Sosyalist Enternasyonal İstanbul’da… Dünya solu ne yapmalı?

Sosyalist Enternasyonal İstanbul’da… Dünya solu ne yapmalı?

O kadar fazla sistematik saldırı altındayız ki… Kimi zaman büyük resmi görebilmek için yaşananları alt alta sıralamak önemli… Anketlerde birinci parti çıkan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) üzerindeki siyasi kuşatmanın hızlanarak sürmesi örneğin; İmamoğlu ve beraberindekilerin tutukluluğu, CHP’li belediyelere yönelik açılan davalar, atanan kayyumlar, bütçe kısıtlamaları… Tutuklanan gazeteciler, yasaklanan grevler, üniversitelerde muhalif seslerin bastırılması… Siyasal İslamın, tarikatlar, vakıf ve cemaatlerle eğitime attığı ilmekleri sıkılaştırması… Yeni anayasa söylemleri… Dahası da var ama uzatmayalım… Şimdi bu resmi alıp başka otoriter rejimlerde yaşananların üzerine koyalım. Aktörler, figürler, konular, sorunlar farklı olabilir ama ortak nokta: demokrasiye, sola, özgürlüklere sistematik bir saldırı… Sosyalist Enternasyonal’in altı ayda bir düzenlenen ve bu kez İstanbul’da CHP’nin ev sahipliğinde yürütülen konsey toplantısının ana başlığı “Hak Ettiğimiz Bir Dünya İçin Ya Hep Beraber Ya Hiçbirimiz” . Altı kıtadan, 81 ülkeden 89 partinin tam üye olarak yer aldığı toplantı küresel ölçekte sol, demokrat, sosyal demokrat ve sosyalist partileri bir araya getiren en büyük uluslararası siyasi organizasyon. Sistemsel krizlerin eşiğinde savrulan dünyada, solun yeniden kendini tanımlama ve çözüm üretme arayışının da bir sahnesi. İstanbul’daki toplantının kritik sorusu şu: Sol, yalnızca karşı çıkmakla mı yetinecek, yoksa somut bir gelecek vizyonu sunabilecek mi? DÜNYA NÜFUSUNUN YÜZDE 72’Sİ OTORİTER REJİMLERDE YAŞIYOR Önümde İngiliz siyaset teorisyeni James Pattison ’un önemli bir makalesi duruyor. Son yıllarda dünya siyaseti ciddi bir kırılma noktasına ilerliyor. Çin, Rusya, Macaristan, Türkiye ve benzeri ülkelerde otoriter uygulamalar güçlenirken liberal demokrasiler zemin kaybediyor. Artık dünya nüfusunun yüzde 72’si otoriter rejimlerde yaşıyor. “Bu durum yalnızca demokrasi idealine değil, aynı zamanda iklim değişikliğiyle mücadele, mülteci krizi, küresel yoksulluk, sağlık hizmetlerine erişim gibi insanlığın ortak meselelerine de ağır darbeler indiriyor” diyen Pattison küresel otoriterliğe karşı koymayı bir “ahlaki görev” olarak tanımlıyor. Ona göre bu mücadele, diğer birçok küresel sorumluluğun yerine getirilebilmesi için önkoşul niteliği taşıyor. Pattison, bu görevin üç temel dayanağı olduğunu söylüyor: 1. Kendini ve demokrasiyi savunma hakkı: Otoriter rejimler yalnızca kendi vatandaşlarını değil, aynı zamanda diğer ülkelerin egemenliğini ve seçim süreçlerini de hedef alıyor. Rusya’nın seçim müdahaleleri, Çin’in Kanada’daki siyasi etkileşimleri, Trump döneminde ABD’nin küresel insan haklarına yönelik küçümseyici tutumu bu tehdidin boyutunu gösteriyor. Pattison’a göre bu, sadece siyasi bir mesele değil, bir meşruiyet ve özgürlük sorunu. 2. Başkalarını korumak ve dayanışma: Ukrayna gibi işgale uğrayan ya da Myanmar’daki gibi soykırımlarla karşı karşıya kalan halklar için, uluslararası dayanışma hayati önemde. Liberal demokrasilerin, yalnızca kendi sınırlarını değil, başka ülkelerdeki demokrasi yanlısı hareketleri ve sivilleri de destekleme yükümlülüğü var. 3. Geleceği kurtarmak: Eğer otoriter rejimler uluslararası sistemi domine ederse, iklim değişikliğiyle mücadele, pandemilere karşı hazırlık, mültecilerin korunması gibi küresel görevler felce uğrar. Ayrıca bu rejimler “gerçeğin” kendisini hedef alır: bilgi kirliliği, yalan haberler ve “hakikat-sonrası siyaset” yükselir. Böyle bir dünyada işbirliği yapmak, uzlaşmak, çözüm üretmek çok daha zor hale gelir. İSTANBUL TOPLANTISI Yerel deneyimlerle beslenen, kadın hareketlerinden iklim adaletine, dijital emekten göçmen haklarına kadar geniş bir alanı kapsayan, katılımcı ve çoğulcu bir sol siyaset mümkün mü? İstanbul’daki toplantıda tartışmalar, bu soruya verilen yanıtlarla şekillenecek. Dijital çağda solun entegrasyonu, yerel mücadelelerin küresel görünürlük kazanması ve bilgi paylaşımı, yeni türden bir enternasyonalizmin ayak sesleri olabilir. Umut var mı peki? Evet, umut var. Ama bu umut, kendiliğinden filizlenmeyecek. İstanbul’daki bu toplantı, eğer ki deklarasyonların ötesine geçip sahada karşılığı olan politikalar, örgütlenmeler ve uluslararası dayanışma ağları doğurabilirse, yalnızca solun değil, tüm insanlığın geleceği için bir dönüm noktası olabilir. Not: İlgilenenler için Pattison’un makalesi: https://journals.sagepub.com/doi/ epub/10.1177/14748851251327165

Source: Özlem Yüzak