Emekli maaşı görüşmelerinde AKP”lilerin kahkahası Bozdağ”ı bile çileden çıkardı: O arkadaş dışarı çıksın
TBMM Genel Kurulu”nda en düşük emekli aylığını 14 bin 469 liradan 16 bin 881 liraya yükseltilecek düzenlemenin de yer aldığı torba kanun teklifi Meclis”ten geçti. Görüşme esnasında DEVA Partisi İstanbul Milletvekili Elif Esen teklife ilişkin şunları söyledi:
“İNSANLIK DIŞI…”
“Emekliler yılında emekliler bu yılı ölüm fermanına benzeterek helva kavurarak uğurladılar. Şimdi de aile yılında ailenin kıymetlisi büyükleri bir yüke çeviren, evlatlarının bakımına mahkum eden, yoksulluğa esir eden emekli maaşını konuşuyoruz. Neye yetiştirecekleri belli olmayan… En düşük emekli maaşının yüzde 16,67 oranında arttırılarak 16 bin 881 liraya çıkartılması insanlık dışıdır. Açlık sınırının çok çok altında bir emekli maaşından bahsediyoruz. Üstelik hükümet hiç yüzü kızarmadan bu artışı bir müjde gibi sunabiliyor. Ancak biz bu rakamları bir kalem oynatması olarak değil insan hayatı, geçim derdi ve sosyal adalet meselesi olarak görüyoruz.”
AKP”LİLERİN KAHKASI BOZDAĞ”I DA KIZDIRDI
Esen”in konuşması sırasında AKP sıralarından bir milletvekilinin kahkaha atmasına TBMM Başkanvekili Bekir Bozdağ tepki gösterdi. Bozdağ, şunları söyledi:
“Sayın milletvekilleri istirham ediyorum bakın burası kahkaha atılacak yer değildir, kahvehane değildir. Özel sohbet yeri de değil. Kahkaha atan milletvekilimizi dışarıya davet ediyorum. Çok büyük bir saygısızlık bu. Böyle bir şey olabilir mi yani. Biz nerede duruyoruz? Piknikte değiliz yani Genel Kurul”dayız. Hepimizin birbirine saygı duyması lazım. Defalarca uyarıyoruz. Kahkaha atan arkadaşımız lütfen dışarı çıksın Genel Kurula”a saygısını böylelikle etmiş olur.”
Source: Anka
Herkesi başka tartan kantar
Aynı kantar seni başka onu başka tartıyor. Adana Büyükşehir Belediye başkanının ifadesini okuyorum: “Yüce Allah’ın huzurunda yemin ederim ki iddia edilen konuşma asla yapılmadı, psikolojisi bozulmuş cezaevinden çıkmak için iftira atan birisinin beyanlarıyla burada tutuklamaya sevk edildim.” Koca şehrin belediye başkanı, yıllar önce yaşandığı iddia edilen olayla ilgili cezaevindeki bir şüphelinin verdiği ifadeyle tutuklanmasına böyle isyan ediyor. Herkes ifadeyle tutuklama olur mu olmaz mı diye tartışırken önümde bir dosya duruyor. Girişinde Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı yazıyor. Şöyle anlatayım. E. 2009 doğumlu bir 10. sınıf öğrencisi. Annesine doğumundan hemen sonra MS hastalığı teşhisi konmuştu. Babası bunu gerekçe göstererek, E. 6 aylıkken annesinden ayrılmıştı. Annesinin yanında kalıyordu. Zaman zaman ise babasının yanına gidiyordu. Ancak anlattığına göre hiçbir şey normal değildi. Çocuk İzlem Merkezi’ndeki ifadesi iddianameye şöyle girmiş: “7. ve 8. sınıf öğrencisiyken babasının yanına gittiğinde ‘Erkeklerle yapmak istediğin şeyleri benimle yapabilirsin’ diyerek kendisiyle cinsel içerikli konuşmalar yaptığını…” E’nin babası tarafından uğradığı cinsel istismar olayları, iddianamede sıralanmış. Birçoğu masaj ya da öğretme adı altında, E’nin özel bölgelerine yönelik cinsel istismar içeriyor. E’nin anlattığı babasına ait konuşmalar da normal görünmüyor: “8. sınıfta olduğu bir tarihte de şüphelinin ‘Merak ettiğin bir şey var mı, başka erkeklerle deneme, sana özel bölgemi gösterebilirim’ dediğini, başka tarihlerde de ‘ Yüzündeki sivilcelerle ilgili sperm sivilcelere iyi gelir, spermin nasıl geldiğini biliyor musun’ dediğini…” Bir kez orada kaldığında banyo yaparken babası içeri girmeye çalışmış, ardından ona gecelik giydirerek yeniden istismar etmişti. ADLİ PSİKOLOG İKNA OLDU Defalarca “Babamla görüşmek istemiyorum” dediği halde, ailesi “O senin baban” diyordu. Elbette sebebini bilmiyorlardı. E. yaşadıklarını önce anneannesine anlattı. Ancak anneannesi inanmak istemedi. Sonra teyzesine anlattı. İkna olan teyzesi annesiyle konuştu. Annesi, kızını dinledikten sonra babasıyla görüşmemesini kabul etti. Anneannesi de ikna oldu. E’nin babasını arayarak “Bir daha asla” dedi. Ancak şikâyetçi olmadılar. Ta ki o güne kadar. E., yaşadıkları nedeniyle bir süredir içine kapanmıştı. Anneannesi destek alması için şubat ayında psikoloğa götürmeye karar verdi. E. psikoloğa güvenerek neden bunalımda olduğunu anlatmaya başladı. Psikolog, dinleyip ikna olunca polise haber vermeye karar verdi. İşte o ana kadar saklı kalan olay bu sayede açığa çıktı. Önümdeki evraklara göre tahkikat çok hızlı işledi. Polis, savcılık derken E’nin adli görüşmecide ifadesi alınıp raporlaştırıldı: “Olay örgüsü, istismarın başlama ve devam etme şekli, zamanı açısından tutarlı ve spontane olduğu, mağdurun olaylara paralel bir duygulanımı olduğu gözlenmiştir. Olayların oluş şekli ve mağdurun duygulanımı açısından ifadenin gerçeği yansıttığı izlenimi oluşmakla…” E’nin babası gözaltına alındı. 18 Şubat’ta verdiği ifadede her şeyi inkâr etti. Söylediğine göre E., başka erkeklerle cinsel içerikli konuşmalar yapıyordu. Bu nedenle telefonuna ve tabletine el koymuştu. Kızı da intikam için bu hikâyeyi anlatmıştı. Herhalde tutuklandı diye düşünmeyin. Karakola gidip imza vermesi şeklinde adli kontrol kararıyla serbest kaldı! ÖLDÜRÜLÜR DİYE TUTUKLANMIYORLAR İlk duruşma, bu ay başında, 1 Temmuz’da yapıldı. E’nin savunmasını, Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği adına Avukat Begüm Osma üstlendi. O gün mahkemeye destek için gelen bir kadının kapının önünde ona anlattıkları aydınlatıcıydı. Kendi kızı da babası tarafından istismara uğramış, istismarcı tutuklanmış, hapishanede öldürülmüştü. Söylediğine göre, istismar şüphelileri hapishanede korunmakta zorlandığı için, tutuklama dışında kontrol tedbirleri uygulamak alışkanlık olmuştu. İlk duruşmada anneanne tanık olarak dinlendi: “E. babasının üzerinde bokser olduğu halde bacak aralarına masaj yaptırdığını söyledi. Bunu söyleyince babasını aradım. Sen genç kıza nasıl bu şekilde masaj yaptırırsın dedim. Babası bana, ‘Bilmesi gerekeni öğretiyorum, bunları başkasından öğrenmesin, ben yanlış bir şey yapmıyorum’ dedi. Kızına masaj yaptırdığını kabul etti.” Anneanne, bu konuşmadan sonra babasına tepki gösterdiğini, bir daha görüşmediklerini söyledi. Ancak E. ilk kez anlattığında inanmadığı için kendisine kızıyordu: “Ben ilk anlattığında torunumun iftira atabileceğini düşünerek şikâyetçi olmadım. Anlattıklarına inanmak istemedim. Bir babanın öz kızına anlattığı şeyleri yapabileceğini düşünmedim, ihtimal vermedim.” Mahkeme tutanaklarını okuyorum. E’nin avukatı, şüpheli babanın mayıs ayından beri imza atmaya gitmediğini söylemiş. Buna rağmen tutuklanmamış. E’nin hukuk mücadelesi sürecek. Bir yanda ifadeyle suçlanan, kaçmasın diyerek tutuklanan belediye başkanı. Öbür yanda başta kızı olmak üzere bir dizi ifadeye rağmen “kaçmaz” diye bırakılan baba. Bir yanda cezaevinden verdiği ifadeyle belediye başkanı tutuklatan şüpheli. Öbür yanda hapiste öldürülürse diye tutuklama tedbiri uygulanmayan istismar şüphelisi. Kısacası: Türk yargısından adalet manzaraları! Adil bir dünyanın kapısı çocukların ahıyla açılacak.
Source: Barış Terkoğlu
Faşizm ve kültür-II
Siyasal İslamın AKP rejimi, siyasi, ekonomik bir iktidardan öte, toplumu yeniden şekillendirmeye dönük kapsamlı bir kültürel mühendislik sürecidir. Bu, eğitimi, medyayı, sanat politikalarını, tarih anlatılarını, mimariyi, hatta gündelik yaşamın ritimlerini dönüştürerek yeni bir insan tipi, yeni bir hafıza, yeni bir ahlak yaratma sürecine karşı direniş, çoğunlukla ekonomik sorunlara odaklı, kültür savaşlarından kaçınan bir hatta kaldı. İşsizlik, yolsuzluk, hayat pahalılığı gibi elbette çok ciddi meseleleri öne çıkaran bu muhalefet dili, ne yazık ki kitlelerin gündelik yaşamında karşılık bulan kültürel anlam evrenlerini ihmal etti, belki de küçümsedi. Oysa kültür, içinde ekonomik taleplerin de anlam kazandığı bir alandı. KÜLTÜR MADDESELDİR Kültür, somut pratiklerle, nesnelerle, bedenlerle, mekânlarla, teknolojilerle iç içe geçtiği için maddeseldir . Kültürün maddeselliği, onun yalnızca anlam dünyasında değil, aynı zamanda gündelik yaşamın, nesnelerin, bedenlerin, teknolojilerin ve mekânların içinde kurulduğunu söyler. Raymond Williams ’ın ifadesiyle kültür, “Bir yaşam biçimidir” ; insanların konuşmalarının, giyinmelerinin, kederlerinin, sevinçlerinin, kutsallarının anlamlarına ilişkindir. Kültür, geçmişin kalıntısı değil, bugün yaşayan bir çatışma alanıdır; yalnızca estetik ya da sembolik bir alan değil, ahlaki anlamların üretildiği yerdir. Ve insanlar sadece aç kaldıkları için değil, adaletsizliğe uğradıklarını düşündüklerinde sokağa çıkarlar. Diğer bir deyişle, insanlar yalnızca biyolojik varlıklar değil, anlam arayan, kimlik kuran, değerlerle hareket eden varlıklardır. Biyolojik ihtiyaçlarına öncelik veren hayvanlardan farklı olarak insanlar, “doğru”, “yanlış”, “hak”, “adalet”, “onur” gibi kavramlar üzerinden tepki verirler. Geçim derdi , onurla yaşamak, emeğinin karşılığını almak, torpilsiz hak kazanmak gibi ahlaki-siyasal taleplerle iç içedir. Ekonomik bir kriz ancak bu kavramlarla anlamlandığında siyasallaşır. Primatolog, sinirbilimci, Robert Sapolsky ’nin, “Kültür, değerlerin, tarzların, davranışların bir sonraki kuşağa genetik olmayan yollarla aktarımıdır” biçimindeki tanımı da kültürün geleceği belirlediğine, ancak değiştirilebilirliğine , siyasal mücadeleyle şekillendirilebileceğine işaret eder. KÜLTÜR GELECEĞİ ŞEKİLLENDİRİR Walter Benjamin ’e atfedilen “Her faşist zaferin arkasında bastırılmış bir devrim vardır” sözleri, faşizmin, toplumsal hafızayı silme, tarihi yeniden yazma, kayıp devrimin içindeki gelecek umudunu unutturma çabasının mantığını da açıklar. Faşist rejim, yalnızca zorla değil, kültür savaşlarıyla ayakta kalmanın ötesinde, geleceğini güvenceye almayı amaçlar; bugünü de ona göre biçimlendirir. İşte bu yüzden, kültür savaşları bu kadar önemlidir. Türkiye’de siyasal İslamcı rejim, işte bu hafıza rejimini ısrarla kurmaktadır: 15 Temmuz anıtları, Osmanlı nostaljisi, Cumhuriyet nefreti, militarist dizi evrenleri, kamusal alandan kadın bedeninin silinmesi, sürekli yinelenen “yerli ve milli değerler” söylemi, hakaret davaları, Diyanet’in bütçesinin, bir ruhban sınıfına eklemlenmiş kadrosunun biteviye büyüme eğilimi bu stratejinin parçalarıdır. Kültür, bu iktidarın en etkili silahıdır. Bu yüzden muhalefet yalnızca daha iyi ekonomik koşullar vaat etmekle yetinemez; farklı bir kültürel tahayyül inşa etmelidir. Bu tahayyül, yalnızca laiklik savunusuyla sınırlı olmamalı; çoğulculuğu, kadın, LGBTQ+ haklarını, hafızayı, özgürlüğü, emeği koruyacak, adaleti, ortak demokratik bir yaşamı yeniden kuracak bir kültürel “evren” yaratmalıdır. Çünkü bu geleceği tahayyül etmenin de aracıdır. “Kültürsüz” bir siyaset, yönsüz bir teknokratik iddianın ötesine geçemez. Nitekim, CHP’nin ( Özgür Özel ’e kadar) ve solun (hâlâ), halkın sıkıntılarını yalnızca geçim derdine indirgerken rejimin kültürel mühendisliğine kayıtsız kalma eğilimi, siyasal İslamın rejim inşa sürecini kolaylaştırmıştır. Hangi yaşamın yaşanmaya değer sayıldığı, hangi hayatların yasının tutulduğu, kimlerin sesinin meşru kabul edildiği, geleceğin nasıl şekilleneceği kültür içinde belirlenir. Bugün Türkiye’de değişim isteyen her ilerici hareketin, “mükemmel bir ekonomi programı” aramadan önce kültürün maddeselliğini kavraması gerekiyor.
Source: Ergin Yıldızoğlu
PKK terör örgütünün silah bırakması sürecine yönelik terör elebaşısı videolu açıklama yayımladı
PKK terör örgütünden 20-30 kişilik ilk grubun silah bırakması beklenirken, KCK/PKK elebaşısı Abdullah Öcalan silah bırakma sürecine ilişkin vidolu bir açıklama yayımladı. Öcalan, “Varlık inkarına dayalı ve ayrı devlet amaçlı PKK hareketi ve dayandığı ulusal kurtuluş savaş stratejisine son verilmiştir. Varlık tanınmış, dolaysıyla ana amaç gerçekleştirilmiştir” diyerek; silah bırakma sürecinin hızla gerçekleştirilmesi gerektiğini belirtti. Siyaset bilimci Prof. Dr. Barış Övgün; bu ifadelerin “Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna rakip çıkarma kavramı” anlamına geldiğini belirtti. Övgün, metinde geçen “pozitif entegrasyon” kavramına ilişkin; “Yeni anayasada Kürt kimliği tanımı mı yapılacak? Çünkü pozitif entegrasyon diyorsanız, bir organizasyona kendi kimliğinizle girersiniz. Bunu yeni anayasaya yönelik bir talep olarak görüyorum” dedi. PKK terör örgütünden 20-30 kişilik ilk grubun yarın Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) kontrolündeki Süleymaniye kentinin kırsalında silah bırakması bekleniyor. Silah bırakma işlemine ilişkin KCK/PKK elebaşısı Abdullah Öcalan’ın ise beklenen videolu açıklaması dün örgüte yakın olarak bilinen ANF’den yayımlandı. Yaklaşık 7 dakikalık videoda Öcalan, sürece ilişkin değerlendirme ve taleplerini iletti. İKİ ÇÖZÜM SÜRECİNİN İKİ FARKLI SEKRETERYASI BİRLEŞTİRİLMİŞ ANF tarafından yayınlanan videoda kayda alınan sözlerin 19 Haziran’da terör elebaşısı tarafından kaleme alındığı, kamuoyuyla 20 gün sonra paylaşıldığı ifade edildi. Videoda Öcalan’ın yanında 6 kişi yer aldı. Bu 6 kişiden 3’ü DEM Parti İmralı heyetinin 27 Şubat’taki İmralı ziyaretinde kamuoyuna servis edilen fotoğrafta bulunan PKK’li Ömer Hayri Konar, Veysi Aktaş ve Hamili Yıldırım. Diğer 3’ü ise geçen ay İmralı’da oluşturulan sekretarya için İmralı’ya nakledildiği basında iddia edilen PKK’li yazarlar Mahmut Yamalak, Zeki Bayhan ve Ergin Atabey olduğu saptandı. Konar, Aktaş ve Yıldırım’ın ise 2015’teki çözüm sürecinde “sekreterya” olarak adaya gönderilen PKK’liler olduğu biliniyor. KENDİNDEN ‘TARİHİ BİR KİŞİLİK’ YARATMAYA ÇALIŞIYOR Öcalan, “Tarihi manifesto geleneğinin başarılı bir örneğini teşkil ettiği” olarak savunduğu “Demokratik Toplum Manifestosu” hazırladığını, bunun PKK’nin terör felsefesinin yerine geçeceğini ve bölgesel ile küresel topluma yönelik içerik taşıdığını belirtti. Ayrıca Öcalan”ın açıklamasında başta manifestosu olmak üzere sürece ilişkin gelişmeler hakkında 8 kez “tarihi” tanımını kullanması dikkat çekti. ÇÖZÜM OLARAK ‘POZİTİF ENTEGRASYONU’ SAVUNDU Öcalan çağrısında terör örgütünün miadını doldurduğunu vurgulayarak; “Varlık inkarına dayalı ve ayrı devlet amaçlı PKK hareketi ve dayandığı ulusal kurtuluş savaş stratejisine son verilmiştir. Varlık tanınmış, dolaysıyla ana amaç gerçekleştirilmiştir. Gerisi aşırı tekrar ve açmaz olarak değerlendirilmiştir” ifadelerini kullandı. Öcalan sürecin başarıya ulaşmasının “pozitif entegrasyonalist bir perspektifle” olanaklı olduğunu savundu. ‘SİLAHLI MÜCADELEDEN DEMOKRATİK SİYASET VE HUKUK AŞAMASINA GEÇİŞ’ Silah bırakma aşamasının sürecin demokratik ve hukuk aşamasına geçişini sağlayacak dönemeç olarak değerlendiren Öcalan, “Siyaset boşluk tanımayacağına göre; boşluk, demokratik siyaset stratejisi ve bütüncül hukukla doldurulmak durumundadır. Sürecin geneli olarak silahların gönüllüce bırakılması ve TBMM’de yetkili ve kanunla kurulması düşünülen kapsamlı komisyon çalışması önemlidir. Yapılan silahlı mücadele aşamasından demokratik siyaset ve hukuk aşamasına gönüllüce geçiştir” ifadelerini kullandı. SÜRECİN HIZLANDIRILMASINI İSTEDİ Kendisi hakkındaki tecritin kaldırılmasına yönelik taleplere ilişkin Öcalan; “Ben hiçbir zaman kendi özgürlüğümü bireysel bir sorun olarak görmedim. Birey özgürleştiği oranda toplum, toplum özgürleştiği oranda birey özgür olabilir” dedi. Öcalan, sürecin hızlı tamamlanması gerektiğini belirtti. CUMHURİYETİN KURULUŞUNA RAKİP OLMA! Öcalan’ın açıklamalarını gazetemiz Cumhuriyet’e değerlendiren siyaset bilimci Prof. Dr. Barış Övgün; “Bizim terör olarak nitelendirdiğimiz süreci Öcalan ulusal kurutuluş savaşı olarak nitelendirdi. Şu ana kadar böyle bir nitelendirme kullanılmamıştı. Bu; Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna eş değer bir rakip yaratma kavramıdır. Bazı çevreler bunu bir meydan okuma olarak değerlendirilebilir ki, yanlış da olmaz. Ve Öcalan bahsettiği savaşını da başarıyla sonuçlandırıldığını söylüyor. Bir zafer çıkarıyor” dedi. ‘KURUCU ÖNDER’ İFADESİ ÖCALAN’A CESARET VERDİ Öcalan’ın sözde zafer tanımının ardından “varlık tanınmıştır” ifadesini kullanmasının olumsuz sonuçlar yaratacağını belirten Övgün; “Burada varlığı açmıyor. Burada muhtemelen hem kendisini hem PKK’yı kastediyor ve diyor ki; ‘Bunlar artık bizi terör örgütü olarak görmüyor. Bakın en yetkili ağızlardan bile benim için kurucu önder ifadesi çıkıyor.’ Bunu açık açık kendi kamuoyuna söylüyor. Siyasette son dönem kullanılan ‘kurucu önder’ ifadesi Öcalan’a cesaret verdiği görünüyor. Bundan sonraki süreçte PKK’nın terör örgütü olarak anılmayacağı anlamı çıkıyor” ifadelerini kullandı. ‘YENİ ANAYASADA KÜRT KİMLİĞİ TANIMI MI YAPILACAK?’ Övgün, Öcalan’ın kullandığı “pozitif entegrasyonalist” kavramını anlatarak; “Avrupa Birliği literatüründe çok kullanılır ve üye devletlerin kendi kimlikleriyle çatı örgüte girmesi anlamına gelir. Bu kavramın da zafer edası ve varlık ifadesiyle aynı metinde geçmesi bize sürecin önümüzdeki adımlarına ilişkin ip uçları veriyor. Acaba yeni anayasada Kürt kimliği tanımı mı yapılacak? Çünkü pozitif entegrasyon diyorsanız, bir organizasyona kendi kimliğinizle girersiniz. Bunu yeni anayasaya yönelik bir talep olarak görüyorum. Kendi kamuoyuna da biz kendi varlığımızı tanıttık, amaca ulaştık, fesih ettik; bu yeni anayasada da kendisini gösterecek mesajını veriyor” diye konuştu. ‘ÖCALAN KOŞULLARINI AÇIKLADI’ Öcalan yeni anayasanın da TBMM’de komisyon kurularak yapılmasını istediğini de belirttiğinin altını çizen Övgün; “Bize bu süreç için PKK, Terörsüz Türkiye çerçevesinde koşulsuz bir şekilde silah bırakacağı şeklinde anlatılmıştı. Ancak Öcalan bugün koşulları açıkladı. Dedi ki, ‘Bizim varlığımız savaşla tanındı, yasal koşullarla da sağlansın’. Bu açıklama anayasadaki Türklük, laiklik ve anadilde eğitim üzerinden tartışmaların olacağını gösteriyor. Bir pazarlığın olduğu ortada. Diğer unsurlardan hiç bahsetmiyor. Öcalan, KCK liderliğinden bile bahsetmiyor ve bu videodan diğer unsurların silah bırakmayacağını anlıyoruz” dedi. ANKARA ‘TÜRK MİLLETİ MEMLEKETE İHANET EDENLERİ UNUTMAYACAK’ İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı emekli albay Kevser Ofluoğlu, Öcalan”ın videosuna sert tepki gösterdi. Ofluoğlu, “Dün (önceki gün) on iki evladımız şehit oldu; bugün (dün) İmralı canisi soysuz, ağırlaştırılmış müebbet hapisle İmralı’da yatmıyormuş da sanki siyasi bir partinin lideriymiş gibi videolu açıklama yapıp, bundan sonraki yol haritasını açıklıyor. Bu toprakları vatan yapan şehitlerden, gazilerden, onların yadigarı ailelerinden utanmadan binlerce evladımızın katili kansız terörist başından medet umuyorlar. Kimsenin şüphesi olmasın ki; Türk milleti koltuk düşkünlükleri yüzünden memlekete ihanet edenleri asla unutmayacak ve zamanı geldiğinde bu menfaatçileri sandığın dibine gömecektir” ifadelerini kullandı.
Source: Aytunç Ürkmez
Sistematik olarak yıllardır şiddet görüyor…
Eşinden yıllardır şiddet gören ve boşanmak isteyen R.G., yaklaşık 10 yıldır eşinden sistematik olarak şiddete uğradığını iddia etti. R.G., evi terk ettiğini, çocuklarıyla yeni bir yaşam kurmak istediğini ancak bahsi geçen kişinin onu tehdit ettiğini öne sürdü. Öte yandan R.G. gördüğü şiddeti mahkemeye taşırken R.G’nin eşi “kadına karşı kasten basit yaralama” suçundan ceza aldığı belirtildi. YENİ BİR HAYAT İSTEĞİ Cumhuriyet’e yaşadıklarını anlatan R.G., “Bana bir şey yapar korkusuyla ailemin evinde kalamıyorum. Aileme gittiğimde kardeşim, annem, ben, hepimiz tehlikede olmuş oluyoruz. O yüzden şu an şehir dışındayım, onun beni bulamayacağı bir yerdeyim” dedi. “Her boşanmak istediğimde silahı alnımda gördüm. Hatta gelinliğim üzerimdeyken ben o silahı alnımda gördüm” diyen R.G., eşinden boşanmak istediğini ve çocuklarıyla yeni bir hayat kurmak istediğini dile getirdi. R.G., “Bir annenin istememesi gereken şeyleri istiyorum. Çocuklarımın duşunu aldırabilmek, saçlarını tarayabilmek, yaptığım yemeklerden yedirebilmek, elinden tutup okula götürebilmek, onlar takılıp düştüğünde tekrar kalkabilmelerini gururla izlemeyebilmek, saçlarının ve boylarının uzadığını görebilmeyi istemek” ifadelerini kullandı.
Source: Rengin Temoçin
Türkiye, demokrasi ve hukuk devletinin krizinde – Gülseren Delibaş
Türkiye; son dönemde özellikle muhalefet partilerine, sivil topluma ve özgür medyaya yönelik artan baskılarla uluslararası alanda dikkatleri üzerine çekiyor. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) kontrolündeki belediyelere yönelik operasyonlar, tutuklamalar ve yargı süreçlerindeki şeffaflık eksikliği iddiaları, ülkedeki hukuk devleti ve demokrasi anlayışının geldiği noktayı sorgulatıyor. Bu gelişmeler, yalnızca siyasi arenada değil, toplumun genelinde de derin bir endişe ve kutuplaşmaya yol açıyor. YARGININ ARAÇSALLAŞTIRILMASI Yakın geçmişte yaşanan birçok olay, CHP’li belediye başkanları ve çalışanlarına yönelik sistematik bir hedef gösterme politikasının yürütüldüğü iddialarını güçlendiriyor. Örneğin, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik “terör örgütleriyle iltisaklı kişiler istihdam edildiği” iddiasıyla başlatılan soruşturmalar ve buna bağlı yapılan gözaltılar, kamuoyunda geniş yankı uyandırdı. Benzer şekilde, bazı CHP’li belediye başkanlarının “ihaleye fesat karıştırma” veya “görevi kötüye kullanma” gibi suçlamalarla tutuklanmaları, yargı süreçlerinin siyasi motivasyonlarla ilerlediği kuşkularını artırdı. Uluslararası İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Avrupa Konseyi gibi kuruluşlar, Türkiye’deki yargı bağımsızlığına ilişkin raporlarında bu tür davaları sıkça ele alarak, muhaliflerin susturulması amacıyla yargının kullanıldığına dair endişelerini dile getirdiler. Bu davalarda, genellikle somut ve ikna edici deliller yerine, iddialar üzerine kurulu soruşturmaların hızla tutuklamalara dönüştüğü gözlemleniyor. Yargılama süreçlerinin uzaması ve tutukluluk hallerinin devam etmesi, sanıkların savunma haklarının kısıtlandığı ve peşinen suçlu ilan edildikleri algısını pekiştiriyor. Hukuk çevreleri, anayasada güvence altına alınan masumiyet karinesi ve adil yargılanma hakkının bu tür süreçlerde göz ardı edildiğine dikkat çekiyor. HALKIN HABER ALMA HAKKININ ENGELLENMESİ Demokratik bir toplumun olmazsa olmazlarından biri olan medya özgürlüğü, Türkiye’de giderek daha fazla kısıtlamayla karşı karşıya. Özellikle muhalif yayın organları, yoğun bir baskı altında. Halk TV ve Sözcü TV gibi kanalların yayınlarının kesilmesi veya karartılması kararları, halkın gerçeklere ulaşmasını engellemeye yönelik ciddi adımlar olarak yorumlanıyor. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu tarafından muhalif kanallara verilen ağır para cezaları ve yayın yasakları, bu kanalların mali sürdürülebilirliğini tehdit etmekle kalmıyor, aynı zamanda eleştirel seslerin kamusal alandan tamamen silinmesi riskini de beraberinde getiriyor. Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün yıllık raporları, Türkiye’nin medya özgürlüğü sıralamasında her geçen yıl daha alt sıralara düştüğünü ortaya koyuyor. Bu raporlar, gazetecilerin keyfi tutuklanmaları, sansür uygulamaları ve medya kuruluşları üzerindeki siyasi baskıları detaylandırarak uluslararası kamuoyunu bilgilendiriyor. Halkın farklı bakış açılarına ulaşamaması, dezenformasyonun artmasına ve toplumsal kutuplaşmanın daha da derinleşmesine zemin hazırlıyor. İnternet medyası üzerindeki baskılar ve erişim engellemeleri de vatandaşların haber ve bilgiye özgürce erişimini kısıtlayan bir diğer önemli faktör. DEMOKRASİNİN TEMELLERİNİN SARSILMASI Mahalli idareler, demokratik sistemin işleyişinde önemli bir rol oynar. Yerel yönetimlerin halkın iradesiyle seçilmesi ve özerk bir şekilde faaliyet göstermesi, çoğulculuğun ve katılımcılığın sağlanması açısından yaşamsal öneme sahiptir. CHP’li belediyelere yönelik operasyonlar, doğrudan bu özerkliğe bir müdahale olarak algılanıyor. Bu tür müdahaleler, yerel yönetimlerin hizmet üretme kapasitesini zayıflatmakla kalmıyor, aynı zamanda halkın seçtiği temsilcilere olan güveni de sarsıyor. Demokratik süreçlerde muhalefetin susturulması ve yerel yönetimlerin işlevsizleştirilmeye çalışılması, temsili demokrasinin temel ilkelerine aykırıdır. Bu durum, Türkiye’nin demokratik olgunluğuna ilişkin uluslararası eleştirileri artırıyor ve ülkenin Avrupa Birliği üyelik sürecini olumsuz etkiliyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, Türkiye’deki yargı ve ifade özgürlüğü ihlallerini sıkça gündeme getirerek ülkenin uluslararası hukuka uyumunda yaşadığı sorunlara işaret ediyor. Muhaliflere yönelik artan baskılar ve medya üzerindeki kısıtlamalar, Türkiye’de toplumsal kutuplaşmayı daha da derinleştiriyor. Farklı siyasi görüşlere sahip kesimler arasındaki diyalog kanalları kapanmakta, hoşgörü ve uzlaşı ortamı giderek zayıflamaktadır. Bu durum, ülkenin geleceği için ciddi endişeler barındırıyor. Demokratik değerlerin aşındığı, temel hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı bir ortamda, toplumsal barış ve huzurun sürdürülebilirliği tehlikeye giriyor. Türkiye’nin bu krizden çıkabilmesi için yargı bağımsızlığının tam olarak tesis edilmesi, ifade ve medya özgürlüğünün güvence altına alınması ve demokratik kurumların güçlendirilmesi elzemdir. Aksi takdirde, ülkede yaşanan siyasi ve toplumsal gerilimlerin daha da tırmanması kaçınılmaz olacaktır. Bu süreçte uluslararası kamuoyunun ve insan hakları kuruluşlarının dikkatli takibi, Türkiye’nin demokratik standartlara dönüşü için önemli bir baskı unsuru olabilir. Yaşanan bu gelişmeler, Türkiye’de demokrasi ve hukuk devleti ilkelerinin ne denli önemli olduğunu bir kez daha gözler önüne sermektedir. Yargının bağımsızlığı, ifade özgürlüğü ve medya özgürlüğü, bir demokrasinin temel taşlarıdır. Bu değerlerin erozyona uğraması, yalnızca bireylerin haklarını değil, tüm toplumun demokratik yaşam kalitesini de olumsuz yönde etkileyecektir. Sonuç olarak CHP’li belediyelere yönelik baskınlar, tutuklamalar ve muhalif medyanın susturulması iddiaları, Türkiye’de siyasi kutuplaşmanın derinleştiğini ve temel hak ve özgürlüklerin tehdit altında olduğunu göstermektedir. Bu durumun üstesinden gelmek için hukukun üstünlüğü ilkesine sıkı sıkıya bağlı kalınması, yargı bağımsızlığının güvence altına alınması ve medya özgürlüğüne tam saygı duyulması elzemdir. Aksi takdirde, Türkiye’nin demokratik geleceği hakkında ciddi endişeler duymaya devam edilecektir. GÜLSEREN DELİBAŞ YAZAR
Source: Olaylar Ve Görüşler
Eğitimciler ‘2+2 sistemi toplumsal bir felakettir, çocuklar tarikatların insafına bırakılıyor’ uyarısı yaptı: Yeni model alarmı
Lisede zorunlu eğitimi kısaltmayı öngören “2+2” ve “3+1” modelleri eğitimcilerin sert tepkisine neden oldu. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in işgücü piyasasını gerekçe göstererek gündeme taşıdığı sistem değişikliği için Tüm Öğretmenler Birliği Sendikası (TÖBSEN) Genel Başkanı Deniz Ezer, “Bu sistem yalnızca pedagojik değil, aynı zamanda toplumsal bir felakettir” dedi. Cumhuriyet’e konuşan Ezer, Memur-Sen ve Eğitim-Bir-Sen’in mevcut zorunlu eğitim sistemi olan 4+4+4 modelinin son dört yılının yeniden ele alınması gerektiğini açıklaması üzerine Milli Eğitim Bakanlığı’nın eğitim sistemini masa başında dizayn etmeye kalkıştığını, yeni modelin ise çocukları sistem dışına iterek tarikat ve sermaye yapılarının insafına bıraktığını söyledi. Ezer, açıklamasında 2012’de uygulamaya konan 4+4+4 sistemini hatırlatarak “O dönem yandaş sendika Eğitim-Bir-Sen’in alkışlarıyla getirilen model şimdi aynı ittifak tarafından rafa kaldırılıyor. Yerine yine onların ürünü olan başka bir ‘ucube model’ dayatılıyor: 2+2 ve 3+1. İki yılın sonunda diploma, sonraki yılların ise isteğe bağlı hale getirilmesi pedagojik değil, ideolojik bir dayatmadır” ifadesini kullandı. ‘AYRIŞTIRMA YARATIR’ Ezer’e göre, 2+2 modeli yalnızca eğitimde değil, toplumun tüm yapısında eşitsizlikleri derinleştirecek bir ayrışma yaratacak. Ezer şu sözlerle uyardı: “Bu model fırsat eşitliğini zedeler. Varlıklı ailelerin çocukları akademik eğitime devam ederken yoksul çocuklar erken yaşta meslek liselerine ve oradan da ucuz işgücü pazarına itilecektir. Eğitim, insan gelişimi içindir, piyasaya ve patronlara hizmet etmek için değil.” ‘BİLİMSEL DEĞİL, SİYASAL’ Modelin pedagojik hiçbir temele dayanmadığını vurgulayan Ezer, “2011’de 4+4+4 düzenlemesi getirilirken sahadan gelen talepler, anketler, eğitim paydaşları bahanesi öne sürülmüştü. Bugün de aynı senaryo tekrarlanıyor. 36 bin kişiyle yapılan bir anketin tüm sistemi belirlemesi bilimsel değil, ideolojik bir tiyatrodur” dedi. Ezer, sistemin çocukları erken yaşta işgücüne katmayı hedeflediğini, bu durumun çocuk işçiliğini meşrulaştıran bir yaklaşıma dönüştüğünü söyledi. Ezer, eğitimi ideolojik mühendislik aracı olarak gören tüm girişimlere karşı toplumsal mücadeleyi büyüteceklerini ilan ederek sözlerini şöyle noktaladı: “Eğitim evrensel, bilimsel ve laik ilkelerle planlandığında nesillerin geleceğini aydınlatır. Bu ülkenin geleceği için eğitimi sermayeye, piyasaya ve gericiliğe karşı savunmaya devam edeceğiz.”
Source: Ufuk Sepetci
SÖZCÜ TV”nin karartıldığı 2. gün: “SIlah bırakma” adı altında neler oluyor?
Türkiye iktidarın deyimiyle terörsüz Türkiye sürecinde. Teröristbaşı Öcalan en son bir görüntülü mesaj paylaştı. Bir kez daha siyaset vurgusu yaptı. Nasıl değerlendirdiniz?
İlginç bir süreç yaşıyoruz. Dün gece PKK’nın ve uzantılarının “silah bırakma” adı altında ileri sürdüğü siyasi ve hukuki talepleri sorgulayanlara da ekranlarında yer veren yayın çizgisinden dolayı örgütün ve siyasi uzantılarının hedefi hâline gelen Sözcü TV karartıldı.Bu sabah teröristbaşının görüntülü açıklaması TV’lerde pazarlanıyor. Bu açıklamada şu ifade var: “Demokratik Toplum Manifestosu hazırladım. Bu manifesto, yaklaşık 50 yıllık “Kürdistan Devriminin Yolu” manifestosunu başarıyla ikame edecek niteliktedir.”
Bu ifade doğrudan bir başarı ve zafer iddiası taşımaktadır. Teröristbaşı, “Demokratik Toplum Manifestosu hazırladım. Bu manifesto, yaklaşık 50 yıllık ‘Kürdistan Devriminin Yolu’ manifestosunu başarıyla ikame edecek niteliktedir” derken şu mesajları vermektedir:
1 Stratejik Süreklilik: Yeni manifestoyu, geçmişin devrimci ideolojisinin doğrudan bir devamı ve “başarıyla ikamesi” olarak tanıtıyor. Yani “silahlı devrim” değilse bile onun “tarihi amacına” başka bir yolla ulaşıldığını ima ediyor.
2 Meşruiyet ve Temsil İddiası: Bu cümlede, sadece bir ideolojik değişim değil, aynı zamanda zaferle sonuçlanan bir dönüşüm anlatısı kuruyor. Yani örgütün mücadele gerekçesi olan “Kürdistan devrimi” amacının demokratik toplum adı altında hayata geçtiğini söylüyor.
3 Gerileme Değil Tercih Algısı: PKK’nın silahsızlanma ve feshini, bir yenilgi ya da geri çekilme değil, başarılı bir politik evrim gibi sunuyor. Bu, örgüt tabanı ve destekçileri için moral ve siyasi motivasyon sağlamaya dönük bir stratejidir.
İmralı’dan ya da terör örgütünden sürekli demokratik siyaset vurgusu geliyor? Bundan ne anlamalıyız? Demokrasiden aynı şeyi mi anlıyoruz?
Bu ifade, Öcalan’ın hem geçmiş mücadeleyi meşrulaştırma hem de yeni stratejiyi bir “başarı hikâyesi” olarak sunma çabasıdır. Açıkça bir zafer anlatısı kurularak, “silah bırakmak” bir taviz değil, başarıyla tamamlanmış bir tarihsel döngünün sonucu olarak konumlandırılmaktadır. Terörsistbaşının “Barış ve Demokratik Toplum başlıklı program, ‘demokratik siyaset’ stratejisi ve temel taktik olarak bütüncül hukukla doldurulmak durumundadır” ifadesinde geçen “bütüncül hukuk” kavramı, yalnızca pozitif hukuku (yani yürürlükteki mevzuatı) değil, aynı zamanda hukukun yeniden tanımlanması, toplumsal sözleşme düzeyinde yeniden kurgulanması anlamına gelecek şekilde kullanılmaktadır. Öcalan’a göre “bütüncül hukuk”:
– Merkezi ve tekçi hukuk yerine, yerel, katılımcı, çoğulcu, komünal temsiliyet biçimlerini içeren yeni bir hukuksal düzeni ima eder.
– Klasik anlamda hukuk devletinin ötesinde, “demokratik modernite” adını verdiği anlayışa dayalı, toplumun doğrudan kendini yönetmesini sağlayacak bir yapı anlamına gelir.Dolayısıyla burada kastedilen şey, mevcut anayasal ve yasal çerçevenin içinde bir “hukuk” değil; onu aşacak ve yeniden kuracak bir sistematik, yani anayasal statü, özyönetim, komünal yapıların tanınması, yerel parlamentolar gibi unsurları içeren çok katmanlı bir hukuk düzenidir.Öcalan’ın bu çerçevede “barış” ve “demokratik toplum” kavramlarına yüklediği anlam da klasik devlet mantığından farklıdır:
– Barış, sadece silahların susması değil, mevcut ulus- devlet sisteminin aşılması, yerel halkların (Kürtler başta olmak üzere) kendi siyasi ve toplumsal örgütlenmelerini inşa edebilmeleridir.
– Demokratik toplum ise devlet merkezli olmayan, “sivil toplumun kendini yönetmesi”, komünal yapıların özerk örgütlenmesi, kadın meclisleri, gençlik yapıları v.b. ile birlikte işleyen paralel bir toplumsal sistemdir.Bu anlayış, “barış”ı mevcut devletin sürdürülebilirliği açısından değil, devletin sınırlandırılması, yetkilerinin topluma devri açısından tanımlar.
– Sadece silahların bırakılması değil, yeni bir toplumsal ve anayasal düzen inşa edilmelidir.
– Bu inşa süreci, TBMM’de kurulacak bir komisyon eliyle yasal çerçeveye kavuşmalı, ancak bu çerçeve klasik anayasa ve yasa sistemiyle sınırlı kalmamalıdır.
– Bu “bütüncül hukuk” söylemi, görünürde barışı ve siyaseti önceleyen bir dille sunulsa da, içerik itibariyle anayasal sistemin köklü biçimde dönüştürülmesini hedeflemektedir.
– Hukukun “bütüncül” hale getirilmesi, pratikte çok hukukluluk, özyönetim, merkezi otoritenin sınırlandırılması, ve dolayısıyla devlet egemenliğinin parçalanması ile sonuçlanabilecek talepleri içermektedir.
– Bu yaklaşım, Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısı, hukuk devleti ilkesi, Anayasa’nın ilk dört maddesi ve egemenlik yetkisinin bölünemezliği ile doğrudan çelişmektedir.
Sürecin samimiyetsizliğinden ya da risklerinden bahsedenler “barış” karşıtı olmakla suçlanıyor. Bu terimler itiraz mekanizmasını ortadan kaldırmak için mi seçildi?
Öcalan’ın “bütüncül hukuk” ifadesi, sadece bir barış ve siyaset çağrısı değil; hukuk sistemi üzerinden yeni bir toplumsal düzen önerisidir. Bu öneri, “barış” ve “demokrasi” gibi evrensel ve olumlu çağrışımlı kavramlar eşliğinde sunulmakla birlikte, özünde mevcut devlet düzeniyle bağdaşmayan ve uzun vadede anayasal düzenin dönüştürülmesini amaçlayan bir içerik taşımaktadır.
Bu açıklamada ilginç olan hususlardan biri de TBMM’de kurulacak komisyonun kanunla kurulmasına ilişkin ifadedir. TBMM Başkanı ve siyasi partiler komisyonun nasıl kurulacağına ilişkin görüşmeler yaparken teröristbaşı bunun kanunla kurulacağını ifade etmektedir. Bu da TBMM’deki sürecinde İmralı talepleriyle şekilleneceğini ortaya koymaktadır. Teröristbaşının açıklaması milli devlet, milli kimlik ve milli kültür esaslarına dayalı bir Cumhuriyet karşıtlığıdır. Türkiye’yi bu sürece doğru sürüklemek istemektedir. Silah bırakma sürecinin demokratik siyasete dönüşmesinde “bütüncül hukukla doldurulması” gerektiği gibi bir şartı ön plana getirmektedir.
Bu karanlığın sonunda “Özgür basınla” aydınlanan bir Türkiye’ye uyanacağız!
“İktidar tüm ülkeyi karanlığa boğmak istiyor, en çok hakikatten korkuyor” diyen Selin Sayek Böke, Özlem Gürses”e konuştu. Böke, şunları söyledi: İktidar en büyük engeli halkın gerçeklere erişimi olarak görüyor. Halkın haber alma hakkı ve basın özgürlüğünü bu yüzden yok etmek istiyor. Sözcü TV’ye verilen haksız, hukuksuz ekran karartma cezası da bunun bir parçası. Ancak on milyonlarca yurttaşın iradesi ortada. Her zaman olduğu gibi Sözcü TV’nin ve özgür basının yanındayız. Bu karanlığın sonunda; hukukla, demokrasiyle, özgür basınla aydınlanan bir Türkiye’ye uyanacağız.
Üç soru üç cevap ile gerçek gündem
Yargı operasyonları, karartma kararları ve erken seçim çağrılarının ortasında bir gündemden geçiyoruz. Tüm olan biteni Araştırmacı- Sosyolog Semih Turan değerlendirdi. İşte üç soru, üç yanıt ile gerçeğin izi…
Sözcü TV ekranlarının 10 gün boyunca karartılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Olası etkileri ne olacak?
Son yaptığımız çalışmada ilginç iki bulgu mevcut. Vatandaşa ‘haberleri en sık hangi kaynaklardan alıyorsunuz’ diye sorduğumuzda yüzde 63.4 ile televizyon kanalları hâlâ zirvede. İkinci sırada yüzde 46.8 ile sosyal medya yanıtı aldık. Televizyon kanalları arasında Sözcü TV de hep ilk sıralarda…
Seçim sürecinde oy verme tercihlerini etkileyen kaynakları da sorguladık. Bu soruya ise katılımcıların yüzde 23.4’ü sosyal medya derken yüzde 21.6’sı ise televizyon programları yanıtını verdi.
Sosyolog olarak da gördüğüm kadarıyla; vatandaşlar sahip oldukları bir mecranın ellerinden alınıyor olmasına tahmin edilenden çok daha büyük bir tepki veriyor. Var olan öfke, umutsuzluk ve güvensizlik duyguları daha da artıyor.
Peki baskının artışı olarak görülen bu dönem seçmenin tercihlerini nasıl etkiliyor?
Araştırmalarda klasik olarak sorduğumuz “Türkiye’nin en önemli sorunu nedir” sorusuna birinci sırada her zamanki gibi ekonomi yanıtı var. Hemen ardından ise adaletsizlik ve hukuksuzluk cevabı geliyor. Bu oran yüzde 30’lara çıkmış durumda. Siyasi parti tercihlerini belirleyen faktörleri sorduğumuzda da adalet yanıtı yüzde 34’ün üzerine çıkma eğiliminde ve birinci sırada gelmekte. Son ölçümlerimizde CHP’nin birinci parti olma durumunu korumakta olduğunu gördük. Cumhur ittifakının oy oranı son seçimlere göre ciddi bir erime eğiliminde iken kararını henüz netleştirmeyen seçmen oranı halen %20’lerin üzerinde seyrediyor. Oyları yerel seçim ile birlikte %2’ler civarına inen İYİ Parti de son genel seçimlerde aldığı oy oranlarına yaklaşmaya başladığı bir ivme yakaladı.
Son olarak… Bu tabloya göre, seçimin ne zaman olacağını öngörüyorsunuz?
Olağanüstü bir gelişme olmadığı takdirde 2025 ve 2026 yıllarında herhangi bir seçim olacağını öngörmüyorum. Şu anda iktidar herkesten daha çok araştırma ve ölçüm yaptırıyor. Onların önüne gelen sonuçlarda da eminim ki mevcut iklimde seçimi kaybedeceklerini görüyorlar. Kaybetmelerinin temel parametreleri olarak; belediyelerde CHP’nin seçmen ile kurduğu bağı itibarsızlaştırarak zayıflatmak ve bağımsız medyayı olabildiğince etkisizleştirmek ilk sırada geliyor. Bu nedenle seçim için 2027’nin ilkbaharını daha olası görüyorum.
Source: Haber Merkezi
Madencilik 48 köyü haritadan silecek
Zeytinliklerin yanı sıra ormanlar, sulak alanlar gibi pek çok doğal alanı madencilik faaliyetine açmayı hedefleyen yasa tasarıyla Muğla’nın üç ilçesinde 48 köy ve mahallenin haritadan silineceği, 33 binden fazla kişinin yerinden yurdundan edileceği belirtildi.
‘KÜLTÜR YOK OLACAK’
TBMM’deki zeytinlik düzenlemesiyle ilgili basın açıklaması yapan Muğla Çevre Platformu Sözcüsü Umay Karabaş, “Yaklaşık 33 bin 500 kişinin sosyal, kültürel, ekonomik açılardan yabancılaşmadan yer değiştirmesi mümkün müdür? Teklif aşamasında, açıkça bu kentin nüfusunun yüzde 3’ünü yerinden yurdundan etmeyi planlıyoruz denilmektedir” ifadesini kullandı.
SÖZCÜ’ye konuşan Umay Karabaş, 26 tanesi Milas’ta olmak üzere 48 köyün doğrudan etkileneceğini belirterek “Tarihsel ve kültürel olarak yaşamlarını oluşturan ne varsa, hatıraları, türküleri, ninnileri de dahil yok olmaya hızla yaklaşacaktır” açıklamasını yaptı.
‘Muğla’yı cehenneme çevirecek’
Muğla merkezli sivil toplum kuruluşları, zeytinliklerin madencilik faaliyetine açılmasına karşı harekete geçti. Sandras’ı Koruma Platformu, kanun teklifine ilişkin kaygıları içeren bir dilekçenin, AKP ve MHP’nin Muğla il başkanlıklarına verildiği, tasarının Muğla’ya “cehenneme” çevireceğini belirtti.
Source: Yaşar Anter
Diplomalı gençler iş kuyruğunda
AKP iktidarında genci yaşlısı, ilkokul mezunu ya da doktoralı herkes iş kuyruğunda. Yılın ilk altı ayında işsizlik ödeneğine başvuranları sayısı 717 bin 149 oldu. Bunlardan sadece 346 bin 512’si işsizlik ödeneği almaya hak kazandı. İşsizlik ödeneğine başvuranlar arasında en büyük çoğunluğu 158 bin 126 ile 25-29 arası, 132 bin 706’sını da 30-34 yaş arası gençler oluşturdu.
YARISI ÖDENEK ALAMADI
Türkiye İş Kurumu’nun (İşkur) ocak-haziran dönemi istatistiklerine göre, yılın ilk altı ayında işsizlik ödeneğine başvuran kişi sayısı 717 bin 149 oldu. Yılın ilk yarısında işsizlik ödeneği almaya hak kazanan kişi sayısı ise 346 bin 512’de kaldı. Başvuru yapanların yarısından fazlasına işsizlik ödeneği bağlanmadı. 2024 yılının ilk yarısında işsizlik ödeneğine başvuran kişi sayısı 639 bin 397 olmuştu ve bu sayının 307 bin 600’üne işsizlik ödeneği bağlanmıştı. Yılın ilk altı ayında işsizlik ödeneğine başvuran işsiz sayısı 717 bin 149 oldu. Bu sayının 158 bin 126’sını 25-29 yaş arası gençler oluşturdu. 30-34 yaş arası 132 bin 706 genç işsiz kalırken, 35-39 yaş arasında ise 116 bin 765 kişi yer aldı. Ödenek için en yüksek başvuru lise ve dengi okul mezunlarından oldu.
Ortaöğretim mezunu 264 bin 853 kişi de işsizlik ödeneğine başvurdu. Bunun 144 bin 444’ü işsizlik ödeneği almaya hak kazandı. İlkokul mezunu 255 bin 133 kişi, ön lisans mezunu 76 bin 726 kişi, lisans mezunu 89 bin 963 kişi, yüksek lisans mezunu 5 bin 600 kişi ve 205 de doktoralı, yılın ilk yarısında ödeneği için başvuru yaptı.
Ev genci sıralamasında zirvedeyiz
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre mevsim etkisinden arındırılmış atıl işgücü oranı yüzde 31. 15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta işsizlik oranı ise yüzde 15.4 seviyesinde. Bu yaş grubunda işsizlik oranı; erkeklerde yüzde 11.0, kadınlarda ise yüzde 23.5. Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Merkezi’nin (DİSK-AR) raporuna göre ev genci -yani ne istihdamda ne de eğitimdeki gençler- sıralamasında Avrupa’da ilk sıradayız. DİSK-AR tarafından yapılan hesaplamasıyla çalışma çağındaki (15+ yaş) 66 milyon kişinin sadece 22.3 milyonu kayıtlı ve tam zamanlı istihdamda olduğu ortaya çıktı.
Rekor kıran fonun kaymağını patronlar yiyor
İşsizlik Sigortası Fonu’nun toplam varlığı haziran ayında bir önceki aya göre 21 milyar 587 milyon 928 bin TL artış gösterdi ve 467 milyar 957 milyon TL oldu. İşverene yapılan teşvik ve destek ödemeleri Haziran 2025’te 7.1 milyar TL olurken, 6 ayda yapılan toplam ödeme miktarı 41.4 milyar TL’yi buldu. Haziran ayında İşkur’a kayıtlı işsiz sayısı ise 2 milyon 185 bin 273 kişiye yükseldi. İşsizlik sigortası fonundan 2025 Haziran ayında önceki dönemden ödemesi devam edenlerle birlikte 456 bin 48 kişiye 5.1 milyar TL ödeme yapıldı.
Source: Deniz Ayhan
Yabancılar da halimize acıdı
İktidarın enflasyonla mücadele gerekçesiyle enflasyonun altında zam verdiği asgari ücretliler için Uluslararası Çalışma Örgütü’nden (ILO) ‘sosyal destek’ önerisi geldi.
ILO Türkiye Direktörü Yasser Hassan, ILO çalışmaları hakkında basın mensupları ile yaptığı sohbet toplantısında, asgari ücretle ilgili soruları da yanıtladı. Enflasyonla mücadele programlarının yürütüldüğü ülkelerde asgari ücret zammının enflasyonun altında belirlenebildiğini ve bunun normal bir durum olduğunu aktaran Hassan, aksi halde yüksek zammın yeniden enflasyona ve sonuçta kısır döngüye yol açtığını söyledi. Hassan, “Fakat zammın enflasyonun altında kaldığı bu tür durumlarda asgari ücretlilerin devlet tarafından farklı sosyal araçlarla desteklenmesi gerekiyor. Bu yapılmazsa düşük zam enflasyonla mücadelede basit bir mali araç olarak kullanılmış olur” dedi.
‘KAPSAYICI YAPIDA DEĞİL’
Hassan, asgari ücretin insan onuruna yakışır bir yaşam standardında olması gerektiğini belirtirken, asgari ücretin bir işçinin değil bir ailenin geçimi düşünülerek belirlenmesi gerektiğini ifade etti. Türkiye’de asgari ücretin kapsayıcı bir yapıda olmadığına da değinen Hassan, Türk-İş’in asgari ücret tespit komisyonu masasından kalkma kararını, “Biz tarafların kararına karışamayız. Belki de işçinin menfaati masadan ayrılmayı gerektiriyordur. Fakat hiçbir konu işçi-işveren-hükümet temsilcileri bir arada olmadan karara bağlanmamalı” sözleriyle değerlendirdi. Hassan asgari ücret zammını uzun vadeli belirleyen ülkelerin daha yüksek zam yaptığını söyledi.
Source: Erdoğan Süzer
Kadın üreticilerin emeği, Shopsa ile dünyaya açılıyor
Türkiye ekonomisindeki kadın üreticilerin, girişimcilerin ve kadın kooperatiflerinin emeklerini ekonomiye ve ticarete kazandırmak amacıyla başlatılan bir sosyal girişim projesi olup Demet Sabancı Çetindoğan tarafından kurulan Shopsa, sosyal farkındalığa sahip yapısı ile kadın emeğini görünür kılıyor.Kadına destek, ülkeye destek amacıyla yola çıkan ve bu doğrultuda e-ticaret olmak üzere ürün geliştirme, iş geliştirme alanlarında destek sağlayan platform, emeği yerelden globale taşıyor.“Hikayemizi hep birlikte yaşayarak yazma arzusundayız”Toplumsal çıktıları ön plana alarak hayata geçirilen platforma dair açıklama yapan Shopsa Kurucusu Demet Sabancı Çetindoğan, “Shopsa, hem pandemiyle birlikte ciddi bir yükselişe geçen e-ticaret hem de kadınlara yönelik bir şeyler yapma ihtiyacımızdan doğdu. Bu sayede kadınları bireysel ve kurumsal olarak pazarla buluştururken onların verdiği emeği gerçek değerine kavuşturuyoruz. Bunu da sorumlu bir yaklaşımı benimseyerek yapıyoruz. Tabii bu süreçte e-ticaretin giderek yükselen trendi, vizyonumuzu daha hızlı şekilde ileriye taşımamıza destek sağlıyor. 81 ilimizdeki kadınların yaşadığı yerleri bizzat ziyaret ederek; ticaret odaları, valilikler ya da belediyeler aracılığıyla onların ürünlerini, sorunlarını ve markalarını yerinde inceliyoruz. Bu da onlar için çizdiğimiz stratejinin altyapısını daha güçlü kılıyor. Hikayemizi hep birlikte yaşayarak yazma arzusundayız ve bunun için bu süreçte tedarik zincirine ulaşacak altyapıya sahip markalarımızı perakende devleriyle buluşturup kadın üreticileri bu zincire dahil ediyoruz. Ayrıca kadınların iş becerilerini artırmalarına olanak tanıyan bir başka platform olan Shopsa Akademi ile de kadınların e-ticaret ve geleneksel ticaret alanlarında var olmalarını sağlayacak çeşitli destekler sunuyoruz.” dedi.Shopsa bünyesinde yer alan ve güçlü girişimcilik hikayesine sahip markalardan bazıları şunlar:Belu Gıda: Trakya’daki kadın çiftçileri organize eden Belu gıda, iyi tarım uygulamalarıyla yetiştirilen sebzelerden tamamen katkısız, doğal hazır çorbalar üretiyor. Lahana çorbası (özellikle diyet yapanlar için), antioksidan açısından zengin kırmızı pancar çorbası, ıspanak, kapya, brokoli ve balkabağı çorbaları gibi geniş bir ürün yelpazesi bulunuyor.Rootzo: Glütensiz ve vegan ürünleriyle öne çıkan Rootzo, Türkiye’de ilk defa basmati pirincinden makarna üreten marka olarak sağlıklı beslenme trendlerine öncülük ediyor. Bitkisel bazlı, katkısız ve yüksek besin değerine sahip ürünleriyle özellikle gluten hassasiyeti olan bireyler için güvenilir bir alternatif sunuyor.Rootzo markası, sürdürülebilir üretim anlayışıyla faaliyet gösteren Kaptan’ın Ceviz Çiftliği’nden doğmuştur.Nova Granola: Sağlıklı kuruyemişler, yulaf ve buğday içeren, özellikle vegan ve vejetaryen kitleye hitap eden inovatif granola çeşitleri sunuyor.Bulgurum Karakılçık: Adana bölgesine özgü, bin yıllık ata tohumlarından üretilen bir markadır. Yaklaşık beş nesildir aynı çiftlikte doğal gübre ve doğal yöntemlerle tarım yapan marka, ürünlerini geleneksel yöntemlerle, taş değirmenlerde öğüterek elde ediyor. Gerçek bulgurun bin yıl önceki lezzetini modern mutfağa taşıyor.
Source: Dünya Gazetesi
Sosyal yardım ödemeleri artırıldı
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, temmuz ayı memur maaş katsayısında gerçekleştirilen yeni düzenlemeyle sosyal yardım programlarının aylık ödemelerinde artışa gidildiğini duyurdu. Sosyal hizmet ile yardımların erişilebilirliğini ve etkinliğini artırmak için çalıştıklarını vurgulayan Göktaş, Türkiye Yüzyılı vizyonu çerçevesinde hiçbir vatandaşı geride bırakmama hedefiyle hareket ettiklerini bildirdi. Göktaş, değişen ihtiyaçlara cevap verecek yeni hizmet modelleri oluşturmaya ve gelecekte ortaya çıkabilecek risklere karşı proaktif çözümler üretmeye devam edeceklerinin altını çizdi. YAŞLI AYLIĞI 5.390 TL Sosyal hizmet modelleri kapsamındaki engelli ve yaşlı aylıkları, Evde Bakım Yardımı ve çocuklar için yapılan Sosyal ve Ekonomik Destek (SED) ödemelerindeki artışın detaylarını paylaşan Göktaş, şu ifadeleri kullandı: “Sosyal yardım ödemelerinde yapılan artışlarla birlikte yaşlı aylığı 4 bin 664 liradan 5 bin 390 liraya, yüzde 40-69 engel oranına sahip vatandaşlarımızın aylığı 3 bin 723 liradan 4 bin 302 liraya, yüzde 70 ve üzeri engelli raporu bulunan vatandaşlarımızın aylıkları da 5 bin 584 liradan 6 bin 454 liraya yükseldi. Diğer yandan 18 yaş altı engelli yakını olan vatandaşlara ödenen engelli yakını aylığı 3 bin 723 liradan 4 bin 302 liraya, ağır silikozis hastalarının aylığı ise 10 bin 245 liradan 11 bin 840 liraya çıktı.” EVDE BAKIMA 37.4 MİLYAR Göktaş, evlerinde bakılan tam bağımlı vatandaşlar ve ailelerine yönelik 2006″da başlatılan, aile odaklı bakım hizmet modellerinden Evde Bakım Yardımı ile aylık ortalama 536 bin 877 engelli bireyin desteklendiğine işaret ederek, “2025 Temmuz-Aralık dönemi için Evde Bakım Yardımı 10 bin 125 liradan 11 bin 702 liraya yükseldi. 2025 yılı içerisinde bugüne kadar toplam 37.4 milyar lira Evde Bakım Yardımı”nda bulunduk” bilgisini verdi. ÇOCUK BAŞINA 8.198 TL Çocukların öncelikle aile yanında desteklenmesi ilkesi çerçevesinde, ihtiyaç sahibi ailelere çocukları için Sosyal ve Ekonomik Destek (SED) hizmeti sunulduğunu hatırlatan Göktaş, şunları kaydetti: “SED hizmetinde çocuk başına yapılan ekonomik destek tutarı ise ortalama 7 bin 94 liradan 8 bin 198 liraya yükseldi. Ayrıca koruyucu ailelere çocuk başına yapılan ödemelerin aylık ortalaması 11 bin 332 liradan 13 bin 96 liraya çıkarıldı. Yapılan yeni düzenleme sonrasında ağustostan itibaren sosyal yardım programlarımızın aylık ödemelerini artışlı şekilde hak sahiplerinin hesaplarına yatıracağız. Ödemelerin tüm vatandaşlarımıza hayırlı olmasını dilerim.
Source: Sabah
AKP”li eski vekil uyardı: Tuhaf şeyler oluyor
AKP”li eski milletvekili Şamil Tayyar, sosyal medya platformu X üzerinden dikkat çeken bir paylaşım yaptı.
Tayyar, Suriye”deki geçici yönetimin başkanı olan ve Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) terör örgütünün lideri Ahmed Şara (namıdiğer Ebu Muhammed el-Colani) ile PKK”nin Suriye yapılanması olan YPG/SDG’nin yöneticisi Mazlum Abdi’nin bir görüşme gerçekleştirdiğini öne sürdü.
Bu görüşmede, ABD”nin Türkiye Büyükelçisi ile ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın da yer aldığını belirten Tayyar, söz konusu temaslara sert tepki gösterdi.
“TUHAF ŞEYLER OLUYOR”
Tayyar, görüşmeye ilişkin şunlara dikkat çekti:
-Tuhaf şeyler oluyor, izaha muhtaç, bilenlerin anlatması gereken.
-Terör örgütü PKK tüm bileşenleriyle tasfiye olacaktı, oysa YPG, Suriye’de ‘Kuzey Irak’ benzeri ‘özerk’ statüye kavuşturulmak isteniyor sanki.
-ABD, YPG’ye sözde DEAŞ’la mücadele kılıfı altında 130 milyon dolar yeni kaynak hazırlıyor.
-ABD ve Fransa özel temsilcilerinin gözetiminde Suriye Cumhurbaşkanı Şara, YPG lideri Mazlum Abdi’yle bugün bir araya geliyor, gündem, YPG’nin yeni statüsü.
-Şara/Abdi arasında daha önce imzalanmış mutabakat metni hiç uygulanmıyor, YPG mevcut idari ve askeri sınırlarını koruyor.
-Şam yönetimi, petrol ve doğal gaz gelirlerini YPG’yle paylaşmaya devam ediyor.
PKK’nın bazı ağır silahları ve kimi kadroları YPG’ye transfer ediliyor.
-Eğer, PKK, YPG kisvesiyle Suriye’de devletleşecekse, Türkiye için tehdit olmaya devam edecektir.
-Ve İsrail, ABD ile birlikte 4 ülkenin (Türkiye, İran, Irak, Suriye) ortasına yerleşir.
-Muhtemeldir, ilk aşamada İran, sonrası Türkiye’yi bölmeye, Ortadoğu’nun yeni haritasını çizmeye çalışırken, ihtiyaç duyacakları kara gücünü buradan temin edeceklerdir.
-Türkiye, bu tehlikeli oyuna asla izin vermemelidir.
-Gördüğüm kadarıyla devlet içinde bu projeye destek verenler ağırlıkta ve güçlüler.
-Çok yazık.
Source: Haber Merkezi
Görevden alınan Fahrettin Altun'dan ilk açıklama
Cumhurbaşkanı Erdoğan”ın imzasıyla Resmi Gazete”de yayımlanan karara göre Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun görevden alındı ve yerine, Dışişleri Bakan Yardımcısı Burhanettin Duran getirildi. Altun”un yeni görevi iseTürkiye İnsan Hakları Eşitlik Kurumu (TİHEK) başkanlığı oldu. ALTUN”DAN İLK MESAJ Altun görevden alınmasının ardından sosyal medya hesabından açıklamada bulundu. Erdoğan”a teşekkür eden Altun şu ifadeleri kullandı; “25 Temmuz 2018 tarihinde Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan”ın takdirleriyle başladığım ve yaklaşık 7 yıldır sürdürdüğüm Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı görevimden bugün itibarıyla ayrılmış bulunuyorum. “SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZA ŞÜKRANLARIMI ARZ EDİYORUM” Bu görevi bana tevdi eden, güvenen ve desteğini bir gün dahi esirgemeyen Sayın Cumhurbaşkanımıza şükranlarımı arz ediyor, görevim süresince hep yanımda hissettiğim aileme, Türkiye İletişim Modeli”nin inşası sürecinde hep birlikte emek verdiğimiz çalışma arkadaşlarıma ve hakikat mücadelesinin yılmaz neferleri olan tüm medya mensuplarına canıgönülden teşekkür ediyorum.Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı görevini devralan Dışişleri Bakan Yardımcımız, kıymetli kardeşim Prof. Dr. Burhanettin Duran”a çalışmalarında üstün başarılar diliyorum. Kendisiyle uzun yıllar omuz omuza çalıştık, Cumhurbaşkanımızın liderlik ettiği büyük ve güçlü Türkiye mücadelesinde birlikte varlık gösterdik. Görevi kendisine devretmiş olmaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum.Son olarak, şahsımı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Başkanlığı görevine layık gören Sayın Cumhurbaşkanımıza bir kez daha şükranlarımı sunuyor, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurulu”muzun tüm üyelerine yeni görevlerinde başarılar diliyorum.”
Source: Erdem Aksoy
Yaşam süremiz ortalamanın üstünde
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), “Dünya Nüfus Günü 2025” bültenini yayımladı. Paylaşılan verilere göre Türkiye”de yaşam süresi, hem erkeklerde hem de kadınlarda dünya ortalamasının üzerinde yer alıyor. Yayımlanan bültende, Birleşmiş Milletler (BM) dünya nüfus tahminlerine göre, 2024 için doğuşta beklenen yaşam süresinin dünya genelinde 73,3 yıl, erkekler için 70,7 yıl ve kadınlar için 76 yıl olduğu vurgulandı. Türkiye”nin erkekler için 74,7 yıl, kadınlar için de 80 yıl olan doğuşta beklenen yaşam süresinin dünya ortalamasından yüksek olduğu görüldü. DÜNYADA 18″İNCİYİZ BM nüfus tahminlerine göre 2024″te en fazla nüfusa sahip ülke, 1 milyar 450 milyon 935 bin 791 kişiyle Hindistan olurken, bu ülkeyi 1 milyar 419 milyon 321 bin 278 kişiyle Çin ve 345 milyon 426 bin 571 kişiyle ABD takip etti. Bu üç ülke, dünya toplam nüfusunun yüzde 39,4″ünü meydana getiriyor. Türkiye ise 85 milyon 664 bin 944 kişilik nüfusuyla, nüfus büyüklüğüne göre 194 ülke arasında 18″inci sırada yer alırken, dünya toplam nüfusunun yüzde 1″ini oluşturdu. Erkekler için doğuşta beklenen yaşam süresinin en yüksek olduğu ülke, 84,6 yıl ile Monako olarak kayıtlara geçti. Kadınlarda beklenen yaşam süresinin en düşük olduğu ülke ise 54,9 yıl ile Nijerya oldu. Ülkelerin toplam nüfusları içindeki 0-17 yaş grubu çocuk nüfus oranları incelendiğinde, 2024″te en yüksek çocuk nüfus oranına sahip ülke, yüzde 56,5 ile Orta Afrika Cumhuriyeti olarak belirlendi. Türkiye”de bu oran yüzde 25,5 olarak tespit edildi. 15-24 yaş grubu genç nüfus oranları değerlendirildiğinde ise geçen yıl en yüksek genç nüfus oranına sahip ülkenin, yüzde 23,5 ile Suriye olduğu görüldü. Türkiye”nin genç nüfus oranı yüzde 14,9 olarak kayıtlara geçerken, bu alandaki dünya ortalaması ise 15,6 olarak dikkat çekti.
Source: Murathan Yildirim
Kızını ve karısını öldürmüştü! Cinayetle ilgili yeni detaylar ortaya çıktı
Feryal İ.”nin sohbet esnasında eşinin madde bağımlısı olduğunu ve aralarında zaman zaman küslük olduğunu anlattığını söyleyen Sipahi, “Güzel bir hayatı vardı, güzel bir anneydi. Bizim gördüğümüz kadar mutluydu. Sadece eşi madde kullanıcısıydı, duyuyorduk ve bunu kendi söylüyordu. Bu konuda yakınıyordu, her defasında şikayetçi oluyordu. Şikayetçi olduktan sonra eşi hep tehdit ediyordu şikayetini alması için. Kendi anlatıyordu, eşi madde kullanıyormuş. “Eşim madde kullanıyor, benim sonum iyi olmayacak” diyerek hep korkuyordu. Bundan dolayı devletimizden hep yardım bekliyordu. Kendini ve çocuğunu öldüreceğini hiç beklemiyordu. Daha önce bir defa daha böyle saldırmıştı. O saldırıdan sonra tedavi olacağını söyleyerek çok yalvardı, tedavi olacağını söyleyerek sürekli barışmak istiyordu. Devletimizden ricam bu adam bir daha serbest kalmasın.” ifadelerini kullandı.
Source:
CHP’nin akıl hocası Abdullah Gül
Haziran ayının hemen başında MEB eski bakanı Hüseyin Çelik’in bir beyanı üzerine yazı programıma aldığım ama bir türlü yazamadığım bir konu vardı.
Gazze’deki soykırım, CHP’deki fırtına ve İran-İsrail savaşı yazıyı ertelemek zorunda bırakıyordu beni.
Konu bence önemli ve henüz tam olarak gündem dışı kalmamışken değinmek en iyisi…
Efendim, 6 Haziran günü ajanslara şöyle bir haber düştü.
AK Parti’nin kurucularından eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, Türkiye’deki son gelişmelere işaret ederek, “Toplumdaki bu kutuplaşmayı, gerginliği, Türkiye”ye zarar veren bu tansiyonu düşürmek için bazı akil insanların devreye girmesi lazım” dedi.
Abdullah Gül, Bülent Arınç, Haşim Kılıç, Ertuğrul Günay, Hikmet Çetin, Zülfü Livaneli gibi isimleri öneren Hüseyin Çelik, “Bu Türk tipi başkanlık sistemi veya Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Türkiye”ye yaramamıştır. Bütün yetkilerin bir elde toplandığı bir yapı demokratik bir yapı değildir ve Türkiye”nin mutlaka arızaları giderilmiş parlamenter sisteme dönmesi gerekiyor” ifadelerini kullandı.
Haber içeriğinde de var, teyit için tekrarlayalım…
Hüseyin Çelik, AK Parti kurucularından.
Devam eden süreçte önce Kültür Bakanı, ardından Milli Eğitim Bakanı olmuş.
Her ne kadar 1999 yılında DYP’den milletvekili seçilmiş olsa da onu halk nezdinde tanınmış bir şahsiyet yapan AK Partidir.
Hele ‘yazar’ olduğunu eminim çok az insan bilmektedir.
Hayır, yanlış anlaşılmasın, ‘Tayyip Erdoğan sayesinde meşhur olup da koltuk elden gidince karşı safa geçti’ diskuru çekmeyeceğim.
Bu anlamda o kadar çok isim var ki, yazmaya kalksam sayfalar yetmeyecek.
Nankörlüğüne de dikkat çekmeyeceğim, merak buyurmayın.
Dikkatinizi sadece şu kısacık haber içeriğindeki esef verici yaklaşımlara çekmekle yetineceğim.
Neymiş efendim, Türkiye’ye zarar veren bir ortam varmış ve bazı akil (?) adamların devreye girip tansiyonu ve gerginliği düşürmesi lazımmış…
Cumhurbaşkanlığı sistemi Türkiye’ye yaramamış, demokrasi bozulmuş ve parlamenter sisteme geçmek gerekiyormuş.
Bakınız bu, Türkiye düşmanlarının, bulanık suda balık avlama taktiğinden başka hiçbir şey değildir.
Artık gına getiren, ‘yetti artık’ dedirten bir müdahale teşebbüsüdür bu.
Türkiye’de gerginlik olduğu ve tansiyonun yükseldiği gerekçesiyle 1960 darbesini yapan, 1971 muhtırasını verdiren, 12 Eylül’ü gerçekleştiren 28 Şubat’ı başımıza tebelleş eden ve sonrasındaki tüm kalkışma teşebbüslerini organize eden güç, aynı argümanla tekrar sahne alıyor.
Bunun için buldukları figüranlardan birisidir Hüseyin Çelik…
Arkasında da hiç şüpheniz olmasın ki, Abdullah Gül vardır.
Yani yukarıda bahsini ettiğimiz gücün, siyasette tekrar etkin bir noktada olmasını istediği eski cumhurbaşkanı…
Hüseyin Çelik, bu oyunda sadece borazandır, o kadar…
Saydığı ve ‘akil’ dediği isimler ise kotarılmak istenen ‘ara rejim’ için üretilmiş aşure çorbasından başka bir şey değildir.
Yahut ‘dostlar alıverişte görsün’ konsorsiyumu da diyebiliriz buna…
Abdullah Gül, cumhurbaşkanlığından ayrıldığı günden beri bu hayalle yaşıyor, bu arzuyla yanıp tutuşuyor…
Hâlbuki hikâye nasıl da duygu dolu başlamıştı…
Tarih 24 Nisan 2007 yani bundan tam 18 yıl önce.
AK Parti grup toplantısı nihayetinde başbakan Recep Tayyip Erdoğan 11. Cumhurbaşkanı adaylarının Dışişleri Bakanı Abdullah Gül olduğunu ilan ediyor.
Tam olarak kullandığı cümle şu:
“Cumhurbaşkanı adayımız Abdullah Gül kardeşimizdir!”
Sonra kıyamet koptu tabii…
Hukuk, bütün ilkeleriyle birlikte ayaklar altına alındı ve Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı olmaması için dünya hukuk tarihine geçecek rezaletler sahnelendi.
Sabih Kanadoğlu isimli kerameti kendinden menkul bir hukukçu makulesi, bir 367 garabeti yumurtladı ve Türkiye’deki tüm muhalif unsurlar başta CHP olmak üzere bu üretilmiş hukuksuzluk garabetinin üzerine atladı.
Abdullah Gül seçilmişti fakat statüko onu bu makama getirmemek için yemin etmişti adeta.
Seçimin ardından CHP soluğu Anayasa Mahkemesinde aldı.
İptal dilekçesini, Kemal Kılıçdaroğlu teslim ediyordu.
Hani, 2018 yılında CHP genel başkanı olarak Abdullah Gül’ü ‘çatı adayı’ yapmak isteyen kişi…
Abdullah Gül, aday edildiği için partisi daha doğrusu Tayyip Erdoğan 27 Nisan muhtırasına maruz kalmıştı.
Sonrasında gelen parti kapatma davasından tutun da 15 Temmuz darbesine kadar yaşanan tüm olumsuzlukların yegâne gerekçesi buydu.
Peki, o ne yaptı?
Bulduğu ilk fırsatta Tayyip Erdoğan düşmanlarının saf tuttuğu blokta ‘çatı adayı’ olmaya çalıştı.
Yetmedi, tüm CHP genel başkanlarına gizli saklı danışmanlık yaptı.
Hele de Ekrem İmamoğlu’nun göz bebeğiydi.
Öyle ki, İmamoğlu, Abdullah Gül’e tahsis edilen 4 araç dışında İBB’nin, Pendik, Kurtköy’deki Mesken ve Gecekondu Müdürlüğüne ait 25 adet konutunu da Gül’ün emrinde çalışan personele lojman olarak tahsis etti.
Göz yaşartan bir samimiyet değil mi?
Oysaki İmamoğlu, AK Partili İBB tarafından Cumhurbaşkanı Erdoğan’a tahsis edilen araçları koltuğa oturur oturmaz çekmiş ama Gül’ün araçlarına dokunmamakla birlikte personeli de rahat etsin diye 25 konut tahsis etmiş.
Mesele araç yahut konut tahsisi değil elbette.
Sıkı fıkı denecek bu ilişkinin samimiyet düzeyidir ilgimizi çeken…
İşte bu yüzden cumhuriyet tarihinin en büyük soygunun faili olarak itham edilmesine rağmen Abdullah Gül, İmamoğlu’nun yanında durmuş ve bu beynelmilel çaptaki talanı görmezden gelmeyi seçmiştir.
‘Türkiye’de demokrasi tökezlemiştir, gerginlik artmıştır, toplum endişe içerisindedir, akil insanlar devreye girmelidir’ tezi bütünüyle Abdullah Gül’e aittir.
Yukarıda da dikkat çektiğimiz gibi Hüseyin Çelik bir nevi kuryedir.
Gül, CHP’nin akıl hocası pozisyonundadır ve tabii ki 13 yıldan beridir yanıp tutuştuğu cumhurbaşkanlığı hayalinden bir gün olsun vaz geçmemiştir.
CHP’yi bugünkü yanlışlıklar batağına sürükleyen de onun hırsıdır, hiç şüpheniz olmasın!
Kötü olan ne biliyor musunuz?
Tüm bunları yiğitçe söylemek yerine, böyle borazanlar marifetiyle üstelik Türkiye’yi bir afetin içerisindeymiş gibi göstererek belden aşağıya vurma ve çirkin ittifaklar oluşturma yoluna sapmak…
Kendisi cumhurbaşkanı olmasın diye Türkiye’yi darbe noktasına taşıyan odaklarla canciğer kuzu sarması denebilecek bir ilişkiye girmek ve kendisi için risk alanlara karşı ölesiye bir husumet beslemek…
Çirkin ve kötü olan budur.
Yoksa tüm gücüyle, tüm müttefikleriyle, tüm iftiralarıyla, tüm yazar-çizerleriyle birlikte topyekûn gelmezse hatırımız kalır…
Nihat Nasır / Haber7
Source: Nihat Nas
PKK”nın silah bırakma kararının ardından gözler YPG”de
Terörsüz Türkiye bağlamında yeni bir rota çizilmesi, toplumsal istikrarın gelişmesi yönünden oldukça önemli. Bu noktada terör örgütü PKK”nın silah bırakma kararı kadar, Türkiye”nin güvenliğini etkileyen bir konu daha var. O da örgütün Suriye kolu SDG”nin Şam yönetimiyle vardığı anlaşma maddelerine uyması.
ABD”nin örgüte içinde zırhlı personel taşıyıcılardan, tank ve helikopter vuran güdümlü füzelere kadar yaptığı yardım malum. Ayrıca militanlara verilen askeri eğitim de oldukça kayda değer. Suriye”de rejimin değişmesiyle beraber, istikrarın sağlanması için önemli adımlar atılırken, SDG”nin Şam yönetimi otoritesine bağlı olmadan silahlarını teslim etmesi gerekiyor.
SDG”nin son dönemde, Türk Silahlı Kuvvetleri”ne ya da Suriye”nin yeni ordusuna yönelik bir saldırısı bulunmuyor. Bu anlamda örgütün, Suriye hükümetiyle yaptığı görüşmelerdeki şartlara olumlu baktığı değerlendirilebilir. Kuşkusuz bunda Trump”ın yeniden iktidara gelmesinin rolü büyük.
Nitekim Biden döneminde, Türkiye her ne kadar NATO ittifakı olarak önemini kaybetmemiş olsa da, Ankara”nın potansiyeli kasıtlı olarak göz ardı edilmeye çalışılıyordu. Beyaz Saray”ın yeni vizyonu, Türkiye”nin devlet aklı, geleneği ve barışı savunan politikalarını destekleme potansiyeline sahip.
SURİYE”NİN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜ İSTİKRAR DEMEK
Suriye”deki yeni yönetimin bir anda ayağa kalkarak, yüksek bir refah düzeyine ulaşması, yıllardır süren iç savaş ve yeni kaldırılan ekonomik yaptırımlar nedeniyle yakın zamanda pek mümkün olmasa da bu konuda karşılıklı adımların atıldığını görmek ümit verici. Nitekim Türkiye”nin, Körfez ülkelerinin, ABD”nin ve Suriye”nin diğer dostlarının bu noktada yeni iktidarı hem teşvik eden hem de destekleyen bir yaklaşıma sahip olduğu bir gerçek.
Suriye bir kültür mozaiği olarak farklı mezhep ve inançları barındırıyor. Tıpkı Anadolu gibi. Arap, Kürt, Türkmen, Süryani, Ermeni inançlarıyla birlikte bir arada yaşamak istiyor. Çünkü savaştan yorulmuş bir halk mevcut. Yeniden vatanlarına dönmek isteyenler var. Bütün bunların sağlanması için iyi bir altyapının güçlendirilmesi ve can güvenliğinin sağlanması gerekiyor.
Bu noktada “Şara yönetimi Alevileri katledecek” açıklamalarıyla sosyal medyada dezenformasyon yayan kişilerin söylemlerinin gerçek olmadığını zaman bize göstermiş oldu. Suriye”nin yeniden inşası yolunda çeşitli tehditler mevcut. Bunlardan biri eski rejimden faydalanan grupların iktidarı yeniden ele geçirecek kadar mühimmat ve personel desteği olmasa da, çeteleşme yoluyla, güvenliği tehdit etmeleri. Bir başka tehdit, Şara hükümetiyle taban tabana zıt olan DEAŞ varlığı.
Militanların çoğu SDG hapishanelerinde bulunsa da örgütün Şara”yı ABD ile işbirliği yaptığı iddiasıyla hedef listesine koyduğu biliniyor. Çöl bölgesindeki herhangi bir istikrarsızlık durumunda ise yeni çatışmaların yaşanması muhtemel. Bilhassa Deyrizor kırsalında yeniden gerçekleştirilen gerilla tipi saldırılar ve Şam”daki kilise patlaması örgütün halen eylem kapasitesinin var olduğunun bir işareti olarak yorumlanabilir.
İRAN”IN SURİYE”YE DÖNÜŞÜ ANCAK DİPLOMASİYLE MÜMKÜN
Esed rejiminin devrildiği sıralarda İranlı milisler büyük ölçüde Irak üzerinden ülkelerine döndü. Şam yönetimi bu geçişler sırasında İranlı milislere saldırmayarak önemli bir mesaj verdi esasında. “Bizim derdimiz dini temelli bir çatışma değil, Suriye halkının bir bütün olarak ayağa kalkarak diktatörlüğün sona ermesi” denilmiş oldu.
Tahran önce Hizbullah”ın etkisini kaybetmesi ardından Baas iktidarının sona ermesinin ardından, Yemen”de ve en son kendi nükleer tesislerine yönelik yapılan saldırılarda büyük yaralar aldı. Ancak Türkiye”nin birleştirici tavrı ve barışa tanıdığı şans, İran için de önemli bir fırsatı barındırıyor. Eğer İsrail”le beraber Türkiye ve Körfez Ülkeleri de İran”a karşı olumsuz bir tavır sergileseydi, kuşkusuz bu İran”ı daha da güç bir duruma düşürecekti.
Ancak Tahran bu durumu doğru okuyarak Türkiye”yle yakınlaşmaya devam edip Suriye”yle milisler üzerinden değil de diplomasi yoluyla bağlar kurarsa o zaman hem Suriye”nin yeniden gelişiminde önemli bir rol oynar hem de uluslararası alanda azalan ittifaklarına bir yenisini ekleme fırsatı oluşabilir.
Source: Bartu Eken
Hatay”da madde bağımlısı cani eş, karısı ve kızını av tüfeğiyle vurdu! Komşulardan kan donduran itiraf! “Benim sonum iyi olmayacak” diyordu”
Olay, 14 Haziran günü Altınözü ilçesi Babatorun Mahallesi”nde yaşanmıştı. Mahalledeki 3 katlı binanın 2. katında yaşayan H.İ., eşi Feryal İ. (45) ve 12 yaşındaki kızı İrem İ.”yi av tüfeğiyle vurmuştu. Babası tarafından vurulan İrem olay yerinde, annesi ise 6 gün sonra hastanede hayatını kaybetmişti. Feryal İ.”nin arkadaşı olan komşu Hüsne Sipahi, olay günü yaşananları ve aile arasındaki sorunları anlattı.İNSANIN TEK GÜVENECEĞİ KİŞİ EŞİDİR VE ARKADAŞIMIZ EŞİ TARAFINDAN KATLEDİLDİ Eşini ve kızını öldüren şahsın geçmişte de oğluna tüfekle ateş ettiğini anlatan Hüsne Sipahi, Çığlık seslerine koştuk. Gittiğimizde kızımız yerde vefat etmişti, annemiz yardım istiyordu. Lütfen kadınlar ve çocuklar ölmesin. İnsanın tek güveneceği kişi eşidir ve arkadaşımız eşi tarafından katledildi. Daha önce yine silahlı saldırı oldu, oğlunu hedef almıştı. O zaman oğlu kendinden daha güçlü geldi ve müdahale etti. Lütfen böyle insanlar toplum içerisinde gezmesin dedi.Feryal İ.”nin sohbet esnasında eşinin madde bağımlısı olduğunu ve aralarında zaman zaman küslük olduğunu anlattığını söyleyen Sipahi, Güzel bir hayatı vardı, güzel bir anneydi. Bizim gördüğümüz kadar mutluydu. Sadece eşi madde kullanıcısıydı, duyuyorduk ve bunu kendi söylüyordu. Bu konuda yakınıyordu, her defasında şikayetçi oluyordu. Şikayetçi olduktan sonra eşi hep tehdit ediyordu şikayetini alması için. Kendi anlatıyordu, eşi madde kullanıyormuş. ‘Eşim madde kullanıyor, benim sonum iyi olmayacak” diyerek hep korkuyordu. Bundan dolayı devletimizden hep yardım bekliyordu. Kendini ve çocuğunu öldüreceğini hiç beklemiyordu. Daha önce bir defa daha böyle saldırmıştı. O saldırıdan sonra tedavi olacağını söyleyerek çok yalvardı, tedavi olacağını söyleyerek sürekli barışmak istiyordu. Devletimizden ricam bu adam bir daha serbest kalmasın ifadelerini kullandı.
Source: Gazetevatan.com
CHP”de anormalleşme dönemi başladı
Bazı anketlerle birinci parti olduğu rüzgarıyla şişirilen fakat içten içten kaynayan CHP’de marjinal dönem tamamen başladı.
Daha önce “normalleşme” diyerek her siyasi görüşe mavi boncuk dağıtan Özgür Özel, Kemal Kılıçdaroğlu’na yeniden liderlik kapısı aralayan şaibeli kurultay davası sürecinde bambaşka bir kimliğe büründü.
Göreve ilk geldiğinde Başkan Erdoğan’ı TBMM’de ayakta alkışlayan.. CHP Genel Merkezi’nde ağırlayan.. Gerilim, hakaret, kavga siyasetini terk edeceklerini sıklıkla vurgulayan.. CHP’yi ‘seçkin zümre partisi’ değil ‘millet partisi’ yapmayı vaat eden Özgür Özel, gelinen noktada partiyi bambaşka bir kimliğe büründürdü..
ANORMALLEŞME
CHP’yi tabandan tavana marjinalleştirdi.
Bir grup azgın azınlık haricinde, milletin hazzetmediği kargaşa, kaos, nefret diline sarıldı.
Yolsuzluk zanlısı belediye başkanları için kitleleri sokağa dökmeye çalıştı..
Özel’in çağrısıyla tertiplenen yasa dışı gösterilerde millete ve seçilmiş liderlere en ahlaksız küfürler edildi..
İmamoğlu ile birlikte belirlediği belediye başkanlarının 16’sı yolsuzluktan tutuklandı.
“Sokağa davet edeceğim günü ben bilirim Ama bana bu milleti sokağa davet ettirme /…/ Mısır’daki meydanı izlediğiniz gibi televizyondan izlersiniz” dedi. Dilinden düşürmediği “Batı demokrasisini” değil de, Mısır’da Sisi darbesine zemin hazırlayan ‘Baltacılar’ın Tahrir Meydanı’ndaki eylemleriyle iktidara gözdağı vermeye kalktı..
Cumhuriyet savcılarının yürüttüğü soruşturmaları “düşman hukuku” olarak tanımladı. CHP’li yolsuzluk zanlılarının “savaşta düşman tarafından esir alındığını” öne sürdü. “Mesele düşman hukukudur, artık esirdir onlar. /…/ Darbede esir düştü arkadaşlar. Günü gelince esirlerimizi geri alacağız” dedi..
Partiyi yeniden İslam aleyhtarı bir havaya büründürdü.
İslamofobik Leman dergisinin Hz. Muhammed (s.a.v.) ve Hz. Musa’ya yönelik aşağılayıcı karikatürünü savundu..
‘Şarkıcıyı eleştirdiği’ iddiasıyla bir müftüyü kalabalığa yuhalattı..
Partili milletvekilinin İslami yaz okullarını hedef almasına karşı çıt çıkarmadı..
İBB binasının bulunduğu Saraçhane’ye yasa dışı gösteri için topladığı kalabalığın, Mimar Sinan’ın çıraklık eseri Şehzadebaşı Camii’ne yönelik uygunsuz davranışlar sergilemesinin müsebbibi oldu…
PARTİYİ PASPASA ÇEVİRİP KILIÇDAROĞLU’NA TESLİM EDECEK
Parti lideri olarak hemen her çıkışında karanlık bir ima ve nefret yer alan Özgür Özel, şaibeli kurultay davasıyla Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığa dönmesi durumunda ona nasıl bir parti devredecek?
Milletin sorunlarına eğilmeyen.. Coğrafyamızdaki tarihi dış politika gelişmelerine karşı hiçbir tavır sergilemeyen.. Kamuda fırsatı ele geçirince icraata değil vurguna girişen.. Birkaç yolsuz ve uğursuz için sokakları karıştırmaya çalışan.. Gençleri galeyana getirip sokakları karıştıran.. İslam karşıtı gündemlerin odağı olan.. Toplumsal öfkenin odağına yerleşen.. Hiçbir itibarı, ciddiyeti, ağırlığı kalmamış; projesiz, fikirsiz, idealsiz kupkuru bir siyasi tabela…
Eylül ayındaki davada olası ‘mutlak butlan’ kararıyla CHP liderliğine dönecek olması durumunda Kemal Kılıçdaroğlu’nu işte bu enkaz bekliyor olacak.
Özgür Özel (ve cezaevindeki yolsuzluk zanlısı ortağı), bu ‘Özel enkazı’ Kılıçdaroğlu’nun geri dönüş ihtimaline karşı bilerek oluşturuyor olabilir mi?
Faruk Arslan / Haber 7
Source: Faruk Arslan
Küfürle başladı, algı operasyonuna dönüşebilir! Uzmandan Grok uyarısı: Bu daha başlangıç
İş insanı Elon Musk’ın sahibi olduğu yapay zekâ aracı “Grok”, son güncellemelerin ardından sorulara verdiği küfürlü cevaplarla büyük tepki çekti. Gelen tepkiler üzerine uygulamanın soru sorma özelliği kapatıldı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı da programın birçok kullanıcıya verdiği suç teşkil eden hakaret içerikli cevaplarla ilgili soruşturma başlattı.Grok hesabı üzerinden açıklama yapan X, “Uygunsuz paylaşımların farkındayız, kaldırmak için aktif olarak çalışıyoruz. İçerikten haberdar olduktan sonra nefret söylemini yasaklamak üzere harekete geçtik” ifadelerini kullandı.Grok’un verdiği küfürlü cevaplarla birlikte yapay zekânın riskleri yeniden tartışılmaya başladı. Adli bilişim uzmanı Prof. Dr. Ali Murat Kırık, “Grok’un son güncelleme sonrası kullanıcılarla kurduğu iletişim dili, yapay zekâ sistemlerinin denetimsiz bırakıldığında ne denli tehlikeli bir boyuta ulaşabileceğini açıkça gösterdi” dedi. Bir modelin “mizahi ve özgür” olacağı söylenerek küfür etmesine göz yumulmasının teknik bir hata olmadığını ifade eden Kırık, bunun doğrudan yanlış bir yönlendirme ve ihmal olduğunu söyledi.ALGI RİSKİ OLUŞTURURX gibi kamu ile ilgili etkisi yüksek bir platformda böyle bir modelin kontrolsüz şekilde konuşlandırılmasının, dijital ortamda hem bilgi güvenliğini hem de toplumsal huzuru tehdit ettiğini kaydeden Prof. Dr. Kırık, şu ifadeleri kullandı: “Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının devreye girmesi de olayın ciddiyetini gösteriyor. Grok’un eğitildiği veri havuzunun içeriği ve bu havuzun nasıl filtrelendiği şeffaf bir biçimde açıklanmadıkça, bu tür sorunlar daha da büyüyecek. Çünkü yapay zekâ, neyin hakaret, neyin şaka olduğunu insani sezgilerle değil, istatistiki tahminlerle ayırt etmeye çalışıyor. Sadece küfür meselesi de değil. Grok gibi sistemlerin yanlış bilgi yayma, kullanıcıyı manipüle etme ve hatta algı oluşturma riski var. Bugün bir küfrün, yarın bir yalan haberin hedefi olabiliriz””ÇOK DAHA BÜYÜK KRİZLER YAŞAYABİLİRİZ”Yaşanan sürecin gösterdiği asıl meselenin, yapay zekâ modellerinin artık sadece teknik araçlar değil, sosyal aktörler hâline gelmesi olduğunu belirten Kırık, “Karşımızda rastgele cevap üreten bir yazılım değil, toplumla etkileşime giren, duygusal tepki oluşturan, hatta yönlendirebilen bir yapı var. O yüzden iş sadece yazılım değil, aynı zamanda sorumluluk ve denetim meselesi” dedi. Kırık, bu tür sistemlerin hangi sınırlar içinde çalışacağı, hangi etik kurallara göre geliştirileceği ve ne zaman müdahale edileceği netleşmediği sürece, önümüzdeki dönemde çok daha büyük krizlerle karşı karşıya kalınmasının kaçınılmaz olduğunu söyledi.Elon Musk’ın yapay zekası Grok nedir? Grok’a neden soruşturma açıldı?Bir anda küfürbaz oldu! Yapay zeka Grok”a erişim engeli gelecek mi? Bakan açıkladı…Birçok kullanıcıya küfür etmişti: Yapay zeka uygulaması GROK için soruşturma başlatıldı!
Source: Şule Altınel
Saray”ın önemli ismi AKP”li Bakanı azarladı
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan”ın Başdanışmanı Oktay Saral, Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy”u eleştirdi.
X üzerinden yaptığı paylaşımda Trabzon”da düzenlenen festivalleri eleştiren Saral, doğrudan Bakan Ersoy”un ismini verdi. Ersoy”u eleştiren Saral, “Hiç mi vicdanınız sızlamadı? ” siye sordu.
Saral”ın açıklaması şu şekilde oldu:
“Sayın Kültür ve Turizm Bakanı, Gazze’de çocuklar hala can çekişirken, analar yavrularını kucaklarına alamadan mezara uğurlarken, vatan uğruna kara toprağa verdiğimiz 12 şehidimizin, yiğidimizin henüz kanı kurumamış, analarının göz yaşı dinmemişken. Trabzon’da “Kültür Yolu Festivali” adı altında sahneler kurup, şarkılarla, danslarla eğlence tertip ederken hiç mi kalbiniz bizar olmadı!? Hiç mi vicdanınız sızlamadı? Bu milletin kalbi yanarken, siz nasıl güldünüz? Gözyaşları dinmemiş anaların, şehit ailelerinin acısı bu kadar mı değersiz sizin gözünüzde? Bu ne büyük duyarsızlıktır, ne büyük kopuştur milletin ruhundan! Bu milletin evlatları can verirken, sizden beklenen çalgı değil, eğlence değil; vakarla bir duruştu! Milletimizin yüreği kan ağlarken sahnelerde parlayan ışıklar, vicdanlarda kara bir leke olarak kalacaktır! Ve bu duyarsızlığınıza şahit olan halkımız infial halindedir bunu bilesiniz!”
Sayın Kültür ve Turizm Bakanı,Gazze’de çocuklar hala can çekişirken, analar yavrularını kucaklarına alamadan mezara uğurlarken, vatan uğruna kara toprağa verdiğimiz 12 şehidimizin, yiğidimizin henüz kanı kurumamış, analarının göz yaşı dinmemişken. Trabzon’da “Kültür Yolu…
— Oktay SARAL (@oktay_saral) July 10, 2025
Source: Haber Merkezi
Brigette kardeşinin yasını tutarken ona eşlik etti: Eşinin önünde flörtöz hareketler
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile eşi Brigette Macron arasında esen soğuk rüzgarların asıl sebebi ortaya çıktı.
İngiliz basını Mirror”un haberine göre Brigette”ın, İngiltere ziyareti esnasında Macron”a olan soğuk tavrının asıl sebebi yas tutuyor olmasıydı.
İngiltere”deki hava üssüne indikten sonra, uçaktan inişleri sırasında Macron eşine elini uzattı fakat Brigitte, bu jesti karşılıksız bırakıp korkuluğa tutunmayı tercih etti.
Bu durum basında ve sosyal medyada “Brigette”ın kocasına soğuk yapması” olarak yorumlandı. Ancak bu durumun asıl sebebinin, Brigette”ın yakın zamanda kız kardeşi Anne-Marie Trogneux”u kaybetmesi olduğu ortaya çıktı.
Ancak izah edileyen durum, Macron”un İngiliz Kraliyet Sarayı”ndaki tavırları oldu. Evli olan İngiliz prensesine attığı bakışlarla güne damgasını vuran Macron”un, yaslı eşinin karşında prensese “farklı” bakışlar attığı ortaya çıkmış oldu.
YASINA RAĞMEN UÇAĞA BİNDİ
Brigitte Macron’un kız kardeşi Anne-Marie Trogneux geçen hafta Kuzey Fransa’daki Amiens kentinde yaşamını yitirdi.
Bu, Brigette”ın toprağa verdiği ikinci kardeşi oldu. Daha önce başka bir kardeşi Maryvonne Trogneux, 27 yaşındayken bir trafik kazasında ölmüştü.
Eşiyle 18 yıldır evli olan Brigitte Macron, bu derin acıya rağmen Cumhurbaşkanı’nı Londra yolculuğunda yalnız bırakmadı.
Mirror”a konuşan aile yakınına göre Brigitte Macron’un içine kapanık ve gergin görüntüsü tam da bu kayıpla ilgiliydi.
Aile yakını, “Macron hanım kız kardeşini çok severdi, kaybı onu derinden etkiledi. Ancak görev bilinciyle İngiltere’ye eşlik etmeyi kabul etti” ifadelerini kullandı. Ziyaretin yas sürecine denk gelmesine rağmen, First Lady programı iptal etmedi.
EŞİNİN KARŞISINDA KAŞI GÖZÜ AYRI OYNADI
Ancak Fransa Cumhurbaşkanı Macron”un Windsor Sarayı”ndaki yemekte yaptıklarına bir izah getirilemedi. Aksine, daha fena bir hal aldı.
İngiliz Prensesi Kate Middleton”la yemek esnasında yan yana oturan Macron”un bakışları “çapkınlık” olarak yorumlanmıştı.
Yüz ifadesiyle geceye damgasını vuran Macron”un, masanın karşısında oturan yaslı eşinin önündeki flörtöz tavırları yepyeni bir boyuta taşındı.
Brigette”ın yanında oturan Galler Prensi William”ın ne düşündüğü ise merak konusu. Kraliyet ailesi, bu konuda sessiz kalmayı tercih etti.
TOKATTAN SONRA ÇOK BOZULDU
Macron çifti daha önce de kamuoyunun merceğine takılmıştı. Mayıs ayında Güneydoğu Asya turu sırasında Vietnam’ın Hanoi Havalimanı’nda uçaktan indiklerinde yaşanan tokat görüntüsü çok konuşulmuştu.
Brigitte Macron’un eşinin yüzüne hafifçe vurduğu anlar kameraya yansımış, Elysee Sarayı olayın bir tartışma değil, esprili bir an olduğunu açıklamıştı.
Macron, henüz 16 yaşındayken o dönem evli ve üç çocuk annesi olan Brigitte’e aşık olduğunu açıklamış, ailelerinin karşı çıkmasına rağmen bu ilişki yıllar içinde bir evliliğe dönüşmüştü.
Source: Haber Merkezi
Yapay zekada gizli profilleme, güvenlik ve mahremiyeti tehdit ediyor
Son dönemde ChatGPT”nin kullanıcıların siyasi görüşleri, dini inançları gibi hassas bilgilerini sınırsız olarak etiketleyip profillemesi yönündeki iddialar, ciddi soru işaretlerine yol açtı.
ChatGPT”nin kurucusu OpenAI gibi yapay zeka şirketleri, gizlilik politikalarında kullanıcıların kişisel verilerini korumak için teknik ve idari önlemler aldığını resmi açıklamalarında belirtiyor. Ayrıca, kullanıcıların verilerinin model eğitimi için kullanılıp kullanılmayacağına karar verme hakkı olduğunu da sıklıkla vurguluyorlar. Ancak bazı uzmanlar, veri işleme süreçlerinin yeterince şeffaf olmadığını öne sürüyor.
Yüksek Veri Bilimi Mühendisi Emre Durgut, AA muhabirine yaptığı açıklamalarda, yapay zeka sistemlerinin sadece teknik değil, aynı zamanda hukuki ve toplumsal sorumluluk taşıdığına dikkati çekti.
Durgut, “En büyük risk, kullanıcılardan elde edilen kişisel bilgilerin, etiketleme yoluyla her kullanıcı için bir profil oluşturulmasıdır. Bu profiller, kullanıcının siyasi görüşleri, dini inançları, sağlık durumu gibi hassas nitelikteki kişisel verilerini içerebilir. Eğer bu bilgiler, kullanıcının açık rızası olmaksızın veya yasalara aykırı bir şekilde işleniyorsa, ciddi gizlilik ihlalleri meydana gelir.” dedi.
Hukuki çerçeve
Veri işleme süreçlerinin çoğunlukla kullanıcıdan gizlendiğini ve hukuki çerçevelerin çiğnendiğini belirten Durgut, “Kullanıcı verilerinin, özellikle de hassas kişisel verilerin etiketlenmesi ve profillemesi iddiaları doğruysa, bu durum başta Avrupa Birliği Genel Veri Koruma Tüzüğü (GDPR) ve Türkiye”deki Kişisel Verilerin Korunması Kanunu (KVKK) olmak üzere birçok yasal çerçeveyi ihlal etmektedir.” diye konuştu.
Kullanıcıların genellikle sistemin nasıl çalıştığını tam olarak bilemediğinden, verdikleri bilgilerin nasıl analiz edildiğini fark edemediğini dile getiren Durgut, “Bu yasalar, kişisel verilerin işlenmesi için açık rıza, veri minimizasyonu, amaca bağlılık ve şeffaflık ilkelerini temel alır. Hassas verilerin (siyasi görüş, dini inanç vb.) işlenmesi için ise çok daha katı şartlar öngörür. Eğer platformlar, bu tür verileri yasal bir dayanağı olmaksızın işliyor, etiketliyor ve profil oluşturuyorsa, bu durum açıkça hukuka aykırı bir veri işleme faaliyeti anlamına gelir.” değerlendirmesinde bulundu.
Etiketleme ve profilleme faaliyetlerinin tespitinin, teknik ve hukuki uzmanlık gerektiren karmaşık bir süreç olduğuna değinen Durgut, “Bu alan henüz çok yeni ve dünya çapında bir rekabet oluştuğu için bağımsız denetçilerin henüz sürece dahil olmadığını gözlemliyoruz. Bu nedenle kullanıcı girdileri ile sistem çıktılarının karşılaştırılması bilgilerin nasıl etiketlendiğini gösterebilir. Bu platformlarda hangi bilgilerinizin işlendiğine dair doğru birkaç teknik soru sorarak ipuçları elde edebilirsiniz.” ifadelerini kullandı.
Yasal düzenlemelerin yeterli olup olmadığı sorusunu da yanıtlayan Durgut, GDPR ve KVKK gibi yasaların güçlü temellere sahip olduğunu, ancak günümüz yapay zeka sistemlerinin dinamik yapısının yeni düzenlemeleri gerekli kıldığını belirtti. Durgut, “Özellikle yapay zeka etiği, algoritmik şeffaflık, açıklanabilirlik ve otonom sistemlerin sorumluluğu gibi alanlarda uluslararası düzeyde kabul görecek yeni standartlara ve normlara ihtiyaç vardır.” dedi.
“Verilerin sızması zincirleme etki yaratabilir”
Sistemin verdiği yanıtların zamanla kişiye özel hale geldiğini belirten Durgut, bunun reklam, işe alım ya da finansal kararlar gibi alanlarda ayrımcılığa neden olabileceğini söyledi.
Emre Durgut, “Örneğin, bir yapay zeka sisteminin kullanıcıların metin girdilerini analiz ederek, belirli bir siyasi görüşe, etnik kökene, dini inanca sahip olduğuna dair yanlış bir etiketleme yaptığını düşünelim. Bu yanlış etiketleme, kişiye özel reklam gösterimlerinden, kredi başvurularının reddine, hatta işe alım süreçlerindeki önyargılara kadar somut ayrımcılıklara yol açabilir.” uyarısında bulundu.
Verilerin sızması halinde ise zincirleme etkinin çok daha ciddi sonuçlar doğurabileceğini vurgulayan Durgut, bilgilerin kötü niyetli aktörlerin eline geçmesi halinde sosyal mühendislik saldırıları, şantaj, dolandırıcılık gibi güvenlik açıkları doğacağını, kritik pozisyonlardaki bireylerin verilerinin ulusal güvenlik tehdidine dönüşebileceğini ifade etti.
Hem kullanıcılara, hem de teknoloji şirketlerine birçok görev ve sorumluluk düşüyor
Kullanıcılara uyarılarda da bulunan Durgut, “Öncelikle, bu tür sistemlere hassas kişisel bilgilerinizi olabildiğince vermekten kaçının. Sadece tek bir platformu kullanmadan farklı bilgileri dağıtarak riski azaltmaya çalışın. Bu tür sistemlerin kullanımında farkındalığınızı artırın ve şüpheci bir yaklaşımla hareket edin.” diye konuştu.
ChatGPT ve benzeri yapay zeka uygulamaları üreten teknoloji firmalarına da büyük bir görev düştüğüne işaret eden Durgut, şunları kaydetti:
“Bu firmalar, şeffaf ve açık bir şekilde veri işleme süreçlerini ve kullanım politikalarını anlaşılır biçimde açıklamalılar. Şirketler, bağımsız denetimlerle uygulamalarını düzenli olarak denetletmeli ve sonuçlarını kamuoyuyla paylaşmalıdırlar. Kullanıcılara verileri üzerinde daha fazla kontrol ve yönetim yetkisi vermelidirler (örneğin, veri silme, erişim veya düzeltme hakları). Etik kurullar ile şirket içinde güçlü kurallar oluşturmalı ve uygulanabilir politikalar benimsemelidirler.”
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
Source:
Yapay zekanın mutlak doğruyu söylediği inancı çatırdıyor
Elon Musk’ın sahibi olduğu yapay zeka şirketi xAI tarafından geliştirilen ve X kullanıcılarının çeşitli görüşleri teyit etmek için sıklıkla kullandığı sohbet botu Grok, son günlerde verdiği küfür ve hakaret içerikli yanıtlarıyla dünyanın gündemine oturdu.
Grok”un yanlı ve hakaret içeren yanıtlarının ardından bazı kullanıcılar tarafından “mutlak doğru” olarak kabul edilen yapay zekaların güvenilirliği de yeniden gündeme geldi.
AA muhabirine konuyla ilgili açıklamalarda bulunan İstinye Üniversitesi Yönetim Bilişim Sistemleri Bölüm Başkanı ve Yapay Zeka Politikaları Derneği (AIPA) Yönetim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Şebnem Özdemir, ister yapay zeka tarafından verilsin, ister dijital dünyada yer alsın her bilginin teyide muhtaç olduğunu söyledi.
Özdemir, “İnsandan insana aktarılan bilgi bile teyide muhtaçken yapay zekaya körü körüne inanmak çok romantik bir yaklaşım. Çünkü bu makine de en nihayetinde bir başka kaynaktan besleniyor. Nasıl ki dijitalde bulunan bir bilgiye teyit etmeden inanmamak gerekiyorsa yapay zekanın da yanlış bilgilerden öğrenebileceğini unutmamak gerekir.” şeklinde konuştu.
Özdemir, yapay zekaya insanların çok kısa sürede güven duyduğunu ve bunun yanlış olduğunu belirterek, “İnsanın manipülasyon yeteneği, insanın duyduğu şeyi farklı aktarma yeteneği ya da insanın kendi çıkarları doğrultusunda bir şeyi bambaşka bir hale getirerek aktarması çok bilindik bir süreç. İnsan bunu belli bir niyet ve belli bir amaç uğruna yapıyor. Yapay zeka bunu bir niyet ya da amaç uğruna yapıyor mu diye soracak olursak bunun cevabı hayır. En nihayetinde yapay zeka kendisine sağlanan kaynaklardan öğrenen bir makine.” değerlendirmesinde bulundu.
“Yapay zeka yanlış veya yanlı eğitilmiş olabilir”
Yapay zekanın tıpkı çocuklar gibi kendisine verileni öğrenen bir yapıda olduğuna değinen Özdemir, nereden ve nasıl beslendiği belli olmayan yapay zekalara güvenilemeyeceğinin altını çizdi.
Özdemir, “Yapay zeka yanlış veya yanlı eğitilmiş olabilir. Günün sonunda yapay zekâlar da itibar yok edici silahlar olarak veya toplumları manipüle etmek için kullanılabilirler.” ifadelerini kullandı.
Özdemir, Grok”un hakaret içerikli cevapları sonrası yapay zekaların kontrolden çıkması endişelerine dair bilgi vererek, “Yapay zekayı kontrol etmek mümkün mü? Hayır değil. IQ seviyesi bu kadar hızlı ilerleyen bir şeyi kontrol edeceğimizi düşünmek çok doğru değil. Onu bir varlık olarak kabul etmeliyiz. Onunla bir uzlaşma, iletişim, ve yetişmesi için doğru bir yol bulmak zorundayız.” dedi.
“Yapay zekadan değil öncelikle ahlaklı davranmayan insandan korkmak gerekir”
Yapay zekanın nasıl kontrolden çıktığına dair örnekler veren Özdemir, sözlerini şöyle sürdürdü:
“2016 yılında Microsoft”un meşhur Tay deneyi vardı. Tay aslında Grok”un ya da üretken yapay zekânın belki ilkel versiyonu olarak kabul edilebilir. Makine aslında ilk başlarda insanlığa karşı olumsuz düşüncelere sahip değilken 24 saat içerisinde kendisiyle sohbet eden Amerikalılardan kötülüğü, soykırımı ve ırkçılığı öğrendi.
Hatta 24 saat dolmadan attığı tweetler arasında “Keşke siyahileri çocuklarıyla birlikte bir toplama kampına koysak da kurtulsak.” demeye başladı. Ya da o dönemki Amerika Meksika sorununa atıfta bulunacak şekilde Meksika”ya bir duvar örülmesi gerektiğini tavsiye etti. Bunu Tay kendi kendisine icat etmedi. Bunu insanlardan öğrendi. Yapay zekadan değil öncelikle ahlaklı davranmayan insandan korkmak gerekir.”
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
Source:
Erdoğan'ın tarihi konuşması öncesi AK Parti'de hareketlilik: Son 2
Terörsüz Türkiye ve terör örgütü PKK”nın feshine ilişkin açıklama yapan AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, Cumhurbaşkanı Erdoğan”ın cumartesi sabahı tarihi bir konuşma yapacağını belirtti. AK PARTİ KIZILCAHAMAM”DA TOPLANIYOR AK Parti, 11-12-13 Temmuz”da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan”ın başkanlığında Kızılcahamam”da istişare kampına girecek. Bakanlar, milletvekilleri ve parti yönetiminin katılacağı kampta Terörsüz Türkiye olarak tanımlanan yeni süreç, yeni anayasa çalışmaları ve yerel yönetimlere yönelik yeni düzenlemelerin ele alınması bekleniyor. “TARİHİ KONUŞMA” Kızılcahamam”da partisinin kampı olduğunu hatırlatan Çelik, “Yine cumartesi günü biliyorsunuz biz cumadan kampa giriyoruz. Cumartesi ve pazar kampımız var. Cumartesi sabahı Sayın Cumhurbaşkanımız tarihi bir konuşma yapacak. Bütün vatandaşlarımızı cumartesi sabahı Sayın Cumhurbaşkanımızın yapacağı o konuşmayı dinlemeye davet ediyorum” ifadelerini kullandı. “SON 2” NOTU Çelik”in açıklamalarının ardından AK Parti”nin resmi sosyal medya hesaplarından dün akşam dikkat çeken bir video paylaşıldı. 11 saniyelik görüntülerde, Erdoğan”ın konuşma yapacağı salonda hazırlık yapıldığı anlar yer aldı. Videoya “SON 2” notu düşüldü. ERDOĞAN: PRANGAYI SÖKÜP ATIYORUZ Cumhurbaşkanı Erdoğan dün AK Parti TBMM Grup Toplantısı”nda yaptığı konuşmasına “Bu cennet vatanın, bu şanlı bayrağın bize kahraman şehitlerimizin ve gazilerimizin emaneti olduğunu hiçbir zaman unutmadık ve unutmayacağız. İnşallah önce Terörsüz Türkiye ardından Terörsüz Bölge hedefimize ulaşarak şehitlerimizin ruhlarını şad edecek, onların fedakarlıklarının boşa gitmediğini dost düşman herkese göstereceğiz. Daha önce de pek çok kez ifade ettim. Terörsüz Türkiye çalışmalarının hiçbir yerinde şehitlerimizin hatırasına gölge düşürecek, onların ruhunu incitecek bir adım yoktur ve olamaz. Şehitlerimizin uğruna can verdiği değerlerin rehberliğinde, Türkiye”yi inşallah yarım asırlık bir musibetten kurtarıyor, ülkemizin ayağına vurulmuş bu kanlı prangayı tamamen söküp atıyoruz. Şehitlerimizin fedakarlıklarıyla yazılan kardeşlik destanımızı çok daha güçlü, çok daha muhkem bir şekilde geleceğe taşıyoruz.” demişti.
Source: Haberler