kadar Halkların Demokratik Partisi’nde eş genel başkan olarak görev aldı. 4 Kasım 2016’dan beri Edirne Cezaevi’nde tutukludur. Demirtaş, Mayıs 2023 seçimlerinden sonra siyaseti bıraktığını açıkladı.” *** Ahmet Hakan’ın yazısını aynen aktarıyorum: Selahattin Demirtaş’ın iç cephe manifestosu Şöyle diyor Selahattin Demirtaş, önceki gün verdiği mesajda: Bizler Türkiye toplumu olarak bu dönemde bir ve beraber olacağız. Olası risklere, saldırılara, provokasyonlara karşı gerektiğinde Edirne’den Hakkâri’ye kadar 86 milyonluk bir halk ordusuna dönüşeceğiz. Ortak vatanımızı canımız pahasına savunacağız. Kendi iç sorunlarımızı kendi aramızda karşılıklı güven çerçevesinde ve kardeşlik ruhuyla çözeceğiz. Bunun dışındaki her arayış felaket getirir. İç cephenin sağlam olması gerektiği bir dönemde… Ama demeden, hiçbir şart öne sürmeden iç cephe çıkışı yaptı Selahattin Demirtaş. Bu manifestodan benim çıkardığım asıl sonuçlar şunlardır: – Hapiste de vatansever olmak mümkünmüş. – Hapiste de ülkenin birliğini dert edinmek mümkünmüş. – Hapiste de milletin yararına bir duruş sergilemek mümkünmüş. *** Yazıma başlarken “Sözcükler tekin değildir” dedim ya, Ahmet Hakan’ın pek beğendiği “Manifesto” da bir sözcük, “ortak” , intikam almak için hemen öne çıkıyor: “Ortak” lık şirketlere özgü bir niteliktir. Örneğin: “Ali ile Ayşe ortak ana-babanın (ortak) çocuklarıdır” demezsiniz ama “Ali ile Ayşe aynı ana-babanın çocuklarıdır” dersiniz. Her sözcüğü her cümlede kullanamazsınız. Vatan, vatandaşların anonim, kolektif ya da komandit şirketi değildir. Türkiye bir yapı kooperatifi mi ki “iki ortağın” vatanı olsun? Üst kimliği oluşturan halk ile alt kimliği oluşturan yurttaş vatandaşların vatanıdır Türkiye. Boşnak, Arnavut, Kürt, Laz, Çerkez, Pomak, Çingene, Türk diye etnik sayım yapılmaz, yapılamaz. Tamamı vatandaştır!!! Vatandaşlık sıfatı etnisiteyi kabul etmez. Örneğin Fransa’da Breton, Katalan, Bask, Korsika, Alsas (Alman), Kreol (Karayip), Malenezya, Kanak, Guyan, Flaman, Oksitan, İtalyan kökenli toplulukların yaşar ve gündelik hayatta kendi dillerini konuşur ama kimliklerinde ve pasaportlarında “Fransız” oldukları yazar. Fransa ve denizaşırı topraklarında yaşayan vatandaşların resmi dili Fransızcadır. Anayasanın 2’nci maddesine göre resmi dil ve eğitim dili Fransızcadır. (La langue de la République est le français). Bizim anayasanın 3. maddesinde de şunlar yazar: “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.” Buna göre Türkiye Devleti’nin sadece ülkesi değil milleti de bölünemez. Yani “Türk milleti” bir üst kimliktir. Alt kimlikler üniter ulus devlet anayasasında yer almamıştır, almazlar. Aynı anayasanın 3. maddesine göre Milli egemenlik Fransız halkına aittir. Halkın hiçbir parçası ve hiçbir fert milli egemenliğin kullanılmasını kendisine izafe edemez, tıpkı bizim anayasada olduğu gibi. Anayasanın ilk dört maddesi ile 174. maddesi değiştirilemez. Selahattin Demirtaş, “Bizler Türkiye toplumu olarak bu dönemde bir ve beraber olacağız” demekte… “Türkiye toplumu” diye bir şey yoktur. Türkiye’nin anayasal toplumunun adı “Türk toplumu” dur. Anayasaya göre Türkiye adlı vatanda yaşayanlara Türk toplumu denir. Anayasanın buyruğunu bir zorunluluk saymanın şovenlikle ilgisi yoktur. Vatandaşlık bilinci “Türk toplumu” adıyla anmayı gerektirir. DEM Partisi, yeni bir anayasa yapılmasını istiyor ama çocukların “Dondurma isterim” diye tutturmasına benzemez anayasa işi. Birkaç gün işinde bu konuyla ilgili iki yazı yayımladım. Yazıyı uzatmanın gereği yok. Son söz: Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasasında Türk kimliğinden başka bir kimlik yer alamaz. Bunu zaten anayasamızın 3. maddesi söylüyor: “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.” Veee Türkiye herhangi bir etnisiteler şirketinin ortak vatanı değildir. Ahmet Hakan da “Vatan” ı şirket saymıyorsa, bu doğru gerçeği Selahattin Demirtaş’a uygun bir dille anlatmak zorundadır. Ortakların kurduğu şirketler bir süre sonra bozulup dağılabilir. Türkiye bir şirket değil, anayasalı bir devlettir. Selahattin Demirtaş sıradan bir siyasetçi değil… Ürünlerini okumadım ama kendisinin yazınsal (edebi) bir niteliği de var. Bilmesi gerekir ki: Türkçe, Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dili olduğu kadar, aynı zamanda bir lingua franca’dır yani ortak dildir. Devletin resmi dili ve ortak dili Türkçedir; Türkiye’de konuşulan öteki dillere yerel dil denir ki Kürtçe bu dillerden biridir. Selahattin Demirtaş yazınsal dil olarak Türkçeyi kullandığı sürece, evrensel yazın toplumunda şöyle tanımlanır: “Kürt kökenli Türk yazar.” Ayrıca, “Türkiye toplumu” demek terminoloji olarak da yanlıştır; doğrusu “Türk toplumu” dur. Selahattin Demirtaş’ın kimlik ve pasaportunda her TC vatandaşı gibi “Türkiyeli” yazmıyor “Türk” yazıyor. “Türk” olmak istemiyorsanız vatandaşlıktan istifa edersiniz. Çünkü “Türkiyeli” deyişi TC vatandaşlığının anlamdaşı ve dengi değildir. İsterseniz Fransa’ya vatandaş olursunuz ancak Fransız vatandaşlarının kimliğinde Fransalı değil “Fransız” yazıyor, tıpkı Bröton kökenli Yann ’ınkinde “Fransız” yazdığı gibi.

Source: Özdemir İnce


Beyoğlu”nda 1 gün süreyle eylem yasağı

Beyoğlu Kaymakamlığı yaptığı açıklamada ilçe genelinde 1 gün süreyle gösteri, yürüyüş ve açık hava toplantılarının yasaklandığını duyurdu. Açıklamada, “Bazı sosyal medya hesapları üzerinden; 29.06.2025 günü içerisinde toplanma çağrıları yapıldığı anlaşılmıştır. Bahse konu yapılmak istenilen toplanmaların, kamu düzeni ve toplumsal barışı bozabilecek eylemlere sebebiyet verebileceği değerlendirilerek, 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu”nun 17. Maddesi ve 5442 sayılı İl idaresi Kanunu”nun 32/ç maddesine istinaden; Kaymakamlığımızca idaremizde bulunan tüm açık alanlarda 29.06.2025 günü saat 00.01 itibari ile 24 saat süreyle toplantı ve gösteri yürüyüşü, basın açıklaması, bildiri dağıtma, oturma eylemi gibi tüm etkinlikler yasaklanmıştır. Alınacak tedbirler kapsamında; -Taksim Meydan Cumhuriyet Anıtı”nın bariyerle kapatılması -Taksim Meydan, Gezi Parkı, Sıraselviler Caddesi”nin ve İstiklal Caddesi”nin Tünel Meydanı”na kadar bariyerleme sureti ile bağlı sokaklar da dahil araç ve yaya trafiğine kapatılması, gerekirse kontrollü geçiş yapılmasına, -Aynı gün içerisinde ilçemiz genelinde meydana gelmesi muhtemel toplumsal olaylar dikkate alınarak, ihtiyaç görülmesi halinde ilçe sınırları içerisinde farklı noktalarda yaya ve araç trafiğinin kapatılmasına karar verilmiştir” ifadeleri kullanıldı.

Source: Sabah


Güney Kore”de yaş hesaplama düzeni değişti

Güney Kore’de uzun yıllar boyunca uygulanan geleneksel yaş hesaplama sistemine göre, bir kişi doğduğu anda bir yaşında sayılıyordu. Bu sistemde yılbaşı geldiğinde herkesin yaşı bir yaş daha artıyordu. Yani 31 Aralık’ta doğan bir bebek, ertesi gün hem doğumunun ikinci gününe hem de iki yaşına girmiş oluyordu. Bu hesaplama biçimi, bireylerin biyolojik yaşlarıyla resmi yaşları arasında bir ila iki yaş fark oluşmasına neden oluyordu. MODERN YAŞ HESAPLAMAYA GEÇİŞ KARARI 2023 yılı itibarıyla Güney Kore hükümeti, bu geleneksel yaş hesaplama yönteminden vazgeçerek uluslararası standartlara geçiş yaptı. Artık bireylerin yaşı, doğdukları günden itibaren geçen yıllar üzerinden hesaplanıyor. 28 Haziran 2023’te yürürlüğe giren yeni düzenleme ile birlikte milyonlarca Güney Koreli resmî olarak bir ya da iki yaş birden gençleşti. TOPLUMSAL VE HUKUKİ KARIŞIKLIK SEBEBİ Eski sistem sadece bireysel değil, aynı zamanda hukuki ve sosyal sorunlara da neden oluyordu. Farklı yaş hesaplamalarının varlığı, askere alma, alkol ve sigara kullanımı gibi yaşa bağlı yasal sınırların uygulanmasında karmaşa yaratıyordu. Örneğin, biri 19 yaşına Kore sistemine göre ulaşsa da uluslararası yaşına göre henüz 17 olabilir ve bu da yasal boşluklara neden olabiliyordu. KÜLTÜREL BAĞLAR VE YENİLİKLERİN ÇATIŞMASI Güney Kore’de yaş, sosyal hiyerarşiyi ve hitap biçimlerini belirleyen önemli bir etken olduğundan, bu sistemdeki değişiklik bazı kültürel alışkanlıklarla da çatıştı. Ancak halkın büyük bir bölümü bu değişikliği olumlu karşıladı. Özellikle genç nesil, globalleşme ile uyumlu yeni yaş sistemini daha pratik ve adil bulduğunu belirtiyor. GELECEĞE UYUMLU YENİ BİR DÜZEN Yeni yaş sistemi sadece bireyler için değil, devlet için de daha işlevsel bir yapı sunuyor. Bürokratik işlemler sadeleşiyor, vatandaşlık hizmetlerinde uyum sağlanıyor ve uluslararası anlaşmalarda yaşa bağlı koşullar netlik kazanıyor. Bu değişim, Güney Kore’nin modernleşme adımlarının bir parçası olarak görülüyor.

Source: Habertürk


Gazze yok oluşun eşiğinde

Terör devleti İsrail, 7 Ekim 2023″ten bu yana Gazze Şeridi”ni mezarlığa çevirirken neredeyse tamamını da devasa bir moloz yığınına çevirdi. SABAH, İsrail”in yerle bir ettiği Gazze”nin dramını, bölgede yaşayan insanlardan anlık bilgi alarak gündemde tutmayı sürdürüyor. Gazze”de yaşayan Dr. İsmail es-Sevabite son durumu değerlendirdi. Gazze”de uygulanmak istenen şeytani planlara geçit vermeyeceklerini kaydeden Sevabite, “Gazze”nin yüzde 88″i yok edildi. Yüzde 77″si ise fiilen işgal altında. Dünyada böylesine bir sistematik yok edilişin örneği yok. 70 bin çocuk yetersiz beslenme nedeniyle ölümle karşı karşıya. 2 bin 483 aile tamamen yok edildi. Anne, baba ve tüm bireyleriyle birlikte sivil nüfus kaydından silindiler. 5 bin 620″den fazla aileden sadece bir kişi hayatta kaldı. Bütün bunlara direndik. Hiçbir kirli plana geçit vermeyeceğiz” dedi. AÇLIK HÜKÜM SÜRÜYOR Sevabite, “2,4 milyondan fazla sivil, 600 günü aşkın süredir soykırım, aç bırakma ve etnik temizlikle karşı karşıya. Şehit ve kayıp sayısı 63 bini geçti. Bunların arasında 18 binden fazla çocuk, 12 bin 400 kadın bulunuyor. 123 binden fazla yaralı var. Bunların 17 bini uzun süreli rehabilitasyona ihtiyaç duyuyor. Ayrıca 4 bin 700″den fazla uzuv kaybı vakası, yaklaşık 6 bin 600 tutuklu mevcut. Tutuklananlar arasında doktorlar, gazeteciler ve ilk yardım görevlileri de var. İsrail, 38 hastane ve 82 sağlık merkezini yok etti. Sağlık sistemi neredeyse tamamen durdu. 22 bin hasta, sınır kapıları kapalı olduğu için yurt dışında tedavi olamıyor. 12 bin 500 kanser hastası ölüm tehlikesiyle karşı karşıya” şeklinde konuştu. Milyonlarca insanın yerinden edildiğini kaydeden Sevabite, “149 eğitim kurumu tamamen yıkıldı. 13 binden fazla öğrenci öldürüldü. 785 bin öğrencinin eğitimi tamamen durduruldu. 2 milyondan fazla sivil zorla yerinden edildi. 210 bin konut tamamen yıkıldı. 280 binden fazla aile evsiz kaldı. 719 su kuyusu, 3 bin 780 km elektrik hattı ve 2 bin 85 milyon metre yol tahrip edildi. 227 kamu kurumu yıkıldı. Tarım sektörü yüzde 92 oranında yok edildi. Sebze üretimi 405 bin tondan sadece 49 bin tona düştü. Balıkçılık tamamen yok oldu” ifadelerini kullandı. 66 ÇOCUK AÇLIKTAN ÖLDÜ GAZZE”deki hükümet, İsrail”in sınır kapılarını kapatması ve gıda girişini engellemesi sonucu yetersiz beslenme nedeniyle yaşamını yitiren çocuk sayısının 66″ya yükseldiğini açıkladı. Öte yandan İsrail”in 7 Ekim 2023″ten bu yana Gazze Şeridi”ne düzenlediği saldırılarda hayatını kaybedenlerin sayısı son 24 saatte 81 artarak 56 bin 412″ye yükseldi. İSRAİL”DEN KIRLI OYUN: UN ÇUVALLARINDAN UYUŞTURUCU ÇIKTI GAZZE Şeridi”nde, ABD ve İsrail güdümündeki “Gazze İnsani Yardım Vakfı” kanalıyla kurulan sözde insani yardım merkezlerinde dağıtılan un çuvallarında uyuşturucu hap bulundu. Gazze”deki hükümetin Medya Ofisi, 4 kişinin, Amerikan-İsrail yardım merkezlerinden gelen un çuvallarının içerisinde Oksikodon tipi uyuşturucu hap bulduğunu kaydetti. Bazı uyuşturucu maddelerin, unların içine öğütülerek konulma ihtimali olduğu aktarıldı. İsrail”in, uyuşturucuları insani yardımlarla Gazze içlerine sokarak Filistin halkı arasında bağımlılığı yaymaya çalıştığı kaydedilen açıklamada, bu maddelerin “kirli savaşta yumuşak bir araç” olarak kullanılmasının savaş suçu ve uluslararası insancıl hukukun ihlali olduğu vurgulandı.

Source: Harun Sekmen


Turizmi kim baltalıyor?

Televizyonda haber. Bodrum esnafı dertliymiş. İşler fazlası ile kesat. Çünkü turist yok, mekanlar boş.

Benzer bir haber Fethiye’den ve Ölüdeniz’den geliyor. Bir başka haber Marmaris’ten…

Turizm beldelerinin tamamı aynı durumda. Lokantacısından dolmuşçusuna kadar herkes kan ağlıyor.

Aslında bakarsanız, pek şaşırmadım. Sonunda beklenen şey oluyor. Yerli turist, “beni daha fazla kazıklamanıza izin vermeyeceğim” diyor ve tatil aktivitelerini rasyonel bir gözle yeniden planlıyor. Yabancı turist bile Türkiye’yi pahalı buluyor, buna göre karar alıyor.

Fiyatlar o kadar anormal düzeyde ki tatil beldelerinden hesap pusulası paylaşmak adet haline geldi. Türkiye, bin liraya lahmacun satan, bir milyon lira masa hesabı ödenen işletmelerle dolu.

Hemen karşı kıyımızda, Yunanistan’da ise işler hiç öyle değil. Melih Altınok, arkadaşlarının Rodos’ta yaptığı kahvaltının adisyonunu yazdı. Rodos’ta tıka basa karnınızı doyurabildiğiniz o paraya bizde ancak bir kahve içebiliyorsunuz!

Sadece Yunanistan değil, İtalya, Fransa, İspanya, Portekiz.. Hepsinde yeme içme bizden daha ucuz. Paraları bizimkinin 45 katı değerli olmasına rağmen ödenen hesaplar bizim seviyemizi ancak yakalıyor!

En az iki yıldır defalarca yazdım, söyledim. “Bu aç gözlülük sizi bitirecek” dedim. Dinletemedim.

Daha doğrusu bir sezonda on yıllık para kazanmak istedikleri için kulak tıkamayı tercih ettiler, O zaman sözümüze itibar etmeyen “serbest piyasa” vurguncuları, şimdi serbest piyasa nasıl olurmuş görüyorlar.

Sosyal medyaya bakıyorum, bunların haline bir tane de üzülen yok. Herkes “beter olsunlar” diyor. Kendi insanınızın bile sizden nefret etmesi ne kadar acı değil mi?

Daha acı olan ise hiç hak etmedikleri halde turizmcilerin de bu işten zarar görmesi. Türkiye’nin otelleri Avrupa ile rekabet edebilecek düzeyde, tesislerimiz Yunanistan’ın İtalya’nın çok ilerisinde. Fiyatlarımız -çok hesaplı olmasa da- onlarla rekabet edebilecek seviyede. Fakat yeme içme o kadar pahalı ki “her şey dahil modeli” dışında turist çekmemiz imkansız hale geliyor.

Yeme içme sektörü, turizm dışında bir alan. Birkaç yıl içinde köşeyi dönmek isteyen vurguncuların açtığı mekanlar, sahillere çökerek kurdukları “biç-klap’lar”, mafya ilişkileri ile el değiştiren eğlence mekanları… Turizme faydaları sıfır, sadece sahiplerini zengin etmeye yarıyorlar.

Akıllara şu soru gelebilir: Her ay turizm ziyaretçi sayısında rekor kırıyoruz. Ne oluyor da bu insanlar ağlıyor?

Akraba ziyaretine gelen Yunanistan Bulgaristan Türk’ünü, Suriyeli ‘yi istatistiklerde “ülkeye gelen turist sayısına” dahil edersen tabii ki işler iyi gidiyor zannedersin, endişelenmezsin. Sahadaki gerçek ise turizm beldelerimizin -muhtelif sebeplerle- kan ağladığıdır.

KUZEY KORE FARKI

Turizm deyince akla en son gelecek ülke sanıyorum Kuzey Kore’dir.
İşte o Kuzey Kore, geçen hafta ilk büyük tatil bölgesinin açılışını yaptı. Wonsan Kalma adını taşıyan resort, 5 km’lik sahil boyunca uzanan 52 lüks otel ve diğer tesislerden oluşuyor.

Başkan Kim Jong Un, otellerin yabancı misafir de ağırlayacağını ama önceliğin Kuzey Kore yurttaşlarında olduğunu söyledi.

İlk turist kafilesi ise Rusya’dan yola çıkmaya hazırlanıyor. Yabancı turist kabulu tam olarak başlasın, tüm fiyatlarını ve programlarını takip edeceğim. Kuzey Kore’nin gidiş-dönüş dahil, bizden daha ucuza geleceğine eminim.

Gaffar Yakınca / Haber7

Source: Gaffar Yak


Resul Tosun yazdı: İran”da rejim değişir mi?

ABD ve batı desteğiyle İsrail İran”a saldırdığında, “İran”a destek olma vakti!” demiştim.Kimileri bizim İrancı olduğumuzu zannederek İran”ın yapıp ettiklerini saymıştı.Peki Batının destek verdiği saldırı karşısında Türkiye hariç, bölge ülkeleri İran”a destek verdi mi?Vermedi!Çünkü ona destek vermesi gereken bölgedeki ülkelerin seyirci kalmasının hatta İran”dan İsrail”e atılan füzeleri engellemeye çalışmasının arkasındaki asıl sebeplerden birisi de bizzat İran politikalarıdır.İran bölgede öylesine ilkesizce genişleme politikası takip ederek yüzbinlerce Müslümanın katledilmesine sebep oldu ki, vuran taraf ABD de olsa İsrail de olsa sessiz kaldılar hatta saldırgana yardımcı oldular!Etme bulma dünyası. Ne ekersen onu biçersin.İranlı Şii milislerin zalim Baas rejimini ayakta tutmak için sadece Suriye”de öldürdüğü Müslüman sayısı İsrail”in 75 sene boyunca Filistin”de öldürdüğünden kat kat fazladır!Ama buna rağmen saldırgan İsrail olunca bizim İsrail”in karşısında durmamız gerekirdi.O yüzden savaş sırasında, İran”a destek verme zamanıdır demiştik.Şimdi de İran yönetimine hatırlatma zamanıdır.Zor zamanda yalnız kalmamak için Müslüman ülkelere özellikle Arap ülkelerine karşı sürdürdüğü kanlı nüfuz politikasını terk etmeli ve İslam dünyasının bir parçası olarak halkı Müslüman ülkelerle dostane ilişki kurmaya başlamalıdır.Zor zamanlarında kendisine destek veren Türkiye”ye karşı bile görünürde dostane ama bir yandan da saman altından su yürüten sinsi politikalar izlediğini bilmeyen mi var?!ABD tıpkı Irak”ı işgal ettiği gibi asılsız bahanelerle İran”ı vurdu ve “nükleer silahtan vaz geç seni yaşatayım!” diyerek Firavunvari tehditler savuruyor!Bu tehditler İran”ın şahsında bölge ülkelerine, “nükleer silah edinmeyin İsrail”i tehdit edecek kadar güçlenmeyin” mesajıdır.”Finali Türkiye ile yapmak” söylemi yabana atılacak bir gözdağı değildir!Tekrar konuya dönecek olursak.İran”da şimdi birileri rejimin değişeceği üzerine fikir imal ediyorlar.Sadece şu kadarını söylemeliyim ki, İran”da rejim değişikliği öyle zannedildiği kadar kolay değildir.Çünkü İran, devrimden sonra rejimi garantiye alacak gerekli adımı atmış ve ideolojik askeri bir güç olan Devrim Muhafızlarını kurmuştur.Yönetimi canı pahasına savunacak bir silahlı güçtür devrim muhafızları.Mısır ve Tunus”un eksiği de buradadır. Devrimi koruyacak silahlı bir kuvvet kurmadıkları için eski yönetimin ordusu ve güvenlik güçlerini aynen korudukları için Mısır”da da Tunus”da da yeni rejim kısa sürede etkisiz hale getirilmiştir.Suriye”nin bundan ders çıkardığını görüyoruz. Rejimin ordusunu lağvetti ve yeni bir ordu kurduğu için orada da emperyalist güçler kolayına rejim ithal edemezler.Örnek bir uygulamayı hayata geçirememeleri İslami hareketlerin en büyük eksiğidir. Dünya Müslümanlarının göğüslerini gere gere “İşte örnek İslam devleti” diyeceği bir uygulama maalesef yoktur.İslam adına inkılap yapan İran”ın da, kimi ülkelerde işbaşına gelen dindarların da başarılı bir örnek sergileyememiş olması düşündürücüdür!Asrın idrakine söyletemediler İslam”ı!Fas”da iktidar olan Adalet Kalkınma Partisi, Tunus”da iktidar olan Nahda hareketi, Mısır”da iktidar olan İhvan hareketi, Afganistan”da yönetimi ele alan önceki İslami hareketler ve en son Taliban hareketi ve İran devrimi, bunların hepsi İslam”ı referans aldılar ama maalesef örnek bir İslami uygulama ve dünyanın gıpta edeceği bir düzen kuramadılar.Fiziki başarıları kapitalist ABD de komünist Çin de başarıyor. Ama medeniyet inşa edemiyorlar.Çünkü maddi kalkınmaya kültürel ruh verilmeyince medeniyet oluşmuyor, ortaya ruhsuz bir kalkınma çıkıyor.İktidar olmak sadece yönetmek değildir. Recep Garip beyin ifadesiyle, “Devlet yalnız bir yönetim biçimi olarak değil; bir medeniyet taşıyıcısı, bir şuur ve inanç yapısıdır.”Bu başarılamamıştır maalesef.Aksine mesela İran”da devrimin 46 yıldır İran halkını İslami hayata özendirecek bir başarısı olmadı. İran sokaklarını gezin, birkaç tesettürlü bayan dışında İslam”ın topluma yansımadığını görürsünüz!Tersine daha fazla muhalif üretmiş bilmeyenler de oradaki muhalefete bakarak rejimin değişeceğini zannediyorlar.Muhalefete rağmen ben İran”da bir rejim değişikliği ihtimalini çok zayıf görüyorum.ABD-İsrail saldırısının rejimi daha da güçlendirdiği bile söylenebilir.Savaş açılan ülkeden insanlar kaçar! İsraillilerin kaçtığı gibi… İran”da tersi oldu yurt dışındaki İranlılar ülkelerine dönmek için sırada beklediler!Hülasa İran”da rejim kolayına yıkılmaz ama İran yönetiminin bu savaştan çıkaracağı en önemli ders komşu ülkelere karşı yürüttüğü kanlı nüfuz siyasetini terk ederek İslam dünyası ile samimi bir şekilde bütünleşmesidir.Tabii ki tek sorumlu İran değil. Bölge ülkeleri de en az İran kadar sorumludur.Gazze”den bir dostum İsrail sokaklarındaki billboardlardan bir fotoğraf göndermiş.Ortada Trump ve Netenyahu ikisinin etrafında bütün Arap liderlerinin fotoğraflarının yer aldığı afişte “The Abraham Alliance (İbrahim anlaşmaları) It”s time for a new middle east (Yeni bir Ortadoğu zamanı) ibareleri konmuş.Bu afişe Suriye dışında itiraz eden de yok!”(Kişiler) kendilerindekini değiştirinceye kadar Allah hiçbir toplumu değiştirmez.”(Ra”d Suresi,11. Ayet.)

Source: Resul Tosun


Gaziosmanpaşa Belediye Başkanvekili seçilen Eray Karadeniz Atatürk portresini de kaldırmış!

CHP”li belediyeleri hedef alan soruşturmalar kapsamında tutuklanan Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı Hakan Bahçetepe’nin yerine 11 Haziran’da Gaziosmanpaşa Belediye Başkanvekili seçilen AKP’li Eray Karadeniz, Atatürk fotoğrafını kaldırttı. Daha önce Belediye Başkanı Hakan Bahçetepe’nin açıklama yaptığı salonda bulunan Atatürk fotoğrafının kaldırıldığı, Eray Karadeniz’in X hesabından paylaştığı fotoğrafla ortaya çıktı. Eray Karadeniz’in geçmişte sosyal medya hesabı üzerinden Fetullahçı Terör Örgütü”ne (FETÖ) methiyeler düzdüğü paylaşımları başkanvekili seçilmesinin ardından yeniden gündem olmuştu. Karadeniz’in Fenerbahçe’ye kurulan şike kumpası sürecinde FETÖ’yü savunduğu ve 2012’de yaptığı bir paylaşımda “Haritada yerini gösteremeyeceğiniz ülkelere gidip okul açarak hizmet eden bir topluluğun Fenerbahçe’yi ele geçirmeye çalıştığına inanan insanlar var” ifadelerini kullandığı görülmüştü. Karadeniz ayrıca, FETÖ’yle özdeşleşen “maklube” yemeğiyle ilgili şunları yazdığı kaydedilmişti: “Cağ kebabına gelemedim maklubeyi kaçırmam. Benim adım Eray, maklubeye gelirim diyorsam gelirim”

Source: Haber Merkezi


Güney Koreli fenomen Mhyochi üçüncü kez tacize uğradı

Güney Koreli sosyal medya fenomeni Mhyochi, bir süre önce Türkiye turuna çıktı. Şehir şehir gezerek canlı yayın yapan fenomenin son adresi Giresun oldu. SÜRÜCÜ ISRARLA ARACINA DAVET ETTİ Fenomen, kentin Bulancak ilçesinde yayın açarak dolaştığı esnada yanına bir araç yanaştı. Sürücü el hareketi yaparak fenomeni aracına davet etti. Mhyochi sürücüyü reddetti. Birkaç metre ilerleyen araç tekrar durarak teklifini yineledi. Genç kadın tacizinin ısrarı üzerine polis çağıracağını söyleyince sürücü olay yerinden uzaklaştı. Genç fenomen o anları sosyal medya hesabından paylaştı. FENOMENİN TÜRKİYE”DE YAŞADIĞI 3″ÜNCÜ TACİZ Güney Koreli fenomenin Giresun”da yaşadıkları, Türkiye”de haziran ayının başından beri yaşadığı üçüncü taciz oldu. Genç kadın daha önce İstanbul Kadıköy”de 71 yaşındaki adamın sözlü ve fiziksel tacizine maruz kalmıştı. Görüntülerin yayılması üzerine yaşlı adam gözaltına alınmıştı. Daha sonra ise fenomen Samsun”da tacize uğramış, tacizci aracıyla genç kadının yanına yaklaşıp aracına binmesi için ısrar etmişti.

Source: Çağla Taşçı


Meclis”e sunulan yasa teklifi Murat Ülker”i çileden çıkardı

Geçtiğimiz günlerde Meclis”e sunulan ve sağlık alanında çeşitli değişiklikler içeren 29 maddelik kanun değişikliği teklifinin en dikkat çeken kısmı, eczanelerde tıbbî kenevir satışının yasallaştırılması olmuştu.

Düzenlemeye çok sayıda kişi tepki gösterirken, bir açıklama da Yıldız Holding Yönetim Kurulu Üyesi Murat Ülker”den geldi.

YASA TEKLİF”İ ÜLKER”İ KIZDIRDI

Forbes Dergisi verilerine göre 5,3 milyar dolarlık servetiyle Türkiye”nin en zengin iş insanı olan Murat Ülker, milletvekillerine yaptığı çağrıda söz konusu düzenlemenin sosyal felaketlere yol açabileceğini belirterek şu ifadeleri kullandı:

“Sayın Milletvekilleri,

Kenevir tarımı ve tıbbi ürün üretimi adı altında sunulan bu yasa tasarısı, yüzeyde sağlık ve ekonomi için bir fırsat gibi görünse de, derinlemesine incelendiğinde toplumumuz ve özellikle gençlerimiz için ciddi bir tehlike kapısı aralamaktadır. Kenevir bitkidir ve bu bitkiden esrar yüksek tetrahidrokannabinol”lü (THC) esrar üretimi teknik olarak oldukça kolaydır. Bitkinin doğası gereği dayanıklı, hızlı büyüyen ve düşük maliyetli bir tarım ürünüdür. Asıl zor olan üretim değil, üretimi kontrol etmek ve denetlemektir. Domuz ve tavşan gibi hızlı yetiştirilme biçimi ile bir anda yayılır ve kontrol dışına çıkar.

“SOSYAL FELAKETLERLE SONUÇLANMIŞTIR”Elbette tıbbi kenevirin kontrollü üretimi ve kullanımı dünyada bazı ülkelerde kabul görmektedir. Ancak bu örneklerin büyük bir kısmı, ne yazık ki madde kullanımında artış, bağımlılık yaşının düşmesi, sokaklarda daha kolay ulaşılabilen esrar türevleri ve organize suç çetelerinin büyümesi gibi sosyal felaketlerle sonuçlanmıştır. Bu işin kalesi sayılacak Hollanda’da 1970’lerden beri uygulanan “coffee shop” modelinde satış tolere edilse de üretim yasal değil, eğitimli bir tedarik zinciri yoktur ve ekimi yasaktır. Hiç düşündünüz mü neden?

“ÖLÜMLER, TRAFİK KAZALARI VE ÇOCUK YAŞTA ÖLÜMLER”

Bakınız, Kanada bu konuda bir “örnek ülke” gibi sunulur. Ancak Kanada’da yapılan araştırmalar, yasanın çıkmasından sonra esrar kullanımının özellikle 15-24 yaş arasındaki gençlerde %40 oranında arttığını ortaya koymuştur. Yasanın sadece medikal kenevir için olduğu söylense de, zaman içinde bu sınırların nasıl esnetildiğine hep birlikte şahit olduk. Bugün Kanada’da, neredeyse her köşe başında esrar satışı yapılmakta ve gençler buna rahatça erişebilmektedir. ABD’de benzer şekilde, önce medikal kenevirle başlayan süreç, bugün 24 eyalette keyif amaçlı kullanıma kadar genişlemiş durumda. Peki sonuç? madde bağlantılı ölümler, trafik kazaları ve çocuk yaşta başlayan bağımlılıklar tarihî zirvesinde. Colorado eyaletinde, yasal düzenlemenin ardından esrar kullanımına bağlı trafik kazalarında %62 oranında artış yaşanmıştır.

“KILIF DEĞİŞTİRİR AMA…”Sayın milletvekilleri, biz Türkiye olarak daha sahte içki sorununu çözememiş, her yıl onlarca insanımızı bu nedenle toprağa veren bir ülkeyiz. madde kullanımına bağlı ölümler her yıl artıyor. Bağımlılık yaşı ortaokula kadar düşmüş durumda. Yasaklı madde baronlarının nasıl büyüdüğünü, nasıl yeni alanlar aradığını hepimiz biliyoruz. Kenevir tarımını “sanayi” veya “ilaç” adıyla meşrulaştırmak, bu çetelere yeni ve legal bir arka kapı açmak demektir. Sanmayın ki kontrol edebiliriz. Dünya örnekleri bize şunu söylüyor: Yasaklı madde ticareti kılıf değiştirir ama amacından asla vazgeçmez.

“BAZI RİSKLER VARDIR ASLA YÖNETİLEMEZ”

Osmanlı’nın bile ekonomik faydasını bildiği halde yasakladığı bu maddeyi, biz bugün hangi denetim garantisiyle topluma sunacağız? Türkiye’nin sosyal yapısı, genç nüfus yoğunluğu ve mevcut bağımlılık problemleri dikkate alındığında, bu yasa geri dönülemez bir zarara yol açacaktır. Bugün “tıbbi” diyerek açacağınız kapı, yarın sokakta çocuklarımızın ellerinde kapanmaz bir yaraya dönüşecektir. Bu mesele ilaç şirketlerinin karı, ithalat ihracat dengesi, ekonomik getiriler meselesi değildir. Bu mesele gençlerimizin sağlığı, toplumumuzun geleceği meselesidir.

Lütfen unutmayınız: Bazı riskler vardır ki, asla yönetilemez.

Bu yasa teklifine “hayır” demek, sadece bir oylama değil; bu ülkenin gençlerine, geleceğine sahip çıkmaktır.

Source: Haber Merkezi


21 gün önce evlendiği eşi balkondan attı iddiası!

Adana da emlakçı Çağlar Gökgül (36), sosyal medyadan tanışıp 21 gün önce düğün yaptığı Muğlalı giyim öğretmeni Dilek Gökgül ü (31) oturdukları apartmanın 6 ncı katındaki dairenin balkonundan atarak belden aşağısının felç kalmasına neden olduğu suçlamasıyla tutuklandı. DHA nın haberine göre korkunç olay sırasında alkollüyken sinir krizi geçirdiği öne sürülen Çağlar Gökgül, eşinin intihar girişiminde bulunduğunu iddia etti. PARMAKLARIMI AÇIP DÜŞMEMİ İSTEDİ Dilek Gökgül ise son anda balkonun demir parmaklıklarına tutunmasına rağmen eşinin parmaklarını açarak düşmesine neden olduğunu öne sürerek hukuk mücadelesi başlattı. Olay, 24 Mayıs günü Sarıçam ilçesinde meydana geldi. Kentte emlakçılık yapan Çağlar Gökgül, sosyal medyadan tanışıp 6 ay önce nikah kıydığı, 21 gün önce de düğün yaptığı Muğlalı eşi Dilek Gökgül gün boyu çeşitli mekanlarda içki içtiği için ile tartıştı. Tartışmanın büyümesi üzerine Çağlar Gökgül eve gelerek giyim öğretmeni eşini darp etti. Arbede sırasında Çağlar Gökgül ün eşini balkondan attığı öne sürüldü. Zemin kattaki iş yerinin sundurmasına düştükten sonra beton zemine çakılan Dilek Gökgül ağır yaralandı. Çevredekilerin ihbarıyla olay yerine polis ve sağlık ekipleri sevk edildi. İlk müdahalesi olay yerinde yapılan Dilek Gökgül, ambulansla hastaneye kaldırıldı. Gözaltına alınan Çağlar Gökgül, işlemlerinin ardından sevk edildiği adliyede tutuklandı. KABUSU YAŞADIĞI EVDE YATALAK KALDI Hastanede 1 hafta tedavi gören Dilek Gökgül ün belden aşağısı felç kaldı. Yatalak kalan talihsiz kadın, kısa bir süre önce gelin geldiği Adana da kimsesi olmadığı için kabusu yaşadığı eve dönmek zorunda kaldı. Yaşadıklarını anlatan Dilek Gökgül, Eşimle aramızda normalde hiçbir sorun yoktu. Sabah dualarla eşimi işe gönderdim, daha sonra namazımı kıldım. İçimde kötü bir his oluştu, eşimi aradım. Müşterim var diye mesaj attı. Müşterisi varken de telefonunu açtığı için görüntülü aradım. Açtığında ocak başındaydı. İçki içmek istediğini söyledi. Ben içmesini istemediğimi söyledim. Hiçbir zaman da istemedim. Ama o ısrarla devam etti. Bana yeminler ederek evlenmişti dedi. KORKULUKLARA TUTUNDUM, DÜŞÜRDÜ Evlendiği günden bu yana eşinin alkol problemi olduğunu ileri süren Dilek Gökgül, Ağzına bile sürmeyeceğini söylemişti ama evlendiğim günden bu yana benimle alkol pazarlığı yaptı. Gece 22.30 sıralarında eve geldi. Beni aradığında sesi çok kötü geliyordu. Ben o sıra apartmanın bahçesinde onu görebileceğim bir pozisyonda duruyordum. Sonra onu karşıladım ve beraber eve çıktık. Ben masada, o koltukta oturuyordu. Neden içtiğini sorduğumda delirdi. Bundan sonra her gün içeceğim, var mı itirazın diye bağırdı. Sonra beni masaya fırlattı. Başka odaya kaçtım ama yakalayıp darp etmeye devam etti. Sonra balkona kadar sürükledi ve aşağı attı. Demir korkuluklardan tutunmuştum ama gözümün içine bakarak Bana içirmiyorsun, öl, geber dedi ve sonra parmaklarımı açtı. Sonrasını hatırlamıyorum, 6 ncı kattan düştüm. Valimden, savcılarımdan rica ediyorum adalet yerini bulsun. Benim intihar girişiminde bulunup kendimin atladığını iddia ediyor. Emlakçı olduğu için çevresi geniş ve yalancı şahitler tutuyor. Ailesi bana destek olacağı yerde tehditler savuruyor. Geçmiş olsun bile demediler. Burdur dan buraya gelin geldiğim için Adana da kimseyi tanımıyorum, ailem uzakta ve destekçim yok. Maddi zorluklar da yaşıyorum. Üstelik, bu kabusu yaşadığım evde yatalak halde hapis hayatındayım. Bu ülkede onlarca kadın balkonlardan atıldı, intihar diye kayıtlara geçti. Çok şükür ben ölmedim ve hukuk mücadelemi veriyorum diye konuştu. BALKONDA HALA KAN İZLERİ VAR Dilek Gökgül ün avukatı Ozan Karabulut ise dosyada çok zorluklar yaşadıklarını belirterek şunları söyledi: Olayla ilgili hanımefendinin 6 ncı kattan adeta eşya fırlatırcasına aşağı atılmasına şahit olduk. Lakin şüpheli taraf hanımefendinin intihar girişiminde bulunduğunu iddia etmekte ve parayla yalancı tanıklar bulmaya çalışmaktadır. Ama mevcut dosya kapsamında hala 6 ncı katın balkonlarının kan izlerine bakıldığı zaman müvekkilimin intihar etmediği ortada. Müvekkilimin zorluk yaşadığı ve yaşama tutunmak için parmaklıklara tutunduğu net bir şekilde görülmektedir. Bu dosyanın en acımasız kısmı bence intihar değil de müvekkilin öldürülmeye kastedildiği evde hala yaşamak zorunda kalıyor olmasıdır. Çünkü müvekkilim gelin olarak Adana ya gelmiştir ve gidebileceği, yaşayabileceği başka bir yer bulunmamaktadır. Mevcut olayı her gün aynı evde yaşamaktadır. Ayaklarında his bulunmamaktadır, sağlık problemleri yaşamaktadır. Hastaneye gidip gelmekte zorlanmaktadır. Bir çuvala koyulurcasına bir kız çocuğunu hastaneye götürüp geri getirmek zorunda kalmıştır aile. Soruşturma sürecimiz devam ediyor. Karşı taraf emlakçı olması sebebiyle çevreye verdiği satılık ve kiralık dairelerdeki tanıdığı insanları tutuklanmış olmasına rağmen etki altına alarak tanık göstermek istiyor. Yaptığımız araştırmalara göre bu şahıs yalan görgü tanıkları ayarlayarak, ücret karşılığında dosyayı lehine çevirmek istemektedir. Adalete ve yargıya güvenimiz, inancımız tam. Bu yönden bir kuşkumuz yok.

Source: Habertürk


Köprüden atlayan iş insanı İlhan Arık'ın veda notu ortaya çıktı

İstanbul”da 15 Temmuz Şehitler Köprüsü”nde dün saat 14.00 sıralarında köprü üzerinde aracından inen iş insanı İlhan Arık boğaza atladı. Olayı görenlerin haber vermesi üzerine İstanbul İtfaiyesi Su altı Arama Kurtarma (İSAK), Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Deniz Polisi ekipleri sevk edildi. HAYATINI KAYBETTİĞİ BELİRLENDİ Kısa sürede boğazda arama çalışmalarına başlayan ekipler, denizdeki kişiyi Ortaköy iskelesine çıkardı. Sağlık ekiplerinin yaptığı ilk kontrollerde iş insanı İlhan Arık”ın (41) hayatını kaybettiği belirlendi. “HERKESTEN ÖZÜR DİLİYORUM, YAŞATTIKLARIM İÇİN” 15 Temmuz Şehitler Köprüsü”nden atlayarak intihar eden iş insanı İlhan Arık”ın veda notuna Haberler.com ulaştı. Arık”ın el yazısıyla karaladığı notta “Ben İlhan Arık, Bu zamana kadar hep bir şeyleri başarmak istedim. Kimse zarar görmesin, kimse üzülmesin istedim. Ben artık çok yoruldum. Yeni başlamaktan, üzülmekten, kırılmaktan… Sakın beni böyle aciz tanımayın olur mu? Artık toparlayamıyorum. Herkesten çok özür diliyorum. Yaşattıklarım için. Bu yazıları okuduğunuzda ben bu dünyada olmayacağım artık. Hiçbir anlamı yok. Hakkınızı helal edin” ifadeleri yer aldı. HAYATI DRAM ÇIKTI İş insanı İlhan Arık, 2024 ocak ayında Haberler.com YouTube yayınında dikkat çeken açıklamalarda bulunmuştu. Arık o yayında, “Babam evde ölü bulundu. Küçük yaştan bu yana yetim büyüdüm. Babamı tanımadım, babamın yokluğunu hep hissettim. Başkalarını kıyafetlerini giydim. Oğlumu 3 aylıkken hastanenin ihmali ile kaybettim. Erkek evlat çok istedim. Ben baba sevgisi görmedim oğlum görsün istedim, olmadı. Günlerce beşiğin başında ağladım. Ben hep yalnız başımaydım, mücadelemi bu şekilde verdim. Şu an iki kızım var. Allah kimseye evlat acısı yaşatmasın. 99 depreminde Sakarya”da enkazın altından çıktık, 3 ay çadırda yaşadık. 14 yaşında enkazdan cansız beden çıkardım.” diyerek yaşadıklarını anlatmıştı.

Source: Erdem Aksoy


Toksik bir ilişkinin 5 işareti! Eğer bu cümleleri kuruyorsa…

Bazı insanlar hayatımıza sevgiyle girmez, ihtiyaçla girer. Ve biz bunu fark edemediğimizde, onların gölgesine “şefkat”, suskunluklarına “olgunluk”, bizi suçlamalarına “haklılık” adını veririz. Çünkü o anda duymak istediğimiz şeye inanmak, görmek istemediğimiz gerçeği kabul etmekten daha kolaydır. Bazen “beni düşünüyor” deriz, oysa bizi yönlendiriyordur. Bazen “beni koruyor” deriz, oysa bizi kısıtlıyordur. Bazen de “beni çok seviyor” deriz, oysa bizi bağımlı hâle getiriyordur. Peki toksik bir ilişkide olduğumuzu nasıl anlarız? Sana sormadan karar alıyorsa… Suçlu hissettirdiği halde “senin iyiliğin için” diyorsa… Sessizliğiyle seni cezalandırıyor, sonra da hiçbir şey olmamış gibi davranıyorsa… O kişi seni sevmiyor olabilir. Sadece yönetiyor. Ve sen, buna uzun zamandır “aşk”, “dostluk”, “sadakat” diyorsun. “Sana “değer veriyorum” der, ama seni küçültür. “Ben olmasam ne yapardın?” diyerek seni bağımlı kılar. Ve sen, onun sevgisini kazanmak için sürekli kendinden bir şey eksiltirsin. Artık durma vakti. Bu yazı, bir ayna olacak. Sana zarar vereni görmen için… Ve belki de en çok, kendine bunu neden hep yaptığını fark etmen için. İşte şimdi, o döngüyü kırmak için en çok kullanılan psikolojik manipülasyon yöntemlerini birlikte inceleyeceğiz. Çünkü tanımadığın bir oyunu durduramazsın. Ama bir kez fark ettiğinde artık eskisi gibi yönlendirilemezsin. 1- SESSİZLİKLE CEZALANDIRMAK Bir hata yaptığında açıklama yapmak yerine ortadan kaybolur. Mesajlarını görür ama cevap vermez. Göz göze gelmez, gülümsemez. Seni endişeye boğar, “acaba ben mi yanlış yaptım?” sorusuyla içini kemirir. Ama unutma: Sessizlik bazen olgunluk değil, cezadır. Kırgınlığı konuşarak değil, susarak yöneten biri, seni anlamaya değil, itaate zorlamaya çalışıyordur. 2- SUÇLULUK DUYGUSU YÜKLEME Seni bir şey yapmakla suçlar. Sen “Hayır öyle bir şey yok” dediğinde de “Beni yalnız bıraktın” diyerek suçlamalarını sürdürür. Sen kendi alanını koruduğunda “Sen çok değiştin” der. Sen sınır koyduğunda “Sen artık eskisi gibi değilsin” diyerek seni manipüle etmeyi sürdürür. Suçluluk, manipülatörün en sevdiği silahıdır. Çünkü suçlu hisseden biri, kolayca kontrol edilir. 3- GERÇEKLİĞİ ÇARPITMAK (GASLİGHTİNG) Sana söylediği bir şeyi inkar eder. Olanı farklı anlatır. “Ben öyle demedim” der. Seni kendinden şüphe ettirir. “Sen her şeyi yanlış anlıyorsun.” Bir süre sonra, kendi hafızana güvenemez hale gelirsin. Ve en acısı… Kendini savunacak bir “gerçek” bulamazsın çünkü o çoktan çarpıtılmıştır. 4- AŞIRI İLGİYLE SARHOŞ ETMEK (LOVE BOMBİNG) Tanıştığınızda sana adeta taptı. Hediye, ilgi, büyük sözler… Gözünü boyadı. Sana “ruhun eşi” olduğunu söyledi, daha seni tanımadan. Seni olduğun gibi kabul ediyor gibi göründü ama aslında seni hızlıca bağımlı hâle getirmek istiyordu. Ve sen, “böyle seven olmaz” dedin. Ama o sevgi bir süre sonra çekildi. Ne mesajlar kaldı, ne o ilgiler… Sen ise o eski ilgiyi geri kazanmak için her şeyi yapmaya başladın. Daha anlayışlı oldun, daha verici oldun, daha sessiz kaldın. Çünkü artık sevgi değil, bağımlılık başlamıştı. 5- SOĞUK – SICAK DÖNGÜSÜ Bir gün seni yere göğe sığdıramaz… Sana “bensiz yapamazsın” der. Ertesi gün tanımaz gibi davranır, mesafeli ve soğuktur. Bir bakmışsın, varlığıyla yokluğu arasında debeleniyorsun. Öyle bir dengesizlik yaratır ki, artık sen onun moduna göre yaşamaya başlarsın. O gülümserse günün güzel geçer, surat asarsa ruhun daralır. Bu bir oyun değil, bir tuzaktır. Ve sen oyuncu değil, kurban olursun. Üstelik kendini suçlu hisseden bir kurban. Uyanış vakti Eğer her gün ilişkinden yorgun kalkıyorsan… Kendini sürekli açıklamak, ispatlamak, affettirmek zorunda hissediyorsan… Karşındaki seni değil, sadece tepkilerini dinliyorsa… Artık sormanın vakti gelmiştir: “Bu kişi bana iyi mi geliyor, yoksa beni kendime yabancı mı kılıyor?” Çünkü bazı insanlar seni sevmez… Sadece seni yönetmeyi sever. Ve sen, fark etmeden, sevilmek uğruna “kendin olmaktan” vazgeçmiş olabilirsin. Ama artık farkındasın. Artık kelimeleri, suskunlukları, suçlamaları okuyabiliyorsun. Artık “iyilik kisvesi altındaki” gizli emirleri ayırt edebiliyorsun. Kendini Korumak İçin Birkaç Not: Sınır koymak bencillik değil, ruhun öz saygısıdır. “Hayır” dediğinde seni kaybetmekle tehdit eden biri zaten seni kazanmamıştır. Suçluluk hissettiren değil, huzur hissettiren ilişkiler kıymetlidir. Gerçek sevgi, seni “daha iyi biri yapmaya çalışan” değil, olduğun halinle kabul eden sevgidir. Niyet et Bugün niyet et, Sana zarar veren her maskeyi görmeye… Ve kendini suçlu değil, değerli hissettiren insanlara kalbini açmaya… Zihnini berrak, kalbini uyanık tut. Çünkü bir manipülasyon, ancak sen fark edersen etkisiz kalır. Ve unutma: Gerçek sevgi seni eksiltmez, tamamlar. Kimin yanında büyüdüğünü, kimin yanında küçüldüğünü unutma.

Source: Hakan Mengüç