Katliam gününün sırrı: Vali intihar edecekti
Sivas katliamının üzerinden 32 yıl geçti. Dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu SÖZCÜ’ye açıkladı: “Vali telefonda ‘Tabancamı kafama dayadım intihar edeceğim’ dedi. Şok oldum, ‘ne demek intihar, sakın ha bu hiçbir şeyi çözmez ’ dedim ve hemen Sivas’a hareket ettim. Gazioğlu şunları söyledi:
YEDİ GÜNLÜK BAKAN
“Beni kahreden bir olaydır. O tarihte henüz 7 günlük bakandım, hükümet güvenoyu bile almamıştı. Kimseyi suçlamak istemem ama olayda dirayetsizlik vardı. Camiden çıkan bir grup, otel önünde toplanıyor, büyüme eğilimi var. Vali hemen sokağa çıkma yasağı ilan etse durum farklı olurdu. Valilerdeki yetki bakanda bile yok. Orada 6 bin kişilik Tugay var, yarısını otel çevresine alıp etten duvar örseniz, bu facia da olmazdı.
HİÇBİR ŞEYİ ÇÖZMEZ
Olay başlayınca valiyi aradım ‘Gerici bir grup, tehlike arz etmiyor’ dedi ama olaylar büyüdü, yeniden valiyi aradım. Bu kez ‘Tabancamı kafama dayadım intihar edeceğim’ dedi. Şok oldum, ne demek intihar, sakın ha, bu hiçbir şeyi çözmez’ dedim. Hemen Sivas’a hareket ettim. Uçaktayken otelin yakıldığını ve canlara mal olduğunu öğrendik. Sokağa çıkma yasağını ben ilan ettirdim.”
VALİ: ASKER GEÇ KALDI
Dönemin Sivas Valisi Ahmet Karabilgin ise 10 Ekim 2012’de TBMM Araştırma Komisyonunda şu ifadeyi verdi: “Toplam 450 kişilik polis ve jandarma gücüm vardı. Genelkurmay Başkanı ‘Orada 6 bin askerim var, hepsi emrinde’ dedi ama Tugay Komutanı ancak Genelkurmay Başkanından talimat alınca asker sevkiyatı yaptı. O sırada zaten otel ateşe verilmişti, 10 dakika içinde de yandı. Olayı yaratanlar önceden hazırlıklı, örgütlü ve organizeydi. ‘Şeriat gelecek, Kahrolsun laiklik, Tek Yol İslam, Yaşasın Hizbullah’ sloganları attılar. İtfaiye de görevini yapamadı, engellediler.”
Sanık avukatlarından 8’i AKP’den vekil oldu
Sivas’ta 2 Temmuz 1993’te Cuma namazı sonrası laiklik karşıtı sloganlar atan bir grup, sanatçılar, çocuklar ve aydınların kaldığı Madımak Otelini ateşe verdi. 33 sanatçı ve aydın ile 2 otel görevlisi ve 2 saldırganla birlikte 37 kişi hayatını kaybetti. Aziz Nesin, itfaiyenin yangın merdiveni ile kurtarıldı. Davalar açıldı, sanıklardan 33’ü müebbete mahkum oldu, bazıları affedildi. Olay sonrası Almanya’ya kaçan 8 sanık da zaman aşımı ile kurtuldu. Yıllarca aranan, davanın 1 numaralı sanığının ise Sivas’ta olduğu, kalp krizinden ölünce ortaya çıktı. Sanık avukatlarından 8’i AKP milletvekili seçildi, ikisi de bakan oldu.
Ölenlerden biri Hollandalı konuktu
Madımak kurbanlarından biri de Hollandalı genç bir araştırmacı olan Carina Cuanna Thuijs idi. 1993 yazında Çorum’da saha çalışması yapacaktı. Ülkesinde Yabancılar Dairesi’ne gitti, burada Türk Rahmi Sivri ile tanıştı. Sivri, Carina’nın ailesinin evinde kalabileceğini söyledi. 22 Haziran’da Türkiye’ye geldi Carina, iki ay araştırma yapıp dönecekti. Ankara’da Sivri ailesine konuk oldu. Ailenin iki kızı Yasemin ve Asuman’la tanıştı, onların davetiyle Sivas’a gitti, Madımak Otel’de, koridorda çekilen bu fotoğrafta da üçü beraberdi, hiçbiri sağ çıkamadı oradan; Yasemin 19, Asuman 16 ve Hollandalı Carina 23 yaşındaydı.
Zeynep kızım babanı güleç hatırla!
Madımak Oteli’nde çıkarılan yangında ağır yaralanan şair Metin Altıok, 7 gün sonra Ankara’daki hastanede yaşamını yitirdi. Şair, o zaman 22 yaşında olan kızı Zeynep Altıok için kendi fotoğrafının üzerine şu notu düşmüştü: “Zeynep, babanı hep böyle güleç hatırla…”
Babaya ağıt: Sen benden gittin gideli
Katliamda halk ozanı babası Nesimi Çimen’i kaybeden besteci ve oyuncu Mazlum Çimen’in sözlerini yazdığı ve Edip Akbayram’ın seslendirdiği “Sen Benden Gittin Gideli”yi herkes için bir aşk şarkısıdır. Oysa şiiri Mazlum Çimen babasının ölümünün ardından yazmıştı.
Adını Hasret koymasaydım hasret kalmazdım
Henüz 22 yaşında katliamda hayatını kaybeden halk ozanı, müzisyen Hasret Gültekin’in ölümünden yalnızca bir buçuk ay sonra oğlu Roni Gültekin dünyaya geldi. Hasret Gültekin’in annesi Hace Gültekin, “İsmini keşke Hasret koymasaydım. Belki ona hasret kalmazdım” demişti.
İki çocuk tek beden oldu
Biri 12 diğeri 14 yaşında iki kardeş de hayatını kaybedenler arasındaydı. Saldırganlar oteli kuşatmaya başladığında herkes gibi Menekşe ve Koray Kaya da otelin dördüncü katına çıktılar. İki kardeş yan yanaydı. Ateş çemberinden nasıl çıkacağını bilemeyen çocuklar korkuyla birbirine sarıldı ve cansız bedenleri de öyle bulundu.
Source: Emin Özgönül
CHP”li belediye tarihi mezarlığı otoparka çevirdi
CHP”li Ayvalık Belediyesi, Ali Bey Adası”nda (Cunda) Müslüman Türklerin defnedildiği tarihi mezarlığı otoparka çevirdi. Mübadele zamanı Girit ve Midilli”den göç edip bu adaya gelen mübadillerin naaşlarının üzerinde şu an araçlar park ediyor. Yunanistan”daki Osmanlı eserlerinin envanterini çıkartan Doç. Dr. Neval Konuk, “Ayvalık”taki Rum mezarlığını koruma altına aldılar. Müslüman Türk mezarlığının üzerine otopark yapıyorlar” diyerek tepki gösterdi. Belediye Meclis Üyesi Alihan Tavşan da otopark yapılan alanda ailesinden 3 kişinin mezarının olduğunu söyledi.CHP”li Ayvalık Belediyesi, Müslüman mezarlığını araç parkı yaptı. Balıkesir”in Ayvalık ilçesine bağlı Ali Bey Adası”nda mübadele zamanı Girit ve Midilli adalarından göç eden Türklere ait 2 bin 403 metrekarelik mezarlık bulunuyordu. 1924 ile 1952 yılları arasında hayatını kaybeden mübadiller gömüldüğü tarihi alan, o yıldan sonra define kapatıldı. Tapu kayıtlarında da mezarlık olarak yer alan CHP”li Ayvalık Belediyesi”nce Belediye Meclisi”nden karar alınman otoparka dönüştürüldü.RUM MEZARLIĞINI DÖNÜŞTÜRMÜŞLERYeni Şafak”ın haberine göre, Ali Bey Adası sakinleri bölgenin otoparka çevirmesine tepki gösterdi. 2021 yılında eski Rum mezarlığı olarak bilinen Agios Nikolaos Mezar Şapeli yıkıntısının kültür varlığı envanteri olarak tescil edilmesini hatırlatan ada sakinleri şunları söyledi: “Mübadil mezarlarının, Rum mezarları kadar kıymeti yok mu?”Otoparkın inşası sırasında her taraftan insan kemikleri çıktı.TARİHE BÜYÜK SAYGISIZLIK2005 yılından itibaren Dışişleri Bakanlığı adına Yunanistan”daki Osmanlı eserlerinin envanterini çıkartan Doç. Dr. Neval Konuk, otopark yapılan alanın 1952″ye kadar defin yapılan bir mezarlık olduğunu belirtti. Adanın gerçek adının Yarbay Ali Bey adası olduğunu vurgulayarak “Cunda” isminin Yunan kimliğini öne çıkarmak için kasıtlı kullanıldığını da vurgulayan Konuk, “Ayvalık”taki Rum mezarlığını tescil ettiler. Müslüman Türk mezarlığının üzerine otopark yapıyorlar. Rum mezarlığını tescil ederek koruma altına aldılar. Ama bu alanda otoparkın dış duvarlarının inşası sırasında her taraftan kemik çıktı. Mezarlığın üzerine otopark yapılması tarihe saygısızlık, ata mezarlarına saygısızlık, oradaki kültürü yok etmek” diye konuştu.E-DEVLET”TEN ÖĞRENDİKAK Parti Belediye Meclis Üyesi Alihan Tavşan, skandal olayı 2 Temmuz”da yapılan Belediye Meclisi Toplantısı”nda gündeme taşıdı. Otopark yapılmak istenen alanda kendi ailesinden 3 kişinin defnedildiğini belirten Tavşan, olayı e-Devlet üzerinden öğrendiğini, bu alanın mutlaka korunması gerektiğini ifade etti.ORASI BİZİM İLK MEZARLIĞIMIZOtopark alanı ile ilgili Belediye Meclisi”nden bir karar çıkmadığını söyleyen Tavşan, bölgenin belediye iştiraki Güzel Ayvalık şirketine devredilerek otoparka dönüştürüldüğünü belirtti. Tavşan, “Orası bizim ilk mübadil mezarlığımız. Oranın tarihi bir miras olarak kalması gerekiyor. Alan çok büyük bu nedenle mezarların olduğu alan tespit edilip bir anıt mezar haline getirilmesi gerekiyor. Tabii bunun dışında kalan alanlar otopark olarak kullanılabilir. Buna bir itirazımız yok. Ama tarihi miras açısından oradaki mezarların olduğu alan kesinlikle koruma altına alınması gerekiyor” ifadelerini kullandı.BAŞKAN SUÇUNU KABUL ETTİCHP”li Ayvalık Belediye Başkanı Mesut Ergin, skandal olaya dair açıklama yaptı. Ergin, bölgede tespit edilen birkaç mezar olduğunu onların da başka yere nakledildiğini savundu.
Source: Www.star.com.tr
Bir de ‘tarafsız mahkemelerde yargılayacağız’ demezler mi?
Türkiye, malum zihniyetin iktidarlarında inanılması güç hukuk garabetlerine şahit oldu.
CHP tek parti diktasının zulüm fırtınası estirdiği yıllarda kurulan “İstiklal Mahkemeleri”nde, hiç hukuk bilgisi yokken “mahkeme başkanlığına” getirilen “Kel Ali” lakaplı Ali Çetinkaya ile Kılıç Ali, Necip Ali ve Refik Şevket İnce gibi isimler, insanlarla birlikte adaleti de katletti.
Aralarında İslam âlimlerinin de olduğu binlerce masum sivili idam eden bu kıyım ekibinden miras kalan, “Sanığın idamına, tanığın bilahare dinlenmesine” şeklindeki skandal karar ise hâlâ bir utanç vesikası olarak karşımızda duruyor.
Adnan Menderes ve arkadaşları hakkında “idam” kararı veren “Yassıada Mahkemesi”nin de İstiklal Mahkemeleri’nden pek farkı yoktu.
Her ne kadar Yassıada Mahkemesi üyeleri, güya “hiçbir baskı altında kalmadan, mer’i yasalara göre karar verdiklerini” iddia etseler de benzer bir hukuk skandalı orada da yaşandı.
Yassıada Mahkemesi”nin ünlü yargıcı Salim Başol da “Sizi buraya tıkan güç böyle istiyor Adnan Bey…” diyerek; “kendileri”nin değil de “başkaları”nın karar verdiğini ağzından kaçırıvermişti.
Celal Bayar da anılarında, “Cuntadan gelen günlük emirlerin 2 askerî hakime dikte edildiğini, onların da darbecilerin emirlerini öteki hakimlere tebliğ ettiğini” anlatmıştı.
O günlerin tanıklarından merhum Tevfik İleri’nin kızı Cahide İleri ise “Darbeye meşruiyet kazandırmak için İstanbul”dan gelen bazı hukukçu profesörler, “Bunları mahkûm edin. Eğer böyle yapmazsanız, olay sizin üzerinize yıkılır, o zaman darbenin meşruiyeti olmaz” diye fetva verdi. Bu mahkeme sırf bunun için kuruldu ve bu insanlar onun için yargılandı. Sonra insanları ‘köpek davası’, ‘bebek davası’ gibi iddialarla yargıladılar. Çünkü suçlayacak bir şey bulamadılar” demişti.
12 Eylül 1980 darbesinde de benzer skandal yargı kararlarına imza atılmıştı.
Bizzat darbenin başındaki isim olan Kenan Evren güya “adil” davranmak adına; “Bir sağdan bir soldan astık. Elim bile titremedi” diyerek “hukuk” kılıfıyla gerçekleştirilen cinayetleri itiraf etmişti.
CHP zihniyetinin açıktan destek verdiği 28 Şubat süreci de pek farklı değildi.
Genelkurmay tarafından verilen “irtica” brifinglerine katılarak, cuntacı komutanları ayakta, elleri patlayana kadar alkışlayan dönemin yargı mensupları neler yapmadı ki?
Hukukun tersyüz edildiği o süreçte, “Kılık-kıyafet serbesttir” hükmü, “yasaktır” şeklinde uygulandı.
İmam-Hatip liselerinin orta kısımlarının kapatılması nedeniyle düzenlenen gösterilere katılan onlarca veli, baskıyla, brifinglerle siyasallaştırılan yargı tarafından hapse mahkum edildi.
Sohbet ve konuşma videoları yüzünden çok sayıda Refah partili siyasetçi hakkında ‘’idam’’ cezası öngören 146-1. maddeden dava açıldı.
Ziya Gökalp’e ait şiir “Asker Duası” şiirini okuduğu gerekçesiyle o dönem İBB Başkanlığı görevini yürüten Tayyip Erdoğan hem hapse atıldı hem de siyaset yasağı getirildi.
Mütedeyyin insanlar lehine karar veren tarafsız hâkimler ise soruşturmalardan geçirildi…
“Müspet karar verdiğiniz takdirde kendinizi Çemişgezek’te bulursunuz” ihtarları çekilerek, sürgün tehditlerine maruz bırakıldı.
“Evrensel hukuku” bir kenara atarak Resmi ideolojiyi “hukuk” gibi uygulayan ve kendi üyelerinin haklarını dahi kısıtlayan “Brifingli yargı”, 28 Şubat sürecinde o kadar çok skandal karara imza attı ki…
1998’de, “yeni adli yılın açılış törenlerinde” konuşan dönemin Yargıtay Başkanı Mehmet Uygun, “yargı bağımsızlığının yok olduğu” itiraf etmek zorunda kaldı.
Yargıtay Onursal Üyesi Çetin Aşçıoğlu da yine aynı yıl verdiği bir röportajında, “Emekli bir hukukçu olarak, yargı sisteminin işleyişini yakından takip ettiğini ve yargıya güveni kalmadığını” söyledi.
Seyfi Oktay ve Mehmet Moğultay döneminde yaşanan partizan kadrolaşma nedeniyle siyasalaştırılan yargı, AK Parti iktidarının ilk yıllarında da çirkin yüzünü göstermekten çekinmedi.
Baklava çalanlar hapiste çürürken, Ecevit iktidarında banka boşaltan çok sayıda isim “zamanaşımı” bahanesiyle aklandı.
Milletin iradesiyle iktidara gelen AK Parti bile kapanmanın eşiğinden döndü.
Anayasa Mahkemesi’nin 6 üyesi AK Parti’nin “temelli kapatılması” için oy verirken, 5 üyenin aksi yönde oy kullanmasıyla nitelikli çoğunluk sağlanamadı ve AK Parti kendi iktiranında kapatılmaktan kıl payı ile kurtuldu.
Sırf Sabih Kanadoğlu öyle buyurdu diye bu ülkede “367 krizi” yaşandı.
Meclis’te 411 milletvekilinin imzasıyla kabul edilen ve başörtüsüne serbestlik getiren Anayasa değişikliği bile CHP ve DSP’nin talebi doğrultusunda engellendi.
17-25 Aralık’ta ise yargı içerisine sızan FETÖ’cü hainler, meşru iktidara darbe yapmak istedi.
Eski Başsavcı ve Yargıtay Üyesi Harun Kodalak’ın “FETÖ”nün yargıda yaptığı ilk darbe” dediği Deniz Feneri Soruşturması ile İslami vakıflara çamur atılmak istendi.
Tabii örnekleri daha da çoğaltmak mümkün ama bunlarla iktifa edelim…
İşte tüm bu tarihi gerçekler ortada iken…
Başını CHP, kiralık kalemlerinin ve paralı trollerinin çektiği bir güruh, sürekli “Geçmişte yargının bağımsız olduğu”ndan dem vurup, AK Parti iktidarında “yargının siyasallaştığı” yalanını tekrar ediyor.
Böylece, CHP’li belediyelerde dönen yolsuzlukları görmezden gelip, vatandaşın milyonlarını iç eden isimlere yönelik soruşturmalarının “siyasi” olduğu algısını oluşturmaya çalışıyor.
Sonra da dönüp, iktidara gelmeleri halinde hükümet mensuplarını ve özellikle milli medyanın temsilcilerini “bağımsız mahkemelerde yargılayacaklarını” iddia ediyorlar.
Son olarak iki gün önce CHP Grup Başkanvekili Ali Mahir Başarır, “Öyle bir gün gelecek ki Fahrettin Altun da tarafsız mahkemelerde yargılanacaktır” diyerek, İletişim Başkanı Fahrettin Altun”u yargılamakla tehdit etti.
Geçmişi maşeri vicdanları yaralayan karanlık yargı kararlarıyla dolu olan CHP ve güdümündeki yargının “tarafsız” olabileceğine nasıl inanalım?
Sadece 4 yıl önce, Halk TV’de Ayşenur Arslan’ın programına katılan CHP eski Beşiktaş İlçe Başkanı ve dönemin İstanbul Baro Başkanı Mehmet Durakoğlu…
“Bunak kadın demek, hakaret midir?” sorusuna önce “Sanmıyorum” cevabı verip, Ayşenur Arslan’ın “Bana diyorlar” tepkisi üzerine çark ederek, “O zaman hakaret olabilir” demedi mi?
Yine Halk TV’de, 28 Şubat sürecinde “İstanbul Barosu Başkanlığı” görevini yürüten Avukat Turgut Kazan, kahkahalar eşliğindeki konuşmasında, İmamoğlu”nun ülkenin başına gelmesi halinde; “Yargıtay’ın selam duracağını, inanılmaz kararların çıkabileceğini” söylediğinde…
Bu sözleri duyan Şirin Payzın, ağzı iki karış açık şekilde;
“Bir anda Süleyman Soylu”yu içeride görme ihtimalimiz olabilir” itirafında bulunarak
CHP iktidarında nefret ettikleri herkesi içeri tıkacaklarını ima etmedi mi?
Bakmayın siz bu müzmin muhaliflerin her fırsatta “bağımsız yargı” lakırdıları yapmasına…
Yeter ki iktidara gelmesinler, devletin şerefli başsavcısı Akın Gürlek’i bile çocuklarıyla tehdit eden bu kafanın neler yapabileceğine hakikaten inanamazsınız!
Sonuçta, idam ettikleri kişinin ailesinden darağacındaki ipin parasını bile istemiş insanlardan söz ediyoruz!..
Zekeriya Say / Haber7
Source: Zekeriya Say
“Hayye Ale’l-Felâh”
İletişim tarihi rehinci dükkânı gibi. Karşınıza ne zaman ne çıkaracağı belli olmuyor. Yazının başlığı, İttihat ve Terakki”nin propaganda broşürüne ait*. 1910 yılında, Abdülhamid”in tahttan indirildiği fakat İttihatçıların mutlak iktidarı elde edemediği bir dönemde yayınlanmış. Nasıl İttihatçı olunur onu anlatıyor. İttihatçılar 1913 darbesiyle muradına erdi ve çok değil, 5 yıl sonra, Hayye Ale’l-Felâh”ın aslında Hayye Ale’l-Hüsran olduğu anlaşıldı. Hem de çok acı bir biçimde, telafisi mümkün olmayan bir şekilde. Mondros”tan Sevr”e uzanan süreçte makyajı tamamen dökülmüş, gerçek kimliği ortaya çıkmıştı. Osmanlı coğrafyası hâlâ istikrarsız, yarı sömürge vaziyette veya kanlar içinde.
Propaganda böyle bir şey. Beyin yıkama, zihinsel işgal, sistematik telkin, güdümlü hale getirme, manipülasyon, sansür, yalan, sahtelik… Özetle bilinç kontrolüne yönelik tüm müdahaleleri kapsıyor. İşini görene kadar. Sonrasına dair bir fikri yok. Sizi kaderinizle baş başa bırakıyor.
Hayye Ale’l-Felâh: Ezanda her gün beş vakit yükselen bu çağrı, özünde sadece manevi bir daveti değil, topyekûn bir kurtuluş rotasının izlerini de barındırıyor. Belli ki istismar edilmiş, bu başlık rast gele seçilmiş olamaz. Çağrının kendisi çok değerli. Ezanın Türkçe okutulduğu zamanlarda felah kelimesini Türkçeye çevirmeye kıyamamışlar?! Ya da “Haydi Kurtuluşa” demek istememiş de olabilirler.
“Hayye Ale’l-Felâh” çağrısını bir bütün olarak okumak gerekir. Çağrının “gerçek” anatomisi kurtuluşa giden yolun haritası mahiyetinde ve pek çok yolun kesişme noktasını işaretliyor. Mesela her alanda kendi kendine yetebilen bir toplum olabilmek ya da bir ülkenin kendi kendine yetebilmesi. Aynı zamanda stratejik adresler vurgusu: Yeni nesil, pratik ve yaratıcı savaş konseptleri + enerji, yazılım, gıda. Uzay çalışmalarını da buna ekleyin. Kurtuluş buralardan gelecek. Bunları hem askeri, hem ekonomik hem de ahlaki dik duruşun olmazsa olmazları olarak görebilirsiniz. Çocuklarımızın geleceği burada, ekmek, iş, aş hepsi burada. Son dönemde yaratıcı savaş konseptlerinin önemi çok arttı. Kirli propaganda artık bu alanda yapılan yatırımların algısını yönetemiyor. İran”ın yaşadıkları, bizim için çok pahalı olmayan ancak ciddi bir ders niteliğinde oldu.
Ancak felâh çağrısını sadece askeri güç, enerji, yazılım veya gıda üzerinden okumamak gerekir. Propagandanın zehirli oklarının hedeflediği zihinleri korumak için, toplumun kültürel, tarihi ve manevi kodlarına hâkim olması ve onları yenileyerek ileri taşıması şart. Bağımsız analiz yeteneğini güçlendirmek, dijitalleşen dünyada, geleceğin toplumunu ayakta tutacak en sağlam savunmalardan biri haline geldi. Dijital çağın meydan okumaları, ancak sağlam karakterler ve berrak zihinlerle göğüslenebilir. Manipülasyona karşı dirençli zihinler olmadan felaha dönük bir geleceği inşa etmek çok zor.
Kurtuluş, her şeyden çok toplumun her katmanında ahlaki bir yeniden dirilişe, adalet duygusunun derinleşmesine ve vicdanların uyanışına ihtiyaç duyuyor. İttihatçıların propaganda broşüründe “kurtuluş” diye sunulanların arkasında saklı olan acı gerçekler, günümüz için de açık bir uyarıdır: Bazı kurtuluş çağrıları bilerek veya bilmeyerek sizi acımasız bir kapana hapsedebilir.
“Hayye Ale’l-Felâh” çağrısını özüne uygun biçimde tekrar ederken, tarihimizin derinliklerinde yatan hüsranları hatırlayarak ilerlemek gerekir. Geleceği inşa etmek, insanımızı propaganda ile şekillenmiş sahte felâhlardan uzak tutmaktan geçiyor. Mehmet Akif”in “Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın” sözünü ancak kurtuluşun gerçek rotasını takip ederek gerçekleştirebiliriz.
* Ayrıntılı bilgi için: Aytül Tamer, “İttihat ve Terakki Kendini Anlatıyor: Cemiyetin Propaganda Broşürleri”, İkinci Meşrutiyet Devrinde Basın ve Siyaset içinde, Editör: Hakan Aydın
Prof. Dr. Hakan Aydın / Haber 7
Source: Hakan Ayd
Yeni anayasa hangi güvenceleri kapsamalı?
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum, Türkiye”nin yeni bir anayasaya neden ihtiyaç duyduğunu ve yeni anayasanın hangi güvenceleri kapsaması gerektiğini AA Analiz için kaleme aldı.
Yeni anayasa tartışmasının olağan gündemin yanı sıra aktüel gündemde de öne çıktığı bir döneme girdik. Daha önce yeni anayasa gündemine ilişkin ayrı ayrı ele aldığımız kimi konulara bir bütün olarak ortaya koymakta fayda var.
Bu yazıda, yeni anayasa ile anayasacılık tarihimiz arasındaki ilişki, bir anayasanın öz olarak ne anlama geldiği ve anayasal teminatların ne olması gerektiği değerlendirilmektedir.
2023 ruhuna sahip yeni bir Anayasa
Yeni anayasanın üzerine yapılan tartışmalara bakıldığında, zaman zaman Cumhuriyet döneminin anayasal birikimine vurgular yapıldığı görülüyor.
1921 Anayasası Kurtuluş sürecimiz bakımından, 1924 Anayasası ise Kuruluş sürecimiz açısından misyoner anayasalardır. Hakikaten Kurtuluş ve Kuruluşun kilometre taşı olan iki anayasa tarihine sahibiz.
Darbe ürünü 1961 Anayasası ile halen yürürlükte olan yine darbe ürünü 1982 Anayasası da anayasal tarihe eklenmiştir. Anayasa tarihimiz açısından 1876 Anayasasını da anabiliriz. Hatta anayasal hareketler çerçevesinde değerlendirme yapılınca Islahat Fermanı (1856), Tanzimat Fermanı (1839) ve Sened-i İttifak (1808) da dikkate alınır.
Tüm bu metinler, olumlu yanlarının yanı sıra özellikle batıcılıktan etkilenen ve darbecilikten kaynaklanan olumsuz yönleriyle birlikte anayasacılık tarihimizde önemli bir yer tutarlar. Yani tarihsel olarak anayasal müktesebatımız geniş bir içeriğe sahiptir.
Ancak Cumhuriyet’in yüzüncü yılı tamamlanmışken ülkemizin layık olduğu sivil, demokratik, özgürlükçü, kapsayıcı yeni anayasanın temel referanslarının ve ruhunun, devamlılığı sağlayan kurucu ilkeler hariç, bu anayasal birikimimizden çıkmayacağının da altını çizmek gerekir. Savaş koşullarında kabul edilen veya tek parti düzenine çerçeve oluşturan anayasalardan kurucu ilkeleri korumak dışında yeni anayasa için belirleyici seviyede esinlenmek hem mümkün değildir hem de uygun değildir.
Tarihsel birikimden faydalanmak önemlidir. Ancak esas olan, bu birikimin günümüze taşınan kazanımlarını ve kurucu ilkelerini korumak, eksikleri ve hatalarından ise ders çıkarabilmektir.
Yüzyılı aşan milli bağımsızlık mücadelemizin ve anayasal birikimimizin kazanımları; Cumhuriyet, Üniter Yapı, Laiklik, Hukuk Devleti, Demokrasi ve Başkanlık Sistemidir. Yeni anayasa da elbette bu kurucu ilkeler ile kazanımları esas almalı ve güçlendirmelidir.
Kurucu ilkelerimiz ve kazanımlarımız milletin birliğini sağlamış, halkımızın gücünü artırmıştır. Milli egemenlik ilkesi devletimizin şeklini Cumhuriyet olarak belirlemiştir. Merkez-yerel yönetim birliği devletimizin yapısını üniter yapı olarak tayin etmiştir. Milli egemenliğin eksiksiz olarak halk iradesiyle kullanılması güvence altına alınmıştır. Halkımızın oy gücü artırılarak demokrasimiz güçlendirilmiştir. Sistemsel esaslar toplumsal meşruiyet ilkesine bağlanarak demokrasimizin en yüksek kapsayıcılığa ulaşmasının imkanları oluşturulmuştur.
Bu bakış açısıyla ele alındığında, yeni anayasanın tüm kurucu ilkeleri ve kazanımları muhafaza eden, sistemsel uyumu ve iç tutarlılığı sağlayan, çağa uygun haklar ve özgürlükler çerçevesinde yeni kazanımlar getiren bir içeriğe sahip olması beklenir, öyle olacağına da şüphe yoktur.
Ayrıca yeni anayasanın Türk Milleti, Türk Vatandaşlığı, Devletin Dili yani resmi dil Türkçe üzerinden tartışma açarak Türkiye’yi bölme hedefli emperyalist projelere karşı mevcut güvenceleri koruyacağı ve güçlendireceği de kesindir.
Sonuç olarak, yeni anayasanın ruhu ne 1921 ne 1924’tür. Yeni anayasa 2023 ruhuna sahip olmalıdır ve Cumhuriyetimizin yüzüncü yılının timsali olarak görülmelidir. 2053 ve 2071 vizyonlarımıza uygun olarak geleceği de kucaklayan bir felsefeyle hazırlanmalıdır.
Bir güvenceler sistemi olarak Anayasa
“Anayasa nedir?” sorusuna literatürde birçok farklı cevap verilmiştir. En sade tanımlardan biri şudur: Anayasa, devletin yapısını ve işleyişini, vatandaşın haklarını, özgürlüklerini ve ödevlerini düzenleyen esas ya da üst kanundur.
Yapılan her tanım gibi bu tanıma da eleştiriler yöneltilebilir. Teorik olarak anayasa tartışmaları hep devam edecektir; çünkü teori bunu gerektirir. Bununla birlikte bir anayasa, devlet ve vatandaş açısından ne ifade eder sorusu daha pratiktir. Aynı şekilde anayasanın devlet ve kişiler için işlevi ne olmalıdır sorusu da sorulabilir. Bu soruların en kısa cevabı şudur: Fonksiyonel açıdan anayasa bir güvenceler (teminatlar) sistemidir.
Yeri gelmişken belirtelim: Bir anayasanın fonksiyonu doğrudan icrai olmak değildir. Anayasa, güvenceler oluşturmanın yanı sıra aynı zamanda icrai yapılara ve süreçlere çerçeve çizen, ödev ve sorumluluk yükleyen bir düzen oluşturur. Bu düzeni işletmek devlet erklerinin yani icrai mercilerin görevidir. Bu nedenle, uygulama sorunlarını veya genel meseleleri öne çıkararak “Yeni anayasa bunları mı çözecek?” demek, konuyu anlamamak veya bilinçli olarak çarpıtmaktır.
Bir anayasa hangi hususlarda güvenceler oluşturmalıdır? Asıl konu budur. Elbette günümüzde temel hak ve özgürlükler anayasa ile güvence altına alınır. Ancak anayasanın yalnızca kişinin hak ve özgürlüklerine ilişkin bir güvence sistemi üretmesi yeterli olmaz. Bir anayasa yalnızca kişiyi değil, aileyi, toplumu ve devleti de güvence altına alacak bir dengeye sahip olmalıdır.
Özellikle anayasanın kişi kavramının tüzel kişilikler yönünü de göz ardı ederek sadece bireysel özgürlükleri korumaya odaklanması gerektiğini savunan görüşlerin, neoliberal bir hukuk anlayışından doğduğu açıktır. Bireysel hak eksenli paradigma olarak savunulan bu görüşler, aslında milli devleti zayıflatan ve küresel emperyalizme hizmet eden uygulamaların kapısını açmaktadır.
Eğer anayasa neoliberal hukuk anlayışlarına karşı milli hukuku koruma misyonunu yerine getiremezse, o ülkenin bağımsızlığı erozyona uğrar ve küresel sermaye, devletin egemenlik alanını aşındırmaya başlar.
Bu nedenle hak ve özgürlükleri, küresel sistemin ideolojik dayatmalarına karşı aslına uygun şekilde anlamak ve “serbestlik fetişizmi” tuzağına düşmemek gerekir. Her şeyin serbest olması özgürlük değildir. Neredeyse sınırsız serbestliğe sahip sosyal medya ve dijital mecraların nasıl bir anti-özgürlük alanı ürettiği ve dijital faşizme yol açtığı bunun en yıkıcı delillerinden biridir.
Günümüzde anayasanın işlevi sadece kişinin haklarını korumakla sınırlı değildir. Bugün anayasalar kişinin haklarının yanında genel olarak milli olanı, özel olarak milli devleti, milli hukuku, milli yargıyı korumak zorundadır. Aksi halde ülkenin varlığını sürdürmesi zorlaşır. Eğer bir anayasa milli olanın özünü ve esaslarını koruyamazsa o devlet iç bütünlüğünü kaybeder ve her türlü dış müdahaleye açık hale gelir.
Bir ülkenin küresel sistem içinde hukuken nasıl konumlandığı anayasal ilkelerle belirlenir. Milli devlet, milli hukuk ve milli yargıyı zayıflatan bir anayasal sistem, ülkenin bağımsızlığını tehdit eden bir anayasal risk oluşturur.
Bu riski pozitif hukuk açısından ortadan kaldırmak için anayasanın öncelikle ülkenin bağımsızlığını ve bağımsızlığın ana güçlerinin başında gelen milletin birliğini güvence altına alması gerekir.
Türkiye’de yeni anayasa, her şeyden önce daha güçlü bir güvence sistemi için bir ihtiyaçtır. Çünkü mevcut anayasa, hiçbir konuda tam güvence sağlayan bir norm düzenine sahip değildir.
Türkiye’nin, milli devlet, millet, ülke, vatandaşlık, devlet dili, milli hukuk, milli yargı, halk, seçmen, toplum, aile ve kişi/birey açısından mevcut güvenceleri koruyacak, eksikleri giderecek, güvenceleri geliştirecek, Cumhuriyet ve Demokrasiyi güçlendirecek yeni bir anayasaya kavuşması artık kaçınılamaz bir gerekliliktir.
Anayasal güvenceler sisteminin esasları
Yeni anayasada güvenceler (teminatlar) yukarıda sıralanan temel ilkeler üzerine inşa edilmeli ve güçlü bir güvenceler sistemi kurulmalıdır.
Milli Devlet: Cumhuriyetin kurucu ilkeleriyle ve devletin devamlılığını güçlendirecek normlarla güvence altına alınır.
Ülke: Coğrafi bütünlük ve siyasi birlik (üniter yapı) korunarak güvence sağlanır.
Millet: Milli kimliği ve tarih bilincini muhafaza ederek, milli kimlik üzerinden toplumsal birliği sağlayarak ve Türkiye Cumhuriyeti”nin kurucusu Türkiye halkından oluşan Türk Milletinin adı korunarak güvence altına alınır. Türkiye halkı çeşitliliğimizin, Türk Milleti birliğimizin teminatıdır.
Vatandaşlık: Vatandaşlık bir üyelik değil mensubiyet ilişkisidir. Türk Milletine mensubiyetten doğan hukuki bağ olarak tanımlanır ve Türk vatandaşlığı ismi korunur. Bu güvence etnik köken ve dini aidiyetine bakılmaksızın her Türk vatandaşının Türk Milletinin eşit mensubu ve vatandaşlıktan doğan haklar ile ödevlere eşit olarak sahip olduğu vurgulanarak güçlendirilir.
Devletin Dili: Milli birliğimizin harcı olan Türkçe, devletin dili yani tek resmi dil şeklinde muhafaza edilerek güvence altına alınır. Devletin dili milli egemenlikle ilgilidir, millet olmanın temel unsurlarından biridir ve resmi dili belirler. Devletin dili Türkçenin statüsü, halkın günlük yaşamda kullandığı diğer dillerin statüsünden niteliksel olarak farklıdır. Bu nedenle, Türkçe ile diğer dilleri aynı seviyede görüp yarıştıran yaklaşımlar gerçekçi ve doğru değildir.
Diğer Diller: Halkın günlük yaşamda kullandığı diğer diller ve lehçeler için 2013’ten beri yasal özgürlük sağlanmıştır. Kürtçe ve Zazaca dahil diğer diller ve lehçeler, devlet okulları ve özel okullarda seçmeli dil dersi, özel kurs, özel eğitim kurumunda eğitim dili, lisans ve lisansüstü eğitimlerde öğretim dili imkanlarına sahiptir. Dolayısıyla Türkiye’de günlük yaşamda kullanılan Kürtçe ve Zazaca ile diğer dil ve lehçelerin öğretimine ilişkin hukuki bir sorun yoktur. Mevcut yasal özgürlük “günlük yaşamda kullanılan başka diller ve lehçelerin öğretimine ilişkin hususlar kanunla düzenlenir” şeklinde bir hüküm anayasaya konarak, anayasal özgürlük seviyesinde güçlendirilebilir.
Milli Hukuk: Uluslararası sözleşmelerden oluşan ve günümüzde çöküş yaşayan dış hukuk düzenini bir üst otorite gibi iç hukuk düzenine hiçbir şartta üstün tutmayarak, çelişki halinde iç hukuka üstünlük tanıyarak korunur.
Milli Yargı: Ülke dışı yargı mercilerinin, egemenlik yetkisi kullanan milli yargıyla ilişkisinde hiyerarşik (dikey) bir pozisyonu olmadığı vurgulanarak teminat sağlanır.
Halk: Demokratik birikime sahip çıkılarak, siyasal sistemin işleyişinde halkın iradesi güçlendirilerek, demokrasi geliştirilerek korunur.
Seçmen: Genel ve eşit oy hakkı ile seçim hukukunda hem genel olarak hem yorum gerektiren hallerde ‘seçmen iradesine üstünlük tanımak’ temel ilkeler kabul edilerek korunur.
Toplum: Kapitalizmin, insanı maddi ve manevi açıdan tahrip edici sonuçlarına karşı (örneğin tavan fiyat gibi) tedbirler alınarak, sosyal adalet ve kolektif refahın temini sağlanarak korunur.
Aile: Kadın ve erkeğin birliğinden oluşan doğal aile yapısı desteklenerek ve güçlendirilerek, aileye yönelik tehditlere karşı her türlü tedbir alınarak korunur.
Kişi/Birey: Tüm kişilerin temel hak ve özgürlükler ile kendini ifade etmesi sağlanarak ve geliştirilerek, ilave olarak birey açısından cinsiyetsizleştirmeye karşı tedbirler alınarak korunur.
Açık güç savaşlarının hakim olduğu günümüzde eğer bir anayasa, milli kimliği ve sosyal düzeni korumada zaaf üretirse, kişiler ve toplumun ülke hukukunu belirleme iradesi küresel güç odaklarının operasyonuna açık hale gelir.
Devletin bekası, bireyin özgürlüğü ile doğal kimliğinin korunması, ailenin korunması, toplumun refahı ve milletin birliği ancak doğru bir anayasal güvence sistemiyle sağlanabilir.
Bugün yeni anayasa hedefi yalnızca siyasi ve hukuki bir reform değil, aynı zamanda Türkiye’nin geleceğini şekillendirecek kaçınılamaz ve ulaşılması zorunlu bir hedeftir. Diğer deyişle, Türkiye’nin milli kimliğini, coğrafi bütünlüğünü ve siyasi birliğini her yönüyle koruyacak güçlü bir yeni anayasal çerçeveye kavuşmamız artık bir mecburiyettir.
[Mehmet Uçum, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekilidir.]
*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
Source:
Fatih”te asırlık mektep yeniden hayat buldu
İstanbul’un tarihî ilçesi Fatih”te, geçmişin izlerini geleceğe taşıyan bir restorasyon projesi daha tamamlandı. 16. yüzyılda Hacı Ferhat Ağa tarafından inşa edilen ve yüzyıllar boyunca çocukların ilk eğitim yuvası olan Hacı Ferhat Ağa Sıbyan Mektebi, Fatih Belediyesi tarafından aslına uygun şekilde restore edilerek yeniden İstanbul’a kazandırıldı.Yıkılmaya yüz tutmuş duvarları güçlendirilen, yıkılmış duvaralrı ve üst örtüsü yeniden yapılan ve günümüz kullanıma uygun hale getirilen mektep, kültürel mirasın yaşatılması açısından önemli bir örnek teşkil ediyor. Yapının hemen yanında yer alan bani Hacı Ferhat Ağa’nın kabri de yine restorasyon kapsamında özgün mimarisine sadık kalınarak onarılarak gelecek nesillere aktarılmış oldu.ECDAT MİRASINA VEFAYapılan çalışmalarda mektebin hem mimari bütünlüğü korundu hem de günümüz ihtiyaçları göz önünde bulundurularak işlevsel hale getirildi. Restorasyonda yapının özgün malzeme detayları ve yapım teknikleri uygulandı. Fatih Belediyesi tarafından sürdürülen bu çalışmalarla tarihî yapıların yeniden ihya edilmesinin yanı sıra gelecek nesillere de kültürel bir bilinç aktarılıyor.BAŞKAN TURAN: FATİH SADECE BİR SEMT DEĞİL, BİR MEDENİYETİN ÖZÜDÜRFatih Belediye Başkanı M. Ergün Turan, restorasyon sürecine ilişkin yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:“Fatih’te attığımız her adım, tarihimize duyduğumuz saygının bir yansımasıdır. Hacı Ferhat Ağa Sıbyan Mektebi, sadece bir yapı değil; medeniyetimizin çocuklara verdiği değerin, ilme gösterdiği hürmetin simgesidir. Ecdadın izini sürmek, bu izleri ihya etmek bizim asli görevimizdir.”YENİ KÜLTÜREL DÖNÜŞÜMLER YOLDAFatih Belediyesi, ilçede bulunan diğer sıbyan mektepleri, türbeler, çeşmeler ve tarihî yapılarla ilgili restorasyon projelerini de sürdürüyor.
Source: Bahadır Alemdar