Terörsüz Türkiye, kendi güzel, niyeti kötü bir tariftir

Terörsüz Türkiye, kendi güzel, niyeti kötü bir tariftir

İYİ Parti Genel Başkanlığında bir yılı geride bırakan Müsavat Dervişoğlu ile ‘Terörsüz Türkiye’yi konuştuk. Dervişoğlu, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti”ni, PKK”nın topladığı kongrenin sonuçlarına mahkûm edenlere yazıklar olsun. Terör örgütü bitti diyen de bunlardı. Şimdi de bizden, bitmiş bir terör örgütünün silah bırakmasını müjde diye kabullenmemizi bekliyorlar” dedi.

Öncelikle genel başkanlıkta bir yılınızı doldurdunuz. Geldiğiniz günden bu yana İYİ Parti’de neler değişti? Küskünlerin kalbini kazanabildiniz mi?

İyi Parti 2024 yerel seçimlerinin ardından ciddi bir travma yaşadı. Partilerin tarihlerinde böyle zamanlar olur. Ancak, bu ağır travmalar genellikle partilerin sonu da olur. Rakiplerimiz, özellikle de iktidar ortakları, “İYİ Parti bitti, dağıldı” gibi iddialarda bulundu. Evet, şu ya da bu sebeple kırılan, üzülen, giden arkadaşlarımız oldu. Ancak, İYİ Parti, milletimizin verdiği mesajı aldı, gereğini yaptı ve gemi sağ salim limana ulaştı. Şimdi yenilenmiş, güçlenmiş şekilde yeniden sefere çıktı. Hem dava arkadaşlarımız hem de seçmenimiz geri döndü ve dönmeye devam ediyor. Çünkü, İYİ Parti, Türk siyasetinin geldiği noktada çok önemli bir boşluğu dolduran, çok önemli bir görevin namzeti. İstese de dağılamaz, istese de duramaz. Tarihin omuzlarına yüklediği bir misyon var. Ve göreceksiniz o misyonu layıkıyla yerine getirecek. Siyasetteki kilidi açacak, milletimizi birleştirecek ve Türkiye’yi de bu fırtınalı sulardan çekip, limana yanaştıracak.

Gelelim gündemin ana maddesine, ‘Terörsüz Türkiye’ye… PKK’nın kendisini bugün/yarın feshetmesi bekleniyor. Tavrınızı biliyorum. Ne yapılırsa çözüm süreci İYİ Parti için ne zaman kabul edilebilir olur?

En sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim; Türkiye Cumhuriyeti Devleti”ni, PKK”nın topladığı kongrenin sonuçlarına mahkûm edenlere yazıklar olsun. Şahsıma özel bir tavrım söz konusu değildir. Yurttaşı olmaktan onur duyduğum Büyük Türk Devletinin ve mensubu olmaktan gurur duyduğum Büyük Türk Milletinin varlığı ve daima yükselişi için tarafıma Gençliğe Hitabe’de tevdii edilen vazifemin gereğini yapmaktayım. İYİ Parti, Türkiye Cumhuriyeti anayasasında yazılı olarak hüküm altına alınmış ve değiştirilemeyeceği de aynı irade ile mühürlenmiş; “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir” amir hükmünün uygulanması için mücadele etmektedir. Eşit yurttaşlık değil, tüm yurttaşlar için fırsat eşitliğini savunuyor ve bunun için mücadele ediyoruz. İnsan olmadan yurttaş, yurttaş olmadan da siyasi tercihlerin oluşmayacağının idrakindeyiz. O yüzden insan hakları, özgürlükler diyoruz. Bugün Türkiye’de hukuksuzluk; Türkmen-Kürt ayırt etmiyor, adaletsizlik Alevi -Sünni ya da özgürlüklerin kısıtlanması sağcı-solcu ayırt etmiyor. Türkiye’de demokrasi yoksunluğu Müslüman- Gayrimüslim ayırt etmiyor. Bizim PKK’yla pazarlık yapılan çözüm süreçlerine değil, adil, hukukun üstünlüğüne saygılı, özgürlükler ve demokrasi temelinde yükselmiş bir devlet ve iktidar anlayışına ihtiyacımız var. Bakın, terör örgütü ilk mermiyi attığından bu yana 41 yıl geçti. Bunun 23 yılında Ak Parti iktidardı. Bugün öyle bir pozdalar ki, sanki göreve gelir gelmez silah bıraktırıyorlarmış gibi yapıyorlar. Ama asıl mesele şu; Terör örgütü bitti diyen de bunlardı. Şimdi de bizden, bitmiş bir terör örgütünün silah bırakmasını müjde diye kabullenmemizi bekliyorlar.

PKK ADRES DEĞİŞTİRİYOR

İtiraz edenlere “Sen terörsüz Türkiye istemiyor musun” deniyor…

Terörsüz Türkiye, kendi güzel, niyeti kötü bir tariftir. İşin aslı şudur: PKK adres değiştiriyor. Onun gereğini yapıyor. Kandil’den Suriye’ye taşındı. Şimdi bunun gereklerini yerine getiriyor. Üstelik Kandil’de kiracıydı, Suriye’nin kuzeyinde önce özerk bir bölge, ardından kurulacak teröristan ile tapu sahibi oluyor. İktidarın burada yaptığı şey ise, terör örgütüne el uzatarak, onun meclisteki siyasi temsilcilerinin oylarıyla anayasa değişikliklerinin önünü açmak. PKK da DEM de, “Artık yasal ve anayasal düzenlemeler yapılmalı” diyor. Cumhurbaşkanı da, artık gerekli düzenlemelere geçebiliriz mesajı veriyor. Bu öyle bir oyun ki, vin vin yapmaya çalışıyorlar. İktidar ve terör örgütü kazanacak diye Türk Milleti’nin kaybetmesine izin vermeyeceğiz.

Ne yapacaksınız?

Erdoğan bir dönem daha aday olabilsin diye oynanan oyunu milletimize tüm çıplaklığıyla anlatacağız. Madem herkes bir şeyler talep ediyor, bizim de taleplerimiz var; “Madem Öcalan”a istediklerini ve hürriyetini vereceklerse, gazilerimin gözlerini, kollarını ve bacaklarını da geri versinler. Toprağa verdiğimiz evlatlarımızı da ailelerine geri versinler. İsteyen istediğinin fotoğraf çerçevesini sevebilir. Bize onun bunun fotoğrafının çerçevesini sevenler değil, şehit tabutuna sarılıp gözyaşı dökenler gerekli. Terörsüz bir Türkiye’yi kim istemez? Ama bu yolun sonu terörsüz Türkiye değil, terörün kazandığı Türkiye’dir.

23 Nisan resepsiyonunda DEM Parti Eş başkanı Tuncer Bakırhan ile sohbet ettiğiniz görüntü çok tartışıldı. Siyasette çok normal olan bu görüntülerin tartışılıyor olmasında siyasetin siz de dahil dilinde bir sorumluluk yok mu?

Benim tek sorumluluğum milletimedir. Bir siyasetçinin de meşruiyetinin kaynağı budur. Sorumluluğu milletten başkasına karşı hissederseniz bu sizin meşru siyasetinizi tartışmaya açar. Resepsiyonda karşılaştığımızda Dem Parti Genel Başkanı’na Sırrı Süreyya Önder’in sağlık durumunu sorarak geçmiş olsun dileklerimi ifade ettim. Bu vesile ile ifade etmeliyim ki; ben milletvekili seçildiğim günden beri Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bütün resepsiyonlarına bizzat katılmışımdır. Özellikle de 23 Nisan resepsiyonu benim için TBMM’nin en anlamlı organizasyonlarının başında gelmektedir. Siyaset millete rağmen yapılmaz. Millete rağmen siyaset yaparsanız o zaman belli bir gruba, yapıya, odağa hizmetle sınırlı kalırsınız. Oysaki 86 Milyonluk Büyük Türk Milletine hizmet etme kararlılığı ile yola çıkan bir iradedir İYİ Parti. Rahmetli Demirel’in, Erbakan’ın, Özal’ın, Ecevit’in, Rahmetli Başbuğ Türkeş’in siyasette attıkları temelleri dikkate alıyorum. Hoşgörü, nezaket, centilmenlik ve en önemlisi tahammül. Ben tehdit edilebilirim, hakaret de ediliyor. Bunların hepsine tahammülü ben saydığım bu isimlerin siyasetlerinin temelinde gözlemledim. Ancak Türk milletine hakareti ve milletimin aklıyla alay edilmesini, üniter devlet yapımıza, Türk bayrağımıza, Türk Vatanına, Türk Devletine cumhuriyete ve banisi Mustafa Kemal Atatürk’e cumhuriyetin değer ve kazanımlarına, milletimin inanç ve ibadet özgürlüklerine hakaret ve tehdide kimse benim müsamaha göstermemi beklemesin. Bunlar düşünce ve ifade özgürlüğü değil taammüden icra edilen ihanet suçlarıdır.

ARTIK BAHÇELİ BENİ ŞAŞIRTMIYOR

Sayın Bahçeli’nin 4 Mayıs’ta Malazgirt’te fesih çağrısını da sormak isterim. Birkaç ay önceki Bahçeli’den çok uzakta bir davranış olduğu için soruyorum, Sırrı Süreyya Önder’in fotoğrafını seven Bahçeli sizi şaşırtıyor mu?

Son bölümden başlayayım, hayır artık ayın Bahçeli’ye dair hiçbir şey beni şaşırtmıyor. Çünkü girdiği yolda atacağı her adım, en az attığı adımlar kadar tuhaf olacak. Tuhaf ama tesadüf değil. Tüm bunların bir plan dahilinde olduğu kanaatindeyim. Benim sorunum Sayın Bahçeli’nin tavrı ya da hareketleri değil. Benim sorun ettiğim, Türk Milliyetçiliği iddiasındaki bir partinin, Cumhuriyetin kurucu felsefesi olan Türk Milliyetçiliğine ve özünde Cumhuriyetimize verdiği hasar. 4 Mayıs meselesine gelince. Sayın Bahçeli, “PKK gelsin 4 Mayıs’ta Malazgirt’te kongre yapsın” dedi. Bakın bu tarih de, seçilen yer de tesadüf değil. Dersim İsyanı’na karşı o dönemki Bakanlar Kurulu 4 Mayıs 1937 tarihinde harekât kararı alıyor. 4 Mayıs o nedenle seçilmiş. Malazgirt ise Anadolu’nun Türk vatanı ilan edildiği yer. Türk vatanına göz diken terör örgütünü oraya davet etmek ise akla ziyan. O açıklamanın ardından ilan etmiştim, “3 Mayıs’ta Türkçülük Günü’nü kutlayacağım” demiştim. Ben dediğimi yaptım. Ama onlar 4 Mayıs’ta ortada yoktu.

MİLLİYETÇİLİK BİRLEŞTİRMEKTİR

Ümit Özdağ cezaevinde. Milliyetçiler seçim için bir araya gelirler mi?

Önce İnsan sonra yurttaş en son siyasi tercihlerimiziz. Fertler olmadan, Millet kalamayız. Özgürlüğü savunmadan, cumhuriyeti koruyamaz, topraklarımızı ekmeden ekmeğimizi büyütemeyiz. Birbirimize tutunup yararlarımızı saramadan da “biz” olamayız. Benim anladığım Milliyetçilik budur. Özümsediğim, bir ömür damıttığım Türk Milliyetçiliği budur. Kaldı ki; bu bir temenni ya da hamaset içeren bir yaklaşım değil bilakis tarihin işaret ettiği zorunluluktur. Elbette Milliyetçilik birleştirmektir! Cumhuriyeti kuran felsefedir milliyetçilik. Tıpkı laiklik gibi, inkılapçılık gibi. Türk Milliyetçileri birleşsin yaklaşımını çok içten bulmakla birlikte bu çağrı sadece bir seçim kazanmakla alakalı olunca samimiyetten uzaklaşıyor. Oysa bir Türk Milliyetçisinin asli ve yegâne görevi Türk Milletini birleştirmektir. Ben bir Türk Milliyetçisi olarak Büyük Türk Milletinin her bir ferdini ‘Cumhuriyet’ fikrinde ‘Cumhuriyetçilik’ özünde birleştirmek mücadelesindeyim. Siyasetçi refleksleri ile değil Cumhuriyetin sağladığı tüm fırsat eşitliklerinden istifade etmiş bir Türk evladı olarak bu birleştirme görevimin başındayım, farkındayım, kararlılığındayım ve inanıyorum ki başaracağım.

Türkiye’de bir süredir iklim şiddete döndü. Sinan Ateş cinayeti, en sonuncusu Ayyüce Türkeş ve ana muhalefet partisi lideri Özgür Özel’e olmak üzere siyasetçilere saldırılar yapılıyor. Sokak ortasında kadınlar öldürülüyor, çocuklar öldürülüyor. Sizin bir sözünüz var. Ya adalet, ya kıyamet! Biz şu anda ne yaşıyoruz?

Bir yıl önce Genel Başkanı olarak TBMM’deki ilk grup toplantımızda yaptığım konuşmanın üç ana başlığı ve üç çağrısından biri adaletti. Rahmetli Sinan Ateş’in öldürülmesini ve tecelli ettirilmeyen adaleti referans alarak ifade etmiştim. Tamamlandığı iddia edilen soruşturmanın bir hatır senedine dönüştüğünü ifade ederek “Ya Adalet Ya Kıyamet” dedim. İktidar ve ortakları ise seçimlik haklarını kullandılar ve kıyameti tercih ettiler. Artarak devam eden benzer hadiselerde de kıyamet tercihlerinde ısrar ediyorlar. Daha da acısı; çıkıp kınıyorlar. Tek Adam ve tek adamın avenelerinin birlikte yarattıkları Tek Adam rejimi ile devletin kurumları iktidar ve ortaklarının lehine, muhalefetin ise aleyhine tahsisli hale getirilmiştir. Denetleme ve önleme ile görevli mülki idare, gerektiğinde müdahaleyle görevli emniyet ve re’sen soruşturma ve kovuşturma ile görevli yargı bu görevlerini vatandaşını korumak yerine Cumhur Koalisyonunu korumak için yerine getiriyorlarsa devlet olma vasfı yitirilmiştir. Devlet olmanın gerekleri terk edilip Beştepe, Balgat hatta İmralı’dan alınacak izinlerin peşine düşen kurumlar ve yetkilileri Cumhur Koalisyonunun çatışmalarına taraf, siyasette de tartı ağırlığı konumunu tercih etmektedirler. Tüm bunların sonucunda ortaya çıkan kutuplaşma ve ayrımcılığın sonu kontrolün yitirilmesi olacaktır. Tarih bizlere göstermiştir ki; her alandaki hukuksuzluk, adaletsizlik, krizler ve istikrarsızlık sebebiyle vatandaşın canı burnundayken hukuksuzluk ve krizler kaosa, adaletsizlik ve istikrarsızlık anarşiye döner. İnanın hiçbir istibdat hiçbir saray rejimi bunun karşısında duramaz.

Bu eylemlerin sıradan bir asayiş suçu olarak ele alınamayacağını, ne yazık ki bunları daha önce yaşadığınızı söylediniz. Tam olarak ne hatırlatıyorsunuz?

Anayasamızdan kaynaklanan siyaset yapma hakkına yönelik hiçbir saldırı basit adli vaka değildir. Hedef doğrudan doğruya anayasal düzene, demokratik hayatımıza ve Cumhuriyet’in temel ilkelerinedir. Bir milletvekiline, bir il başkanına, bir siyasi parti liderine yönelen saldırı; sadece bir kişiye değil, bir hakka, bir kuruma, bir rejime yönelmiş demektir. “Sana siyaset yaptırmayacağım” demektir. Ya da ben siyaset yapma hakkını bile ortadan kaldırırım tehdididir. Bu nedenle bu eylemler sıradan bir asayiş suçu olarak ele alınamaz, ele alınmamalıdır. Buna karşın; Kamu gücünü yöneten ve kullanan iktidar ve ortaklarının sadece kınamakla kaldıkları bir akıl tutulmasının sonuçlarına işaret ettim ve hatırlattım. Aşama aşama, ağır ağır ama bilinçli bir şekilde buralara getirildik. Siyaset dışılığın teşvik edilerek, siyasetin yapılamaz hale getirilmesi amaçlanmaktadır. Türkiye’de tehdit, cebir, şiddet birtakım kişi, yapı ve odaklar tarafından alışkanlık haline getirilerek hukuk dışılık adeta özendiriliyor. Siyaset bir elbette vatanın, milletin ve devletin selameti için bir kavgadır, bir mücadeledir. Ancak neticesi de yine vatan, millet ve devletin selameti için müzakeredir. Aksi halde sonuçları yıkıcıdır. 1970’lerden 1980’e getiren süreci hatırlayın. Türkiye için kavga etmek yerine, birbiriyle kavga etmeye yönlendirilmiş yüzbinlerdik. Kavga ettik ama en kızdığımız zamanlarda bile birbirimize; “yetim hakkı yiyor” dememişizdir. “Namussuzdur “dememişizdir. Mezarlıklarımız birdi, düğünlerimiz birdi, asker olurken elimize yakılan kınalar birdi. Bugün ise herkesin bir yeri parsellediği, milletin malını kendi malı bellediği bir Türkiye’yi bize normalleştirmeye çalışıyorlar. İtirazımız bunadır. Mücadelemiz bunadır. Milletimizin gözünde de vicdanında da haklılığımız bundandır.

İktidarın Ekrem İmamoğlu ile ilgili nasıl bir planı var sizce?

Açık ve net! Erken seçim çağrılarıyla iştahı kabaran ve yeniden Cumhurbaşkanı adayı olmakla ilgili önünün açıldığını düşünen Erdoğan’ın siyasi hamlesi. Ancak siyaset her zaman güçlünün istediği rotada ilerlemez. Burada millet iradesinin meseleyi nereye evireceğini kestirmek zordur. Türkiye, hukukun ayaklar altına alındığı, adalet duygusunun ağır yaralar aldığı bir süreçten geçiyor. Ve maalesef tüm bunlar, Sayın Erdoğan’ın ömür boyu başkanlık ihtirası için yapılıyor. Milletin menfaati, ülkenin geleceği gibi konulara kafa yorması gereken bir iktidar,

Fakr-u zaruret içinde, harap ve bitap düşmüş milletimizin dertlerine çare bulması gereken iktidar, önümüzdeki ilk seçimin telaşına düşmüş ve ülkeyi ve milletimizi çok daha büyük sorunlarla yüz yüze getirebilecek bir sorumsuzlukla hareket ediyor. Hukuku buna alet ediyor, milletin adalete güvenini yerle bir ediyor. “İktidarın sonsuz olduğuna” inanan idareciler, genellikle giderayak bu işlere kalkışır. Ama bu kaderin önüne geçmez.

Yoksulluk, yoksunluk, yasaklar, yolsuzluk… Yeni Türkiye’nin ‘Y’leri… Adalet mekanizması böyle işlerse, hukuk sadece güçlüden yana olursa, konuşan Silivri’yi boylarsa, öğrenciler tutuklanır, dünyanın çok gerisinde bir eğitim görürse, yoksulluktan beslenemez, gençler uyuşturucu batağına düşerse, o ülkenin sonu ne olur?

Allah kimseyi kınadıklarıyla sınamasın denir. Ak Parti’nin iktidara gelirken ve 23 yıldır dilinden düşürmediği iddia buydu. Yoksullukla, yolsuzlukla ve yasaklarla mücadele edecek, kökünü kazıyacaktı. 23 yılın sonunda aynı parti ve Sayın Erdoğan; Yoksulluğun, yolsuzluğun ve yasakların mimarı oldu, öznesi oldu. Cumhuriyet tarihi yolsuzluk, yoksulluk, yasaklar gördü. Ama hiçbir dönemde Ak Parti iktidarındaki kadar pervasızını görmedi. Milletimizin gördüğü gerçek de bu. Böyle olmasa, iktidar ortağı iki partinin toplam oyları yüzde 60 seviyelerinden yüzde 37’lere iner miydi? Milletimiz 2019’da uyardı. Anlamadılar. 2024’te ilk faturayı önlerine koydu. Görmek istemediler. İlk seçimde biletlerini kesecek. İşte o gün, o sandıklarda gerçeği iktidar da görecek. Ve Türkiye yeni bir döneme merhaba diyecek. Hukuk, adalet duygusu, hürriyet, demokrasi birer sosyal kavram olmakla birlikte, bugünün dünyasında iş demek, aş demek, ekmek demek. Çünkü, hukukun ve adalet duygusunun yerle bir olduğu, hürriyetlerin çiğnendiği, demokrasinin yoğun bakımda olduğu ülkelerde, ekonomi de ağır yara alıyor. İşte, siyasi saiklerle yapılan operasyonun sadece Merkez Bankası’na maliyeti, 57 milyar dolarlık satış. İki yıldır biriktirilen rezerv, 2 ayda eriyip gitti. Milletimizin sırtındaki yük arttı. O yüzden, bu çağda, adalet, hürriyet ve demokrasi ekmek gibidir, su gibidir.

Erken seçim bekliyor musunuz? Olmazsa ülke 2028’e kadar bu gerginliği taşıyabilir mi?

Erken seçimin gerekliliğine inanıyorum. Bu iktidarın ülkeyi yönetebilme iradesi olmadığı gibi artık milletin nazarında meşruiyeti de kalmamıştır. 7 yıldır özellikle yaratılan ve bizzat iktidar eliyle derinleştirilerek yönetilen ekonomi, iktidar için kriz olarak değil bir politika olarak ele alınmakta ve bundan bir rahatsızlıkları da bulunmamaktadır. Bugün TBMM toplam milletvekili sayısı 592’dir. Ak Parti, MHP ve DEM Partinin toplam milletvekili sayısı ise 375’tir. Geri kalan muhalefet partilerinin toplam milletvekili sayısı ise 217’dir. Erken seçim için gerekli çoğunluk ise 360’tır. Sözde yeni açılım çabaları ile; Türkiye Cumhuriyeti Devletine, Türk Milletine, Türk Bayrağına, Türk Vatanına, üniter devlet yapımıza açıkça ihanet ve kalkışma içindeki Ak Parti, MHP ve DEM Partiden oluşan Cumhur Koalisyonu erken seçim kararı alabilmek için yeterli çoğunluğa sahip iken muhalefetin böyle bir çoğunluğu yoktur. Ayrıca 31 Mart 2024 seçimlerinin hemen ertesinde muhalefetin bir bölümünde yükselen erken seçim meydan okumaları, Ak Parti Genel Başkanı Erdoğan’ın iştahını kabarttı. Erdoğan, anayasada açıkça hüküm bulunmasına rağmen; önce yeni anayasa sonra anayasa değişikliği kavramları ile yeniden CB adayı olmak için kendisine erken seçim talebi tepsisinde sunulan bu fırsatı hayata geçirebilmek için teröristbaşıyla bile müzakereden kaçınmadı. Olası adayların bugün tutuklu yargılanmaları bile “Ömür boyu başkanlık” projesinin bir aşamasıdır. Erdoğan, daha da ileri giderek yine “Ömür boyu başkanlık” ihtirasının sonucu olarak Suriye’nin kuzeyinde kurulmaya çalışan Teröristanın hamiliğine soyunmuştur.

İşte bu şartlar altında Erdoğan ve ortakları ellerindeki yeter ki çoğunlukla “Erken Seçim” derse biz hazırız. Ancak muhalefetin yeter sayısı olamamasına rağmen “Erken Seçim” çağrısını açıkçası stratejik bulmadığımı ifade etmeliyim. Ne bugün ne de sonrasında, Erdoğan’ın yeniden CB adayı olmasına ilişkin önünü açacak bir karar ve düzenlemenin içinde olmayacağımızı da açıkça ifade edebilirim.

KIBRIS’TA NELER OLUYOR?

“Büyük Ortadoğu Projesi son aşamasına gelmiştir. Bu aşamanın konusu da İran ve Doğu Akdeniz’dir. Doğu Akdeniz söz konusu ise; Kıbrıs’ı doğrudan bu sürecin odağı haline getirmektedir. Geldiğimiz noktada görüyoruz ki; BOP’un tek ve esas amacı İsrail’in bölgedeki güvenliği ve huzurudur. Ortadoğu’nun dönüşümü diyerek uygulamaya konulan bu proje artık bir tez değil acı ve ağır bedelleri olan bir hakikattir. Bu sürece bölgedeki çıkarları doğrultusunda ABD’nin, Avrupa’nın hatta Rusya’nın desteği aşikârdır. Rusya’nın Türk Devletleri ile ilişkisi ve etkisi yadsınamaz bir gerçektir. Her ne kadar Suriye’den, Esad’ı alıp çekildiyse de; Doğu Akdeniz’deki enerji üzerinde hâkimiyet ve sıcak denizler hedefleri Rusya’nın değişmez devlet politikasıdır. Kıbrıs’ta neler olduğunu anlamak istiyorsak denklemi bu aktörlerle birlikte değerlendirmeye mecburuz. Güney Kıbrıs Rum Kesimine açılan elçilikleri de bahsettiğim aktörler ve denklem ile okumalıyız. Her fırsatta Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni mezata çıkaran basiretsiz Ak Parti iktidarının tarih, strateji ve akıldan yoksun dış politikasını, ‘devlet aklı’ olarak tanımlamak büyük bir zafiyettir. Günübirlik ajandalar ve her sabaha ‘ya nasip’ diyerek başlayan bir iktidar ve zihniyet ile karşı karşıyayız. KKTC, tüm bu bahsettiklerimle eş zamanlı olarak “kumar-yasadışı bahis ve uyuşturucu trafiği” ile anılarak, uluslararası alanda da her geçen gün bilinçli olarak itibarsızlaştırılıyor. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin uzun yıllara sair, bedeller ödeyerek ilmek ilmek işlediği ‘Kıbrıs Politikası’ bu iktidar döneminde bir terk edilmiştir, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Ak Parti iktidarının her sıkıştığında açtığı “Müflisin Eski defteri” muamelesi görmektedir. Sözün özü; Kıbrıs’ta olanlar, tarih bilinç ve şuurundan yoksun tek adam ve avanesinin masalarda pazarlık yapabilmek için ellerinde tuttukları kozdan ibaret hale gelmiştir.”

Source: İpek Özbey