Hainler kahraman kahramanlar hain
Bazen ağaçlara bakmaktan ormanı göremeyiz, detaylarda boğulurken bütünü gözden kaçırırız, şöyle bir adım geriye çekilip, resmin tamamına bakmakta fayda var.
Şeyh Said’e “şehit” diyorlar.
Bölücü ve gerici kalkışmayla Cumhuriyet’e karşı silah çektiği için, vatana ihanetten yargılanıp idam edilen emperyalizm maşası tarikatçıydı, şu anda Meclis’te bulunan iki parti tarafından “şehit” ilan ediliyor, iade-i itibar istiyorlar.
Seyid Rıza’ya “kahraman” diyorlar.
Bölücü kalkışmayla Cumhuriyet’e karşı silah çektiği için, vatana ihanetten yargılanıp idam edilen emperyalizm kuklası aşiret lideriydi, şu anda Meclis’te bulunan üç parti tarafından “kahraman” ilan ediliyor, iade-i itibar istiyorlar.
İskilipli Atıf’a “rahmet” okuyorlar.
Milli mücadelemiz sırasında Mustafa Kemal’in öldürülmesinin “farz” olduğunu söylediği için, Anadolu halkını Kuvayı Milliye’ye karşı savaşmaya çağırdığı için, vatana ihanetten yargılanıp idam edilen İngiliz istihbaratının maşası Teali İslam Cemiyeti’nin başkanı imamdı, şu an iktidar olan parti tarafından mezarı başında anma töreni düzenleniyor.
Öcalan’a “kurucu irade” diyorlar.
Bölücü kalkışmayla Cumhuriyet’e karşı silah çektiği için, vatana ihanetten yargılanıp ömür boyu hapse mahkum edilen, gelmiş geçmiş en kanlı terör örgütünün elebaşına “sayın” diyorlardı, şimdi “kurucu irade” diyorlar, “umut hakkı” tanımak istiyorlar.
Tarikatlara “vakıf, dernek, sivil toplum kuruluşu” diyorlar.
Anayasa’ya aykırı olmalarına rağmen, suç kabul eden yasaların yürürlükte olmasına rağmen, “dernek” adı altında “kamu yararına dernek statüsüne” sokuluyor, para toplama yetkisi veriliyor, “vakıf” adı altında vergiden muaf tutuluyor, milli eğitim bakanlığı tarafından “sivil toplum kuruluşu” statüsüyle, okullarımıza sokuluyor.
Buna mukabil…
Atatürk’e Ayasofya minberinden “lanet” okuyorlar.
Mustafa Kemal’in askeriyiz diyen teğmenleri ordudan atıyorlar.
Talat paşaya “Hitler” diyorlar.
Cumhuriyet’in kurucu partisi CHP’ye “hırsız partisi” diyorlar.
Bir adım geriye çekilip baktığımızda “yeni Türkiye” denilen Türkiye, daha net görülüyor.
Vatan kahramanları karalanırken, adeta diri diri gömülürken, hortlatılan vatan hainleri ak’lanıyor.
“Hak hukuk adalet” diyen üniversiteli gençler yerlerde sürüklenerek ters kelepçeyle tutuklanırken mesela, polis nezaretinde “Kemalist köpeklere ölüm” diye bağıran IŞİD türevlerinin sırtı sıvazlanıyor.
Cumhuriyet Halk Partisi’ne yönelik içerden-dışardan topyekün saldırıya bu bütüncül gözle bakmakta fayda var aslında, çünkü mesele tek başına CHP değil, kurucu değerleriyle, manevi şahsiyetiyle birlikte, bizatihi Cumhuriyet tasfiye edilmek isteniyor.
Source: Yılmaz Özdil
Katliam gününün sırrı: Vali intihar edecekti
Sivas katliamının üzerinden 32 yıl geçti. Dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu SÖZCÜ’ye açıkladı: “Vali telefonda ‘Tabancamı kafama dayadım intihar edeceğim’ dedi. Şok oldum, ‘ne demek intihar, sakın ha bu hiçbir şeyi çözmez ’ dedim ve hemen Sivas’a hareket ettim. Gazioğlu şunları söyledi:
YEDİ GÜNLÜK BAKAN
“Beni kahreden bir olaydır. O tarihte henüz 7 günlük bakandım, hükümet güvenoyu bile almamıştı. Kimseyi suçlamak istemem ama olayda dirayetsizlik vardı. Camiden çıkan bir grup, otel önünde toplanıyor, büyüme eğilimi var. Vali hemen sokağa çıkma yasağı ilan etse durum farklı olurdu. Valilerdeki yetki bakanda bile yok. Orada 6 bin kişilik Tugay var, yarısını otel çevresine alıp etten duvar örseniz, bu facia da olmazdı.
HİÇBİR ŞEYİ ÇÖZMEZ
Olay başlayınca valiyi aradım ‘Gerici bir grup, tehlike arz etmiyor’ dedi ama olaylar büyüdü, yeniden valiyi aradım. Bu kez ‘Tabancamı kafama dayadım intihar edeceğim’ dedi. Şok oldum, ne demek intihar, sakın ha, bu hiçbir şeyi çözmez’ dedim. Hemen Sivas’a hareket ettim. Uçaktayken otelin yakıldığını ve canlara mal olduğunu öğrendik. Sokağa çıkma yasağını ben ilan ettirdim.”
VALİ: ASKER GEÇ KALDI
Dönemin Sivas Valisi Ahmet Karabilgin ise 10 Ekim 2012’de TBMM Araştırma Komisyonunda şu ifadeyi verdi: “Toplam 450 kişilik polis ve jandarma gücüm vardı. Genelkurmay Başkanı ‘Orada 6 bin askerim var, hepsi emrinde’ dedi ama Tugay Komutanı ancak Genelkurmay Başkanından talimat alınca asker sevkiyatı yaptı. O sırada zaten otel ateşe verilmişti, 10 dakika içinde de yandı. Olayı yaratanlar önceden hazırlıklı, örgütlü ve organizeydi. ‘Şeriat gelecek, Kahrolsun laiklik, Tek Yol İslam, Yaşasın Hizbullah’ sloganları attılar. İtfaiye de görevini yapamadı, engellediler.”
Sanık avukatlarından 8’i AKP’den vekil oldu
Sivas’ta 2 Temmuz 1993’te Cuma namazı sonrası laiklik karşıtı sloganlar atan bir grup, sanatçılar, çocuklar ve aydınların kaldığı Madımak Otelini ateşe verdi. 33 sanatçı ve aydın ile 2 otel görevlisi ve 2 saldırganla birlikte 37 kişi hayatını kaybetti. Aziz Nesin, itfaiyenin yangın merdiveni ile kurtarıldı. Davalar açıldı, sanıklardan 33’ü müebbete mahkum oldu, bazıları affedildi. Olay sonrası Almanya’ya kaçan 8 sanık da zaman aşımı ile kurtuldu. Yıllarca aranan, davanın 1 numaralı sanığının ise Sivas’ta olduğu, kalp krizinden ölünce ortaya çıktı. Sanık avukatlarından 8’i AKP milletvekili seçildi, ikisi de bakan oldu.
Ölenlerden biri Hollandalı konuktu
Madımak kurbanlarından biri de Hollandalı genç bir araştırmacı olan Carina Cuanna Thuijs idi. 1993 yazında Çorum’da saha çalışması yapacaktı. Ülkesinde Yabancılar Dairesi’ne gitti, burada Türk Rahmi Sivri ile tanıştı. Sivri, Carina’nın ailesinin evinde kalabileceğini söyledi. 22 Haziran’da Türkiye’ye geldi Carina, iki ay araştırma yapıp dönecekti. Ankara’da Sivri ailesine konuk oldu. Ailenin iki kızı Yasemin ve Asuman’la tanıştı, onların davetiyle Sivas’a gitti, Madımak Otel’de, koridorda çekilen bu fotoğrafta da üçü beraberdi, hiçbiri sağ çıkamadı oradan; Yasemin 19, Asuman 16 ve Hollandalı Carina 23 yaşındaydı.
Zeynep kızım babanı güleç hatırla!
Madımak Oteli’nde çıkarılan yangında ağır yaralanan şair Metin Altıok, 7 gün sonra Ankara’daki hastanede yaşamını yitirdi. Şair, o zaman 22 yaşında olan kızı Zeynep Altıok için kendi fotoğrafının üzerine şu notu düşmüştü: “Zeynep, babanı hep böyle güleç hatırla…”
Babaya ağıt: Sen benden gittin gideli
Katliamda halk ozanı babası Nesimi Çimen’i kaybeden besteci ve oyuncu Mazlum Çimen’in sözlerini yazdığı ve Edip Akbayram’ın seslendirdiği “Sen Benden Gittin Gideli”yi herkes için bir aşk şarkısıdır. Oysa şiiri Mazlum Çimen babasının ölümünün ardından yazmıştı.
Adını Hasret koymasaydım hasret kalmazdım
Henüz 22 yaşında katliamda hayatını kaybeden halk ozanı, müzisyen Hasret Gültekin’in ölümünden yalnızca bir buçuk ay sonra oğlu Roni Gültekin dünyaya geldi. Hasret Gültekin’in annesi Hace Gültekin, “İsmini keşke Hasret koymasaydım. Belki ona hasret kalmazdım” demişti.
İki çocuk tek beden oldu
Biri 12 diğeri 14 yaşında iki kardeş de hayatını kaybedenler arasındaydı. Saldırganlar oteli kuşatmaya başladığında herkes gibi Menekşe ve Koray Kaya da otelin dördüncü katına çıktılar. İki kardeş yan yanaydı. Ateş çemberinden nasıl çıkacağını bilemeyen çocuklar korkuyla birbirine sarıldı ve cansız bedenleri de öyle bulundu.
Source: Emin Özgönül
Meclis önünde ağlatan konuşma
MUĞLA İkizköylüler, yeni Maden Yasası teklifine tepki göstermek için TBMM Dikmen kapısı önünde toplandı. Köylüler, “Havama, suyuma, toprağıma dokunma”, “Maden yasası geri çekilsin”, “Toprağa dokunan eller kırılsın” sloganlarını attı. Muğla İkizköy Mahalle Muhtarı Nejla Işık, ilk sözü aldı. BBC’nin 2024 yılında dünyada ilham kaynağı ve etkili olan 100 kadın listesinde yer alan Işık şöyle konuştu:
‘TEK SES TEK YÜREĞİZ’
“Her yerden tek ses tek yüreğiz ve tek bir şey istiyoruz: ‘Bu çökme yasasını kabul etmiyoruz.’ Ama inatla, ısrarla sesimizi duymuyorlar; duyuyorlar ama işlerine gelmiyor. Biz dünden bu yana buradayız, küçük bir grup geldik. Şirketler TBMM’ye alınırken, biz köylüler, sadece 6 kişiydik, Meclis’e giriş yasağı koyuldu bize. Burası milletin Meclis’i değil mi? Şirketlerin Meclis’i mi?”
‘HEPİMİZ GELİP GEÇİCİYİZ’
Enerjinin farklı yollarla üretilebileceğini söyleyen Nejla Işık, toprağın ve suyun önemine vurgu yaptı:
“Emeğimizi hiç kimse şirketlere feda edemez. Bir ağaç yetiştirmeyen insanlar söz kurmasın. Emekçiler, çiftçiler, üreticiler burada. Karşımıza enerjiyle gelmesinler artık. Enerjinin alternatifleri var ama toprak giderse, su giderse yaşam biter. Bizler bu dünyanın hükümdarı değiliz. Hepimiz gelip geçiciyiz. Topraktan geldik, toprağa gideceğiz, bu dünya kimseye kalmaz. Yok ederek değil, yaşatarak bırakacağız gelecek nesillere.”
“Ben köylü kızı Zeynep hele bir kulak verin”
Adı gibi top top çamları olan, çam fıstığının yetiştiği yerden geliyorum. Benim adım Zeynep. Köylü kızı Zeynep’im ben. Başka bir ünvanım yok. Köyüm o kadar güzel ki. Ama 10 yıl öncesinden bir şirket geldi ve köyümün masalsı güzelliğini yerle bir etti. Köyümde öyle bir çam ağaçları vardı ki tek bir güneş ışığı sızıp da giremezdi. Öyle derelerimiz vardı ki suyu eğilip içerdiniz. O çam ağaçlarının yerini kumdan dağlar aldı, dere yataklarını molozlar sardı. Atamdan, dedemden böyle masalsı bir köy teslim almışken ben çocuklarıma ne teslim edeceğim şimdi? Kumdan tepeleri mi vereceğim, akmayan dereleri mi, olmayan suyu mu göstereceğim çocuklarıma? Hiçbir şeyim kalmadı elimde.
‘Yazık değil mi bize?’
“Bana zeytini sök başka yere dik diyorlar. Benim başka yerim yok ki nereye dikeceğim? Yerimizi, yurdumuzu, her şeyimizi aldılar.”
‘Fındık eksen 10 kat değerli’
Cevat Amca: “Ordu’da 3 bin dönüm maden işlediler. 13 milyon geliri var. Fındık eksen 10 katı kar yapar. 13 milyonun 5 katını verseler bu pislik temizlenmez.”
‘Kömürden ürün çıkmaz’
Hatice Teyze: “İhtiyar halimizle topraklarımızı korumaya geldik. Kekik, buğday, nohut, mercimek, darı, badem, ceviz… Bunları toprak yetiştiriyor kömür değil.”
YORGUN DÜŞTÜLER
Zeytinini, doğasını yani hayatını korumak için Ankara’ya gelen köylüler, yorgunluktan banklarda uyuyakaldı. Yaşlı başlı insanların bu hallere düşürülmesi utandırdı, yürek burktu.
Source: Zekeriya Albayrak
Ütücüler başkanlık çadırında görevliydi
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın başkanlık çadırında görev yapmak üzere hacca ütücü götürdüğüne ilişkin SÖZCÜ’nün haberi büyük tartışma yarattı. Konu, Meclis gündeminde de tartışıldı. İYİ Parti Grup Başkanvekili Turhan Çömez, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın yanıtlaması istemiyle TBMM’ye verdiği soru önergesinde “Diyanet’in hac görevine ütücülerin, diyetisyenlerin, aşçıların, yemek servis personellerinin götürülmesi ve bu personelin Arafat’ta Ali Erbaş’ın çadırında görev aldığı doğru mudur?” diye sordu.
CHP Gaziantep Milletvekili Hasan Öztürkmen ise TBMM’de yaptığı açıklamada “Camilerde sözde israfa karşı hutbeler okutan Erbaş’ın bu son skandalı Diyanet personelini de isyan ettirdi. Erbaş ve ekibi konforu için milyonlar harcıyor, millet kan ağlıyor” dedi.
BAŞKANLIK ÇADIRI
Bu arada Diyanet İşleri Başkanlığı bir açıklama yaparak, SÖZCÜ’yü maksatlı haber yapmakla suçladı ancak hacca çamaşırcı ve ütücü götürüldüğünü de kabul etti. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 75 sayfalık “Diyanet İşleri Başkanlığı 2025 yılı Hac Organizasyonu Meşair İntikal Talimatı” listesinde 4 bin 91 görevlinin ismi ve görev yaptığı bölümler yer alıyor. Hastanelerde görev yapan personel ayrıca belirtilirken; 4 kişilik ütücü ve çamaşırcıların özel olarak “Başkanlık Çadırı ve Başkanlık Çadırı Kadınlar Bölümü’’ için görevlendirildiği açıkça görülüyor.
Source: Deniz Ayhan
AKP Grup Başkanı Abdullah Güler, zeytinliklerin taşınmasıyla ilgili soru soran gazeteciyi fırçaladı
AKP Grup Başkanı Abdullah Güler, zeytinliklerin taşınmasıyla ilgili soru soran gazeteciyi fırçaladı.
Enerji ve maden alanlarına dair düzenlemeleri içeren kanun teklifi, Meclis’te AKP Bursa Milletvekili Mustafa Varank başkanlığındaki komisyonda kabul edilmişti.
Genel kurula gelmesi beklenen teklifin 11’inci maddesi zeytinlik alanlarda madencilik yapılabilmesinin önünü açtığı gerekçesiyle eleştiriliyor.
Muhalefet maddenin geri çekilmesini talep ediyor.
‘Manipüle ediyorlar’
Meclis’te basın toplantısı düzenleyen Güler zeytinlikler üzerinden medyayı azarladı, hatta maddeyi eleştirenleri ‘ülkeye düşmanlık’la suçladı:
“”Kanun metnimiz açık, termik santrallerimizin havzasında bulunan ve termik santrallerinin daha güvenli çalışabilmesi için o havzalardaki linyit kömürüne ulaşabilmek için en fazla olabilecek şekilde 50 bine yakın zeytin ağacının çok özel yöntemlerle beraber taşınması suretiyle düzenleme yaptık. Şimdi onu aldılar, “Bütün zeytinlikleri yok ediyorlar, bütün zeytinlikleri kesiyorlar” diye yalan uydurma, gerçek dışı insanlar üzerinden manipüle ediyorlar.
Celal Şengör hoca “Zeytin ağacı taşınabilir. Taşınmaz, yerinde kalmalı diyen aptaldır” diyor. “Yine zeytin ağacı dikersiniz” diyor.
“”Gazeteci kılıklı tipler””
Yalana neden ihtiyaç duyuyorlar, basın mensupları buna neden alet olur? Milletvekillerimizin resmini gazeteye koyarak ‘Talan ve zeytinliği yok edecek kanun teklifini imzalayan milletvekilleri’ diye manşet attılar. Gazeteci kılıklı tipler bunu neden yalan yapıyorlar?
50 bin tane zeytin ağacı üzerinden 212 milyon zeytinliği yok sayıyorlar. Sen gazetecilik falan yapmıyorsun, sen bu ülkeye saldırıyorsun. Bu ülkenin geleceğine, enerjisine, imkanlarına sen düşmansın. Sen gazetecilik yapmıyorsun bu ülkeye düşmanlık yapıyorsun.
“”Muhtara, kaymakama sorun””
Bir gazeteci zeytinlerin nereye taşınacağını sorunca Güler sesini yükselterek şunu söyledi:
Hepsi belli arkadaşlar, kanun teklifinde adalar, paftalar hepsi belli, o bölgeye taşınacak, başka şehre götürülmeyecek. 16 mahallenin muhtarı var. Sizin o köylü dediğiniz birçoğu orada oturmuyor. Dinlediniz muhtarları mı; dinlemediniz. İstemiyorsanız, itiraz ediyorsanız yalan da söylersiniz. Komisyonda birkaç dekan, bilim insanları taşınmayla nasıl sonuç elde edildiğini paylaştılar. Şu an gündemimiz 50 bin zeytinlik. Bir de muhtara, kaymakama sorun, siz sadece köylüye soruyorsunuz. Gerçeği öğrenelim.
“”Bir teşekkür edin önce””
Arkadaşlar, ya arkadaşlar ya bir teşekkür edin önce; şu AK Parti’ye bir teşekkür edin. 2003’te 87 milyon adet olan zeytinlik sayısı şu anda 210 milyon. Nasıl oldu bu? Yüzde 150 artmış, neredeyse 1,5 katı. Bizim aldığımız tedbirlerle çıktı buraya. Nereden geldiğini sanıyorsunuz ya? Bakanlığımızın teşvikleri, fidan dağıtımları… Bunu yapan iktidara bir teşekkür edin önce ya.
Source: aktifhabercom
Tebessüm!
GÜNÜN YAZARLARI | ON NUMARA YAZARLAR | TÜM YAZARLAR
Anasayfa Yazarlar Hakkı Yalçın Tebessüm!
Hakkı Yalçın
hakki.yalcin@fotomac.com.tr
04 Temmuz 2025 | Cuma
Yaz yangınları ormanları kül ederken, söndürülmekte gecikilmiş bir yangın yeridir futbol.
O yangınlarda kulüpleri özel yapan değerleri sıradan hale getirenlerin parmak izleri vardır. Ateş benzin emer, birileri sportmenliği diri diri gömer. O yüzden zarafet futbolun huzurundan çekilmiş insanlığa erişim engellenmiştir.
Teknik adamlarda yöneticilerde sürekli yellenen nefret yangınları ve korkunç ihtiras orman yangınlarından daha tehlikelidir. Medyadaki trollerin de katkısıyla bilinçaltına şiddet yüklenen çocukların ya gözleri karartılıyordur ya hayatları. Oysa çocuklarımıza nasıl bir miras bırakacağımızı düşünerek yaşamak zorundayız. Adamsak eğer!
Yöneticiler, teknik adamlar futbolun gerçek anlamını hissetseler, zarafetten ve sportmenlikten kimseye zarar gelmeyeceğini görürler. Yakışan; kaybederken kendini kaybetmemek ne konuştuğunu bilmek ve her biçimde gülümsemek. O yüzden kendilerine bir tebessümü çok gören “suratsızlar için” harika bir öyküm var. Bir tebessümün nelere yol açtığını göstermesi açısından zaman zaman dile getirdiğim bir öykü.
Babasının elinden tuttuğu küçük kız çocuğu yolda yürürken hüzünlü bir yabancıya gülümsedi. Bu gülümseme adamın kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu. Bu hava içinde geçmişte kendisine yardım eden bir dosta teşekkür etmediğini hatırladı. Hemen telefonuna uzandı, teşekkür konulu güzel bir mesaj yolladı. Arkadaşı bu teşekkürden o kadar keyiflendi ki, her öğlen yemek yediği restorandaki garson kıza yüklü bir bahşiş bıraktı.
Garson kız ilk kez böyle bir bahşiş alıyordu. Sanki güneşli bir havayı içine çekti. Akşam eve dönerken aldığı bahşişin bir kısmını her zaman köşe başında oturan yoksul adamın şapkasına bıraktı.
Adam öyle minnettar oldu ki, başını kaldırıp sokakta yanan lambalara baktı ışık topladı. İki gündür boğazına giren lokmaları sayıyordu. Karnını doyurduktan sonra ıslık çalarak bodrum katındaki tek odalı evinin yolunu tuttu. Yolda saçak altında titreyen köpek yavrusunu görünce kucağına aldı. “Bu gece senin meleğin de benim” dedi.
Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu. Sokağa göre oldukça sıcak sayılan bir odada sabaha kadar koşturdu. Sabaha karşı apartmanı dumanlar sardı, bir yangın başlıyordu.
Dumanı koklayan köpek öyle bir havlamaya başladı ki, önce yoksul adam uyandı sonra bütün komşular. Anneler babalar dumandan boğulmak üzere olan çocuklarını kucaklayıp ölümden kurtardılar. Bütün bunların hepsi bir sent bile maliyeti olmayan bir tebessümün sonucuydu. O küçük kızın gülümsemesi.
Kalbe sığmayan, futbol sahalarına da sığmaz koltuklara da. İnsanlığa yatırım yapılmayan ülkelerde zarafetin ve sportmenliğin öne çıkması için, önce her türlü vahşetin kökünü kurutmaya ant içmiş adamların öne çıkması gerekiyor.
Cümlelerle itişip kakışarak ve nefretle bakışarak yoluna bakanların değil.
O yüzden çocukların tarafını tutanların ortak fikri, futbolun kendine zarif anlamlar bulması gerektiğidir. Meselenin özünü ceplerde değil yüreklerde arayanlar en azından bir konuşma dilinin oluşmasını bekliyor.
Bizim yeni sezon dileklerimiz belli.
Yöneticilerin ve teknik adamların dilleri zarif olsun, eski küller eşelenmesin, troller beslenmesin. Yanlışlarda tekrara düşmenin getirdiği çaresizlik hınca ve nefrete dönüştürülmesin. Rakiplerinin elini sıkmayı denesinler ve tebessüm etsinler birbirlerine. Böyle bir tebessümü kelebekler bile selamlar!
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
Etiketler :
YAZARIN ÖNCEKİ YAZILARI
TÜM YAZILARI
Umut! Söylenti!! Çocuk ruhu!!
Anasayfa Beşiktaş Fenerbahçe Galatasaray Trabzonspor
Source: Fotomaç
DMM, Emine Erdoğan”a yönelik provokasyonlara geçit vermedi
DMM açıklamasında, bu paylaşımların hem Emine Erdoğan’ın şahsını hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası itibarını hedef aldığı, toplumda kutuplaşma ve bilgi kirliliği yaratmayı amaçladığı vurgulandı. DMM”den yapılan açıklama şöyle: Sayın Emine Erdoğan Hanımefendi”nin Katoliklerin ruhani lideri ve Vatikan Devlet Başkanı Papa 14. Leo ile gerçekleştirdiği önemli görüşmenin ardından, sosyal medya platformlarında Sayın Hanımefendi”nin kişilik haklarına yönelik saldırı niteliğinde ve kasıtlı içeriklerin yayıldığı gözlemlenmiştir. Bu tür paylaşımlar hem Sayın Emine Erdoğan”ın şahsını hem de Türkiye Cumhuriyeti Devleti”nin uluslararası arenadaki temsilini hedef almakta, toplumda kutuplaşmayı ve bilgi kirliliğini artırmayı amaçlamaktadır. Cumhurbaşkanı eşlerinin yurt dışı temasları, ilgili devlet kurumlarının bilgisi ve koordinasyonu dahilinde titizlikle yürütülmektedir. Sayın Hanımefendi”nin temasları, sosyal diplomasi ve kültürel diyalog zeminlerinde, Türkiye”nin uluslararası ilişkilerine değerli katkılar sunmak amacıyla gerçekleştirilmektedir. Sayın Emine Erdoğan, yürüttüğü sosyal sorumluluk projeleri, insani yardım, kadın ve aile konularındaki uluslararası girişimleri ve çevre alanındaki öncü çalışmalarıyla küresel ölçekte tanınan ve saygı duyulan bir şahsiyettir. Himayelerinde yürütülen Sıfır Atık Projesi, Birleşmiş Milletler nezdinde uluslararası çevre diplomasisinin önde gelen uygulamalarından biri olarak kabul edilmiştir. Ayrıca, Afrika El Sanatları ve Kültür Evi gibi girişimler, Sayın Hanımefendi”nin diplomasi alanındaki aktif rolünü ortaya koymaktadır. Vatikan gibi sembolik önemi yüksek platformlarda gerçekleştirilen diplomatik temaslar ise Türkiye”nin yumuşak gücünün ve küresel itibarlı duruşunun önemli bir parçasıdır. Sayın Emine Erdoğan”a yönelik; nefret söylemi içeren, cinsiyetçi ve ayrımcı saldırılar, yalnızca bireysel hakları ihlal etmekle kalmamakta, aynı zamanda kadınların kamusal alandaki temsiline ve toplumsal barışa ciddi zararlar vermektedir. Bu tür içeriklere karşı ilgili merciler tarafından incelemeler ve hukuki süreçler başlatılmıştır. Sayın Emine Erdoğan”ın şahsı üzerinden sürdürülen dezenformasyon kampanyası; devletimizin temsil geleneğine zarar vermeyi, sosyal medyada linç kültürünü normalleştirmeyi ve toplumsal ayrışmayı körüklemeyi içermektedir. Hiç kimsenin, kamuoyunda tanınan Saygın bir isme sosyal medya üzerinden hakaret etme veya karalama hakkı bulunmamaktadır. Ayrıca diplomasi, barış, çevre, insani yardım ve kültürel etkileşim gibi alanlarda yürütülen çalışmalar, tüm ilgili aktörlerin ortak sorumluluğundadır. Türkiye Cumhuriyeti, bu alanlardaki tüm temsillerinde ulusal çıkarlarını, tarihî birikimini ve toplumsal saygınlığını korumaya kararlıdır. Dezenformasyonla Mücadele Merkezi olarak, bilgi kirliliğine karşı dikkatli olmaya, kamusal sorumluluğu olan kişilere yönelik paylaşımlar yaparken ifade özgürlüğü ile kişilik hakları arasındaki hassas dengeyi gözetmeye davet ediyoruz.
Source: Internet Haber
CHP”li belediye tarihi mezarlığı otoparka çevirdi
CHP”li Ayvalık Belediyesi, Ali Bey Adası”nda (Cunda) Müslüman Türklerin defnedildiği tarihi mezarlığı otoparka çevirdi. Mübadele zamanı Girit ve Midilli”den göç edip bu adaya gelen mübadillerin naaşlarının üzerinde şu an araçlar park ediyor. Yunanistan”daki Osmanlı eserlerinin envanterini çıkartan Doç. Dr. Neval Konuk, “Ayvalık”taki Rum mezarlığını koruma altına aldılar. Müslüman Türk mezarlığının üzerine otopark yapıyorlar” diyerek tepki gösterdi. Belediye Meclis Üyesi Alihan Tavşan da otopark yapılan alanda ailesinden 3 kişinin mezarının olduğunu söyledi.CHP”li Ayvalık Belediyesi, Müslüman mezarlığını araç parkı yaptı. Balıkesir”in Ayvalık ilçesine bağlı Ali Bey Adası”nda mübadele zamanı Girit ve Midilli adalarından göç eden Türklere ait 2 bin 403 metrekarelik mezarlık bulunuyordu. 1924 ile 1952 yılları arasında hayatını kaybeden mübadiller gömüldüğü tarihi alan, o yıldan sonra define kapatıldı. Tapu kayıtlarında da mezarlık olarak yer alan CHP”li Ayvalık Belediyesi”nce Belediye Meclisi”nden karar alınman otoparka dönüştürüldü.RUM MEZARLIĞINI DÖNÜŞTÜRMÜŞLERYeni Şafak”ın haberine göre, Ali Bey Adası sakinleri bölgenin otoparka çevirmesine tepki gösterdi. 2021 yılında eski Rum mezarlığı olarak bilinen Agios Nikolaos Mezar Şapeli yıkıntısının kültür varlığı envanteri olarak tescil edilmesini hatırlatan ada sakinleri şunları söyledi: “Mübadil mezarlarının, Rum mezarları kadar kıymeti yok mu?”Otoparkın inşası sırasında her taraftan insan kemikleri çıktı.TARİHE BÜYÜK SAYGISIZLIK2005 yılından itibaren Dışişleri Bakanlığı adına Yunanistan”daki Osmanlı eserlerinin envanterini çıkartan Doç. Dr. Neval Konuk, otopark yapılan alanın 1952″ye kadar defin yapılan bir mezarlık olduğunu belirtti. Adanın gerçek adının Yarbay Ali Bey adası olduğunu vurgulayarak “Cunda” isminin Yunan kimliğini öne çıkarmak için kasıtlı kullanıldığını da vurgulayan Konuk, “Ayvalık”taki Rum mezarlığını tescil ettiler. Müslüman Türk mezarlığının üzerine otopark yapıyorlar. Rum mezarlığını tescil ederek koruma altına aldılar. Ama bu alanda otoparkın dış duvarlarının inşası sırasında her taraftan kemik çıktı. Mezarlığın üzerine otopark yapılması tarihe saygısızlık, ata mezarlarına saygısızlık, oradaki kültürü yok etmek” diye konuştu.E-DEVLET”TEN ÖĞRENDİKAK Parti Belediye Meclis Üyesi Alihan Tavşan, skandal olayı 2 Temmuz”da yapılan Belediye Meclisi Toplantısı”nda gündeme taşıdı. Otopark yapılmak istenen alanda kendi ailesinden 3 kişinin defnedildiğini belirten Tavşan, olayı e-Devlet üzerinden öğrendiğini, bu alanın mutlaka korunması gerektiğini ifade etti.ORASI BİZİM İLK MEZARLIĞIMIZOtopark alanı ile ilgili Belediye Meclisi”nden bir karar çıkmadığını söyleyen Tavşan, bölgenin belediye iştiraki Güzel Ayvalık şirketine devredilerek otoparka dönüştürüldüğünü belirtti. Tavşan, “Orası bizim ilk mübadil mezarlığımız. Oranın tarihi bir miras olarak kalması gerekiyor. Alan çok büyük bu nedenle mezarların olduğu alan tespit edilip bir anıt mezar haline getirilmesi gerekiyor. Tabii bunun dışında kalan alanlar otopark olarak kullanılabilir. Buna bir itirazımız yok. Ama tarihi miras açısından oradaki mezarların olduğu alan kesinlikle koruma altına alınması gerekiyor” ifadelerini kullandı.BAŞKAN SUÇUNU KABUL ETTİCHP”li Ayvalık Belediye Başkanı Mesut Ergin, skandal olaya dair açıklama yaptı. Ergin, bölgede tespit edilen birkaç mezar olduğunu onların da başka yere nakledildiğini savundu.
Source: Www.star.com.tr
Putin”le konuşurken, Kiev yandı: Trump”ın verdiği sözler balon çıktı
ABD Başkanı Donald Trump, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile yaptığı telefon görüşmesinden “hayal kırıklığı” ile ayrıldığını söyledi.
Washington’a dönerken gazetecilere konuşan Trump, “Bugünkü görüşmeden hayal kırıklığıyla ayrıldım. Putin”in savaşı bitirmek istediğini sanmıyorum” diye konuştu.
Bu esnada Rusya, Ukrayna”nın başkenti Kiev”e dev bir hava saldırısı başlattı. Onlarca füze ve İHA şehri hedef aldı.
İsabet eden füzelerin çıkardığı yangınlar geceyi aydınlattı. Şehrin ufuk çizgisi şafakla değil, ateşle aydınlandı.
Bu esnada gazetecilere konuşan ABD Başkanı, Ukrayna’daki savaşı sona erdirmeye yönelik diplomatik girişimlerin büyük ölçüde tıkandığını söyledi.
Putin’in ciddi biçimde müzakere etmeye hazır olmadığına inandığını belirten Trump, “Onunla hiçbir ilerleme kaydedemedim” diye konuştu.
TRUMP”IN HATTA BEKLERKEN, KİEV YANDI
Trump, Perşembe günü Putin’le görüştükten sonra Cuma günü Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski ile konuşmayı planladığını söyledi.
Trump, Moskova’nın savaşı durdurmaya niyetli olmadığını düşündüğünü yineledi. Putin’in danışmanı Yuri Uşakov’un aktardığına göre iki lider yaklaşık bir saat süren görüşmede, ABD’nin bazı silah sevkiyatlarını durdurması konusunu ele almadı.
Bu esnada Ukrayna”nın Doğu bölgelerinde ise Rus topçu saldırılarında beş kişi hayatını kaybetti.
Zelenski, Danimarka’da yaptığı açıklamada Trump’la en kısa sürede görüşmeyi umduğunu söyledi.
Zelenski”nin bu açıklamasından bir gün önce ABD Savunma Bakanlığı, Ukrayna hava savunması için kritik olan füzelerin sevkiyatını durdurma kararı aldı
Verdiği demeçte ABD’nin “tüm silah sevkiyatını tamamen durdurmadığını” belirten Trump ise bu durumu önceki Başkan Joe Biden’a bağladı.
Şimdiki Başkan, “Çok fazla silah verdik. Biden tüm ülkeyi boşalttı. Kendimizi savunacak kadar silahımız kalmalı” dedi.
VERDİĞİ SÖZLER BALON OLUP UÇTU
ABD Başkanı”nın barış konusunda verdiği hiçbir sözü tutmaması, seçmen tabanını da sonunda çileden çıkardı.
Gazze”de ateşkes sözü verirken tecrite kapıyı açan ve Ukrayna”da barışı “24 saatte getirebileceğini” söylerken aylar sonra kritik hava savunma sistemleri için gerekli yardımları kesen Trump, her sorunun sebebi olarak ya selefini sorumlu tutuyor ya da 44. ABD Başkanı Barrack Obama”yı.
ABD”de dolar son 50 yılın en düşük seviyesini görürken ABD kamuoyu da sonunda tepkisini ortaya koydu.
Son anketlerde Trump”ın onay oranları yüzde 48 seviyesine düştü. ABD”li vatandaşın çoğunluğu, Trump”ın dış siyasetinden bıktığı kadar iç siyasetinden de rahatsız.
Ülkede büyük protestolara yol açan göçmenlere karşı yapılan ağır baskınlar, ülkeyi ikiye böldü. Ülkedeki muhafazakar kesim göçmenlere yapılan sert baskınları desteklerken sol ve merkez kesim bu baskınları ya aşırı buluyor, ya da tümüyle reddediyor.
Bu iki grubun hemfikir olduğu konu ise bu baskınların ve göçmenlere yapılan muamelenin insanlık dışı olması.
Bu esnada ABD Başkanı Donald Trump, hala Nobel Barış Ödülü için aday gösterilmeyi beklediğini ifade etti. Trump, “şu zamana kadar 10 kere kazanmış olmalıydım” dedi.
Source: Haber Merkezi
Mustafa Sabri Beşer yazdı: Bu yangınlar bir kalemle başladı!
Bir süredir dikkatle izliyorum, Karabük Üniversitesi”ne ve doğrudan rektörlük makamına yönelik saldırılar var. Ancak öyle sanıldığı gibi basit bir haber diliyle izah edilemez.Bu, yalnızca bir şahsı hedef alan münferit bir linç değil; bu, yaklaşık 150 yıllık bir zincirin yeni halkası. Bugün Karabük Üniversitesi üzerinden yürütülen medya linçi de bu zincirin yeni bir tezahürüdür.”Rektör 1,2 milyon maaş alıyor”, “makam aracı saltanatı kurulmuş”, “yabancı öğrenci kaynıyor” gibi magazinel başlıklarla kamuoyunun önüne atılan iddialar, aslında doğrudan Üniversitenin temsil ettiği kalkınmacı, yerli, millî ve halkla barışık modelin ta kendisini hedef almaktadır.Ve bu söylemler, sadece sosyal medyanın anonim tetikçileriyle sınırlı değildir.Fatih Altaylı”nın kadrajından sızan kibirli cümlelerde, Sözcü gazetesinin manşetlerinde, Tele 1 ekranlarında dönen yorumlarda ve Halk TV”nin istihza dolu mimiklerinde bu zincirin devam halkalarını görebiliyoruz.Bunlar, aynı kirli mutfağın farklı kapılarından servis edilen ama aynı menüyü sunan aktörlerdir.İslam”a, Anadolu”ya, halka, yerliye, irfana karşı kurulu bir ittifakın medya kanatlarıdır.1876″da II. Abdülhamid Han, “Doğu”nun tiranı” olarak manşete taşındığında da aynı zihniyet iş başındaydı.1924″te Tevhid-i Tedrisat Kanunu sonrası medreseler kapatılırken, “aydınlık geldi” diye manşet atanlar da aynı zihniyetin mensubuydu.1940″larda Köy Enstitüleri”ne itiraz eden halk “gerici” ilan edilirken, 1997″de başörtülü kız öğrenciler “irticanın habercisi” sayılırken de bu zincir hiç kopmadı.Ve şimdi Karabük Üniversitesi”ne yöneltilen söylemlerle aynı senaryo yeniden sahnede.Gramsci”nin hegemonya kuramına göre medya yalnızca haber vermez; toplumu biçimlendirir, davranış kalıpları inşa eder.Kendi potansiyeliyle uluslararasılaşmış, patent üretmiş, elitist tahakküme boyun eğmemiş bir üniversitenin hedef alınması; sadece bir “usulsüzlük” arayışı değil, doğrudan bir karşı-hegemonya operasyonudur.Birbirine yakın tarihlerde, Leman dergisinin, iki cihan güneşi peygamber efendimiz Hz. Muhammed Mustafa”ya (s.a.v.) yönelik açık bir hakaret içeren karikatürü yayımlaması da bu senkronize taarruzun bir diğer cephesidir.Her ikisi de İslam”a, inanca, peygambere, ilme ve iffetle yoğrulmuş millet hafızasına yönelmiş sistematik bir saldırıdır.Bir tarafta bir ilim yuvası diğer tarafta Peygamber”in izzeti benzer şekilde hedef alınıyorsa, bu bir benzetme değil; bir teşhis meselesidir.İlim, hikmet, irade ve iman düşmanları Siyonist dostları iş başında demektir.Gazze”de çocukları öldüren Netanyahu ile, İstanbul”da karikatürle inanç katleden Leman arasında fark yoktur.Biri çocuğu öldürür, öteki bir milletin imanını, izzetini, hafızasını.Biri mermi sıkar, diğeri manşet atar.Biri Filistinliyi yetim bırakır, diğeri Anadolu”yu evlatsız.Karikatürle, gazete manşetiyle, TV programıyla, sosyal medya linçleriyle bu savaş zihinsel cephede yürütülmeye devam ediyor.Dün imam hatiplilere “irtica”, başörtüsüne “orta çağ kalıntısı” diyenlerin çocukları, bugün “makam aracı var” diye linç kültürünü sürdürüyor.28 Şubat”ta üniversite kapılarında ağlayan başörtülü genç kızın gözyaşıyla, bugün sosyal medyada itibarı yok edilmeye çalışılan bir rektörün duruşu arasında tarihî bir bağ vardır.Mesele eğitim değil; mesele hafızadır, kimliktir, istikbaldir.Bugün bir ilim yuvasını, bir üniversiteyi savunmak; bir şahsı değil, bir zihniyeti değil, bir sistemi değil; bir milletin kendi tarihine, inancına, değerine ve geleceğine sahip çıkma mücadelesini savunmaktır.Müslümanın her koşulda uyanık olması gerekir. Mazi bilgilerini malumat seviyesinde değil, teyakkuz mesabesinde diri tutmalıdır.
Source: Mustafa Sabri̇ Beşer
Kerkük”te tepki çeken atama! Türkiye”den dikkat çeken mesaj
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Öncü Keçeli, Türkiye”nin, Irak”ın Kerkük kentindeki gelişmeleri “yakından ve hassasiyetle” takip ettiğini bildirdi.Sözcü Keçeli, Kerkük”teki gelişmelere ilişkin X hesabından paylaşımda bulundu.Türkmen soydaşların Irak siyaseti ve devlet yapısı içerisinde layıkıyla temsil edilmelerinin Türkiye”nin “temel beklentisi” olduğunu vurgulayan Keçeli, “Bu husus bilhassa Kerkük”te, Vilayet Meclisi başta olmak üzere tüm kamu kuruluşlarında yapılacak atama ve görevlendirmeler bağlamında önem taşımaktadır.” ifadelerini kullandı.Keçeli, Türkmen nüfusun yoğun olduğu Kerkük”ün Altunköprü Belediyesine Türkmen olmayan bir müdür atanmasının Türkmen toplumu nezdinde rahatsızlık ve hayal kırıklığı yarattığına dikkati çekerek, “Sahip olduğu etnik ve dini çeşitlilikle Irak”ın küçük bir modelini teşkil eden Kerkük”ün huzur ve istikrarı, esasen tüm Irak”ın huzur ve istikrarı açısından kilit önemdedir.” değerlendirmesinde bulundu.- NE OLMUŞTU?Irak”ın Kerkük kentine bağlı, Türkmenlerin yoğun olarak yaşadığı Altunköprü nahiyesinde, belediye başkanlığındaki değişiklikte Türkmenlere yer verilmemesi, yöre halkının tepkisine neden oldu.Altunköprü”deki yüzlerce Türkmen “yerel yönetimden dışlandıkları” gerekçesiyle 30 Haziran”da gösteri başlattı.Göstericiler, çadır kurarak başlattıkları protestolardaki taleplerine Kerkük yerel yönetiminden yanıt alamayınca bugün Kerkük-Erbil kara yolunu trafiğe kapattı.Bu gelişmeler üzerine Kerkük yerel yönetimi, nahiyedeki tüm kurum ve kuruluşlardaki görev dağılımını gözden geçirmek için komisyon oluşturma kararı aldı.
Source: Www.star.com.tr
“Hayye Ale’l-Felâh”
İletişim tarihi rehinci dükkânı gibi. Karşınıza ne zaman ne çıkaracağı belli olmuyor. Yazının başlığı, İttihat ve Terakki”nin propaganda broşürüne ait*. 1910 yılında, Abdülhamid”in tahttan indirildiği fakat İttihatçıların mutlak iktidarı elde edemediği bir dönemde yayınlanmış. Nasıl İttihatçı olunur onu anlatıyor. İttihatçılar 1913 darbesiyle muradına erdi ve çok değil, 5 yıl sonra, Hayye Ale’l-Felâh”ın aslında Hayye Ale’l-Hüsran olduğu anlaşıldı. Hem de çok acı bir biçimde, telafisi mümkün olmayan bir şekilde. Mondros”tan Sevr”e uzanan süreçte makyajı tamamen dökülmüş, gerçek kimliği ortaya çıkmıştı. Osmanlı coğrafyası hâlâ istikrarsız, yarı sömürge vaziyette veya kanlar içinde.
Propaganda böyle bir şey. Beyin yıkama, zihinsel işgal, sistematik telkin, güdümlü hale getirme, manipülasyon, sansür, yalan, sahtelik… Özetle bilinç kontrolüne yönelik tüm müdahaleleri kapsıyor. İşini görene kadar. Sonrasına dair bir fikri yok. Sizi kaderinizle baş başa bırakıyor.
Hayye Ale’l-Felâh: Ezanda her gün beş vakit yükselen bu çağrı, özünde sadece manevi bir daveti değil, topyekûn bir kurtuluş rotasının izlerini de barındırıyor. Belli ki istismar edilmiş, bu başlık rast gele seçilmiş olamaz. Çağrının kendisi çok değerli. Ezanın Türkçe okutulduğu zamanlarda felah kelimesini Türkçeye çevirmeye kıyamamışlar?! Ya da “Haydi Kurtuluşa” demek istememiş de olabilirler.
“Hayye Ale’l-Felâh” çağrısını bir bütün olarak okumak gerekir. Çağrının “gerçek” anatomisi kurtuluşa giden yolun haritası mahiyetinde ve pek çok yolun kesişme noktasını işaretliyor. Mesela her alanda kendi kendine yetebilen bir toplum olabilmek ya da bir ülkenin kendi kendine yetebilmesi. Aynı zamanda stratejik adresler vurgusu: Yeni nesil, pratik ve yaratıcı savaş konseptleri + enerji, yazılım, gıda. Uzay çalışmalarını da buna ekleyin. Kurtuluş buralardan gelecek. Bunları hem askeri, hem ekonomik hem de ahlaki dik duruşun olmazsa olmazları olarak görebilirsiniz. Çocuklarımızın geleceği burada, ekmek, iş, aş hepsi burada. Son dönemde yaratıcı savaş konseptlerinin önemi çok arttı. Kirli propaganda artık bu alanda yapılan yatırımların algısını yönetemiyor. İran”ın yaşadıkları, bizim için çok pahalı olmayan ancak ciddi bir ders niteliğinde oldu.
Ancak felâh çağrısını sadece askeri güç, enerji, yazılım veya gıda üzerinden okumamak gerekir. Propagandanın zehirli oklarının hedeflediği zihinleri korumak için, toplumun kültürel, tarihi ve manevi kodlarına hâkim olması ve onları yenileyerek ileri taşıması şart. Bağımsız analiz yeteneğini güçlendirmek, dijitalleşen dünyada, geleceğin toplumunu ayakta tutacak en sağlam savunmalardan biri haline geldi. Dijital çağın meydan okumaları, ancak sağlam karakterler ve berrak zihinlerle göğüslenebilir. Manipülasyona karşı dirençli zihinler olmadan felaha dönük bir geleceği inşa etmek çok zor.
Kurtuluş, her şeyden çok toplumun her katmanında ahlaki bir yeniden dirilişe, adalet duygusunun derinleşmesine ve vicdanların uyanışına ihtiyaç duyuyor. İttihatçıların propaganda broşüründe “kurtuluş” diye sunulanların arkasında saklı olan acı gerçekler, günümüz için de açık bir uyarıdır: Bazı kurtuluş çağrıları bilerek veya bilmeyerek sizi acımasız bir kapana hapsedebilir.
“Hayye Ale’l-Felâh” çağrısını özüne uygun biçimde tekrar ederken, tarihimizin derinliklerinde yatan hüsranları hatırlayarak ilerlemek gerekir. Geleceği inşa etmek, insanımızı propaganda ile şekillenmiş sahte felâhlardan uzak tutmaktan geçiyor. Mehmet Akif”in “Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın” sözünü ancak kurtuluşun gerçek rotasını takip ederek gerçekleştirebiliriz.
* Ayrıntılı bilgi için: Aytül Tamer, “İttihat ve Terakki Kendini Anlatıyor: Cemiyetin Propaganda Broşürleri”, İkinci Meşrutiyet Devrinde Basın ve Siyaset içinde, Editör: Hakan Aydın
Prof. Dr. Hakan Aydın / Haber 7
Source: Hakan Ayd
Türkiye’de İslamofobi neden daha şedid?
LeMan Dergisi’nin Hz. Peygamber’i hedef alan karikatürü sonrasında Türkiye’deki İslamofobi olgusu bir kez daha kamuoyunun gündemine geldi. Uzun yıllardır İslamofobi üzerine çalışan biri olarak açıkça ifade etmeliyim ki, Türkiye’deki İslamofobi ve İslam düşmanlığı, Batı dünyasında şahit olduğumuz örneklerden çok daha şedid ve şiddetlidir.
Batı Kaynaklı Bir İdeolojinin Yayılımı
Öncelikle karşımızda bir ideoloji olduğunu tespit etmemiz gerekir. Batı’da 16. yüzyıldan sonra ortaya çıkan Aydınlanma, sekülerizm ve pozitivizm ideolojileri, doğrudan dinin ve onun kamusal alandaki görünürlüğünün ortadan kaldırılmasına yönelik sistematik bir kampanya yürütmüştür. Din, bu ideolojiler çerçevesinde arkaik, günümüz dünyasında yeri olmayan, mümkünse özel hayatla sınırlandırılması gereken; ideal koşullarda ise tamamen ortadan kaldırılması gereken bir olgu olarak değerlendirilmiştir.
Batı’nın dünya üzerinde kurduğu hegemonya sayesinde bu düşünce biçimi, sömürgeleştirme ve savaşlar yoluyla tüm dünyaya yayılmıştır. Bu yayılmanın en çarpıcı sonuçlarından biri, Müslüman toplumlarda ortaya çıkan bir çelişki, yani “oksimoron” bir durum olan İslamofobidir. Zira Müslüman toplumlarda İslamofobi, dinin hâkim olduğu bir kültürel ve tarihsel zeminde anlamlandırılması zor bir olgudur.
İslam Dünyasında İslamofobinin İki Kaynağı
İslam dünyasında İslamofobi iki ana kanaldan yerleşmiştir. Birincisi, işgaller ve sömürge yönetimleri aracılığıyla yetiştirilen Batılılaşmış elitlerdir. Bu elitler, kendi toplumlarına, kültürlerine, dillerine ve dinlerine yabancılaşmış; adeta birer “mankurt” hâline gelmiştir.
İkinci yol ise, bizim gibi ülkelerde Batı’nın tasallutundan kurtulma arayışıyla gönüllü bir Batılılaşma sürecine girilmesidir. Yani kendi elimizle bir Batılılaşmayı tercih ettik ve bu tercih neticesinde yine benzer elit kesimler kendi içimizde ortaya çıktı.
Türkiye’deki Şiddetli İslamofobinin Nedeni
İslam dünyasında ve Türkiye’de İslamofobinin Batı’ya kıyasla daha şiddetli olmasının temel nedeni, İslam’ın bu toprakların kültürüne, diline ve toplumsal yapısına derinlemesine işlemiş olmasıdır. İslam’ı ve Müslümanlığı problematize eden bu elit kesimler, aslında toplum içinde azınlıktadır.
Ancak bu azınlık konumu, söz konusu elitlerde bir tür “çoğunluk korkusu” üretmektedir. İşte bu azınlık psikolojisi içerisinde, çoğunluğa yönelik duyulan korku ve nefret; kendisini kimi zaman LeMan Dergisi’nin karikatürlerinde, kimi zaman ise kültür, siyaset, sanat ve akademi gibi alanlarda açıkça göstermektedir.
Prof. Dr. Enes Bayraklı / Haber7
Source: Enes Bayrakl
Trump “ateşkes” raconunu kime kesti?
ABD Başkanı Donald Trump yine her zaman olduğu gibi dünyayı ilgilendiren önemli bir meseleyi kendi hesabından paylaşım yaparak duyurdu.
Paylaşımda şu ifadeler vardı:
Burada anladığımız şey şu:
Geçtiğimiz gün Washington”da İsrail”de stratejik işlerden sorumlu bakan -ki Netanyahu’nun da sağ kolu olarak görülüyor- beyaz sarayda hem Başkan Yardımcısı hem de Dışişleri Bakanı ve Ulusal güvenlik danışmanı Rubio ile görüşmüştü.
Donald Trump aralarında anlaşma yaptıklarını duyuruyor.
Bu ilk bakışta ateşkes kabul edildi gibi görülse de Başkan Trump tarafından duyurulduğu şekliyle bu şu an için bir ateşkes değil.
Trump”ın da söylediği gibi Katar ve Mısır bu teklifi Hamas’a götürecek.
Tabii İsrail”in daha önce de birçok kez ateşkesi kabul ettiğini çok duymuştuk ama bu teklif farklı olarak İsrail ve ABD tarafından meydana getirilmiş görünüyor.
Yani Hamas kendisine dayatılan bir ateşkes ile karşı karşıya.
İsrail ve ABD”nin istekleri ve çıkarlarına göre hazırlanmış bir teklif olduğu da aşikar.
Hamas’a “bunu kabul et! Kabul etmezsen her şey daha da kötüye gider!” demesi bir Trump klasiği!
Yani teklifi tehdit üzerinden kabul ettirmeye çalıştığını görüyoruz.
Şimdi akla bir soru geliyor.
Hamas”a kabul etmeme olasılığının yüksek olduğu maddelerle mi teklif götürülüyor?
Washington”da konuşulanlara bakılırsa İsrail”in henüz tam barışa hazır olmadığı noktasında hemen herkes hemfikir.
Ama ateşkese ve rehinelerin tümünü çıkarmaya hazır olduğu söyleniyor.
Bu durumda acaba daha fazla rehine çıkarmak ve Donald Trump”ın “Barış yapan adam!” imajını güçlendirmek için bir taktik mi bu?
Hamas”ın dezavantajı toplumdaki algı Amerikan medyasından ve İsrail medyasından yönetiliyor.
Trump kendi gücünü göstereceği bir ortam oluşturmuş durumda.
Hamas’ın ana talebi Gazze’den İsrail”in tamamen çekilmesi.
Peki, esir takasında rehinelerin bırakılması karşılığında Hamas’a acaba ne verecekler?
İlginçtir ki Biden yönetimi ile Trump yönetimi hiçbir konuda anlaşamasa da tek bir konuda her zaman anlaştılar.
Hamas Gazze”yi yönetemez! Günün sonunda kendisini yok edecek!
Burada ise Trump aslında şunu söylemek peşinde. “Bakın ben rehineleri çıkardım. Barış”ı sağladım. Biden bunu yapamadı. Ben yaptım!”
Öte yandan Trump”ın “60 gün Ateşkes kabul edildi” diye ilettiği konunun Hamas’a daha ulaştırılmamış olması da Hamas’ın yanıtı umrunda değil demek oluyor.
Filistin tarafının şimdiye kadar kurulan bütün masalarda olumlu cümleleri kuran taraf olduğunu bilmemiz lazım.
Ama başka bir durum daha var.
Orada insanlar yaşamaya çalışıyor.
Acaba ateşkes sadece rehine takasına odaklanmış bir süreç mi yoksa
+gıda yardımı
+ilaç yardımı
+hijyen malzemeleri yardımı
+yaralı insanların tedavisi
+alt yapı sorunlarının çözümü
gibi süreçleri de kapsayan bir anlaşma mı?
Bunların hiçbirinin umursandığını sanmıyorum.
Trump samimi olsa ilk biz alkışlarız.
Ama ortada gizli bir ajanda var.
Netanyahu’nun gizli ajandası
+Beni uluslararası mahkemelerde yargılamayın
+Hakkımdaki yolsuzluk davalarını da düşürün
+Bana Savaş kahramanı deyin!
Trump”ın gizli ajandası ise belli.
+Bana Nobel ödülü verin!
İsrail orada aynı mezalime devam edecekse geri çekilmeyecekse bu nasıl bir ateşkes oluyor?
Dünya nasıl güvenecek size?
650 gündür Gazze”ye ilaç giremiyor.
Hamile, yaşlı, sakat olanlar var. Çocuklar var.
Kanser hastasına kalp hastasına yapılacak bir tedavi yok.
Çok basit ilaçlar dahi yok.
Ateşkes güzel bir kelime ama içi ne kadar dolu olacak acaba?
Ateşkes aynı zamanda İsrail”in bir çıkmaz sokağa girmesinin önündeki en önemli çıkış kapısı.
Trump ise “sözümü dinleyin!” tavrıyla hem İsrail hem Gazze tarafını kendine bağlamaya çalışıyor.
Amerika”nın, İsrail”in çıkarını neden koruduğuna şaşıracak halimiz yok ama 650 gündür orada İsrail”e karşı direnen Filistinli’nin onurunu koruyan bir ateşkesin de sağlanması gerekiyor.
Bir de gözler Gazze”ye çevrilmişken İsrail Batı Şeria”da işgalcileri yerleştirmek için mahalleleri yok ediyor.
Dünya başka yerlere odaklandığı için bundan haberdar değil.
Burada bir gercek daha var ki Netanyahu egosu nedeniyle kendi kendini bitirecek!
Sözünün üstüne söz söylenmesine tahammül edemeyen Trump hakkında Netanyahu “O bizim beyaz saraydaki İsrail elçimiz” diyerek Trump’ı kendi hiyerarşisinde daha aşağıda konumlandırmış oluyor.
Trump bundan asla memnun olmaz.
Daha önce medya önünde Netanyahu/ya küfürler savuran Trump İran İsrail 12 gün savaşında da benzer bir küfürle durumu özetlemişti.
Trump Netanyahu/dan nefret ediyor.
ABD İsrail”i sevebilir ama başkanları anlaşamıyor.
Netanyahu/nun sonu Trump”ın elinden olabilir.
Bizden söylemesi!
M. Mustafa Yıldız / Haber7
Source: Mustafa Y
Son anket gerçeği gözler önüne serdi
Milyonlarca vatandaş geçim derdiyle boğuşurken TÜİK”in açıkladığı enflasyon rakamıyla memur ve emeklinin de zam oranı netleşti. En düşük emekli maaşına da enflasyon farkı uygulandı, iktidar ek zamma kapıları kapadı. Asgari ücretlinin de ara zam ümidi sıfırlandı.
Son yapılan kamuoyu araştırmasına göre, Türkiye”de vatandaşların en önemli gündem maddesi açık ara farkla ekonomi ve hayat pahalılığı oldu. Ankete katılanların yüzde 58,6’sı geçim sıkıntısını ülkenin en büyük sorunu olarak görüyor.
ASAL Araştırma Haziran ayında yaptığı ankete göre, ekonominin ardından en fazla dile getirilen sorun ise adalet ve hukuk sistemi. Katılımcıların yüzde 12,5’i yargıya olan güvenin zedelenmesini ve adalet sistemindeki sorunları öncelikli mesele olarak değerlendirdi. İşsizlik ve istihdam ise yüzde 4,8 ile üçüncü sırada yer aldı.
Source: Deniz Işık Balkan
Ekipleri endişelendiren ihbar: “10 günlük bebek buldum” dedi, gerçek başka çıktı
Eskişehir’de, “Apartman girişinde on günlük bebek buldum” ihbarı polis ekiplerine harekete geçirdi. İhbar üzerine bölgeye giden ekipler, öğrendikleri gerçekle şoke oldu.
Olay, Emek Mahallesi Ceylanlar Sokak üzerinde bulunan bir numaralı apartmanda meydana geldi.
Alınan bilgiye göre, eşi henüz yeni vefat eden ve tek başına yaşayan G.Ö. isimli yaşlı adam, apartmanın girişinde 10 günlük bir bebek bulduğunu ihbar etti.
Olay yerine gelen polis ekipleri apartman girişinde araştırmaya başladı.
ÇELİŞKİLİ İFADELER VERDİ
Bahse konu bebeğe rastlamayan polis ekipleri ihbarda bulunan yaşlı adamla görüştü.
Çelişki ifadeler veren adamın alzheimer hastası olduğu anlaşıldı.
Apartmanda araştırma yapan ekipler olayın asılsız olduğunu anladı.
Source:
Yangını fırsat bildi! Şirin Payzın”dan İzmir provokasyonu!
HABER7Yaz mevsiminin gelmesi ve sıcaklıkların mevsim normallerinin üzerine çıkmasıyla birlikte Türkiye”de orman yangınları başladı. Ülkemizde son 1 haftada 624 yangın çıkarken, yangınların 621″i kontrol altına alındı. Türkiye, orman yangınlarıyla mücadele ederken muhalif kesimden ise yine provokatif açıklamalar gelmeye başladı. DEVLET TÜM GÜCÜYLE SEFERBER OLDUİzmir”de Buca, Çeşme ve Ödemiş ilçelerinde çıkan ve rüzgarla birlikte hızla yayılan yangınlarla devlet tüm gücüyle mücadele ediyor. Sadece Ödemiş”te İzmir Orman Bölge Müdürlüğüne bağlı 2 uçak, 9 helikopter, 35 arazöz, 9 su ikmal aracı ve 4 dozer, Buca”da 3 uçak, 3 helikopter, 16 arazöz, 3 su ikmal aracı ve dozer görev yaparken CHP yandaşı gazeteci Şirin Payzın, yangınlar üzerinden provokasyona imza attı. PROVOKASYON DOLU PAYLAŞIMİzmir”de tüm kurumların bir araya gelerek yangınları kontrol altına alma çalışmalarını görmezden gelen Payzın, sosyal medya hesabından yaptığı bir paylaşımla “İzmir memleketten sayılmıyor mu?” algısına soyundu. Payzın manipülatif paylaşımında “Mavi Vatan diye ayağa kalkıyorsunuz şu anda yeiş vatan elden gidiyor. Acaba Sayın Cumhurbaşkanı bu konuda bir açıklama, destek, seferberlik, yardım yapacak mı? yoksa İzmir memleketten sayılmıyor mu?” ifadelerini kullandı.
Source: Yalçın Taşbaşı
Son dakika… Mansur Yavaş açıkladı: Tutuklu Beylikdüzü Belediye Başkanı Murat Çalık ameliyata alındı
İstanbul Büyükşehir Belediyesi”ne yönelik soruşturmalarda tutuklanan Beylikdüzü Belediyesi Başkanı Mehmet Murat Çalık , biyopside kitle tespit edilmesinin ardından ameliyata alındı. MANSUR YAVAŞ”TAN AÇIKLAMA Ankara Büyükşehir Belediye (ABB) Başkanı Mansur Yavaş, sosyal medya hesabından Beylikdüzü Belediye Başkanı Mehmet Murat Çalık”ın ameliyata alınmasına ilişkin olarak şunları kaydetti: Beylikdüzü Belediye Başkanımız Mehmet Murat Çalık ameliyata alındı. Geçmişte iki kez ağır hastalıkla (akut lösemi ve lenfoma) mücadele eden bir kişinin, cezaevi sonrası yeniden bu hastalıklarla karşı karşıya kalmasını görmezden gelmek kabul edilemez. Bir kez daha altını çiziyorum; Tutuksuz yargılama esastır, tutukluluk istisna olmalıdır. Bu uygulamalardan derhal vazgeçilmelidir. LENFOMA BELİRTİLERİ GÖRÜLMÜŞTÜ Daha önce iki kez kanser atlatan, cezaevinde 18 kilo veren Çalık”ın boynunda kitle tespit edildi. Çalık’ın patoloji sonucunda lenfoma belirtileri görüldü. Silivri Cezaevi”nde tutuklu bulunan CHP”nin cumhurbaşkanı adayı ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Mehmet Murat Çalık”ı serbest bırakmak için daha neyi bekliyorsunuz? İki kez kanser tedavisi görmüş kardeşimi tepeden tırnağa suça bulaşmış kişilerin yalan ifadeleriyle tutukladınız. Ailesiyle ve avukatlarıyla görüşemesin diye uzak bir cezaevine sürgün ettiniz. Sağlık sorunları olduğunu bile bile bu zulmü yaptınız. İçerde 15 kilo kaybetti, yıllarca mücadele ettiği kanser yeniden gelip O’nu buldu demişti.
Source: Haber Merkezi
Zamlar AKP mahallesinin bile içine sinmedi
“Şu an sadece ormanlar değil piyasalar da dar ve sabit gelirlinin cebi, cepkeni de yanıyor.
Bu yangınlardan etkilenmeyen, hatta keyifle izleyen kesimler yok mu, elbette var.
Onlar, faiz geliriyle konforlu yaşam sürüyorlar.
Asgari ücretli sıfır, SSK/Bağkur emeklisi yüzde 16.67, Emekli Sandığı emeklisi yüzde 15.57 zamla sistemin yükünü taşımak zorunda kalıyor.
Enflasyon yüzde 35.05 ama faiz oranı yüzde 46. O da kâğıt üzerinde. Faiz geliri de faiz borcu da yüzde 55’in üzerinde.
Yüzde 43.23’lük kira artış oranını saymıyorum.
Bu programın üzerinden 2 yıl geçti.
Programın neredeyse tüm yükünü sırtlanan orta direk adeta çöktü.
‘Seçime 6 ay kala dağıtır, yine kazanırız’ diyen arkadaşlara sesleniyorum:
-Hata yapıyorsunuz.
-Vatandaş sizden umudunu keserse, intikam duygusuyla hareket eder, ‘bunlar gitsin de kim gelirse gelsin’ der, kimin geleceğiyle ilgilenmez.
-Krizler kendi çözümünü üretir.
-Artık toplumun feryadına kulak verin.”
Şu an sadece ormanlar değil piyasalar da dar ve sabit gelirlinin cebi, cepkeni de yanıyor.Bu yangınlardan etkilenmeyen, hatta keyifle izleyen kesimler yok mu, elbette var.Onlar, faiz geliriyle konforlu yaşam sürüyorlar.Asgari ücretli sıfır, SSK/Bağkur emeklisi yüzde 16.67,…
— Şamil Tayyar (@samiltayyar27) July 4, 2025
Source: Haber Merkezi
MEB özel eğitimde ilk kez “etik ilkeler yönergesi” hazırladı
AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, Bakanlık tarafından ilk kez hazırlanan ve okullarda yürütülen özel eğitim hizmetlerinin etik ilkelerini belirleyerek bu hizmetleri yürüten personelin yetki ve sorumlulukları kapsamında görev süresince uymaları gereken etik ilkelere yönelik usul ve esasları düzenleyen Milli Eğitim Bakanlığı Özel Eğitim Hizmetleri Etik Yönergesi yürürlüğe girdi.
Yönerge, özel eğitim hizmetlerinin planlanması, sunulması ile izleme ve değerlendirme sürecinde birçok kurum, yönetici ve öğretmenin görev alması dolayısıyla yetki ve sorumluluklar çerçevesinde görevlerini yerine getirirken uyulması gereken kurallarda uygulama birliğinin sağlanması amacıyla hazırlandı.
Hazırlanan yönergeyle, ilgili mevzuatlar ve tüm paydaşlara verilen görev, yetki ve sorumlulukların yerine getirilmesinde etik ikilemlerin ortaya çıkmaması amacıyla özel eğitim hizmetlerinde görev alan yönetici ve öğretmenlerin etik ilkeler kapsamında yerine getireceği görev, yetki ve sorumluluklar düzenlendi.
11 etik ilke belirlendi
MEB”in yönergesinde, özel eğitim hizmetlerinin planlanması, yürütülmesi ve izlenmesinde uyulması gereken etik ilke esasları belirlendi.
Buna göre “eğitim hakkı ve erişilebilirlik”, “adalet ve eşitlik”, “tarafsızlık ve dürüstlük”, “gizlilik ve mahremiyet”, “öğrencinin yüksek yararı”, “bireye ve özerkliğine saygı”, “kapsayıcılık ve bütüncül yaklaşım”, “bilimsellik”, “işbirliği”, “sorumluluk” ve “çıkar çatışmalarından kaçınma” olmak üzere 11 etik ilkeye yer verildi.
Yönergede, belirlenen etik ilkelere ilişkin özel eğitim hizmetlerinde görev alan tüm paydaşlara düşen görev, yetki ve sorumluluklar kapsamlı şekilde ele alındı.
Yönerge, tüm paydaşlar için özel eğitim hizmetlerinin sunulmasında uyulacak etik ilkelerle ilgili bağlayıcı ve önemli bir yol gösterici olma niteliği taşıyor.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
Source:
Yeni anayasa hangi güvenceleri kapsamalı?
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum, Türkiye”nin yeni bir anayasaya neden ihtiyaç duyduğunu ve yeni anayasanın hangi güvenceleri kapsaması gerektiğini AA Analiz için kaleme aldı.
Yeni anayasa tartışmasının olağan gündemin yanı sıra aktüel gündemde de öne çıktığı bir döneme girdik. Daha önce yeni anayasa gündemine ilişkin ayrı ayrı ele aldığımız kimi konulara bir bütün olarak ortaya koymakta fayda var.
Bu yazıda, yeni anayasa ile anayasacılık tarihimiz arasındaki ilişki, bir anayasanın öz olarak ne anlama geldiği ve anayasal teminatların ne olması gerektiği değerlendirilmektedir.
2023 ruhuna sahip yeni bir Anayasa
Yeni anayasanın üzerine yapılan tartışmalara bakıldığında, zaman zaman Cumhuriyet döneminin anayasal birikimine vurgular yapıldığı görülüyor.
1921 Anayasası Kurtuluş sürecimiz bakımından, 1924 Anayasası ise Kuruluş sürecimiz açısından misyoner anayasalardır. Hakikaten Kurtuluş ve Kuruluşun kilometre taşı olan iki anayasa tarihine sahibiz.
Darbe ürünü 1961 Anayasası ile halen yürürlükte olan yine darbe ürünü 1982 Anayasası da anayasal tarihe eklenmiştir. Anayasa tarihimiz açısından 1876 Anayasasını da anabiliriz. Hatta anayasal hareketler çerçevesinde değerlendirme yapılınca Islahat Fermanı (1856), Tanzimat Fermanı (1839) ve Sened-i İttifak (1808) da dikkate alınır.
Tüm bu metinler, olumlu yanlarının yanı sıra özellikle batıcılıktan etkilenen ve darbecilikten kaynaklanan olumsuz yönleriyle birlikte anayasacılık tarihimizde önemli bir yer tutarlar. Yani tarihsel olarak anayasal müktesebatımız geniş bir içeriğe sahiptir.
Ancak Cumhuriyet’in yüzüncü yılı tamamlanmışken ülkemizin layık olduğu sivil, demokratik, özgürlükçü, kapsayıcı yeni anayasanın temel referanslarının ve ruhunun, devamlılığı sağlayan kurucu ilkeler hariç, bu anayasal birikimimizden çıkmayacağının da altını çizmek gerekir. Savaş koşullarında kabul edilen veya tek parti düzenine çerçeve oluşturan anayasalardan kurucu ilkeleri korumak dışında yeni anayasa için belirleyici seviyede esinlenmek hem mümkün değildir hem de uygun değildir.
Tarihsel birikimden faydalanmak önemlidir. Ancak esas olan, bu birikimin günümüze taşınan kazanımlarını ve kurucu ilkelerini korumak, eksikleri ve hatalarından ise ders çıkarabilmektir.
Yüzyılı aşan milli bağımsızlık mücadelemizin ve anayasal birikimimizin kazanımları; Cumhuriyet, Üniter Yapı, Laiklik, Hukuk Devleti, Demokrasi ve Başkanlık Sistemidir. Yeni anayasa da elbette bu kurucu ilkeler ile kazanımları esas almalı ve güçlendirmelidir.
Kurucu ilkelerimiz ve kazanımlarımız milletin birliğini sağlamış, halkımızın gücünü artırmıştır. Milli egemenlik ilkesi devletimizin şeklini Cumhuriyet olarak belirlemiştir. Merkez-yerel yönetim birliği devletimizin yapısını üniter yapı olarak tayin etmiştir. Milli egemenliğin eksiksiz olarak halk iradesiyle kullanılması güvence altına alınmıştır. Halkımızın oy gücü artırılarak demokrasimiz güçlendirilmiştir. Sistemsel esaslar toplumsal meşruiyet ilkesine bağlanarak demokrasimizin en yüksek kapsayıcılığa ulaşmasının imkanları oluşturulmuştur.
Bu bakış açısıyla ele alındığında, yeni anayasanın tüm kurucu ilkeleri ve kazanımları muhafaza eden, sistemsel uyumu ve iç tutarlılığı sağlayan, çağa uygun haklar ve özgürlükler çerçevesinde yeni kazanımlar getiren bir içeriğe sahip olması beklenir, öyle olacağına da şüphe yoktur.
Ayrıca yeni anayasanın Türk Milleti, Türk Vatandaşlığı, Devletin Dili yani resmi dil Türkçe üzerinden tartışma açarak Türkiye’yi bölme hedefli emperyalist projelere karşı mevcut güvenceleri koruyacağı ve güçlendireceği de kesindir.
Sonuç olarak, yeni anayasanın ruhu ne 1921 ne 1924’tür. Yeni anayasa 2023 ruhuna sahip olmalıdır ve Cumhuriyetimizin yüzüncü yılının timsali olarak görülmelidir. 2053 ve 2071 vizyonlarımıza uygun olarak geleceği de kucaklayan bir felsefeyle hazırlanmalıdır.
Bir güvenceler sistemi olarak Anayasa
“Anayasa nedir?” sorusuna literatürde birçok farklı cevap verilmiştir. En sade tanımlardan biri şudur: Anayasa, devletin yapısını ve işleyişini, vatandaşın haklarını, özgürlüklerini ve ödevlerini düzenleyen esas ya da üst kanundur.
Yapılan her tanım gibi bu tanıma da eleştiriler yöneltilebilir. Teorik olarak anayasa tartışmaları hep devam edecektir; çünkü teori bunu gerektirir. Bununla birlikte bir anayasa, devlet ve vatandaş açısından ne ifade eder sorusu daha pratiktir. Aynı şekilde anayasanın devlet ve kişiler için işlevi ne olmalıdır sorusu da sorulabilir. Bu soruların en kısa cevabı şudur: Fonksiyonel açıdan anayasa bir güvenceler (teminatlar) sistemidir.
Yeri gelmişken belirtelim: Bir anayasanın fonksiyonu doğrudan icrai olmak değildir. Anayasa, güvenceler oluşturmanın yanı sıra aynı zamanda icrai yapılara ve süreçlere çerçeve çizen, ödev ve sorumluluk yükleyen bir düzen oluşturur. Bu düzeni işletmek devlet erklerinin yani icrai mercilerin görevidir. Bu nedenle, uygulama sorunlarını veya genel meseleleri öne çıkararak “Yeni anayasa bunları mı çözecek?” demek, konuyu anlamamak veya bilinçli olarak çarpıtmaktır.
Bir anayasa hangi hususlarda güvenceler oluşturmalıdır? Asıl konu budur. Elbette günümüzde temel hak ve özgürlükler anayasa ile güvence altına alınır. Ancak anayasanın yalnızca kişinin hak ve özgürlüklerine ilişkin bir güvence sistemi üretmesi yeterli olmaz. Bir anayasa yalnızca kişiyi değil, aileyi, toplumu ve devleti de güvence altına alacak bir dengeye sahip olmalıdır.
Özellikle anayasanın kişi kavramının tüzel kişilikler yönünü de göz ardı ederek sadece bireysel özgürlükleri korumaya odaklanması gerektiğini savunan görüşlerin, neoliberal bir hukuk anlayışından doğduğu açıktır. Bireysel hak eksenli paradigma olarak savunulan bu görüşler, aslında milli devleti zayıflatan ve küresel emperyalizme hizmet eden uygulamaların kapısını açmaktadır.
Eğer anayasa neoliberal hukuk anlayışlarına karşı milli hukuku koruma misyonunu yerine getiremezse, o ülkenin bağımsızlığı erozyona uğrar ve küresel sermaye, devletin egemenlik alanını aşındırmaya başlar.
Bu nedenle hak ve özgürlükleri, küresel sistemin ideolojik dayatmalarına karşı aslına uygun şekilde anlamak ve “serbestlik fetişizmi” tuzağına düşmemek gerekir. Her şeyin serbest olması özgürlük değildir. Neredeyse sınırsız serbestliğe sahip sosyal medya ve dijital mecraların nasıl bir anti-özgürlük alanı ürettiği ve dijital faşizme yol açtığı bunun en yıkıcı delillerinden biridir.
Günümüzde anayasanın işlevi sadece kişinin haklarını korumakla sınırlı değildir. Bugün anayasalar kişinin haklarının yanında genel olarak milli olanı, özel olarak milli devleti, milli hukuku, milli yargıyı korumak zorundadır. Aksi halde ülkenin varlığını sürdürmesi zorlaşır. Eğer bir anayasa milli olanın özünü ve esaslarını koruyamazsa o devlet iç bütünlüğünü kaybeder ve her türlü dış müdahaleye açık hale gelir.
Bir ülkenin küresel sistem içinde hukuken nasıl konumlandığı anayasal ilkelerle belirlenir. Milli devlet, milli hukuk ve milli yargıyı zayıflatan bir anayasal sistem, ülkenin bağımsızlığını tehdit eden bir anayasal risk oluşturur.
Bu riski pozitif hukuk açısından ortadan kaldırmak için anayasanın öncelikle ülkenin bağımsızlığını ve bağımsızlığın ana güçlerinin başında gelen milletin birliğini güvence altına alması gerekir.
Türkiye’de yeni anayasa, her şeyden önce daha güçlü bir güvence sistemi için bir ihtiyaçtır. Çünkü mevcut anayasa, hiçbir konuda tam güvence sağlayan bir norm düzenine sahip değildir.
Türkiye’nin, milli devlet, millet, ülke, vatandaşlık, devlet dili, milli hukuk, milli yargı, halk, seçmen, toplum, aile ve kişi/birey açısından mevcut güvenceleri koruyacak, eksikleri giderecek, güvenceleri geliştirecek, Cumhuriyet ve Demokrasiyi güçlendirecek yeni bir anayasaya kavuşması artık kaçınılamaz bir gerekliliktir.
Anayasal güvenceler sisteminin esasları
Yeni anayasada güvenceler (teminatlar) yukarıda sıralanan temel ilkeler üzerine inşa edilmeli ve güçlü bir güvenceler sistemi kurulmalıdır.
Milli Devlet: Cumhuriyetin kurucu ilkeleriyle ve devletin devamlılığını güçlendirecek normlarla güvence altına alınır.
Ülke: Coğrafi bütünlük ve siyasi birlik (üniter yapı) korunarak güvence sağlanır.
Millet: Milli kimliği ve tarih bilincini muhafaza ederek, milli kimlik üzerinden toplumsal birliği sağlayarak ve Türkiye Cumhuriyeti”nin kurucusu Türkiye halkından oluşan Türk Milletinin adı korunarak güvence altına alınır. Türkiye halkı çeşitliliğimizin, Türk Milleti birliğimizin teminatıdır.
Vatandaşlık: Vatandaşlık bir üyelik değil mensubiyet ilişkisidir. Türk Milletine mensubiyetten doğan hukuki bağ olarak tanımlanır ve Türk vatandaşlığı ismi korunur. Bu güvence etnik köken ve dini aidiyetine bakılmaksızın her Türk vatandaşının Türk Milletinin eşit mensubu ve vatandaşlıktan doğan haklar ile ödevlere eşit olarak sahip olduğu vurgulanarak güçlendirilir.
Devletin Dili: Milli birliğimizin harcı olan Türkçe, devletin dili yani tek resmi dil şeklinde muhafaza edilerek güvence altına alınır. Devletin dili milli egemenlikle ilgilidir, millet olmanın temel unsurlarından biridir ve resmi dili belirler. Devletin dili Türkçenin statüsü, halkın günlük yaşamda kullandığı diğer dillerin statüsünden niteliksel olarak farklıdır. Bu nedenle, Türkçe ile diğer dilleri aynı seviyede görüp yarıştıran yaklaşımlar gerçekçi ve doğru değildir.
Diğer Diller: Halkın günlük yaşamda kullandığı diğer diller ve lehçeler için 2013’ten beri yasal özgürlük sağlanmıştır. Kürtçe ve Zazaca dahil diğer diller ve lehçeler, devlet okulları ve özel okullarda seçmeli dil dersi, özel kurs, özel eğitim kurumunda eğitim dili, lisans ve lisansüstü eğitimlerde öğretim dili imkanlarına sahiptir. Dolayısıyla Türkiye’de günlük yaşamda kullanılan Kürtçe ve Zazaca ile diğer dil ve lehçelerin öğretimine ilişkin hukuki bir sorun yoktur. Mevcut yasal özgürlük “günlük yaşamda kullanılan başka diller ve lehçelerin öğretimine ilişkin hususlar kanunla düzenlenir” şeklinde bir hüküm anayasaya konarak, anayasal özgürlük seviyesinde güçlendirilebilir.
Milli Hukuk: Uluslararası sözleşmelerden oluşan ve günümüzde çöküş yaşayan dış hukuk düzenini bir üst otorite gibi iç hukuk düzenine hiçbir şartta üstün tutmayarak, çelişki halinde iç hukuka üstünlük tanıyarak korunur.
Milli Yargı: Ülke dışı yargı mercilerinin, egemenlik yetkisi kullanan milli yargıyla ilişkisinde hiyerarşik (dikey) bir pozisyonu olmadığı vurgulanarak teminat sağlanır.
Halk: Demokratik birikime sahip çıkılarak, siyasal sistemin işleyişinde halkın iradesi güçlendirilerek, demokrasi geliştirilerek korunur.
Seçmen: Genel ve eşit oy hakkı ile seçim hukukunda hem genel olarak hem yorum gerektiren hallerde ‘seçmen iradesine üstünlük tanımak’ temel ilkeler kabul edilerek korunur.
Toplum: Kapitalizmin, insanı maddi ve manevi açıdan tahrip edici sonuçlarına karşı (örneğin tavan fiyat gibi) tedbirler alınarak, sosyal adalet ve kolektif refahın temini sağlanarak korunur.
Aile: Kadın ve erkeğin birliğinden oluşan doğal aile yapısı desteklenerek ve güçlendirilerek, aileye yönelik tehditlere karşı her türlü tedbir alınarak korunur.
Kişi/Birey: Tüm kişilerin temel hak ve özgürlükler ile kendini ifade etmesi sağlanarak ve geliştirilerek, ilave olarak birey açısından cinsiyetsizleştirmeye karşı tedbirler alınarak korunur.
Açık güç savaşlarının hakim olduğu günümüzde eğer bir anayasa, milli kimliği ve sosyal düzeni korumada zaaf üretirse, kişiler ve toplumun ülke hukukunu belirleme iradesi küresel güç odaklarının operasyonuna açık hale gelir.
Devletin bekası, bireyin özgürlüğü ile doğal kimliğinin korunması, ailenin korunması, toplumun refahı ve milletin birliği ancak doğru bir anayasal güvence sistemiyle sağlanabilir.
Bugün yeni anayasa hedefi yalnızca siyasi ve hukuki bir reform değil, aynı zamanda Türkiye’nin geleceğini şekillendirecek kaçınılamaz ve ulaşılması zorunlu bir hedeftir. Diğer deyişle, Türkiye’nin milli kimliğini, coğrafi bütünlüğünü ve siyasi birliğini her yönüyle koruyacak güçlü bir yeni anayasal çerçeveye kavuşmamız artık bir mecburiyettir.
[Mehmet Uçum, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekilidir.]
*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
Source:
CHP”li İnan Akgün Alp”ten, Bakan Bayraktar”a “İzmir yangını” sorusu: “Sorumluluğu bulunan şirketlere bir yaptırım uygulandı mı?”
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Kars Milletvekili İnan Akgün Alp , İzmir Valisi’nin kamuoyuna yaptığı açıklamada Ildır, Ödemiş, Seferihisar ve Foça’da çıkan orman yangınlarının tamamının elektrik iletim hatlarından kaynaklandığı yönündeki ifadeleri üzerine Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar’ın yanıtlaması istemiyle TBMM Başkanlığı’na yazılı soru önergesi sundu. Alp, yangınların enerji nakil hatlarından kaynaklandığına ilişkin resmi beyanların ardından, ilgili dağıtım şirketlerinin bakım ve kontrol yükümlülüklerini yerine getirip getirmediğinin kamuoyu nezdinde ciddi bir sorgulama konusu hâline geldiğini belirtti. YANGINLARI İZLEMEKLE YETİNMEYİN İhmalkâr şirketlerin kamu zararı doğurmasına ve orman varlığının geri döndürülemez şekilde tahrip olmasına göz yumulamayacağını vurgulayan CHP’li İnan Akgün Alp, ormanların korunmasının yalnızca itfaiye ve gönüllülerin değil, devletin asli görevi olduğunu vurguladı. İHMALİN BEDELİNİ DOĞA ÖDÜYOR Orman yangınlarının çoğunun insan eliyle ya da insan kaynaklı altyapı ihmalleriyle çıktığını vurgulayan Alp, şu soruları yöneltti: “”İzmir’deki yangınlara ilişkin bakanlık ne tür bir teknik inceleme başlatmıştır? -Söz konusu bölgelerde bakım sorumluluğu hangi elektrik dağıtım şirketindedir ve bu şirketin son bir yıldaki faaliyetleri nelerdir? Dağıtım şirketlerinin ormanlık alanlardan geçen hatlara yönelik yükümlülükleri nasıl denetlenmektedir? Sorumluluğu bulunan şirketlere herhangi bir yaptırım uygulanmış mıdır? Bakanlık bu tür yangınları önlemek için yeni bir düzenleme hazırlığında mıdır?
Source: Anka
Eski AKP milletvekilinden hükümete ekonomi eleştirisi: “Toplumun feryadına kulak verin”
Eski AKP’li milletvekili Şamil Tayyar , sosyal medya hesabından yaptığı a ç ıklamada, sadece ormanların değil piyasaların ve sabit gelirli yurttaşların da zor g ünler geçirdi ğini vurguladı. Tayyar, “ Şu an sadece ormanlar değil piyasalar da dar ve sabit gelirlinin cebi, cepkeni de yanıyor ” dedi. “SİSTEMİN YÜKÜNÜ TAŞIMAK ZORUNDA KALIYOR” Tayyar, bazı kesimlerin faiz geliriyle konforlu bir hayat s ürerken, asgari ücretli, SSK/Ba ğ-Kur ve Emekli Sandığı emeklilerinin aldığı zam oranlarının enflasyonun çok alt ında kaldığını belirtti. “ Asgari ücretli s ıfır, SSK/Bağ-Kur emeklisi y üzde 16.67, Emekli Sand ığı emeklisi y üzde 15.57 zamla sistemin yükünü ta şımak zorunda kalıyor ” ifadelerini kullandı. ENFLASYON VE KİRA ARTIŞIYLA YAŞANAN ZORLUKLAR Enflasyonun y üzde 35,05 oldu ğu bir d önemde faiz oranlar ının y üzde 46 seviyesinde oldu ğunu, ancak bunun kağıt üzerinde kald ığını ifade eden Tayyar, “ Faiz geliri de faiz borcu da y üzde 55’in üzerinde ” dedi. Ayr ıca y üzde 43,23’lük kira art ışına da dikkat çekti. ORTA D İREK ÇÖKÜYOR Eski AKP milletvekili, iki yıl önce ba şlayan ekonomik programın y ükünü orta dire ğin b üyük oranda ta şıdığını, bu durumun s ürdürülemez oldu ğunu savundu. Se çimlere k ısa bir s üre kala yap ılacak dağıtımların yurttaşların umudunu geri getirmeyeceğini belirten Tayyar, “ Vatandaş sizden umudunu keserse, intikam duygusuyla hareket eder, ‘bunlar gitsin de kim gelirse gelsin’ der, kimin geleceğiyle ilgilenmez ” uyarısında bulundu. TOPLUMUN FERYADINA KULAK VERİN ÇA ĞRISI Son olarak, krizlerin kendi çözümünü üretece ğini belirten Tayyar, h ükümete “ Art ık toplumun feryadına kulak verin ” ça ğrısında bulundu.
Source: Cumhuriyet/ekonomi Servisi