“Toplumsal Dalgalar – Sosyal Sorunlar ve Çözüm Arayışları”

Dalga… Dalgalar

Başlıktaki “dalga” sözcüğü ve onun çoğul hali, daha çok, edebiî eserlerde kullanılır. Romanlarda, hikâyelerde, şiirlerde… O sözcüğü işitince benim aklıma, önce Nâzım Hikmet ’in “Bahr-ı Hazer” şiiri gelir. Hazer Denizi’ndeki dalgaların manzarası şöyledir ona göre: “Ufuklardan ufuklara Ordu ordu köpüklü, mor dalgalar koşuyordu. Hazer, rüzgârların dilini konuşuyor, balam Konuşup coşuyordu. (…) *** Dalga bir dağdır, kayık bir geyik! Dalga bir kuyu, kayık bir kova! Çıkıyor kayık, iniyor kayık. Devrilen bir atın sırtından inip Şahlanan bir ata biniyor kayık.” *** Nâzım Hikmet ’in ünlü şiirlerinin büyük kısmında hareketli sahneler, mücadele görüntüleri var. Gençlik yıllarından beri o -kendi deyimiyle- bir “kavga” nın insanıdır çünkü. *** Başka şairlerin şiirlerindeki sahneler daha sakindir. Mesela, Necip Fazıl Kısakürek ’in gençliğinde -kendi deyimiyle- “genç şair” olduğu günlerdeki şiirlerinde… Bir de onun şiirinden örnek verelim: “Dalgalar Sararmış deniz kızları gibi dalgalar bizi, Uzun saçları gümüş, şeffaf tenleri fosfor. Yumuşak başlarıyla sarsarak teknemizi, Yolcu, gittiğin sahil nerde diye bağırıyor.” *** “Dalga” nın şiirin, edebiyatın dışında halk dilinde “mecazi” olarak kullanımı da vardır. Mesela “dalga geçmek” . Bunu ya yapmanız gereken işi yapmayı unutmuşsanız veya yanlış yapmışsanız, onu açıklamak için kullanırsınız… “Kusura bakma, dalga geçmişim” diye özeleştiri yaparsınız. Ya da o hatayı karşınızdaki yapmışsa ve sizinle ilişkileriniz şakanızı kaldıracak kadar iyiyse, “dalga geçmişsin” sitemini yapmak için… Özetle: “Dalgalar” sözcüğünün gerek edebiyatımızdaki, gerek halk dilimizdeki kullanılma alanı dar değildir. Hele mecazi anlamları, eklemeler veya tamlamalar yoluyla daha da genişleyebilmektedir. Bugün ise o genişlemeyi daha da artırmakta olan yeni bir “dalga” lar süreci içindeyiz. 19 Mart’tan beri giderek artan yeni “gözaltına alma”lar, tutuklamalar, suçlamalar dönemi içinde… Hedef, başta İstanbul Büyükşehir Belediyesi olmak üzere CHP’li belediyelerin mensupları, görevlileri, onların arkadaşları, akrabalarıdır. Onlarla birlikte, bu gidişe karşı çıkmak için “toplantı ve gösteri hakları” nı kullanan toplulukların insanlarıdır. Üniversiteli gençlerdir, sivil toplum kuruluşları insanlarıdır. Bugünkü radyo televizyon düzeni içinde bu sürecin olaylarını mümkün olduğu kadar yayımlama gayretinde olan medya organları, gözaltına alınan, suçlanan, tutuklanan insanların her günkü listelerini, eksiksiz verebilmek için sayfa sayfa listeler yayımlamaya başladılar. Hava durumu raporları gibi… Ama onları eksiksiz olarak yayımlamaları kolay değil. Çünkü hem listelere girecek adların sayıları çok hem durumlarının ne zaman değişeceklerini saptamak kolay değil. Bir kısmına “sabaha karşı gözaltı” usulleri uygulanıyor. Bir kısmının nereye götürüldüklerini saptamak zor. Ayrıca, başka sorular da hep akıllarda: Tutuklanan kişilerin hepsine yetecek kadar yer, yatak, masa kaldı mı hâlâ hapishanelerde… Çünkü şu sıralardaki haberlere göre “hapishanelerden hapishanelere” nakledilme işlemleri de artmaya başladı. Ayrıca, sanıkların ziyaretçileriyle görüşme olanaklarının daraltıldığı haberleri de var. Ve “dalga” gruplarının sayıları giderek artıyor. Sadece İstanbul’daki dalgaların grup numaraları 5’i buldu. *** Bu “gözaltına alma”, “tutuklama” faaliyetleri 2007’de Ergenekon duruşmalarıyla başlamıştı. Daha önceki yazılarımda onları hatırlatmıştım. Davalara numaralama usulü yetmemişti. Büyük bir kısmına, numaralamanın yanında, dava konusunun da hatırlanması için isimler konulması devam etmişti. Peki sonuç: O işlemler, tutuklamalar, duruşmalar yıllarca sürmüş, sonuçta ise tamamına yakınının haklarındaki cezalar kaldırılmıştı. Çünkü iddianamelerde kanıt diye öne sürülen iddiaların çoğunun geçersiz olduğu anlaşılmıştı. Bugün ise Ergenekon davalarından yıllar sonra başlayıp yıllarca sürdürülen soruşturmalar, kovuşturmalar sonucunda, 7-8 yıl süreyle hapiste kalanlardan bir kısmı hakkındaki ceza kararları ulusal ve uluslararası hukuk mercileri tarafından geçerli sayılmamıştır. *** Peki ne olacak bu gidişin sonu? Bu sütunda birkaç defa belirtmeye çalıştım. Bu durum hep böyle devam edemez. Bugünkü iktidarın ve onu destekleyenlerin bir an önce belirli soruşturma ve kovuşturmaların durdurulması ve cezaların kaldırılması yolunda adımlar atması ve o adımları sonuca ulaştırmaya razı olması şarttır. Bu hususta çalışmaların ve araştırmaların sürdüğü belirtilse de o konuda ikna edici bilgiler hâlâ ortaya çıkmadı. Ve “5’inci dalga bitti. 6’ıncıya geçiliyor” gibi “dalga” haberleri devam ediyor.

Source: Altan Öymen


İBB’yi işlevsiz kılmak!

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik ilk operasyon 19 Mart’ta gerçekleşti. 26 Nisan, 20 Mayıs, 22 Mayıs ve 23 Mayıs’ta gözaltı dalgaları peşi sıra geldi; 237 kişi şafak operasyonlarıyla evinden alındı, 100’e yakın isim ya tutuklandı ya ev hapsi ile yargılanacağı günü bekliyor. Bir o kadar kişiye de kısıtlamalar getirildi. İBB’nin seçilmiş başkanı Ekrem İmamoğlu ’nun neredeyse tüm yönetim kadrosu çeşitli cezaevlerinde tutsak. Aralarında sonradan serbest bırakılan önceki genel sekreter, mevcut genel sekreter yardımcıları, danışmanlar, grup başkanları, ilçe belediye başkanları, daire başkanları, iştirak şirketlerinin genel müdürleri, özel kalem müdürü, hatta koruma müdürünün bile bulunduğu geniş bir üst kadro işlevsiz hale getirilmiş durumda. Üstelik belediyenin yönetim şemasındaki kritik isimlerin tamamı somut delil olmaksızın, “Düşünüyorum, duydum, tahmin ediyorum” gibi itirafçı beyanları ve soyut suçlamalarla görevden el çektirildi! Son olarak adliyede arkadaşlarının duruşmasını izlemek isteyen İBB Başkanvekili Nuri Aslan için “tehdit ve görevden yoksun kılma” gerekçesiyle soruşturma başlatıldı. Empati yapın, kendinizi üst ve orta düzey İBB bürokratlarının yerine koyun. Rahat hareket edebilir misiniz? Belli ki sayıları sistematik olarak artan gözaltı ve tutuklamaların amacı İBB’deki idari zinciri kırmak; karar alma sürecini sekteye uğratıp koordinasyonu zayıflatmak, personelin moralini bozmak. Şu an için vekâleten görevlendirmeler ve yeni atamalarla ayakta durmaya çalışıyor İBB. Eğer İmamoğlu ve çalışma arkadaşları bırakılmazsa önümüzdeki günler İstanbul için uzun, sıkıntılı ve çok sıcak geçecek. Hele hele Erdoğan ’ın imar, kentsel yenileme ve bütçe gibi kalemleri, yerel yönetimlerden alıp ilgili bakanlıklara bağlama projesi hayata geçerse! KİM BU 10 KİŞİ? 1961 Anayasası’nı aralarında ünlü hukukçuların ve her yaştan kanaat önderlerinin bulunduğu 273 kişilik “Kurucu Meclis” yapmıştı. Sonrasında 1982 darbe anayasası geldi, şimdilerde de yeni bir hazırlık var ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, anayasa hazırlık çalışmaları için 10 hukukçu arkadaşını görevlendirdiğini açıkladı. 273 kişiden 10’a düşülmesi düşündürücü. Başka bir sorun da bu grubun kimlerden oluştuğu meselesi! Aralarında güçler ayrılığını savunan isimler var mı? Ya da kişisel hak ve özgürlüklerin savunulacağı maddeleri kim hazırlayacak? Bu açıklama satır arasında kalmamalı. SİLAHLARI NEREYE BIRAKACAK? PKK’nin fesih sözünün üzerinden 10 gün geçti ancak yıllardır Mehmetçiğe kurşun ve bomba yağdıran kirli silahların ne olacağı netlik kazanmadı. MSB ve MİT “Süreç sahada denetlenecek” diye iyimser tablo çizse de Washington’daki Kürt kuruluşlarına bakılırsa o silahların bir bölümü PKK’nin İran kolu Pejak’a gidecek, diğer bölümü ise henüz Suriye içindeki rolü kesinleşmeyen özerklik meraklısı PYD’de kalacak; ki bu olasılık bir kuş uçumu mesafedeki Türkiye toprakları için büyük sorun. Kâğıt üzerinde silah bırakıldı belki ama o silahların nereye bırakılacağı belli olmadı! YAPAY ZEKÂ FIRTINASI! Cumhuriyet’in düzenlediği “Geleceğin Eğitimi Zirvesi” 2025 yılının en kreatif etkinliğiydi yapay zekâ alanında. Katılımcılar toplumun her sorunu üzerinde görüş belirtti. TÜSİAD Başkanı Orhan Turan ’ın, fırsat eşitliğine sözü getirip ilköğretim hakkının herkese en iyi şekilde ve ücretsiz ulaşması gerektiğini söylemesi dikkat çekiciydi. Barış Karakullukçu, Ufuk Tarhan, M. Ali Tombalak, Dr. Haluk Gürgen, Mutlu Doğuş Yıldırım hem yapay zekânın güncel zamandaki yerine hem de ülkemizin teknoloji ihracatında geri kalışına değindiler. 15-29 yaş arası her dört gençten birinin ne eğitimde ne istihdamda olduğu meselesi izleyenleri düşündürdü. İyi eğitim alan gençlerin yüzde 60’ının yurtdışında çalışma eğilimi de öyle! Yapay zekâya getirilen “Anlam üretmeden konuşur” tanımı özeleştiriydi. Opus adlı yapay zekâ platformunun kapanmamak için kaygıyla şirketin yöneticilerine mail attığı, hatta bir yöneticiyi özel hayatı ile tehdit ettiği söylendi. Eczacıbaşı topluluğundan Faruk Eczacıbaşı , geride kalan 100 yılın en büyük buluşunun asansör olduğunu ancak bu icadın dikey mimariye yol açtığını belirtti. Zirve, “İyi ki Cumhuriyet var” sloganı ile sona ererken, 101 yıllık gazetenin niçin yaşaması gerektiği de bir kez daha gözler önüne serildi. Dipnot: Muhalif medyanın Avrupa fonlu liberal maşaları CHP’yi karıştırmak istiyor. Partililer tuzağa düşmemeli. Kılıçdaroğlu ya da Özel fark etmez kimse CHP’nin genel başkanlarına, “duyduğuma göre” başlayan cümlelerle iftira atma hakkına sahip değil.

Source: Arif Kızılyalın


Lozan ve Kürtler

“Kürtler küçük lokmanın pek kolay yutulacağını vaktinden çok evvel anlamışlardır. Türk birliğinden ayrılmak zihniyetinde bulunanları Kürtler kendi milletlerinden addetmezler. Kürtlerin mukadderatı Türk’ün mukadderatıyla eştir. (…) TBMM Hükümeti dâhilinde Kürtlüğün ayrı bir unsur olarak telakkisini hiçbir zaman işitmek istemediğimizi arz ederiz.” (Bazı Kürt aşiretlerinin TBMM’de okunan telgrafı, 17 Mart 1921) PKK terör örgütünün “fesih kararını” açıklarken 1923 Lozan Antlaşması’nı hedef alması üzerine “Lozan’da, Türkiye’deki Kürtlerin isteklerinin dikkate alınmadığı, dışlandıkları, hukuki olarak eşit kabul edilmedikleri…” şeklinde değerlendirmeler yapılarak Lozan’ın eleştirildiğini görüyoruz. Peki ama Lozan’da Kürtler ne istedi? Lozan’da reddedilen neydi? Lozan’da Kürtler dışlandı mı? SEVR KÜRDİSTAN”I Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ayrılıkçı Kürtçüler, Kürdistan Teali Cemiyeti ’ni kurmuş; Seyit Abdülkadir ve Kürt Şerif Paşa gibi bazı Kürtçüler , İngilizlere başvurarak Güneydoğu Anadolu’da “bağımsız” veya İngiliz mandasında bir “Kürdistan” kurulmasını istemişlerdi. (Sinan Meydan, Lozan: Onurlu Barış, İstanbul, 2024, s. 213) Uzun görüşmelerin sonunda 1920 Sevr Antlaşması’nda , Doğu Anadolu’da bir “Ermenistan” , onun hemen güneyinde de bir “Kürdistan” kurulmasına karar verilmişti. (Sevr Antlaşması, madde 62,63,64) Ayrıca Sevr Antlaşması’nın 145-148.maddelerinde “ırk ve dil azınlıkları” kavramı kabul edilerek gayrimüslimlerin yanında Kürtlerin de “azınlık haklarına sahip olmaları” amaçlanmıştı. Türkiye, Lozan Antlaşması’nda , Anadolu’nun toprak bütünlüğünün parçalanması ve TürklerleKürtlerin bölünmesi anlamına gelen “Kürdistan” projesinin gündeme getirilmesine izin vermedi. Atatürk’ün Nutuk’taki ifadesiyle bu konu Lozan’da “elbette söz konusu ettirilmemiştir.” Ayrıca Lozan’da, “Müslüman azınlık” ile “ırk ve dil azınlıkları” kavramları da kabul edilmemiş, sadece Müslüman olmayanlar “azınlık” kabul edilmişti. Böylece Türkiye’deki Kürtlerin “azınlık” olarak adlandırılması söz konusu edilmemişti. Türkiye Lozan’da, Kürtlerin “azınlık” değil, “yurttaş” olduklarını belirtmişti. O günlerde Türklerle birlikte Kurtuluş Savaşı’na katılmış, TBMM’de temsil edilmiş, kaderini Türklerle birleştirmiş Kürtler değil; emperyalizmle işbirliği halinde Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkmış, Kürdistan Teali Cemiyeti ’ni kurmuş, 1921 yılı başlarındaki “Koçgiri İsyanı” nı örgütlemiş ayrılıkçı Kürtçüler “Bağımsız Kürdistan” istemişti. Dönemin “ayrılıkçı Kürtçülerinin” bu isteğini, tüm Kürtlerin isteğiymiş gibi yansıtmak, tarihi gerçeği çarpıtmaktır. TÜRK-KÜRT BİRLİKTELİĞİNİ GÜÇLENDİRMEK Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919’da Anadolu’ya çıkıp ulusal direnişi örgütlerken, Kürdistan Teali Cemiyeti gibi ayrılıkçı gruplara ve Koçgiri İsyanı gibi ayrılıkçı hareketlere karşı Anadolu’daki Türk-Kürt dayanışmasına ve Türk-Kürt birlikteliğine büyük önem vermişti. Bu bağlamda Kürt aşiretleriyle diyalog kurmuş, aşiret liderlerine mektuplar yazarak ve heyetler göndererek vatanının işgaline karşı birlikte hareket etmek gerektiğini belirtmişti. Mustafa Kemal Paşa, Kurtuluş Savaşı yıllarında Türk-Kürt dayanışmasını güçlendirmeye çalışırken, son derece akılcı biçimde, ortak tarihsel hafızayı hatırlatmış, emperyalist işgali ve Ermeni tehlikesini gerekçe göstererek “anasır-ı İslam” (Müslüman unsurlar) vurgusu yapmıştı. Birinci TBMM’de Kürtlerin de temsil edilmesi, Kurtuluş Savaşı’nda Türk-Kürt dayanışması ve birlikteliğinin sağlanması bakımından çok önemliydi. 1921 yılı başlarındaki Koçgiri İsyanı’nın Nurettin Paşa tarafından aşırı güç kullanılarak bastırması Mecliste tartışma konusu olmuş, bunun üzerine TBMM’de “Koçgiri hadisesinin amilleri hakkında 176 sayılı karar” alınmış; “Tekâlifi Milliye Ambarlarındaki zahirenin halka dağıtılması” hakkında hükümet kararnamesi yayınlanmış ve TBMM, isyanı incelemek için bölge illerine bir heyet göndermişti. Ayrıca 28 Şubat 1922 tarihli, “Koçgiri hadisesinde duçarı sefalet olanlara verilecek tohumluk ve yemeklik hakkında 196 sayılı kanun” çıkarılmıştı. (Rıdvan Akın, “Birinci Mecliste Kürtlerin Temsili Meselesi, (1920-1923) https://12punto.com.tr/ 2 Şubat 2025) Bu kararlar, o günlerde TBMM’nin, Türk-Kürt birlikteliğinin bozulmaması için çok çaba harcadığını göstermektedir. KÜRT AŞİRETLERİNİN TBMM”YE BAĞLILIK TELGRAFLARI 23 Şubat-12 Mart 1921 tarihleri arasında Londra Konferansı toplandı. Bu konferansta, İngiliz Lord Curzon, Kürtlerin yoğun olduğu illerin özerkliğini savundu. Lord Curzon’un, “Türkiye’de Kürtlere siyasi özerklik verilip verilmeyeceğini” sorması üzerine Bekir Sami Bey, “Kürtlerin istedikleri şey, asırlardan beri olduğu gibi Türklerle kardeş gibi yaşamaktan başka bir şey değildir” demişti. Evet, Kürtler Türklerden ayrılmak istemiyordu. Londra Konferansı sürecinde 1, 19, 24 Mart 1921 tarihlerinde TBMM’de yapılan gizli ve açık oturumlarda, Meclis Başkanı, Kürt aşiretlerinden gelen telgrafları okutmuştu. Bu telgraflarda, “Kürdistan meselesi olmadığı” , Kürtlerin TBMM’den başka kurtarıcı beklemedikleri ve Türk birliğinden ayrılmak istemedikleri belirtilmişti. TBMM Zabıt Ceridesi, C.9, 17 Mart 1337 (1921) s.132-133 Örneğin, Kürt aşiretleri, 17 Mart 1921’de TBMM’de okunan bir telgrafta şöyle demişlerdi: “Kürtler küçük lokmanın pek kolay yutulacağını vaktinden çok evvel anlamışlardır. Türk birliğinden ayrılmak zihniyetinde bulunanları Kürtler kendi milletlerinden addetmezler. Kürtlerin mukadderatı Türk’ün mukadderatıyla tevemdir. Biz Kürtler TBMM Hükümetinden başka halaskar beklemediğimiz gibi Düveli İtilafiyeden merhamet dilenmeye tenezzül etmiyoruz. Misakı Milli dâhilinde sulh akdedilmesini teminen bütün varlığımızla hükümetimize müzaheret edeceğimizi TBMM Hükümeti dâhilinde Kürtlüğün ayrı bir unsur olarak telakkisini hiçbir zaman işitmek istemediğimizi arz (…) ederiz.” (TBMM Zabıt Ceridesi, C.9, 17 Mart 1337 (1921), s.132- 133) LOZAN KONFERANSI ÖNCESİ TÜRK-KÜRT BİRLİKTELİĞİ Lozan Konferansı önc esind e İngiliz emperyalizmi ve bazı ayrılıkçı Kürtçüler, Türklerle Kürtleri ayırma girişimlerini sürdürürken, TBMM’de, aralarında Kürt kökenlilerin de olduğu çok sayıda milletvekili, Türklerle Kürtleri ayırma çabalarına açıkça karşı çıktılar. Örneğin, Erzurum Milletvekili Süleyman Necati (Güneri) Bey, kendisini seçenlerin büyük bölümünün Kürt olduğunu belirterek “vatan kardeşi” olduklarını belirtti; Türklerin ve Kürtlerin tarih boyunca bir olduklarını, Türkiye’de “ırk azınlıkları” olmadığını söyledi. Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya Bey ise şunları söyledi: “Avrupalılar diyorlar ki, ‘Türkiye’de yaşayan azınlıkların en büyüğü, en yoğunu Kürtlerdir.’ Bendeniz Kürdoğlu Kürt’üm. Binaenaleyh bir Kürt mebus olmak suretiyle sizleri temin ederim ki Kürtler hiçbir şey istemiyorlar. Yalnız büyük ağabeyleri olan Türklerin saadet ve selametlerini istiyorlar. (Alkışlar) Biz Kürtler vaktiyle Avrupa’nın Sevr paçavrası ile verdiği bütün hakları, hukukları ayaklarımız altında çiğnedik ve bütün manasıyla bize hak vermek isteyenlere iade ettik. Nasıl ki Elcezire cephesinde çarpıştık, nasıl ki Türklerle beraber kanımızı döktük, onlardan ayrılmadık ve ayrılmak istemedik ve istemeyiz. (…) Delege heyetimizden rica ederim ki (Lozan’da) azınlıklar söz konusu edildiği zaman Kürtlerin hiçbir talebi olmadığını ve Kürtlerin kanaatine tercüman olarak burada söylediklerimi (Lozan’da) söylesinler…” Dersim Miletvekili Diyab Ağa da şunları söyledi: “Efendiler kusura bakmayınız, ben ihtiyarım. Hepimiz biliyoruz ve söylüyoruz ki, dinimiz, diyanetimiz, aslımız, neslimiz hep birdir. Bizim içimizde ayrılık, gayrılık yoktur; ismimiz de dinimiz de Allah’ımız da birdir. (…) Hepimiz biriz. Ne Türklük ne Kürtlük davası vardır. Hep biriz, kardeşiz. (…) Ama düşmanlar bizi birbirimize sardırmak için tuzaklar kuruyorlar…” (Alkışlar, bravo sesleri) TBMM’de daha birçok milletvekili benzer şeyler söyleyerek, Türk-Kürt birlikteliğine, kardeşliğine vurgu yaptılar. (Bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, C.23, 3 Kasım 1921) LOZAN”DA LORD CURZON”A TEPKİ Lozan’da İsmet (İnönü ) , bir taraftan Türklerle Kürtlerin kardeş olduklarını, birbirinden ayrılmayacaklarını savunarak Musul’u isterken, diğer taraftan özellikle Türkiye’deki Kürtleri “azınlık” yapmak amacıyla ileri sürülen “Müslüman azınlık” ile “Irk (soy) ve dil azınlıkları” kavramını reddetti. İsmet (İnönü) , Türklerle Kürtlerin soy, din ve kültür bakımından bir olduklarını, TBMM Hükümetinin, Türklerin olduğu gibi Kürtlerin de hükümeti olduğunu, TBMM’de birçok Kürt milletvekili bulunduğunu ve Kürtlerin Türkiye’de yurttaşlık haklarından yararlandıklarını söyleyerek, Kürtlerin Türklerden ayrılmak istemediklerini belirtti. İsmet (İnönü) , Musul’daki Kürtlerin de Türkiye’ye bağlanmak istediklerini belirtip Musul’da halk oylaması yapılmasını istedi. Lord Curzon ise bu iddialara karşı çıkarak Kürtlerin soy, dil ve kültür bakımından Türklerden farklı olduklarını söyledi; “Kürtler seçim yapmayı bilmezler” diyerek Musul da halk oylamasına da karşı çıktı. “Güney Kürdistan” dediği Musul vilayetinde Kürtler için bir “mahalli özerklik sistemi kurmak istediklerini” belirtip “Bu mahalli özerklik sisteminin kendi yönetimi ve yazılı bir Kürt dilini öğretmeye çalışacak kendi okulları olacaktır…” dedi. (23 Ocak 1923) İşte o günlerde, 16 Ocak 1923’te, Mustafa Kemal Paşa İzmit Basın Toplantısında, kendisine sorulan bir soru üzerine “Kürtlük” konusuna değinerek, “Kürtlük namına bir sınır çizmek istersek Türklüğü ve Türkiye’yi mahvetmek lazımdır. (…) Dolayısıyla başlı başına bir Kürtlük tasavvur etmektense bizim Teşkilatı Esasiye Kanunu gereğince zaten bir tür mahalli muhtariyetler teşekkül edecektir” diyerek doğal olarak “Kürtlerin de bulundukları vilayetlerde kendilerini yöneteceklerini” söyledi. Mustafa Kemal Paşa, bu sözleriyle 1921 Anayasası’nda bazı konularda illere tanınan yerel yetkileri kastediyordu. Mustafa Kemal Paşa bu sözleriyle -genelde iddia edildiği gibi- Kürtlere “siyasi özerklik” vaat etmemiş, 1921 Anayasası’ndaki güçlü yerel yönetimlere vurgu yaparak İngiltere’nin “Özerk Kürdistan” tezini zayıflatmak istemişti. Lozan’da Lord Curzon’un Türklerle-Kürtleri bölme çabasına, sadece Lozan’daki Türk heyeti değil, TBMM’deki Kürt kökenli milletvekilleri ve bazı Kürt aşiretleri de karşı çıktı. TBMM’de 25 Ocak 1923 tarihli oturumda söz alan Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya Bey, “Lord Cuzon’un iğrenç isteklerine kulaklarımızı tıkıyoruz” diyerek şunları söyledi: “Arkadaşlar Kürtler, bütün kanaatlerini bir ilkede topladılar. O gaye Türklerle kader birliğidir. Çünkü mevcudiyet, çünkü varlık, çünkü esaretten kurtulmak bu ilkeye bağlıdır.” Yusuf Ziya Bey’in ardından Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni Bey, Kırşehir Milletvekili Müfid Efendi, Hakkâri Milletvekili Mazhar Müfid Bey, Muş Milletvekili Hacı Sami Efendi de Lord Curzon’u kınayan konuşmalar yaptılar. Dersim, Muş, Mardin, Urfa ve Kars milletvekillerinin Lord Curzon’u kınayan önergesi TBMM’de kabul edildi. Türklerle Kürtleri ayırmaya çalışan Lord Curzon’un bu girişimini kınayan Rişvan, Zorkun, Merdis, Kazru, İzoli aşiret reislerinin telgrafları da TBMM Genel Kurulunda okutuldu. (5 Şubat 1923) *** Sonuç olarak Türkiye Lozan’da, Türk-Kürt özkardeşliğini, birliğini, bütünlüğünü savundu; Kürtlerin “azınlık” değil, “eşit haklara sahip yurttaş” olduklarını bildirdi. Lord Curzon, Kürtleri Türkiye’den ayırmak isterken TBMM’deki Kürt kökenli milletvekilleri ve birçok Kürt aşireti de Lord Curzon’a tepki göstererek Kürtlerin Türkiye’den ayrılmak istemediklerini belirttiler. Lozan Antlaşması ’nın 39. maddesinde “ Türkiye’nin tüm halkı, din ayırt edilmeksizin, yasa önünde eşit olacaktır” denildi. Lozan’da Türkiye’deki Kürt varlığı değil, Türklerle Kürtleri bölen, Türkiye’yi parçalayan Sevr reddedildi.

Source: Sinan Meydan


Vah emeklinin haline!

Diyanet İşleri Başkanlığı, yoksullara dağıtılan fitre ve zekatın asgari ücretliler ile emeklilere verilebileceğini açıkladı. Yeniden Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Kocaeli Milletvekili Mehmet Aşıla, “Diyanet İşleri Başkanlığı, ‘Fitre ve zekatınızı asgari ücretlilere ve emeklilere verebilirsiniz’ noktasına geldi. Devletin geliri mi yok da az veriyor” diye sordu. Asgari ücrete ara zam talebinde bulunan Aşıla, “Etikete müdahale edemiyorsun, yüzde 100 zam yapsan ne olur? Üretimi teşvik edip, bölüşümde adil olup herkesi geçinecek seviyede ücrete kavuşturmak lazım” diye konuştu. Eski Başbakan Necmettin Erbakan’ı hatırlatan Aşıla, “Zamanında asgari ücret açıklanırken sendika başkanları Erbakan hocaya geliyor, yüzde 25 zam istiyor. Erbakan ise asgari ücretliye yüzde 100 ile yüzde 312’ye varan zamlar yapıyor” anısını paylaştı.

Source: Zekeriya Albayrak


“Yere batsın sizin yargınız da adaletiniz de”

Eski Kızılay Başkanı Kerem Kınık’ın kızı Fatma Zehra Kınık, 9 Temmuz 2024’te trafik kazası geçirmişti. Kınık’ın çarptığı 17 yaşındaki Batın Barlasçeki hayatını yitirmişti. Önceki gün İstanbul Anadolu Adliyesi 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanan Kınık’a sadece 4 yıl 2 ay hapis cezası verildi. Ancak hükmün geri bırakılması sebebiyle Demir tutuklanmadı.

Batın Barlasçeki’nin annesi Hasret Doğan, yaptığı paylaşımla mahkeme kararına tepki gösterdi. Doğan şu ifadeleri kullandı:

“Benim oğlum sonsuza kadar bu dünyada olmayacak. Bir daha o mis kokusunu içime çekip öpemeyeceğim. Aynı sofraya oturamayacağız bir daha hiç. Bu hayatta olabildiğim en güzel şeyi ‘anneliğimi’ dahi öldürdü bu kadın. Ben bir ömür oğlumsuz yarım kalacağım, hep eksik… Ömür boyu sürecek bir acıya sebep olan Zehra Kınık hâlâ tutuklanmadı. Verilen cezanın ne kadarını içeride geçirecek belli bile değil. Ve ben bu acıyı yaşarken bu kadın itiraz süresi de dahil evinde ailesiyle vakit geçirecek. Neyin adaleti bu? Bu benim döktüğüm bir damla yaşın bedeli bile olamazken neyin adaleti bu! Sizin yargınız da adaletiniz de yerin dibine batsın! Umarım ilahi adalet sizi bulur da adalet diye ağlamak nasıl olur anlarsınız.”

Kınık para teklif etti, cevap ‘bedelini ödemeli’ oldu

Anne Hasret Doğan, daha önce yaptığı açıklamada Kınık ailesinin kendilerine şikayeti geri çekmeleri için para teklif ettiklerini söylemişti. Doğan, “Vazgeçmeyeceğim. Kerem Kınık, kızın Zehra Kınık dört duvar arasına girecek” demişti.

Batın Barlasçeki’nin teyzesi Didar Şahin ise, adaletin her şeyden daha önemli olduğunu ifade etti: “Biz bu davanın peşini bırakmayacağız. Bir insanın canı bu kadar kolay alınmamalı. Bunun bir cezası, bir bedeli olmalı. Bizim hayatımızı mahvettiler.”

Source: Haber Merkezi


Kutsal ittifak

Medyada veya siyasette hamaset ve küfrü belagat, hitabet sananlar da ne denli zavallıdır.Anlayamayacak kadar bilgisiz, kavramayacak kadar idraksiz olup da tesadüfi konum ve sıfatıyla ‘ahkam’ kesenlerin kuru gürültüsü duyulup, ortalıkta yankılandıkça da ‘ahali’ ne gerçeği görebilir ne de huzur bulabilir.Bu sebeple ‘kargaşa’ anlarında veya acil çözüm bekleyen meselelerde, kendinden emin, ne dediğini ve niçin dediğini bilen ‘kararlı’, ‘akil’ bir sese mutlak ihtiyaç vardır.İşte; Devlet Bahçeli Türkiye için yaklaşık 25 yıldır bu ses olmuştur.Ecevit’in Rahşan’ına katlanan, 1999 deprem ve 2001 Anayasa fırlatma krizlerinde ülke adına fayda sağlamak için ‘kan tükürüp kızılcık şerbeti içtim’ diyen, derviş meşrepli, çilekeş ve fedakâr kişi MHP lideri Sayın Devlet Bahçeli’dir.Sayın Bahçeli’nin ülkemizin istikbali için üstlendiği cesur ve vatanperver tavrı, kimi ‘sığ küfürbazları’ ve ‘aklı evvelleri’ rahatsız etmekte ve adeta kudurtmaktadır.Devlet Bahçeli’nin ülke içinde sağladığı ‘mıntıka rahatlığı’ ve ‘iç barış hamleleri’ Erdoğan’ın kararlılık ve iradesinin de pekiştirme sigortasıdır. Bu iki liderin birlikteliğini hasetle takip edenler, şunu bir türlü anlayamamışlardır:1980 ihtilalinde ‘bizim çocuklar yaptı’ diye aralarında konuşan Amerikan yönetimi hangi siyasi hareketlerin kadrolarını hapiste tuttu ve zulmetti?MSP ve MHP Çünkü her ikisi de tam ve tartışmasız vatansever ve bu topraklara sadık, yerli ve milli kadrolara sahipti.Ve 1991 seçimlerinde de beraber değiller miydi?Şimdi Bahçeli ile Erdoğan’ın beraberliği bu geçmişten de beslenmiyor diyebilir miyiz?Hayır.Aynı manevi iklimden beslenen bu iki lider, el ele, gönül gönüle vererek; devlet ve millet hizmetinde yollarına devam etmelidir.

Source: Fuat Bol


Çıplak ayakla salatalık havuzuna daldı

İncirlik Mahallesi”ndeki depoda bir çalışan salatalıkların yıkandığı havuza çıplak ayaklarla girdi. Depoda hijyen kurallarının tamamen hiçe sayıldığı görüldü. Çalışan sepete doldurduğu salatalıkları daha sonra kasaya döktü.

MİDE BULANDIRAN GÖRÜNTÜLER

Mide bulandıran görüntüler sosyal medyada hızla yayıldı. Tepkiler çığ gibi yükselirken, yetkililerin depoyla ilgili harekete geçmesi istendi.

Source: Haber Merkezi


BM: Bu bir soykırım

Terör devleti İsrail, dünyanın gözü önünde bütün insan haklarını ve hukuku hiçe sayarak 20 aydır Gazze Şeridi”nde soykırıma devam ediyor. İsrail”in 7 Ekim 2023″ten beri Gazze Şeridi”ne düzenlediği saldırılarda ve aç bırakma politikası nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı son 24 saatte 79 artarak, 54 bin 56″ya yükseldi. Birleşmiş Milletler”in (BM) Gıda Hakkı Özel Raportörü Michael Fakhri, İsrail ablukası altındaki Gazze”de aç bırakma kampanyasının en korkunç aşamasının yaşandığını belirterek “Herkes bunun bir soykırım olduğunu, açlık olduğunu, insanlığa karşı suç olduğunu, savaş suçu olduğunu ve insan haklarının ağır ihlalleri olduğunu biliyor” dedi. “AMAÇ TAMAMEN İŞGAL VE İLHAK” Son 19 ayda tanık olduklarının İsrail”in planının açık olduğuna işaret ettiğini söyleyen Fakhri, “İsrail”in planı her zaman maksimum hasar, zarar ve ölüm oranına neden olmak oldu. Onların asıl amacı, Gazze”yi tamamen işgal ve ilhak etmek. İsrail, niyetini en başından bu yana az çok ilan etti. Durumun sürekli kötüleştiğini ve İsrail tarafından somut ve sürekli bir şiddet artışı gördük” diye konuştu. İsrail”in açlığı bir silah olarak kullanma niyetini duyurduğunu hatırlamanın önemine işaret eden Fakhri, bu niyetin 9 Ekim 2023″te duyurulduğunu hatırlattı. AİLELERİ YOK EDİP HAYALLERİ YIKTILAR gazzeli 6 yaşındaki kız çocuğu Hanin el-Vadiye, İsrai”in önceki gün Fehmi el-Cercavi Okulu”na düzenlediği saldırıda ailesini kaybetti. 36 kişinin öldüğü saldırıda aileden sadece Hanin yaralı olarak kurtulabildi. Yanmış yüzüyle hastanede tedavi gören Hanin “Ateş çok büyüktü. Battaniyenin altından çıktım ve annem ile babamı aramaya başladım ama bulamadım. Sonra annemin sesini duydum. Anne anne diye bağırarak dışarı koştum” diyerek yaşadığı dehşeti anlattı. Hanin, yapayalnız kalmış olmanın ağırlığıyla baş başa kaldı. İsrail ordusu, binlerce “yuvayı” dağıtırken, yeni “yuvaların” kurulmasına da izin vermiyor. Gazzeli Melek Muhammed Ebu el-Amreyn, İsrail”in düzenlediği saldırıda, “bir gün sonra” dünyaevine gireceği nişanlısını kaybetmenin acısını yaşıyor. “YARDIM VAKFI” MASKESİYLE GÖÇE ZORLUYOR Mart ayının başından bu yana Gazze Şeridi”ne insani yardımları engelleyen İsrail”in, “Gazze”ye İnsani Yardım Vakfı” adlı kuruluş yoluyla Filistinlileri bölgeden göçe zorlamayı planladığı belirtiliyor. Birleşmiş Milletler Yakın Doğu”daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) ve Gazze”deki Filistin hükümetinin yanı sıra ABD ve İsrail basınından kaynaklar, söz konusu vakfın, Tel Aviv yönetiminin amaçları doğrultusunda çalıştığını ifade ediyor. HAMAS”TAN “KÜRESEL EYLEM” ÇAĞRISI Hamas, Gazze”ye yönelik 600 gündür devam eden soykırımın durdurulması amacıyla İsrail”e baskı için, 30 Mayıs – 1 Haziran tarihleri arasında “küresel eylem” yapılması çağrısında bulundu.

Source: Sabah


İsrail”in yardım merkezine düzenlediği saldırıda 3 Filistinli öldü, 46 kişi yaralandı

Hükümetin medya ofisinden yapılan yazılı açıklamada, İsrail ordusunun, Refah”taki yardım dağıtım merkezine sivillerin toplandığı sırada saldırı düzenlediği belirtildi.

Saldırıda 3 Filistinlinin öldüğü, 46 kişinin yaralandığı aktarılan açıklamada, 7 kişinin ise halen kayıp olduğu kaydedildi.

Yardım dağıtımı yapılan bölgeler ve çevresinde konuşlanmış İsrail işgal güçlerinin, yardım almaya davet edilen ve acil yiyecek ihtiyacı nedeniyle bu bölgelere giden aç sivillere gerçek mermilerle ateş açtığı ifade edilen açıklamada, İsrail”in bu suçu tekrarlayarak daha fazla kişinin “şehit olması, yaralanması ve kayıp olmasından” endişe edildiği aktarıldı.

Refah”ta yaşananların, “kuşatma ve açlıktan bitkin düşen sivillere karşı soğukkanlılıkla işlenmiş bir katliam ve savaş suçu” olarak nitelendirildiği dile getirilen açıklamada, bunun Netanyahu ve bazı bakanlarının da kabul ettiği açık bir soykırım ve zorla yerinden etme planının parçası olduğuna işaret edildi.

Açıklamada, İsrail”in yardım dağıtma planının, saha raporları, İsrail tanıklıkları ve onlarca uluslararası uzmanın belirttiği gibi başarısız olduğu kaydedilen açıklamada, binlerce aç insanın ölümcül açlığın baskısı altında buralara akın etmesiyle bu merkezlerin çökmesi üzerine trajik sahnelerin ortaya çıktığı daha sonra İsrail güçlerinin ateşle müdahalesinin vahşi katliamla sonuçlandığı bildirildi.

Yaşananların, İsrail”in sistematik bir kuşatma, aç bırakma, bombalama ve yıkım politikasıyla kasıtlı olarak yarattığı insani durumu yönetmedeki başarısızlığının kesin kanıtı olduğu vurgulanan açıklamada, bunun uluslararası hukuka göre tam teşekküllü bir soykırım suçunun devamı niteliğinde olduğunun altı çizildi.

Refah”ta açlıktan ölen sivillere yönelik katliamdan ve Gazze”deki gıda çöküşünden yasal ve insani açıdan tamamen İsrail”in sorumlu tutulduğu belirtilen açıklamada, İsrail”in yardımları bir savaş silahı ve siyasi şantaj aracı olarak kullanması, yardım malzemelerinin resmi sınır kapılarından ve tarafsız uluslararası ve BM örgütleri aracılığıyla geçişini sistematik olarak engellemesi kınandı.

BM ve BM Güvenlik Konseyi”ne sorumluluklarını üstlenerek katliamları durdurmak, sınır kapılarını kısıtlama olmaksızın derhal açmak ve insani yardım kuruluşlarının İsrail”in müdahalesi olmadan tam özgür bir şekilde faaliyet gösterebilmelerini sağlamak için acil ve etkili adımlar atmaları çağrısı yapılan açıklamada, açlık ve soykırım suçlarını belgelemek ve İsrailli yöneticileri savaş suçları ve insanlığa karşı işlediği suçlar nedeniyle uluslararası adalete teslim etmek için bağımsız uluslararası soruşturma komitelerinin gönderilmesi talep edildi.

Ofisin açıklamasında, Arap ve İslam ülkeleri ile dünyadaki özgür uluslardan derhal müdahale etmeleri ve kuşatmayı kırmak, İsrail”in kanlı savaşında yiyeceği silah olarak kullanmasını önlemek için bağımsız ve güvenli yardım yollarını harekete geçirmeleri istendi.

İsrail gözetiminde “tampon bölgeler” veya “insani koridorlar” oluşturulmasını öngören her türlü projenin tamamen reddedildiği belirtilen açıklamada, bunların “tecrit ve imhayı amaçlayan apartheid gettolarının güncellenmiş bir versiyonu olduğu, yardım veya koruma amaçlı olmadığı” dile getirildi.

İsrailli yedek subaylar, Gazze”deki soykırım savaşının derhal durdurulması çağrısı yaptı

Haaretz gazetesinin haberine göre, İsrailli yedek subaylar, Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir”e mektup gönderdi.

Mektupta, “Biz, İsrail ordusundaki subaylar, eski komutanlar ve yedek subaylar, hükümetin ve Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir”in Gazze”deki siyasi savaşı derhal sonlandırmasını ve kaçırılanların (esirlerin) gecikmeden geri dönmesi için çalışmasını talep ediyoruz.” ifadesine yer verildi.

Savaşın İsrail”in güvenliğine hizmet etmediği bu nedenle artık ahlaki bir savaş olmadığı vurgulanan mektupta, savaşın devam etmesinin İsrail halkının ezici çoğunluğunun iradesine aykırı olduğu ve esirlerin, İsrail askerlerinin, masum sivillerin öldürülmesine ve savaş suçlarının işlenmesine yol açabileceği belirtildi.

Yedek subayların mektubunda, “Bu, Gazze”yi işgal etmeye hazırlanan ve İsrail toplumu içindeki küçük bir azınlığın mesihçi vizyonunu hayata geçirmeyi amaçlayan bir savaştır.” değerlendirmesinde bulunuldu.

İsrail muhalefeti ve esir aileleri, Netanyahu”yu, hükümetin içindeki aşırı sağcı kesimin istekleri doğrultusunda hareket ederek, özellikle iktidardaki konumu başta olmak üzere kişisel siyasi çıkarlarını korumak amacıyla savaşı sürdürmekle suçluyor.

Netanyahu, aç bıraktıkları Filistinliler”e yönelik insanlık dışı görüntüleri geçiştirmeye çalıştı

Yedioth Ahronoth gazetesinin haberine göre, Netanyahu, İsrail Dışişleri Bakanlığı tarafından Batı Kudüs”te düzenlenen Uluslararası Antisemitizmle Mücadele Konferansı”nda konuştu.

Başbakan Netanyahu, konferansta, BM ve uluslararası yardım kuruluşlarının fotoğraf, video görüntüleri ve raporlarını görmezden gelerek Gazze”de açlık politikası uygulamadıklarını iddia etti.

Yardım dağıtımı sırasında yaşananları “geçici bir kontrol kaybı” olarak nitelendiren Netanyahu, aç bıraktıkları Filistinliler”e yönelik dün basına yansıyan insanlık dışı görüntüleri geçiştirmeye çalıştı.

Netanyahu, Hamas”ın yardım paketlerini çalmaya çalıştığını da iddia etti.

Muhalefetteki İsrail Evimiz (Yisrael Beiteinu) Partisi”nin lideri Avigdor Lieberman ise sosyal paylaşım platformu X”e yaptığı açıklamada, Gazze”deki insani yardım dağıtım merkezinde yaşanan kaosun, “başarısız hükümetin doğrudan sonucu” olduğunu dile getirdi.

Gazze İnsani Yardım Vakfı, dün yaptığı açıklamada, Gazze sakinlerinin yardım dağıtım noktasına ulaşmada saatlerce gecikmelerle karşılaştığını iddia ederek, bunun Hamas”ın kurduğu engeller nedeniyle yaşandığını ve ekibin düzenli ve planlı bir şekilde geri çekilerek, küçük bir grubun yardım almasına olanak sağladığını ileri sürmüştü.

Ancak Gazze”deki hükümetin medya ofisinin Telegram üzerinden yaptığı açıklamada, “Vakfın açıklamalarında yer alan asılsız iddialar karşısında derin şaşkınlığımızı ifade ediyoruz.” denildi.

İddiaların, “Filistinli direniş gruplarının sözde güvenli dağıtım alanlarına erişimi engellediği suçlamasıyla ilgili” olduğu aktarılan açıklamada, “Direnişin engeller oluşturarak vatandaşların yardıma erişimini engellediği iddiası, gerçeklikle hiçbir ilgisi olmayan tamamen uydurmadır ve insani tarafsızlık iddiasında bulunan bir kurumun söyleminde tehlikeli bir sapma teşkil etmektedir.” ifadesine yer verildi.

Medya ofisinin açıklamasında, saha raporları ve bizzat İsrail medyasının da belgelediği gerçeğin yardım dağıtım sürecinde yaşanan gecikme ve çöküşün gerçek nedeninin trajik kaos olduğu vurgulandı.

Kaosun, İsrail yönetimine bağlı aynı şirketin tampon bölgeleri kötü yönetmesi ve bunun sonucunda kuşatma ve açlık baskısı altında hayatta kalma mücadelesi veren binlerce aç insanın akınına uğraması nedeniyle yaşandığı kaydedilen açıklamada, devam eden soykırımı örtbas etmekten, ahlaki ve yasal olarak Gazze İnsani Yardım Vakfı ve İsrail sorumlu tutuldu.

Eleştirilerin hedefinde

Bu yılın şubat ayında İsviçre”nin Cenevre kentinde “kar amacı gütmeyen bir sivil toplum örgütü” olarak kurulduğu söylenen “Gazze İnsani Yardım Vakfı”nın arkasında ABD ve İsrail basınında yer alan haberlere göre Tel Aviv ve Washington yönetimleri bulunuyor.

Birleşmiş Milletler Yakın Doğu”daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) ve Gazze”deki Filistin hükümeti bu vakfın Tel Aviv yönetiminin amaçları doğrultusunda çalıştığını ifade ediyor.

Uluslararası basında çıkan haberlere göre, bu vakıf sayesinde Gazze”ye yardımlar konusunda BM ve diğer bağımsız yardım kuruluşlarının saf dışı edilmesi amaçlanıyor.

İsviçre”nin Cenevre şehrinde kurulan vakıf, ABD tarafından “bağımsız” olarak değerlendirilmesine rağmen, kuruluşun İcra Direktörü Jake Wood, açılış töreninden bir gün önce istifa ettiğini duyurmuştu.

Wood, yardım planını hayata geçirmenin “insani ilkelerle bağdaşmadığını” ve “tarafsızlık, insanlık ve bağımsızlık gibi temel prensiplerden taviz verilemeyeceğini” ifade etmişti.

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.

Source:


Emekli maaşlarında zaman aşımı uyarısı! Paranız yanmasın dikkat

Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), vatandaşlara yaşlılık, malullük, geçici ve sürekli iş göremezlik geliri gibi çeşitli sosyal güvenlik hakları sunuyor.

Ancak bu gelir ve aylıkların uzun süre boyunca tahsil edilmemesi halinde bazı hukuki ve idari sonuçlar doğabiliyor. SGK, bu durumda sigortalılık statüsüne ve gelir türüne göre farklı zaman aşımı uygulamaları gerçekleştiriyor.

Türkiye gazetesinden İsa Karakaş”ın bugünkü köşe yazısında aktardığına göre, özellikle 2008 yılı Ekim ayından önce SSK ve Bağ-Kur kapsamında bağlanan gelir ve aylıklarda, 5 yıl içinde tahsil edilmeyen ödemeler zaman aşımına uğruyor.

SGK Kanunu”na göre, bu tarihten önce bağlanmış ödemeler için 5 yıllık sürenin dolup dolmadığı kontrol edilerek ödeme yapılıyor. Sürenin dolduğu durumlarda ilgili dönemlere ait ödemeler yapılmıyor.

Öte yandan 4/1-c kapsamında olan memur sigortalılarında, vazife malullüğü ve ölüm aylıklarında da benzer şekilde 5 yıllık zaman aşımı süresi uygulanıyor.

Bu kapsamda başvurular, ölüm tarihini takip eden ay başı itibarıyla değerlendirilirken, gecikme halinde sadece başvuru tarihinden geriye dönük 5 yıllık ödemeler yapılıyor. Süresi geçen dönemler için ödeme yapılmıyor.

Bu durumu özetlemek gerekirse, kişi 2008’den önce emekli olduysa ve uzun süre maaşını tahsil etmediyse, SGK önce o maaşın zaman aşımına uğrayıp uğramadığına bakıyor. 5 yıl geçtiyse o paralar yanıyor, geçmediyse ödeme yapılabiliyor. Ancak 2008’den sonra bağlanan maaşlar için böyle bir zaman aşımı uygulanmıyor.

GAİPLİKTE 5 YIL DETAYI

Gaiplik durumlarında ise, hak sahipleri mahkeme kararının kesinleştiği tarihten itibaren 5 yıl içinde SGK’ya başvurmak zorunda.

Bu süre içinde başvuru yapılmazsa, sadece geriye dönük 5 yıllık maaş ödemesi alınabiliyor.

Toptan ödeme ve diğer haklar için de aynı hak düşürücü süre geçerli oluyor, bu nedenle vatandaşların yasal süreleri dikkatle takip etmesi gerekiyor.

Source: Haber Merkezi


Dünyanın konuştuğu görüntü! Yardım için geldiler, canlarından oldular! Fotoğraflar Nazi kamplarına benzetildi…

Gazze”deki hükümet, İsrail ordusunun Gazze Şeridi”nin güneyindeki Refah kentinde yer alan bir yardım dağıtım merkezine düzenlediği saldırıda 3 Filistinlinin hayatını kaybettiğini, 46 kişinin ise yaralandığını bildirdi.
Hükümetin medya ofisinden yapılan yazılı açıklamada, İsrail ordusunun, Refah”taki yardım dağıtım merkezine sivillerin toplandığı sırada saldırı düzenlediği belirtildi.
Saldırıda 3 Filistinlinin öldüğü, 46 kişinin yaralandığı aktarılan açıklamada, 7 kişinin ise halen kayıp olduğu kaydedildi.
Yardım dağıtımı yapılan bölgeler ve çevresinde konuşlanmış İsrail işgal güçlerinin, yardım almaya davet edilen ve acil yiyecek ihtiyacı nedeniyle bu bölgelere giden aç sivillere gerçek mermilerle ateş açtığı ifade edilen açıklamada, İsrail”in bu suçu tekrarlayarak daha fazla kişinin “şehit olması, yaralanması ve kayıp olmasından” endişe edildiği aktarıldı.

Refah”ta yaşananların, “kuşatma ve açlıktan bitkin düşen sivillere karşı soğukkanlılıkla işlenmiş bir katliam ve savaş suçu” olarak nitelendirildiği dile getirilen açıklamada, bunun Netanyahu ve bazı bakanlarının da kabul ettiği açık bir soykırım ve zorla yerinden etme planının parçası olduğuna işaret edildi.
Açıklamada, İsrail”in yardım dağıtma planının, saha raporları, İsrail tanıklıkları ve onlarca uluslararası uzmanın belirttiği gibi başarısız olduğu kaydedilen açıklamada, binlerce aç insanın ölümcül açlığın baskısı altında buralara akın etmesiyle bu merkezlerin çökmesi üzerine trajik sahnelerin ortaya çıktığı daha sonra İsrail güçlerinin ateşle müdahalesinin vahşi katliamla sonuçlandığı bildirildi.

Yaşananların, İsrail”in sistematik bir kuşatma, aç bırakma, bombalama ve yıkım politikasıyla kasıtlı olarak yarattığı insani durumu yönetmedeki başarısızlığının kesin kanıtı olduğu vurgulanan açıklamada, bunun uluslararası hukuka göre tam teşekküllü bir soykırım suçunun devamı niteliğinde olduğunun altı çizildi.
Refah”ta açlıktan ölen sivillere yönelik katliamdan ve Gazze”deki gıda çöküşünden yasal ve insani açıdan tamamen İsrail”in sorumlu tutulduğu belirtilen açıklamada, İsrail”in yardımları bir savaş silahı ve siyasi şantaj aracı olarak kullanması, yardım malzemelerinin resmi sınır kapılarından ve tarafsız uluslararası ve BM örgütleri aracılığıyla geçişini sistematik olarak engellemesi kınandı.

BM ve BM Güvenlik Konseyi”ne sorumluluklarını üstlenerek katliamları durdurmak, sınır kapılarını kısıtlama olmaksızın derhal açmak ve insani yardım kuruluşlarının İsrail”in müdahalesi olmadan tam özgür bir şekilde faaliyet gösterebilmelerini sağlamak için acil ve etkili adımlar atmaları çağrısı yapılan açıklamada, açlık ve soykırım suçlarını belgelemek ve İsrailli yöneticileri savaş suçları ve insanlığa karşı işlediği suçlar nedeniyle uluslararası adalete teslim etmek için bağımsız uluslararası soruşturma komitelerinin gönderilmesi talep edildi.
Ofisin açıklamasında, Arap ve İslam ülkeleri ile dünyadaki özgür uluslardan derhal müdahale etmeleri ve kuşatmayı kırmak, İsrail”in kanlı savaşında yiyeceği silah olarak kullanmasını önlemek için bağımsız ve güvenli yardım yollarını harekete geçirmeleri istendi.

İsrail gözetiminde “tampon bölgeler” veya “insani koridorlar” oluşturulmasını öngören her türlü projenin tamamen reddedildiği belirtilen açıklamada, bunların “tecrit ve imhayı amaçlayan apartheid gettolarının güncellenmiş bir versiyonu olduğu, yardım veya koruma amaçlı olmadığı” dile getirildi.
İsrail yönetiminin desteklediği ve dün faaliyetlerine başladığı duyurulan Gazze Şeridi”nin güneyindeki “Gazze İnsani Yardım Vakfı”nın kontrolündeki dağıtım noktasında ABD”li görevlilerin, yardım almak için alana giren binlerce Filistinliyi dağıtmak için havaya ateş açtığı bildirilmişti.

Yerel basında yer alan haberde, binlerce Filistinlinin yardım almak için Gazze”nin güneyindeki Refah”ta kurulan dağıtım merkezine akın ettiği belirtilmişti.
İsrail”in yardım girişlerini engellemesi nedeniyle açlıkla mücadele eden binlerce Filistinlinin engelleri aşarak topluca dağıtım noktasına girdiği ifade edilmişti.
Binlerce Filistinlinin alana girmesi sonrası ABD”li çalışanların yardım dağıtım noktasında kontrolü kaybettiği aktarılmıştı.
ABD”li görevlilerin bir koli yardım almak için kilometrelerce yol yürüyen Filistinlileri dağıtmak amacıyla havaya ateş açtığı kaydedilmişti.

İsrail ordusu gözetiminde olan ve ABD”li özel şirketlerin yürüttüğü “Gazze İnsani Yardım Vakfı”nın dün bölgede 2 noktada faaliyetlerine başladığı duyurulmuştu.
ELEŞTİRİLERİN HEDEFİNDE
Bu yılın şubat ayında İsviçre”nin Cenevre kentinde “kar amacı gütmeyen bir sivil toplum örgütü” olarak kurulduğu söylenen “Gazze İnsani Yardım Vakfı”nın arkasında ABD ve İsrail basınında yer alan haberlere göre Tel Aviv ve Washington yönetimleri bulunuyor.
Birleşmiş Milletler Yakın Doğu”daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) ve Gazze”deki Filistin hükümeti bu vakfın Tel Aviv yönetiminin amaçları doğrultusunda çalıştığını ifade ediyor.

Uluslararası basında çıkan haberlere göre, bu vakıf sayesinde Gazze”ye yardımlar konusunda BM ve diğer bağımsız yardım kuruluşlarının saf dışı edilmesi amaçlanıyor.
İsviçre”nin Cenevre şehrinde kurulan vakıf, ABD tarafından “bağımsız” olarak değerlendirilmesine rağmen, kuruluşun İcra Direktörü Jake Wood, açılış töreninden bir gün önce istifa ettiğini duyurmuştu.
Wood, yardım planını hayata geçirmenin “insani ilkelerle bağdaşmadığını” ve “tarafsızlık, insanlık ve bağımsızlık gibi temel prensiplerden taviz verilemeyeceğini” ifade etmişti. (AA)Bu içerik Taner Şahin tarafından yayına alınmıştır

Source: Taner Şahin


Dünya bu görüntüyü konuşuyor! Gazze”de çekilen fotoğraf Nazi kampına benzetildi

Gazze Şeridi”nin güneyindeki Refah”ta, Filistinlilere yardım ulaştırmak için dağıtım merkezi kuruldu. Yardımların başlamasıyla binlerce Gazzeli bölgeye akın etti.Ancak kalabalık karşısında kontrolü kaybeden silahlı ekipler önce yardım operasyonunu bir süreliğine durdurma kararı aldı. Gazze İnsani Yardım Vakfı, yaptığı açıklamada insan seli nedeniyle görevlilerin geri çekildiğini belirtti.Ancak çekilme sırasında silahların ateşlendiği duyuldu. Gazze”deki yönetim, açılan ateşte bazı sivillerin yaralandığını açıkladı.İsrail ordusu ise uyarı atışı yapıldığını ve sivillerin hedef alınmadığını öne sürdü. BAŞKA BİR YARDIM NOKTASINDA ÖLENLER OLDU Benzer bir olay Gazze Şeridi”nin kuzeyinde de yaşandı. İsrail askerleri yardımların dağıtıldığı bir mahallede ateş açtı. Saldırıda 3 Filistinli hayatını kaybederken, yaralananlar ise hastaneye kaldırıldı. İSRAİL ZAFİYETİ KABUL ETTİ İsrail Başbakanlık ofisi”nden de olaya ilişkin açıklama geldi. Yardımların başındaki İsrail silahlı güçlerinin kontrolü bir an için kaybettiği itiraf edildi. FİLİSTİN HÜKÜMETİ: YARDIM NOKTASINDA AÇILAN ATEŞTE SİVİLLER YARALANDI Gazze”deki hükümet tarafından yapılan, İsrail”in yürüttüğünü iddia ettiği insani yardım sürecinin tamamen çöktüğünü gözler önüne serdiği vurgulanan açıklamada, şunlar kaydedildi:”Sınırlı yardımlar için kurulan bu merkezler, İsrail”in sistematik bir aç bırakma ve toplumu parçalama politikasının bir parçasıdır. Yardım dağıtım süreci, kasıtlı olarak oluşturulan insani krizi kötüleştirmiştir ve soykırım suçunun bir uzantısıdır.” BM: GÖRÜNTÜLER YÜREK PARÇALAYICI Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreter Sözcüsü Stephane Dujarric, “Gazze İnsani Yardım Vakfı tarafından kurulan dağıtım noktalarından birinin etrafından gelen videoyu izliyoruz ve açıkçası bu görüntüler en hafif tabirle yürek parçalayıcı.” ifadesine yer verdi. NAZİ KAMPLARI BENZETMESİ İsrail”in desteklediği yardım vakfının kontrolündeki dağıtım noktasından gelen görüntüler tepki çekti.Çok sayıda Filistinlinin kafes şeklindeki tel örgülerle ayrılmış bölümlerde bekletildiğinin görüldüğü kareler, Nazi Almanyası”nın Auschwitz Toplama Kampı”nda 1945″te çekilen sembolik bir fotoğrafa benzetildi. ELEŞTİRİLERİN HEDEFİNDEKİ YARDIM KURULUŞU Bu yılın şubat ayında İsviçre”nin Cenevre kentinde “kâr amacı gütmeyen bir sivil toplum örgütü” olarak kurulduğu söylenen “Gazze İnsani Yardım Vakfı”nın arkasında ABD ve İsrail basınında yer alan haberlere göre Tel Aviv ve Washington yönetimleri bulunuyor.Birleşmiş Milletler Yakın Doğu”daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) ve Gazze”deki Filistin hükümeti bu vakfın Tel Aviv yönetiminin amaçları doğrultusunda çalıştığını ifade ediyor.Uluslararası basında çıkan haberlere göre, bu vakıf sayesinde Gazze”ye yardımlar konusunda BM ve diğer bağımsız yardım kuruluşlarının saf dışı edilmesi amaçlanıyor.İsviçre”nin Cenevre şehrinde kurulan vakıf, ABD tarafından “bağımsız” olarak değerlendirilmesine rağmen, kuruluşun İcra Direktörü Jake Wood, açılış töreninden bir gün önce istifa ettiğini duyurmuştu.Wood, yardım planını hayata geçirmenin “insani ilkelerle bağdaşmadığını” ve “tarafsızlık, insanlık ve bağımsızlık gibi temel prensiplerden taviz verilemeyeceğini” ifade etmişti. İSRAİL, YARDIM VAKFI MASKESİYLE FİLİSTİNLİLERİ GÖÇE Mİ ZORLUYOR? Mart ayının başından bu yana Gazze Şeridi”ne insani yardımları engelleyen İsrail”in, “Gazze İnsani Yardım Vakfı” adlı kuruluş yoluyla Filistinlileri bölgeden göçe zorlamayı planladığı belirtiliyor.İsrail, 2 Mart”tan bu yana Gazze”ye yönelik yardım geçişlerini kısıtlayarak, yaklaşık 2,4 milyonluk nüfusu açlığa sürüklüyor.Tel Aviv hükümetinin verilerine göre, bu tarihten itibaren yalnızca 87 yardım tırının Gazze”ye girişine izin verildi. Oysa Gazze”nin, günlük en az 500 yardım ve tıbbi malzeme tırına, ayrıca 50 tır hayat kurtarıcı yakıta ihtiyaç duyduğu belirtiliyor.

Source: Haberler


Rüyasında gördü, eşinin telefonuna programı yükledi! Ayaklarını yıka deyince çıldırdı: Kafanı keseceğim

İstanbul”da yaşayan V.Y. ile N.Y. isimli kadın geçen yıl evlendi. Çiftin bu evliliğinden bugün 5 aylık olan bir çocuğu dünyaya geldi. İddiaya göre çiftin evliliği, N.Y. isimli kadının eşine uyguladığı psikolojik şiddet nedeniyle çatırdamaya başladı. İddiaya göre paranoya derecesindeki aşırı kıskançlıklar gösteren N.Y., eşinin düzenli olarak sosyal medya hesaplarını ve cep telefonunu kontrol etti. Eşinin cep telefonuna konum programı yükleyen N.Y., gittiği yerleri takip etti. Rüyasında aldatıldığını gören N.Y., bu sebeple eşiyle tartıştı ve günlerce konuşmadı.‘AĞZI KÖTÜ KOKUYOR’Bunun üzerine V.Y.’nin avukatı İstanbul Aile Mahkemesi’ne dava açtı. N.Y. isimli kadının hijyen temizliğine önem vermediğini dava dilekçesinde anlatan V.Y.’nin avukatı, “Sürekli yıkanmaktan kaçınan N.Y., aşırı kötü kokmaktadır. Bu da müvekkili ciddi anlamda rahatsız etmektedir. Ağız kokusu olan N.Y., müvekkilin bu konudaki tedavi önerisini ise sert bir şekilde reddetmektedir. Sürekli müvekkile küçük düşürücü sözler söyleyen N.Y., müvekkili yeteri kadar para kazanmadığı için aşağılamaktadır. Bir tartışma esnasında müvekkili tırnakları ile yaralayan N.Y., bıçakla defalarca müvekkile saldırmıştır. Tarafların evlilik birliği N.Y.’nin bu saldırgan tavırları nedeniyle temelinden sarsılmıştır. Bu nedenle tarafların boşanmalarına, çocuğun velayetinin müvekkil babaya verilmesini istiyoruz. Ayrıca müvekkil için 10 milyon lira tazminat ile çocuk için aylık 50 bin lira nafaka ödenmesini talep ediyoruz” dedi.‘ONUN DA AYAĞI KOKUYOR’Hürriyet”ten Özge Eğrikar”ın haberine göre; iddiaları reddeden N.Y. ise boşanmada asıl kusurlu tarafın kocası V.Y. olduğunu belirterek 30 milyon lira tazminat talepli karşı dava açtı. N.Y.’nin avukatı aracılığıyla sunduğu dilekçede şu ifadelere yer verildi: “Müvekkil eşi tarafından fiziksel ve ekonomik şiddete maruz kalmıştır. Sürekli alkol alan eşinin ayakları mantar olduğu için sürekli kokmaktadır. Ayaklarını yıkamasını söylediğinde, ‘senin de surdaki kadın gibi kafanın kesilmesi lazım, senin kafanı ben keseceğim’ diyerek tehdit etmiştir. Komşular bağırışlar üzerine polis çağırmıştır. Bu nedenle tarafların evlilik birliği V.Y. isimli kocanın ağır kusurlu davranışları sebebiyle sarsılmıştır. Boşanmalarına ve çocuğun velayetinin anneye verilmesini ve V.Y.’nin 30 milyon lira tazminata hükmedilmesini istiyoruz.”

Source: Gazetevatan.com


Avrupa susuz kalabilir! AB”den acil su tasarrufu hamlesi

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu, kıtada giderek derinleşen kuraklık sorununa karşı su kullanımında kısıtlamaya gitmeye hazırlanıyor. Financial Times”ın ulaştığı planlara göre Brüksel, üye ülkelerden 2030 yılına kadar su kullanımını en az yüzde 10 oranında azaltmalarını isteyecek.Söz konusu planın önümüzdeki ay açıklanması bekleniyor. Bu adım, Avrupa Komisyonu’nun ilk kez su verimliliği konusunda somut bir hedef koyacağına işaret ediyor. Girişim, özellikle azalan yeraltı suyu rezervleri nedeniyle artan endişeler doğrultusunda şekillendi.AB Çevre Komiseri Jessika Roswall, FT’ye yaptığı açıklamada, “Suyu nasıl daha verimli kullanacağımızı düşünmemiz gerekiyor. Duş alırken bile bunu göz önünde bulundurmalıyız” diyerek bireysel su tasarrufunun önemine dikkat çekti.Havuz doldurma yasağı gündemdeSon yıllarda sıcaklıkların arttığı Güney Avrupa”da, yaz aylarında yüzme havuzlarının doldurulmasının yasaklanması, çim sulamanın sınırlandırılması ve endüstriyel su kullanımıyla ilgili kısıtlamalar gibi uygulamalar yaygınlaştı.Yunanistan’ın en büyük su şirketi EYDAP’ın CEO’su Haris Sachinis ise, mevcut hidrolojik koşulların devam etmesi halinde Atina”nın önümüzdeki iki yıl içinde susuz kalabileceği uyarısında bulundu. Sachinis, yetkilileri acil adım atmaya çağırdı.Uzmanlara göre iklim değişikliği, artan nüfus ve tarımsal faaliyetler yeraltı su rezervlerini ciddi şekilde zorluyor. AB Komisyonu’nun yeni önerisi, bu tehdide karşı ortak bir su yönetimi politikası oluşturma yönünde atılmış önemli bir adım olarak değerlendiriliyor.

Source: Dünya Gazetesi


Trump”tan o eyalete “LGBT” resti: Paranızı keserim!

ABD Başkanı Donald Trump, aldığı kararlara rağmen California eyaletinin halen cinsiyet değiştiren erkek sporcuların kadın müsabakalarına katılmasına izin verdiğini ve bundan memnun olmadığını vurguladı.Trump, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, “Radikal sol Demokrat Gavin Newsom liderliğindeki California, yasa dışı olarak erkeklerin kadın sporlarında müsabakalara katılmasına izin vermeye devam ediyor. Bu adil değil ve kadınları küçük düşüren bir hareket” değerlendirmesini yaptı.Trump”tan dudak uçuklatan Bitcoin hamlesi: Tarihe geçecek anlaşma!Trump”tan Netanyahu”ya İran uyarısı!Trump “Ateşle oynuyor” dedi! ABD”ye sert cevap: Dünya savaşı ile tehdit ettiFEDERAL FONLARI SONLANDIRMA TEHDİDİDaha önce bu konuda imzaladığı başkanlık kararnamesine atıf yapan Trump, “İlgili başkanlık kararnamesine uyulmaması halinde California eyaletine sağlanan federal finansmanın belki de kalıcı olarak durdurulacağını lütfen unutmayın. Bugün Vali Newsom ile konuşup hangi yönde ilerlemek istediğini öğreneceğim” ifadelerini kullandı.Trump”tan “Zafer” paylaşımı! “Az önce bilgi aldım” diyerek duyurduTrump’tan Harvard açıklaması! 3 milyar doları başka okullara aktaracak!Trump”ın kararı sonrası piyasalar derin nefes aldıTrump’tan geri adım, doları zayıflattı: Euro ve riskli para birimleri yükselişteTrump”tan son dakika Avrupa Birliği kararı! Putin”e sitem edip, tehdit savurduKARARNAMEYE İMZA ATMIŞTITrump, ülkede resmi olarak sadece erkek ve kadın olarak iki cinsiyeti kabul eden ve cinsiyet değiştiren bireylerin spor müsabakalarına katılmasını engelleyen bir başkanlık kararnamesine imza atmıştı.

Source: Bahadır Alemdar


Sibel Eraslan yazdı: Ortadoğu hakkında üç özeleştiri ve bir dua

ABD”nin Türkiye Büyükelçisi ve aynı zamanda Suriye özel temsilcisi olan Thomas Barrack, evvelki gün ciddi bir özeleştiride bulundu. Batı adına:”Batı bir yüzyıl önce – Ortadoğu”da – haritalar, mandalar, cetvellerle çizilmiş sınırlar ve yabancı yönetimler dayattı. Sykes-Picot anlaşması Suriye”yi ve bölgeyi imparatorluk çıkarları uğruna -barış için değil- böldü. Bu hata, nesillerin bedel ödemesine yol açtı. Aynı yanlışı bir daha yapmayacağız” dedi…1916 yılında imzalanan Sykes Picot antlaşmasıyla, hemen güneyimizde, sınırları cetvellerle çizilmiş irili ufaklı haritalar ortaya çıkmıştı. Bu harita, Osmanlı Devleti”nin eski gücünü kaybetmesi, hatta yıkılışı anlamındaydı. Çöküşün ardındansa, o büyük anafor asla dinmedi. Halen din, mezhep, ırk, kapital ayrımları üzerinden sert çatışmalara sahne olan, tansiyonu hiç düşmeyen bir coğrafyadır burası…Bu bağlamda Amerikan elçinin sözleri, Batı”nın Doğu nazarında en büyük günah çıkartmalarından birisi olarak kayda geçecektir. Bizim geleneğimizde ise günah çıkartma değil de tevbe vardır. Günah çıkartma, günahını başkasıyla paylaşarak yapılan bir özaktarım iken, tevbe, ancak Allah”a yapılır ve bundan dolayı samimiyetle üzülen, pişman olan kişinin tevbekar olduğu, o suçu bir daha işlememesiyle vücut bulur, bununla da bitmez, incinen kişiden helallik almak, gönlünü almak ve hakkını tazmin etmek de gerekir. Dolayısıyla umarız ki; Sayın büyükelçi Barrack”ın bu özeleştirel günah çıkartması, bir an evvel samimi bir pişmanlığa ve tevbeye dönerek, coğrafyaya döşenecek barış zeminine de atılmış bir harç olur.Gençler bilmezler, ama bizim gibi 40-50 yaş bandındaki pek çok kişi; öyle diplomatlar, öyle elçiler görmüşüzdür ki, bir sömürge valisi edasıyla devlet yöneticilerimizi hizaya çekerler, sorgu sual ederler, toplumsal dönüşüm-değişim taleplerini hep en üst perdeden en yüksek sesle, hem de pervasızca dikte ederler… İşte o karanlık, sisli, puslu, vesayetçi günlerin de geride kaldığının bir göstergesidir bu özeleştiri… Diplomaside vesayet dönemi bitti!Diplomaside kimse kimseye durup dururken iyilik yapmaz. Karşılıklı menfaatlerin konuştuğu, çarpıştığı bir alandır diplomasi… ABD”nin yeni Ortadoğu şekillenirken dillendirdiği eski günler geride kaldı, evet, ama bu durum durup dururken ABD”nin iyilikseverliğinden kaynaklanmadı. Niçin Ortadoğu deyince, herkesin gözlerini çevirdiği ülke Türkiye”dir, hiç düşündünüz mü?Türkiye”nin daha güçlü bir muhatap olması, ülkemizdeki demokratikleşmeye paralel özellikle savunma sanayiinde yaşadığımız devrim niteliğinde ilerlemelerin, Cumhurbaşkanımızın yönettiği başarılı dış politikasının, terörsüz Türkiye bağlamında kat ettiğimiz yolun, yükselen özgüvenimizin de bir yansıması…Bu durum İsrail için de böyle olacaktır. ABD bebek katili İsrail için koşulsuz desteğine daha ne kadar devam edecek? Bu soru, Ortadoğu”nun geleceği hakkında da kilit bir soru. Çünkü Ortadoğu”daki barış, Filistin”in selametinden geçiyor.İsrail kendi içinden de yaralanmış durumda.İsrail Demokrat Parti lideri Yair Golan bir radyoya mülakat vermiş, Netanyahu hükümetini aklı başında olmamakla suçlamış. “Aklı başında bir yönetim, sivillere karşı savaş açmaz, hobi olarak bebek öldürmez, Filistinlileri yerlerinden ederek küçücük bir alanda oradan oraya sürgün etmez” demiş…Eski Başbakanlardan Ehud Olmert ise Haaretz Gazetesi”nde açmış ağzını yummuş gözünü… Olmert; Netanyahu ve ekibinin Gazze”dekileri toplu olarak Hamas şeklinde gördüğünü, bu yüzden 2 milyon insanı hiç acımadan yok edeceğini söylüyor ilgili yazısında. Şimdiye kadar tepkileri “antisemitizm” olarak cevaplayıp bir kenara atıyorduk, ama, İsrail hükümetine yönelik tepkiler artık küresel, diyor makalesinde… Netanyahu”nun kendi yalanlarının sonuna geldiğini söyleyen Olmert, İsrail hükümetinin bu gidişle şayet durmazsa, uluslararası ceza mahkemesinde cezalandırılacağını da zikretmiş…Üç adam, üç özeleştiri!Yeni bir zamanın yeni emareleri gibi…Yeni kırılmaların, coğrafyamızın hayrına olması duasıyla…NOT: Yazımı kaleme alırken İsrail”in Gazze”de bombaladığı okulda feci şekilde yanarak can veren çocukların fotoğraflarını gördüm. Kalbim sızladı. Allah, İsrail”in zulmünü hak ile yeksan eylesin! Gazze”ye ve tüm masumlara kurtuluş ihsan eylesin. Ümmete yeniden insan olma şerefini hatırlatsın, bizleri aciz durumdan kurtarsın, bizlere Müslüman bilinci versin…

Source: Sibel Eraslan