“Tarihi İzler – İstanbul’un Bayram Rotaları ve Unutulmuş Miraslar”

İstanbul’un bayram gezisi rotaları

Ramazan Bayramı”nın ikinci yarı yıl tatili ile birleştirilmesinin ardından tatilin 9 güne çıkarılmasıyla binlerce vatandaş memleketine veya tatil bölgelerine giderken bayramı İstanbul”da geçirecekler için tarihi kentin eşsiz güzellikleririni SABAH derledi. Napolyon”un, “Dünya tek bir ülke olsaydı, başkenti İstanbul olurdu” dediği, kıtaları birleştiren, Roma”dan günümüze kadar binlerce yıllık tarihe sahip İstanbul, sahip olduğu tarihi, turistlik alanları ve doğal güzellikleri ile gezi tutkunlarına eşsiz fırsatlar sunuyor. Ayasofya, Sultanahmet, Süleymaniye, Fatih, Büyük Çamlıca, Valide Sultan gibi büyük camiler ile Aziz Mahmud Hüdayi, Hz. Yuşa, Yahya Efendi gibi türbeler dini mekanları tercih edenleri bekliyor. Topkapı Sarayı, Dolmabahçe Sarayı, Yerebatan Sarnıcı gibi müzeler ise tarih meraklıları için hazır. Kız Kulesi, Galata Kulesi, İstanbul Deniz Müzesi gibi pek çok kültürel nokta da tatilde ziyaret için tercih edilebilir. TARİHİ CAMİLER Ayasofya Camii, Küçük Ayasofya Camii, Sultanahmet Camii, Süleymaniye Camii, Fatih Camii, Eyüpsultan Camii, Molla Zeyrek Camii, Büyük Mecidiye Camii (Ortaköy Cami), Büyük Çamlıca Camii… ÖNEMLİ MÜZELER İstanbul Arkeoloji Müzesi, Türk ve İslam Eserleri Müzesi, Topkapı Sarayı, Dolmabahçe Sarayı, Harbiye Askeri Müzesi, Kariye Cami ve Müzesi, Rahmi Koç Müzesi, Miniatürk, Barış Manço Evi, Kemal Sunal Müzesi, Beykoz Cam ve Billur Müzesi, İstanbul Çikolata Müzesi, İstanbul Deniz Müzesi, Oyuncak Müzesi. KALE VE KULELER Anadolu Hisarı, Rumeli Hisarı, Yoros Kalesi, Rumeli Feneri Kalesi, Aydos Kalesi, Kız Kulesi, Galata Kulesi, 15 Temmuz Şehitler Anıtı ve Müzesi. MİLLET BAHÇELERİ, PARKLAR Üsküdar Nakkaştepe Millet Bahçesi, Aydos Millet Bahçesi, Otağtepe Parkı, Büyük Çamlıca Tepesi, Emirgan Korusu, Beykoz Korusu, Hidiv Kasrı Korusu…

Source: Mustafa Bakirhan


560 yıllık tarihi “Hazır Baba” mescidi kendi haline terk edildi

İhlas Haber Ajansı”nın (İHA) Tarihi Hazır Baba Türbesi yok olma tehlikesiyle karşı karşıya ve Asırlık Hazır Baba Türbesi göz göre göre yok oluyor haberleriyle gündeme taşıdığı tarihi yapı, tarihçilerin de dikkatini çekmişti. Tarihi alanla ilgili çalışma yapan BEÜ Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Demirtaş ve Tarih Bölümü Yeniçağ Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Vural Genç, Van Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından tescil kararı bulunmasına rağmen tarihiyle ilgili net bilgi bulunmayan tarihi mescit ile ilgili 2022 yılında Bitlis ve bölge tarihine ışık tutacak önemli bilgilere ulaşmıştı. Araştırma neticesinde; tarihi mescidin Diyâdinî Hâkimleri Dönemine ait Rojkî Aşiretler Konfederasyonunun en önemli iki kolundan biri olan Kavalisi Aşiretine mensup Abdurrahman Kavalisî”nin oğlu Süleyman Ağa tarafından Hicri 870, Miladi 1465-1466 tarihinde inşa edilen 557 yıllık mescit olduğu ortaya çıkmıştı. Tarihi yapı ayrıca; bölge ile ilgili şu ana kadar elde edilen en önemli tarihî mekân olarak kayda geçmişti. 2022 yılındaki araştırmanın sonucu kent sakinleri ve tarihçiler arasında büyük heyecanla karşılanırken, üzerinden geçen süre zarfında tarihi mescidin yeniden inşa edilmesi yada restorasyonuna yönelik bir gelişme yaşanmadı. Hali hazırda büyük bir bölümü yıkılmış olan Mescid gelinen süreçte bakımsızlık ve kaçak kazılardan dolayı yok olma tehlikesi yaşıyor. Restore edilmesi beklenirken, tarihi önemi ile yetkililerden çok definecilerin dikkatini çeken tarihi yapı, gerçek tarihinin ortaya çıkmasıyla birlikte definecilerin hedefi haline geldi. Her geçen gün biraz daha tahrip edilen tarihi yapı tarihe karışmamak için adeta zamana ve ihmale direnirken, adeta göz göre göre yok oluyor. Her geçen gün yok olma tehlikesine bir adım daha yaklaşan 560 yıllık tarihi mescidin son hali ise içler acısı. Harap durumda olan tarihi mescid yeniden eski tarihi ihtişamına kavuşacağı günü bekliyor. Konuyla ilgili değerlendirmede bulunan BEÜ Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Demirtaş, mescit ile ilgili yaşanan gelişmenin Bitlis tarihi açısından sevindirici ancak geçen süre zarfında yapıya sahip çıkılmamış olmasının üzücü bir durum olduğuna dikkat çekti.Bölgede birçok tarihi alanın ve yapının bulunduğunu ifade ederek, tarihi yapıların sadece tescillenmesinin yeterli bir koruma sağlamadığına dikkat çeken Demirtaş, Güroymak ilçemize bağlı Gölbaşı beldemizdeki tarihi mescid, Diyâdinî Hâkimleri Dönemine ait Rojkî Aşiretler Konfederasyonunun en önemli iki kolundan biri olan Kavalisi Aşiretine mensup Abdurrahman Kavalisî”nin oğlu Süleyman Ağa tarafından Hicri 870, Miladi 1465-1466 tarihinde inşa edilmiştir. Yani yaklaşık 560 yıllık bir mescitten bahsediyoruz. Söz konusu mescidin kitabesinin okunamaması nedeniyle bilgileri belli değildi. Ancak 2022 yılının Aralık ayında Prof. Dr. Vural Genç ile birlikte mescidin bulunduğu yere gidip incelemeler yaparak kitabesini okumuştuk. Kitabesinden inşa tarihi ve yapan kişi ile ilgili bilgilere ulaştık. Daha sonrasında içerisinde muhtemelen türbelerde yapılmış. Şuan baktığımız zaman mescidin duvarlarının bir kısmı ayakta olsa da büyük bir bölümü yıkılmış vaziyette. 2022 yılının Aralık ayında bizler bununla ilgili araştırmamızı yaptığımızda konu basına da yansımıştı. Bunun üzerine ilgili kurum amirleri bizleri arayarak konuyla yakından ilgilendiler, neler yapılabileceği hususunda görüşümüze başvurdular. Bizlerde konuya ilişkin fikirlerimizi ifade ettik. Bunun yeniden aslına uygun şekilde inşa edilmesi gerektiğini belirttik. Burası gerçekten vakit kaybedilmeden yeniden inşa edilmesi gereken bir yer. Çünkü buranın ilimiz, bölgemiz ve ülkemiz açısından en önemlisi tarihimiz açısından büyük bir önemi var. Bitlis geçmişte bir medeniyet ve ticaret şehri, medeniyetlerin beşiği, medeniyetlerin kavşağında yer alan bir şehirdi. Dolayısıyla Bitlis geçmiş dönemler de çok önemli bir şehirdi. Bu nedenle Bitlis”in geçmişteki o görkemini günümüze de yansıtmak açısından sahip olduğumuz bütün tarihi mekanları yeniden turizme kazandırma açısından ihya edilmesi gerekiyor. Çünkü Bitlis”in her tarafı bir tarih. Bu sebeple söz konusu mescid başta olmak üzere tüm bu tarihi alanların restore edilip ihya edilmesi, korunması gerekir ki Bitlis eski görkemine kavuşsun diye konuştu.

Source: Gazetevatan.com


Cephede bayram sabahı…

1915 yılının Ramazan Bayramı, bir ölüm-kalım savaşının tam ortasına rast gelmişti.
Dünya Harbinin değirmen gibi insan öğüttüğü günlerdi.

Düşman kuvvetler, gemileriyle geçemediği Çanakkale Boğazına karadan çıkartma yapmıştı. Anadolu’nun savaş yorgunu çocukları dünyanın en güçlü, en donanımlı ordularına karşı etten duvar örmüş, bombaların hallaç pamuğu gibi savurduğu Gelibolu sırtlarında canlarını dişlerine takıp vatan savunmasına durmuştu. Gökten ateş yağıyor, yerden ölüm fışkırıyordu.

Üstelik zor bir Ramazan geçirilmişti.

Mübarek ay, yazın en sıcak günlerinin yaşandığı Temmuz ayının ortalarında başlamış, kavurucu sıcakların altında meşakkatli oruçlar tutulmuş, iftarlar siperlerde açılmıştı.
Şeyhülislam Ürgüplü Hayri Efendi, savaşan askerlerin oruçla mükellef olmadıklarına dair bir fetva yayınlayıp vatan savunmasıyla en büyük dini vecibenin yerine getirildiğini söylese de çoğu asker orucunu tutmuştu.

Bu askerlerden biri, siperde açtığı iftarı, kızına yazdığı mektubunda şöyle anlatmıştı:

“Benim güzel kızım,

Bugün Ramazan’ın ikinci günü… Şeyhülislam Efendi oruç tutmayabilirsiniz diye fetva yayınlamış. Yine de içim rahat etmedi. Oruca niyetlendim. Gündüz yeni siperler kazdık. Hiç susamadım. Yoğun bombardıman oldu. Kafamızı çıkaramadık. Akşam olunca bir asker ezan okudu. Siperin içinde matara elden ele dolaştı. Herkes orucunu açtı. Ben zannettim ki sadece ben oruçluyum. Meğer bölüğün hepsi oruçluymuş. Matara en son bana geldi. O gün oruç haliyle şehit olan Erzurumlu, Darendeli ve Yeniceli’nin hakkını nasıl öderim diye gözyaşı döktüm.”

Takvimler 12 Ağustos Perşembeyi gösteriyordu…

Tanyeri salalarla ağarırken tepeleri, vadileri uhrevi bir hava sarmış, siperler derin bir sükûta gömülmüştü.

O gün Ramazan bayramının ilk günüydü.

Birçokları için hayatın son günü olsa da bayramdı…

Kıyafetlerin tozları silkelendi, imkânlar dâhilinde tıraşlar olundu, boy abdestleri alındı.
Ocaklar çoktan çatılmış, kazanlar kaynamaya başlamıştı. Cephede ilk kez etli bir yemek yapılıyordu. Yemeğin yanında safrani ismi verilen bir tatlı, kuru incir ve kuru üzüm ikram edilecekti. Birçok birlikte bayram namazları kılınıp zafer duaları edildi. Hutbeler kısa tutulmuş, askerlerin önemli bir bölümü siperlerde bırakılıp ani bir saldırıya karşı hazırda bekletilmişti.

Birkaç gündür yoğunlaşan hava keşifleri ve yığınaklardaki hareketlilik yeni bir taarruzun başlayacağını gösteriyordu.

Bayram yemeğinden sonra 57. Alay Kumandanı Yarbay Avni Bey, gözetleme kulesine doğru yürüyordu. Mahzun bakışlarını denize doğru dikmişti. Yanı başındaki yavere, kısık bir sesle şöyle dedi:

“Evimden bir mektup geldi. Çocuklarım bu savaşın daha ne kadar süreceğini soruyorlar. Geçen yıl bayramı birlikte geçirmiştik, bu yıl da bayramda babalarının yanlarında olmasını istediklerini, bensiz ne kadar mükedder olduklarını yazmışlar…”

Ardından yoğun bir bombardıman başladı.

“Silindir ateşi” denilen bombardımanlar yedi-sekiz saat sürerdi. O gün de öyle oldu. Siperlere zeminlikler ve duvarlar kazılıp “mahfuz mahal” denilen topraktan kovuklar yapılmıştı. Bombalar ıslık çalarak üstlerinden geçiyor, siperler sarsılıyor, her tarafa toprak yağıyordu.

İhtiyat zabiti Münim Mustafa, harpten sonra yayınlanan hatıralarında o günü şöyle yazacaktı:

“İngilizler her nedense pek sinirliydiler. Bizim dini bayramımızı bildikleri için güya maneviyatımızı sarsmak için büyük taarruz gününde yaptıkları topçu ateşine benzer bir bombardımana başladılar. Bunlara alışık olduğumuz için pek aldırış etmiyorduk. Bir aralık ateş hafiflemişti. Herkes birbiriyle bayramlaşmaya başladı. Eller sıkılarak tebrikler yapılırken muhayyilemizde ailelerimizle geçirdiğimiz eski bayramların hayali vardı. İstanbul’dan bayram paketleri gönderilmiş. Bir aralık bu paketler siperlerimize atıldı. Muhtelif renkte kutular içerisinde çikolatalar, şekerlemeler, pasta ve bisküviler ortalığa saçıldı. O an adeta bir çocuk neşesi hissettim. Kendimi küçülmüş, babamın yanında oynadığım zamanlara dönmüş zannettim.”

Bir diğer zabitimiz Behzat Kerim Efendi de aynı günün akşamı kendisiyle görüşen Harp Mecmuası muhabirine hislerini dile getirdi:

“İstanbul’dan çok uzaktayım. Hiç görmediğim sevgili anacığımın Merkez Efendi’deki asude mezarını düşünüyorum. Babamın ayrılık anında gizleye gizleye nurlu çehresinden akıttığı mebzul yaşları, Nebîha’nın kadınca coşkunluklarını, hatta sevgili yavrumun veda selamı yollar gibi ağzından dökülen hüzünlü sözleri… Gelecek bayram yanlarında olur muyum?”

O yılın Ramazan bayramı, cephelerin olduğu gibi cephe gerisinin de ateşle ve yoklukla sınandığı günlerdi. Seferberliğin ağır şartları, Anadolu’nun her ocağına, Osmanlı coğrafyasının her köşesine sinmiş, hüzünlü bir bayram yaşanmıştı. Herkesin gözü kulağı cepheden gelecek haberdeydi. Siperlerde her evden bir can vardı.

Hilal-i Ahmer Cemiyeti, bayramın birinci gününü çiçek günü ilan etmişti. Cephedeki askerlerin ihtiyaçları ve geride kalan eşleri ve çocuklarına yardım amacıyla çiçek şeklinde rozetler yaparak satışa sunmuştu.

Cemiyetin yayın organında bununla ilgili şöyle bir açıklama yayınlanmıştı:

“Vatandaşlar! Gittik, gördük. Bütün Gelibolu yarımadası bir fedakârlık vatanı olmuş. Borcumuzu ödemek sırası gelinceye kadar, vatanın büyük aşkıyla yanan göğüslerimizi Hilal-i Ahmer çiçekleriyle süsleyelim.

Bu bayram günü, Hilal-i Ahmer’in çiçek günüdür. Hilal-i Ahmer çiçeğinin neye delalet ve muavenet ettiğini bilmeyecek, bu çiçeği göğsünde hürmet ve muhabbetle taşımayacak bir Osmanlı yoktur.

Beyaz sinelerimizde bir hilal gibi taşıyacağımız bu çiçekler sargı olacak, ilaç olacak, gıda olacak. İstanbul kapılarını bekleyen yaralı askerlerimiz bunlarla şifa bulacak. Eğer göğsünün üstünde bu şefkat baharının mübarek çiçeğini taşımaya tahammül edemeyecek varsa; büyük Fatih’in türbesi gayz ve gazabıyla yerinden fırlasın!”

Bayram sabahını çocuklarından gelen mektubun hüznüyle karşılayan 57. Alay Kumandanı Yarbay Avni Bey, bayramın ikinci günü şehit oldu.

İhtiyat Zabiti Münim Mustafa, bir sonraki Ramazan Bayramında Kafkas Cephesindeki Muş Harekâtındaydı.

Behzat Kerim Efendi bir daha ailesini göremedi… Merkez Efendide yatan annesinin yanına şehit olarak döndü…

Göğüslerine Hilal-i Ahmer çiçeği asmış insanlar, sokakları sessiz bir gururla dolaşmaya sonraki bayramlarda da devam ettiler.
…………
Bugünkü bayramlar için kendi bayramlarını feda edenlere bin rahmet…

Bayramınız bayram olsun.

Mübarek olsun…

Zekeriya Yıldız / Haber7

Source: Zekeriya Y