Tehcir/Sürgün: Dünya’nın ve Anadolu’nun kayıp insanları
Tehcir, sürgün: bir kişinin ya da bir topluluğun, zorunlu olarak yaşadığı yerden başka bir yere göç ettirilmesi demektir.Yabancı dillerde tam bir karşılığı olmayan, Türkçede kullanılan bu sözcük, 622 yılında Müslümanların Mekke’den Medine’ye göç etmesini ifade eden “hicret” sözcüğünden türemiştir.Çoğunlukla savaşların yarattığı kaotik ortam, toplumsal tasarımlar ve çatışmalar, tek milliyetten devlet oluşturma girişimi tehcirlere yol açmıştır.Bir ülkede ya da bölgede siyasal ve ekonomik, kültürel nedenler sonucu insanların devletler eliyle ya da dominant güçlerce zorla ve kalıcı olarak başka bir yere göç ettirilmesi anlamına gelen tehcir, çok sancılı bir süreçtir.Bu uygulamalar, çağlar boyunca çok ciddi insani trajedilere neden olmuştur.Günümüzde, modern uluslararası hukukta bu tür zorunlu göçler, “insanlığa karşı suç” kapsamında değerlendirilir.İnsani olarak da büyük bir felaket!Ama heyhat!Güçlü devletler, bunu uygulamakta hiçbir sakınca görmediler, görmemektedirler!(Suriye’den sürülenler)***Osmanlı zamanında, ülkede birçok tehcir olayı yaşanmıştır.Prof. Halil İnalcık, 1470’lerde II. Mehmed (Fatih Sultan Mehmed) döneminde ve 16. yüzyıl başlarında Yavuz Sultan Selim zamanında, Orta Anadolu’ya yerleşmiş Karamanoğulları’na bağlı Türkmen topluluklarının Rumeli’ye, Kuzey Suriye’ye ve Batı Anadolu’ya sürgün edildiklerini bildirir.Yavuz Sultan Selim döneminde (özellikle 1514 Çaldıran Savaşı’nın öncesi ve sonrasında), İran’da kurulu Safevî Devleti propagandasından etkilendiği düşünülen Kızılbaş-Alevi toplulukların, Maraş, Elbistan ve Bozok (Yozgat) bölgelerinde yaşayan bazı Alevi Türkmen aşiretlerinin, Celâli İsyanlarına karıştıkları gerekçesiyle ceza olarak ülkenin çeşitli bölgelerine sürgün edilmeleri zorunlu göçler arasında sayılabilir.(İran’da Kızılbaş Safevi devletini kuran, aynı zamanda bir şair olan Şah İsmail Hatayi)Bu sürgünler, yurttaşların ülke dışına değil, ülke içinde zorla göç ettirilmesi şeklinde gerçekleşmiş tehcirlerdir.Geçmiş yüzyıllar bağlamında, ABD’de Yerli Kızılderililerin devlet tarafından topraklarından sürülmesi,Osmanlı’da, 1915’te Ermenilerin Kuzey Suriye, Lübnan ve Ürdün’e yıkıcı bir şekilde tehcir edilmesi,(Harput-Elazığ’dan tehcir edilen Ermeniler.)1923–1990 yılları arasında Türklerin, Rumların, Arnavutların ve Boşnakların zorunlu ya da zorlamayla topraklarından koparılması,Nazi Almanya’sının, 1930–1945 yılları arasında Yahudileri, Romanları, eşcinselleri, sosyalist ve komünistleri sürgün etmesi, etnik ve ideolojik temizlik denilen yok edici politikalara tabi tutması,(Nazi Almanya’sında Aushwitz Kampına sürülen Yahudiler)1930–1950’lerde SSCB’de Kırım Tatarlarının, Ahıska Türklerinin, Çeçenlerin ve Polonyalıların güvenlik ve ideolojik kontrol gerekçesiyle yaşadıkları yurtlardan zorla göç ettirilmesi, yakın zamanlarda yaşanmış büyük tehcirler arasında sayılabilir.Son yıllarda ise, dünya genelinde çeşitli bölgelerde yaşanan çatışmalar, siyasi baskılar ve insan hakları ihlalleri nedeniyle milyonlarca insan zorunlu göçe maruz kaldı ve kalmaya devam ediyor.(Rusların sürdüğü, Anadolu’ya sığınan Çerkesler.)Zorunluluk nedeniyle kendiliğinden ülkelerinden ayrılıyor, tehlikeli yolculuklara çıkıyor.Bu toplumsal sürgünler, hem uluslararası sınırları aşan mülteci krizlerine, hem de ülkeler içinde yerinden edilmeye yol açıyor.İsrail ve ABD’nin, Filistin ve Gazze’de gerçekleştirdiği saldırılar ve yerli halkı göçe zorlaması, Lübnan’daki Şatila Mülteci Kampı,Suriye İç Savaşı ve mültecilerin durumu, başlı başına bir insanlık dramıdır.(Gazze’den sürülen Filistinliler)Ukrayna-Rusya Savaşında yurttaşların yerinden edilmeleri,Sudan’daki iç çatışmalarda sürgülerin sığınacak yer aramaları,Güneydoğu Asya’da Myanmar’da Rohingya Müslümanlarına yönelik şiddet olayları,Kolombiya’daki Wiwa halkının zorunlu göçü,Kenya’da mültecilerin zorla geri gönderilmesi, inanılmaz insani sorunlara neden oluyor.Tüm bunlar, “insanlık” kavramıyla bağdaşmıyor.(Mynmar’da Rohingya Müslümanlarının sürgünü) Bir ülkede yaşanan acılar bir başka ülkede yaşananları hiç aratmıyor.***Bakın, bu zülüm haline gelen tehcirlerin/sürgünlerin kökeni geçmişte nerelere kadar iniyor.Batı Anadolu’da neler yaşanmış!Yazılı tarihin, Mezopotamya’da Sümerlerle başladığı biliniyor.Devamında, İ.Ö. 2. binyılda, Anadolu’nun siyasi birliğini sağlayan, merkezi Hattuşa/Boğazköy/Çorum olan Hitit İmparatorluğundan kalma çivi yazılı kil tabletler, özellikle bilinmeyen Batı Anadolu tarihini aydınlatıyor.(İ.Ö.1250 -Hattuşa)Bu dönemde, iyi bir devlet yapısına ve güçlü bir orduya sahip olan Hititler, Batı Anadolu’yu bir sömürge gibi kullanmış, sık sık gerçekleştirdikleri saldırılarla bölgeyi egemenlikleri altına almışlardı.Onların yaptığı işgallere ve saldırılara karşı ise, Ege halkı daima karşı koymuş, direnmiştir.Hititlerden kalan yazılı belgelerde, bu boyun eğmeyiş, kırımlar ve yıkımlar anlatılırken, olaylar doğal olarak hep Hititlerin bakış açısından aktarılır.Ne demiştir Churchill ya da Napoleon: “Tarihi kazananlar yazar.”Tabii, bu eskidendi!Artık ezilenler de kendi tarihlerini yazabiliyor.***Hitit belgeleri, bize bundan yaklaşık 3400 yıl önce Batı Anadolu’da yaşanan tehcir olaylarını, egemenlerin hırsını, başkasının emeğine şiddet kullanarak el koymayı ve bu süreçte halkın çektiği acıları da anlatıyor.(Çizi yazılı bir Hitit kil tableti)Bunlardan ilki, İ.Ö. 1400 yılından hemen sonra (3500 yıl önce) yaşamış olan Hitit Kralı I. Tudhaliya’nın Ege Bölgesine doğru düzenlediği bir seferdir.Bu saldırıda Hititlerin uzun yıllar boyunca uygulayacağı vahşi politikaların ilk örnekleri görülür.Hitit Kralı bu seferle bölgeyi talan ederken, köle olarak iş gücü ihtiyacını karşılamak amacıyla, fethedip yağmaladığı bölgelerdeki insanları esir eder.Bu bağlamda, çok sayıda piyadeyi, 500 takım atı ve savaş arabası sürücülerini tutsak alır ve başkent ?attuşa (Boğazköy / Çorum)’a götürür.Prof. Ahmet Ünal’ın aktardığına göre, Kral Tudhaliya’nın ordusu Batı Anadolu’da birçok kenti işgal etmiş, buralardan sığır, koyun ve çok sayıda ganimet toplamıştı.“Allalla” adlı kentin halkını Orta Anadolu’ya sürgüne göndermiş ve onlara çobanlık yaptırmıştı.(Hitit Ordusu)Komutanlarından Halpaziti, çok gaddar bir kişiydive çok ender rastlanan, iğrenç bir savaş suçu işledi: Tarmazziya kenti halkının çocuklarının ellerini ya kelepçelemiş ya da kesmişti.Bu kentlerin tam yerlerini bugün bilmiyoruz.***Bu ilk büyük seferden sonra, I. Tudhaliya, Batı Anadolu’yu tam olarak dize getiremediğini düşünmüş olmalı ki Batı Anadolu’ya bir kez daha saldırdı.Ya da yaptığı talan yeterli gelmemişti ya da başkaldırılar yer yer sürüyordu.(Hitit Kralı I.Tudhaliya’nın mühürü)Ege toprakları verimliydi, ürünü boldu ve insanları çalışkandı.Başkente, bozkırların kıyısındaki Hitit merkez bölgesine, yiyecek ve köle, bedava işgücü temin edilmesi gerekiyordu.Bir önceki saldırıda ağır yaralar alan Batı Anadolu halkları, bir süre sonra yeniden ve gaddarca üzerlerine gelen I. Tudhaliya’ya karşı, yirmi küçük kent ya da beylikten meydana gelen bir birlik oluşturarak, askerî bir ittifak kurdu ve karşı koydu.Bu beylik/kentler arasında bugün adları bilinen Lukka (Lykia-Muğla-Fethiye çevresi), Dura (Tire?-Aydın), Karakisa (Karya-Muğla-Milas, Bodrum çevresi), Wiluşiya (İlion-Çanakkale ili), Taruşia (Troya-Çanakkale ili) vardı.Bu dayanışmaya tarihçiler “Assuwa-Aşşuva” birlikteliği diyor. Ardından çıkan kanlı savaşı, tabii ki çok güçlü Hititler kazandı!Durumu, Kral I. Tudhaliya, “Yıllıklar” denilen kil tabletlere çivi yazısıyla yazılmış Hitit devleti kayıtlarında gururla şöyle anlatıyor:“Kuvvetlerimi gece getirdim ve düşmanın ordusunu sardım… Tanrılar kendi ordularını bana devretti. Düşmanın ordularını yendim ve ülkelerine girdim… Bütün bu ülkeleri yok ettim. Ele geçirdiğim insanları, sığırları, koyunları, arazi sahiplerini Hattuşa’ya (Başkente) götürdüm.Ganimet olarak 10.000 yaya asker, ‘dizginlerin beyleriyle’ (kullanıcılarıyla) beraber arabalar için 600 takım atı, Hattuşa’ya getirdim ve onları Hattuşa’ya yerleştirdim.”Bu sürgün, I. Tudhaliya’nın Batı Anadolu insanlarını Hitit başkentine ikinci kez götürmesidir. Yani ikinci bir tehcir.(Hititlerin atlı arabalı savaşçıları)***I.Tud?aliya, tutsak ettiği Aşşuwa soylusu Piyama-Kurunta’yı, başkentte en büyük tanrılarından biri olan “Fırtına-Gökyüzü Tanrısı”nın hizmetine verir.Onu, bu tanrı adına kurulmuş bir vakfa köle olarak bağışlar.Tutsak yerel kral Piyama-Kurunta’nın oğlu Kukkuni’yi ise serbest bırakır ve kendine bağlı bir yerel yönetici (vasal) olarak atar.Ancak Kukkuni, Hitit buyurganlığına boyun eğmez.Aşşuwa’dan Orta Anadolu’ya, Hitit başkenti Hattuşa’ya götürülmekte olan 10.000 yaya ve 600 savaş arabası sürücüsü yurttaşını, yolda isyana teşvik eder.Ege insanı kolay kolay teslim olmaz!Kısa sürede, Batı Anadolu’dan önemli bir güç toplayarak yandaş edinen Kukkuni’nin isyanı, Hititler tarafından kanlı bir şekilde bastırılır ve Kukkuni öldürülür.Batı Anadolu, Hitit’in bir sömürgesi hâline gelir.Bu olaydaki en önemli tarihsel unsurlardan biri, Hitit’e karşı savaşan Ege insanlarının başındaki yöneticiler olan Piyama-Kurunta ve oğlu Kukkuni’nin adlarının, Anadolu ve Ege halklarının en eskilerinden biri olan Luviler’in dilinden geliyor olmasıdır.***Hitit’in Ege bölgesine yaptığı eziyetler ve sürgünler bitmez.Bir süre sonra, Hitit tahtını kanlı bir şekilde ele geçiren ve ülkesini Yakın Doğu’nun en büyük gücü hâline getiren Kral I. Šuppiluliuma (İ.Ö. 1350–1322) döneminde, Anadolu, Suriye ve Mısır’dan gelen veba hastalığıyla sarsılır.(Günümüzde Hattuşa-Boğazköy-Çorum)Kral ve büyük oğlu, bu salgında hayatını kaybeder.Ölet, özellikle Hititlerin yaşadığı Orta Anadolu’yu büyük bir kırımla etkiler.Tarlalar boş kalır, ağıllarda ve otlaklarda hayvanlar ölür, Hattuşa’da da insan kalmaz.O zamanlar, büyük bir kısmı “Arzava” olarak adlandırılan Batı Anadolu’da yer yer isyanlar baş gösterir.Yerli halk, muhtemelen başta Luviler olmak üzere, özgürlük istemektedir.Vebanın sona ermesi ya da vebanın Hititleri zayıflatmış olması düşüncesiyle, Batı Anadolu, Hitit baskısı karşısında bir nefes almaya çalışmaktadır.Bu sırada, Şuppiluliuma’nın en küçük oğlu II. Murşili (İ.Ö. 1321–1295) Hitit tahtına oturur.II.Murşili, fazla gecikmeden, iktidarının üçüncü yılında Batı Anadolu üzerine yürür.Atalarının yaptığı gibi Batı Anadolu’yu soyacaktır.Üstelik veba nedeniyle nüfusu azalmış Hitit’e hizmet edecek ve çalışacak köleler lazımdır.Muhtemelen Batı Anadolu, bu salgından fazla etkilenmemişti.Hitit Kralı II. Murşili, Ege Bölgesini bir insan kaynağı olarak görüyordu.Bu seferde, Hitit ordusu karşısında, merkezi muhtemelen Apaşa (Efes-Ephesos) olan yerel krallığın beyi Uhhaziti ve oğulları çıktı.Bu yerel halkın önderlerinin adlarının tamamı, muhtemelen yerli halkın dili olan Luvice kökenlidir.Hitit kralı ilkbaharda önce komutanlarını ve ordusunu, savaş arabalarıyla birlikte Apaşa’nın müttefiki Millavanda’ya (Milet-Miletos/Balat-Didim, Söke) gönderir. Milavanda karşı kıyılardan gelmiş olan Helenlerin/Mikenlerin, söylencesel Akhaların ataları olduğu düşünülen Ahhiyavalıların Batı Anadolu kıyılarında yaşadığı tek kenttir.Ortak düşmanları olan Hititlere karşı Apaşalı Uhhaziti’nin yanında yer almıştır.Hitit kenti yakar ve yıkar.Millavanda’dan kaçanlar Apaşa’ya sığınır. Batı Anadolulu Bey Uhhaziti onları Hititlere teslim etmez, korur.İşgalciler buna çok öfkelenir.(II.Murşili’nin Mühürü)Hitit Kralı II. Murşili, “Yıllıklar”ında bu olayı şöyle kaydediyor:“(Apaşalı/Efesli) Uhhaziti’ye bir mesaj gönderdim ve şöyle yazdım: Sana sığınan kaçakları geri istediğimde sen onları bana geri vermedin. Beni bir çocuk gibi aldattın. Beni küçümsedin. Şimdi, hadi gel savaşalım ve Fırtına/Gök Tanrısı aramızdaki anlaşmazlığa yargıçlık etsin.”Kaçaklar Hititler için önemlidir. Köle yapacaktır onları çünkü.Uhhaziti ise ne yanıt verir ne de kaçakları teslim eder.Ardından Kral Murşili, Hitit ordusunun başına bizzat geçerek Batı Anadolu’ya büyük bir sefer başlatır.Batıya açılan kapının eşiği olarak gördükleri Şallapa’da (muhtemelen Sivrihisar – Eskişehir), Murşili’nin ordusu, Suriye’den gelen ağabeyi, Karkamış (Gaziantep) beyi ile güçlerini birleşir.Yörenin yerlilerinden, onun da bir Luvi olması muhtemel Mira (Menderes ırmaklarının kaynağındaki ülke) kralı Maşuiluva da onlara katılırAncak nedense Maşuiluwa, komşusu ve aynı dili konuştuğu Uhhaziti’ye destek olmamış, aksine işgalcilerin safında yer almıştır.Hitit gücü baltasını Apaşa’nın üstüne indiremeye hazırdır.(İ.Ö.2.binyılda Apaşa-Ephesos-Ayasuluk tepesi-Selçuk-İzmir)***Yolda, Hitit ordusu çok garip ve beklenmedik bir olayla karşılaşır.Bakın, II. Murşili, kendi ağzından, kil tabletlere yazdırdığı sözlerle neler anlatıyor:“Epey yol aldım ve Lavaşa Dağı’na (Dindymon – Murat Dağı, Kütahya/Uşak) vardım.Benim Efendim, Ulu Fırtına/Gök Tanrısı, bana ilahi gücünü yolladı.(Hitit Tanrıları-Yazılıkaya-Hattuşa-Boğazköy-Çorum)Benim ordumun ve Arzava Ülkesi’nin de gördüğü (göksel) bir ateş, Arzava Ülkesi’nde ilerledi ve tüm ülkeyi, hatta Apaşa’yı vurdu.”Bilginler arasında, bu ateşin bir yıldırım ya da şimşek olduğu yönünde farklı yaklaşımlar bulunsa da değerli Hitit bilgini Prof. Ahmet Ünal’ın yorumu daha akla yatkındır.Onun görüşüne göre, savaşı ve geniş bir bölgeyi etkileyen bu olayın nedeni: bugünkü Kula–Eşme yöresinde geniş bir alanı kaplayan, siyah renkli taşlaşmış lavların kaynağı olan “küçük volkanların” püskürmesidir.Amasya’da doğmuş, Nysa’da (Sultanhisar – Aydın) yetişmiş olan antik coğrafyacı Strabon, bu bölgeyi Katakekaumene (Yunanca: Kara Toprak) olarak adlandırır.Gerçekten de hem Hititlerin hem de yerel Luvi halkının anlam veremediği bu olay, çok korkutucu olmalıdır.Volkan püskürmesiyle yayılan gazlar, özellikle sülfür, muhtemelen havayı zehirlemiştir.Binlerce yıl önce hiç yanardağ patlaması görmemiş insanların böyle bir doğa olayıyla karşılaşması ne kadar irkilticidir. (Kula-Manisa volkanlarından biri)***Bu ortamda gelişen olayları, Hitit Kralı II. Murşili anlatmaya devam ediyor:“(Bu olaya tanık olan düşman) Uhhaziti dizlerinin üstüne çöktü ve hastalandı. Hastalığı nedeniyle Uhhaziti benimle savaşmaya gelmedi. Oğlu Piyama-Kurunta’yı, yaya askerleri ve savaş arabalarıyla birlikte bana karşı gönderdi.Piyama-Kurunta, Aştarpa Irmağı (bugünkü Afyon ili Akarçay) kıyısında karşıma çıktı ve ben onunla savaştım.Tüm tanrılar beni destekledi.Uhhaziti’nin oğlu Piyama-Kurunta’yı yere serdim, yaya askerleri ve savaş arabalarıyla birlikte yendim.Onu önüme kattım ve Arzava Ülkesi’nin içlerine (merkezine) girdim ve Uhhaziti’nin başkenti Apaşa’yı (Efes’i) aldım.Uhhaziti bana karşı direnmedi, önümden kaçtı ve denizi aşarak adalara sığındı ve orada kaldı.”(Hitit savaşçıları)Apaşa Kralı Uhhaziti muhtemelen, adalardaki soydaşlarına ya da dostu Ahhiyavalıların (muhtemelen eski Helenlerin) yanına gitmişti.Bu sırada, tüm Arzava halkı (köle olmamak için) topraklarını terk etmişti.Bir kısmı, Uhhaziti gibi Ege adalarına kaçtı, bir kısmı ise Arinnanda (Samson/Mykale/Dilek) Dağı’na ve yakındaki muhkem Puranda (Bademgediği Tepesi – Torbalı, İzmir) kentine sığındı.II. Murşili, Apaşa’yı almıştı, ancak Puranda kentini ve Arinnanda Dağı’ndaki sığınakları ve oraya kaçan yerlileri ele geçirememişti..Hititlerin, neredeyse 3400 yıl öncesine ait kil tabletlerine çivi yazısıyla anlattıkları çok ilginçtir.(Apaşa_Ayasuluk tepesi-Selçuk-İzmir)II. Muršili, “Yıllıklar”ında savaşın yaşandığı coğrafyayı son derece gerçekçi bir şekilde tasvir ediyor:“(Kaçanların köle olmamak için sığındığı) Arinnanda (Mykele) Dağına gittim. Bu dağ çok dikti ve denize doğru uzanıyordu. Üstelik çok yüksekti ve üzerinde ilerlemek güçtü. Atların yürüyemeyeceği kadar kayalıktı.Ganimet olarak Hitit’e götürülecekler ve piyadeler, topluca dağın yukarısındaydı. Atların dağda yürümesi zor olduğundan, yürüyerek dağa çıkan ordunun önünde ben de yaya olarak yürüdüm. Arinnanda Dağı’na yayan çıktım.Yukarıda saklananları kuşattım, aç ve susuz bıraktım. Açlığın ve susuzluğun etkisiyle aşağı indiler ve ayaklarıma kapandılar:‘Efendimiz, bizi yok etme. Efendimiz, bizi kulun yap ve (başkent) Hattuşa’ya götür’ dediler.”(Arinnanda-Mykele Dağı- Selçuk-İzmir)Demek ki, Hitit Krallığı kendi topraklarında, merkezde o kadar çok insana ihtiyaç duyuyordu ki, Kral II. Murşili bile köle peşinde koca dağa yürüyerek tırmanmıştı.Özgürlükleri için savaşan insanlar, savaş sanatını ve yönetimini çok iyi bilen Hititlere yenilmişti. Ülkeleri işgal edilmişti. Açlıktan ölmektense, köle olmayı seçiyorlardı.Arinnanda Dağı’nı zapt eden ve birçok köleyi ele geçiren II. Murşili, savaş mevsiminin sonuna gelindiği için, teslim olmayan, direnen diğer komşu kale Puranda’yı alamadı.Hitit kralı kışı, kıyıdan içeride, Aştarpa Irmağı kıyısında (bugünkü Afyon ili) geçirdi. Ertesi yıl Arzava’ya geri döndü ve bu kez Puranda’yı zapt etmeyi başardı.Böylece Uhhaziti’nin krallığının fethi tamamlanmış oldu.(Hitit başkenti Hattuşa’nın aslanlı kapısı) ***Öte yandan, zaten volkan patlaması nedeniyle hasta olan Uhhaziti, sürgünde hayatını kaybetti.Oğullarından biri olan Tapalazunavali, babasının topraklarına, ülkesine geri döndü ve topladığı güçle Hitit’e saldırarak yurdunu tekrar savunmaya çalıştı, ancak başaramadı.Son kale Puranda’nın da düşmesiyle birlikte, Arzava’nın artık karşı koyacak gücü kalmamış, direniş sona ermişti.Uhhaziti’nin oğlu Tapalazunawali, onu saran Hitit güçlerinin elinden kurtuldu, ancak sonunun ne olduğu bilinmiyor.Arzava fatihi II. Murşili, Batı Anadolu’da iki yıl daha kaldı.Yer yer baş gösteren küçük isyanları bastırdı.Bölgedeki diğer yerel beyliklerin yöneticileriyle de sıkı anlaşmalar yaparak onları kendine bağladı.Batı Anadolu artık, can kıyıcı Hitit’in boyunduruğu altına girmişti.***II. Muršili, zaferinin ardından zapt ettiği bütün yerlerdeki insanları sürüler halinde Hattuşa’ya, Orta Anadolu’ya götürdü.Onları köle yaptı.(Hitit’in Egeli esirleri)Avustralyalı Prof. Trevor Bryce’ın belirttiğine göre, bu bölgeden Hitit Devleti’nin başkenti Hattuşa’ya en az 65.000 (belki 66.000) kişi götürülmüştü.Bir başka bilgin, İsrailli S. Kosak’a göre, bu sayı 50.000’den az değildi ve hatta 100.000 kişi de olabilir.O yıllarda Anadolu nüfusunun pek fazla olmadığı düşünülürse, bu sayı oldukça yüksektir.Yukarıdaki veriler doğruysa, Batı Anadolu’nun bu bölgesinde, Arzava Krallığı’nın ülkesinde insan kalmamış olmalıdır.Durumun ilginç yönlerinden biri: bu sürgünler sonucunda, Hitit başkenti Hattuşa ve çevresinde, Batı Anadolu’dan tehcir edilen Luvi dili konuşanların yoğunluğu giderek artması, Hititlerin giderek azınlığa düşmesidir.Tutsak olarak alınan ve tehcir edilenlerin bir kısmı Hattuşa’daki tapınaklarda hizmetli, bir kısmı ise Orta Anadolu tarlalarında köle olarak çalıştırıldı. Bir bölümü de nüfusun az olduğu yerlere iskân edildi.***(Balkan Savaşı Türklerin Balkanlardan sürülmesi-1912)Görülüyor ki Hititlerden, yüzlere yıldan beri bu topraklarda, Anadolu’da tehcir yaşanmış.Sürgünler, insanların yerinden, yurdundan zorla sökülüp başka diyarlara gönderilmesi, çok büyük acılara neden oldu ve olmaya devam ediyor. Bu bağlamda insanlık, var oluş nedenlerinin en başında bir arada yaşama gerekliliğinin geldiğini unutmamalıdır.Siyasal zorlamalar olmadan, farklı kimlik ve kültürlerde olsalar da insanlar bir arada yaşamayı bilir!(Rumların Kapadokya ve Kilikya/Mersin-Adana’dan gönderilmesi-1923)İnsan insana muhtaçtır.İnsanlar, farklılıklarıyla birlikte toplumsal gelişimi sağlamıştır.Bireysel düzlemde karşılıklı anlayış, hoşgörü ve saygı, toplumların harcıdır.Çıkar farklılıkları, yapıcı tartışmalarla neden çözülemeyecek olsun ki?Öte yandan, günümüzde dünyanın büyük bir kısmına hükmeden emperyalizmin kanatları altındaki “vahşi kapitalizmin”, insanlığı acımasızca zorladığı ortadadır.(Macaristan’dan Almana’ya geçmeye çalışan mülteciler/sürgünler)Doğal kaynaklara el koyma, pazar mücadelesi, jeopolitik çıkarlar, kültürel farklılıkları kışkırtma sonucu oluşan savaşlar; bu sürgünlerin temel nedenleridir.Dünya, on binlerce insanını tehcirlerin kurbanı olarak yitirdi.Anadolu topraklarında, Balkanlarda tehcirlerin yol açtığı acıların çığlıkları yıllarca yankılandı.Kimine mübadele dense de!Hele hemen yakınımızda, son yüzyılda yaşananlar.Çerkeslerin, Ermenilerin, Pontusluların, Batı ve Orta Anadolu Rumlarının, Boşnakların, Arnavutların, Çingenelerin, Balkan Türklerinin, Adalıların topraklarından koparılması tarif edilemez insani yaraların oluşmasına yol açtı.Son zamanlarda Amerikan Emperyalizminin Gazze’den Filistinlileri tehcir/sürgün etmeye kalkışması, Suriye’de yaratılan kaos bunun son örnekleri.Ateş düştüğü yeri yaktı.(Aylan bebek- Sürgünden kurtulamadı)Geçmişten ders almak, bugünü ve yarını bu gibi felaketlerden korumak için mücadele etmek, büyük Atatürk’ün eşsiz deyişiyle “yurtta barış, dünyada barış” ilkesini yaşama geçirmek,bireylerin ve toplumların geleceğe giden yolu olmalıdır.Sefa Taşkın19.04.2025Karşıyaka/İzmir
Source: İzmi̇r / Cumhuriyet