Engizisyon
Suçlanan insanları mahkûm etmeden hapse atmak, ailelerinden uzak cezaevlerine, kötü koşullarda nakletmek, nakledildikleri yerlerde de kötü koşullar altında yaşatmak, ayrıca mahpusları “itirafçı” olmaya zorlamak, Ortaçağ’da, Avrupa’daki dinci Engizisyon Mahkemeleri’nde kullanılan çağ gerisi yöntemleri akla getirir. Bu konudaki tarihsel bilgileri aşağıda özetledim. *** Ortaçağ’daki Engizisyon yargılamalarında itiraf almak, suçlamaların kanıtlanması için kullanılan temel yollardan biriydi. İtiraf elde etme yöntemleri ise Ortaçağ’ın acımasız uygulamalarını yansıtır: 1. Psikolojik Baskı ve Tehdit: Sanıklar, genellikle uzun süre hücrelerde tek başlarına tutularak yalnızlık, korku ve belirsizliğe mahkûm edilirdi. Engizisyon Mahkemeleri, sanığa atılı olan suçu itiraf ettirmek için dini inançları kullanır, günah çıkarma ve tövbenin ruhsal kurtuluş getireceğini anlatırlardı. Suçlananlar itiraf etmedikleri takdirde, ebedi cehennem azabı ya da idam gibi dünyevi cezalarla tehdit edilirdi. 2. Sorgulama ve Tuzak Sorular: Engizisyon yargıçları, sanıkları çapraz sorguya tabi tutar ve teolojik ya da karmaşık sorularla çelişkili ifadeler vermelerini sağlamaya çalışırdı. Bu sorgulamalar günlerce sürebilir, sanığın iradesini kırmayı amaçlardı. 3. Tanıklık ve İhbar: Engizisyon, sanığın suçluluğunu kanıtlamak için tanık ifadelerine ve/ veya ihbarlara dayanırdı. Tanıkların kimlikleri de çoğu zaman gizli tutulur, böylece, sanıkların bu ifadeleri çürütecek bir savunma yapmaları engellenirdi. 4. Fiziksel İşkence: İtiraf almak için en yaygın yöntem işkenceydi. İşkence, 13. yüzyıldan itibaren Papa IV. Innocentius ’un onayıyla yasallaştırılmıştı, ancak “kan dökülmemesi” şartı getirilmişti. Kullanılan işkence yöntemleri şunlardı: Strappado: Sanık, elleri arkadan bağlanarak bir ip yardımıyla yukarı çekilir, böylece omuzlarda ağrı ve sakatlanmaya yol açılırdı. Su İşkencesi: Sanığın ağzına su dökülerek boğulma hissi yaratılırdı. Bu, “Waterboarding” denen yöntemle günümüzde de kullanılmaktadır. Ateşle İşkence: Tabanlar ateşe tutularak veya sıcak demirlerle dağlanırdı. Tezgâh (Rack): Sanığın uzuvları bir tezgâhta gerilerek eklemleri yerinden çıkana kadar acı çektirilirdi. Bu işkence, Braveheart filminde, William Wallece ’a ( Mel Gibson ) uygulanmıştı. 5. Din Adamlarının Rolü: Rahipler tarafından, itiraf etmenin Tanrı’nın merhametini kazanacağı, aksi takdirde ruhun lanetleneceği anlatılırdı. 6. İtirafın Resmileştirilmesi: Sanık itiraf ettiğinde, bu itiraf mahkeme önünde yazıya geçirilir ve sanıktan onaylaması istenirdi. İtirafın, suçun ayrıntılarını ve öteki suç ortaklarını içermesi beklenirdi. İtiraf edenler, tövbe ederlerse, hac ziyareti, kamu önünde kırbaçlanma veya mal varlığına el konması gibi daha hafif cezalar alırlardı. Direnenler ya da itirafını geri çekenler genellikle yakılarak idam edilirlerdi. *** Daha çok İspanya’da kurumlaşan Engizisyon’un itiraf ettirme yöntemleri, hem sanığın hem de toplumun üzerinde korku ve kontrol oluşturmayı amaçlıyordu. Bu yöntemler, özellikle 15. ve 16. yüzyıllarda, sahte itiraflara yol açarak masumların cezalandırılmalarıyla sonuçlanıyordu. Reform, Rönesans ve Fransız Devrimi, Kilise’nin ve Kralın, daha çok Yahudilere, Müslümanlara ve kadınlara yönelik olan bu zulmüne son verdi! *** Sevgili okurlarım, iyi ki Ortaçağ Avrupa’sında değiliz ve Anayasa’sında “Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti” yazan Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşıyoruz… Ve iyi ki Adalet Bakanımızın dediği gibi “Bağımsız bir yargımız (!)” ve Anayasa Mahkememiz var!
Source: Emre Kongar
Dünyanın rasyonel karar alabilen liderlere her zamandan daha fazla ihtiyacı var…
Değerli okurlarım,
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, uzun süredir tarih araştırmacılığı yapıyor ve kitaplar yazıyor. Son eseri olan “Lider Güç Strateji” geçen Mart ayında okurlarıyla buluştu. Böylece 17. kitabı yayımlanmış oldu. Eser çok ilginç konular içeriyor.
Sayın Başbuğ ile bugünkü söyleşimizde “Liderler neden rasyonel kararlardan, eylemlerden saparlar?” sorusuna cevap aramak istiyorum.
Zira liderlerin kararlarını kaliteli maliyet-fayda analizine dayandırması beklenir. Ancak bazen liderlerin maliyet-fayda analizi ile karar vermeleri mümkünken, bu doğrultuda karar almadıkları da görülebiliyor.
Uğur Dündar’ın sorularını İlker Başbuğ yanıtladı.
UĞUR DÜNDAR (U.D.): Sayın Başbuğ, liderlerin böyle davranmalarının nedenlerini anlatır mısınız?
İLKER BAŞBUĞ (İ.B.): Bunun dört temel nedeninin olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi, lider, dünyaya ilişkin ham bilgileri anlamlandırarak incelemektedir. Ancak burada kritik olan nokta, liderin bu incelemede rasyonel davranışlardan ayrılarak, anlamaya veya incelemeye çalıştığı şeylerle, “önceden bildikleri” ya da “inandığı” şeyler arasında ortaklıklar arayarak, yani tanıdık ile tanıdık olmayanlar arasında bağlantılar arayarak, anlamlandırmaya ve çözümlemeye çalışmasıdır. Bu durumda lider, kendisinin daha önceden doğru olarak bildiği, kabullendiği veya inandığı noktaların pek dışına çıkmamaktadır. Çözümü bu çerçevede bulmaya yönelmektedir. Hele, “önceden bildikleri” veya “inandıkları” şeyler “ideolojik” temellere dayanıyorsa iş daha da karmaşık hale gelebilir.
U.D.: Bunu bir örnekle açabilir misiniz?
İ.B.: Mısır Devlet Başkanı Nasır, 1956 yılında Süveyş Kanalı’nı millileştirme kararı aldı. Britanyalı ve Fransız liderler hemen Nasır’ın “tıpkı Hitler gibi” olduğuna ve ona direnmek gerektiği sonucuna vardılar. Bu liderler, önceden yaşanan “Hitler’in yayılmacı ve saldırgan tutumunun” sonuçlarından hâlâ kendilerini kurtaramamışlardı. Oysa Nasır ile Hitler arasında bir ilişki kurmaları hiç de rasyonel bir karar değildi. Aldıkları müdahale kararı, iki Avrupa ülkesinin gücüne ve saygınlığına büyük zarar veren gereksiz bir savaşa neden olmuştu.
U.D.: İkinci nedeni de anlatır mısınız?
İ.B.: İnsan davranışlarının derininde yatan psikolojik korkular, arzular ve gereksinimler de insanları rasyonellikten uzaklaştırabilir. Burada liderler ile yanında çalışanlar arasındaki ilişki çok önemlidir. Eğer bu ilişki “korkuya” dayanıyorsa, liderin yanındakiler onun duymak istemediği şeyleri söylemekten korkarlar.
Örneğin I.Dünya Savaşı öncesi Alman diplomatlarının neredeyse tamamı, Alman Dışişleri Bakanı’nın duymak istemediği şeyleri rapor etmekten kaçınmışlardır. Bu korkuyla Almanya’nın Belçika’nın tarafsızlığını ihlal etmesi durumunda, Britanya’nın duruma müdahale etmeyeceğini raporlamışlardır. Oysa gerçek böyle olmamıştır. Tabii doğru bilgi ve değerlendirmelere sahip bulunmayan liderlerin doğru kararlar alabilmesi de beklenmemelidir.
U.D.: Üçüncü neden olarak da liderlerin tercihlerinin kişisel özelliklerinde, iyi bilinen nevroz ve psikozlar da olabileceğini yazmışsınız. Bunu da biraz açar mısınız?
İ.B.: ABD Başkanı Woodrow Wilson aşırı baskıcı bir babanın elinde büyüyen, travmatik çocukluk dönemi geçirmiş birisiydi.
Wilson’un bu kişisel özelliği onu, 1919 yılındaki Paris görüşmelerinde, uzlaşmadan kaçınmaya, muhalefete karşı tahammülsüz davranışlar içine girmeye ve her şeyi kontrol etme arzusu içine sokmuştu.
Burada şu noktayı da ifade etmek yerinde olur:
Tarihte yer almış liderlerin büyük bölümünün babaları ile olan ilişkileri pek olumlu değildir. Bu durum da onları daha acımasız bir duruma sürüklemektedir.
U.D.: Dördüncü nedene geldik.
İ.B.: Dördüncü neden üzerine yapılan çalışmalar gerçekten çok ilginç bir sonuç gösteriyor.
Soru şu: Liderler kazanma ya da kaybetme durumuyla karşı karşıya kaldıklarında, hangi durumda daha fazla risk alabilirler?
İlk bakışta, kazanma durumu doğru cevap gibi görülebilir.
Ancak, yaşanan örnekler, liderlerin kayıplardan kaçınmak için kazanç elde etmek istediklerinde olduğundan daha büyük riskler aldıklarını göstermektedir. Hele, liderlerin kaybedecekleri çok büyük ise alınan riskler de o derece büyük olabilmektedir.
Örneğin; ABD’nin Vietnam Savaşı’ndaki can kayıpları arttıkça, yenilgiyi kabullenme isteksizliği büyümüştü. Kaybedilecek bir dava için mücadele eden liderler sıklıkla, ancak kaynaklarını tükettiklerinde pes etmektedirler.
U:D.: Söyleşiyi şu soru ile bitirmek istiyorum. 21. yüzyılda liderlere ihtiyaç kalmadığı çok yerde yoğun biçimde düşünülmekte ve tartışılmakta. Bu konuya ilişkin görüşleriniz nelerdir?
İ.B.: Bu konuda acaba asıl gözden kaçan nokta, gerçekten toplumların artık liderlere ihtiyacı kalmadığı mıdır, yoksa yaşanılan koşullar altında 21. yüzyılda ortaya güçlü liderlerin çıkmamış olması mıdır?
21. yüzyılın ilk çeyreğinin son yılındayız. Dünyayı tehdit eden en büyük tehlike iklim değişikliğidir. İklim değişikliği ile mücadele için “uzun vadeli amaçlara odaklanan liderlere” ihtiyaç vardır. Bu neden bile tek başına 21. yüzyılda güçlü liderlere olan ihtiyacı ortaya koymaktadır.
Sayın Dündar; ortada bir gerçek var:
Barışın hüküm sürmediği, çatışmaların devam ettiği, iklim değişikliği tehdidinin giderek arttığı, toplumların sömürüldüğü, dünya milletlerinin refah seviyelerinin istenilen seviyeye ulaştırılmadığı, kurumların değer kaybederek zayıfladığı bir dünyada; milletlerin, bu sorunlara çözüm aramaya kendisini adamış; kendisini günlük politika girdabından kurtarabilen, cesur liderlere ihtiyacı vardır.
Source: Uğur Dündar
Dünyanın en kısa savaşı: 38 dakika!
Afrika daki imparatorluk yarışı, Zanzibar da 38 dakikalık bir savaşla doruğa çıktı. Sarayın bombalanmasıyla sultan devrildi, yerine Britanya destekli bir lider geldi. Olay, kısa sürede büyük değişimlerin yaşanabileceğini gösterdi.DÜNYANIN EN KISA SAVAŞI: 38 DAKİKADA BİTEN ÇATIŞMA Zanzibar da 1896 da yaşanan bu çatışma, sadece süresiyle değil, sömürge rekabetinin küçük bir adada nasıl doruğa çıktığını göstermesiyle de dikkat çekiyor. ARKA PLAN: SÖMÜRGECİ YARIŞ VE GERİLİM Britanya ile Almanya, 19. yüzyıl sonunda Afrika da etki alanı mücadelesine girmişti. 1890 daki Heligoland-Zanzibar Antlaşması ile Zanzibar Britanya nın kontrolüne geçti. Ada halkı bu müdahalelerden rahatsızdı; köleliğin kaldırılması ve ticaret politikaları gerilimi artırdı.HALİD İN DARBE GİRİŞİMİ 25 Ağustos 1896 da Britanya yanlısı Sultan Hamad ın ölümü sonrası Halid bin Barghaş, sarayı ele geçirerek 3.000 kişilik bir kuvvetle direnişe geçti. Britanya ise Hamud bin Muhammed i destekliyordu ve Halid in iktidarını tanımadı.SAVAŞIN PATLAK VERMESİ İngiliz konsolos Sir Basil Cave, Halid e sabah 09:00 a kadar çekilmesi için ültimatom verdi. Reddedilince İngiliz savaş gemileri ateşe başladı. Saray 2 dakika içinde ağır hasar aldı. 38 DAKİKADA BİTİŞ Saat 09:46 da çatışma sona erdi. Halid Alman konsolosluğuna sığınarak kaçtı. 500 e yakın kayıp veren Halid in kuvvetleri yenildi; Britanya tarafında sadece bir denizci hafif yaralandı.SONUÇLAR Aynı gün Hamud tahta geçti. Britanya nın kontrolü pekişti, kölelik kaldırıldı, ada tam anlamıyla sömürge düzenine girdi. Kaynak: Britannica, History Extra, Historic UK Fotoğraf kaynak: ShutterStock AI
Source: Habertürk