“Tarihsel Gelişmeler – Trump’tan Cumhuriyet Neferlerine”

Biz ne Trump”lar gördük! – Mahmut Şenol

Kanada milisleri,tarihe atıf yaparak “Biz neTrump’lar gördük, buna mıpabuç bırakacağız!” diyemeydan okuyor.Kurtuluş Savaşım’ızın siyasitemeli olan “Anadolu veRumeli Müdafaa-iHukuk Cemiyeti”çerçevesindeörgütlenmiş KuvayıMilliye milislerinianımsatan birbenzer geçmişi var:Milis kuvvetinin adı tarihe“Kanada Savunma PiyadeAlayı-KSPA” olarak geçer.1803’te, Kanada’yı ABD’denkorumak için İskoçya’dakuruldu. O sırada Hindistansömürgesinde çıkankarışıklıkları önlemek üzerebu birlik, Asya’ya gönderilmekistenince milis üyeleri isyanetti; bu olaya meşhur Glasgowİsyanı denir.Milis kuvveti bu isyandansonra, “Eh, madem bukadar Kanada’ya gitmekistiyorsunuz, sizi tutan mı var!”diye gemilere bindirildi. KuzeyAmerika’nın doğu sahillerineçıktılar. Alayın subay-astsubaykadrosu İskoçtu, erlerinçoğu İrlanda, İngiliz, hattaAlman kökenliydi ve birazda Fransız vardı. BugünküBaltık denizindeki küçük ülkeLetonya’nın başkenti Riga’danbile gelen bir trampetçi er veayrıca Finlandiya’dan milismacerasına çıkmış borazancıbaşı asker bile içtimayahazırdı. Sanki Amerikalılarınkuzeye göz dikip Kanada’yasaldıracağını biliyormuş gibigeldiler ve Ontario eyaletindekonuşlandılar.Trump’ı aratmayacak şekildeABD’nin 4. başkanı olan JamesMadison’ın saldırı emriyleABD ordusunun Fransız orijinliMontreal kentini işgal etmesiüzerine 1812’de savaş başladı.Savaş aslında İngilteredominyonu olan Kanada ileABD arasındaydı, 3 sene sürdüve bu sıcak çatışmalarda binkişilik kuvvetiyleKSPA dörtönemlimeydanmuharebesindeön saftaydı.Tabii, savaşbu, epeyide can kaybı verdi. KSPAmilislerine Kanada’nın yerlisiolan Metis “kızılderili”halkından savaşçılar dakatılmıştı.Sonunda ABD ile Kanadaarasındaki bugün bilinen vehiç değişmemiş olan ip gibiupuzun, cetvelle çizilmişcesinedümdüz sınır oluştu; ardındanbu milis kuvveti terhis edildi.BARDAK TAŞTITerhis olan alayınmirasını sancağıyla berabergünümüzde Kanadaordusunun “Kraliyet 22.Alayı” olarak bilinen birliküstlenmiş bulunuyor. Ancakzaman zaman alayın bu “şanlıtarihini” yaşatmak üzeremilis kuvvetlerinin o günkükıyafetleri, silahları, bandotakımı tekrar toparlanıyor ve“resmi geçit” yaparak tarihicanlandırıyorlar. Kanadasınırını hayali ve yapay bir çizgi,Türkiye’den 10 misli büyükbir coğrafyası olan bu devülkeyi de aslında ABD’ye aitsayan Trump’ın, “Orası ancakbir eyalet olarak işe yarar”demesi ardından milisler,tarihi canlandırmak değil amagerekirse savaşmak üzeretekrar bir araya gelmeyekarar verdi. Milis kuvvetinsembolik komutanı BinbaşıDavid Moore sandıklardamüzelik ve naftalinlenmişeski üniformaları giyerek kılıçkuşandı ve gerekirse savaşahazır olduklarını duyurdu.Ekonomi diliyle konuşursakABD Doları karşısında düşükdeğerde kalmış Kanada Dolarıbu çekişmeye yardım edemezhaldeydi ama Trump’ın,kuzeye hamle yapmak vekomşusunu çantada keklikgibi görmek lafazanlığıKanada’da milli birliğiyaratmış bulunuyor.ULUSAL UYANIŞIN SİMGESİ!KSPA milisleri antika,müzelik kıyafetler ve barututepmeli filinta tüfekler,altıpatlar tabancalarıyla pekişe yaramaz görünse bileKanada’da “milli uyanışın”simgesi oluverdi.Tiyatro ve sinemamızınöncü ismi Muhsin Ertuğrul’un1932 yapımı “Bir MilletUyanıyor” filmi gibi buhikâyeden bir film çıksayeridir. Sinema deyincePembe Panter karakterininünlü oyuncusu Peter Sellers’in1959 yapımı “Kükreyen Fare”filmi akla geliyor. Dünyajandarması ABD’ye karşıbir komik manifesto gibiseyirliktir.Fransız Alplerinde yer alanFenwick Prensliği’nin ABD’ninşarap alımında gümrükvergilerini artırmasıyla çökenekonomisi karşısında ABD’yesavaş ilan etmesi ve sadecebirkaç bin kişinin yaşadığıbu köyden bozma prensliğintoparlanan mini ordusuylaortaçağ şövalye üniformaları,ok ve yaylarıyla savaşakalkışmasının komedisiniizlemiştik.Bir avuç Groteskortaçağ askeri, bilet alaraktransatlantik gemide yolculukyapar ve nihayet New York’aulaşılır; sonrası tam birkomedidir. En sonunda ABDkoyduğu gümrük tarifelerinide kaldırır.Bazen fare kükrer, dağınödü kopar.Film deyip geçmeyinhakikati beyazperdede,ekranda da görürüz.

Source: Mahmut Şenol


Eğitim-İş’ten ‘Cumhuriyet Neferleri Karma Resim’ sergisi

Cumhuriyetin fikri temellerini geleceğe taşıyan; aralarında Türkan Saylan, Ahmet Taner Kışlalı, Uğur Mumcu, Hasan Âli Yücel, Bahriye Üçok gibi aydınların olduğu 62 isimin portresi, Samsun’daki 30 görsel sanatlar öğretmenin emeğiyle sergiye dönüştü.Eğitim-İş Samsun Şube Başkanı Onur Gündüz, “101 yılını geride bıraktığımız Cumhuriyetimiz sanat ve sanatçılarla daha güçlüdür. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna, kökleşmesine ve bugünlere ulaşmasına emek vermiş 62 değerli insanın portresi, Samsun’un dört bir yanından 30 yürekli öğretmenin emeğiyle hayat buldu. Onlar; bir halkın bağımsızlık yolculuğunda yürüyen kahramanlar, çağdaşlaşmanın mimarları, Cumhuriyetin inançlı yol arkadaşlarıdır. ‘Cumhuriyet Neferleri’ yalnızca bilgi aktaran değil, nesilleri yetiştiren, Cumhuriyetin fikri temellerini geleceğe taşıyan öncülerdir. 62 eserle tarihimize bir saygı duruşunda bulunuyor, bu büyük mirasa duyduğumuz minneti ifade ediyoruz” dedi.

Source: Cemil Ciğerim


Hokka Divitin sırrı

16. Yüzyıl ortalarıydı.

Kanuni Sultan Süleyman’ın iktidar koltuğunda oturduğu, Osmanlı devletinin en kudretli zamanlarıydı. Üç kıtaya yayılmış toprakların ve dünyaya nizam veren gücün sahibiydi.
Nazlı Mahmut Çelebi, o dönemin önemli devlet adamlarından biriydi. Maliyenin bütün kademelerinde çalışmış nihayet defterdarlık makamına kadar yükselmişti.

1537-1546 yılları arasında tam dokuz yıl süre ile İmparatorluk hazinesinin başında oturan Çelebi, Padişah tarafından da sevilen ve takdir edilen bir yöneticiydi.

Bu makama geldikten sonra, -belki bir şükür ifadesi olarak-o zamana kadar oluşturduğu birikimleri ile cami, medrese, mektep ve türbeden oluşan bir külliye yaptırmak istedi. Mimar Sinan’la görüşerek bu isteğini dile getirdi. İstanbul’un birkaç noktasında arsaları vardı ama bu iş için özellikle Eyüp’te bir arazi satın almıştı. Zira hem hayranı olduğu sahabenin ismini taşıyan topraklarda bir eser bırakmak hem de vefatında onun yakınına gömülmek en büyük arzusuydu.

Mimar Koca Sinan, Ayvansaray Surlarının biraz ilerisinde ve Haliç’in hemen kıyısındaki bu arazide çalışmalarına başladı. Sazlık arazinin zeminine ve topoğrafyasına uygun olarak projesini çizdi, temelini attı ve inşaatına başladı. Nihayet 1541 yılında açılışa hazır hale geldi.

İddiasız ve sade görünümüyle İstanbul’un Müslüman kimliğine zarif bir katkı sağlayacak bu esere Defterdar Camii denilecek, o tarihten itibaren de bulunduğu semte adını verecekti.

Üstelik bu yapıyı tüm camilerden ayıran küçük bir ayrıntıya sahipti. Minarenin en tepesine dört hilal yapılmış, hilaller birbirine doksan derece açılı hale (küre şekline) getirilmiş, hilallerin birleştiği üst noktaya da hokka ve divit konulmuştu.

Dünyadaki bütün tapınakların göğe yükselen en üst noktasında, temsil ettiği dinin simgesinin bulunması bir gelenekti. Kilisenin çan kulesinde haç, sinagogda davut yıldızı, minarelerin ucunda ise hilal bulunurdu. Başka hiçbir camide görülmeyen bu özellik, Defterdar Camiinin en ilginç ayrıntısıydı.

Aslında bu ayrıntı, bina sahiplerinin özelliklerini eserlerine ince bir espri halinde işleyen Mimar Sinan dehasının ürünüydü. Mahmut Çelebi, maliyeciliğinin yanı sıra güzel yazıya (hüsn-ü hat) meraklı, iyi bir hattattı. Caminin giriş kapısının üstündeki kelime-i tevhit kitabesini de kendisi yazmıştı.

Öte yandan o dönemin yazı araç-gereçleri olan hokka ve divitin bir caminin alemine işlenmesi; Osmanlının yazıya, ilme, sanata ve aydınlanmaya verdiği önemin de göstergesiydi.

Halkın bu ayrıntıya yüklediği anlam daha ilginçtir.

Defterdar Mahallesinin arka sokaklarında dolaşır veya kahvelerinde yapılan sohbetlere kulak verirseniz sır gibi anlatılan bir hikaye duyarsınız.

………………………

Rivayete göre Defterdar Mahmut Çelebi, elinin sıkılığı ile tanınan bir devlet adamı imiş. Hazineden para harcamaya direnir, niçin ve nerelere harcama yapıldığını en ince ayrıntılarına kadar öğrenmeden asla ödeme yapmazmış. “Nazlı” denmesinin sebebi de bu yüzdenmiş…

Kendisini sevmeyen veya çekemeyen birileri, onun hakkında “devlet malını zimmetine geçiriyor, rüşvet alıyor” şeklinde bir dedikodu çıkarmışlar.

Bu söylenti, Kanuni Sultan Süleyman’ın kulağına kadar gitmiş. Dürüstlüğünü bildiği ve kendisini çok sevdiği için bir müddet bu söylentilere kulağını tıkamış. Ama gün gelmiş, dedikodular saray duvarlarını aşıp sokaklarda konuşulur olmuş. Padişah, daha fazla dayanamayıp vezirini yanına alarak Eyüp’ün yolunu tutmuş…

Nazlı Mahmut Çelebiyi cami inşaatının son aşamalarını incelerken bulmuş. Koskoca cihan Padişahını karşısında gören Çelebi, sevinçten ne yapacağını bilemez hale gelmiş. İnşaat işçileri, mahalle sakinleri, kalabalık saraylı heyeti bir anda cami avlusunu doldurmuşlar.

Padişah, inşaatın son durumu hakkında kısaca bilgi aldıktan sonra bütün kalabalığın ortasında esas geliş niyetini açıklamış.

“Çelebi!” demiş, “bilirsin seni sever ve takdir ederiz. Bugüne kadar üstlendiğin devlet görevlerinde yüzümüzü hiç kara çıkarmadın. Çalışkanlığın, liyakatin ve dürüstlüğün bizce malumdur. Lakin son zamanlarda bir dedi kodudur almış başını gidiyor…”

İltifattan duyduğu mahcubiyetle yüzü kızaran Mahmut Çelebi, Padişahın son sözlerinden tedirgin olmuş:

“Hünkârım, görürüm ki duyduklarınız sizi rahatsız etmiştir.”

“Öyledir Çelebi, senin rüşvet yediğin, haksız kazançlarla bu camiyi inşa ettirdiğin söylenir. İnanmak istemediğimiz bu söylentiyi herkesin huzurunda sormaya geldik. Bu işin aslı nedir?”

Defterdar Mahmut Çelebi, Padişahın balyoz gibi sözleri karşısında adeta ezilmiş. Ne yapacağını, ne diyeceğini bilememiş. Başını öne eğip omuzları arasına çekmiş. Mahzun ve üzgün bir halde elindeki hokka divite gözlerini dikip bir derviş edasıyla dua eder gibi mırıldanmış:

“Allah’ım, sana sığınırım. Yalan söylediklerini, iftira ettiklerini en iyi sen biliyorsun. Lütfet, bunu kullarına da göster… Göster ki dürüst insanların dayanma gücü olsun…”

Padişah’ın yüzüne bakarken, elindeki hokka ve diviti yukarı kaldırmış:

“Hünkârım, şimdi bunları atıyorum. Haram yediysem yere düşsün, iftiraya uğradıysam minarenin ucunda kalsın…”

“Ya Allah!” diye bir nida atıp hokka ile diviti yukarı doğru fırlatmış.

Hokka ve divit, Padişahın ve kalabalığın şaşkın bakışları arasında havalanmış ve gidip tam minarenin tepesinde takılı kalmış…

Kalabalık heyecandan tekbir getirmiş, Padişah nazlı defterdarını tutup bağrına basmış. O günden sonra da hokka ve divit, minarenin aleminde hep asılı kalmış.

……………..

Masal gibi anlatılan bu olay, bir söylenti… Halk arasında dolaşan bir efsane… Olayın gerçekliğinden ziyade halk arasında gerçekmiş gibi inanılması… Halkın dürüst ve namuslu devlet adamlarına gösterdiği sevginin ve sahiplenip yaşatma duygusunun muhteşem bir örneği…

Aynı zamanda kamu malını harcayanların ne kadar titiz ve dikkatli olmaları gerektiğini gösteren bir örnek…

………………..

Balasagunlu Yusuf Has Hacip,, siyasetname geleneğinin en başarılı örneklerinden biri olan “Kutadgu Bilig” isimli eserinde der ki:

“İyi idareci, gönlünü çıkartıp avucuna koyarak, başkaları önünde mahcup olmadan dolaşabilendir…”

Onlara selam olsun…

Source: Zekeriya Y