‘Gerçek Pamuk Prenses’ Brüksel’de
Pamuk Prenses, şimdilerde Disney’in canlı aksiyon yeniden yapımı ile her zamankinden daha popüler. Peki Pamuk Prenses masalının gerçek bir hikâyeye dayanıyor olabileceğini biliyor muydunuz? Ya gerçek Pamuk Prenses’in Brüksel’de gömülü olduğunu hiç aklınızdan geçirmiş miydiniz?Hikâye, 16. yüzyıla uzanıyor. Margaretha von Waldeck (1533-1554) adında genç, güzel bir Alman kontesi. Henüz 4 yaşındayken annesini kaybetmiş, babasının yeniden evlenmesiyle üvey anneleriyle tanışmış. Güzelliği dillere destan, gençliği trajik. Ve sonu tıpkı masaldaki gibi bir zehirlenme vakasıyla noktalanmış. Grimm Kardeşler’in 1812’de kaleme aldığı, Disney’in 1937’de uzun metrajlı çizgi film yaparak dünya çapında popüler hale getirdiği Pamuk Prenses masalının kökleri, bu genç kontesin yaşamına dayanıyor olabilir.BORSA BİNASININ ALTINDAMargaretha’nın hikâyesi sadece güzelliğiyle değil, yaşadığı çağın karanlığıyla da dikkat çekiyor. Ailesinin yaşadığı Waldeck bölgesinde cadılara zulüm yaygındı. Öyle ki şatolarında cadılar için penceresiz, karanlık hücreler bile bulunuyordu. Masaldaki “kötü cadı” imgesi işte bu gerçekliğin gölgesinden çıkıyor.Von Waldeck ailesi aynı zamanda bakır madenlerinin sahibiydi. Bu madenlerde çocuk işçiler çalıştırılırdı. Küçücük bedenlerine büyük miğferler takan bu çocuklar, loş madenlerde ağır taşlar arasında kaybolur giderdi. Yedi cüceler, belki de işte bu çocuk madencilerin hayal ile gerçek arasında salınan yankısıydı.Margaretha’yı babası Brüksel’e gönderdi. Coudenberg Sarayı’nda yaşarken gizemli bir şekilde hastalandı. Henüz 21 yaşındaydı ve kısa sürede yaşamını yitirdi. Saraydaki entrikalar, aşk hikâyeleri ve zehirli söylentiler, masallarda anlatılan zehirli elmanın tarihi izdüşümüne dönüştü. Anlatılanlara göre bir zamanlar manastır olan bugünkü Brüksel borsa binasının tam altında yatıyor “gerçek Pamuk Prenses”!İşte bu yeniden keşfedilmiş tarih, Belçika’nın kült çizgi roman serisi Suske en Wiske’nin (Fransızca: Bob et Bobette, İngiltere’de Spike and Suzy, ABD’de Willy and Wanda veya Luke and Lucy olarak biliniyor. Türkiye’de ise zamanında “Afacan ve Füsun adı verilmiş kahramanlara) 80. yıl özel sayısında yeniden canlanıyor. “Het Ware Witje” (Gerçek Pamuk Prenses) adlı yeni seri, Margaretha’nın hikâyesini çizgi roman estetiğiyle 17 Nisan günü raflardaki yerini alarak bugünün okuyucusuna sundu. Hem de fonunda Brüksel olan fantastik bir macerayla.Senarist Peter Van Gucht, bu fikirle ilk kez Brükselli yazar Kurt Deswert’in bir makalesinde karşılaştığını anlatıyor. Deswert’in kaleminden çıkan bu “gerçek masal”, çizgi roman senaryosuna dönüşmüş. Van Gucht şöyle diyor:“Gerçek Pamuk Prenses’in Brüksel’in kalbinde gömülü olduğunu öğrendiğimizde, hikâyenin büyüsüne kapıldık.”BRÜKSEL DE ÇİZGİ ROMANDA“Hiç beklenmedik anda karşımıza çıkan binaların duvarlarındaki çizgi roman kesitleri” nedeniyle “ruhuna çizgi roman sızmış kent” olarak tanımladığım çizgi romanın başkenti Brüksel’e göndermeler de var çizgi romanda. Senarist Van Gucht, “Lambik, Brüksel’de bir bira tüccarını canlandırıyor. Adı Lambik, Brüksel çevresindeki bölgeye özgü olan lambik birasına atıfta bulunuyor. Sidonia, Margaretha von Waldeck rolünü üstleniyor. Cüceler veya çocuklar Suske ve Wiske, ormanda Atomium’a benzeyen ağaç evlerde yaşıyorlar. Manneken Pis (işeyen çocuk) de görünüyor. Ve elma ile pipo satan bir pazarcı var, Rene Magritte’in ünlü bir tablosu olan ‘Bu bir pipo değildir’e bir gönderme” diyerek tanıtıyor yeni eserlerini.TAÇ MÜCADELESİ!İddialar ne derece kanıtlanabilir ve bilimsel verilerle desteklenir bilmem ama yazar Kurt Deswert’in keşfi bu öykü, Brüksel’e çok sayıda turist çeker. Ha bu arada “en hakiki” Pamuk Prenses’in Maria Sophia von Erthal olduğunu iddia edenlere ne diyeceğiz? Hiç evlenmemiş ve 71 yaşında yaşamını yitirmiş. Mezar taşı Almanya’da Bamberg’deki bir müzede sergileniyormuş.Gerçek masala, masal gerçeğe karıştı iyice. Şimdi Brüksel’in orta yerinde, borsa binasının altında bir Pamuk Prenses yattığı söyleniyor. “Gerçek mi bu şimdi” diye soranlara Margaretha’nın hayaleti belki de şöyle fısıldıyor: “Beni uyandıracak prens değil, inandıracak bir okur bekliyorum.”Bu arada, Almanya’daki rakip aday Maria Sophia von Erthal’in mezar taşı hâlâ Bamberg Müzesi’nde sergileniyor. Belki o da bir gün canlanır, gelir Brüksel’e dava açar:“Pamuk Prenses benim!”“Hayır, benim!”“Bir DNA testi mi istesek acaba?”Alın size yeni bir çizgi roman senaryosu: Gerçek Pamuk Prenses kim? Maria ile Margaretha’nın taç mücadelesi.
Source: Erdinç Utku
Çiniye ruhunu üfleyen usta… ‘Yaşayan insan hazinesi’ Adil Can Güven
1- Bu hafta takvim yapraklarımızı normalden biraz daha geriye sarıyoruz; iki bin yıl öncesine! Helen, ardından Roma, Bizans, Selçuklu medeniyetlerine ev sahipliği yapan ve nihayetinde Osmanlı İmparatorluğu’nun kurulduğu Bursa’nın şirin ilçesi İznik’teyiz… Rehberimiz Bursa Miras Başkanı Güney Özkılınç. İlk durağımız her an perdelerini açıp localarda ve tribünlerdeki hayali izleyicilere bir oyun sergilemeye hazır gibi görünen Antik Roma Tiyatrosu. Oradan kenti çevreleyen tarihi surların eşlik ettiği yoldan sahildeki Su Altı Bazilikası’na gidiyoruz. Burası gelecek ay yapılacak çok önemli bir etkinliğe hazırlanıyor…DENİZ ALTINDAN ÇIKAN BAZİLİKAHıristiyanlığın temel doktrinlerinin belirlendiği I. İznik Konsili MS. 325 yılında İznik’te toplanmıştı. Ömrü elverseydi, Papa Francis’in de bu toplantının 1700. yıldönümü için yapılacak törene katılması bekleniyordu. Etkinliğin yapılacağı Bazilika’nın hikâyesi de ilginç; İznik Gölü’nün sularının çekilmesiyle tesadüfen bulunuyor. Bursa Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof. Mustafa Şahin öncülüğünde su altı kazıları ve araştırmaları yapılıyor.SENE 1955 – Anneanne, anne ve nenesiyleTOPRAK ALTINDAN BUGÜNLEREİznik’te toprağın altından çıkan tek şey tarihi yapı kalıntıları değil. 14. yüzyıldan itibaren meşhur olan İznik çinilerinin de kalbindeyiz… Üstelik çininin hikâyesi bugün de devam ediyor. Konuğumuz; ‘UNESCO Yaşayan İnsan Hazinesi’ unvanını taşıyan, İznik çinisi ustası Adil Can Güven. Güven, 1953 yılında Filibe’den göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak İnegöl’de dünyaya geliyor. Çocukluğu dedesi Hayati Efendi’nin geniş çiftliğinde geçiyor. 2- SANATÇI BİR AİLEAilede sanata meraklı birisi var; büyük dayısı Abdurrahman Özer. Bu renkli kişilik cebinde her daim çamurla geziyor, kâh vapurda kâh misafirliklerde figürinler yapıyor. Adil Can Bey de evde yere serilen çarşaflar üzerinde kilden heykeller yapıyor. Güven 17 yaşına geldiğinde büyük dayı, yeğenini önce Çanakkale ardından Kütahya’ya götürüyor; usta atölyelerinde eğitim görmesini sağlıyor. Vefat etmeden de Güven’in eşi Nursan Hanım’a vasiyet ediyor: “Adil’e bir atölye kur!”SENE 1958 – KardeşiyleSENE 19723- İLK ATÖLYE SAMANLIKTAİlk atölyelerini çiftlikteki bir samanlıkta kuruyorlar. Sene 1980’ler… Bu sırada İznik’te 500 yıldır uykuda olan çini üretimi uyanıyor… Gravür sanatçısı, çini ustası Faik Kırımlı Osmanlı dönemi İznik çini üretim tekniğini yeniden keşfediyor. Atölyesinde ustalar yetiştiriyor. 1989 yılının, Kültür Bakanlığı’nca Uluslararası İznik Yılı ilan edilmesini sağlıyor.4- BİR TARİH BÖYLE CANLANIYORBu kadar eskiye dayanan bir kültür nasıl olur da 1980’lere kadar kaybolur? Adil Can Bey’den kısa bir İznik çinisi tarihi alalım: “Bizans ve Beylikler Dönemi’nin ardından İznik çinisi altın yıllarını 15. Yüzyıl’da yaşıyor. Fatih Sultan Mehmet’in Topkapı Sarayı’nda kurduğu Nakkaşhane’de desenler yapılıyor. Ustalar Saray için porselenler yapıp gönderiyor. 16. Yüzyıl’da kırmızı rengin bulunmasıyla ortaya çok güzel çiniler çıkıyor. Ancak 17. Yüzyıl’dan itibaren Saray desteği kesince çinicilik de bitiyor. Ustalar dağılıyor. İznik’te hiçbir şey kalmıyor. Düşünün… Bütün Avrupa ülkelerinin müzelerinde İznik çinisi var ama İznik’in kendisinde hiçbir şey yok! Daha sonra, 1980’li yıllarda Faik Kırımlı’nın çalışmalarıyla İznik’te çinicilik yeniden başlıyor.”5- NEREYİ KAZSANIZ ÇİNİ ÇIKARYeniden başlamanın önündeki zorluk nedir? Güven, “Ortada yazılı bir formül yok. Ustadan çırağa sistemiyle çalışıldığından hangi malzeme ne kadar kullanılacak, fırında ısı ne kadar olacak… Bunlara dair yazılı kaynak yok” diye yanıtlıyor. Nitekim kendi de Nursan Hanım’la çalışmalarını dağlarda kil arayarak, kazılardan çıkanları inceleyerek, yüzlerce deneme yanılma yöntemiyle yapıyorlar. Onlara yardımcı olan yine İznik çinileri oluyormuş; Adil Can Bey, “İznik çinisi yüzde 30 fireyle yapılır. Dolayısıyla burada nereyi kazsanız çini parçaları çıkıyor” diyor gülerek.6- MEŞHUR ZİYARETÇİLERİlk çalışmalarıyla 1991’de İznik Müzesi’nde bir sergi açıyorlar. 1995 yılında açılan Meslek Yüksekokulu’nun Seramik Bölümü’nde bir süre öğretim üyeliği yapıyor, öğrenciler yetiştiriyor. Güven, “Bohçacı gibi elimde çini örnekleriyle müzeleri geziyordum. O dönem İznik çinisi neredeyse hiç tanınmıyordu” diye anlatıyor. 1998 yılında atölyelerini İnegöl’den İznik’e taşıyorlar. O günden bugüne çalışmaları devam ediyor. Atölye ziyaretçileri arasında Yaşar Kemal, Rahmi Koç, İlber Ortaylı gibi isimler var.SENE 2024 – İlber Ortaylı ileSENE 2019 – “Eşim de ustadır; en azından bana şekil verdi! Beraber çalışıyoruz.” – Rahmi Koç ile500 YILLIK MİRASIMIZAdil Can Güven, 2023 yılında UNESCO’nun ‘Yaşayan İnsan Hazinesi’ ödülüne layık görüldü: “İznik çinisi hem Selçuklu’dan itibaren Türklerin hem Osmanlı’nın 500 yıllık mirasıdır. Bir yerde nüfus kâğıdıdır. Bu mirası gelecek nesillere aktarmak lazım. İznik çinisi üzerine araştırmalar olmalı, desenler ve hamurla ilgili bilgilerin iyi saklanması gerekiyor.”İZNİK MEDENİYETLERİN EV SAHİBİBursa Büyükşehir Belediyesi bünyesinde kurulan Bursa Miras, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile beraber İznik Roma Tiyatrosu, İznik Su Altı Bazilika Kilisesi ve İznik Çini Fırınları kazı çalışmalarını destekliyor. Ayrıca kentteki tarihi atıl mekanları kamuya kazandırmak için çalışmalar yapıyor. İznik Ayasofya Camisi, Yeşil Cami, Çandarlı Halil Hayreddin Paşa Türbesi, Hacı Özbek Camisi gibi birçok tarihi yapıya ev sahipliği yapıyor.BİZANS ÇİNİSİ ANADOLU KADINI İZNİK İSE MAĞRUR HANIMEFENDİHer desenin de bir hikâyesi varmış: “İznik çinilerinde Fatih’in kurduğu Nakkaşhane’den çıkma klasik desenler kullanılır. Ustalar belli bir disiplinle bunları tekrar etmişler. Milet, Beylik ve Bizans işi çinilerdeyse günlük hayattan da motifler bulunur; kuşlar, ağaçlar, top çeviren çocuklar, balıkçılar… Ustanın inisiyatifine kaldığından ben bunları daha çok severim. İznik işi çok gururlu, mağrur bir hanımefendidir. El değmez, uzaktan seyredersiniz. Milet, Beylik ve Bizans çinileriyse daha Anadolu hanımı gibidir; şalvarını giyen, ineğini sağan, daha içimizden biri. Tabii kasenin de tasarımı kabul etmesi gerekiyor. Yoksa çok çirkin oluyor.”Güney Özkılınç – Zeynep BilgehanUSTALIK İZLEYEREK ÖĞRENİLİRPeki usta nasıl olunur? Yanıtı: “İznik çinisinin formülü yazılı kaynaklarda yok. Çok derin ve bilinmezi fazla bir alan. Çıraklar ustaları izleyerek öğreniyor. Çok iyi takip etmeniz gerekiyor.Bana da ustam hiçbir şey söylemezdi. Çıraklık yıllarımda ancak ağzından kaptığım sırlarla boyaların akmamasının metodunu öğrenmiştim. Böyle öğrenince bir daha unutmuyorsunuz!”SENE 1960 – Ustası Abdurrahman Özer
Source: Zeynep Bi̇lgehan
Mimar Sinan’ın bir yapısı daha kurtuluyor
Kanuni Sultan Süleyman”ın sadrazamı Rüstem Paşa tarafından Mimar Sinan”a yaptırılan Rüstem Paşa Külliyesi Tekirdağ”da bulunuyor. 472 yıl önce yapılan külliyede bulunan bedesten ise Evliya Çelebi”nin “Seyahatname” isimli eserine yıllar önce konu oldu. Evliya Çelebi kaleme aldığı anılarında bedestende bulunan çeşme için “Tekirdağ”ın her yerinden akan sular lezzetli ama Rüstem Paşa”nın yaptırdığı çeşmeden akan sular bir başka lezzetli” ifadelerini kullanacak kadar bedesteni övdü. Külliyedeki caminin 200 metre batısında yer alan bedesten altı kubbeli dikdörtgen planlı, taş ve tuğla karışımından inşa edilmiş olan bir yapı. Yakın tarihte ise bakımı tam yapılmadığı için tarihi bedesten yıllar içinde bakımsızlıktan kötü bir hal aldı. Tekirdağ Valisi Recep Soytürk ise şehrin önemli tarihi yapılarından biri olan bedestenin restorasyonunun başlaması için gerekli girişimlere başladı. Vali Soytürk, projenin hazırlandığını, önümüzdeki günlerde restorasyonun başlayacağını belirtti. Restorasyon öncesinde bedestendeki dükkan, dernek ve ofisler boşaltılırken, başta çeşmeler olmak üzere tüm alanın yaz ayında restore edilmesi planlanıyor.
Source: Murat Ürteki̇n
“Kehanet niteliği”ndeki mektuba 400 bin dolar
Titanic kazazedelerinden Archibald Gracie tarafından geminin batmasından günler önce yazılan mektup, açık arttırmada yaklaşık 400 bin dolara satıldı. İngiltere deki Henry Aldridge & Son müzayede evinde, Titanic kazazedelerinden Gracie tarafından yolculuk sırasında yazılmış mektup görücüye çıktı. Geminin batmasından 5 gün önce yazılan mektup, ABD li bir koleksiyoncu tarafından 399 bin dolara satın alındı. Kehanet niteliğinde olarak tanımlanan mektupta ise Gracie nin Titanic hakkında, Güzel bir gemi, ancak bir yargıya varmadan önce yolculuğumun bitmesini bekleyeceğim ifadelerini kullandığı belirtildi. İlk tahminlere göre, yaklaşık 80 bin dolardan alıcı bulması beklenen mektubun satış fiyatı ise dikkati çekti. Mektubu kaleme alan Gracie kazayı atlattıktan sonra, yaşadıklarını anlattığı Titanic Hakkındaki Gerçekler isimli bir kitap yazmıştı. Kaza günü geçirdiği hipotermiyi tam anlamıyla atlatamayan Gracie, Titanic in batmasından 8 ay sonra diyabete bağlı komplikasyonlardan hayatını kaybetmişti. TITANİC ATLANTİK İN SULARINA GÖMÜLMÜŞTÜ Lüks yolcu gemisi Titanic, 10 Nisan 1912 de 2 bin 224 yolcu ve mürettebatla New York a gitmek üzere İngiltere nin Southampton kentinden yola çıkmıştı. Gemi, 15 Nisan 1912 de bir buzdağına çarptıktan sonra Kuzey Atlantik in sularına gömülmüştü. Kazada 1500 den fazla kişi yaşamını yitirmişti. Birkaç saat sonra kaza yerine ulaşan Carpathia gemisi 710 kişiyi kurtarmıştı.
Source: Habertürk
Cihangir
Anadolu yakasından Beşiktaş’a vapurla gelirseniz Mimar Sinan Üniversitesi Fındıklı Merkez Kampüsünün hemen üstünde iki minareli bir caminin uzandığını fark edersiniz.
Yakından görmek ya da bulunduğu yerden İstanbul’u seyretmek için Fındıklı sahilinden kuzeye doğru yükselen dik yokuşu tırmanmanız gerekir.
Yokuşun ortalarındaki bir düzlüğe çıktığınızda apartmanların arasında sıkışıp kalmış zarif bir yapı karşılar sizi… Avlusu seyirlik teras gibidir. Tarihi Yarımada’dan Çengelköy’e kadar uzanan muazzam bir panorama ufuklar boyunca uzayıp gider.
Bu mabet, Cihangir Camiidir…
Bahçesindeki ağaçlardan birine yaslanır, manzarasına kendinizi bırakır, esen rüzgâra kulağınızı verirseniz; 16. Yüzyıl payitahtının haşmetli dünyasında yaşanan bir dramı dinler gibi olursunuz.
Dünyanın en güçlü imparatorluğunun en kudretli zamanında yaşayan bahtsız bir şehzadenin dramıdır bu…
……………………
Cihangir, Kanuni Sultan Süleyman’ın son erkek evladıydı.
Gözbebeğiydi.
Merhamet ve rikkat duygularını ayağa kaldıran ciğerparesiydi.
En sevdiği, üzerine en çok titrediği küçük şehzadesiydi.
Sebebi, belki de kambur olarak doğmasıydı…
Zayıf, güçsüz ve hastalıklı olmasıydı.
Güç ve kudretin geçer akçe olduğu bir dünyaya bunlardan mahrum olarak gelmesiydi.
Ne kavga edebilir, ne iktidar yarışına girebilir, ne padişah olabilirdi.
Üstelik bunu sağlamaya Sultan Süleyman’ın bile gücü yetmezdi.
Dünyanın en kudretli insanı olarak sınırsız olduğunu zannettiği gücünün hükümsüz olduğunu gösteren bir aynaydı.
……………………..
Cihangir, kaderini kabullenmiş, kendine saltanatın ve iktidarın uzağında saf bir dünya kurmuştu. Fiziki zayıflığının tersine sanatkâr bir ruha, engin bir bakış açısına sahipti. Hattattı. “Zarifî” mahlasıyla şiirler yazar, besteler yapardı. Basiretliydi. Hadiseleri okur, gelişmeleri takip eder, isabetli tahminlerde bulunurdu.
Kanuni Sultan Süleyman, ölüme bu denli yakın ama tahta da bir o kadar uzak şehzadesini en büyük sırdaşı yapmıştı. Sancağa çıkma yaşı gelmesine rağmen yanından ayırmamıştı. Gittiği her yere yanında götürmüş, gönlünü açmış, sıkıntılarını, dertlerini paylaşmış, en mahrem sırlarının ortağı yapmıştı.
Cihangir’in zengin iç dünyasını keşfedenlerden biri de Şehzade Mustafa’ydı. Ayrı annelerden doğmalarına ve siyasetin şehvetine kendini kaptıran üvey annesinin acımasız oyunlarına rağmen onu bir başka severdi.
Cihangir de ağabeyi Mustafa’ya düşkündü. Kim bilir belki de bu düşkünlüğün sebebi, iktidar kavgasına uzak olan hassas kalbinin, devletin geleceğini onda görmesiydi.
Mustafa, veliaht şehzade olmanın yanında iyi yetişmiş bir devlet adamıydı. Manisa, Amasya ve Konya’da sancakbeyliği yapmış, adil idaresiyle ve isabetli tercihleriyle hem halk hem de asker arasında sevilmişti. Kanuni’den sonra Osmanlı tahtının yegâne varisi olarak gösteriliyordu.
Ne var ki; tarih denilen geçmiş zaman hikâyeleri, hak edenin hakkını alamadığını anlatan örneklerle doluydu.
Şehzade Mustafa’nın akıbeti de öyle olacaktı.
Cihangir, annesi Hürrem ve kız kardeşi Mihrimah Sultan’ın eniştesi Sadrazam Rüstem Paşa ile el ele vererek kurguladıkları bir entrika sonucunda Mustafa’nın ihanetle suçlandığını duyacak, sefere çıkan orduda, ordugâhın ortasına kurulmuş padişah otağında, hem de babasının gözleri önünde boğulduğunu görecekti.
O günün halk ozanı Taşlıcalı Yahya’ya hicran yüklü mersiyeler yazdıran, divan şairi Sami Beye cüretkâr sözler söyleten, askere öfke, halka üzüntü veren bu ölüm, Cihangir’e de ağır geldi. Zayıf bedeni yaşanan haksızlığa daha fazla dayanamadı. 1553 yılında, Mustafa’dan bir ay sonra Halep’te öldü.
Mustafa’nın katline rıza göstermekle bir başka evladının da ölümüne sebep olacağını hesap edemeyen Kanuni Sultan Süleyman, çifte evlat acısıyla kahrolmuş bir şekilde payitahta geri döndü. Mustafa’nın naaşını Bursa’ya gönderirken biricik dert ortağı Cihangir’ini yanında getirdi. Beş yıl önce çiçek hastalığından kaybettiği oğlu Mehmet için yaptırdığı Şehzade Camiindeki türbeye gömdü.
Ölümünden altı yıl sonra 1559 yılında adını yaşatmak için Mimar Sinan’a Beşiktaş sırtlarında bir cami yaptırdı.
Cihangir Camii, bulunduğu semte de adını verdi ve İstanbul’un en güzel manzarasına sahip bir ibret anıtı olarak tarih denizinin sırlı derinliğinden bugünlere bakıp haksızlığa isyanın ve iddiasızlığın bir simgesi olarak İstanbul’u seyre durdu.
Not: 23 Nisan’daki depremin, korkuları sonlandıracak zihni bir değişime, tarihi bir atılıma sebep olması temennisi ve duasıyla… Rabbim ülkemizi afetlerden, milletimizi kederden muhafaza etsin…
Zekeriya Yıldız / Haber7
Source: Zekeriya Y
Mohaç Meydan Savaşı Tarihi
Mohaç Meydan Savaşı sonucunda hem Macaristan’ın siyasi yapısı hem de Avrupa dengeleri kökten değişmiştir. Bu savaş, Osmanlı’nın askeri dehasını gözler önüne sermiştir. Bu sadece askeri bir zafer değil aynı zamanda Kanuni döneminin politik gücünün de simgesidir. İşte Mohaç Savaşı sonuçlar ile Mohaç Meydan Muhaberesi önemine ilişkin detaylar… Mohaç Meydan Muharebesi, Osmanlı tarihinin dönüm noktalarından biridir. 1526’da Kanuni Sultan Süleyman komutasındaki Osmanlı Ordu suyuyla Macar krallığı arasında yaşanan bu savaş, yalnızca Osmanlı açısından değil aynı zamanda Avrupa siyasi haritası açısından da kritik sonuçlar doğurmuştur. Mohaç Savaşı nedenleri arasında Balkanlar’daki hakimiyet mücadelesi ve Macaristan’ın Osmanlı’ya karşı ittifak arayışına girmesi de önemli bir rol oynamıştır. Osmanlı devleti savaşta uyguladığı hilal şeklindeki kuşatma taktiği ile ezici bir üstünlük sağlamıştır ve Macar ordusu kısa sürede dağılmıştır. Mohaç zaferi, Osmanlı İmparatorluğu nun Avrupa daki hakimiyetini pekiştirmiş ve Macaristan ın parçalanmasına neden olmuştur. Büyük bir başarı olmasının yanı sıra Mohaç Meydan muharebesi aynı zamanda Osmanlı’nın batıya açılan kapısı olmuştur. İşte, Mohaç Meydan Savaşı tarihi ile Mohaç Savaşı taktiğine ilişkin merak edilen bilgiler… MOHAÇ SAVAŞI NEDİR? Mohaç Meydan Savaşı, Macaristan üzerindeki ekonomik siyasi ve askeri üstünlüğünü kurmak ve Osmanlı ordusunun Avrupa’daki hakimiyetini pekiştirmek amacıyla düzenlenen bir seferdir. Dönemin en büyük süvari ordularından birine sahip olan Macarlara karşı yapılan bu savaş, stratejik ve disiplinli Osmanlı ordusu karşısında ezici bir mağlubiyet yaşamıştır. Bu muharebe, yalnızca 2 saat gibi kısa bir sürede sonuçlanmış ve tarihteki en hızlı zaferlerden biri olarak kaydedilmiştir. MOHAÇ SAVAŞI HANGİ PADİŞAH DÖNEMİNDE YAPILDI? Mohaç Meydan Muharebesi, Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim in oğlu olan Kanuni Sultan Süleyman döneminde yapılmıştır. 1520 yılında tahta çıkan Kanuni Sultan Süleyman, kısa sürede Osmanlı’nın dış politikasını şekillendirerek Avrupa’ya yönelmiştir. 29 Ağustos 1526 da meydana gelen bu çatışma, Kanuni Sultan Süleyman’ın tarihindeki ilk büyük zaferlerinden biri olarak kayıtlara geçmiştir. Bu zaferin ardından Kanuni Sultan Süleyman, “Muhteşem Süleyman” on unvanını almıştır. MOHAÇ SAVAŞI KİMLER ARASINDA OLMUŞTUR? Bu mücadele, Macar Krallığı ile Osmanlı İmparatorluğu arasında cereyan etmiştir. Macar ordusunun başında deneyimsiz ve genç bir kral olan ikinci Lajos yer alırken Osmanlı tarafında ise Kanuni Sultan Süleyman yer alıyordu. O dönemde Macaristan, kutsal Roma Germen İmparatorluğunun önemli müttefiklerinden biriydi. Bu sebeple muharebe, yalnızca Osmanlı ve Macaristan arasında değil; dolaylı olarak Katolik Avrupa ve Habsburg Hanedanı ile Osmanlı İslam dünyası arasındaki mücadeleyi de simgeler duruma gelmiştir. MOHAÇ SAVAŞI NEDENLERİ Mohaç Savaşının arkasında hem siyasi hem de stratejik nedenler bulunur: Macaristan’ın Osmanlı sınırlarına sürekli tehdit oluşturması, Kanuni nin Avrupa’daki nüfuzunu artırma isteğİ, Macaristan’ın iç karışıklıkları, İslam dünyasında liderliğin pekiştirilmesi. MOHAÇ SAVAŞI TAKTİĞİ Mohaç Savaşı nın kazanılmasında Osmanlı ordusunun uyguladığı hilal şeklindeki kuşatma taktiği büyük rol oynamıştır. Savaş meydanını dikkatle seçen Kanuni, orduyu üçe ayrılmıştır: Merkezde yeniçeriler ve topçular, Sağ ve sol kanatta sipahiler, Geri planda yedek birlikler yer almıştır. Bataklık ve dar alanlar ile çevrili Mohaç Ovası nda Osmanlı ordusu, geri çekiliyormuş gibi yaparak düşmanı içine çekti ve ardından yanlardan kıskaç taktiğiyle büyük bir imha harekâtı gerçekleştirdi. MOHAÇ SAVAŞI SONUÇLARI Mohaç Meydan Savaşı sonucunda, he uzun vadede hem de kısa vadede değişiklikler yaşanmıştır: Macaristan Krallığı fiilen sona ererken ülke Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı bir eyalet halini aldı. Genç kral II. Lajos savaş alanında ölürken, Macar tahtı Habsburglar ile Osmanlı arasında bir paylaşım savaşına sahne olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu, Orta Avrupa’da kalıcı bir güç haline gelmiştir. Avusturya ile Osmanlı arasındaki rekabet kızışırken ilerleyen yıllarda Viyana Seferi gibi büyük olayların zemini hazırlanmış oldu. Osmanlı nın Avrupa daki etkisi arttıkça, diplomatik ittifaklar da yeniden şekillenmeye başlamıştır. Fransa gibi bazı ülkeler Osmanlı İmparatorluğu ile ittifaka yöneldi.
Source: Habertürk
Erzurum Kongresi Tarihi Kararları
Erzurum Kongresi, halkın egemenliğini savunma kararlılığıyla direnişin temelini atmış ve bu yönüyle Kurtuluş Savaşı na ilham vermiştir. Aynı zamanda, Türk milletinin bağımsızlık mücadelesinin yönünü belirleyen önemli bir dönüm noktası olmuştur. İşte, Erzurum Kongresi önemi… Erzurum Kongresi, 23 Temmuz 1919’da Erzurum’da toplanmış ve 7 Ağustosa kadar süren görüşmelerin ardından sona ermiştir. Erzurum Kongresi, Türk milletinin bağımsızlık mücadelesinin temellerinin atıldığı tarihi bir toplantıdır. Anadolu’nun işgali karşısında ulusal direnişi örgütleyerek halkı bağımsızlık yolunda bir araya getiren Kongrenin toplanma amacı, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasına karşı direnişi örgütlemektir. Erzurum Kongresi nde alınan kararlar, ulusal birliğin sağlanabilmesi adına birlikte hareket etmenin zorunlu olduğunu açık biçimde ortaya koymuştur. Peki, Erzurum Kongresinde ne vurgulandı? Bu kongre, işgallere karşı direnme çağrısının yapılacağını ve Türkiye’nin egemenliğine zarar verecek her türlü dış müdahaleye karşı çıkılması gerektiğini vurgulamıştır. Türk milletinin ulusal egemenliğe sahip çıkma iradesini yansıtan Erzurum Kongresi, Kurtuluş Savaşı’nın başlangıç noktalarından biri olmuştur. İşte Erzurum Kongresi’nin tarihi ve alınan kararlar… ERZURUM KONGRESİ NE ZAMAN YAPILDI? Erzurum Kongresi, 23 Temmuz 1919’da başlayıp 7 Ağustos’ta tamamlanarak Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden gelen 38 delegenin katılımıyla yapılmıştır. Bu kongre, Türk milletinin Kurtuluş Savaşı sürecindeki en kritik adımlardan biri olarak tarihe geçerken, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında halkın bağımsızlık ve özgürlük taleplerinin yüksek sesle ifade edildiği tarihi bir zirve olmuştur. ERZURUM KONGRESİ NEREDE YAPILDI? Erzurum Kongresi, dönemin en dikkat çekici yapılarından biri olan Erzurum’daki Rüstem Paşa Kervansarayı nda yapılmıştır. Kongrenin toplandığı bu mekan, hem stratejik bakımdan önemli bir konumda yer alırken hem de katılımcıların rahatça ulaşım sağlayabileceği bir yer olması sebebiyle tercih edilmiştir. ERZURUM KONGRESİ TOPLANMA AMACI NEDİR? Türk milletinin bağımsızlık mücadelesinin temellerini atmak için düzenlenen Erzurum Kongresi nde, halkın egemenlik haklarını savunarak işgalci güçlere karşı direnme kararı alınmıştır. Ülkenin geleceğini belirlemek amacıyla alınacak kararların tartışıldığı Erzurum Kongresi’nde; Osmanlı İmparatorluğu nun işgale uğrayan topraklarında milletin iradesini ortaya koymasına karar verilmiştir. Anadolu nun işgalden kurtulması için gerekli siyasi, askeri ve toplumsal reformların görüşüldüğü bu kongre, bağımsızlık mücadelesini hızlandırmak için bir araya gelmiştir. Erzurum Kongresinde halkın iradesi savunulurken, Türk milletinin haklarını koruyacak bir direnişin stratejisi belirlenmiştir. ERZURUM KONGRESİ MADDELERİ Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür ve bölünemez. Osmanlı hükümetinin işgaller karşısında etkisizliği kabul edilmiştir. Manda ve himaye kabul edilemez. Halkın egemenliği esastır. Bir kurultay toplanması kararı alınmıştır. ERZURUM KONGRESİ KARARLARI Vatanın birliği ve tam bağımsızlık ilkesi: Türk milletinin toprakları, tek bir bütün olarak kabul edilmiştir. İç karışıklıklara ve dış müdahalelere karşı direnme hakkı vurgulanmıştır. Manda ve himaye reddedilecektir: Milli bağımsızlık uğrunda her türlü dış desteğin reddedilerek, sadece milletin kendi gücüyle işgallerden kurtulacağı görüşü benimsenmiştir. Halkın iradesi esastır: Halkın egemenliğini savunan kongre, hükümetin halkın iradesine bağlı bir yapıya sahip olmasının gerekliliğini vurgulamıştır. Anadolu’dan bir kurultay halkı temsil edecek: Erzurum Kongresi, bağımsızlık mücadelesini düzenlemek amacıyla gerçekleştirilmiş ve Anadolu dan bir kurultay toplanarak halkı temsil edecek kişilerin seçilmesini önermiştir. İşgallere karşı direniş örgütlenmesi: Erzurum Kongresinde, Türk milletinin işgaller karşısında nasıl direniş göstereceği konusunda da çeşitli stratejik kararlar alınmıştır.
Source: Habertürk