Ne zaman vicdanlarımızı bu kadar yitirdik?
Biliyorum bu olaylar sadece Türkiye’de olmuyor, bütün dünyada benzer olaylar da yaşanabilir.Türkiye’de bu olayların sayısında o kadar çok artış var ki…Ama en çok içimi acıtan, bu cinayeti işleyenlerin arkasında duranlar. “Aslan gibi delikanlılar” diye övgüler dizenler.Ne zaman bu noktaya geldik? Ne zaman vicdanlarımızı bu kadar yitirdik? Dünyanın her yerinde suç işleniyor ama burada farklı bir şey var. Cezasızlık kültürü, şiddetin normalleşmesi, adaletin artık kanıksanmış bir kavram haline gelmesi…Bu hikâyeyi unutursak, sıradaki kurbanın adı bir başkası olacak. O yüzden bir kez daha soruyorum. Şiddetin böylesine kutsandığı bir toplumda biz ne yapıyoruz? Gerçek sanat zamansızdırMARİA Callas’ı anlatan ‘Maria’ filmini izledim. Uzun zamandır bir filmi bu kadar merakla beklememiştim. Çünkü ben bir Callas hayranıyım. Onun sesi, duruşu, sahnedeki asaleti, sanatına duyduğu derin tutku… Hayatı boyunca zirvede kalmayı başarmış ama bir o kadar da yalnızlaşmış bir kadın. Ve şimdi onun hikâyesi; Angelina Jolie’nin muazzam oyunculuğuyla yeniden hayat buluyor.Angelina Jolie’nin Callas’ı canlandıracağını ilk duyduğumda tereddütlerim vardı. Acaba Callas’ın sahnedeki büyüsünü, yaşadığı duygusal gelgitleri, içindeki çelişkileri yansıtabilir miydi? Ama filmi izlerken o tereddütlerim kayboldu. Jolie, müthiş bir iş çıkarmış. Callas’ın hem sahnedeki tanrıçamsı duruşunu, hem de sahne dışında savrulan, aşkı ve kabul görmeyi arayan kırılgan ruhunu çok iyi aktarmış. Haluk Bilginer’in performansı ise tek kelimeyle şahane. Türkiye’den bir oyuncunun böylesine büyük bir yapımda olması gurur verici.Maria Callas, yalnızca bir opera sanatçısı değildi; aynı zamanda bir devrimciydi. Operaya, tiyatral bir derinlik kazandıran isimlerden biri oldu. Onun öncesinde opera şarkıcıları, şarkılarını teknik olarak mükemmel söylemeye odaklanırdı. Ama Callas, her performansını bir oyunculuk ustalığına çevirdi. Sesinin genişliği kadar, sahnedeki duygusal gücü de onu eşsiz kıldı. Bu yüzden, La Divina yani “İlahi” olarak anıldı.Ancak sahnedeki ihtişamının aksine, özel hayatı hep fırtınalıydı. Aristotle Onassis’le yaşadığı aşk, en büyük hayal kırıklıklarından biri oldu. Onassis’in onu bırakıp Jackie Kennedy ile evlenmesi, Callas’ı derin bir yalnızlığa sürükledi. Sahnedeki tanrıça, gerçek hayatta terk edilen, kırılan, yalnız kalan bir kadındı.İşte film tam da bu zıtlıkları gözler önüne seriyor. Callas’ın iç dünyasını anlamamıza yardımcı oluyor. Bir sanatçının yalnızlığı, yaratıcılığının bir bedeli midir? Sanata adanmış bir hayat, mutlulukla bağdaşır mı? Film boyunca bu sorular zihnimi kurcaladı.Ve düşünmeden edemedim. Bizim ülkemizde neden daha çok sanatçının hayatı filme alınmıyor? Türkiye’nin de çok büyük sanatçıları var. Zeki Müren’den Leyla Gencer’e, Safiye Ayla’dan Yıldız Kenter’e kadar sinemaya aktarılmayı hak eden onlarca isim var. Sanatın ve sanatçının değerini anlamak, onların hikâyelerini gelecek kuşaklara aktarmak bizim sorumluluğumuz değil mi?Maria Callas gibi sanatçılar, yalnızca kendi dönemlerine değil, tüm zamanlara aittir. Çünkü gerçek sanat, zamansızdır. Ve işte bu yüzden, Callas hala yaşıyor. Sesiyle, hikâyesiyle, sanatıyla… Kışı kış, yazı yazgibidir İzmir’in… BİRKAÇ yıldır böyle bir soğuk yaşamamıştık. Biz İzmirliler için kar özlemi devam ediyor. İstanbullular ise şimdilik karın keyfini çıkarıyor, sonrasında kentte yaşanacak kaosu düşünmek istemiyor. Cuma günü İstanbul’dan gelen arkadaşlarım birkaç defa, “Biz İzmir’in bu kadar soğuk olduğunu bilmiyorduk” dediler. Hep hatırlatıyorum.Bir İzmirli olarak Kars’a, Ankara’ya, Van’a gittiğimde İzmir’deki kadar üşümüyorum.Bizim nemimiz insanının içine öyle bir işler ki; ne olduğunu insan anlayamaz.Bizim İstanbullular; kalın giyinmelerine rağmen üşüdüler, tir tir titrediler.Ben yine uyarayım.İzmir’e gelirken; sadece yaz günlerini hatırlamayın.Kışı kış, yazı yaz gibidir İzmir’in…
Source: Deniz Si̇pahi̇
Dünya düzdür! Kral benim
Trump, Beyaz Saray’daki ikinci sezonunun ilk bölümünde, Ukrayna-Rusya savaşının senaryosunu baştan yazmaya karar verdi. “Putin mi savaş başlattı? Hadi canım, Asıl fail Zelenski!” dedi. Peki Putin’in tankları oraya geçit töreni için mi gitmişti?
İşin en renkli kısmıysa, Trump’ın Ukrayna liderini “seçimsiz bir diktatör” ilan etmesi oldu. Bunu derken Rusya’yı 25 yıldır demir yumrukla yöneten Putin’in kameralara gülümsemesi, tam bir diplomatik sit-com sahnesiydi.
İmparatorluğun yeni bir çağına hoş geldiniz, ancak bu sefer baş aktör İngiltere değil. Şimdi topraklarını genişletme ve bir sonraki sanayi devrimi için gereken değerli madenleri toplama ve sınırları istedikleri gibi yeniden çizme askeri gücünü gösterme konusunda belirgin bir hırs sergileyen yeni emperyal güçler ABD, Çin ve Rusya var.
Ve tam da bu hengâme içinde Trump, kendisini “kral” ilan etti. Bu da yetmedi Beyaz Saray yetkilileri Trump’ın kraliyet kıyafetleri içindeki bir portesini yayınlayarak, ona yakışan tahtı kurdu. Kendi kendini kral ilan eden bir liderin, başkalarını diktatör olmakla suçlaması, trajikomediye yeni bir boyut kazandırdı.
Trump 1 ayda dünya tarihini, diplomatik ilişkileri ve hatta fizik kurallarını yeniden yazmaya hevesli. Sırada ne var bilinmez ama “Dünya düzdür, NASA bizi kandırıyor!” diye bir tweet atarsa, kimse şaşırmasın.
Peki bunu neden yapıyor?
Görünen o ki ABD, 80 yıl sonra 1945’ten beri çizdiği dış politika rotasından hızlı şekilde sapıyor. Yeni dünya düzeni oluşuyor.
Artık NATO’ya para veren ülke olmak istemiyor. “Avrupalılar Ukrayna’yı korusun, Amerikan askerlerine ne?” gözüyle bakıyor.
Onun derdi, Gazze’yi Akdeniz’in Rivierası yapmak, Ukrayna’nın değerli madenlerine konmak, Rusya’yla kol kola para kazanmak…
Gerçi I. Dünya Savaşı’nın sonundan bu yana, Amerika liderliğindeki ittifaklar sistemi, ABD’nin gücüne güç kattı. Amerika; Avrupa, Orta Doğu ve Asya’daki müttefiklerini savunmaya yemin ederek, diğer tüm ülkelerden daha fazla, serbest ticaret ve istikrarın küresel garantörü rolünü üstlendi. Bu misyon sayesinde önce Sovyetler Birliği’ne ve yakın zamana kadar Çin’e karşı koydu.
Ama şimdi Trump farklı düşünüyor. ‘Kral’ ya, her istediğim yere el koyarım, ‘Teksas kanununu’ işletirim düşünüyor. Trump’ın dış politika vizyonu çok net: Kazan-kaybet vizyonu…
Sanırım Trump, yükselen Çin karşısında vaziyet almaya çalışıyor.
Ama Ukrayna’yı sattığına göre, Çin de çok rahat Tayvan’ı işgal edebilir artık. Orası da eskiden onlarındı.
Gel gelelim sorun; aslında Türkiye’de Osmanlıcılık oynayanlarla aynı sorun… Trump küresel düzeni parçalayacak kadar tutarlı bir ideolojiye sahip mi?
Mesela, Avrupa’daki tüm Nazi hayaleti partileri Trumpgiller şu an destekliyor. Öyle böyle değil, bugün Almanya’da sandıktan AfD denilen aşırı sağcı fanatik parti ikinci çıkacaksa Trump ve Musk’ın payı büyük.
Ancak Elon Musk ya da Başkan Yardımcısı Vance gibi isimler, AfD’nin Amerika’yı Almanya’nın ideolojik ve en tehlikeli düşmanı olarak gördüğünün farkında değil. Aşırı sağcılar ABD’yi sadece kısa vadeli, kullan-at cinsi faydalı bir müttefikten başka bir şey olarak düşünmüyor. Makul Almanlardan dahi ABD’nin “köleleri” diye nefret ediyorlar.
Tüm bu aşırı sağcı ideolojileri besleyip bize pazarlayan Trump, sonunda liberal demokrasiyi mumla arayacak.
Aynı şey Türkiye için de geçerli. Yıllardır Türkiye’deki muhafazakâr sağ, Amerikalılar için bulunmaz Hint kumaşı değil miydi? Her seçim öncesi destek almadı mı? Ekranlar önündeki “Dostumuz Trump”, arka planda aynı kesimce tüm kötülüklerin anası olmadı mı?
Özetle, yeni dünya düzeni artık liberal demokrasiler üzerine kurulmayacak. Güçlü olanın haklı olduğu, diplomasinin yerini kaba kuvvetin aldığı, müttefiklerin çıkarları bitince düşman ilan edildiği bir kaos çağına giriyoruz.
Ama imparatorluklar yükselirken bile çöküş tohumlarını içinde taşır.
Bunu zaman gösterecek. Ama bir şey kesin: Yeni dünya düzeni, eski dünyanın kabuslarıyla yazılıyor.
Source: Güney Öztürk
Viski yükselişte!
Hangi ulus, hangi tür yönetim biçimiyle yönetilmeye razı geldiğini gösteren göstergeler var.
Bunu güvenilir, tarafsız kurumlar; “her ulus kendini bilsin” diye yayımlıyorlar.
Tam Demokrasi: Norveç, Yeni Zelanda, Hollanda, Uruguay, İngiltere, İspanya diye sıralanıyor.
Kusurlu Demokrasi: Yunanistan, ABD, Belçika, Hindistan, Arjantin, Macaristan diye gidiyor.
Hibrit Rejim: Bangladeş, Tunus, Meksika, Gürcistan, Nepal, Fiji, Senegal…
Otoriter Rejim: Küba, Pakistan, Kazakistan, Kamboçya, Mısır, Azerbaycan, Tacikistan, Afganistan…
Türkiye “hibrit rejimle yönetilen ülke olmaya çakıldı kaldı” diye yazılıyordu fakat otoriter Rejime düşme belirtileri yoğunlaştı.
“Anamız ağlıyor” diyen çiftçi gözaltına alınıyor, grev hakkını kullanmak isteyen işçi dövdürülüyor, “güvensizlik içindeyiz, sistem çöktü” diyen işveren gece yarısı savcı ile yargıç odası arasında iki yanında iki polisle sorguya götürülüyor. Bilirkişiye görüşünü sorup yazan gazeteci hapse konuluyor.
Diğer göstergeler de çok fena; az sayıda zengin fakat çok sayıda yoksul, birbirini yan gözle süzer oldular.
Eşitsiz büyüme uçurumu açıldı, haksız haram zenginleşme yöntem oldu.
85 milyon nüfuslu ülkeyiz; 41 milyon kişi açlık ve yoksulluk sınırına indi. Orta sınıf çöktü. Yoksul ailelerde üç çocuktan biri okula aç gidiyor. Halkın yüzde 57’si borcunu borç bularak kapatıp yaşamak durumuna düştü.
Son iki haber şöyle: Diyanet bu yıl “asgari ücretle çalışan ve emekli aylığı ile geçinenleri Ramazan ayında fitre ile desteklenmeye muhtaç insanlar” ilan etti.
İktidarı ayakta tutan parti MHP’nin genel başkanı da; çiftçileri Ramazan ayında “Askıya 9 Gülek buğday” koyarak dar ve sabit gelirli insanlara destek veremeye çağırdı.
Özetle her şey inişte. Rakı yükselişte.
Bira yükselişte.
Fakat Türkiye iç pazarında en hızlı olarak viski ile kaçak içki üretiminde kullanılan etil alkol, rakı, şarap, biradan daha da hızlı yükselişte.
İlaç yapmak için Türkiye’ye yetecek etil alkol miktarı yılda (2023 yılı) 1.5 milyon litre iken 9 milyon 700 bin litre etil alkol satıldı. Bir yılda 8 milyon litre etil alkolden kaçak içki yapılıp içildi.
Gözü kör olsun.
Yüksek vergi.
“Sağlıklı ve kaliteli yaşamak, hastaneye muhtaç kalmadan uzun ömür sürmek
için sigaradan ve alkolden kesinlikle uzak durun” öğütleri Tam Demokrasi ile yönetilen bütün ülkelerin insanları tarafından benimsendi.
Tam Demokratik ülkelerde içki satışları sadece yüzde 1 arttı. İçki hem sağlığa düşman ve hem de “Allah’ın gücüne gider günahtır” denilen fakat Otoriter Rejime yönelmiş Türkiye’de içki satışları yüzde 20 büyüdü.
Litreye vurursak.
1 milyar litreyi geçti.
1 milyar 400 milyon litreye ulaştı. Bira birinci (1.2 milyar litre) şarap ikinci (68 milyon litre) rakı üçüncü (38 milyon litre) viski dördüncü (34 milyon litre) fakat en hızlı tüketim artış hızı viskide oldu.
Otoriter yönetime yönelen yüksek enflasyonlu Türkiye’de yaş üzüm fiyatları çok arttığı için viski fiyatındaki artış, rakı fiyatındaki artışın altında kaldı.
Kaderin intikamı!
Otoriter ülke olduk.
Viski yükselişte!
Rakı kaçağa kaydı.
Be hey gafil!
ŞU satırları siz okurlara belki 100 kez yazdım:
TEKEL’in 17 fabrikasında işçilerin kıdem tazminatı yükü de devlete bindirilip, arsaları, binaları, sosyal tesisleri, içlerindeki makine, ekipmanları, tüm stokları; alkol, üzüm, arpa, şişe mantarı, etiket, kapak, kutu dahil 292 milyon dolara iktidar destekçisi yerli müteahhit komprador şirketlere 292 milyon dolara satıldı.
Onlar 292 milyon dolara aldıkları 17 fabrikaya tek bir çivi bile çakmadan, 810 milyon dolara Amerikan şirketi Texas Pasific Group’a devretti. O da 2 milyar 500 milyon dolara İngiliz Diego şirketine aktardı.
Ve devlet şirketi TEKEL’in elindeki Türkiye içki pazarı yabancı sermayeye, komprador müteahhitler aracılığıyla sunuldu ve her içilen yudumdan yabancıya gelir aktarılır oldu. Kaderin intikamına bak! Şimdi, TÜSİAD yöneticileri “çöküyoruz” dedikleri için savcı ve yargıç önüne polisle götürülünce ve bilerek ve isteyerek halk görsün diye bu fotoğraf TV’lerde canlı yayın gösterilince; “bu fotoğraftan sonra yabancı yatırım (dış sermaye) Türkiye’ye artık hiç gelmez” diye dövünüp avunmalar başladı. Be hey gafil!
TEKEL’i ve müşterisi hazır yerli iç pazarı, komprador (işbirlikçi müteahhit) eliyle yabancı sermayeye sunmuşlar sesin çıkmamış şimdi “yabancı yatırıma gelmez” diye dövünüyorsun. Be hey gafil! Evin yanıyor sen yıldızları fethe çıkıyorsun!
Source: Necati Doğru
“Vatandaş yolunmuş kaz gibi hissediyor”
Türk Telekom’un yandaş sendika üyelerine avantajlar sağlayıp indirimli tarife uygulaması, vatandaşı isyan ettirdi. Yüzde 15’i halka açılan Telekom hisselerinin yüzde 60’ı Varlık Fonu, yüzde 25’i de Hazine-Maliye Bakanlığı’nda bulunuyor.
– Vatandaş: Madem bu fiyata hizmet verilebiliyor, neden bize fahiş fiyat uygulanıyor? İndirim herkes için geçerli olsun.
– Aynı iş kolunda bulunan muhalif Büro İş Sendikası Genel Başkanı Alay Hamzaçebi: Telekom belli bir kesimi kayırıyor. İşçi memur emekli, öğrenci herkes bu tarifeden yararlansın, sade vatandaş yolunacak kaz mı?
– CHP Genel Başkan yardımcısı Deniz Yavuzyılmaz: Telekom ayrımcılık yapıyor, indirim uyguladığı 2 sendika da iktidar yanlısı. Bunun adı sınırsız yandaş pakettir. Onlara uygulanan indirimin parası vatandaşa yükleniyor.
– İYİ Parti Grup Başkanvekili Turhan Çömez: Bir zamanlar Hariri’ye peşkeş çektikleri Telekom’u şimdi de yandaşlar üzerinden soyuyorlar. İndirimi Anadolu’nun ücra köylerindeki garip gureba ailelerin çocuklarına versenize.
İndirim uygulanan Büro Memur Sen yönetimince yapılan açıklamada da ‘’Söz konusu indirim anlaşması, sadece Türk Telekom ile sendikamız arasında olmamış, bizden önce Kamu-Sen’e bağlı Türk Büro Sen ile de aynı şartlarda yapılmıştır. İletişim şirketleri birçok kuruluşa indirimli tarife uygulamaktadır. Bu anlaşmaya üyelerimiz isteğe bağlı katılacaktır, hiçbir zorunluluk ve mecburiyet yoktur’’denildi.
İktidarla aralarından su sızmıyor
Source: Deniz Ayhan
TÜSİAD”ın açıklaması ‘karanlık odaklar”a çağrı değil mi?
Pazar günlerini “okuyucu görüş ve eleştirileri”ne ayırdığımız bu sütunda bir Hasbihal”e daha; okuyucuları, hayırlı çalışmalar dileğiyle selamlayarak başlıyoruz.*İstanbul”dan Nermin Saka diyor ki, “Bu son günlerde, “TÜSİAD” ve sizin yerinde deyiminizle “Zenginler Kulübü” diye anılan bir “Sanayici ve İşadamları Derneği” kuruluşun açıklaması tartışılıyor ve hemen ardından da “5”li Çete”den söz ediliyor.. Ağabey, Hukuk Fakültesi”nde okuyorum, ve güya sosyal meseleleri, emsalimiz olan diğer fakültelerdeki arkadaşlarımızdan daha fazla bilmek durumundaymışız gibi kabul ediliyoruz, çevremizde.. Ancak, hele de 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi”nden sonraki 40 küsur yıl boyunca arka arkaya gelen derin sosyal çatlaklıkları, grevleri, silahlı sokak gösterilerini, anarşi ve terör dolu yıllarını, Sıkı-Yönetim uygulamalarını, Başörtülü kardeşlerimizin üniversitelere alınmaması ve yüzbinlerce ailenin yapılan bu bakılardan dolayı çaresiz kaldıkları dönemleri, arka arkaya gelen hükûmet darbelerini, Demirel”in “6 defa gittik, 7″nci kez geldik..” dediği yılları takib edebilmek neredeyse imkânsız gibi geliyor.. Hele de bizim gibi 2003″den, Tayyib Erdoğan ve AK Parti”nin iktidara geldiğinden bu yana, biraz Gezi Hadiseleri”nden, biraz da 2016″daki -elhamdülillah ki başarısız- 15 Temmuz Askerî Darbe Teşebbüsü”nden başka, büyük çaplı bir sosyo-politik meseleyle karşılaşmadık. Gerçekten de “çok şükür..” denilecek bir Çünkü, babam bana Genelkurmay Başkanı”nın, Kuvvet hal.. Komutanlarının kimler olduğunu soruyor ve bilmiyorum tabiî.. Babam ise, “Biz bilirdik kendi gençlik günlerimizde, hepsini..” diyor.. Babam, ayrıca, “Kızım, bizim zamanımızda, avukatlar, hâkimler, savcılar, m. vekilleri, doktorlar, hemşireler, polisler, ve diğer sosyal hizmetler alanında memur olarak başörtülü hanımların olabileceğini hayal bile edemezdik.. Erbakan ülkenin kalkınması için filan fabrikaları, yolları, tünelleri, Köprüleri, İstanbul Boğazı”nın altından, İstanbul”un iki yakasını bağlayacak tünellerden bahsettiği zaman medyada alay konuu olurdu.. Ve hele bazı başyazarlar vardı ki, “Başörtülü bir yargıç hanımın, başı açık olan hanımlar hakkında âdilâne bir kararı verebilir mi?” gibi tuhaf soruları başmakalelerinde bile yazarlardı. Ve biz onların bizim hakkımızdaki yargılarının böyle peşin hükümlerle malûl olacağını söz konusu edemezdik..” diyor babam… Ben sizin yazılarınızda, geçmişe aid bazı hatıra veya tesbitleri gördükçe, babamla paylaşıyorum, o da, “Evet, o zamanlar böyle kalemler çok az idi..” demekle yetiniyor, geçmişin hüzün dolu ufuklarına bakar gibi dalıp giderek.. –Evet, bu hanım kızkardeşimizin dile getirdiği konular, tıpkı onun babası gibi, bizim gençlik yıllarımızı da dolduruyordu.. Gerçekten de, şöyle dönüp geriye baktığımızda bir daha anlıyoruz ki, ne çok karmaşık ve acılı-sancılı bir dönemden geçmişiz.. Evet, TÜSİAD tartışmaları dolayısıyla bir de “5”li Çete” konuları geliverdi konuya.. Bunlar, TİSK, (İşveren sendikaları), TESK, (Esnaf ve sanatkârlar), DİSK (Devrimci İşçi Sendikaları) konfederasyonları ve TOBB (Odalar ve Borsalar Birliği) ve TÜRKİŞ idiler. Bunlardan TİSK”in başkanı olan Refik Baydur”un yazdığı “Bizim Çete” isimli kitapta, bu gibi güç odaklarının, darbeci güçleri ve medyayı da destekleyerek seçim yoluyla gelen iktidarları nasıl zorladıkları çok düşündürücü şekilde etraflıca anlatılmıştır. O zamanlar henüz TÜSİAD yoktu.. Ama, bir Zenginler Kulübü, hep vardı, resmî olmayan şekilde.. Resmen kurulduklarında da, direkt olarak müdahale ediyorlardı, ülke idaresine, askerlerin gölgesinde.. Onların hele de 1970″li yılların ortasından itibaren, bütün hükûmetleri özellikle ekonomik açıdan baskı altına alıyorlardı.. 1997″de ise, başta medya ve F.G. Hareketi ve diğer sosyo-ekonomik unsurların elbirliğiyle desteklenen darbeci askerlerin muhtırası ve MGK”nın tavsiye denilen kararlarıyla Erbakan”ı, başbakanlığının henüz 8″inci ayında nasıl baskıya aldıkları ve 1. yılı dolmak üzereyken, nasıl uzaklaştırdıkları ve bütün bunların arkasında, o “5”li Çete”nin ve TÜSİAD”ın örtülü işbirliği bilinmektedir. TÜSİAD”ın son olarak kalkıştıkları yeni bir iktidar oyunu oynama hevesine, Başkan Erdoğan”ın verdiği müthiş cevap, onları uyandırmış olmalıdır.. Ama, onların da, hemen, Borsa oyunlarına, düşüşlere, ekonomik güvensizlik oluşturmaya çalıştıkları ve kendi alanlarında “yeşil ışık” yaktıkları yolundaki iddialar üzerinde durulmalıdır..*İstanbul”dan Yavuz Havzalı da diyor ki: “Geçenlerdeki bir yazınızda TÜSİAD”ı haklı olarak eleştiriyordunuz da, onlara karşı kurulmuş olan “MÜSİAD” diye anılan ve “Müstakil”, ya da “Müslüman” “Sanayi ve İşadamları Derneği” olarak anılan bir kuruluş vardı.. Yazınızda onların ne yaptıklarını ve nerede olduklarını da sormanızı beklerdim. –Sahi, MÜSİAD”a soralım: Bir zamanlar çok etkili olan MÜSİAD, şimdi ne işle meşgul olmaktadır? Yoksa, buharlaştı mı veya rehavete mi kapıldı? Şahsen isterdim ki, TÜSİAD”ın açıklamasına ve iddialarına, Başkan Erdoğan”dan önce MÜSİAD karşılık versindi..*Bu sütunun en dikkatli okuyucularından olan Cemal Bey, geçen haftaki “Hasbihal”de, Almanya”dan bir okuyucunun sorusuna değinirken, yazımda bir kelimenin düşmesini göremeyişimden dolayı, kurduğum cümleden bir şey anlamadığını belirtiyordu. Yazıya baktım ve ben de bir şey anlaşılmadığını farkettim. Çünkü, dünya çapında tahakküm planlarını gerçekleştirmek isteyenler kendi aralarındaki geçmiş kırgınlıklarını -kendileri açısından akıllıca bir davranışla- unutturmak isterken; biz Müslümanlar ise, hâlâ, emperyalist- şeytanî güçlerin istediği şekilde, içimizdeki, bin yılı aşkın kırgınlıkları terk edemiyoruz.” diye yazmak isterken, altını çizdiğim o iki kelime, nasıl olmuşsa, bilgisayarın teknik oyununa gelmiş ve buharlaşmış.. Hani meşhurdur, 2. Meşrutiyet yıllarında, İttihad-Terakki”cilerin öncüsü sayılan ve ateistliğiyle maruf Abdullah Cevdet”in, kendi dergisinde yayınladığı bir şiirinde, “Ben bu vatanın öküzüyüm!” diye bir mısraının da yer aldığını gören ve onunla kalem mücadelesinde öncü sayılan Süleyman Nazif merhûm, “Üstad, ne olduğunu kendi derginde, nihayet itiraf ettin..” deyip bu mısraı göstermiş.. A. Cevdet bakmış ki, S. Nazif”in gördüğü mısra, sahiden de aynen öyle.. O da, hemen, “Efendim, “sin (s)” harfi düşmüş, öksüz olmuş, öküz.. Musahhih (düzeltici) hatası..” diye karşılık verince, S.Nazif, “Hayır efendim, ona “musahhih hatası değil, “musahhih sevabı” denilir..” diye bir taş daha atmış.. Şimdi biz de, bir i”tizâr beyanı olarak bu yanlışı belirtirken, cümlemizden düşen o iki kelime, anlaşılmaz olmanın ötesinde, yanlışlara yol açmamasıyla teselli buluyorum.
Source: Selahaddin E. Çakirgi̇l
Mahkeme açık alanda içki içme yasağını iptal etti
İstanbul Valiliği”nin 2023 yılının ağustos ayında duyurduğu kısıtlama ile park, sahil ve plaj gibi halka açık alanlarda içki içilmesine yasak getirilmişti. Uygulanacak yasağa karşı hareket edenlere 617 TL idari para cezası uygulanacağı aktarılırken, söz konusu karar bireysel hak ve özgürlüklere aykırı olduğu öne sürülerek yoğun eleştiriler aldı. Avukat Ümit Erdem, karara karşı 2023 yılında açmış olduğu davanın sonuçlandığını belirtirken, Bölge İdare Mahkemesi tarafından alınan karar ile Valiliğin içki yasağının iptaline karar verildiği açıklandı.
MAHKEME, VALİLİĞİN YASAĞINI İPTAL ETTİErdem, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda “İstanbul Valiliği”nin park, plaj, sahil gibi yerlerde alkol tüketilmesini engelleyen genelgesine karşı 2023’te açmış olduğum davada İstanbul BİM 10. İdari Dava Dairesi dün tebliğ edilen kararı ile işlemin İPTALİNE karar verdi.” ifadelerini kullandı.
Source: Derleyen: Mustafa Balcı
Sokak hayvanı düşmanlarının hedef gösterdiği kadın yanarak can verdi
Ankara”nın Altındağ ilçesinde Gültepe Mahallesi 745″inci sokakta bulunan, mahalleli arasında Necla Teyze olarak bilinen ve baktığı sokak hayvanlarıyla tanınan Ülker Güleryüz”ün yaşadığı gecekonduda çıkmıştı.
Gecekondudan yükselen alevlerin gören çevredekilerin ihbarı üzerine bölgeye itfaiye, polis ve sağlık ekipleri sevk edildi. İtfaiye ekiplerinin çalışmalarıyla yangın söndürülürken, evde mahsur kalan Güleryüz, dışarı çıkartılmıştı.
Sağlık ekiplerinin yaptığı kontrolde Güleryüz”ün hayatını kaybettiği tespit edilmişti.
KUNDAKLAMA İHTİMALİ
İtfaiye ve polis ekiplerinin yaptığı ilk incelemelere göre yangının evde bulunan elektrikli sobadan kaynaklı çıktığı belirtilirken, kundaklama ihtimali de araştırılmak üzere geniş çaplı soruşturma başlatıldı.
Yangını haber alan hayvanseverler ise bölgeye gelirken, komşu Yasemin Ünal, Güleryüz ile en son saat 17.00 sıralarında eve girmeden konuştuğunu ve evde tüp ya da ocak kullanılmadığını ifade etti.
Bu yüzden evin kundaklanmış olabileceğini belirten Ünal, “Ben yangını gördüm, koştum kapısını kırdım. Bağırdım, “Necla Teyze çık” diye, belki o sırada kalktı, düşmüş. Dumandan mı zehirlendi yanarak mı öldü bilmiyorum, büyük ihtimalle yanarak öldü. Suyla söndürmeye çalıştım ama söndüremedim.” dedi.
SOSYAL MEDYADA HEDEF GÖSTERİLDİ
Yangın haberini aldıktan sonra olay yerine gelen Hayvanların Yaşam Hakları Konfederasyonu Başkan Yardımcısı Haydar Özkan tepki göstermişti.
“Sabah Altındağ Belediyesi ekipleri teyzenin çipli köpeğini almışlar, akşam da sosyal medyada hayvan düşmanı hesaplar teyzeyi hedefe koymuşlar.” diye tepkisini dile getiren Özkan, “80 yaşında bir kadının hayvanlarını almak nedir? Bu hedef göstermelerin sonucunda teyzemiz burada yanarak can verdi. Teyzemizi hedef gösteren bütün hesaplar hakkında soruşturma açılmasını istiyoruz.” dedi.
“BUNUN ASLA DOĞAL ÖLÜM OLDUĞUNU DÜŞÜNMÜYORUZ”
Güleryüz”ün defin işlemlerini üstlenen DİHFED Başkanı Tülay Danacıoğlu, “Teyzemiz dün köpekleri alındığı için çok üzgündü. Çığlıklarını da herkes duydu. Cenazesini bu sabah teslim aldık. Kimsesi olmadığı için, kimsesizler mezarlığına defnedilecekti, biz buraya getirdik, işlemlerini yaptık. Hayata tutunabilmek için o canlarla yaşadı. Bunun asla doğal ölüm olduğunu düşünmüyoruz ve kabul etmiyoruz. Sonuna kadar sürecin peşindeyiz” demişti.
Olayla ilgili incelemenin devam ettiği öğrenildi.
Source: Haber Merkezi
Çekimleri durdurulan dizinin videoları da silindi
Şakir Paşa Ailesi: Mucizeler ve Skandallar dizisinin çekimleri, yaşanan gelişmelerin ardından tamamen askıya alındı. Dizide Vahide Perçin, Fırat Tanış, Cem Yiğit Üzümoğlu, Devrim Yakut, Denise Capezza, Nilsu Berfin Aktaş ve Meryem Uzerli gibi isimler yer alırken, son bölümde Şakir Paşa’nın geliniyle konakta birlikte görüntülenmesi seyirci tarafından tepkiyle karşılandı.
Yaşanan bu gelişmeler üzerine gelen şikayetler sonrasında, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), dizide yer alan toplum ahlakına aykırı unsurlar nedeniyle idari para cezası uyguladı ve yayın durdurma kararı verdi.
Buna ek olarak, Kabaağaçlı ailesinin gerçek hayat öyküsünü konu alan diziyle ilgili olarak, Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın torunları da mahkemeye başvurdu. Mahkemenin verdiği karar doğrultusunda, dizinin mevcut bölümlerinin yayını ile yeni bölümlerin çekimleri durduruldu.
Tüm bu gelişmelerin ardından, dizinin YouTube kanalında yer alan tüm videolar kaldırıldı. Ayrıca, Now adlı platformdan dizinin adı, görselleri ve bölümleri silinerek yayın akışından çıkarıldı.
Source: Haber Merkezi