Sarıyer Edebiyat Günleri
Geçtiğimiz hafta pazar günü Sarıyer Belediyesi’nin düzenlediği “12. Sarıyer Edebiyat Günleri” nde “Öykücülüğümüzün Yüz Yılı” başlıklı bir panelde Sadık Aslankara, Özcan Karabulut, Hürriyet Yaşar ’la birlikte konuşmacıydım. İstanbul’un keskin soğuğuna ve yağmura rağmen öykücülüğümüz üzerine düşüncelerimizi nitelikli bir çoğunluk dinlerken neredeyse hepimiz Sadık Aslankara’nın bu alanda hazırladığı çok yakında kitaplaşacak çalışmaya dikkat kesildik. Aslankara çalışmasına dair temel yönelimini tek tek anlatırken özellikle öykü yazarlığındaki çok sayıda çıkış yapan yazarla birleşen parlak dönemlerin ortak özelliklerini sundu bize. Hürriyet Yaşar özenli çalışmasında çağdaş öykü yazarlığımızın Refik Halit Karay, Ömer Seyfettin ve Esendal ’la öne çıkan ilk dönemi aktardı. Özcan Karabulut ise kendi içinde olduğu 90’lı yıllar yazarlar kuşağının güçlü çıkışının ardındaki yazar örgütlenmesine yönelik gerçekliği açıkladı. Dinleyiciye, Ankara’da Öykü Günleri ile başlayan, ardından neredeyse tüm ülkeye yayılan öykü günleriyle bağlantılı, birbiri ardı sıra çıkan öykü dergilerini, 14 Şubat Dünya Öykü Günü’nün başlangıcı ve gelenekselleşmesini paylaştı. *** Doğrusunu söylemek gerekirse bu kadar geniş kapsamlı bir başlığı yorumlamanın sıkıntısıyla geçtiğimiz yüz yılımızda öykücülüğümüzü değerlendirmenin en önemli adımı belki de kimi öykülere değinmekten geçiyordu. Kendi adıma yüz yıllık tarihimizden en sevdiğim on öyküyü belirleyerek ilerlemek öznel gibi görünse de geneli görmek adına bir bebek adımı olabilirdi. Metin Altıok ’un, “Ben diyorsam bilin ki o sizsiniz” dizesinden hareketle kendi bakışımın açılımını bu yolla sağlamaya çalıştım. Seçtiğim öyküler ise şunlardı: Mahmut Şevket Esendal’dan “Karısının Kocası” günlük yaşam dilini konuşturma örgüsüyle betimleyerek ve abartıdan uzak bir yaklaşım sunarak anne ve babasının oğulları genç bir mühendisin yanına taşınması sonucu doğan olayları aktarır bize. Esendal muazzam bir ironiyle bitirir öyküsünü. Böylece çağdaş öykücülüğümüzün dinamik ilk örneklerinden biri sunulur. Sabahattin Ali ’nin “Ayran” öyküsü toplumsallığa geçişimizin mucizevi öykülerindendir. Hasan’ın küçücük dünyası, istasyonda ayran satmak ve aç kardeşlerini doyurmaktan ibarettir. Bir gün sattığı iki maşrapa ayranın parasını alamadan tren kalkar. Tipi bastırır. Bir süre sonra aç kurtlar etrafını sarar. Orhan Kemal ’in “Çikolata” öyküsünde bir şekerci vitrini önünde üç çocuk durur: Abla-kardeş ile yoğurtçunun kızı. Abla, berbere götürdüğü kardeşine çikolata almayı teklif eder. Yoğurtçunun kızı daha önce hiç çikolata tatmamıştır. Böylece Orhan Kemal, sadece romancılığında değil öykücülüğünde de ülkemizdeki sınıfsal farklılaşmanın can alıcı noktalarını sunar bize. Haldun Taner ’in “Şişhaneye Yağmur Yağıyordu” ile başlayan öykü yolculuğunda taşlamacı, buruk ve gülümseten yanını yer yer neredeyse denemeciliğin ağır bastığı bambaşka bir teknikle verir bize. Sütçü beygiri Kalender’in öyküsü karşımıza çıkar. Beygir, bir hamal sırtındaki aynada hayalini görüp kişneyince bir dükkân vitrinini yere indirir. Hayvana çarpmamak için âni fren yapan tramvaya da arkadan bir otomobil bindirir. Böylece arabanın içindeki zenginin iş anlaşması bozulur. Köy öykücülüğünün bize en güzel örneklerinden birini Fakir Baykurt “Anadolu Garajı” nda verir. Bir köylü olarak sahip olduklarının değerini fazlasıyla bilen Arif, kentliler tarafından sınıfsal olarak dışlanır. Buzağının gerekli bakımı görmesiyle güçleneceğinin farkındadır. İlçeye yerleşmiş olan oğlunun da buzağının değerini bilmediğini fark eder. Değişen dünya köy kalkınmasını göz ardı etmektedir. Vüs’at O. Bener “Brucella” da genç bir kızın hastane serüvenini iç burkan bir halde bize anlatır. Öyle ki öyküdeki trajediyle Bener’in lirik ironisi birleşir. Onat Kutlar ’ın “Kül Kuşları” nda dünyanın yükünü omuzlanan küçük kızın annesinin ölümünü öğreniş hikayesi anlatılır. Postacı mektubu getirdikten sonra ölüm ne kadar kolayca, çarçabuk dillendiriliverir. Oysa küçük çocuk Gazel büyükannesinin peşinden koşarak gitse de sığırcıklar bile duramaz, havalanır. Erendiz Atasü , “Kadınlar da Vardır” öyküsünde Servet, rahim kanseri teşhisi konulduğu anda yüzleşmeye girer kendisiyle. Eşine ve çocuklarına bir hayat adamasına rağmen, her birinin yeni sürecinde bencilce bir tavır alacağına emindir. Servet kendini sorgularken doktoru Gülşen de ondan farklı değildir. Bu ülkede kadınların umutları çalınmaktadır. Atasü de kadınların hayatın içinde etkin kılındığı dönemin izini sunmaktadır bize. Mehmet Günsur çok sevdiğim “Karşılaşma” öyküsünde, hayat ve öykünün adeta iç içe geçtiği bir yerde bırakır okuru. Bir tatilde üç arkadaşın macerası, birinin ayrılmasıyla son bulur. Artık ayrılıklarla düşler yan yanadır. *** Bu öykülerde aslında dönemsel olarak katman katman bugüne kadar gelişen edebi yönelim kendi içinde bütünleşir ve genel bir izlek çıkar ortaya. O da ülkemizin öykücülüğü dinamik ve gelişkin kıldığı dönemlerde sıkı örnekler vermesini somutlar. *** Doğrusunu söylemek gerekirse, Sarıyer Edebiyat Günleri bir kere daha, her defasında buluşmanın gücünü, düşünce aktarımının önemini ve örgütlenmenin ilk adımını düşündürdü bana. Söyleşilerde bilgi, deneyim ve akıl paylaşımları zaman zaman sanatsal yaratıcılıkla harmanlandı En önemlisi de geçmişin mirası hatırlanırken geleceğe bakmanın yolları da konuşuldu. Bizim gibi ülkelerde düşünce sözcüğünden koşar adım kaçılır. Melih Cevdet , bir yazısında, “Düşünmek yoruyor bizi, az bilerek de eyleyebileceğimize inanıyoruz” der; inceden dalga geçerek. Toplumsal olaylara, varsıl yoksul çelişkisine, yöneten azınlığın yönetilen çoğunluk karşısındaki davranışlarına bakarken “düşünce” nin önemini vurgular. Düşünselliğin arka planındaki yapı harcı kültür ve birikimdir. Cehaletin alıp başını gittiği dönemlerde ise ilkin bu sözcük rafa kaldırılır ya da içi boşaltılır. Belki de düşünce paylaşmak bu yüzden “suç” oluverir. *** Bu nedenle böyle buluşmalara daha çok ihtiyacımız var. Düşünmeye, paylaşmaya, damıtmaya…
Source: Eren Aysan
Kokumdan tanırsın beni
Fakat bu haber bunun biraz dışında gibi geldi bana.KOKUYLA İLETİŞİMJaponya’da Tokyo Tarım Üniversitesi’nde yapılan araştırma, kedilerin insanları sadece ses ya da yüz ifadelerinden değil kokularından da ayırt edebildiğini gösteriyor.Yani tamam, bizi görmezden geliyorlar ama aslında bizi önemsiyorlar da.Şimdi, yapılan araştırmada, 30 kediye üç farklı tüp sunulmuş. Bu tüpler sahiplerinin kokusunu taşıyan bir örnek, aynı cinsiyetten ancak kedilerin daha önce hiç karşılaşmadığı bir kişiden alınan yine kokulu başka bir örnek ve son olarak da kontrol amacıyla kullanılan koku içermeyen bir örnek içeriyormuş.Sonuç: Kediler tanımadıkları kişilere ait kokuları, sahipleri veya boş tüpe kıyasla daha uzun süre koklamış. Araştırmacılar bunu kedilerin tanıdık ve yabancı insanlar arasında koku yoluyla ayrım yapabildikleri şeklinde yorumluyor.Kedilerin diğer kedileri tanıma ve iletişim kurma konusunda kokuyu kullandığını biliyorduk ama bu yeteneklerini başka insanlara karşı da kullandıklarına dair ilk kez bu kadar açık bir sonuca ulaştık.Yine de çok ümitlenmeyelim. Bu araştırma özelinde, kedilerin spesifik olarak bir kişiyi (örneğin doğrudan sahibini) tanıyıp tanıyamayacağına dair net bir sonuca varılamamış.ÇEVREYİ İŞARETLİYORAraştırmanın yazarı Hidehiko Uchiyama şöyle diyor: “Kedilere birden fazla tanıdık kişiye ait kokuların sunulduğu yeni davranış deneyleri yapılmalı. Ayrıca sadece sahiplerinin kokusuna özel davranış kalıplarının olup olmadığı da araştırılmalı.”Kediler bu arada kokladıkları tüplere daha sonra yüzlerini sürmüş. Araştırmacılara göre bu davranış, kedilerin koklamanın ardından keşfi tamamlayıp kendi kokusunu bırakma amacı taşıyabileceğini düşünüyor. Bu durumda koklama sadece tanıma değil çevreyi işaretleme sürecinin de bir parçası haline geliyor.Çalışmadan çıkan sonuç: Kediler bizi seviyor olabilir, ama emin değiliz. GURULDAMA VE TISLAMANIN GENİ BULUNMUŞ KEDİLERİN kucağımıza çıkıp huzur bulduğunda guruldaması ya da mırlamasının yanında bir de sinirlendiklerinde hırlaması ya da tıslamasının ardındaki sebeplere eğilen bilim insanlarının araştırmaları sırasında ilerlediği yol androjen reseptör gen varyantlarına çıkmış.Kyoto Üniversitesi Yaban Hayatı Araştırma Merkezi’ndeki araştırmacılar, androjen reseptör geni ile ev kedilerinde mırıldanma ve tıslama gibi davranışsal özellikler arasındaki ilişkiyi incelemiş.Gurlamanın kesin rolü tam olarak anlaşılmamış olsa da, kedigillerin iletişimi ve hayatta kalması için önemli olduğu düşünülüyor.Çalışma, Japonya genelinde sahipli hanelerde yaşayan 280 kısırlaştırılmış melez kedinin davranış değerlendirmelerini içeriyor. DNA örnekleri toplandı ve androjen reseptör geni analiz edildi. Sonuçlar Felidae ailesindeki 11 diğer türün genetik verileriyle karşılaştırıldı. Androjen reseptör geninin kısa tip varyantına sahip kediler, sahiplerinin raporlarına göre uzun tip varyantına sahip kedilere göre daha yüksek mırıldanma puanları gösterdi. Kısa tip genine sahip erkek kediler de insanlara yönelik artan seslendirmeler sergiledi. Dişi kedilerde, bu gen varyantı tanımadıkları kişilere karşı daha fazla saldırganlıkla ilişkilendirildi.Bulgular, uzun tip genini taşıma olasılığı daha yüksek olan safkan kediler için sesli iletişimin, melez kedilere kıyasla daha az önemli olabileceğini düşündürüyor. Çalışmadaki melez kedilerin çoğu kurtarılmıştı ve genetik geçmişleriyle ilişkili olabilecek daha yüksek sesli aktivite sergilemişler.Bu araştırma da her araştırma gibi kedileri daha yakından tanımamıza, onların refahını artıracak adımlar atmamıza olanak sağlayacak. OKUR FOTOSUGERÇEK BİR BİBLO OKURUMUZ Sacit Türüdü, kedisi Tobi’nin nefis fotoğrafını şu notla iletmiş: “Oğlum Tobi, çok zeki ve geveze bir siyam kedisi. Notebook ekranındaki pencereleri patisiyle büyütüp kapatabiliyor.” Tobi’nin güzelliği çarpıcı gerçekten. Okurumuza ve Tobi’ye sevdikleriyle upuzun, sağlıklı bir ömür diliyorum. Sizden de kedinizin, köpeğinizin fotoğrafını bekliyorum.NOT: Kediniz ya da köpeğinizin fotoğrafını #dünyagüzeli etiketiyle ve Hürriyet’ten bahsederek sosyal medyada paylaşın ya da sdemirel@hurriyet.com.tr adresine mail atın, seçip paylaşalım…
Source: Serhat Demi̇rel
Görkemli şölen!
Galatasaray taraftarı, Başakşehir maçı öncesinde RAMS Park”ta eşi, benzeri görülmemiş göz kamaştıran bir görsel şölen yaptı. Sarı-kırmızılı futbolseverler Süper Lig”deki 25. şampiyonluk ve 5. yıldız için özel koreografi düzenledi. G.Saraylılar, üç tribünü kapsayan 2 aşamalı bir koreografiye imza attı. İlk gösteride kuzey tribününde kartonlarla Okan Buruk resmi oluşturuldu. Buruk için “The Winner One” (Kazanan) ifadesi yer aldı. 5 YILDIZ ÜZERİNDE “İLK VE TEK” Doğu tribününde ise F.Bahçe”nin 2014 yılında dördüncü yıldız için attığı “Yükleniyor” tivitine vurgu yapılarak başkan Özbek”in “Onlar 4. yıldızı takmadan biz 5. yıldızı takarız” sözü yazıldı. Güney tribününde ise 25. şampiyonluğa atıfla 25 rakamı oluşturuldu. Doğu tribününde 5 yıldız üzerinde “İlk ve tek” yazıldı. Bu sırada F.Bahçe Asbaşkanı Acun Ilıcalı”nın basına yansıyan “Geliyoruz” sözü stat hoparlöründen verildi. ALİ ASAF”A BALON Sekiz aylıkken yakalandığı hastalığı yenen 3 yaşındaki Ali Asaf için babasının çağrısıyla Sancaktepe”de binlerce kişinin katılımıyla balon uçurma etkinliği düzenlenmişti. Vatandaşlarımızın büyük ses getiren bu jesti sonrasında Galatasaray Kulübü, Ali Asaf ve ailesini Başakşehir karşılaşmasında konuk etti. Maç öncesi başkan Dursun Özbek ile sahaya çıkan Ali Asaf, orta sahada gökyüzüne balonlar bıraktı. DRONE GÖSTERİSİ Maçın bitiş düdüğüyle birlikte Yenikapı”dan sonra RAMS Park”ta da şampiyonluk kutlaması yapıldı. Muhteşem gösterilere sahne olan şampiyonluk kutlamasında eşi benzeri görülmemiş bir drone gösterisi yapıldı. Stadın üzerinde 5 yıldızlı G.Saray logosu yansıtıldı. TARİH YAZILDI Görsel bir şölene sahne olan drone gösterisinde gökyüzüne 5 yıldızın tarihleri de yansıtıldı. G.Saray”ın mabetlerinden yükselen yıldızlar, drone şovla gökyüzünde gösterildi. Yıldızların kazanıldığı 1972, 1994, 2002 ve 2015″in ardından 5. yıldız 2025 olarak gösterildi. RAMS PARK”TA TEŞEKKÜR Maç sonunda başlayan drone gösterisinde, veda eden kaleci Muslera ve Mertens, gökyüzüne yansıtıldı. İki futbolcunun da fotoğrafının oluşturulduğu gösteride RAMS Park Stadı”nın üzerinde, “TEŞEKKÜRLER NANDO”, “TEŞEKKÜRLER DRIES” yazıldı. MABETLERDEN YÜKSELDİ Geçen hafta yapılan şampiyonluk kutlamaları maçın ardından stadyumda da devam etti. Özellikle drone gösterileri kutlamalara damga vurdu. Dronelar, G.Saray Lisesi, G.Saray Adası, Florya Metin Oktay Tesisleri ve Kemerburgaz”dan havalandı ve stadyuma geldi.
Source: Fotomaç
Gözyaşlarıyla veda
Galatasaray”a veda eden Muslera, sahaya taraftarın sevgi gösterileriyle çıktı. Taraftarlar, 38 yaşındaki Uruguaylı kaptan için “Büyük kaptan” ve “Bu taraftar seninle gurur duyuyor” şeklinde tezahüratlar yaptı. Kale arkasında İspanyolca, “Sen her zaman bizim efsanemiz olacaksın” yazılı pankart açıldı. Muslera, maç sonunda da çocuklarıyla birlikte tribünlere veda ederken, gözyaşlarını tutamadı.
Source: Fotomaç
Bayramlar çocuklar için sosyal bir okul gibi
Bayrama sayılı günler kaldı. Herkes bayramda neler yapacağına dair planlar yapıyor. Aile ziyaretleri, büyükleri görmeye gitmek bizim geleneklerimiz arasında. Ancak son yıllarda bu kendini tatil beldelerine plan yapmaya bıraktı. Özellikle çocuklarımızla birlikte büyüklerimizi ziyaret etmek, onlarla bayramlaşmak çocuğa neler kazandırıyor? Psikolojisini ve dünyaya bakışını nasıl etkiliyor? Torunları ile bir arada olmak dede ve ninelerimize neler hissettiriyor? Psikolojik Danışman Aleyna Nazlıcan Yıldız ile bu sorular üzerine samimi bir sohbet gerçekleştirdik: Günümüzde birçok ebeveyn, bayramı tatil fırsatına dönüştürmeyi tercih ediyor. Bu elbette anlaşılır bir durum. Yoğun iş temposu, sınırlı izin günleri, şehir hayatının yorgunluğu derken insanlar biraz nefes almak istiyor. Tatile giden bir çocuk eğlenebilir, dinlenebilir ama bayram ne demek?, Büyükler neden önemli?, Ailede köklerimiz kim? sorularına somut cevaplar bulamaz. Bayramı yaşamak sadece bir gelenek değil, aynı zamanda çocuklarımızın ruhsal gelişimi, değerler eğitimi ve aidiyet duygusu için çok önemli bir psikolojik kazanımdır. Bayram tatilinde, tatil beldesine gitmek yerine akraba ziyaretleri yaparak bayramı ebeveynler ile birlikte geçirmek çocukta yıllar sonrada hatırlanabilecek içerisinde şefkat, aidiyet, sevgi, değer, dayanışma duyguları olan bir anı olarak kalacaktır. Yaşlılıkta da hatırlayacakları bu anı onların yaşamda anlam bulmasını, benliğini ve yaşamı severek hatırlamasını sağlayacak köprüleri oluşturacaktır. Bir çocuk, dedesinin geçmiş bayramlardan anlattığı anıları dinlediğinde hem geçmişi öğrenir hem de bir kültürel süreklilik hisseder. Bu süreklilik, çocukta güven duygusu yaratır. Köklerini tanıyan bir çocuk, hayatın içinde daha sağlam durur. Anne ve babasının kendi ebeveynleriyle ilişkisini gözlemleme fırsatı bulan çocuk için aile bağlarının temeli atılır ve dayanıklı köklere sahip olduğu hissini kazandırır. MERHAMET DUYGUSUNU TANIR Bayramlaşma sırasında çocuklar, yaşlı bireylere nasıl davranılması gerektiğini gözlemler. El öpmek, hal hatır sormak, birlikte vakit geçirmek gibi davranışlar çocuğun empati kapasitesini artırır. Çocuk bayramlarda merhamet ve yardımseverlik gibi duyguları da yaşar. Bayramlarda çocuklar yardımlaşmayı deneyimleyebilir: Yaşlı ninesine ilaçlarını içmesi için su getirebilir ve bu sorumluluğu üstlenmek çocuğun kişilik gelişimi için olumlu bir kazanım olur. Saygı göstermeyi, empati kurabilmeyi, değer verebilmeyi ve paylaşmayı deneyimleyerek, izleyip görerek öğrenme olanağı sağlar. Aleyna Nazlıcan Yıldız BİZ SENİN HİKÂYENİN BİR PARÇASIYIZ Büyüklerin kapısını çalmak, sadece “gitmek” değil; onların yaşamdaki varlığını, değerini ve bıraktığı izleri onaylamaktır. Bu ziyaretler yaşlı bireylerin psikolojisinde, “Ben unutulmadım”, “Hayatımın bir anlamı var” hissini güçlendirir. Özellikle torunlarla kurulan bağ, yaşlı bireyin kendini nesiller arası bir köprü olarak görmesine ve ruhsal olarak daha huzurlu hissetmesine katkı sağlar. Bayramda çocuklar ve yaşlılar arasında kurulan bağ, toplumsal sürekliliği de sağlar. Her iki taraf da birbirini tamamlar. Yaşlılar, bilgeliğiyle rehberlik ederken, çocuklar da onlara canlılık ve neşe getirir. Bu kurulan birliktelik, her iki tarafın da ruhsal ihtiyaçlarını beslemesini sağlar. Yaşlılıkta birçok kişi toplumdan izole edildiğini, artık görünmediğini hisseder. Torunlarının ziyareti, onlara “ben unutulmadım, ben hâlâ önemliyim” duygusunu verir. 75 yaşındaki bir büyükanne, bayramda gelen torunlarıyla sofrada otururken yalnızca yemek yemez; aynı zamanda değerli, görülen ve kabul edilen biri olduğunu hisseder. Yaşadıkları bu duygu, ruh sağlığı üzerinde doğrudan olumlu bir etki yaratır. Uzun süredir kimseyi görmeyen bir dedenin torunuyla bir saatlik sohbeti bile onun uyku düzenini, iştahını ve genel yaşam enerjisini olumlu etkileyebilir. Yaşlı bireye bayram ziyaretine gelen bir torun, onunla sohbet eden bir çocuk, anlattığı anılara kulak veren bir gelin veya damat, ona şu mesajı vermiş olur: “Senin hayatın sadece sana ait değil. Biz senin taşıdığın hikâyenin bir parçasıyız.” Bu da yaşlı bireyin, zamanın içinde silinmediğini; bilakis kuşaktan kuşağa aktarıldığını hissetmesini sağlar. İNSAN İNSANA BİR DENEYİM Günümüzde ekranlarla iç içe büyüyen çocukların gerçek temas alanları daralıyor. Ekranda gördüklerinden ibaret sandıkları hayat, gerçeğin çok dışında. Oysa çocukların yaşayarak somut deneyimlerle öğrenmeye ihtiyaçları vardır. Bayram da büyüklerle geçirilen zaman, dijital dünyanın dışına çıkıp “”insan insana”” bir deneyim yaşama fırsatı sunuyor. Çocuk hitap edebilmeyi gözlemleyerek ve tekrar ederek, söz hakkı alarak deneyimliyor. Modern hayatta unutulan değerleri yaşadıkça, anlamlı duyguları hissettikçe, sakinleşiyor ve empati becerisi kazanıyor. Bayramlar, bu anlamda çocuklar için insan ilişkilerini anlatan, yaşama fırsatı sunan değerli bir “”sosyal okul”” niteliğindedir. TROYA”NIN BAĞRINDAKİ ÇOCUKLUK Geçtiğimiz günlerde “Bir çocuğu yetiştirmek için bir köy lazım” sözünün doğruluğunu gördüğüm bir deneyim yaşadım. Hepsi anne olan üç kız arkadaşımla birlikte Hıdıellez”i Çanakkale”de karşılamak istedik. Çünkü bu topraklarda asırlar boyunca kutlanan bu bayramı, en eski geleneklere göre karşılamayı deneyimleyecektik. Atalarımızın izini sürmek hepimizi heyecanlandırmıştı. Bunu bir görev de bilmiştik. Belki gelecek nesillere aktarmak için biz de birer köprü olabilirdik. En azından çocuklarımıza anlatabilirdik. Bu sebeple aynı araba ile 1915 Çanakkale Köprüsü”nü kullanarak üç saatte Çanakkale”ye vardık. Troya Müzesi”nin de bulunduğu Tevfikiye Köyü”ne geldiğimizde akşamüstüydü. Köy meydanında Hıdıellez ateşi yakılmış, köy halkı ve misafirler etrafına toplanmıştı. En güzeli her yer çocuk doluydu. Çocuklar için onların boyuna uygun, tehlikesiz bir ateş yakılmıştı. Sıraya girip onun üzerinden atlıyorlardı. Köyde geniş bir alan vardı. Çocuklar burada paten kayıyor, bisiklete biniyor, kaykay kayıyordu. Tam bir panayır alanı gibiydi. Çocuklar korkusuz, pür neşeyle Troya”nın bağrında şarkılar söylüyordu. Bir an bir masalın içindeymişim gibi hissettim. HER AİLEYE BİR KÖY LAZIM Ertesi gün, tarihi kalıntıların olduğu bir alana geldik. Masalar kurulmuş, oyunlar hazırlanmış, dondurmacılar gelmişti. Çocuk sesleri kuş seslerine karışmış, herkesin yüzünde sıcak bir gülümseme vardı. Anne-babalar kaygısız ve rahattı, çocuklar özgürce birbiriyle oynuyorlardı. Hep şehirdekilerin daha şanslı olduğu söylenir ama bence bu tam tersiydi. Bir çocuk yetiştirmek için bir köy gerekti ve o köy burada vardı.
Source: Pinar Yildiz Yüksel
Emekli bayram ikramiyeleri bugün ödenmeye başlıyor
Milyonlarca emeklinin merakla beklediği bayram ikramiyeleri ödemelerinde tarih netleşti. Emeklilere müjdeli haberi sosyal medya hesabından veren Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan, toplam 57.4 milyar lirayı bulan bayram ikramiyesi ödemelerinin 31 Mayıs-4 Haziran arasında yapılacağını duyurdu. Işıkhan, paylaşımında, şunları kaydetti: “Emekli ve hak sahiplerimize toplamda 57.4 milyar TL bayram ikramiyesi ödemesi gerçekleştirilecek. 4 (b) (Bağ-Kur) kapsamında gelir-aylık alanların Kurban Bayramı ikramiyeleri 31 Mayıs tarihinde, 4 (c) (Emekli Sandığı) kapsamında aylık alanların Kurban Bayramı ikramiyeleri 1 Haziran tarihinde, 4 (a) (SSK) kapsamında gelir-aylık alanların Kurban Bayramı ikramiyeleri 2-3-4 Haziran tarihlerinde ödenecek. Ülkemizin emektarları, kıymetli emeklilerimiz ve aileleri için hayırlı, bereketli olmasını diliyorum.” 4 BİN LİRA YATIRILACAK Ramazan Bayramı öncesinde 4 bin lira bayram ikramiyesi alan emeklilere Kurban Bayramı öncesinde de yine 4 bin liralık ödeme yapılacak. Işıkhan açıklamasında, “Emekli vatandaşlarımızın bayram ikramiyesi ödemeleri Kurban Bayramı öncesinde 31 Mayıs ile 4 Haziran tarihleri arasında banka hesaplarına yatırılacak. Ülkemizin emektarları, kıymetli emeklilerimiz ve aileleri için hayırlı, bereketli olmasını diliyorum” dedi. Emekli ve hak sahiplerine toplamda 57.4 milyar TL bayram ikramiyesi ödemesi gerçekleştirileceğini belirten Işıkhan, ödeme tarihleri hakkında şu bilgileri verdi: 4 (b) (Bağ-Kur) kapsamında gelir/aylık alanların Kurban Bayramı ikramiyeleri 31 Mayıs tarihinde, 4 (c) (Emekli Sandığı) kapsamında aylık alanların Kurban Bayramı ikramiyeleri 1 Haziran tarihinde, 4 (a) (SSK) kapsamında gelir/ aylık alanların Kurban Bayramı ikramiyeleri 2-3-4 Haziran tarihlerinde ödenecek.
Source: Ankara
Haliç’te ‘fetih’ yarışı
İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü”nce Haliç”te, İstanbul”un fethinin 572. yıl dönümü kapsamında “Zincire Rağmen” temalı kano-kürek gösterisi ve dragon bot yarışları düzenlendi. İl Milli Eğitim Müdürlüğü”nden yapılan açıklamaya göre, dragon bot yarışlarının başlangıç işaretini Müdür Murat Mücahit Yentür verdi. Yarışın başlamasıyla kürek takımları Haliç”te suya açıldı. Haliç kıyısında kurulan etkinlik alanında katılımcılar, Türk bayraklarıyla kıyıyı renklendirdi. Fethin sembolik ruhunu yaşatan yarışlar, renkli anlara sahne oldu. Etkinlikte konuşan Yentür, İstanbul”un fethinin askeri bir zafer olmasının yanında bir medeniyetin inşası olduğunu söyledi. Etkinlik boyunca kano-kürek gösterileri ve dragon bot yarışları izleyiciler tarafından ilgiyle izlendi.
Source: Sabah
Anadolu mutfağı şifa merkezi! Emine Erdoğan: “Yemek bir milletin kimliğidir”
Emine Erdoğan, Milli Eğitim Bakanlığı”nca hayata geçirilen Türkiye Gastronomi Liseleri Projesi”nin İstanbul Etiler Turizm Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi”nde düzenlenen tanıtım programında yaptığı konuşmada 2021″de yayımladıkları “Asırlık Türk Mutfağı” kitabının, uzun soluklu bir yolculuğun ilk adımı olduğunu kaydetti. Erdoğan, “Binlerce yıllık tarih ve eşi benzeri görülmemiş bir kültür zenginliği ile iç içe olduğumuz için ne kadar şükretsek az. Bu zenginliğin en görünür olduğu yerlerden biri de şüphesiz mutfağımızdır. Topraktan tabağa uzanan zincirin halkalarını; tarih, kültür, bilim, estetik, sanat ve şifa oluşturur. Bu mirasa sahip çıkmak, onu dünyada hak ettiği konuma taşımak hepimiz için hem bir ödev hem de bir vefa borcudur” ifadelerini kullandı. Emine Erdoğan, gastronominin son yılların yükselen yıldızı olduğunu söyleyerek, “Gastronomi, turizmin ana motivasyonlarından biri haline gelmiş, ünlü şeflerin alana yaptığı katkılarla popüler bir kariyer seçeneği olmuştur. Ancak bunun da ötesinde gastronomi artık devletlerin sıkça başvurduğu bir kamu diplomasisi aracıdır. Çünkü yemek, bir milletin kimliğidir, hikâyesidir. Tüm bunlara ek olarak mutfağımız başlı başına bir şifa merkezidir” şeklinde konuştu. 12 BİN YILLIK MAZİ Gastronomi liselerinin önemine vurgu yapan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Kültürel mirasın korunmasının başlıca yolu, onu, otantik dokusunu bozmadan yeni nesillere aktarmaktır. Bu açıdan gastronomi liseleri çok önemli bir ihtiyaca cevap verecek. Lise çağındaki gençlerimizi kelimenin tam anlamıyla işin mutfağında yetiştireceğiz. Onlara, malzemeleri bir araya getirmenin çok ötesinde bir donanım kazandıracağız. Her tarifin ardındaki coğrafyayı, coğrafi ürünleri, tarımsal üretim kapasitesini, tarihi tecrübeyi ve hikâyeyi de öğrenecekler.” Emine Erdoğan, Türkiye”nin 7 bölgesinde hayata geçecek tematik gastronomi liselerinde öğrencilerin, bölgelerinin tüm gastronomi unsurlarını öğreneceklerini belirterek, “Yani 12 bin yıllık bir gastronomi hafızasından beslenecekler” dedi. OSMANLICA MENÜ HEDİYE EDİLDİ Emine Erdoğan, proje dolayısıyla Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin ve bakanlıktaki tüm çalışanlara yürekten teşekkürlerini iletti. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, Emine Erdoğan”a, 1904 yılında Osmanlı Sarayı”nda misafirler için hazırlanan yemeğin İngilizce ve Osmanlıca yazılmış menüsünü armağan etti. Ardından Emine Erdoğan ile lise öğrencisi şef adaylarının yer aldığı toplu aile fotoğrafı çekildi.
Source: Muhammed Uzun
Marmaray”da yumruklu dehşet! Emniyet”ten açıklama geldi: Gereği yapıldı
Olay, bugün akşam saatlerinde Marmaray Süreyya Plajı durağında meydana geldi. İddiaya göre; iki çocuğuyla Marmaray”a binen bir kişi, kapı önünde bekleyen bir kadına tepki gösterdi. Taraflar arasında çıkan tartışmaya bir süre sonra başka bir kişi daha dahil oldu. Çıkan arbedede konuya sonradan dahil olan kişi, iki çocuklu adamın yüzüne yumruk attı. Çocukların korku yaşadığı olayın ardından Marmaray”dan inen taraflar durakta yürürken tekrar kavga etti. Duraktakiler ve güvenlik görevlilerinin araya girmesiyle kavga son bulurken darbedilen adamın burnunun kırıldığı öğrenildi. Yaşanan olayda korkan çocukları duraktaki kadın yolcular sakinleştirmeye çalışırken o anlar başka bir yolcunun cep telefonu kamerasıyla kaydedildi.
Source: Gazetevatan.com
Büyükçekmece Belediye Başkanı Hasan Akgün kimdir? Neden gözaltına alındı?
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) yönelik 19 Mart’ta başlatılan yolsuzluk ve terör soruşturmasında 5. dalga operasyonu gerçekleştirildi.Büyükçekmece Belediye Başkanı Hasan Akgün”ün de aralarında bulunduğu 47 kişi hakkında gözaltı kararı verildi. Gözaltılar 4 farklı soruşturma ve 7 ayrı suç iddiası kapsamında gerçekleşti.Hasan Akgün kimdir?1955 yılında Trabzon”da dünyaya gelen Dr. Hasan Akgün, eğitim hayatını İstanbul’da tamamladıktan sonra 1975 yılında belediyecilik kariyerine Sefaköy Belediyesi”nde adım attı. Kurucuları arasında yer aldığı İstanbul Belediyesi Küçükçekmece Şube Müdürlüğü”nde Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı.1984 yılında, Küçükçekmece Belediye Şube Müdür Yardımcılığı görevini sürdürürken, 3330 sayılı kanunla Türkiye’de ilk kez uygulamaya konulan Büyükşehir Belediyesi sisteminde aktif rol aldı. Bu kapsamda, İstanbul’un yaklaşık üçte birini kapsayan Bakırköy Belediyesi”nin kuruluş sürecinde ve tüm birimlerinin teşkilatlanmasında görev üstlendi.1986’da Büyükçekmece Belediye Başkan Yardımcılığı’na atandı.Dr. Akgün, 1992’de yüksek lisans, 1996’da ise “Şehircilik ve Kıyı Bölgeleri Yönetimi” konulu doktorasını tamamladı. Türkiye’nin ilk TV kulesi ve Tüyap Fuar ve Kongre Merkezi gibi projelere imza attı.1994 yılında Büyükçekmece Belediye Başkanı seçilen Akgün, 1999, 2004, 2009, 2014 ve 2019 seçimlerinde de görevine devam etti.
Source: Dünya Gazetesi
Türkiye ve dünya gündemi
1- Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Kongre Merkezi”nde düzenlenecek 4. Türkiye Gençlik Zirvesi”ne katılacak.
(İstanbul/14.00) (Fotoğraflı-Görüntülü)
2- CHP Genel Başkanı Özgür Özel, “Millet İradesine Sahip Çıkıyor” mitingine iştirak edecek.
(Düzce/14.00) (Fotoğraflı-Görüntülü)
YASAMA YÜRÜTME SİYASET
1- Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, AK Parti İl Başkanlığını ziyaret edecek.
(Konya/11.30) (Fotoğraflı-Görüntülü)
2- Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, AK Parti Erciş İlçe Başkanlığına ziyaret gerçekleştirecek, Erciş Bilim Sanat Merkezinin açılışına katılacak, Milli Eğitim Bakanlığı İletişim Merkezi ile AK Parti Van İl Başkanlığına ziyarette bulunacak.
(Van/10.30-16.00) (Fotoğraflı-Görüntülü)
3- İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, Karamehmet Mahallesi”ni, şehit öğretmen Neşe Alten”in kabrini ve Şarköy esnafını ziyaret edecek, partisinin Yahya Kemal Kültür Merkezi”nde yapılacak genişletilmiş il divan toplantısına katılacak.
(Tekirdağ/11.30-17.30) (Fotoğraflı-Görüntülü)
4- TBMM Adalet Komisyonunda Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi görüşülecek.
(TBMM/16.00) (Fotoğraflı-Görüntülü)
EKONOMİ FİNANS
1- Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, Eskişehir”de çeşitli temaslarda bulunacak.
(Eskişehir/15.00) (Fotoğraflı-Görüntülü)
2- Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı, Valiliği ziyaret edecek, arıtma tesisinde inceleme gerçekleştirecek, Muş Ovası Pompaj Sulama 1. Etap İnşaatı Temel Atma Töreni”ne katılacak, lisanslı depo açılışı yapacak ve AK Parti İl Başkanlığına ziyarette bulunacak.
(Muş/10.00-14.30) (Fotoğraflı-Görüntülü)
DÜNYA DİPLOMASİ
1- İsrail”in ateşkesi bozarak kalıcı işgal hedefiyle Gazze Şeridi”ne düzenlediği şiddetli saldırıların yansımaları ve yardımların girişini engellemesi sonucu yaşanan insani krize ilişkin gelişmeler takip ediliyor.
(Gazze/Kudüs) (Fotoğraflı-Görüntülü)
1- Gençlik ve Spor Bakanı Osman Aşkın Bak, Veliefendi Kapalı Yüzme Havuzu”nun açılış törenine katılacak.
(İstanbul/12.00) (Fotoğraflı-Görüntülü)
2- UEFA Şampiyonlar Ligi final müsabakası, Fransa”nın Paris Saint Germain ile İtalya”nın Inter takımları arasında Almanya”da oynanacak.
(Münih/22.00) (Fotoğraflı-Görüntülü)
3- Trendyol Süper Lig”in 38. ve son haftasına Çaykur Rizespor-Atakaş Hatayspor, Fenerbahçe-TÜMOSAN Konyaspor, Corendon Alanyaspor-Net Global Sivasspor ve Adana Demirspor-Gaziantep FK maçlarıyla devam edilecek.
(Rize/İstanbul/16.00/Antalya/Adana/19.00) (Fotoğraflı-Görüntülü)
4- A Milli Kadın Basketbol Takımı, FIBA 2025 Avrupa Şampiyonası hazırlıkları kapsamında Litvanya ile özel maçta Basketbol Gelişim Merkezi”nde karşılaşacak.
(İstanbul/19.00) (Fotoğraflı-Görüntülü)
5- Türkiye Sigorta Basketbol Süper Ligi play-off çeyrek finalinde Bahçeşehir Koleji-TOFAŞ ve Türk Telekom-Fenerbahçe Beko ikinci maçları yapılacak.
(İstanbul/18.00/Ankara/20.30) (Fotoğraflı)
6- Avrupa Ampute Futbol Şampiyonlar Ligi organizasyonuna Alves Kablo Ampute Futbol Kulübünün ev sahipliğinde Ankara”da devam edilecek, organizasyonun ikinci günü grup ve yarı final müsabakaları oynanacak.
(Ankara/10.30) (Fotoğraflı-Görüntülü)
7- Formula 1 Dünya Şampiyonası”nın 2025 sezonu dokuzuncu ayağı İspanya Grand Prix”sinde sıralama turları yapılacak.
(Barselona/17.00) (Fotoğraflı)
8- Teniste sezonun ikinci grand slam turnuvası Fransa Açık”a (Roland Garros) devam edilecek.
(Paris) (Fotoğraflı)
9- 2025 Avrupa Artistik Cimnastik Şampiyonası Almanya”da sürecek.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
Source:
Genç kadının şüpheli ölümü!
Zonguldak ta olay, önceki gün gece saatlerinde, Kozlu ilçesi Güney Mahallesi Likman Konutları nda meydana geldi. İddiaya göre; Elif Atalay (36), sitedeki 5 inci kattaki evinin balkonundan beton zemine düştü. KOMŞUSU YERDE HAREKETSİZ BULDU DHA daki habere göre sabah saatlerinde balkona çıkan komşusu Atalay ı yerde hareketsiz yatarken görüp polise ihbarda bulundu. OLAY YERİNDE CAN VERMİŞ Adrese polis ve sağlık ekipleri sevk edildi. Sağlıkçıların ilk incelemesinde Elif Atalay ın öldüğü ve bir süredir bulunduğu yerde olduğu tespit edildi. CENAZE MORGA GÖNDERİLDİ Elif Atalay ın cansız bedeni, olay yeri incelemelerinin ardından otopsi için Atatürk Devlet Hastanesi morguna kaldırıldı. ESKİ MAYISLAR YÜKLENİYOR PAYLAŞIMI Öte yandan Elif Atalay ın olaydan önce saat 20.00 sıralarında sosyal medyadaki son paylaşımında bir kadın arkadaşı ile içki içtiği ve Eski mayıslar yükleniyor ifadelerini kullandığı görüldü. İNCELEME SÜRÜYOR Polis ekipleri olayla ilgili çok yönlü inceleme başlattı.
Source: Habertürk
“Nemrut Körfezi”nden Nemrut düzenine: bir Aliağa hikâyesi”
İzmir’in Aliağa ilçesi günümüzde ülkemizin çevre kirliliği başkenti, neredeyse dünyanın çöplüğüdür. Onlarca işletme havasına, suyuna, toprağına zehir bırakır. Oysa bir zamanlar, eski çağda ticaret yolları üzerindeki konumu, limanları, tarıma elverişli çevresi sayesinde doğayla uyumlu yaşanan bir yöreydi. Çandarlı Körfezi kıyısındaki koylardan birinde bulunan, Aliağa kent merkezine yakın antik Kyme kenti yersel açıdan Akdenizin en önemli limanlarından biriydi. Kıyısında bulunduğu koya bugün Nemrut Körfezi deniyor. Kültürel anlamda, antik Ege dininin tanrılarını; Zeus’ları, Poseidon’ları yazdığı kapsamlı yapıtlarla günümüze tanıtan şair Heseidos’un babasının yurduydu. Epheros gibi o zamanlar tarihini anlatan bir yazar İ.Ö.4.yüzyılda burada yaşamıştı. “Erdem” konuşulurdu bu topraklarda! Buradan göç edenlerin İtalya’da kurduğu “Cumea” kentinin Latin alfabesini ilk kullanan insanlar olduğu söylenir. Çok sonraları buralara gelip yerleşen Türkmen beylerinin, Ali Ağa adlı saygın kişilerin adlarına izafeten Batı Anadolu’nun bu köşesi Aliağa olarak anıldı. Günümüzde Aliağa *** 1960’larda sessiz bir balıkçı köyü olan Aliağa ve çevresinin kaderi 1973-1977 yıllarını kapsayan TC. Devleti’nin “Beş Yıllık Kalkınma Planı” ile değişti. Aliağa sanayi bölgesi ilan edildi; enerji ve sanayi yatırımları teşvik edildi. “TÜPRAŞ Petrol Rafinerisi” ve “PETKİM Petrokimya Tesisi” gibi dev işletmeler kuruldu. 12 Aralık 1977 tarihli ve 16137 sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan yönetmelikle Aliağa, “Gemi Söküm Bölgesi” de ilan edildi. 1980’den itibaren “Kyme” antik kentinin dibinde, Nemrut Körfezinde Gemi Söküm Tesisleri kurulmaya başlandı. Ardından yörede “İzmir Demir Çelik”, “HABAŞ”, “Ege Çelik”, “SOCAR’ın Petrol Rafinerisi” faaliyete geçti. “Enka Doğalgaz Kombine Çevrim Santralleri”, “İzdemir Enerji Santrali” ve “İzmir Aliağa Doğalgaz Çevrim Santrali” açıldı. İyi hoş; bunlar ülke ekonomisine katkılarda bulunup, birçok insana iş olanağı sağlarken, “vahşi kapitalizmin” çevreye korkunç kirlilikler saçarak yüksek kâr elde etmek hırsına set çekmek kimsesinin aklına gelmedi. Gelse, alınan alınması istenen sözde önlemlere “para babalarına” dönüşen yatırımcılar uymadı. 1990’larda bölgede, önceki Belediye Başkanlarından Hakkı Ülkü öncülüğünde, “Termik Santral” kurulmasına karşı yapılan, binlerce kişinin katıldığı kitlesel direniş, Türkiye Çevre tarihinin önemli köşe taşlarından biridir. 6 Mayıs 1990’da binlerce kişi Aliağa Termik Santral yapımına karşı İzmir’den Aliağa’ya kadar el ele tutuşmuştu *** Aliağa’da yaratılan hava kirliliğinin yanı sıra, suyu ve toprağı boğan bu olgunun en öne çıkan örneği “Gemi Söküm” tesisleridir. 1976 yılında, Ege Denizi”nde Çandarlı Körfezi”nde yer alan Aliağa”nın Taşlı Burnu ile Ilıca Burnu arasındaki sahil şeridi, Bakanlar Kurulu kararıyla “Gemi Söküm Bölgesi” olarak ilan edildi. Gemi Söküm işletmeleri, kullanım süresi dolmuş, ömrünü tamamlamış gemilerin parçalandığı yerlerdir. Bu işlem sırasında elde edilen metal, ekipman ve diğer malzemelerin geri dönüşüm, tekrar kullanılabilir hale getirilip ekonomiye kazandırılması amaçlanır. 14 Ocak 1990’da, çevreci önder yöneticilerden Aliağa Belediye Başkanı Hakkı Ülkü ve Foça Belediye Başkanı rahmetli Nihat Dirim yapılmak istenen Teremik Santral karşı ankette oy kullanıyor İlk gemi söküm işlemleri Aliağa’da 1977 yılında gerçekleşti. Aliağa Gemi Söküm bölgesinde ilk sökülen gemiler, Manisa, Çoruh gemileri, Batman, Turgut Reis tankerleri ve Ankara yolcu gemisiydi. Ardından ithal edilen yabancı bayraklı gemilerin de sökümüne başlandı. Çevreye verdiği zarardan ötürü birçok ülkenin işletmekten kaçındığı bu tür tesislere, vaad ettiği büyük kârlar nedeniyle Türkiye Kapitalizmi büyük bir hevesle saldırdı. Gemi Söküm işi 1986 yılında çıkarılan “Gemi Söküm Yönetmeliği” ile yasal çerçeveye alındı ama bu çerçeve, sökümüyle denetimiyle uluslarası normlara uygun değildi Türkiye”nin tek gemi geri dönüşüm merkezi olan Aliağa bölgesinde 22 gemi söküm tesisi kuruldu. Tesisler 403.710 metrekarelik bir alana yayıldı. Yıllık toplam söküm kapasitesi, yaklaşık 900.000-1.450.000 ton olarak belirtiliyor bu tesislerin. Avrupa’nın en büyüğüdür. Dünya genelinde ise Aliağa, yıllık işlenen gemi tonajı ve kapasitesine göre, Hindistan”daki Alang, Bangladeş”teki Chittagong ve Pakistan”daki Gadani tersanelerinin ardından dördüncü sırada yer alır. Bu ülkelerin hepsi çok gelişmemiş ülkelerdir. Para kazanma karşılığında ülkelerini kirletmekten, işçilerine zarar vermekten çekinmezler. Fakirlik zehirle birlikte yaşamaya razı etmiş onları! “Aliağa kapitalizmi” de böyle bir şeydir! Aliağa’da zehirli gemiler denizde sökülüyor. Vah balıklara! *** Aliağa’da yaklaşık 40 yıldan beri işletilen bu gemi söküm tesisleri önceleri, buraya gelecek ve sökülecek büyük gemilerin çevreye saçacağı asbest, denizi ve toprağı kirleten atıklar, işçi sağlığına verilen zararlar gibi konularla kamuoyunun dikkatini çekmişti. Ülkemizdeki çevre koruyucular/ekolojistler konuya duyarlılık gösterdiler, özveriyle işin peşine düştüler. Aliağa’da uygulanan gemi söküm teknolojisi sorgulanınca ortaya korkunç bir sonuç çıktı. Gemiler parçalanırken açığa çıkan “asbest” doğrudan kanser yapan bir maddedir. Lifli yapıyla, ısıya ve kimyasallara dayanıklı doğal bir mineraldir. Özellikle tozlarının solunması ile ortaya çıkar ve yıllar içinde ciddi hastalıklara neden olur. İnsan sağlığı için son derece tehlikelidir. “Asbest” Aliağa gemi söküm tesislerinde işçiler için baş ölümcül tehdittir. Ayrıca bu tesislerde “beğen beğen al (!)” cinsinden zehirler vardır! Reymond Croze gemisi Aliağa’ya getiriliyor Kimya Mühendisi Ertuğrul Barka’nın verdiği bilgiye göre; “PAH” denen “polisiklik aromatik hidrokarbonlar”, PCB denen “poliklorlu bifeniller)”, ağır yağlar, ağır metaller, yakılan kablolardan çıkan dioksin ve furanlar, organotinler gibi pek çok kanserojen ve genetik bozukluğa yol açan maddeler yaşamı tehdit eden sonuçların yaratıcısıdır. İşte Aliağa gemi söküm tesisleride çalıştırılan işçiler ve çevredekiler 1980’lerden beri bu zehirlere ve ölümcül maddlere maruz kalmaktadır. Bu maddelerin kansere neden olduğu, insanı yavaş yavaş öldürdüğü biliniyor. Yüksek, demir çelik yığını olan bu eski gemileri parçalarken yaşanan iş kazaları hariç. Kim bilir kimler, kaç işçi öldü, kimler ölüyor, kimler hastalıklardan kıvranıyor? *** Doğaya ve saygılı teknoloji, gemi söküm işlerini “kuru havuzlarda” (dry dock) yapılmasını öneriyor. Bu yöntemle riskler bir ölçüde azaltılabiliyor! Bu yöntemde büyük gemiler için “yüzer havuzlar” gerekli oluyor. Kuru havuz sisteminde sökülecek gemilerin suyu tamamen boşaltılıyor, kıyıya çekilerek, izole edilmiş bir havuza alınıp sökülüyör. Havuz, zehirli atıkların toplanmasını ve arıtılmasını sağlıyor. Böylece tehlikeli atıkların denize karışması önleniyor. Bu usulle daha güvenli bir çalışma ortamı sunuluyor. Aliağa gemi söküm işçileri 10-21 Şubat 2022 arasında işe çıkmadı Geminin kuru zemine alınması karada çalışma kolaylığı sağlıyor. İşçilerin daha güvenli ve kontrollü koşullarda çalışması sağlanarak söküm yapabiliyor. Su üstündeki gemiye tırmanmak ve orada çalışmak yerine, zemine oturtulan gemide platform üzerinde çalışmak daha güvenli oluyor,yüksek yerlerdeki iş riskleri azalabiliyor. Bunlarla beraber gemi sökümde geri dönüşüm verimliliği artıyor. Parça kontrolü ve ayrıştırma kolaylığı sağlanıyor. Havuz içinde yapılan sökümde, demir, bakır, motor gibi parçalar daha düzenli bir şekilde ayrılıyor. Geri kazanım miktarı yükseliyor. Buna rağmen insan ve çevre sağlığına zararlı olma riski sürüyor. Zehirler kolaçan edebiliyor ortalıkta! Gelişmiş ülkeler; insanına ve doğasına saygılı ülkeler bu tür gemi sökümünü bile yapmıyor. Yabancı gemileri limanlarına sokmuyor. Aliağa Gemi Söküm arazisi *** Peki Aliağa’da gemi söküm yıllardan beri nasıl yapılıyor? Kuru havuz, muru havuz hak getire! Aliağa’daki birçok tesiste hâlen beaching (karaya çekme) yöntemi kullanılıyor. Bu tesislerde uygulanan bu sistem, işçilerin içinde çalışmaya mahkum edildiği yöntem tam bir rezillik! Tam bir doğa katliamı! Neredeyse insanı bozuk para gibi harcamak! Aliağa”da hâlen yaygın olarak gemiler kıyıya baştankara edilerek karaya çekiliyor ve açık alanda sökülüyor. Gemi sökümü sırasında ortaya çıkan yağlar, yakıt artıkları, asbest, ağır metaller ve diğer toksik maddeler denize karışabiliyor. Solunan asbest zaten ölümcül. Su üstündeki gemiye tırmanmak ve orada çalışmak işçiler için büyük tehlikeler yaratıyor. İnsan ve çevre için bu kadar riskli bir yöntem yıllardan beri Aliağa’da uygulanıyor. Asbest lifleri havada uçuşuyor; gemilerden sökülen demirin kullanıldığı komşu demir çelik fabrikalarının bacalarından yükselen demir tozları, yere doğru çöküp çocukların, annelerin, babalarını ciğerlerinde birikebiliyor. Çevreye duyarlı olan az sayıdaki insan dışında, durumu denetleme zorundan olan kamu görevlilerinden pek ses çıkmıyor. Ölen ölsün, kalan sağlar bizimdir! Oysa bu tür işletmeler için konulan uluslararası kurallar çok açık. “Hong Kong Sözleşmesi” ve “Avrupa Birliği Gemi Geri Dönüşüm Yönetmeliği”, tesislerin çevresel altyapıya sahip olmasını zorunlu kılıyor. AB’nin onayladığı geri dönüşüm tesisleri listesine girebilmek için çevre koruyucu donanımlar ön koşul. *** Parçalanmayı bekleyen gemiler Aliağa’daki gemi söküm işlerinde, çağdaş kuralların, ne yazık ki nerdeyse kimsenin umrunda olmadığı anlaşılıyor! Doğa tükenişe terk edilmiş! İnsan hayatı Allaha emanet! İş gücü ucuz! Kâr çok! Yöre insanı iş bulma, ekmek parası kazanma kaygısıyla bu duruma yakın zamana kadar pek ses çıkaramıyordu. Orta Anadolu, Karadeniz Bölgesinde işsizlikten kırılan insanlar akın akın bu tesislere gelip bu koşullarda çalışmaya razı oluyordu. Bir avuç çevre savunucusu ise Aliağa’daki Gemi Söküm Tesislerindeki olumsuzlukları, usulsüzlükleri sürekli dile getiriyor, kamuyu uyarıyordu. Bu çabalar sonucu bu tesislerde oluşan çarpıklıklar, sakat uygulamalar gün yüzüne çıktı. 2006 yılında Aliağa”da sökülmek üzere Türkiye”ye getirilen Hollanda bandıralı “Otapan” adlı gemide resmen fazla asbest olduğu fark edildi. Çevre örgütleri ayaklandı. Hatta bu durum, Türkiye ile Hollanda arasında diplomatik soruna yol açtı. Gemi Hollanda”ya geri gönderildi. Orada “güya” asbestli bölümleri çıkarıldı. Tekrar Aliağa’ya gönderilen geminin kalan kısmı ise burada söküldü. Önceki adı “Methania” olan Fransız “Ethan” gemisi sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) tankeriydi. O da söküm için Aliağa”ya getirildi. Gemide asbest ve gökyüzündeki ozon tabakasını delici maddeler bulunduğu iddia edildi. İzmir Barosu ve Foça Belediyesi, bu geminin sökümün durdurulması için dava açtı. Ancak mahkeme kararları sonuçlanmadan geminin sökümü tamamlandı. Eli çabuktu gemi söküm patronlarının! Ya da Türkiye yargısı ağır işliyordu! Söküm için Aliağa’ya getirilen bir başka koca gemi ise Bahama bandıralı “Kuito” gemisiydi. Batı Afrika’da Angola açıklarında petrol rafinerisi olarak kullanılıyordu. Eski gemi içinde radyoaktif madde bulunduğu iddia ediliyordu. üzerine Çevre Mühendisleri Odası bu iddia üzerine söküm yapılmaması için dava açtı. Ancak yargı gene geç kalmıştı. Mahkeme kararı sonuçlanmadan geminin sökümüne başlanmıştı bile. Kısa zamanda işlem tamamdı! Ham hum şaralop! Zehirleri kim bilir kimin canını yaktı? Sao Paolo gemisi Türkiye’ye getirilirken Bunlarla beraber Brezilya’dan satın alınan “Sao Paulo” adlı askeri uçak gemisinin Aliağa’ya getirilmek istenmesi ülkede büyük tartışmalara yol açtı. Bu asbestli gemiyi SÖK Denizcilik Gemi Söküm Şirketi Aliağa’da söktürüp hurdaya çevirmek istiyordu. Yöreyi zehire bulayacak bu iş için “doğa ve çevre koruyucular” bayrak açtı. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı daha önce Aliağa’ya gelmesine şartlı onay verdiği “Sao Paolo”nun sökümüne verdiği izni 26.08.2023 günü kaldırdı. Gemi ülkesine geri döndü ve Brezilya kıyılarına 350 km uzaklıkta, uluslararası sularda 80 gün bekletildi. Brezilya Donanması tarafından Atlas Okyanusu’nda batırıldı. Demek direnişle sonuç alınabiliyormuş! Aynı zamanlarda Fransız bandıralı “Raymond Croze” adlı kablo döşeme gemisi, 28 Aralık 2023 tarihinde Aliağa’daki gemi söküm tesislerine getirildi. Karaya oturtuldu ve parçalama işlemlerine başlandı. Bu geminin de Aliağa”ya getirilmesi kamuoyunda ciddi tartışmalara neden oldu. Taşıdığı asbest ve diğer tehlikeli maddelerin çokluğu çevre örgütlerinin tepkisine yol açtı. Buna rağmen, gemiyi satın almış Anadolu Gemi Söküm A.Ş. (AGS), bu iddiaları reddetti, gemiyi söktü. Bu süreçte İtalyan Donanması da Aliağa’ya dadandı. Hurdaya çıkarılmış “Carlo Fecia di Casatto“, “Guglielmo Marconi“, “Leonardo da Vinci” adlı denizaltılar; “Bersagliere”, “Artigliere” adlı devriye gemileri, “Maestrale”, “Scirocco” isimli fırkateynler Aliağa’da söküldü, pislikleri Aliağalılara kaldı. Kim bilir böyle kaç zararlı gemi 40 yıl boyunca Aliağa’yı zehirledi. Verilen zararların elbette farkında olan “Gemi Sökümcüler Derneği” adını “Gemi Geri Dönüşüm Sanayicileri Derneği (GEMİSANDER)” olarak değiştirdi. Yani kirli “sökümcülük”, cici “geri dönüşümcülüğe” dönüşmüştü! İyi ki bunlara karşı direnen çevre kuruluşları, ekolojistler var! Güçleri yettiğince ülkelerinin topraklarını havasını korumaya çalışıyorlar! *** Çevreye zehire bulayan gemi sökümcüler pek önleyici girişimler olmadan Aliağa’da doğaya zehir verdiler, ceplerini para ile doldurdular. Bunu da güya ülke ekonomisine katkı adına yaptılar! Sanki etrafa zehir yaydıkça ülkede zenginlik artıyormuş gibi! Hiç böyle kendi ülkesine, yaşadıkları topraklara kıyıcı tutumlar olur mu? Mantık mı bu? Hiç insan kendi vatanını gözden çıkarmaya kalkar mı? Bütün canlılar canları onlara emanet edilmiş yavrularını korur! Açılacak işletmelerden, çevreye ve insana zararlı olup olmadıklarını belgeleyecek “Çevresel Etki Değerlendirme Raporu (ÇED) isteme zorunluluğu ülke mevzuatına yeni girdi. Bu yönetmelik bu tür riskli işletmeler için bir disiplin getiriyor ama günümüzde “vahşi kapitalizmin” baskısıyla sık sık yapılan değişikliklerle bu uygulamanın içi boşaltılıyor. Bu bağlamda, Aliağa’da 1993 yılından önce kurulmuş Gemi Söküm Tesisleri için ÇED zorunluluğu, işletmeler açılırken istenmemiş, olası riskler için ayrıntılı bir inceleme yapılmamıştı. Sözde denetim koşulu, 1986 Yönetmeliğiyle yerine getiriliyordu. Yani bugüne kadar Gemi Sökümcülerin “Çevresel Etki Değerlendirme Raporu” hazırlama zorunluluğu yoktu. İşletmelerin kuruldukları yıllarda ÇED Raporu olmadığı gibi o zamanlar Çevre Bakanlığı bile yoktu. Yani Devlet, bu işletmelerin riskleriyle ilgili, kurulduklarında ayrıntılı hiçbir değerlendirme istemediği gibi aradan geçen bunca zamanda da böyle bir talepte bulunmamıştı. Bu durum 2025 yılı başında, Gemi Sökümcülerin, Devlete kapasite arttırmak için baş vurmasıyla su yüzüne çıktı. Sökümcüler Aliağa’da sıkışmıştı. Yaptıkları kirlilik göze batıyor, söküm işi yıl be yıl azalıyordu. 2022 yılında sökülen gemi sayısı 22’ye düşmüştü. Kapasite arttırmak için, artık pek yaptırımcılığı kalmasa da yasaya göre ÇED yapılması gerekiyordu. Yörede 22 tesisin faaliyet alanının genişletilmesi için deniz yönünde kıyı kenar çizgisinin dışına geçilmek isteniyordu. Böylece kapasite artışı sağlanacaktı. Başlatılan Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) süreci bu talebi içeriyordu. Gemi Söküm alan sınırları *** Durum duyulup kamuoyuna yansıyınca çevre örgütleri ve meslek odaları devreye girdi, olguyu incelemeye aldı. İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan bilimsel rapor ürkütücüydü. Aliağa bölgesinde toprakta saptanan arsenik ve kurşun gibi ağır metallerlerin miktarı tehlikeli düzeydeydi. Böyle bir genişleme çevreye daha çok zarar verecekti. Kapasite artışının riski çevre ve halk sağlığı açısından çok yüksekti. Bunların yanı sıra ilginç bir durum ortaya çıktı. 22 işletmenin bulunduğu yaklaşık 500 dönüm arazi sökümcü şirketlere ait değildi. Kiracıydılar. Aliağa Gemi Söküm Tesisleri”nin bulunduğu arazi, 2025 yılından önce, TC. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı”na bağlı Toplu Konut İdaresi Başkanlığı”na (TOKİ) aitti. Yani Devletin, Kamu’nun. Daha sonra, TOKİ bu mülkiyeti iştiraki olan “Emlak Konut GYO A.Ş.”nin ortağı olduğu “Emlak Planlama İnşaat Proje Yönetimi ve Ticaret A.Ş.”ye (EPP)” devretti. Bu şirketin küçük ortakları ABD’li Vanguard Grup ve Yapı Kredi Bankası idi. 2025 yılından önce 22 Gemi Söküm İşletmesi TOKİ’ye, 2006 yılında yapılan 20 yıllık kira sözleşmesiyle belirli bir kira bedeli ödüyordu. Sökümcülerin iddiasına göre bir işletme; bulunduğu arazi için, Milli Emlak tarafından ecrimisil bedeli olarak 350–400 bin TL talep edildiği halde yılda 500 bin TL kira ödemesi yapıyordu. Yani daha fazla! Son olarak, 28 Şubat 2025 tarihinde, Aliağa Belediyesi”nin %100 iştiraki olan Aliağa Belediyesi Petrol A.Ş. (APAŞ), bu araziyi EPP”den satın aldı. Satın alma işlemine göre yaklaşık 500.000 metrekare olan arazi için, 2025 yılı değerleri itibariyle, metrekare birim fiyatı 21.999 TL’den, 10 milyar 60 milyon TL bedel (KDV hariç) belirlendi. %26″sı peşin olmak üzere kalan tutarın 8 taksit halinde ödenmesini içeren bir ödeme planı yapıdı. Sözleşmeyi, Devlete ait “Emlak Konut” şirketinin Genel Müdür Yardımcısı ve EPP Yönetim Kurulu Başkan Vekili “Selami Keskin”, “Emlak Planlama İnşaat Proje Yönetimi” Genel Müdürü “Alim Kaplaner” ile MHP’den seçilmiş Belediye Başkanı “Serkan Acar’ın Başkanı olduğu Aliağa Belediyesinin %100 iştiraki olan “APAŞ-Aliağa Belediyesi Petrol A.Ş Şirketi” Yönetim Kurulu Başkanı “Adem Akkaş” imza attı. Adem Akkaş ülkücü kimliğiyle biliniyordu. Yer tesliminin Aliağa Belediyesi’ne, işlemler tamamlandıktan sonra Temmuz 2025 günlerinde yapılması kararlaştırıldı. Aliağa Belediye Başkanı Serkan Acar, APAŞ YK Başkanı Adem Akkaş ve ve Gemi Söküm arazisi *** Bunun ardından 05.05.2025 günü Aliağa Belediyesinden konu ile ilgili bir açıklama yapıldı: “28 Şubat 2025 tarihinde Aliağa Belediyesi’nin yüzde 100 iştiraki olan Aliağa Belediyesi Petrol A.Ş (APAŞ) şirketi tasarrufuna geçen “Aliağa Gemi Söküm Bölgesinde” Belediyemiz tarafından İmar Kanununa, çevre ve insan sağlığına yönelik tedbirler hızla alınmaktadır. “Aliağa Belediyesi İklim Değişikliği ve Sıfır Atık Müdürlüğü” ve “Aliağa Belediyesi Zabıtası” tarafından bölgede yapılan ilk incelemelerde tehlikeli atıkların çevreye zarar verici şekilde depolandığı, bazı bölgelerde üzerinin toprakla kapatıldığı tespit edilmiştir. Bu şekilde bölgede “15.000 ton tehlikeli atığın” “vahşi depolama yöntemiyle” insan ve çevre sağlığını tehlikeye sokacak şekilde etrafa saçıldığı öngörülmektedir.” “Belediyemizce konu ile ilgili olarak ivedilikle “Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğüne”, “Kıyı ve Tersaneler Genel Müdürlüğüne”, “Aliağa Liman Başkanlığına” ve “İMEAK Deniz Ticaret Odası Aliağa Şubesine” bilgilendirme ve ihbar yapılmış olup, sorumlular hakkında faaliyet durdurma dahil her türlü yaptırım uygulanacaktır.”, denildi. Yani, bir resmi kuruluş, Belediye, yeni yapılan denetimler sonucu yaklaşık 400 dönümlük Gemi Soküm alanında”15 bin ton tehlikeli atık”ın saptandığını açıklıyordu. Tabii ki bu miktar korkunç bir rakamdı. Üstelik bu rakam 5 tesiste yapılan inceleme sonucu saptanmıştı. Yaklaşık 40 yıldan beri sürdürülen gemi söküm çalışmaları sonucu daha ne zehirler saçıldı ortalığa, bilinmeyen yerlere depolandı! Aliağa’da gemi söküm alnının denizi Çiğli-Harmandalı çöp depolama alanına bu zehirli atıkların götürüldüğü söylüyordu Harmandalı Mahallesi Muhtarı. Belki yeni açılan Bergama Katı Atık Tesislerine de gönderildi, gönderiliyor bu zehirli atıklar. Bu tesislerin insana ve çevreye verdiği zararlar hakkından yılllardan beri yetkilileri uyaran çevreciler ne kadar haklıymış! Nasıl yok edilecek, giderilecek, insana ve çevreye zarar vermeyecek hale getirilecek bu zehirler? Devlet Kurumları belediyeler neden müdahale etmemiş bu rezilliğe yıllardan beri, bu güne kadar! Sonuç da canlılar, toprak ölmüş, birileri para kazanmış! *** Gemi Sökümcülerin Belediyenin yıkım uygulamasını engelleme girişimi Aliağa Belediyesi ekiplerinin beş ayrı işletmede tehlikeli atıklar saptamasıyla bu tesisleri mühürleme girişimine karşı Gemi Söküm tesisleri sahipleri Belediye’nin yıkım ekiplerine karşı geldi. İşletme sahipleri çalışanlarıyla beraber yıkım durdurmak için iş makinaları ve dozerlerle yolu kapattı. Kargaşa çıktı. Bu ortamda “Gemi Söküm Sektörü Temsilcileri” bir bildiri yayınladı: “Bedelini ödeyerek tapularını almak istemelerine rağmen, Aliağa Belediyesi’nin keyfi uygulamalarıyla karşı karşıya kaldıklarını” iddia ettiler. “TOKİ (Devlet) tarafından “arazinin tamamını kendilerinin satın almaları için onlara sunulan rakamları kabul etmelerine rağmen”, arazinin onlara değil, Belediye’ye de değil, Belediyenin APAŞ adlı şirketine satıldığını” bildirdiler. “Tek isteklerinin Devletle, TOKİ iştiraki olan EPP firmasıyla, 2026 yılında sona erecek sözleşmelerini tamamlayarak, tesislerin bulunduğu arazilerin mülkiyet hakkına kavuşmak olduğunu” söylediler. Gemi Sökümcüler, “bir belediye iştirakinin insiyatifine terk edilmelerinin onları son derece zor durumda bıraktığını” iddia ettiler. “İçinde bulunulan ekonomik kriz ortamında, (var olan) imar kaynaklı sorunların onların suçu olmadığını, imarsız alanlarda imara aykırılık gerekçesiyle cezalar kesildiğini, haciz işlemleri uygulandığını, tahsilatlar yapıldığını, ruhsat harçları toplandığı halde, ruhsatların verilmediğini, üç yıl önce ruhsat vaadiyle ödeme yapan firmalara yıkım kararları gönderildiğini” anlattılar. Belediyenin APAŞ şirketiyle değil Devletle muhatap olmak istediklerini, hakları olan (Gemi Sökümü yapılan arazilerin) tapularını, bedelini ödeyerek almak istediklerini” açıkladılar. (Gemi Sökümcüler arazi satışına karşı çıkıyor) *** Bunca yıl Gemi Söküp para kazanacağız diye ortalığı zehire bulayan gemi sökümcüler, bu durumun sürmesini istiyorlardı. Hatta ÇED raporu hazırlatma girişimiyle tesislerini genişletmek, büyütmek için çaba harcarken şimdi işlerinin ellerinden gitmesi telaşına düşmüşlerdi. Sanki yıllardır Dünya’nın pisliğini Aliağa’da, bu arazide ve denizinde temizleyenler, zehirleri bu topraklara saçanlar, suları kirletenler, işçilerin hastalıklara bulaşmasına neden olanlar, burada bululan işletmeler değildi. Öte yandan, bugüne kadar buna göz yuman; arazisini kiralayan, yerel yönetim sınırları içinde olmasına rağmen seçmenlerinin sağlığına göz ardı edenler, genel yönetimin il düzeyindeki temsilcileri bu durumdan sanki sorumlu değildi. Genel ve Yerel Yönetimlerin, burunlarının dibindeki felaketi görmemeleri tabii ki mümkün değildir! Neden? Görevi kötüye kullanmak mı var, ihmal mi var? İş mülkiyet, Gemi Söküm alanının sahibi kim olacak sorununa gelince kıyamet kopuyor! Kimse mülkiyete sahip olup hazır paraya dönüşecek rantı; Kamunun, Halkın parasını paylaşmak istemiyor. Ortada çok büyük miktarlarda paranın ve kârın var olduğu belli! Gemi Sökümcülülerin, bu tür işlemeciği Aliağa’da sürdürerek, zehirli işlemleri belki aynen ve genişleterek, belki de farklı boyutta devam etmeyi amaçladığı açık. Devletin ve Belediyenin ise söküm alanını zehirli ortamdan kurtaracak bir projesi olup olmadığı bilinmiyor. *** Ayrıca, bu mülkiyetin Belediyenin kendi tüzel kişiliğine satılmaması, bir şirketinin eline verilmesi anlaşılır değil. Belediyeler, halkın seçtiği kişilerden oluşan Belediye Meclislerince denetlenir. Belediye şirketleri ticari şirketlerdir ve Belediye Meclisi, Halk denetimi dışındadır. Bu alan Belediye şirketince Devletten ucuza mı alınmış, pahalı alınmış tartışmalıdır! Önünde sonunda satan Devlet, satın alan Belediye’ye ait olsa da bir ticari şirkettir. Karar vericiler sadece güvenilir olma keyfiyetindedir. Gemi söküm alanında 15 bin ton zehirli atık saptanmış Hem de bu satış yapıldığı zaman da, Sökmücülerin Devletle daha önce yaptıkları anlaşmaya göre çoğunun sözleşmesinin bitmesine daha bir yıl vardır! Ne bu acele! Üstelik bu arazinin yüzde yüz hissesi Belediyeye ait olsa da bir şirkete satılıyor olması başka ciddi sorun ve yorumlara yol açabilir. Şirketler Belediyelere ait olsa da kamu denetimininin dışındadır. İç İşleri Bakanlığı ve Sayıştayın denetimine açık olan Belediye Kanununa değil, Ticaret Kanununa göre yönetilirler. Ne kârlarını ne de işlemlerini açıklamak zorundadırlar. Kârlarını, alıp sattıklarını, finansal hareketlerini izlemek mümkün değildir. Herşey şirket başkanı ve yönetim kurulunun yetkisi ve sorumluluğundadır. Aliağa’da bu gemi söküm arazisi Belediyeye ait APAŞ şirketine satıldığına, o da bir ticari şirket olduğuna göre Kamu’nun, Halkın şirketin girdi çıktılarını gözlemesi zordur. Çoğunlukla verilen kararlar kapalı kapılar ardında alınır! Hal böyle iken ülke genelinde Belediyelere ait ticaret şirkerlerinin, kaynaklarını kullanma ile ilgili kuşkulara yönelik tartışmalar, son günlerin gündemindedir. Bu şirketler Belediye Başkanları insiyatifinde Belediye tüzel kişiliğine ait olmuş olsa bile halk tarafından seçilmiş ve işlemleri bir ölçüde şeffaf Belediye Meclislerinin denetimi dışındadır. Yani, bu mülkiyetin geliri gideri, satışı satılmayışı, parası pulu Belediye Başkanı tarafından belirlenmiş şirket yönetiminin, Aliağa’da APAŞ şirketi yönetiminin, muhtemelen Belediye Başkanı tarafından belirlenmiş Başkanı Adem Akkuş ve arkadaşlarının yetki ve kararındadır. Üstelik bu kişi siyasal bir kimliğe sahip olmasına rağmen Belediye Meclis üyesi değildir. Aliağa Belediye Başkanı bu kadar büyük ve tartışmalı değerdeki araziyi kendi seçtiği ancak halk tarafından seçilmemiş bir kişiye emanet etmiş. Muhakkak ki kendisine çok güvenilmektedir! Belediyece yapılan açıklamaya göre, Aliağa Gemi Söküm işletmelerinin Ege Bölgesini zehirleyen atıklar bu arazidedir. Zehirli toprağın araziden çıkarılması, nereye gönderilecekleri ve bu işin yönteminin başlı başına bir sorun olması, böyle bir tartışmalı ortamın teknik ve yönetsel kaderi böyle bir alım satım oluşumuna terk edilemez. Hal böyle iken, olaylar bu yönde gelişirken, 24. Mayıs 2025 tarihli bazı yayın organlarında Belediye ile Gemi Sökümcü şirketler arasındaki gerilimin sona erdiği bildiriliyor. Belediye şirketi APAŞ’ın TOKİ’den (Devlet’den) 10 milyar 60 milyon TL’ye aldığı 500 dönümlük araziyi Gemi Söküm şirketlerine 13 milyar 280 TL’ye, %32 kârla satmak için anlaştığı yönünde haberler çıkıyor. Habere göre Belediye bu alış verişten kazançlıymış. Çok “kâr” etmiş! Ya Aliağa halkı, Türkiye halkı? Çocuklar? Ya Toprak, Ağaçlar, Deniz? Aman “tuz kokmasın!” Evet *** Aliağa sadece Aliağa’ya ait değildir. Aliağa’da yapılan yanlışlıklar İzmir’de, Karşıyaka’da, Bornova’da, Foça’da, Bergama’da hissedilir. Bu güne kadar yapılan uygulamalardan anlaşıldığı gibi: Bu zehirliliğin yol açtığı görünmeyen, bilinmeyen ölüm ve hastalıklardan; başta vahşice gemi söküm yapan işletme sahipleri ve ilgili Devlet Kuruluşları, şimdiki ve önceki Belediye Yönetimleri sorumludur. Bu yörede doğayı öldüren, çevreyi zehire bulayanlar, buna seyirci kalanlar ne yazık ki bunlardır. Bu nedenlerle; iyimser açıdan bakıldığında, mademki Aliağa’nın Gemi Söküm alanında yeni düzenleme arayışları var, bu bölge kesinlikle yeniden gemi Söküm Alanı haline getirilmemelidir. Aliağa bu gibi işlerin yapıldığı Bengaldeş, Hindistan değildir. Çin bile yabancı gemileri söküm için ülkesine sokmamaktadır, Daha ileri teknikler kulanılarak gemiler parçalanabilir diyebileceklere; işletme sahiplerine ve bu bağlamda Yerel Yöneticilerinin eylemlerine, geçmiş davranışlarına bakarak güvenmek abestir. Nerdeydiler bugüne kadar? Üstelik söküm alanının Belediye Başkanı tarafından tayin edilmiş, Belediye Meclisi üyesi olmayan ama siyasi kişiliği olan bir oluşuma bırakılması başlı başına anlaşılmaz bir durumdur. Var olan ve var olacak satış anlaşmaları, işlemleri derhal durdurulmalıdır! Bu nedenlerle Aliağa Gemi Söküm Tesisleri derhal kapatılmalıdır. Rehabilitasyon çalışmaları Devlet ve ilgili sivil toplum kuruluşları tarafından yürütülmelidir. Belediye şirketi bu alım satım işlerinden elini çekmelidir. Yeşi topraklar. Aliağa Gemi söküm alanın yemyeşil bir parka dönüşmesi ne güzel olur O kadar çok zehirli gaz, duman, sağlığa zararlı atıkların oluştuğu bu bölge, ister Büyükşehir, ister Aliağa Belediyesi, ister Bakanlıklar tarafından olsun “yeşil alan” ilan edilmedir. Deniz kıyısındaki 400-500 dönümlük bu alan ibreti alem için, diğer komşu tesislerin finansal katkılarıyla çiçek bahçesine dönüştürülmelidir. Aliağa sanayi bölgesinde olumsuz çevresel koşullardan etkilenen işçiler rahat bir soluk alsınlar burada. Doğası hoyratça tarumar edilen ülkemizde böyle korumacı bir girişim her yere örnek olsun. İzmir ilinin halkı rahat uyusun. Tabii ki bölgede daha başka birçok kirletici işletme var. Nedir bu “vahşi kapitalizm”den insanlığın çektiği! Sefa Taşkın 01.06.2025 Bergama/İzmir
Source: İzmi̇r / Cumhuriyet
F.Bahçe”den kaptanlarına bir garip veda! Taraftar küplere bindi
Fenerbahçe, takım kaptanları Edin Dzeko ve Dusan Tadic ile yollarını ayırdığını açıkladı. Sarı lacivertli kulüp iki oyuncu için teşekkür mesajı yayınladı.
Fenerbahçe”nin sosyal medya hesaplarından yayımlanan videoda deneyimli oyunculara Başkan Ali Koç ve As Başkan Acun Ilıcalı”nın tesislerde veda konuşması yaptığı ve plaket verdiği görüldü. Ancak sarı lacivertli taraftarlar, takım kaptanlarına yapılan vedadan memnun kalmadı.
BULAŞIKLARIN ÖNÜNDE VEDA
İki takım kaptanına son maçta plaket verilmesi gerektiğini ifade eden taraftarlar, tesislerde yıkanmayı bekleyen bulaşıklar ile mutfak tüpünün önünde veda edilmesine yoğun tepki gösterdi.
Akıllara Başkan Ali Koç”un göreve geldiği ilk yıllarda dönemin takım kaptanı Volkan Demirel”e plastik sandalye üzerinde özür diletilmesi gelirken, Edin Dzeko ve Dusan Tadic”in sezonun son maçına çıkmadan tesislerde uğurlanması tepkilerin odağı oldu.
Edin Dzeko”nun İtalya Serie A”da Dusan Tadic”in ise Hollanda”da kariyerine devam etmesi bekleniyor.
Source: Haber Merkezi
Yörük kadını sergisi fabrikada yapıldı!
Mersin Valisi Atilla Toros ve eşi Dudu İrem Toros himayesinde, Boğaziçi Üniversitesi Gözlükule Kazısı Araştırma Merkezi”nde (Eski Çırçır Fabrikası) gerçekleştirilen “Yörük Kadınının Sessiz Duygusal Mektubu: Ala Çuval” temalı sergi ve defile, Yörük kadının yaşamını anlattı. Etkinlik, yüzyıllardır Yörük kadınlarının yaşamına tanıklık eden ve kültürel hafızada derin izler bırakan “Ala Çuval” dokumalarının, çağdaş sanat ve tasarımla yeniden yorumlanmasını konu alıyor. Bu özel proje ayraca, gelenekten geleceğe uzanan bir köprü kurarak kültürel kimliğin korunması, kadın emeğinin görünür kılınması ve unutulmaya yüz tutmuş el sanatlarının yaşatılması açısından örnek bir çalışmayı temsil ediyor.Etkinlik programı, 14 ürünlük özel bir menüyle zenginleştirilmiş kokteyl sunumu, Yörük çadırı içinde tiyatro gösterisi, dokuma, nakış, seramik, cam gibi çeşitli disiplinlerde üretilmiş yüzden fazla el sanatları ürünün yer aldığı serginin açılışıyla başladı. Geleneksel Ala Çuval üretim sürecinin canlı dokuma performans ile sergilenmesi ve Ahmet Baran konseri ile devam eden etkinlikte, Ala Çuval dokumalarının motif ve renklerinden ilhamla hazırlanan 25 parçalık çağdaş giysi koleksiyonu sergisi yer aldı. Defile ile sunulan 25 giysi ise izleyicilerden tam not aldı. Programın açılış konuşmasını yapan Mersin Olgunlaşma Enstitüsü Müdürü Mehmet Göçer, Ala Çuvalın, Yörük kadının yalnızca yük değil, hatıralar taşıdığı bir miras olduğunu, her düğümünde bir anı, her temasında bir emanet saklı olduğunu söyledi. Göçer, Etkinliğin merkezinde yer alan “Ala Çuval”, sadece bir dokuma ürünü değil, kadın emeğinin, sabrının, duygularının ve kültürel hafızanın bir simgesi olarak ön plana çıkarılmıştır. Mersin Olgunlaşma Enstitüsü”nün bu alandaki yaklaşımıyla, geleneksel değerler çağdaş sanatla buluşturularak yeni nesillere aktarılmaya çalışılmıştır dedi. Daha sonra söz alan Mersin Valisi Atilla Toros”un eşi Dudu İrem Toros, bu etkinlikte emeği geçenlere teşekkür etti. Toros, Bugün bu etkinlikte Yörük kadının yüreğinde süzülen mektubunu birlikte okumaya geldik. Ala Çuval bir miras, bir kültürün, bir kadının, bir milletin taşıdığı hafızadır. Yörük kadının ala çuvalına yazgısını, umudunu, inancını ve sevincini, hasretini işler. Bu güzel programda emeği geçen herkese teşekkür ederim ifadelerini kullandı.
Source: Gazetevatan.com