Hataylı gençler ‘Senin Gücün, Senin Öykün’le yeniden olumlu bakış açısı kazandı: Derdimi balkondan attım
“Çok değiştim ben. İsyan etmeyi bıraktım. Meğer yapmam gereken hayatımı değil bakış açımı değiştirmekmiş. Bu programla bakış açımı değiştirmeyi başardım.” “Stresin benden kaynaklanmadığını farkettim. Onu uzaklaştırmak istedim. Dertlerimi kafamda canlandırdım, elime aldığımı hayal ettim, sonra da hepsini balkondan attım ve kurtuldum.” Hepimize yaşam dersi veren bu sözler, Antakyalı 16-17 yaşındaki genç kızlara ait. Başkanlığını Prof. Dr. Necla Arat’ın yaptığı Kadın Araştırmaları Derneği (KAD) ile Uluslararası Koçluk Derneği ICF Türkiye’nin işbirliğiyle düzenlenen “Senin Gücün, Senin Öykün” projesinin nasıl uygulandığını görmek üzere Hatay’dayız. Ekibimiz, KAD yönetim kurulu üyeleri Gülsün Kaya, Behice Çapın, ICF Türkiye Başkanı Beyza Erdem Balcı, ICF üyeleri Nuray Akmeriç ve Beyhan Fahriye Kılıçarslan’dan oluşuyor. BURS YETMEZ… Gülsün Kaya, Kadın Araştırmaları Derneği’nin depremden hemen sonra merkezi ABD’nin Kaliforniya eyaletinde bulunan Turkish Educational Foundation’ın (TEF) desteğiyle Hatay’lı öğrencilere burs desteği vermeye başladığını anlatıyor. Kaya, “Hatay’da yıkıntıların arasından fışkıran begonviller nasılsa gençler de öyle. Gençlerin, özellikle de kız çocuklarının, en çok yalnız olmadıklarını bilmeye, sözlerini duyan insanların varlığını görmeye gereksinimi var. Çok daha fazla gence ulaşmalıyız, bu tür çalışmaları yaygınlaştırmalıyız. ‘Bütün ümidimiz gençlikte’ ise eğer -ki öyle- bu ümidi güçlendirmek için kaynaklarımızı birleştirmeliyiz. Yalnızca burs vermek yeterli değil” diyor. Dernek, bölgede yaşamın biraz daha normale dönmesiyle gençler için yeni bir adım atmak, depremin izlerini taşıyan lise öğrencileninin kendilerine olan güvenlerini tazeleme, kendi potansiyellerini keşfetme ve hayata karşı yeniden olumlu bakış açısı kazanmaları için destek olmak istiyor. Bu amaçla da liseli gençlere bireysel ve grup olarak koçluk hizmeti sunulmaya başlanıyor. Bireysel koçluklar öğrenci ile koçun ortak belirledikleri gün ve saatte uzaktan erişimle, grup çalışmaları ise Hatay’da, Samm Franss Oteli’nin avlusunda yapılıyor. İzleme fırsatını bulduğum grup koçluk oturumunda, Nuray Akmeriç ve Beyhan Fahriye Kılıçarslan, gençlerle çalışmalarına “iletişim sakarlıkları” üzerine bir alıştırma ile başlıyor. Suçluyoruz, suçlanınca ilk tepkimiz savunma oluyor, yakınıyoruz, küsüyoruz. Peki ama ne yapmalıyız? O zaman sıra “etkin dinleme” egzersizine gelsin. Akmeriç ve Kılıçarslan, “İletişim sakarlığını gidermenin en doğru yöntemi etkin dinlemektir. En zehirli sakarlıklar, alay etmek, küçümsemek ve duvar örmektir. Karşınızdaki ne yaparsa yapsın siz nasıl biri olmak istiyorsunuz? Her zaman kibar ve anlayışlı mı olmak istiyorsunuz? ‘Ben kibar olmayı seçiyorum’ diyebilir ve kendi seçimlerinize sahip çıkabilirsiniz” diyerek hepimize doğru iletişim yöntemlerini gösteriyor. “YOKLARI SAYANLARLA YOL ALINMAZ” ICF Türkiye Başkanı Beyza Erdem Balcı, her alanda koçluk hizmeti sunduklarını ama kadınlara ve dezajantajlı kişilere öncelik verdiklerini vurguluyor. Bu projenin depremden etkilenen gençlerin güçlerini fark ettirmeyi amaçladığını anlatan Balcı, gençlere hitaben şöyle diyor: “Sizin gücünüz ve öykünüz bize ışık oldu. Hayatta inişler de çıkışlar da var. Hayatın içinde her şey var. Atatürk’ün bir sözünü hiç unutmayalım: ‘Yokları sayanlarla yol alınmaz.’ ‘Yok’ diyenlere sorun ‘Neden olmasın?’” “YANINIZDAYIZ” – PROF. NECLA ARAT: “Kızlarımız ve kadınlarımız bu toplumun can damarlarıdır. KAD 1990’dan beri kız çocuklarına ve kadınlara yönelik çeşitli projelerle ülkemizin sağlıklı geleceğine katkı vermeye çalışan bir sivil toplum örgütü. Hatay projemiz bir doğal afetin tüm acılı sonuçlarını yaşayan genç kızlarımıza yeniden yaşama gücü ve sevinci aşılamaya çalışan bir destek; duvarlarında ‘Yıkıldı yolunu gözleyen şehir’ yazan yıkık bir kentin insanlarına, ‘Biz yanınızdayız. Hatay’daki yalnızlığınızı anlayıp paylaşmaya geldik’ diyen küçük bir dokunma.” BİR YOL BULUYORUZ Senin Gücün Senin Öykün Projesi’nde yer alan bazı gençler, koçlarıyla yaptıkları görüşmelerden sağladıkları yararı şöyle anlatıyor: – EFLATUN DEDE (17 YAŞ): Üniversite sınavına gireceğim ve bu görüşmeler benim için çok yararlı oldu. Zaman ve stres yönetimi sorununu hallettim. Stresin benden kaynaklanmadığını farkettim. Stresi kafamda sürekli hissediyordum. Neye benzediğini konuştuk. Koçum, “Onu kendinden uzaklaştırmak ister misin?” diye sordu bana. Ben de balkondan atmak istiyorum dedim ve attım. Ankara Hukuk Fakültesi’ne girmek ve savcı olmak istiyorum ve sonrasında Antakya’ya dönmek. – IŞIL YILDIZ (16 YAŞ): Etkisini çok görüyorum. Beni engelleyen şeyleri koçumla paylaşıyorum ve birlikte bir yol buluyoruz. Kadın, hayvan, çocuk hakları için, kız çocukları için çalışmak istiyorum. Hayatla, toplumla iç içe olmak istiyorum. Ne mesleği yaparsam yapayım açık iletişim çok önemli. – MELİSA DİLSİZ (16 YAŞ): Hayat bize bir sürü şey öğretti. Sevdiğimiz insanları her an kaybedebiliriz, bir dakikada bütün hayatımız değişebilir. İsyan etmeyi bıraktım ben. Çok şey öğrendik depremden. Hayatımızı değil bakış açımızı değiştirmek gerek, ben bunu başardım. Bu proje bize umut ışığı oldu. Biz de başkalarına umut ışığı olacağız. – YASEMİN İSTANBULLU (12 YAŞ): Koçumla yapmak istediğim meslekle ilgili konuştuk. Ona yapmayı sevdiğim şeyleri anlattım. Resim çizmeyi çok sevdiğimi söyledim. Eczacı olmak istiyorum. Gitar, keman ya da piyano çalmak istiyorum. Burada yaşadığım için burayı seviyorum.
Source: Figen Atalay
Bunlar yalan mı?
Bir kısmını sevdiğim, takdir ettiğim, bazılarından hazzetmediğim 19 aydın birkaç gün önce ortak imzalarıyla kamuoyuna bir bildirge yayımladılar. Onlar yayımladı ama bildirgeleri çok az gazetede yer buldu. Kişisel gözlemime göre pek de yoruma yol açmadı. Kanımca bildirge önemliydi. Çünkü imzacıların çoğu “sağ” politikalarda zaman harcamış, bazıları da AKP’nin ilk yıllarında önemli görevler üstlenmiş kişilerdi. O nedenle yazdıkları daha çok Tayyip Erdoğan ’ın politikalarına ve devlet aygıtındaki uzantılarının uygulamalarına yönelik, seviyeli ve dikkatli ama anlamı çok ağır eleştirilerdi. Bildirgenin önemli bir yanı da üniversiteleri suspus olmuş, sendikaları “üretmekten gelen güç”l erini depoya kaldırmış, özellikle yargı kesiminde olan hukukçuları memurlaşmış, emeklileri sosyal yardıma muhtaç hale düşmüş, eğitim sistemi Diyanet görevlilerinin at koşturduğu bir arenaya dönüşmüş, kurumları çürümüş, kurallarına kimse uymaz hale gelmiş bir ülkede birilerinin bu tabloya itiraz etmesi beklenmez miydi? Kamuoyunun da tüm gücüyle, “Biz böyle bir ülkede yaşamak zorunda kalmamalıydık” diye neden hâlâ feryat etmediğine hayret ettiğimiz Türkiye’de 19 aydının sesini yükseltmesi önemsiz miydi? Bildirgede söylenenlerden bazılarını buraya almak isterim: “Türkiye’de hukuk devleti askıdadır. Özellikle 2017 anayasa değişikliğiyle ‘yürütme erki’ kişiselleşmiş, ‘yasama’ ve ‘yargı’ fiili olarak yürütmenin yönlendirmesi ve kontrolü altına girmiştir.” Bu ifadeler ülkemizde artık hukukun değil, keyfiliğin hüküm sürdüğünü, “bağımsız ve tarafsız yargının” varlığından artık söz edilemeyeceğini ciddi, etkili ve seviyeli bir şekilde söylemenin bir örneği değil mi? AKP iktidarının bir zamanlar “İleri demokrasi aşamasına geldik” diye övündüğü demokrasimizin günümüzde ne hale geldiğini “Demokrasinin temeli olan ‘kuvvetler ayrılığı’, ‘kuvvetler birliğine’ dönüşmüştür” sözleri göstermiyor mu? Hukuktan ne kadar uzaklaştığımızı, “Anayasanın açık hükmüne karşın Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına çoklukla uyulmamaktadır” tespiti, uygar ülkeler camiasından ne kadar uzaklaştığımızı ifade etmiyor mu? “Makul gerekçelerden yoksun tutukluluklar, yargılama süresini gereksiz olarak uzatma, iltisak ve irtibat gibi uydurma delillerle yeni suçlar ihdas etmek, gizli tanık kullanarak suç icat ve isnat etmek, mahkeme kararı olmadan suçlu ilan edilenlerin mal ve mülklerine el koymak, AİHM kararlarını görmezden gelmek, kayyum atamaları ve kanun hükmünde kararname gibi uygulamalar, anayasayı, uluslararası hukuku ve insan haklarını doğrudan ihlal etmektir” tespiti İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu , ailesi ve arkadaşlarına yapılanların ne kadar hukuk dışı olduğunu ilan etmiyor mu? Bu vesileyle söyleyeyim: Bizde adalet bakanları ikide bir “yargıda reform” iddiasıyla yeni yasa önerileri icat eder ve Parlamento’ya getirirler. Şimdiki Bakan Yılmaz Tunç da kendisinden önce aynı koltuğa oturanlardan zerre kadar farkı olmadığını, yaptıkları ve yapamadıklarıyla ortaya koydu. Sayın bakan eğer yargıda gerçekten reform yapmak istiyorsa çoğu hukukçu 19 aydının bildirgesini okusun. Ne eksik ne yanlış hepsi orada var. O yanlışları düzeltsin, eksikleri tamamlasın da gerçekten hukuk adamı olduğunu göstersin.
Source: Oktay Ekşi
Cezaevi kapısında…
Bugün bayramın ikinci günü. Canımız sıkkın, yüreğimiz buruk. Düşünceleri nedeniyle kırk kilit altına alınanlarla özgürce buluşuncaya kadar tadımız tuzumuz yok! Bugünlerde, yakınlarına sarılmak ve dirençlerini paylaşmak için cezaevi kapısında olanlar “umut” sözcüğünü arayacak. Bu ülkenin yazgısını yüreklerinde taşırken yine kuşaklar boyunca bilinen Tevfik Fikret ’in, “Çiğnendi, yazık, yine milletin ümmidi bülendi/ Kanun diye kanun diye kanun tepelendi!” sözleri dillerden dökülecek. Tarihimiz, onca yasak, gözdağı, baskı, sansür, gizli sansür ve hatta satın almanın uygulanma çalışmasıyla dolu. Dönemin padişahı, “Serveti Fünun” dergisini Hüseyin Cahit ’in Fransız yazar Lacombe ’den çevirdiği “Edebiyat ve Hukuk” yazısında, “Fransız İhtilali’nden bahsediyor!” gerekçesiyle kapattı ama Tevfik Fikret’lerin önünü açtığı özgür düşünme yolunu kapatamadı! *** Nâzım, “Ben içeri düştüğümden beri/ güneşin etrafında on kere döndü dünya/ ona sorsanız: ‘Lafı bile edilmez/ mikroskobik bir zaman’ / Bana sorarsanız: ‘On senesi ömrümün’” diye yazdı dizelerinde. Piraye ’ye, “Size bir adet fotoğrafımı göndereceğim. Fakat aksiliğe bak, saçlarımızı yeni gelen müdürümüz sıfır numara ile tıraş ettirdi” dedi mektubunda. Ve içeride insanı özledi bol bol. Onu hapse mahkûm ettirenlere bile dert anlatacak kadar koca yürekliydi: “Hapiste insan, insanın kıymetini biliyor. İnsan denilen mahluk yeryüzünün en ilgi verici şeyi. Bunun bir kitap cümlesi, bir lakırtı değil de, bir gerçek olduğunu insan ancak insansız kalınca yahut çok az insanla bir muhitte uzun yıllar zoru zoruna yaşatılınca anlıyor.” *** Hasan İzzettin Dinamo , “Vatan Şarkısı” şiirinin yayımlanmasından kısa bir süre sonra “Yeni Edebiyat” dergisinin sahibi Suat Derviş ona bir kâğıt uzatıverdi. “O ne?” diye sordu Dinamo. Makinede yazılmış resmi kâğıtta, “Derginiz yazarlarından Hasan İzzettin Dinamo’nun Vatan Şarkısı şiiri, sınıfları ve zümreleri birbirine düşürücü mahiyette görüldüğünden, derginiz Vekiller Heyeti kararıyla süresiz olarak kapatılmıştır” yazıyordu. Bu kadarla kalmamış, Dinamo bir de yargılanıp cezaevine gönderilmiştir. *** Sait Faik ’in Medarı Maişet Motoru, “Yeni Mecmua” dergisinde önce tefrika edildi. Sonrasında da yazar annesinden aldığı yardımla kitabını bastırdı. Roman, henüz dağıtıma girmemişken Bakanlar Kurulu kararıyla toplatılıverdi. Sait Faik yılmadı, Bu defa yeni bir öykü kaleme aldı: “Kestaneci Dostum” Kestane pişiren çocuğun mangalına tekme atılıyordu öykünün bir yerinde. Çok geçmeden Sait Faik, yine karakoldan çağırıldı: “Kim attı tekmeyi?” “Çocuğu bul! Okusun adam olsun. Kestanecilik etmesin!” *** A. Kadir 12 Eylül’de son şiirleri üzerine gözaltına alındı: “Silahlı Kuvvetlerin yönetime el koyduğu gecenin sabahında evimden alındım ve Samandra’da bir garnizona götürüldüm. Orada iki ay kaldım. Üç defa gözlerim kapalı sorguya çekildim. ‘Bütün yaşamın suç’ dediler bana. Tüm yaşamımın hesabını verdim.” O günlerden şu dizeler kaldı: “Dayan, yorgun yüreğim/ dayan/ sıkışsan da, çırpınsan da, çatlasan da/ dayan…” *** Bu ülkenin aydınlarına ölümü düşündürecek denli çileli bir hayatı dayatmamızın ardında ne var? Nedeni çok basit! Böyle bir trajedi bizden daha geri ülkelerde yaşanmaz. Çünkü onların aydınları yok denecek kadar azdır. Genellikle de ülkelerini terk etme yolunu tutmuşlardır. Bizde ise aydın düşmanlığı siyasal bir gelenek halini almıştır. Kamplaşmanın kökeninde bu gerçeklik yatar! *** Melih Cevdet Anday “Yanyana” kitabından ötürü hakkında yedi buçuk yıl hapis istemiyle dava açıldığında, Jean Paul Sartre ’nin bir sözünü anımsamıştı: “Önemimizi Alman işgalinde anladık.” Bugün örgütlenmiş cehalet bizi toplumsal çürümeye doğru adım adım götürmeye çalışırken, bağnazlık alıp başını gitmişken, nefes almak bile zorlaşmışken uygarlık bilincimizin kaynaklarını korumak her şeyden önce boynumuzun borcu. Melih Cevdet’i yedi buçuk yılla yargılayan zihniyetle, bugün ülkeyi yangın yerine çevirenlerin karanlık yüzleri birbirine ne kadar da benziyor. Ama bizim yangın söndürme ustalığımız da Spartaküs’lerden, Bedrettin ’lerden, Pir Sultan ’lardan, Melih Cevdet ’lerden geliyor. *** Dostum Nihat Genç yoğun bakımda. Bugünlerde onun yeniden yaşama dönmesi hepimizin yeniden direnci olacak. Dayan Nihat! Dayan!
Source: Eren Aysan
Çöpçüsün sen çöpçü kal
İzmir Belediyesi işçilerinin başlattığı grev bir hafta sürdü. Bitmeyen grev yoktur zaten. Grev, uyuşmazlık iş yaşamının doğasında var ve anayasal bir hak. Hiç kimse bu grevin uzun süreceğini beklemiyordu zaten. Ama asıl beklemediğimiz muhalefet cephesini destekleyenlerin ruh hali. Daha doğrusu toplu cinnet hali. Aman Allah’ım neredeyse falçatayla sahaya inip işçileri kovalayacaklar. Sadece belediyeden de değil İzmir’den kovacaklar. Üstelik kovarken de sicillerine bakacaklar. Nereli oldukları, hangi inanç ve etnik kökene bağlı oldukları onların İzmir’de kalıp kalamayacaklarının nişanı olacak. NE BU ŞİDDET BU CELAL? Önce işçilerin maaşlarını kafaya taktılar. Hiçbir eğitimi ve vasfı olmayan işçilere bu kadar para verilir miymiş? Kendileri onun yarısı kadar alıyormuş. İşçi eylemselliğinin zirvede olduğu 70’li yıllarda durum farklıydı sanki. Bir de bunu söylerken “Alt tarafı çöpçü, istediği maaşa bak” denmesi tam bir üstenci bakış açısı. Çok istiyorsanız gidip çöpçü olabilirsiniz. Sizi tutan yok. Bir de “Sıkıysa AKP’li belediyelerde yapın da görelim” argümanı var bu grubun. AKP’li belediyelerin göreve gelir gelmez yaptıkları ilk iş, işçileri DİSK, hatta Türk-İş’ten istifa ettirip Hak-İş’e bağlı Hizmet-İş sendikasına üye yaptırmak. DİSK’le üyeliğini sonlandırmayan işçiler kendilerini kapı önünde buluyor. Bu durumda DİSK, örgütlü olmadığı AKP’li belediyelerde nasıl grev yapacak ki? İşçilerin istediği İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı iştiraklerde örgütlü olan Türkİş’e üye işçilerin ücretleri ile kendi ücretlerinin eşitlenmesi. Belediyenin, “Ama o zammı bizden önceki başkan, seçim öncesinde giderayak yaptı” savunması haklı bir gerekçe sayılmaz. DİSK’li işçiler de “Ha öyle mi? O zaman biz de eski başkanın sokağındaki çöpleri toplamayalım” mı diyecekler. Devlette devamlılık esastır. Önceki dönemde alınan kararı, hatalı da olsa yanlış da olsa geri alamayacağınıza göre diğer işçilere de o seviyede ücret vermek zorundasınız. CHP’li belediyelerin işi elbette kolay değil. 25 yıldır iktidar yüzü görmeyen sosyal demokrat kesime kamu işyerlerinde ekmek yok. Doğal olarak muhalefete oy veren halk yığınları CHP’li belediyelerin kapısına dayanıyor. O nedenle belediye kadroları şiştikçe şişiyor. Asıl sorun burada. Ancak CHP’li belediyeler de il başkanı, ilçe başkanı, sendika başkanı, milletvekili parti yöneticilerinden gelen taleplere “Dur” demesini bilmeli. Belediye bütçesinden de diğer kalemlerden tasarruf yapılırsa sorun büyük ölçüde giderilir. Bu arada sendika temsilcilerinin de açıklamaları özellikle de belediye başkanı Tugay ’a karşı kullanmış oldukları ifadeler oldukça nobran ve saygısızca idi. Sendika yöneticilerinin siyaset yaptıkları iddialarını gelince bu yolu CHP açtı. Baykal döneminden beri işçileri değil sendika başkanlarını milletvekili yaparsan bütün sendikacılar bu hayali görür. CEMİL TUGAY”I DA KOVALIM MI? Asıl şapkamızı önümüze koyup düşünmemiz gereken şey bu da değil. İşçilerin etnik ve inanç aidiyetine göre kategorize edilip “Bunlar İzmirli değil. Hepsi Kürt, Tuncelili ve Alevi. Bunları İzmir’den kovmak lazım” denmesi. Bu kafaya nasıl çözüm bulacağız bilmiyorum. Tuncelileri kovalım; eyvallah da İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay’ı ne yapacağız peki? Zira o da aslen Tuncelili de… Bergamalı ve Narlıdereli Alevileri de kovacak mıyız mesela? İzmir Türk yurdu olduğundan beri orada yaşıyorlar. Narlıdereli Tahtacılar mesela. Belki de onlar bizi kovarlar. Bizim basında İzmirli gazetecilerin sayıca fazla olması nedeniyle bir İzmir fetişizmi var. Sanırsın ki İzmir, ezelden beri sosyal demokrasinin, laikliğin, çokkültürlülüğün kalesi. O “Hepsi defolup gitsinler” denen ötekiler, 70’li yıllarda aş için, 90’lı yıllarda da köyleri boşaltıldığı için İzmir’e gelmeseydi İzmir hâlâ sağın kalesiydi. Çeperdeki ilçeler yeni yeni değişiyor. İzmirlilerin çok övündüğü Tariş olaylarında direnen işçilere, Gültepe’de faşistlere karşı direnenlere dönüp bir baksınlar bakalım. Ötekiler olmasa tarikatçı Burhan Özfatura hâlâ İzmir’i yönetiyor olurdu.
Source: Miyase İlknur
Hapiste bayram!
Milyonlarca insanın hapiste olduğu bir bayramı geçiriyoruz! İlle de bedenlerin hapiste olması gerekmez, haksız hukuksuz demir parmaklıkların arkasına konan yüzlerce kişiyle birlikte milyonlar onların yanında. Hapiste “güzel günler hüznü” bir başka yaşanır. Bayram, onların başında gelir. Çünkü tek gün değildir. Doğum günleri, sevdiğinizle ikinizi bağlayan özel günler, evlatlarınızın karne günü, burnunuzun direğinde, yüreğinizin derinliklerinde, gözlerinizin barajlarında yaşanır. Bayramın en ağrı günü birinci gündür. Geçmez. En güzel günü son gündür! İşte bir bayram daha bitiyor! Bugün yapılabilecek en anlamlı şey, haksız hukuksuz, toplama kampına götürülür gibi hapse atılanlarla dayanışmayı güçlendirmektir. Onlara yalnız olmadıklarını hissettirmektir. Hapiste bayram, “Yalnız değilim” diyebilmektir. Neşet Ertaş diyor ya: “Kalpten kalbe bir yol vardır, görülmez.” Milyonların hapistekilerle kalpten kalbe kurduğu yolu kesebilecek bir güç icat edilmemiştir! *** Yazı aramızda dün ODTÜ ormanının kıyısında hapistekilerle yürüdük! Doğa ne kadar öğretici, nasıl da bitip tükenmek bilmez bir enerji! Nisanda hani Anadolu’nun dört bir yanına don vurmuştu ya… Memleketin huzuruna don vurması gibi! O donda yanan tomurcuklar meyveye durmadan kuru bir çöpe döndü. Bu tür büyük zarar veren acı olayların etkisi hemen hissedilemeyebiliyor. Mayıs, haziranda bu daha net anlaşıldı. Geçen yıllarda üzüm salkımı gibi dalları kırarcasına elma dolu ağaçlar rüzgârda teneke gibi sallanıyordu. Erik ağaçları da öyle. Gür yaprakları arasında bir tek kırmızı erik yok. Ankara Sakarya ile Kızılırmak’ın sınırının içinden geçtiği tek il olduğu için topraklar bereketlidir. Bu mevsim altın sarısı kayısıların görücüye çıktığı ağaçlar hüzün yüklü. Hep birlikte, “Doğada her şey kupkuru” demeye hazırlanıyorduk ki burnumuza yerçekimini ortadan kaldıran bir iğde kokusu geldi. Ama nasıl koku! Ağaca sokulduk. Sadece biz mi mest olan, bir baktık kendi halinde meyveye durmaya hazırlanan iğde ağacının yeşil beyazı yaprakları arasında kocaman böcek bahçeleri var! Bambaşka bir evren. Başımızı kaldırıp etrafa bakınırken az ötede ıhlamur yapraklarının iç ortasından çiçekleri filizleniyor. Bir görseniz, dünyaya gözlerini yeni açmış kedi yavruları gibi. En çok bir hafta sonra ne güzel kokacaklar. Son haftalardaki ikindi yağmurları kır çiçeklerine de yaradı. Ömürleri uzadı. Aralarında yürürken bir kelebek bütün ağırlığıyla bizi durdurdu. Kanatlarına baktır tonlarca renk! Maviden yeşile… Sahi bir kelebek ortalama kaç tondur? *** Pablo Neruda diyor ya: “Bütün çiçekleri koparabilirsiniz ama baharın gelişini engelleyemezsiniz!” Hayat da böyle değil mi? Sizin gibi düşünmeyen herkesi hapse atabilirsiniz ama farklı düşüncelerin doğmasını engelleyemezsiniz. Orman kıyısında birlikte yürüdüğümüz Silivri mahpuslarının da çok ama çok büyük bir bahçesi var; gökyüzü bahçesi! Bulut tarlalarından dökülen güneşle ruhlarını yıkıyorlar. O bulutlar ki günün her saati ışık fırçasıyla akla hayale gelmez resimler yaparlar. Yaşamasını bilen hapis dahil her yerde yaşar. Nâzım diyor ya, “Esir düşmekte değil, teslim olmamakta bütün mesele”! Bedenleri esir alsanız bile hedefleri tutuklayamazsınız, umutların gözüne şiş sokamazsınız! Dikenli tellere çarpıp batan güneş onların yaşam sevincini aydınlatır! Onlar diken içindeler. Ama gül gibiler!
Source: Mustafa Balbay
CHP’de il başkanları Özgür Özel’e destek veriyor, Kılıçdaroğlu’ndan ‘sağduyu’ bekliyor: Seçilmeden gelemez
Kurultay davası devam eden CHP’de il başkanları CHP lideri Özgür Özel’e destek verdiklerini vurguluyor. Şaibe suçlamalarını kabul etmeyen başkanlar, mahkemeden olumsuz bir karar çıkmaması gerektiğini belirtiyor Başkanlar, önceki yönetimi geri getirecek bir yargı kararına karşı da “Hukukla oynanırsa iş Kemal Bey’in sağduyusuna kalır. Ama dönerse kaos olur. CHP seçimsiz bir başkanlığı kabul etmez. İl başkanlarından destek alamaz. Çünkü toplumda da karşılığı olmaz. Parti saldırı altındayken içeride cephe açmak vicdansızlık olur” diyor. CHP’nin 38. Olağan Kurultayı’yla ilgili tartışmalar sürerken, süreci değerlendiren partinin il başkanları “mahkemeden olumsuz bir karar çıkmaması gerektiğini” belirtiyor. Partinin 81 il başkanının daha önce ortak bir açıklamayla CHP lideri Özgür Özel’e destek açıkladığını anımsatan başkanlar “Kurultayla ilgili ortada sadece iftiralar var. CHP’yi karalama niyeti var. Ama biz buna karşı da bir olağanüstü kurultay yapmıştık. Orada da partimiz iradesini bir kere daha gösterdi. Yönetimine sahip çıkarak bir anlamda partiye sahip çıkmış oldu. ‘Yargıyla beni dizayn edemezsiniz’ dedi. Bu saatten sonra olması gereken, bu davadan hiçbir şey çıkmaması” diyor. Buna karşın davalarda siyasi kararlar çıkabildiğine dikkat çeken başkanlar “Mahkemeden önceki yönetimi getirtecek bir karar çıkarsa iş Kemal Bey’in sağduyusuna kalır. Bunu da gösterip göstermeyeceğini göreceğiz” yorumunu yapıyor. ‘KİMSE SEÇİLMEDEN GELEMEZ’ Bazı başkanlar bu yoruma “Kemal Bey’in sağduyu göstermesi için ne yapılmalı, onu da düşünmeliyiz” görüşünü eklerken, bazıları da geri dönmesi ihtimaline karşı “Kemal Bey dönerse kaos olur. CHP seçimsiz bir başkanlığı kabul etmez. İl başkanları da desteklemez. Çünkü toplumda karşılığı olmaz. Özgür Bey’e halk destek veriyor ve o da bunun sonucunda CHP’yi birinci parti yaptı. Anketlerde birinci çıkmaya devam ediyoruz. Bu ortamı bozmamak gerekir” diyor. Başkanlar, Kemal Kılıçdaroğlu’nun göreve dönmeye yönelik bir yargı kararını kabul etmesiyle ilgili “Parti zaten büyük bir saldırı altında. Arkadaşlarımızın kollarına polis girerek tutuklanıyor, ailelerinden koparılıyor. Cumhurbaşkanı adayımız tutuklu. Genel başkanımıza soruşturmalar açılıyor. Böyle bir ortamda bir de parti içinde cephe açmak vicdansızlık olur” diyor. Başkanlar “Kılıçdaroğlu’nun dönmesi halinde ne olur?” sorusuna karşı da “Şu anda nerede duruyorsak, yargı kararı sonrasında da orada durmaya devam ederiz. Yargı kararı bunu değiştirmez. Hiç kimse de seçilmeden oraya oturmaya cesaret etmez” yanıtını veriyor.
Source: Sarp Sağkal
En düşük aylıkta artış yapılmazsa yılın ikinci yarısında da aynı aylığı almaya devam edecekler: Emekliye ‘sıfır zam’ tehlikesi
İktidar, emeklilik sisteminde köklü değişiklik yapmak yerine yıllardır ısrarla “en düşük aylık” uygulamasını sürdürüyor. Prim gün sayınının ne kadar olduğuna bakılmaksızın, daha az prim günü olanla daha çok prim günü olan emekli aynı aylıkta eşitleniyor. Halen en düşük emekli aylığı 14 bin 468.8 lira. Milyonlarca Bağ-Kur tarım ve esnaf emeklisi bu aylığı alıyor. Ancak bu aylık mayıs itibariyle 25 bin 92 lira olan açlık sınırının da halen 22 bin 104 lira olan asgari ücretin de çok altında. Emeklilerin kök aylıkları ise bundan çok daha düşük. Özellikle primleri asgari ücretten yatan, günleri az olan, son dönemde EYT kapsamında emekli olanlara 7-8 bin lira civarında kök aylık bağlandığına işaret ediliyor. Aylık bağlama oranlarının düşük olması nedeniyle özellikle 2008 sonrası hizmeti çok olan emeklilerin kök aylıklarının 9 bin liranın altında kaldığına dikkat çekiliyor. TÜİK verilerine göre, 5 aylık enflasyon (TÜFE) yüzde 15.09 olarak açıklandı. Emekliler 6 aylık TÜFE oranında zam alıyor. Örneğin kök aylığı 10 bin lira olan emekli, haziran enflasyonu ile birlikte ortalama yüzde 17 zam alsa bile kök aylığı yine de en düşük aylık olan 14 bin 469 liranın altında kalıyor. Bu durumda emekli şu anda aldığı aylığı yılın ikinci yarısında da almaya devam edecek. “Sıfır zam” almış olacak. ARTIŞ GEREKİYOR Yüzde 17 artışla en düşük emekli aylığının artabilmesi için emeklinin kök aylığının 12 bin 367 liranın üzerinde olması gerekiyor. Kök aylığı 12 bin 367 liranın altında olan emekliler, eğer en düşük aylıkta artış yapılmazsa “sıfır zam” riskiyle karşı karşıya kalacak. Düşük kök aylığı olan emeklilerin temmuzda zam alabilmesi için mutlaka en düşük aylık olan 14 bin 469 lirada artış yapılması gerekiyor. Emekli aylıkları ile ilgili kapsamlı bir düzenleme yapmayan iktidarın, en düşük aylığa temmuz ayında yine ocak ayında olduğu gibi 6 aylık enflasyon oranında zam yapabileceği yorumları var. Ancak bunun için Meclis’te yasal düzenleme yapılması gerekiyor. En düşük SSK ve Bağ-Kur emekli aylığı ocak ayında yüzde 15.75 artışla 14 bin 469 liraya yükseltilmişti. En düşük aylıkta da işçi ve Bağ-Kur emekli aylıklarında yapılan zam kadar artış olmuştu. EMEKLİ AYLIKLARINDA DURUM NE? Şu anda en düşük SSK yani işçi emeklisi aylığı 15 bin 781 lira. En düşük emekli sandığı yani memur emeklisi aylığı da 16 bin 532 lira. Ortalama emekli sandığı yani memur emeklisi aylığı ise 20 bin 554 lira. Bu aylıkların tamamı açlık sınırının da asgari ücretin de altında bulunuyor. Milyonlarca emekli bu aylıklarla kirasını ödemeye, geçinmeye çalışıyor.
Source: Mustafa Çakır
Memura 90 liralık giysi yardımı: ‘Sadaka bile olmaz’
“Memurlara Yapılacak Giyecek Yardımı” genelgesi Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek imzasıyla mart ayında yayımlanmış, 2025 yılında memurlar için yapılacak giysi yardımı açıklanmıştı. Nakdi yapılacak olan giyim yardımındaki fiyatların düşük olması dikkat çekmişti. Bu bağlamda; Genel idari hizmetleri sınıfındaki kadrolarda görev yapan devlet memurlarının hesaplarına 2025 yılı giyim yardımı ücretleri yatırıldı. Memurlara yatırılan ücret 90.74 TL oldu. Devlet Memurları Sendikası Genel Başkanı Tuncay Cengiz yatan ücreti Cumhuriyet’e değerlendirdi. ‘90″LI YILLARIN PARASINI ÖDÜYORSUNUZ’ 90 liralık ücret önlük yardımı olarak yattı. Genel idari hizmetleri sınıfında çalışan memurlar ise önlük değil takım elbise giyiyor. Memurlara Yapılacak Giyecek Yardımı Yönetmeliği’nin güncellenmesi gerektiğine dikkat çeken Cengiz, “Giyim yardımı kurumlar tarafından belirlenip, verilmeli” dedi. Cengiz sözlerini şöyle sürdürdü: “Eskiden kalma, giyinmeyen, giyinme ihtimali olmayan önlüğünü parası 90 lira olarak hesaplara yattı. O dönem mürekkeple yazılar yazılırken, insanların gömleği mürekkep olmasın diye önlük veriliriyordu. Şimdi son model yazıcıların olduğu ortamda mürekkep yokken hala önlük öngörülüyor. Trajikomik. Yönetmelik yeniden yazılmalı. Kadroların giyeceği elbiseler belli. Siz insanlara 1990″lı yılların giysilerinin parasını ödüyorsunuz.” ‘SADAKA BİLE OLMAZ’ Verilen para ile çorap, don, atlet dahi alınamadığını ifade eden Cengiz, “Hal böyleyken, “Giyim yardımı yapıyoruz” diye memuru komik duruma düşürmenin hiç anlamı yok. Ramazan’da fitre 180 liraydı. 90 lira, sadaka bile olmaz. Sadece 2025 yılı için 15 bin lira altında giyim yardımı verilmemesi lazım” diye konuştu.
Source: Taylan Gülkanat
Bayramları geri alacağız
Ben küçüklüğümden beri bayram sabahları, ailece kahvaltı sofrasında buluşurduk. Gülüşmelerin, bayramlaşmaların, telaşla hazırlanıp büyüklerin elini öpmeye gitmenin o sade ve içten neşesini hatırlıyorum. Bu yıl ise o neşe bize çok uzak; zira bu, Ekrem’siz geçirdiğimiz ikinci bayram.
Eşim Ekrem İmamoğlu, İstanbul’un seçilmiş Büyükşehir Belediye Başkanı ve milyonların cumhurbaşkanı adayı, üç aya yakın süredir, haksız şekilde cezaevinde. Ona ve çalışma arkadaşlarına yöneltilen suçlamalar hukuken asılsız. Artık tüm Türkiye biliyor: Cezalandırılan bir suç değil, bir duruş; halktan yana, adaleti savunan, kente ve ülkeye hakkıyla hizmet eden bir duruş.
SEVGİMİZE YENİLECEKLER
Bu bayramı eksik ve buruk geçiren sadece biz değiliz. Sevdiklerinden ayrı düşen binlerce insan var – Ekrem’in yol arkadaşlarının, gazetecilerin, öğrencilerin, kamu emekçilerinin, anayasal haklarını kullanarak eşitliği, hukuku savunanların aileleri. Silivri cezaevi, artık bu ülkenin dürüst, cesur ve sesini yükselten insanlarının adresine dönüştü. Bu karanlık tablo çok uzun sürmeyecek. Adalet gecikebilir ama mutlaka yerini bulacak; buna yürekten inanıyoruz.
Bayramlar, bu topraklarda yüzyıllardır hoşgörünün, birliğin ve dayanışmanın simgesi oldu. Bugün bu değerler zedelenmiş, toplumsal dayanışma yerini derin bir kutuplaşmaya bırakmış olabilir. Ancak biliyoruz ki, ortak değerlerimizi yeniden yeşertmek, umut dolu yarınları birlikte inşa etmek bizim elimizde. Kucaklaşmaların, ortak ve bereketli sofraların, güvenli ve neşeli sokakların bayramına yeniden kavuşacağız.
Geçtiğimiz günlerde Ekrem doğum gününü cezaevinde geçirdi. Ben de ona şu cümlelerle moral verdim: “İyi ki doğdun, iyi ki varsın. Ailemize sevgi ve huzur, ülkemize cesaret ve umut oldun.” Bu sözler sadece bir eşin ve yol arkadaşının değil, aynı zamanda bir yurttaşın sesi. Çünkü Ekrem yalnızca bir siyasetçi değil, haksızlığa karşı direnen milyonlar için bir adalet simgesi.Onu ve halkımızı yıldırabileceklerini düşünenler ise, ne onu, ne de halkımızı tanıyorlar; bu halk sağduyusuyla, vicdanıyla, direnciyle tanınır. Ekrem’in de dediği gibi: “Güler yüzümüze yenilecekler, temiz kalplerimize yenilecekler, tevazumuza, hoşgörümüze yenilecekler. Sımsıcak kalbimize yenilecekler. Seksen altı milyon insanın tamamına olan sevgimize yenilecekler.” Bugün Silivri’nin duvarlarını aşan bu sevgi ve dayanışma yalnızca bir kişiye değil; ortak bir vicdanı, adaleti savunan herkese ait. 19 Mart’tan itibaren yaşananlarla kendine yapılan haksızlıkları hatırlayanlara, hukuksuzluğun ve adaletsizliğin bu ülkeye hakim olmasına razı gelmeyenlere, eşitsizliği kabul etmeyenlere ait. Meydanlarda bir araya gelen kadınların, gençlerin, emekçilerin sesi, bu kolektif iradenin taşıyıcısı. Kurtuluş olmayacak tek başımıza, ya hep beraber ya hiçbirimiz.
Bu süreçte beni derinden etkileyen iki ses var; kadınlar ve gençler. Cumhuriyet ile kazandığı hakları ve eşitlik ilkesini sahiplenen bu kuşaklar korkuya teslim olmadı. Kadınların kazandığı haklardan vazgeçmeme iradesi, gençlerin insanca bir yaşam arzusu bu büyük yürüyüşümüze güç katıyor. Büyük Önder Atatürk’ün açtığı Cumhuriyet yolunda biz kadınlar, bize emanet edilen değerlere sahip çıkmakta kararlıyız. Çünkü biliyoruz: özgürlüğün olmadığı yerde gerçek bayram olmaz.
Gençlerin duruşunu da yakından gözlemliyorum. Kızım, oğullarım, onların arkadaşları, yanıma gelip iyi dileklerini iletmek, bu süreçte verdiği mücadeleyi anlatmak isteyen gençler… Moralleri zaman zaman bozulsa da hak, hukuk ve eşitlik talebinden asla vazgeçmiyorlar. Ekrem ve mücadeleyi sürdüren arkadaşları bu ülkenin bu gününü ve onurunu savunuyor; gençler de bu ülkenin geleceğini ve hayallerini. Onlar sayesinde yarınlara dair güvenim sapasağlam.
AYNI SOFRADA OLACAĞIZ
Bugün buruk bir bayram, ancak bu burukluğun içinde kararlı ve onurlu bir direnç ruhu var. Her adaletsizlik bir uyanışı, her baskı yeni bir farkındalığı ve mücadeleyi beraberinde getirir. Türkiye’de bu kararlı mücadele çoktan filizlendi. Saraçhane’den Silivri’ye, kampüslerden meydanlara, şehirlerden tarlalara yayılan ortak ses, bu bayramı farklı kılan duygunun yankısı, ezgisidir.
Sevdiklerimizden ayrı geçen bu bayramda, yalnız olmadığımızı biliyorum. Dayanışmayla, akılla ve cesaretle ilerliyoruz.
Ve inanıyorum ki yarın, özgür ve çoğulcu bir Türkiye’de yeniden aynı sofrada buluşacağız. Ülkemizin dört bir yanında özgürlüğün rüzgarı esecek. Tüm sevenler; kalplerinde huzurla, mutlulukla güvenle sarılacak. Bu topraklarda bayramlar, yeniden ve her zamankinden büyük bir coşkuyla her evi dolduracak.Bayramımız kutlu olsun.
Source: Haber Merkezi
Kamu işçisi hüsrana uğrayacak
Kurban Bayramı’na geçim derdiyle giren kamu işçileri, Toplu İş Sözleşmesi (TİS) kapsamında iktidarın bayramdan sonra ileteceği teklifle hüsrana uğrayacak. ANKA Haber Ajansı’ndan Zülfikar Doğan’ın yaptığı analize göre işçi tarafının yüzde 50 zam talebine karşılık Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in en fazla yüzde 30’luk bir zamma izin verdiği belirtiliyor. Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu ve Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu, 600 bin kamu işçisi için 27 Şubat’ta Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na ilettiği ortak teklifte 1 Ocak’tan geçerli olmak üzere bu yılın ilk 6 ayında çıplak brüt ücretlere yüzde 50, 1 Temmuz’dan itibaren ikinci 6 ayda yüzde 25 zam talep etmişti. Sendikalar, 2026’da ilk ve ikinci 6’şar aylık dönemlerde çıplak ücretlere yüzde 25 oranında zam yapılmasını istiyor.
EK İŞ YAPILIYOR
Ancak Mehmet Şimşek’in TİS ücret artışlarında Hazine bürokratlarına verdiği azami ‘zam barajı’ talimatının 2025 yılı için yüzde 30, 2026 içinse yüzde 12 olan hedeflenen enflasyon düzeyinde artış yönünde olduğu dile getiriliyor. Ekonomi yönetiminin hazırlıklarında, anlaşmazlık durumunda nihai aşamada pazarlık marjı olarak Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın inisiyatifinde yüzde 5’lik bir ilave zam marjı üzerinde duruluyor.
İktidar yüzde 30’luk zammı bile kamu işçisine çok görürken, stratejik öneme sahip sektörlerin başında gelen savunma sanayi çalışanları dahi ek iş yapmaya başladı. Eskişehir 1’inci Hava Bakım Fabrika Müdürlüğü’nde çalışan savunma sanayi işçileri geçinemediklerinden yakındı. Maaşların ortalama 35 bin lira, kiranın da 25 bin lira olduğuna dikkat çeken 15 yıllık kamu işçisi Deniz Güngör, işçilerin ek iş yaparak geçinmeye çalıştığını söyledi.
5.5 milyonluk katma değer
İşçi Mehmet Kapucu, Eskişehir’deki fabrikada en yüksek kıdeme sahip olmasına rağmen haziran maaşının 41 bin 500 TL olduğunu söyledi. Kapucu, fabrikada çalışan başına 5.5 milyon liralık katma değer üretildiğini belirterek “Biz devletten bunun yalnızca yüzde 10’unu istiyoruz. Enflasyon farkı alamadık, refah payı yok. Kalifiye işçi kalmayacak” dedi.
IMF’nin önerisiyle iktidar yılda tek zam istiyor
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan, kendi bakanlığının Hazine ve Maliye Bakanlığı ile yaptığı çalışmanın ardından kamunun ilk teklifini Kurban Bayramı’ndan sonra sunacağını açıkladı. Kamı, 2 yıllık yeni TİS’te ücret zamları ve sosyal haklardaki artışların ‘hedeflenen enflasyonla’ uyumlu olmasını planlıyor. Kamunun, işçilerin yüzde 10 refah payı, sosyal haklar ve kıdem zammı, vergi dilimi taleplerine ret hazırlığı yaptığı ve Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) önerdiği enflasyon hedefine endeksli yılda tek seferlik zam önerisini masaya getireceği belirtiliyor.
Source: Haber Merkezi
Soykırımcı İsrail bayramda da katletti
Dünyanın gözü önünde 20 ayı aşkın süredir Gazze Şeridi”nde katliam yapan barbar İsrail bu bayramı da kana buladı. 2.3 milyonu aşkın Filistinli “dünya üzerindeki cehennem” olarak nitelendirilen Gazze”de bombalar, kurşunlar ve kıtlık içinde dördüncü bayramını yaşıyor. Arefe günü çoğu kadın ve çocuk 41 kişiyi öldüren İsrail ordusu, Kurban Bayramı”nın ilk gününde de birçok bölgede evleri ve çadırları hedef aldı. Saldırılarda 22 kişi hayatını kaybederken çok sayıda kişi de yaralandı. Büyük bir hüznün hâkim olduğu Gazze Şeridi”ndeki sabahın erken saatlerinde yollara dökülen Filistinliler, İsrail saldırılarında yıkılan camilerin enkazı üzerinde bayram namazlarını kıldı. Filistinlilerin yüzlerinde bayram sevinci yerine burukluk hakimdi. Camilere giden Gazzeliler yaşadıklarını acıları dile getirdi; * Gazze”nin Rimal Mahallesi”deki el-Kenz Camii önündeki Ebu Halid Hamade, “Bu yıl bayramda yerine getireceğimiz bir şey kalmadı, ev yıkıldı, çocuk şehit oldu. Olması gerektiği gibi dini vecibelerimizi yerine getiremiyoruz, acılara katlanmaya çalışıyoruz” dedi. Hamade, iki yıldır eşiyle birlikte hacca gidemediklerini, her şeylerini kaybettiklerini ve sadece hatıralarla yaşadıklarını söyledi. * Filistinli kadın Umm Nidal, “Her yıl bayramı sevinçle karşılarız, çocuklarımız kurbanların ardından koşturur durur. Ancak bu sene bombardıman ve ölüm aralıksız devam ediyor. Yemek yok içmek yok, iki yıldır et yok. Tüm dünyanın tersine ekmek dahi bulamıyoruz” dedi. * Hüseyin el-Galban, “İki yıldır abluka, bombardıman, zoraki günlük yaşanılan göç sebebiyle bayramın gereklerini tam olarak yerine getiremiyoruz. Burada namaz kılmamız İsrail”e destek veren tüm dünyaya bir kararlılık mesajı vermektir” şeklinde konuştu. “BAYRAMLAR ARTIK BAYRAM DEĞİL” * İsrail”in bölgeyi tahliye edilmesine dair talimatları ve ciddi yıkım sebebiyle Gazze Şeridi”nin kuzeyindeki Gazze kentindeki Omari Ulu Camii”nde bu yıl az sayıda kişi namaz kılabildi. Caminin imamı Nebil Berzak, “Bu yıl hüzün yılı. İsrail”in bölgeyi boşaltma uyarılarına rağmen geldik ama çok az kişiydik” dedi. Cami cemaatinden Ebu Rabah Şurab ise, “Hiç mutlu değilim, çok üzgünüm. Yıkılmış bir camide namaz kılmak içimi acıtıyor” dedi. ❱ Filistinli kadın Suad el-Kilani ise “Bayram artık bayram değil. Şehitler, açlık, göç… Ne çocuklarımız var, ne de dönecek bir evimiz” diyerek yaşadıkları felaketi özetledi. Kilani “Ama yine de vatanımızdayız, çadırda olsa da fark etmez” ifadeleriyle sonlandırdı. TEHDİT VE TAHLİYE EMRİ İsrail ordusu, dünyanın en yoğun nüfusuna sahip Gazze Şeridi”ndeki Filistinlileri, Akdeniz kıyılarında dar alanlarda nüfus yığılmasına zorlamayı sürdürdü. İsrail ordusu, Kurban Bayramı”nın birinci gününde Gazze”nin kuzeyine saldırı tehdidinde bulunarak buradaki Filistinliler için batıya sürgün emri yayınladı. İsrail ordusunun açtığı ateş sonucu onlarca Filistinlinin öldüğü yardım dağıtım alanlarına, saat 18.00-06.00 saatleri arasında yaklaşılmaması gerektiği belirtilerek “Giriş hayatınız için ciddi bir risk oluşturmaktadır” tehdidinde bulunuldu.
Source: Sabah
AKP”li isimden çok konuşulacak çıkış: Devlet vatandaşa tuzak kurmaz
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, arefe günü Türkiye genelinde 863 trafik kazası yaşandığını, bu kazalarda 10 vatandaşın hayatını kaybettiğini açıkladı.
Bayram yoğunluğuna karşı alınan 30 kilometrede bir radar uygulaması kamuoyunda tartışma yaratırken, kazaların sürmesi, bu önlemin etkinliği konusunda soru işaretlerine yol açtı.
TGRT Haber TV”de konuşan AKP”li Şamil Tayyar, radar uygulamalarının amacından saptığını belirterek, bu sistemin caydırıcı değil, cezalandırıcı bir tuzak gibi çalıştığını savundu.
“Kurallara değil, kuralsızlığa, keyfiyete itirazımız var” diyen Tayyar, devletin vatandaşa tuzak kurmayacağını belirterek sözlerini şöyle sürdürdü:
-Niye tuzak kurmayacağını söylüyoruz? Bugün Türkiye”nin her yerinde neredeyse siz bölünmüş bir yoldan, bir çevre yolundan giderken bir anda 70 km hız sınırı, 100 metre sonra, bakın yani 10 kilometreden bahsetmiyorum, 100 metre sonra 50 kilometreye, 100 metre sonra 30 kilometreye düşüyor ve orada radar 30 kilometre yani en düşük hız sınırı olduğu yerde radar kuruyor.
“TAHSİLAT AMACI VAR”
Yani siz orada 70 kilometre hız sınırının olduğunu düşünerek girdiğiniz yerde 200 metre içerisinde ani bir fren yaparak hızınızı 30 kilometrenin altına düşürmeniz gerekiyor ki radardan kurtulabilesiniz. Şimdi bunun kara yollarında can güvenliğini sağlamaya yönelik bir tedbir olarak ben değerlendiremiyorum. Burada biraz tahsilat amacı var.
“TOPLUM ARTIK BUNALDI”
-Ayrıca şunu da yanlış buluyorum, bu radar uygulaması sadece bayramla ilgili bir uygulama değil.
-Bu aylardır devam eden, bayramda zirveye çıkan bir tartışma orada öyle bir yanlış bir şey sürdürülüyor. İşte bizim bazı arkadaşlar diyor ki işte “bayramda ilk defa uygulanacak, bir görelim bakalım ne olacak?” diye, aylardır uygulanıyor zaten toplum ceza yiye yiye yiye yiye.
-Yani o az önce sen amacına ulaştırdı dediğin rakamlar eksik rakamlar. Niye eksik rakamlar? Yani burada bir günde çıkan rakamı telaffuz ederseniz doğru sonuca ulaşmazsınız. Aylardır ceza yazılıyor ve toplum artık bunaldı.
Yılın ilk 4 ayında 53.5 milyar TL ceza kesmişsiniz. Ayrıca 2025 yılı bütçe hedefiniz 55 milyar lira. Yani devletin 1 yıl sonunda tahsil etmeyi planladığı parayı ilk 4 ayda vatandaşa ciro etmişsiniz. 8 ay sonra ne olur kestirmek mümkün değil.
Vatandaştan radara uygun hareket etmesini beklerken aynı yerde çakarlı araçlar 180 km hızla gidiyor. İnsan hayatı önemliyse buna bakanın da bürokratın da valinin de herkesin de uyması lazım.
Polislerin de ceza muafiyetini kaldırmamız lazım. Bunu uygulamazsanız adalet duygusunu zedelemiş olursunuz. O zaman keyfiyeti, muafiyeti kaldıracağız, tuzak kurmayacağız.
Source: Haber Merkezi
CHP”li belediyede rezalet! Tacizciye sahip çıktılar
Antalya Büyükşehir Belediyesi Gençlik Meclisi eski başkanı O.Ş.K. hakkında 3 kadın, cinsel saldırı ve darp gerekçesiyle şikayetci oldu. Halen belediyede görev yapan O.Ş.K.”yi protesto eden kadınlar belediye önünde “Tacizi saklama, failleri aklama” pankartı açtı.CHP”li Antalya Büyükşehir Belediyesi”nde Basın Yayın biriminde memur olarak çalışan ve Antalya Büyükşehir Belediyesi Gençlik Meclisi önceki dönem başkanı O.Ş.K.”nin geçtiğimiz mart ayında 3 kadına cinsel istismar ve şiddet uyguladığı öne sürüldü. Şüphelinin, genç kadınları taciz ettiği, ailesiyle tehdit ettiği, darp ettiği ve özel görüntülerini yaymakla şantajda bulunduğu iddia edildi.”TECAVÜZE UĞRADIM”Cinsel saldırı olaylarının 2018″de başladığını söyleyen dosyadaki ilk mağdur Z.G., “Ben O.Ş.K. ile 17 yaşındayken CHP”ye bağlı bir WhatsApp grubunda tanıştım. Önce cinsel içerikli mesajlar attı. CHP mitingi dönüşü ise eve bırakma bahanesiyle boş bir arsada taciz etti. Ailemle tehdit ederek, çıplak görüntülerimi istedi. Korktuğum için attım. 19 yaşında da O.Ş.K. tarafından tecavüze uğradım. Bu olayların ardından iki kez intihar girişiminde bulundum” ifadelerini kullandı.Belediye önünde toplanan kadınlar belediye yönetiminin O.Ş.K.”ye sahip çıkılmasına tepki gösterdi.DARP EDİP TEHDİT ETTİBir diğer mağdur Akdeniz Üniversitesi öğrencisi S.Ö., “Gençlik meclisinde O.Ş.K.”nin başkan vekili olarak görev yaptığı dönemde defalarca darp edildim. Hastanelik olduğumda şikâyetçi olmamam için baskı gördüm” ifadelerini kullandı. Mart ayı başında darp edilen son mağdur Akdeniz Üniversitesi öğrencisi F.Ç. ise, “O.Ş.K. beni evine davet etti. Kabul ederek gittim. Aramızda bir gerginlik çıkınca gitmek istedim. İzin vermeyip vurmaya başladı. Kendimi korumaya çalışınca da video çekmeye başladı. “Bakın beni nasıl darp ediyor” diye tuhaf kayıtlar yapmaya başladı. Bir yandan beni ısırıyor, bir yandan da yerlerde sürüklüyordu. Boğazımı sıktı. Nefes alamadığım o dakikalarda “Herhalde burada öleceğim” dedim” diyerek dehşet anlarını anlattı.KADINLAR RİSK ALTINDAYaşanan olay sonrasında Antalya Büyükşehir Belediyesi”nin konuya ilişkin herhangi bir iç soruşturma başlatılmadığı öne sürdü. Belediye binası önüne gelen Antalya Kadın Platformu üyeleri, “Tacizi saklama, failleri aklama” diyerek belediye binası önünde eylem düzenledi. Platform üyeleri şüphelinin hâlâ belediye bünyesinde çalışmaya devam ettiğini ve belediye içerisindeki genç kadınların da risk altında olduklarını iddia etti.ADALETTEN KAÇAMAYACAKAkşam Gazetesi”ne konuşan dosyanın avukatı Süheyla Vural, “Şüphelinin mağdur F.Ç.”ye darp uyguladığı açıkça sabit olup şüphelinin hala Antalya Büyükşehir Belediyesi bünyesinde çalışmaya devam etmesi kabul edilemez. 2 Mart”ta şiddete uğrayan mağdur F.Ç.” nin vücudunda darp ısırık izleri mevcuttur. Soruşturma dosyasında buna ilişkin adli rapor da bulunmaktadır. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından incelemeler devam etmekte olup şüphelinin dava sonuçlanıncaya kadar açığa alınmasını ve dava sonucunun seyrine göre hareket edilmesini talep ediyoruz. Diğer mağdurlarla ilgili de süreç devam etmektedir. Dosyanın sonuna kadar takipçisi olacağız. Adaletten kaçamayacak” dedi.Avukat Süheyla Vural
Source: Www.star.com.tr
TESK Başkanı Palandöken’den esnafa prim günü müjdesi açıklaması
Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu (TESK) Genel Başkanı Bendevi Palandöken, esnaf ve sanatkarlara verilen prim günü müjdesinin artık somut adımlarla hayata geçirilmesi gerektiğini söyledi.Palandöken, prim gününü dolduran ancak emeklilik yaşını bekleyen esnafın sadece sağlık primi ödemesi gerektiğini belirterek, sosyal güvenlik sistemindeki adaletsizliklere dikkat çekti.Palandöken, “Esnaf ve sanatkârlar, memurlar ve işçilerle birlikte sosyal güvenlik çatısı altında norm birliği yapıldı ancak çalışma sürelerindeki farklılıklar haksızlığa yol açıyor. Esnaf 9 bin gün prim öderken, yanında çalışan işçi 7 bin 200 günde emekli olabiliyor. Bu durumun düzeltilmesi şart” dedi.Ayrıca Palandöken, esnafın prim gün sayısının 7 bin 200 güne indirilmesi ve Bağ-Kurlu çalışanların rahatlatılması gerektiğini belirtti.Palandöken, “Norm birliği sağlanmalı, Bağ-Kur, SGK ve Emekli Sandığı arasındaki ayrımcılık son bulmalı. Bu taleplerimizi ilgili kurumlara iletiyoruz ve yıl sonuna kadar olumlu gelişmeler bekliyoruz” ifadelerini kullandı.Palandöken, esnafın yoğun çalışma temposuna rağmen sosyal güvenlikteki eşitsizliğin devam ettiğini ve bu konuda adım atılmasının esnafın beklentisini karşılayacağını sözlerine ekledi.
Source: Dünya Gazetesi
Coşkun Başbuğ yazdı: Tezgah büyük
Perşembe günkü yazımda Suriyeli Türkler hakkında bir yazı kaleme almış ve bu yazının devamı niteliğinde ikinci bir yazının daha geleceğini belirtmiştim.İşte o yazı… Konuyu hatırlatmak adına önceki yazımın son kısmını bir kez daha bu yazı için kaleme alacağım. Hatırlarsınız, Suriye”de Türklerin yaşadıkları sıkıntılı süreci anlatan o yazının sonunu şöyle bağlamıştık…”Yazının etkisi olmuş mudur bilinmez ama sonrasında Suriye Geçiş Hükümetinin Cumhurbaşkanı Şara randevu vererek Suriye Geçici Hükümeti”nin Başbakanı Abdurrahman Mustafa”yı makamında kabul etti.Bu ziyaret Türk Kimliğinin kabulü ve kırgın gönüllere köprü oluşturması açısından önemli bir ziyaretti.Ancak bu işin sadece kuru bir ziyaretten ibaret olmaması gerekliydi.Milliyetçi kimliğiyle bilinen Mustafa mutlaka TÜRK Cephesindeki sıkıntıları ve yaşanan handikapları Şara”ya aktarmıştır.Peki bu görüşmeden bir sonuç alındı mı?Süreci yakın takip eden biri olarak ben duymadım, olduğunu da sanmıyorum.Bu gaz almadan öte gitmeyen görüşmeden bir sonuç çıkmadığı gibi bir de Suriye Milli Ordusunu hedef alan bazı Avrupa merkezli oyunların oynanmaya başladığını gördüm.Nedir bu sinsi oyunlar?O oyunların neler olduğunu da bir sonraki yazımda detayla anlatacağım. “GELELİM SİNSİ OYUNLARA…O görüşmeden bir şey çıkmadığını ve bu sıkıntılı sürecin halen devam ettiğini tekrar vurgulayarak yazıya konu olan sinsi oyunlara gelelim.Malum İran ve İsrail Suriye”de yeni dönemin başladığı ilk günden bugüne ele ele vererek Suriye”deki yeni oluşumu engelleme adına inanılmaz kirli işler planlamaya başladılar.Baş başa veren iki düşman(!) ülke, Suriye”de yeni geçiş hükümeti ile ona destek veren Türkiye”nin çabalarını boşa düşürmek için her yolu denediler ve bugüne kadar deyim yerindeyse ellerinden geleni artlarına koymadılar.Baş başa veren iki sinsi şeytan durumu engelleme adına en büyük oyunu Suriye”de iç savaş çıkararak oynamaya karar verdiler.Plana göre kirli oyun İran”ın hâkim olduğu Lazkiye ve Tartus illeri ile İsrail”in hâkim olduğu Dürzi bölgelerinde planlandı.Buna göre güneyden İsrail, batıdan İran, doğudan ise PKK isyana destek verecek ve Şam ele geçirildikten sonra oyun tamamlanacaktı. OYUN ÇÖKTÜ… Ancak evdeki hesap Şam”a uymadı ve isyan Türkiye”nin de destekleriyle bastırıldı.İsyancılardan sindirilmiş birçok kişi gözaltına alınmıştı.Bu durum karşısında hemen B planına geçildi ve bölgede sanki mezhepçilik üzerinden Nusayri katliamı yapılıyormuş gibi bir hava estirilmeye başlatıldı.Sosyal medya üzerinden yürütülen yalan dolu, maksatlı bir algı operasyonu dalga dalga yayıldı.Hatta olayları mezhepçilik üzerinden Türkiye”ye sıçratmaya kalktılar ve bu fitne, iç ve dış mihraklarca başta Anadolu olma üzere her yerde yayılmaya çalışıldı.Bu oyun da tutmayınca uygulamaya yeni bir tezgâh konuldu.ŞEYTAN YOLUNU DEĞİŞTİRİR…Samimi söylüyorum insan kılığına girmiş bu mahlukatları şeytan gördüğü an yolunu değiştirir. İşte tam bu olaylar yaşanırken oyun kurucular İran ve İsrail “B” planı da elde patlayınca “C” planına geçiş yaptılar ve gerçekten çok aşağılık bir iftirayı her yere yaymaya başladılar. AŞAĞILIKSINIZ…İftiraya göre sözde Nusayri katliamını Suriye Milli Ordusu askerleri yapmıştı. Aslında okumayı bilen için bu soysuzca yalan atıldığı an oyun rengini belli etmişti.Belli ki iş Suriye Millî Ordusunun üstüne yıkılacak ve dolayısıyla bu yapıyı düzenli ordu haline getiren Türkiye de bir şekilde töhmet altında bırakılmaya çalışılacaktı.Oyun zekice kurgulanmıştı ancak alıcı bulabilecek miydi?Oyun beklediğim gibi ne alıcı buldu ne seyirci.Kısacası mahlukat takım kendi çaldı kendi oynadı.SON UMUT…Tam bu oyun tutmaz bu yalana kim inanır derken Avrupa Birliğinden son bir alçaklık, konu ile ilgili düzmece bir açıklama geldi. Bu açıklamaya göre; Avrupa Birliği Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu (SMO) güçlerine sözde alevi katliamına katıldıkları gerekçesiyle yaptırım uygulama kararı aldı.Bu karara göre yaptırım uygulanacaklar; Ebu Amşe Seyf Ebubekir, SMO Sultan Süleymanşah Tugayı, SMO Hamza Tümeni, SMO Sultan Murad Tümeniydi.Kısacası Türkiye destekli SMO gruplarının birleşimi olan müşterek kuvvetlerin tamamı yaptırım kapsamına alınmıştı.Oysa SMO içerisindeki çok az bir grup ayaklanan Esad kalıntılarına karşı operasyonlara katılsa da ne Ebu Amşe ne de Seyf Ebubekir ve birlikleri bu operasyonda asla katılmamıştı.Hatta Ebu Amşe olaylar esnasında rahatsızlığından dolayı hastanede yatıyordu.Aslına bakarsanız küstah AB aklınca dolaylı yoldan Suriye ordusunun komutanlarına operasyon çekiyor. Zira yaptırım listesinde olan herkes Suriye ordusunun bünyesinde.SONUÇ…Görüldüğü gibi gerek saha hareketlenmelerine bakıldığında gerek bu tür siyasi operasyonlara bakıldığında Suriye”de işlerin çok kritik bir aşamaya geldiğini görüyorsunuz.Bu nedenle diyorum ki aman dikkat!!!
Source: Coşkun Başbuğ
Esnaftan hükümete çağrı: Bu adaletsizliğin önüne geçilsin
TESK Genel Başkanı Bendevi Palandöken, esnaf ve sanatkarlara verilen prim günü müjdesinin artık hayata geçirilmesi gerektiğini söyledi.
Esnafın mağdur olduğunu belirten Palandöken, “Esnaf ve sanatkârla, sosyal güvenlik çatısı altında bulunan memurlar, işçiler, Bağ-Kur olmak üzere bir norm birliği yapıldı. Burada bir hakkaniyetsizlik var; çalışma sürelerindeki fazlalık, fazla çalışıp daha az maaş alma ile ilgili. Sayın Cumhurbaşkanımız da daha önceleri söz verdi, ilgili bakanlıklarımızla birlikte açıklamalarda da bulunduk. Bu 7 bin 200 gün meselesi insanların beklentisini çok yükseltiyor. Diyorlar ki, en azından 7-8 bin lira tekrar para veriyoruz, işte 7 bin 200 günü doldurduk, emekli olmaya hak kazandık ama işletmemiz devam ettiği için biz emekli aylığından feragat edelim. Aynı zamanda da 7 bin 200 günü doldurmuş varsayılalım, sağlık hizmetlerinden de yararlanalım. Bildiğiniz üzere, esnaf ve sanatkârlar, Bağ-Kur”lular ilaç alamıyorlar. Şimdi işçinin primini patron ödüyor, memurun primini devlet ödüyor. Esnaf ise dükkânındaki sermayesinden kazansa da kazanmasa da mutlak surette sosyal güvenlik primini yatırmak zorunda kalıyor” dedi.
“BAĞ-KURLU ESNAFIN EMEKLİLİK VE SAĞLIK PRİMLERİ AYRILMALI”
Prim günlerini doldurarak emeklilik için yaşı bekleyen esnaf ve sanatkarların sadece sağlık primi ödemesi yapması gerektiğini ifade eden Palandöken, “Esnaf 18 saat çalışıyor, yanında çalışan 8 saat çalışıyor 7 bin 200 günde emekli oluyor; ancak esnaf 9 bin günde emekli oluyor. Biz bu adaletsizliğin önüne geçilmesini istiyoruz. Dolayısıyla şimdiye kadar ekonomideki sıkıntıların giderilmesiyle ilgili çalışmalar olduğunu biliyoruz. İnşallah bundan sonraki süreçte, en azından 7 bin 200 güne indirilmesi, norm birliğinin sağlanması, Bağ-Kur”lu çalışanların rahat etmesini ve bu serzenişin ortadan kalkmasını sağlayacak. Bizim talebimiz tahmin ediyorum ki bu yılın sonuna kadar bunun gerçekleşmesi. Hem de bu çalışan kesimin, esnaf ve sanatkârların, tarım sektöründekilerin de bu Bağ-Kur sistemine entegrasyonunun yapılmış olması. Norm birliği dediğimiz zaman üç şey aklımıza geliyor Bağ-Kur, SGK ve Emekli Sandığı. Dolayısıyla bu ayrımcılığın ortadan kalkması için ilgililere bir kez daha bunları iletiyoruz. Daimi görüşüyoruz; ancak bu söylemlerimizin uygulanması, insanları mutlu edecek ve beklentiler bu yönde karşılanmış olacak” diye konuşu.
Source: Mesut Şahin