“Tarihsel İzler – Atatürk’ten Malakanlar’a Tarihimizin Derinlikleri”

Atatürk”ün Mirası Büyükdere Fidanlığı

Mustafa Kemal Atatürk’ün isteğiyle 1928 yılında İstanbul’da “Büyükdere Meyve Islah Enstitüsü” kuruldu. Bu enstitü bünyesinde 1935 yılında “Meyve Bahçıvanı Yetiştirme Yurdu” açıldı. 1997 yılında özelleştirilen, eğitim öğretim faaliyetlerine son verilen ve zamanla çürümeye bırakılan Atatürk’ün mirası Büyükdere Fidanlığı, Cumhuriyet’in 100 yılında, Ekrem İmamoğlu başkanlığındaki İBB tarafından “Büyükdere Atatürk Fidanlığı” adıyla İstanbul’a ve Türkiye’ye kazandırıldı. Bu hafta bayrama uygun bir şeyler yazmak istedim. Sizlere bugün, kısa süre önce yeniden canlandırılan Atatürk’ün mirası “Büyükdere Fidanlığı”nın ilham veren öyküsünü anlatacağım. Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet , sadece Türkiye’de egemenliğin kayıtsız şartsız millete verildiği bir siyasi rejim değil, aynı zamanda Türkiye’nin her bakımdan aydınlanma, çağdaşlaşma ve uygarlaşma projesidir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçilirken Türkiye’de nüfusun yaklaşık yüzde 80’i köylerde yaşıyor ve tarımla uğraşıyordu. Ancak tarım ilkel yöntemlerle yapılıyordu. Çiftçi topraksız, araç gereçsiz, sermayesiz ve bilgisizdi. Yeni kanunlar çıkarmak, çiftçiyi topraklandırmak, çiftçiye kredi vermek, tarım araç gereçleri, tohum ve fidan dağıtmak, köylüyü ve çiftçiyi bilgilendirmek ve modern yöntemlerle tarımsal üretimi artırmak gerekiyordu. Bunun için yeni bir köy ve tarım politikasına, tarım mühendislerine, tarım okullarına, tohum ıslah istasyonlarına, deneme tarlalarına, örnek çiftliklere ve fidanlıklara ihtiyaç vardı. ATATÜRK DÖNEMİ TARIM POLİTİKASI Mustafa Kemal Atatürk, “Üreten köylü milletin efendisidir” diyerek yola çıktı. Cumhuriyet Halk Partisi Hükümeti tarafından; 1924’te “Köy Kanunu” çıkarıldı. 1925’te Osmanlı’dan kalan “Aşar Vergisi” kaldırıldı. Çiftçiye uygun kredi vermek için Ziraat Bankası yeniden yapılandırıldı. Atatürk Orman Çiftliği başta olmak üzere örnek çiftlikler kuruldu. Topraksız köylüye toprak dağıtılmaya başlandı. Atatürk , 1 Kasım 1926’da TBMM’de yaptığı konuşmada, “Ziraat teşkilatımızı, ziraat okullarımızı, ziraat faaliyetlerinizi bilimsel yöntemler dâhilinde düzenlemek” gerektiğini söyledi. 1927’de “Ziraat Eğitiminin İyileştirilmesi Kanunu” çıkarıldı. 1929’da Tarım Kredi Kooperatifleri kuruldu. Avrupa’dan tarım mühendisleri getirildi. Tarım öğrenimi için yurtdışına öğrenci gönderildi.1930’da Ankara’da kurulan “Yüksek Ziraat Mektebi” , 1933’te beş bölümden oluşan “Yüksek Ziraat Enstitüsü” ne dönüştürüldü. 1930’da İstanbul, Bursa, İzmir ve Adana’da “Orta Ziraat Okulları” açıldı. Ayrıca “Hayvan Sağlık Memurları Okulu” açıldı. Osmanlı’dan kalan 3 ziraat okulu iyileştirildi ve bunlara ek İzmir, Erzincan, Kastamonu, Konya, Çorum, Sivas, Erzurum, Edirne ve Balıkesir’de 9 yeni “Uygulamalı Ziraat Okulu” açıldı. Bursa, Tekirdağ, Edirne, Antalya, Erzincan ve Diyarbakır’da “İpek Böcekçiliği Okulları” açıldı. Ankara ve Adana’da Tarım Makinist Okulları açıldı. 1943- 1947 yılları arasında 5 Teknik Ziraat Okulu ve 2 Teknik Bahçıvanlık Okulu açıldı. Köylüye tarım araç gereçleri, tohum ve fidan dağıtıldı. Bunun için ülkenin çeşitli yerlerinde tohum ıslah istasyonları, deneme tarlaları ve fidanlıklar kuruldu. TOHUM ISLAH İSTASYONLARI 1926-1948 yılları arasında İstanbul, Eskişehir, Adapazarı, Ankara, Kayseri, Antalya, Erzurum ve Samsun’da “Tohum Islah İstasyonları” , Ordu, Çorum, Konya, Erzurum, Kayseri ve Atatürk’ün Örnek Çiftliklerinde “Deneme Tarlaları” ; İstanbul, Adapazarı, Eskişehir, Ankara, Antalya, Samsun, Bilecik, Lüleburgaz ve Erzurum’da “Tohum Üretme Çiftlikleri” kuruldu. Ayrıca Adana Bölge Pamuk Araştırma Enstitüsü, Rize Çay Araştırma Enstitüsü, Bursa İpekböcekçiliği Enstitüsü, Maltepe Tekel Enstitüsü kuruldu. FİDANLIKLAR Genç Cumhuriyet, tarım politikaları kapsamında tohum gibi fidan konusuna da büyük önem verdi. Özellikle meyveciliğe ağırlık verildi. Alman bilim insanı Walter Gleisberg’in hazırlayıp 1936’da Tarım Bakanlığı’na sunduğu “Türkiye Meyveciliği ve Bağcılığı Hakkında Umumi Rapor” doğrultusunda bilimsel çalışmalar yapıldı. Türkiye’de 1930’larda elma, incir, zeytin, fındık, narenciyeler, fıstık ve kaysı üzerinde çalışmak için Arifiye, Aydın, Giresun, Antalya, Gaziantep, Malatya ve İzmir’de birer “Meyvecilik İstasyonu” ; İstanbul, Kastamonu, Niğde, Ankara, Erzincan, Kütahya, Çanakkale, Alanya, Tarsus, İzmir ve Mersin’de birer “Meyve Fidanlığı” kuruldu. İşte o fidanlıklardan biri de İstanbul Büyükdere Fidanlığı’ydı. BÜYÜKDERE FİDANLIĞI İstanbul Büyükdere Çayırı; efsanevi Haçlı Ordugâhı, Kabakçı Mustafa İsyanı’nın başladığı yer, Hünkâr İskelesi Antlaşması’yla sonuçlanan gelişmelerin merkezi, çeşitli spor karşılaşmalarının mekânı, tarihi çınar ağacının gölgesinde halkın dinlendiği, eğlendiği güzel bir mesire alanıydı. Mustafa Kemal Atatürk ’ün isteğiyle 1928 yılında Büyükdere Çayırı’nda “Büyükdere Meyve Islah İstasyonu” kuruldu. Bilimsel yöntemlerle meyveciliğin geliştirilmesi amaçlanıyordu. İstasyon, 1930 yılında, dönemin İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ ’ın yönetiminde, İbrahim Fuat Tezcan ’ın müdürlüğünde ve İtalya’dan davet edilen Leopold Bolagna ’nın öncülüğünde “Büyükdere Meyve Islah Enstitüsü” adı altında bilimsel çalışmalara başladı. Kuruma 1930-1960 yılları arasında birçok İtalyan meyvecilik uzmanı davet edilecek; kurum çalışanları, devlet desteğiyle, İtalya’da meyvecilik konusundaki bilimsel çalışmalara katılacaktı. Burada, Türkiye’den ve dünyadan getirilen çok çeşitli iyi cins meyve ağaçları dikilerek “damızlık bahçesi” kuruldu, aşılı fidanlar yetiştirildi. İlk fidanlarını 1934 yılında halka dağıtan “Büyükdere Meyve Islah Enstitüsü” teksir, ıslah ve muamelat olmak üzere üç bölüme ayrılmıştı. Burası, bir taraftan Türkiye’de meyveciliğin gelişmesine katkı sağlarken, diğer taraftan yetiştirdiği çeşitli bitkiler ve doğal, egzotik ağaç türleri ile Türkiye’nin birçok kentindeki park ve bahçelerin ağaç ve süs bitkisi ihtiyacını karşıladı. Genel olarak yılda 350 bin adet meyve fidanı, fide ve süs bitkisi; 40 bin kiloya yakın da meyve sebze üreten kurum, 300’e yakın meyve çeşidini Türkiye’ye tanıttı. Büyükdere Meyve Islah İstasyonu (Enstitüsü) , 1945’te yapılan I. Meyvecilik Kongresi sonucunda “Büyükdere Bahçe Kültürleri İstasyonu” adını aldı. Kuruluş, 1985 sonrasında “Büyükdere Fidanlığı” diye adlandırıldı. BAHÇIVAN YETİŞTİRME YURDU 1935 yılında “Büyükdere Meyve Islah Enstitüsü” bünyesinde “Meyve Bahçıvanı Yetiştirme Yurdu” açıldı. Burası aslında bir okuldu. Yurdun temel amacı, meyveciliğin ülke genelinde yayılmasını sağlamak, çeşitli bitkilerin üretimi, bakımı ve hastalıklarla mücadelesi konusunda donanımlı elemanlar, bahçıvanlar yetiştirmekti. Yurtiçinden ve dışından getirilen meyve çeşitlerinin incelenmesi, geliştirilmesi ve ülkede yaygınlaştırılması amaçlanmıştı. Sonraki dönemde süs bitkileri, seracılık, sebzecilik konularıyla da ilgilenilmeye başlandığından kuruluşun adı “Pratik Bahçıvan Yetiştirme Yurdu” olarak değiştirilecekti. İSTANBUL”DAKİ KÖY ENSTİTÜSÜ Büyükdere Pratik Bahçıvan Yetiştirme Yurdu’na İstanbul’un çevre köylerinden ilkokulu bitirmiş köylü çocukları alındı. Çocuklar burada gündüzleri bahçe ve tarlalarda uygulamalı, akşamları da teorik eğitim öğretimle yetiştirildiler. Atatürk, işe dayalı pratik eğitimi savunuyordu. 1924 yılında Türkiye’ye davet edilen dünyaca ünlü eğitim kuramcısı John Dewey hazırladığı eğitim raporunda, tarımsal alanlarda çiftlik okullarının açılmasını, eğitimin yaşanılan çevreye göre biçimlendirilmesini ve deneyim yoluyla öğrenmeye önem verilmesini önermişti. 1926 yılında Eğitim Bakanlığı “On Yıllık Gelişme Planı” hazırlamıştı. Buna göre tarım bölgelerinde çiftlik okullarının açılması ve bulunulan çevreye uygun müfredatın uygulanması planlanmıştı. 1931 CHP Kongresi’nde köy okulları programına “tarım derslerinin” konulması kararlaştırılmış, 1935 CHP Programı’nda ise köy eğitimi üzerinde durulmuştu. 1936 yılında başlayan Köy Eğitmenleri Projesi ve 1940 yılında hayata geçirilen Köy Enstitüleri üretime dönük, uygulamalı ve pratik eğitimöğretimi esas alıyordu. Bu bağlamda, Büyükdere’deki Pratik Bahçıvan Yetiştirme Yurdu ’nu -Elif Soylu, İpek Kay ve Deniz Tümerdem’in “Büyükdere Fidanlığı Tarihi” adlı makalelerinde de belirtikleri gibi- “Marmara Bölgesindeki (veya İstanbul’daki) Köy Enstitüsü” olarak adlandırmak mümkündür. Çünkü burada, çoğunluğu İstanbul ve civarındaki illerden gelen köy çocukları, uygulamalı ve teorik eğitim öğretimden geçirilerek eğitimli bahçıvanlara ve üretim yapan bireylere dönüştürülüyordu. (Atatürk’ün Mirası Büyükdere Fidanlığı, s. 100) Yurdun (okulun) eğitim süresi 1947 yılında iki yıldan üç yıla çıkarıldı. Eğitim ilk yıl çiçekçilik, ikinci yıl meyvecilik, üçüncü yıl ise meyveli-meyvesiz fidanlar olmak üzere üç yıla yayıldı. Okuldaki dersler, tarım dersleri ve genel kültür dersleri olarak ikiye ayrılmıştı. İlkokulu bitirip yurda (okula) alınan öğrenciler, gün boyu tarlada tohum, fidan ve damızlık alanlarında çalışıyor, sonra da akşam iki saat teorik ders görüyordu. Üretim mekânı olarak, eğitim, üretim ve tadilattamirat birimleriyle kendi kendine yeter yapıdaydı. Yurt binasında derslik, yemekhane, misafirhane, yatakhane, banyo, revir, depo birimleri vardı. Müdür, idari kadro, memurlar, usta ve ustabaşılar lojmanda kalırken, öğrenciler yurtta kalırdı. Öğrencilerin yemekhane, yatakhane, giyecek gibi tüm ihtiyaçları karşılanıyordu. Öğrencilere ayrıca temel ihtiyaçları için yevmiye de veriliyordu. Ayakkabıları Beykoz Kundura’dan sağlanıyordu. Okuldan “bahçıvan usta” diplomasıyla mezun olan öğrencilerden iki yıl fidanlıkta staj yapanlara “bahçıvan ustabaşı” ehliyeti veriliyordu. Öğrencilere ayrıca köylerinde yapabilecekleri arıcılık, tavukçuluk, sütçülük ve hayvan bakımı konusunda da bilgiler verilmesi öngörülmüştü. Okulu bitirip köylerine dönmek isteyenlere bahçıvanlık araç gereçleri, arı kovanları, meyve fidanları ücretsiz verilirken, köyünde toprağı olmayanlara toprak da sağlanıyordu. Buradan mezun olup köylerine dönmek istemeyenler ise kamu ve özel kurumlara yönlendiriliyordu. Büyükdere Pratik Bahçıvan Yetiştirme Yurdu , 1935- 1992 yılı arasında 1000’e yakın diplomalı bahçıvan usta ve ustabaşı yetiştirdi. YENİDEN DOĞUŞ Büyükdere Fidanlığı, 1997 yılında özelleştirildi. Böylece -Prof. Dr. Yasin Çağatay Seçkin’in ifadesiyle- tarihsel ve kültürel değeri zarar görmeye başladı. Buradaki eğitim ve üretim faaliyetleri sona erdi. Yapılar kaderine terk edildi. Daha sonra Çayırbaşı-Sarıyer Tüneli inşası ve Bahçeköy Yolu’nun genişletilmesi sırasında buradaki sera, lojman, dershane ve laboratuvar gibi yapılar yıkıldı. 2000’li yılların başında fidanlık perişan halde çürüyordu. (Atatürk’ün Mirası Büyükdere Fidanlığı, s. 199-200) Atatürk’ün tarihi mirası Büyükdere Fidanlığı, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ’nun vizyonu, İBB’nin ilgili birimlerinin çabasıyla kısa bir süre önce “Büyükdere Atatürk Fidanlığı” adıyla yeniden ayağa kaldırıldı. (300 bin metrekare) Harabe haldeki Büyükdere Fidanlığı , Cumhuriyetin 100. yılında, bahçıvanlık okuluna, hayat boyu öğrenme merkezine, kreşe, kadın-aile birimine, kütüphaneye, atölyelere, yerel tohum üretim merkezine ve düzenlenmiş yeşil alanlara sahip yaşayan bir tarihi mekân olarak yeniden canlandırıldı. Ekrem İmamoğlu başta olmak üzere bu projede emeği geçen herkesi gönülden kutluyorum. Şimdiden iyi bayramlar. — Kaynaklar: – Atatürk’ün Mirası Büyükdere Fidanlığı , Haz. Yasin Çağatay Seçkin, İstanbul, İBB Yayınları, İstanbul, 2023. – Arif Turhan Atay, “Türk Tohum Islahının Tarihçesi”, Tarım ve Mühendislik , 2006, S. 78-79. – Birinci Köy ve Ziraat Kalkınma Kongresi Raporları, Ankara, 1939. – Tarih IV, Kemalist Devrimin Tarih Dersleri, (1931-1941), İstanbul, 20024. – İlhan Tekeli, Selim İlkin, Cumhuriyetin Harcı: Köktenci Modernitenin Ekonomik Politikasının Gelişimi, İstanbul, 2004. – Türk Ziraat Tarihine Bir Bakış , İstanbul, 1938.

Source: Sinan Meydan


Cumhuriyet devrimi merkezli ittifak – Av. Murat Fatih Ülkü

Çok farklı bir dönemden geçiyoruz. Bir yanıyla yaşam tüm sıradanlığı ile devam ediyor. Doğumlar, evlilikler, taşınmalar, tayinler, borç altına girenler, gelecek planları vs. Ama bir yanıyla biraz havayı kokladığınızda çok büyük değişimlerin, altüst oluşların eşiğinde bir Türkiye… Kimi önemli farklarına rağmen, birçok yönüyle mütareke döneminin İstanbul’u gibi. Dünya da küresel ısınmayla, yapay zekâyla, tüketim çılgınlığının içinde kendilerini özgür zannederek köleleşen insanlar ile büyük bir dönüşümün eşiğinde ama bugünün Türkiye’sinde bu konular lüks kaldığı gibi yazımızın konusu da değil. GELİNEN NOKTA Küreselleşme rüzgârına eşlik eden 12 Eylül faşist darbesi ile başlayan çürüme, Özal döneminde ivme kazandıktan sonra son 23 yılda vahşi kapitalizm ile büyük bir hevesle bütünleşen siyasal İslamcı AKP iktidarı döneminde zirveye çıkmış durumda. Cumhuriyetin kurucu felsefesi, kurumları, ilkeleri, sosyal adalet hedefi büyük oranda tasfiye edildi. Parasız sağlık/eğitim terk edilip geniş çapta özel sektörün kâr hırsına teslim edildi. Devlet okullarında eğitim almak isteyenleri, dinselleştirilmişmuhafazakâr bir eğitim bekliyor. Laiklik deseniz, yalnızca bizim gibi dinozorların (!) savunduğu, artık kâğıt üstündeki niteliğine de son verilmek istenen tatlı bir hayalden ibaret. Bazılarının sandığının aksine küresel emperyalizmin hiç de umursamadığı biçimde, siyasal İslamcı iktidar Türkiye’nin doğrultusunu, çağdaşlaşmadan Ortadoğu bataklığına ve ortaçağın zihniyetindeki dünyaya çevirmiş. Yurttaşların kendilerini güvende hissetmelerini sağlayan hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı rafa bile değil tavan arasına kaldırılıp tozlanmış, yargı organı hızlı otoriterleşen rejimin bir aygıtı olarak kullanılıyor. Bırakın siyasi davaları, yurttaşlar en ufak hukuksal uyuşmazlıklarda bile kendilerini güvende hissetmiyor. Sağlıksız bir Batı hayranlığı içindeki kesimlerin düşündüğünün aksine, kendi çıkarlarına uygun olduğu sürece bu durum da küresel emperyalizmin umurunda değil. Cumhuriyet Devrimi’nin eşitlik ve sosyal adalet hedefi yerle bir olmuş, derin ve iç acıtıcı bir yoksulluk gelir dağılımında adaletsizliğin Cumhuriyet tarihinin en kötü noktasında olduğunu gösteriyor. Özellikle 2010 ve 2017 anayasa değişiklikleri ile hükümet sistemi değil rejim değişmiş, lider-parti-devlet bütünleşmesi ile otoriterleşen ülkemizde denge ve denetleme mekanizmaları devre dışı kalmış. CUMHURİYET DEVRİMİNİN BİRLEŞTİRİCİLİĞİ Cumhuriyet devrimi kurumları ile birlikte büyük oranda tahrip edilip işlevsiz kılınmasına rağmen, kurucu lider Atatürk’ün muhalif kitlelerin birleştiği sembol olması, Cumhuriyetçi birikimin kamuda olmasa da toplumsal ve kitlesel ölçekte yerleştiğini, devam ettiğini gösteriyor. Yıllardır işaret ettiğimiz gibi, Cumhuriyet mitingleri ve Gezi direnişi döneminde de net olarak ortaya çıkan, muhalif kesimlerin Cumhuriyet devrimi ve Atatürk üzerinde birleşmeleri olgusu, muhalefet tarafından bugüne kadar net biçimde anlaşılamadı. Bu kitleler uzun yıllar siyaseten tam olarak temsil edildiklerini hissetmediler. Son olarak 19 Mart’taki Erdoğan karşısındaki en güçlü cumhurbaşkanı adayı olan Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması ile ortaya çıkan kitle muhalefetinde de temel birleştirici niteliğin Cumhuriyet Devrimi ve Atatürk olduğunu görüyoruz. Suriye’deki gelişmeler, Esad rejiminin devrilmesi, Suriye’nin kuzeyindeki fiili oluşuma koşut ve belirsizlikleriyle devam eden yeni açılım süreci başka bir yanıyla da siyasal İslamcı iktidarın gelişen muhalefete karşı, etnik düzlemde siyaset yapan bölücü-Kürtçü hareketin de içinde olduğu Cumhuriyet Devrimi karşıtı bir ittifak peşinde olduğunu gösteriyor, bu yeni ittifak için önemli bir mesafe alınmış durumda. Dış gelişmelerin Cumhuriyet Devrimi karşıtı ittifakın lehinde olduğu düşünülürse, muhalif kesimlerin Cumhuriyet Devrimi odaklı bir siyaset stratejisi belirlemeleri tarihsel bir zorunluluktur. Bu kapsamda TKP’nin Cumhuriyet devrimi merkezli muhalif odak oluşturmayı amaçlayan siyasal çıkışları son derece önemlidir. Atatürk’ün -Sırrı Süreyya Önder’in avans söyleminin aksineemperyalizmden söke söke aldığı bağımsızlığı perçinlediği Cumhuriyet Devrimi’nden 100 yıl sonra, Cumhuriyetçi birikime sahip kitleler, devrim kazanımlarını da içererek geleceğe yönelen bir siyaset arıyor.

Source: Olaylar Ve Görüşler


ABD ve Avusturalya”dan gelip Kars”ta iz sürdüler!

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı nda Çarlık Rusya döneminde silahlanmaya karşı çıkıp savaşmadıkları için Kafkasya’ya ve kısmen Anadolu ya sürgün edilen Malakanların torunları, atalarının yaşadıkları topraklar üzerinde incelemelerde bulunmak için çalışma başlattı. ABD’de yaşayan Malakan tarihçisi Andrei Conovaloff ve Vasili Kobzev ile Avusturalya da yaşayan Jerry Bogdanoff, atalarının doğup büyüdüğü topraklara, Kars a geldi. Kars Kültür ve Sanat Derneği Başkanı Vedat Akçayöz ün rehberliğinde merkez Çakmak köyünde Malakan Mezarlığı’nı ziyaret eden Conovaloff, Kobzev ile Bogdanoff, Malakan Kültür Evi nde incelemelerde bulundu. Konukların Kars ve çevresindeki Rus köylerini, Malakan mezarlarını ve su değirmenlerini incelediklerini söyleyen Vedat Akçayöz, Çakmak köyünde bulunan Malakan Mezarlarını ziyaret ettiklerini belirtti. Akçayöz, Bu süreç içerisindeki en büyük amaçları kendilerinin dünya çapında bir web sayfaları var. Bu web sayfaları üzerinden Kars bölgesinde yaşayan bu bölgeden göçen Malakanların, bu bölgeyle kültür ve turizm üzerinden tekrar entegre edebilmek için Amerika, Rusya, Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan da bulunan Malakanların iletişimlerini sağlamak, Kars ekonomisine ve turizmine katkı yapmak amacıyla buraya geldiler. Bizim Kültür Bakanlığı desteğiyle yapmış olduğumuz Malakan Evi nin restorasyonu ile ilgilendiler. Bu bölgeyi benim arzum ve amacım; Çakmak köyündeki bu Malakan Evi’ni restore ettirdikten sonra Kültür Bakanlığı nın da desteğiyle burada bir Malakan Müzesi ni yapabilmektir diye konuştu. 93 harbi olarak bilinen 1878 ve sonrasında bu bölgeye getirilen Malakanlar ve Dukoborlar diğer sektantlarla beraber yani yaklaşık 30 un üzerinde sektant var bu bölgede diyen Akçayöz, Bunlarla beraber bu bölgeye kültürleriyle beraber geldiler. Malakanların en önemli özelliği barışı sağlayan, barış üzerinden silahlarını eline almayan bir toplumdur. Savaşmamak için barışı eyleyen. Ateşe dönen bu dünyada şu anki günümüzde bizim için de insanlığın içinde çok ulvi bir değerleri olan bir yaklaşım tarzıdır bu. Dukoborlar ise ikisi arasındaki farkı şöyle anlatabiliriz; savaşmamak için ellerindeki silahları yakan insanlardı. Dünyada ilk kez 1895 yılında yaktıktan sonra bu bölgeden 1899 yılı üzerinde tüm Malakanların, Dukoborların bir kısmı Kanada ya, bir kısmı Amerika Birleşik Devletleri ne gitti. Bizim amacımız bu bölge doğumlu, bu bölge ataları olan Malakanların Kars ın kültürünü, sanatını, turizm üzerinden canlandırıp Kars a katkı yapmaktır dedi. Dünyadaki Malakanlarla kontağı sağlamak istediklerini söyleyen Malakan tarihçisi Andrei Conovaloff ise Bizim görevimiz kontağı sağlayabilmek. Web sayfası üzerinden bilhassa da o ülkelere gidebilmek, o ülkelerdeki Malakanlılar ve Dukoborlarla angaje olup onları bir yerde turizm, kültür turizmine adapte edebilmek. Barış amacıyla bu bölgeye geldiler. Yüzbinlerce Malakan ve Dukobor bu bölgeden ayrıldı, 1912-62 süreci içerisinde. Önemli olan onların kontaklarını sağlayabilmektir diye konuştu.

Source: Habertürk