Her 5 haneden 1’i yalnız yaşıyor
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından da sık sık dile getirilen Türkiye”deki nüfus düşüşü, Türk aile yapısının değişmeye başlaması önemli bir raporla da kanıtlanmış oldu. Enstitü Sosyal”in TÜİK verilerine göre hazırladığı “Yalnız Yaşamın Yükselişi: Türkiye”de Tek Kişilik Hane Halklarının Profili” isimli rapor Türkiye”de yalnız yaşama eğiliminin önemli ölçüde yükseldiğini ortaya koydu. Raporun tanıtım programı dün İstanbul”da Enstitü Sosyal”de yapıldı. Raporun sonuçlarına göre son 10 yılda Türkiye”de tek kişi yaşayanların sayısı 2 kat arttı. Tek kişilik hane halklarının oranı, 2014 yılında yüzde 13.9 iken, 2023″te yüzde 19.7″ye yükseldi. Bu yükseliş ABD”den bile daha hızlı oldu. 1940 ila 2013 yılları arasındaki 73 yıllık süreçte ABD”deki tek kişilik hane halkları yaklaşık 4 kat artarken bu yükseliş Türkiye”de çok daha kısa bir zaman dilimde gerçekleşti. EVLİ AMA AYRI YAŞIYORLAR Rapora göre Türkiye”de her 5 haneden biri artık tek kişiden oluşuyor. Yalnız yaşayanların içindeki en büyük grubu eşi vefat edenler oluşturuyor. 1 milyon 548 bin 414 kişi eşi öldüğü için yalnız yaşıyor. En küçük grubu ise 900 bin 121 ile boşanmış bireyler oluşturuyor. Tek başına yaşayanların 1 milyon 541 bin 304″ü ise hiç evlenmemiş. Tek kişi yaşayan hane halkı sayısı arasında evli olup ayrı yaşayanların sayısı da dikkat çekici. 2024 yılında evli olup eşinden ayrı, tek hane halkı olarak yaşayan 1 milyon 202 bin 986 kişi var. Bu durum, evli bireylerin çeşitli nedenlerle ayrı yaşama eğiliminde olduğunu ve aile bütünlüğünün korunmasında zorluklar yaşandığını gösteriyor. Raporda “Bu eğilim, sadece aile bağlarını zayıflatmakla kalmayıp aynı zamanda doğurganlık oranlarını da olumsuz etkileyebilir. Özellikle genç yaşlarda evli olup tek başına yaşayan bireyler, çocuk sahibi olma planlarını erteleyebilir veya bu süreçten tamamen uzak durabilir”” denildi. CİDDİ BİR DEMOGRAFİK DÖNÜŞÜM Panelde konuşan Enstitü Sosyal Toplum Araştırmacısı Nursen Tekgöz, “Bu artış çok kısa bir zamanda ciddi bir demografik dönüşüm anlamına geliyor”” dedi. Tekgöz, Türkiye”nin ortalama hane halkının yüksek olduğu illerinde bile istikrarlı bir düşüş görüldüğünü aktardı. Örnek olarak, ortalama hane halkının en yüksek olduğu il olan Şırnak”ı vererek hane halkı büyüklüğünün 15 yılda 8.20″den 4.86″ya düştüğüne işaret etti. YENİ POLİTİKALAR GELİŞTİRİLMELİ ENSTITÜ Sosyal Genel Koordinatörü Dr. İpek Coşkun Armağan, tek kişilik hanelerin artışını vurgulayarak kamu aktörlerini ve araştırmacıları bu alanda daha fazla çalışma yapmaya teşvik etmek gerektiğine ve proaktif politikaların geliştirilmesine dikkat çekti. Türkiye”de de 2025 yılının “Aile Yılı” ilan edilmesine vurgu yapan Armağan, bu gibi çalışmalar ile tüm araştırmacıları aile ve demografi alanında çalışmaya davet ettiklerini belirtti.
Source: Ceyda Karaaslan
Şanlıurfalı vatandaşın isteği CHP”li vekili şaşırttı: Kadına bir tokat atamıyorum
Cumhuriyet Halk Partisi heyeti Şanlıurfa”da esnafın geleneksel Ahilik duasına katıldı. Heyette CHP Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Tanal da yer aldı.Şanlıurfa”nın tarih boyunca ticaretin merkezi olduğunu vurgulayan Tanal, “Şanlıurfa”nın kadim çarşılarında esnaflık geleneği halen devam ediyor. Esnafların dayanışma ruhunu ve kültürel mirasımızı korumak hepimizin görevidir. İnşallah gelecek nesillere de aktarabiliriz” diye konuştu. CHP heyeti duanın ardından çarşı esnafını ziyaret etti. “KADINA TOKAT ATAMIYORUM” Ziyaret sırasında CHP Milletvekili Mahmut Tanal”ın yolunu kesen Şanlıurfalı vatandaşın söyledikleri duyanları şaşkına çevirdi.Tanal”ın yanına gelen bir vatandaş, “Avrupa”da bile böyle yasa yok. Kadına bir tokat atamıyorum, kızıma bir şey söyleyemiyorum” dedi. Bunun üzerine Tanal, “İnsan hakkına aykırı değil mi? Yenge hanım sana bir tokat atabiliyor mu? Peki sen niye yenge hanıma tokat atabileceksin?” diye sordu. “BU YASAYI ENGELLEYİN” Vatandaş ise “Benim ailemdir. Haksız olduğu zaman onu terbiye edebilirim. Kızımı, bacımı terbiye edebilirim. Derdim, bu yasayı engelleyin, iptal edin, kadın hakları yasasını” diye konuştu. CHP”li Tanal, bunun üzerine, “Ne yasası abi? Senin kadın dediğin, senin hayat arkadaşın değil mi? Senin sahip olduğun haklara onun da sahip olması gerekiyor. Terbiye etmek ayrı, dayak atmak, şiddet uygulamak ayrıdır” ifadelerini kullandı.
Source: Abdullah Karlıdağ
Ayşe Kulin: Avrupalılar beni hayal kırıklığına uğrattılar
Yüzde Yüz İlham Veren Sohbetler’de yüzyılımızın kıymetli yazarlarından Ayşe Kulin’in yaşama bakışının hepimize ilham olması dileğiyle, keyifli okumalar. KARDELEN İLE BAŞLAYAN MİSYON – Ayşe hanım, duruşunuzla, kalitenizle tam bir Cumhuriyet kadınsınız. Kendinizde böyle bir misyon hissediyor musunuz?AYŞE KULİN: Açıkçası misyonumu bana Türkan Saylan ilham etti. ‘Kardelen’ kitabını yazmam için bana başvurdular. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği kızları okutmaya başladığında kendini yeni duyuruyordu. Beni bir hanım aradı ve benden böyle bir kitap yazmamı bir rica etti. Özür dileyerek bu tarz çalışmadığımı belirttim. Bu konuşma ve ısrar bir iki ay boyunca devam etti. Tabii, o ana kadar ben bir yazardım. Vatanı seven, Cumhuriyetçi, Atatürkçü bir kadınım. Onlar bana bu taleple geldiklerinde çok direndim ‘çünkü ben roman yazıyorum’ ısmarlama yazamam diye… Israr eden hanım bana İstanbul”a geldiğimde sadece bir saat ayırmamı rica etti ve ‘size, hayatlarını yazmanızı istediğim çocukları göstereceğim’ dedi. Ben de söz verdim ve gittim. O çocukları gördüm. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Türkan hoca tarafından cüzzamlı ailelerin kızlarını okullara sokabilmek için kurulmuş. Halk hastalıktan korkuyor, geçer diye. Halbuki hiç ilgisi yok! Bu çocuklara burs buluyor. Sonra Pervari Kaymakamı kendisini arıyor ve ‘burada yedi kız çocuğu var, ilkokulu bitirdiler, ortaokula devam etmek istiyorlar ama imkanları yok. Çünkü köyde okul yok. Kasabaya gitmeleri için yol parası, ayakkabı gerekiyor. Onlara da acaba bir burs verebilir miyiz’ diye soruyor. Türkan hoca araştırıyor ve o yedi kız çocuğuna burs buluyor. İşte bu dernek o fikrin genişlemesiyle oluyor. Sonra gidip bir bakıyorlar ki yoksul aileler çocuklarını okutmak istiyor ama para yok. Bunları karşılayabilmek için böyle bir çalışma başlatıyor Türkan Saylan. Sonra bu genişliyor. – Tabii ki okumaya niyetli öğrencilere burs veriliyordur…AYŞE KULİN: Zaten çocuklarını okutmak istemeyen ailelere bugün bile dokunamıyoruz, ona gücümüz maalesef ki yetmiyor. Dünyanın medeni ülkelerinde böyle bir lüks yok. Her çocuk okula gitmeli. Okutmak isteyip de imkanı olmayan ailelere burs sağlamaya başlıyorlar. Bunlardan bir kısmı sınava giriyor. TED bursunu kazanmış 26 çocuk… Onlarla röportaj yapıp bir kitap haline getirmemi istediler. Madem böyle bir amaca hizmet ediyor, nazlanmaktan vazgeçtim ve fotoğrafçı bir arkadaş ile gittim. Ülkenin en güney ve en kuzeyindeki, en sınıra yakındaki çok yoksul köylerinden bu kızlarla ve aileleriyle konuştum. ÇİN’DE BİR KARDELEN – Peki orada esas öğrenmek istediğiniz, almak istediğiniz bilgi neydi?AYŞE KULİN: Burs alan çocukların hayatına getirilen değişikliği öğrenmek istedim. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin farklı yerlerde okulları var. Bu çocuklar oralara yerleştiriliyor. Burs ilkokuldan başlıyor, ortaokul, lise ve üniversiteye kadar kapsıyor. 13-14 yaşlarında kız çocukları oradaki ağalara, zengin köylülere satılmış, kuma olarak gitmiş, hayatlarını çocuk doğurarak geçirmek durumunda kalan kızlardı ama her biri inanılmaz başarılı birer insana dönüştüler. Ben Shangay”daydım. Yazarlar festivaline katılmıştım. Orada konsolosluk her yerde Çince yazdığı için yanıma genç birini verdi. Orada yüksek lisans yapan bir genç. Kitabım Çinceye çevrilmiş. O kitapları okuyan gençlerle konuşmak üzere üniversitelere gidiyordum. Gençlerle öğle yemeği yiyoruz. Laf nasıl geldiyse Anadolu”daki benim Kardelenlerle olan konuşmama geldi. Bir anda delikanlı çok heyecanlandı, kollarıma sarıldı ve ‘siz mi yazdınız’ dedi büyük bir heyecanla. ‘Ben de bir Kardelenim’ dedi. Ben de şaşırdım. ‘Yoksul kız çocukları okutuluyor, sen TED’de okumuşsun, Boğaziçi Üniversitesi”nde okumuşsun nasıl bir Kardelensin’ diye sordum. ‘Ayşe hanım, ben toprakla çalışan bir anne-babanın çocuğuyum. Mevsimsel hasat topluyorlar. Benim eğitimim aksıyordu. O yüzden hocam beni bu sınava soktu. Ben de bu bursu kazandım, hepsini burslu okudum. Tatillerde biz burslu öğrencileri bir araya getirir, İzmir”de ören yerlerini dolaştırırlardı. Ankara”ya, Anadolu”ya, İstanbul”a, plajlara, saraylara götürürlerdi. Hayatın içinde bizi gezdirerek öğretiyorlardı. Lokantalara götürüp nasıl yemek yenir, her şeyi öğretiyorlardı” dedi. – Siz artık sadece yazar değil, Kardelen’lere gönül vermiş ve katkısı yüksek bir yazarsınız… Ne kadar onurlu ve anlamlı bir yolculuk…AYŞE KULİN: Çok teşekkürler… Kardelenler’in kitabını yazdım. Ben bir yazar olarak bu yolda yürüyordum. Türkan Saylan”ın bu bursu ile karşılaştıktan sonra Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ile hayatıma bir misyon girmiş oldu. Ben kendi kitabımı yazıyorum o ayrı, orası benim ekmek teknem. Her şeyi bıraktım, hayatımı yazarak kazanıyorum. Her türlü etkinliğe katılıyorum ki bu bazen çok oluyor. İmza günleri, belediyeler, konuşmalar, dernekler… Orada akan bütün geliri elimi sürmeden Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne gönderiyorum. Mesela geçenlerde konuşmacı olarak bir otelin daveti oldu. Asistanıma oraya gidemeyeceğimi söylediğimde yüksek bir meblağ verecekleri bilgisi verildi. ‘Bu kadar meblağı Çağdaş Yaşam’a aktarmazsam olmaz’ diye düşünerek oraya da gittim.- Bu yaptığınız çok kıymetli. Nasıl bir motivasyonla ilerliyorsunuz?AYŞE KULİN: Kız çocukları okutuluyor… Hele ki kız çocukların okutulmasına bugünlerde çok ihtiyacımız var. Kızların eğitime çok önem verdiğim için benim misyonum Türkiye”de elimden gelen her şeyi o kızların okutulması için yapmaktır. Benim misyonum bu ve ben bunun için Türkan Saylan”a müteşekkirim. Çünkü ondan öğrendim, onun sayesinde öğrendim. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği müthiş bir iş yapıyor. BEN BARIŞA İNANIRIM – Söylemleriniz her zaman agresifliğe kaçmayan netlikte oldu ve bence bu çok daha etkili…AYŞE KULİN: Ben barışa çok inanırım. Şunu unutmayın ki Atatürk vatanını işgal etmiş Yunanlı komutanı geldiği zaman bayrağı yere seriyorlar. Onu kaldırtıyor, katlatıp eline veriyor. ‘Hiçbir milletin bayrağı üzerinde yürümeyin’ diyor ve o komutunu içeriye alıp ‘Her savaşın bir kazananı ve bir kaybedeni vardır. Bu savaşı ben kazandım çünkü burası benim ülkem. Kendini savunan ülkeler çoğunlukla kazanır, üzülmeyin’ diye teselli ediyor. Vatanın işgal etmiş düşmanını bu şekilde karşılayan bir Atatürk’ün evladı, idealindeki insanlar olarak bizler kesinlikle barıştan yana olmalıyız. – Kırk kitabınız oldu. Genelde biyografi yazıları yazıyor gibi görünse de kapsamlı araştırmaya dayalı eserleriniz var öyle değil mi?AYŞE KULİN: Böyle bir algı olsa da kırk kitabın sadece üçü biyografi: Adı: Aylin, Füreya ve Türkan. Hazan kitabını alırsanız orada bir döküm var. Hangi kitapların birbirini takip ettiğini görebilirsiniz. Ayrıca araştırmalara dayalı romanlarım da çok: Sevdalinka, Köprü, Kanadı Kırık Kuşlar çok önemli kitaplardır. Atatürk, kürsülerinden kovulan Yahudi profesörleri ki çok değerli insanlardır, Türkiye”ye davet ediyor ve modern üniversiteyi kurduruyor. Onlar da altın bir kuşak yetiştiriyor. YALAPŞAP OKUYUP YAZMAM – Araştırma kitaplarınızda şöyle bir handikapla karşılaşıyor musunuz: Araştırmasını yaptığınız her şeyin uzmanı değilsiniz ve yazacağınız kitabın mutlaka alanında uzmanları vardır. Size karşı argümanlarla gelenler hiç oldu mu?AYŞE KULİN: Hayır yok, çünkü ben araştırmalarımı yaptığım zaman önüme birçok kaynak koyuyor, açıyor ve onları araştırarak yapıyorum. Mesela Her Yerde Kan Var diye bir kitap yazdım. Abdülaziz”in ölümüyle ilgili. ‘Abdülaziz öldürüldü mü, yoksa intihar mı etti’ konusunu araştırdım. Kitapları üst üste koyduğumda boyumu geçiyorlar. Çok iyi araştırırım ve eğer bir soru işareti varsa o soru işaretinde romanımda belli ederim. Yani yalapşap okuyup yazmam. Mesela Sevdalinka’yı yazarken Boşnakların tarihini çok iyi araştırdım ve iki kere de Bosna”ya gittim. O kitabı bu şekilde yazdım. Benim de baba tarafım Boşnak olduğu için Boşnak Savaşı beni çok yaralamış bir savaştır. Benim dünyaya ve Avrupalılara bakış açımı değiştiren bir savaştır. Çünkü dört yıl boyunca Avrupa”nın ortasındaki bir soykırıma göz yumdular ve sesleri çıkmadı. Çünkü Müslümanlar öldürülüyordu. Boşnakların en ufak bir talebi yoktu. Tek suçları Müslüman olmaktı ve o dönem Boşnak kadınlarının cesaretine hayran oldum. O kadınların çocukları ölüyor, bebekleri ölüyor… Her evin önünde mezar taşları. Mezarlık tepede, oraya çıkarlarsa öldürülüyorlar. Evlerinin önüne küçücük taşlar, gencecik çocukların mezarları var. Bütün evler delik deşik ama o insanları kaçıramadılar. Orada bir ev vardı. Kurşun yarası değil de ruhu yaralanmış kadınların toplandığı ve tedavi gördüğü bir ev vardı. Savaşı yaşamadım belki ama o kadının hikayelerini dinleyerek onların hallerine girdim. Şimdi aynı şeyi Filistin”e yapıyorlar. Avrupalılar beni büyük hayal kırıklığına uğrattılar. Kurumları evet harika… Keşke bizde de olsa… Eğitim sistemleri, adaletin işleyişi… Ama insaniyette kocaman bir sıfırlar. Eğer ki kendilerinden değilse hiçbir şey onlara dokunmuyor. Ben Avrupa kültürü ile büyümüş bir insanım. Her şeylerine hayrandım, sanatlarına, müziklerine… Son derece büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. GEÇ BAŞLAYAN YAZARLIKLA GELEN BAŞARI – İçinizdeki yazarlığı meslektaşlarınıza göre daha geç bir yaşta yakalamışsınız, bu sizi zorladı mı?AYŞE KULİN: Ben başarımı buna borçluyum çünkü zamanında kendi yazdıklarımı hiçbir yayıncıya kabul ettiremedim. Uzunca yıllar sonra Engin -eşi- iki hikayemi çok beğenirdi. Onları çok tanınmış, şimdi rahmetli olmuş bir yayınevinin kendi de yazar olan sahibine götürdüm. Bakmasını istedik, hiç ses çıkmadı. Aylar geçti ‘okudun mu’ diye sordum. ‘Neyi’ diye sorunca anladım ki okumamış ve şöyle bir not yazmış: ‘Eski hikayelerden de kötü!’… – Neden öyle dedi ki?AYŞE KULİN: Benim ilk çıkan kitabım Güneşe Dön Yüzünü, o zamanlar kurşun harfler dizilir, matbaaya götürülürdü. Onları götüren çocuğun ayağı takılıyor ve düşüyor. Harfleri yerden topluyor ve o şekilde basıyorlar. Hikayeler birbirinin içine girmiş… On sene baskı filan görmek istemedim. Bizim yazar yayınevi arkadaş da ‘eski hikayelerden de kötü’ diye yazınca, moralim bozuldu. Ama Engin o dönem Haldun Taner yarışmasına hikayelerimi göndermemi istedi. Ben de artık gelen bu cevaplardan sonra bir şey göndermek istemedim ama Engin bana söylemeden göndermiş. Bir süre sonra bana bir tebrik haberi geliyor. Ben de zannediyorum ki benimle bir arkadaşım dalga geçiyor. Haldun Taner ödülü kazanıyorum. Onun üzerine bir matbaacı basmak istedi. Tabii iki hikaye ile basılamaz, ben de ilaveler yaptım. O kitap ile ertesi sene Sait Faik Ödülü’nü kazandım. Yani ben edebiyat dünyasına iki ödülle girdim. Sonraki ilk romanım Adı Aylin”di, sonraki sene Sevdalinka, ertesi sene Süreyya sonra alışkanlık oldu, her sene bir kitap çıkarmaya başladım. HAYATTA HER ŞEYİ MALZEME GİBİ GÖRMÜYORUM – Hayata nasıl bakıyorsunuz? Bir yazar gözüyle her şey sizin için bir malzeme mi?AYŞE KULİN: Hayır, her şeyi bir malzeme gibi görmüyorum ama beni etkileyen olaylar oluyor. Mesela son yazdığım kitap ‘4 Gün 3 Gece’. Ben genç bir kızdım ve oradaki o yürüyüşe katılmıştım. 1960 yılında 18 yaşındaydım. Kolejde yatılı okuyordum. Hafta sonuydu, eve çıkmıştım. O gün yürüyüş olacağını biliyordum. Arka mutfak kapısından kaçarak gittim çünkü anneannem ön kapıyı tutmuştu. Gideceğimi biliyordu ve gitmeme izin vermiyordu. Üniversiteli gençler yürüyordu. O kısmı hatırlıyorum çünkü beni etkilemişti. Haksızlığa baş kaldırmak, özgürlük istemek, haklarımızı istemek, bunlar bana çok genç yaşta verildi. Ben o dönem Political Science okuyordum. İngilizce siyaset bilimi, sosyal problemler diye başka dersler okuyorduk. Bu konulara çok açıktım. Profesör Suna Kili, rahmetli oldu. Kendisi siyaset biliminde önemli profesörlerdendi ve benim hocamdı. SOHBETTEN İZLENİMLERİM – Çok hoş, derin mavi gözlerinden etkilenmemek mümkün değil.- Kendini kız çocuklarına okutmaya adamış.- Eşi Engin bey, tüm sohbet boyunca yanımızdaydı ve eşini destekleyen tavrı gözümden kaçmadı.- Sakin, dingin, kararlı bir tavrı var.- Zor bir insan değil ama sınırları net.- Böyle insanlarla aynı havayı solumaktan dolayı kendimi şanslı hissediyorum.
Source: Gözde Yener Birman
TESK Genel Başkanı Bendevi Palandöken: “Esnafın elektrik faturası düşürülmeli”
Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu (TESK) Genel Başkanı Bendevi Palandöken, esnaf ve sanatkârlar için elektrik faturalarında uygun fiyatlandırma yapılması gerektiğini kaydetti.
“Esnafın elektrik tasarrufu yapması zor”
Palandöken, esnaf için elektrikten tasarruf etmenin zor olduğuna işaret ederek, esnafın kullandığı hemen hemen her aletin elektrikle çalıştığını şöyle anlattı:
“Buzdolabındaki eti, dolaptaki soğuk meşrubatı veya sanayide kullanılan elektriği tasarruf etmek pek mümkün görünmüyor. Sokağın aydınlanması ya da dükkân vitrinlerinde kullanılan elektriğin azaltılması zor.
Ancak, avizelerdeki lamba sayısını azaltmak gibi bilinçli tüketim önlemleri bir miktar fayda sağlayabilir. Fakat akıllı binalarda her şey elektrikle çalışıyor; klima ya da soğutucular çalıştırıldığında ne kadar tasarruflu cihazlar kullanılsa bile yüksek maliyetler kaçınılmaz oluyor.”
“Fiyatlar düşürülmeli”
Bu konuda esnafa yönelik bir düzenleme yapılması gerektiğine dikkat çeke Bendevi Palandöken, elektrik fiyatlarının düşürülmesi gerektiğini anlattı:
Bu konuda tekrar bir düzenleme yapılarak esnaf, sanatkâr ve konutlardaki elektrik fiyatlarının düşürülmesi sağlanmalıdır. Bu adım enflasyonun körüklenmesini önlemek açısından da önemlidir.
“Bildiğiniz üzere enerjimizin yüzde 75″ini dışarıdan temin ediyoruz. Zaten faturalardaki yükseklik nedeniyle vatandaşlar, aile bireyleriyle birlikte odadan odaya geçerken bile elektriği takip eder hale geldi. Ancak ticarethaneler ile küçük esnaf dükkânlarında bu tasarrufu sağlamak daha zor. Bu nedenle, eski tarifelerin belirli bir süre uygulanması ve enflasyonun düşürülmesi önemlidir.”
Tasarrufa dikkat çekti
Vatandaşın elektrik tasarrufu yapması için bilinçlenme yapılması gerektiğini kaydeden Palandöken, yüksek faturalar nedeniyle vatandaşın bir nevi tasarruf yapmak zorunda kaldığına da dikkat çekti:
“Biliyorsunuz artık güvenlik kameraları, gece aydınlatmaları ve bozulacak ürünler için çalışan dolaplar gibi unsurlar elektrikle çalışıyor. Sebze ve meyvelerde bile soğutuculara ihtiyaç var ve bunların maliyetleri artıyor.
Bu durum tekrar gözden geçirilmeli ve vatandaşın tasarruf yapmasını desteklemek amacıyla kamu spotları, medya ve yerel yönetimlerle iş birliği yapılmalıdır. Zaten vatandaşlarımız, yüksek faturalar nedeniyle tasarruf yapmak zorunda kalıyor.
Herkesin ortak şikâyeti elektrik ve doğalgaz faturalarının bütçelere ağır yük getirmesidir. Isınmada tasarruf nasıl sağlanabilir? Işıksız ne kadar oturulabilir? Bu konularda daha dikkatli olunması ve kilovat saatlerin düşürülmesi gerekliliğini vurgulamak istiyorum. Ayrıca apartmanlarda ve sebze-meyve üretiminde kullanılan elektrikli su sistemleri için ayrı tarifeler oluşturulmalıdır. Hayat pahalılığının en büyük nedeni bu girdi maliyetlerindeki artışlardır.”
Source: Dünya Gazetesi