“Toplumsal Gerilimler – Sosyal Sorunlar ve Tepkiler”

Kemal Anadol’un şiir tescili reddedildi

Anadol, şiirinde geçen “Saraylar sizin, meydanlar bizim” mısrasından dolayı tescil işleminin yapılmadığını belirtti. Anadol, şiirin kendisine ait olduğunu tescillemek adına İzmir Bostanlı’daki 6. Noter’e başvurduğunu ifade etti.Ancak, noter raporlu olduğu için işlemini yapan başkâtip, şiirindeki mısranın içeriği nedeniyle tescil işlemini yapmaktan kaçındı. İşlemlerinin tamamlanmak üzereyken imzalarının alındığını ama son anda kâğıdın imha edildiğini aktardı. İzmir Barosu’na kayıtlı bir avukat olan Anadol, noter yetkilisine kağıdın imha edildiğine ve işlemin yapılmadığına dair bir belgenin verilmesi gerektiğini söyledi. Ancak noter, işlem yapamayacağını belirtti. Anadol, “Vatandaş yasal hakkını kullanamıyor, noterler korkusundan işlem yapamıyor” dedi.Bizimdir Şiiri sözleri; Sofralar sizin Açlık bizimdir Para sermayenin Emek bizimdir Saraylar sizinMeydan bizimdir Ferman diktatörün Sandık bizimdir Karanlık sizinYarınlar bizimdir

Source: Haber Merkezi


Prof Dr Şirin, öğrenci ve emekçilerin tepkilerinin ardındaki çaresizliğe dikkat çekti: Bıçak kemiğe dayandı

Prof Dr Tolga Şirin Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı. – Siz İmamoğlu’nun avukatı Mehmet Pehlivan ile birlikte “Yargı Tacizi ve İmamoğlu” başlıklı bir çalışma yapıyorsunuz. Neden “yargı tacizi” dediniz?Yargı tacizi, siyasi iktidarın, gazeteciler ve insan hakları savunucuları gibi muhalefet cephesinden kişilere karşı sürekli dava veya soruşturma açarak, onları yıldırma veya susturma pratiğine deniyor. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) da bu kavramı kullanıyor ve Türkiye’de yaygınlaştığını belirtiyor. Ekrem İmamoğlu’nun durumunun da bu kapsama girdiği kanaatindeyiz. – Çalışmanızın içeriğinden söz eder misiniz?Mart 2019 seçimindeki çok tartışmalı YSK kararını, seçimi iptalini zaten biliyoruz. Bundan sonraki süreçlerde de benzeri olaylar gözlemlendi. Özellikle Ahmak Davası bunun tipik örneği. 2 yıl 7 ay 15 gün ceza çıkmış benzer bir dava bulmak oldukça zordur. Dava sürecinin uzaması, yargıçlara baskı iddiaları ve bu davanın iktidar ve muhalefet tarafından manipülatif şekilde kullanıldığı iddiaları davayı sıra dışı kılmaktadır. İHAM, Altuğ Taner Akçam/Türkiye kararında belirsiz ceza hükümlerinin keyfi kullanılmasının bile mağduriyet oluşturabileceğini kabul etmiştir. Dilipak/Türkiye kararında ise, böyle davaların sürüncemede kalmasının bir tür “Demokles’in Kılıcı” gibi işlediğini belirtmiştir. Ekrem Bey’in durumu da bu kapsamda değerlendirilebilir ve bireysel başvuru koşulları mevcut kanaatindeyiz.‘SORUŞTURMA FURYASI VAR’Bu davaya eşlik eden soruşturmalar furyası var. Ekrem İmamoğlu’na yönelik bu süreçte tehdit, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma, rüşvet gibi iddialarla 50’ye yakın soruşturma açılmış, bunların 31’i kapatılmış. Dosyaların içeriğine baktığınızda COVID-19’da otobüslerin doluluğu, İBB’nin kişisel verileri kopyaladığı iddiası, bazı CHP’lilerle teröre destek verildiği suçlaması, Büyükada’daki minibüslerin uygun olmaması gibi çeşitli iddialar bulunuyor. İmamoğlu söz konusu olduğunda titiz bir inceleme eğilimi olduğu izlenimi oluşmaktadır. Ayrıca ihaleye fesat bağlamında da benzer türden bir yığılma var. Örneğin Beylikdüzü Belediye Başkanlığı döneminde 2015’te yapılan bir ihale yüzünden 2020’de geriye dönük inceleme başlatılmış, bu inceleme 2022’de adli soruşturmaya dönmüş ve 2023’te ihaleye fesat karıştırma davası açılmış. Dava hâlâ Büyükçekmece 10. Asliye Ceza Mahkemesi’nde. Normalde 409 günde bitmesi gereken dava 811. güne sarkmış. Bilirkişi raporları İmamoğlu’nun lehine çıkmış; ihalede kamu zararı oluşmamış, hatta kamu yararına daha düşük ücret ödenmiş. Ancak buna rağmen dosyaya nereden geldiği ve niteliği tam olarak anlaşılamayan bir belge sunulmuş. Lehe karar beklenirken savcı değişmiş, yeni savcı dosyaya hazırlanmak yerine kendisine devredilmesini istemiş ve dava yine aylar sonrasına ertelenmiş. Bu dava da bir tür “askıda tutma” durumunu yansıtıyor.ERDOĞAN’DAN MANEVİ TAZMİNAT DAVASIBir de son dönemin polemikleri var malum. Sayın İmamoğlu’nun Ahmet Özer’in tutukluluğunun hukuka aykırılığı hakkında yaptığı konuşmada “eli sopalı” ve “karanlık hamlenin peşinden koşan bir iktidar” ifadelerini kullandı diye Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açılan 1 milyon TL’lik manevi tazminat davası var. Bunlar da bir nevi caydırıcı etki yaratıyor.SAVCI İÇİN CEZA DAVASIKeza CHP Gençlik Kollar Başkanı Cem Aydın’ın paylaştığı bir tiviti yüzünden sabah saatlerinde evinden alınmasıyla ilgili olarak Ekrem Bey’in İstanbul Cumhuriyet savcısına söylediği “Senin evlatlarını bu muamelelerden kurtarmak için seni yöneten aklı milletin zihninden söküp atacağız” ifadesi için açılan ceza davası var.BİLİRKİŞİ AÇIKLAMASISonrasında, CHP belediyeleriyle ilgili dava süreçlerinin neredeyse hepsinde karşımıza çıkan bir bilirkişi ile ilgili yaptığı basın açıklaması var, biliyorsunuz. Onun üzerine de açılmış bir dava var. Bunlar yetmezmiş gibi, günümüzdeki mevzuat hükümlerini geriye yürüterek verilmiş bir diploma iptali kararı var. Tüm bu kararlar, AYM’nin veya İHAM’ın kararlarının yok sayılması pahasına veriliyor. AYM’nin, Abidin Pişgin kararı diploma iptalleri konusunda nettir. O kararı okuyan biri Ekrem Bey’in diplomasını elinden alamaz.‘AHMAK DAVASI İLE BAŞLADI AMA ÇEŞİTLENDİ’Tüm bu olaylar bir arada değerlendirildiğinde, ortada yargı süreçlerinin kötüye kullanımı olduğu kanaati doğmaktadır. Çalışma, Ahmak Davası ile ilgiliydi aslında. Ancak süreç dallanıp budaklandıkça konular çeşitlendi. Gözaltı sonrasında veya tutuklama kararı üzerine, keza evinin aranma biçimine dayalı olarak bireysel başvuru koşulları oluşmuş görünüyor. Bunlar birer değer yargısı değil. Her biri yargı kararlarına dayanan birer olgusal gerçek.- İBB’ye operasyon, terör ve yolsuzluk iddialarıyla yapıldı. Somut deliller nedir?Bu soruşturma gizli olduğundan, iddiaların net bir şekilde bilinmesi henüz mümkün değil. Ancak bazı gazetecilerin, sanki her şeyi biliyormuşçasına ve yargı sürecini etkileyecek şekilde yorumlar yaptığı izlenimi oluştu bende. Bu durum, kamuoyunda belirli bir algı yaratmaya yönelik bir çabanın parçası gibi. Gizli bir soruşturma söz konusu olduğunda, olağan gazetecilik faaliyetiyle elde edilmesi güç bilgilerin, peşin hüküm içerecek biçimde aktarılması, masumiyet karinesini zedeleyebilir. Basın özgürlüğü önemli bir hak olmakla birlikte, İnsan Hakları Mahkemesi’nin de vurguladığı gibi, bu hakkın kullanımı sorumlulukları da beraberinde getirir. Özellikle “şiddetli medya kampanyaları” kamuoyunu yönlendirme potansiyeli taşıdığı gibi, yargılamanın adilliğini de olumsuz etkileyebilir.‘GİZLİ TANIK BEYANI DELİLDİR AMA…’Basına yansıyan iddialar üzerinden sağlıklı bir değerlendirme yapmak mümkün değil. Fakat Ekrem İmamoğlu’nun sosyal medyaya düşen ifade tutanaklarında, sunulan delillerin büyük ölçüde gizli tanık beyanlarına dayandığı gördük. Ceza hukukunda gizli tanıkların beyanlarının delil olarak kullanılabileceği kabul edilse de, bu tür delillerin sınırlı güvenilirliği vardır. Özellikle tanıkların, kendi beyanlarına öznel yorumlar katmaları durumunda bu beyanların delil gücü daha da zayıflar. Dolayısıyla, bu tür beyanların belirleyici delil olarak kabul edilmesi yerinde olmaz. Olursa bu ihlal yaratır.- Evinden alınma biçimi için ne dersiniz?Bir hukukçu olarak, gizli tanık beyanlarına dayanılarak bir kişinin sabahın erken saatlerinde geniş çaplı bir polis operasyonuyla evinden alınmasını doğru bulmadığımı belirtmek isterim. Ayrıca, bu durumun İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin Gutsanovi kararındaki ilkelerle çeliştiği kanaatindeyim. Gutsanovi kararına göre; şiddet geçmişi olmayan, polis çağırdığında ulaşılabilecek durumda olan tanınmış bir siyasetçinin, ailesinin gözü önünde, silahlı polislerin katılımıyla gözaltına alınması, özel hayata ve aile hayatına saygı hakkını ihlal edebilir. Bu olayda da benzer bir ihlalin bulunduğu değerlendirilmeli.– Mal varlıklarına el konulmasını nasıl değerlendiriyorsunuz, insanların mal varlıklarına ne zaman el konur? Bu konuda ayrıntılı bilgiler ortaya çıktıkça değerlendirme yapılabilir. Fakat bu aşamada şunu söyleyebilirim: El koyma işlemi istisnai ve geçicidir. Yani bu bir tedbirdir. Fakat kanun, yetkililere açık çek vermez. Böyle bir tedbir için suçun işlendiğine ve bu suçlardan elde edildiğine dair somut delillere dayanan kuvvetli şüphe olmalıdır. Bu şüphenin bulunup bulunmadığını, gerekçeler ortaya kondukça göreceğiz. Fakat peşinen şunu da söyleyeyim ilke olarak: Anayasa Mahkememize göre kuvvetli suç şüphesi olan hâllerde bile bu el koymaların ölçüsüz ve kişinin mülkiyet hakkından tamamen yoksun kalmasına neden olunmamalı. Kişileri mahvedecek ölçüsüz tedbirler mülkiyet hakkını ihlal eder. Bir tedbir, peşin hüküm ve yargısız infaz aracına dönmemelidir.- CHP’nin gelecek seçimde adayını belirlemek için harekete geçmesi yaşanan süreçte ne kadar etkili oldu?Hükümete yakın medyada ve bazı gazetecilerin açıklamalarında, zamanlamanın bilinçli şekilde belirlendiğini düşündürten değerlendirmeler yapıldığı görülüyor. CHP’nin ön seçimi olan 23 Mart 2025’ten önce Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınacağı gibi söylemler bu basında yer aldı örneğin. Bu durum, geçmişteki, kumpas davaları diye adlandırılan bazı dava süreçleriyle benzerlikler gösteriyor.‘ZAMANLAMA KESİŞİYOR’Ekrem İmamoğlu özelinde konuşmak gerekirse; Ahmak davasının belirli aşamaları, İmamoğlu’nun adaylık süreci açısından da kritik eşikler oluşturmuştur. Siyasi açıklamalar ile dava süreçleri arasında bir zamanlama kesişmesi olduğunu görüyoruz. Özellikle, İmamoğlu’nun aday adaylık dilekçesini CHP’ye sunduğu gün ile diplomasının iptaline konu olan soruşturmanın başlatıldığı günün aynı olması gibi olaylar, bu izlenimi güçlendiriyor.İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, bu tür zamanlama kesişmelerini “yetki saptırması” olarak nitelendirebileceğini çeşitli kararlarında belirtmiştir. Bu temel haklara politik amaçlarla müdahale edildiği anlamına gelir. Zamanlama ve yandaş medya açıklamaları ki buna “pro-governmental media” deniyor, politik amaç saptamasında kullanılır.– CHP olağanüstü kurultay kararı aldı. Bu karar, kayyımın önüne geçer mi?CHP’nin 38. Olağan Kurultayı’nın iptali istemiyle açılan davalarda, üç ayrı mahkeme, “ihtiyati tedbir” talebiyle mevcut yönetimin görevden uzaklaştırılması taleplerini reddetti. Bu kararların dışında farklı bir gerekçe veya yeni bir durum olmadığı sürece, alınan bu kararların geçerliliği devam etmekte. Mevcut mahkeme kararlarına aykırı herhangi bir işlem yapılmasını öngörmek mümkün değil. Bu tür mesnetsiz iddiaların kamuoyunda tedavüle sokulmasını tehlikeli görüyorum.– CHP’nin kurultay kararının ardından MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız yaptığı paylaşımda mevcut yönetimin kurultay kararı alamayacağını söyledi. Yorumunuz nedir?Öncelikle, akademik olarak şunu kaydedeyim: Bir kurultay yapılması kararı yenilik doğurucu işlemdir ve parti aleyhine bir tasarruf anlamına gelmez. Kurultay kararı alındıktan sonraki yeni durumlar alınan karara etki etmez. Meraklısı, Anayasa Mahkemesi’nin E. 2004/2 sayılı ihtar kararını okuyabilir.Olamaz ama burası Türkiye malum… Bir kayyım atanır ise bu kişi, zaruri sayılabilecek işleri geçici olarak yürütmekle ve parti aleyhine bir işlem olmamasını temin etmekle mükellef olur. Sayının veya önceki süreçlerin önemi yok. Kurultay kararı partinin aleyhine değildir, karar alma süreçlerini pekiştirmeye matuftur. ‘ÇAĞRI VE UYARILAR ANAYASAL BİLİNCİ GÜÇLENDİRİR’– CHP’nin sokak çağrılarının sonucu ne olur?CHP’nin “sokak çağrıları” sanki şiddete çağrıymış gibi aktarılıyor hükümete yakın basında. Oysa böyle bir çağrı yok; aksine, ısrarla anayasanın 34’üncü maddesindeki koşullara uygun şekilde barışçıl protesto hakkından bahsediliyor. Anayasa, anayasal hakların kullanılmasıyla kazanılır. Kâğıt üzerinde yazılı olanlar, yurttaşların bilinçli biçimde onu sahiplenmesiyle vücut bulur. Bu çağrıların ve uyarıların yurttaşların anayasal bilincini güçlendireceğini düşünüyorum.‘EZİCİ ÇOĞUNLUK BARIŞÇIL’Göstericilerin ezici çoğunluğunun barışçıl olduğunu ve meşru bir pozisyonda durduğunu görüyorum. Fakat bazı kolluk güçlerinin meseleyi fazla kişiselleştirmiş olduğu görülüyor. Bu yadırgatıcı. Keza AYM’nin kararlarına da uyulmuyor. Bu kararlara göre bazı göstericilerin şiddete bulaşmış olmaları, şiddete bulaşmamış olanların gösteri hakkını kategorik olarak yasaklama gerekçesi olamaz. Buna uyulmuyor. – “Sine-i millete dönmek” değerlendirilmeli mi, nasıl bir mücadele yöntemi izlenmeli?Biliyorsunuz sine, yürek ya da göğüs anlamına gelir. Günümüzde “halkın bağrına dönmek” anlamına gelen “sine-i millete dönmek” ifadesi, Türkiyenin çok partili siyasi hayata geçmesiyle birlikte ortaya çıkmış ve Türkiyeye özgü bir anlam kazanmıştı. ‘DOĞUŞU DP’YE DAYANIYOR’Belki bir hatırlatma yapmak gerekir. Bu kavramın doğuşu Demokrat Parti (DP) çevrelerine dayanır. DPliler bu kavramı ilk kez 1946 seçimlerinin hileli olduğunu savunurken kullanmışlardı. Onlara göre, seçimler şaibeli geçmişti ve sonuçlar gerçekleri yansıtmıyordu. Bu nedenle, seçimler adil yapılmış gibi davranarak Meclis’e gitmenin sadece hileyi onaylamak, iktidarın figüranı olmak ve onun meşruiyetine hizmet etmek anlamına geleceğini ifade etmişlerdi. Bu nedenle, meşruiyeti bulunmayan bir Meclis’te zaman kaybetmek yerine halk arasında mücadele etmeyi tercih ettiklerini “sine-i millete döneriz” diyerek belirtmişlerdi.‘27 MAYIS’TAN SONRA AP BENİMSEDİ’Bu söylem, 27 Mayıs’tan sonra Adalet Partisi (AP) tarafından da benimsenmişti. Askeri müdahale sonrasında oluşan yeni Meclis’te AP’ye yönelik baskıların artması üzerine partinin radikal unsurları, “sine-i millete dönme” düşüncesini tekrar gündeme getirmişti. Aynı şekilde, merkez sağın önemli isimlerinden Süleyman Demirel de 1970’lerde bazı milletvekillerine yönelik ceza gündeme gelince, “Bize Meclis’te siyaset yapma yollarını kapatırsanız sine-i millete döneriz” diyerek bu söylemi kullanmıştı.‘DYP TEHDİT UNSURU YAPTI’1990’lı yıllarda ise DYP, Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanlığı görevini ANAP tarafından zorla kabul ettirilmesine karşı tepki olarak bu söylemi bir tehdit unsuru olarak kullanmış, hatta DYP’den Murat Sökmenoğlu gibi bazı vekiller protesto istifalarını bu söylemle güçlendirmişti.‘MERKEZ SAĞ KULLANDI’Aslında merkez sağ siyasetçiler, “millî irade” metaforunun bir tamamlayıcısı olarak bu söylemi kullanmışlardır. Ancak bu kavramın gerçek anlamı, bu söylemi dile getirenlerin gerçekte “sine-i millete dönmemiş” olmaları nedeniyle tam olarak bilinmemektedir. Fakat bu durum, bu tür kavramların Almanca’da “kampfbegriff” olarak adlandırılan, yani “politik mücadele kavramları” olduğu gerçeğini değiştirmez. Etkisi ve ağırlığı, toplumsal gerçeklerle uyumlu olduğu ve toplumdaki rahatsızlık duygusuyla örtüştüğü ölçüde artar ve esasen “hegemonya inşası”nda işlevsel bir rol oynar.‘İŞÇİNİN EYLEMİ BAŞKASINA BENZEMEZ’Türkiye’de, bu kavram söyleyeni “milli” ve “halkçı” konumuna yerleştirirken, muhatabını halktan kopuk ve ihanet içinde gösteren bir anlam inşa edebilir. Ancak bu, bütün “mücadele kavramları”nın bir ölçüde belirsiz ve göreceli olmasıyla ilgilidir. Kavramın anlamı ve işlevi bağlamına göre şekillenir. Ajitasyon tarafı ise çeşitli pratiklerle doldurulabilir. Sol açısından bu pratikler, imza kampanyalarından, kitlesel toplantılar ve forumlar düzenlemeye, dayanışma dernekleri kurmaktan genel grev örgütlemeye kadar uzanabilir. Ben bunların içinde özellikle emekçilerin rolünü merkezi görürüm. İşçi sınıfının doğrudan eylemi, başkasına benzemez. Ama bu benim bir yurttaş olarak görüşüm. CHP açısından durum nasıl göreceğiz.‘HALK BÖYLESİ YÖNTEMLERI AŞIRI BULUYOR’- Bu süreç İmamoğlu’nun siyasi geleceğini nasıl etkileyecek sizce?Ben bu sürecin Ekrem İmamoğlu’nu güçlendirdiğine inananlardanım. Hükümet cenahında bile bu süreçteki sorunu görenler artık dayanamayıp dile geliyor. En son eski AK Parti İzmir Milletvekili Hüseyin Kocabıyık vakasında böyle oldu. “Recep Tayyip Erdoğan… Geleceğin yer burası mıydı? Biz bunlar için mi mücadele ettik? Bunun için mi mahkemelerde süründük yıllarca? Sen aslında kendine darbe yaptın haberin yok!” diye konuştuğu söyleniyor. Bu tür söylemleri kendi çevremizde de bizzat AK Parti seçmenlerinden de duyuyoruz. Ortalama bir yurttaş veya halkın çoğunluğu diyeyim, böylesi yöntemleri doğru bulmuyor ve aşırı görüyor, kanımca. ‘TEPKİLER İMAMOĞLU İLE SINIRLI DEĞİL’Ekrem İmamoğlu, sevilen bir lider. Örneğin ifadeye çağrılsa savcılığa kendiliğinden geleceği açık ama evinden alınma biçimi gerginliği yükseltecek biçimdeydi. Kaçacak hâli yok ama buna rağmen tutuluyor. Keza hakkında açılan davalar, siyasetin olağan akışına yargının fazla müdahil olması anlamına geliyor. Ortalama yurttaş bunu da yadırgıyor. Bir de bence tepkiler İmamoğlu meselesiyle sınırlı değil. Ülkede ahlaki bir çürüme var. Ekonomik kriz çok ağır. Ortalama bir öğrenci bir kuşak önceki öğrenci gibi bir kafeye bara gitmekte bile zorlanıyor. İşe girerken liyakat meselesinin göz ardı edildiğini ve kayırmacılığın yaygınlaştığını görüyor. Emekçiler açısından artık bıçak kemiğe dayandı. İnsanlar yoksullukla boğuşuyor ve çok çaresizler. Ekrem İmamoğlu bir çıkış kapısı gibi göründü ufuktan onlar için. Ona uygulanan muamele ise artık dayanılmaz geldi diye düşünüyorum. – Türkiye nasıl bir süreçte?Bence çok kritik bir dönemeçteyiz. Demokrasiye yeniden dönme olasılığımız iyice azalmıştı. Bunlar belki de son demler. Fakat ben burada iktidar partilerinden çok muhalefet partilerinin tutumlarını belirleyici sayıyorum. Onların ne yapacağı veya yapmayacağı olayların seyrini ortaya koyacak. ‘SİYASİ PARTİLER HUKUK BÜROSU DEĞİL’Bence gereğinden çok hukuk konuşuyorlar. Daha önce de ifade etmiştim: Biz hukukçulara mikrofon uzatırsanız size hukuk yollarını anlatırız, amenna. Fakat muhalefet partileri birer “hukuk bürosu” değildir. Sözüne güvenilen siyasetçilerin sadece hukuk yollarına işaret etmekten vazgeçmesi gerekiyor. Çünkü Türkiye’de özellikle böyle vakalarda yargının siyasetten bağımsız olduğu yanılsaması, en iyi ihtimalle bir hayal, en kötü ihtimalle bir teslimiyettir. Eğer bir karar siyasi ise, siyaseti hukuka indirgemek demokratik değil, teknokratik bir tutumdur. Sıradan insanı olan bitenden uzaklaştırır, süreci soyut ve ulaşılmaz hâle getirir. Siyaset, imkânsızı mümkün kılma sanatıysa, muhalefetin de ortalama bir hukukçunun ya da yurttaşın vereceği tepkilerin ötesine geçmesi, yaratıcı ve dinamik olması gerekiyor. Bundan sonrası, muhalefetin siyaseti nasıl şekillendireceğine bağlı. Hukuk, iyi ya da kötü, olsa olsa onu takip eder. Mustafa Kemal Paşa’nın dediğin hatırlamak lazım belki: Umutsuz durumlar yoktur, yalnızca umutsuz insanlar vardır.PORTREİzmirde doğdu. Hukuk alanındaki lisans ve lisansüstü eğitimini Marmara Üniversitesinde tamamladı. Lisans eğitimi sonrasında Londra Birkbeck Üniversitesinde insan hakları hukuku eğitimi aldı. Doktora ve doktora sonrası aşamalarda Köln Üniversitesi Doğu Hukuku Enstitüsünde araştırmacı olarak görev yaptı. 2006-2008 yılları arasında İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi yürütme kurulu üyeliğinde bulundu. Ondan fazla kitap ve çok sayıda makalesi olan Şirin, İstanbul Barosuna kayıtlı avukat ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalında profesör olarak çalışıyor.

Source: İklim Öngel/cumhuriyet


DİSK Emekli-Sen üyeleri, 4 bin liralık ikramiyeye tepki için bir araya geldi: ‘Açlığa mahkûm edildik’

Devrimci İşçi SendikalarıKonfederasyonu (DİSK) EmekliSen şubeleri, bu yıl emeklilereverilecek 4 bin liralık bayramikramiyesine tepki göstermekamacıyla dün İzmir Sosyal GüvenlikKurumu (SGK) binası önünde biraraya geldi.ASGARİNİN YÜZDE 18’İEmekliler adına basınaçıklamasını okuyan DİSK EmekliSen Merkez Yürütme Kuruluüyesi Ercan Çınarlı, “Bu yıl ‘AileYılı’ adı altında çocuklarımızın,torunlarımızın yaşamlarınızorlaştırmaya devam ediyorlar”dedi. Emeklilerin düşük aylıklarlatemel ihtiyaçlarını bile karşılamaktazorlandığını vurgulan Çınarlı, şöyledevam etti: “Bu ülkede emekliler, birdilim ekmeğe muhtaç bırakılıyor.Geçtiğimiz yılı ‘Emekliler Yılı’ ilanedenler, bizleri sefalete sürüklediler.Bizler, her bayramı biraz dahayoksul karşılamamıza nedenolan bu tablonun yaratıcılarınasesleniyoruz: Göz koyduğunuz,torunlarımızın harçlıklarıdır.”Açıklamanın devamında 2018yılında asgari ücretin yüzde62’sine denk gelen ikramiyeninbugün yüzde 18’ine denk geldiğihatırlatılarak şöyle dendi: “Emeklibayram ikramiyelerinin asgariücretin altında kalmayacak şekildegüncellenmelidir. Bizlerin emeğiyle,bizlerden çaldıklarınızla her günübayram havasında geçirmenize izinvermeyeceğiz.”

Source: Ece İçmez


Cinsiyetçi küfürler kadınların sabrını taşırdı

AMASIZ, FAKATSIZ KADINI AŞAĞILAYAN HİÇBİR SÖZE SESSİZ KALMAYIZ Küfür polemiği maalesef sadece alanda kalmadı. Sosyal medyaya da sıçradı. Eski Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, sosyal medya hesabından, Ekrem İmamoğlu’nun eşi Dilek İmamoğlu’nu hedef alarak, “Belli ki kocanın içeriye girmesinden çok memnunsun” diye başlayan uzun ve devamını yazmak istemeyeceğim iğrençlikte bir mesaj paylaştı.Neredeyse her protestoda her toplumsal olayda bu ya da benzeri cinsiyetçi küfürler polemik malzemesi oluyor. Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın eşi Başak Demirtaş hakkında sosyal medyada yapılan cinsiyetçi küfür ve hakaret içerikli paylaşımları hatırlayın. Başta da söylediğim gibi sokakta, evde, toplu taşımada hiç fark etmez… Kulak kabartın; sevinen de üzülen de öfkelenen de ya küfürle başlıyor konuşmaya ya küfürle bitiriyor. Ve inanın bunu, toplumun sadece sosyo-ekonomik açıdan yetersiz kesimleri değil en entelektüeli de en zengini de yapıyor. SAVCILAR GÖREVE Türkiye Kadın Dernekleri Konfederasyonu da protestolar sırasında meydanlarda ve sosyal medya platformlarında karşılaşılan insanlık dışı cinsiyetçi dilin, aslında ‘zayıflığın ve ezikliğin itirafı’ olduğunu belirttiği bir açıklama yayımladı ve kadınları aşağılamak için araç haline gelen bu söylemlerin artık son bulması gerektiğini vurgulayarak, Cumhuriyet savcılarını göreve davet etti. Başkan Canan Güllü’yü de ben aradım: “Kadını aşağılayan bu söylemler, eşitsizliği besleyen zehirli bir kültürün parçasıdır. Amasız ve fakatsız, onun ‘annesi’, bunun ‘eşi’ demeden, toplumdaki güç dengesizliğini sürdürmenin aracı haline gelen bu dili kırmak hepimizin sorumluluğu. Daha önce yine Emine Hanım (Erdoğan), Başak Hanım (Demirtaş), Canan Hanım’a (Kaftancıoğlu) da benzerleri yapılmıştı. Burada çok netiz! Kim olduğu fark etmez, kadınları nesneleştiren, aşağılayan hiçbir söze karşı sessiz kalmayız” yorumu yaptı. CİNSİYETÇİ DİL ŞİDDETİ MEŞRULAŞTIRIR KADEM Yönetim Kurulu Başkanı Doç. Dr. Saliha Okur Gümrükçüoğlu ise “Toplumsal şiddeti körükleyen en tehlikeli unsurlardan biri, cinsiyetçi söylemlerin ‘öfke anında ağızdan çıkan sözler’ ya da ‘sokak ağzı’ gibi bahanelerle meşrulaştırılmasıdır. Oysa dil sadece bir iletişim aracı değil değerlerin, tutumların ve kültürün taşıyıcısıdır. Kadınlara yönelik küfürler ve aşağılayıcı ifadeler, bireysel bir hakaretten çok daha fazlasıdır. Bu dilin varlığı, özellikle gençler arasında, kadını aşağılamanın, küçümsemenin ve değersizleştirmenin kabul edilebilir bir davranış olduğu yönünde güçlü ve tehlikeli bir toplumsal mesaj üretir. Bu da yalnızca kadınların değil, toplumun tüm bireylerinin insanlık onurunu zedeler; kadın-erkek ilişkilerinde şiddeti meşrulaştırır ve yeniden üretir” dedi.DİL DEĞİŞMEDEN DÜŞÜNCE DEĞİŞMEZKADEM olarak, yıllardır ‘Küfürsüz Hayat Mümkün’ isimli bir kampanya yürüttüklerini belirten Doç. Dr. Gümrükçüoğlu, “Dil değişmeden düşünce, düşünce değişmeden de toplumsal dönüşüm mümkün değil” diyerek, şöyle devam etti: “Toplum olarak bu dile ve taşıdığı şiddet kültürüne karşı sessiz kalamayız. Küfürsüz, şiddetsiz bir hayat mümkün ve bu hedefe ulaşmak hepimizin sorumluluğu.” KADINLAR ERKEKLERİN SİYASİ HESAPLAŞMALARININ MALZEMESİ DEĞİLDİR Eşitlik İçin Kadın Platformu (EŞİK) siyasette ve toplumsal tartışmalarda kadınların ister bir siyasetçinin eşi olsun ister annesi, hedef alınmasının kabul edilemeyeceğini açıkladı ve “Kadınlar, erkeklerin siyasi hesaplaşmalarının malzemesi değildir” denildi.EŞİK Gönüllüsü Özgül Kapdan: “Ne yazık ki tarihsel cinsiyet eşitsizliği ve kadına bakış açısını yansıtan çok derin ve eski bir mesele bu. Tüm bu küfürler de kadını, kendine denk görmeyen, başka bir varlık olarak gören derin bir ideoloji ve psikolojiden kaynaklı. Son yıllarda siyaset dili ve sosyal medya etkisi ile derinleşen toplumsal kutuplaşma, kadın düşmanlığı örgütlenmesine dönüşmüş durumda” yorumu yaparken,KÜFÜRLE DEĞİL İNATLA DİRENEŞİK Gönüllü avukatlarından, Selin Nakıpoğlu da erkek egemen düzenin olmazsa olmazının cinsel iktidar olduğunu söyleyerek, diyor ki: “İşte tam da bundan dolayı, küfürleri de hep cinsel güce dayanıyor. Birini ya da bir grubu, alt etmenin yolu onun cinsel iktidarını ele geçirmekten, bu yolla onu onursuzlaştırmaktan geçiyor. Bu, bazen ‘karşı’ tarafın sadece kadınlarını değil erkeklerini de aşağılamaktan geçiyor. Bir benzerini Gezi’de yaşadık. Kadınlar olarak enerjimizin bir kısmını cinsiyetçi küfür ve sloganlara karşı mücadeleye harcamıştık. Şimdi de söyleyeyim: ‘Küfürle değil inatla diren!” KİM OLDUĞUMUZDAN BAĞIMSIZ İNSAN OLMA HAKKIMIZA SAYGI DUYUN Kadın Adayları Destekleme Derneği (KADER) Genel Başkanı Nuray Karaoğlu: “Son gelişmeler, ‘bazı’ erkeklerin kadınlara karşı ilkel bakışını bir kez daha ortaya çıkarmış ve dillerindeki fütursuzluğu ve seviyesizliği, zihin ve düşünce yapılarındaki kirliliği dışa vurmuştur. Siyaset, kadınlar üzerinden ‘gösteri’ yapma alanı değildir. Kirli zihniyetlerle yüzleşilmesi ve empati yapılmasını öneririz. Zira kadınların, kimin kızı, annesi, eşi ya da hangi siyasi görüşten olduğundan bağımsız, siyasete malzeme yapılamayacağı gibi insan olma haklarına da saygı duymak zorundasınız.”

Source: Fulya Soybaş


Bir karşı tepki doğurmayı başardılar

“Siyasi operasyon” söylemi tutmuş ve bu algı yerleşmişti.CHP’ye hiçbir yakınlık duymayanlar bile belli oranda tepki doluydu olan bitene karşı: Kimi eylemlere katılıyor, kimi eylemlere katılanları destekliyor, kimi de eylemlere saygıyla yaklaşıyordu.Hükümete, AK Parti’ye küskün muhafazakârlarda bile belli bir tepki oluşmuştu.*Sonra şöyle şeyler oldu:*CHP’nin meydan nutukçuları, kalabalığı gördükçe coştular ve kendilerinden geçmeye başladılar:*Meydanda saçma sapan oylamalar yapmalar… / “Polise zarar vermeden yıkın geçin” türü tehlikeli sözler söylemeler… / “Gençler! Söyleyin bakalım, kimleri boykot edelim” tarzı meydan anketlerine soyunmalar… / “Yanlışlık yapmışız, boykot listemizden falancayı çıkarıyoruz” türü gayri ciddilikler… / Yargı mensubuna “odun” diye hakaret etmeler… / Akıl ve sorumluluk süzgecine tamamen boş verip sözün şehvetine kapılmalar… / Boşboğazlıkla Kürt seçmeni kendilerinden uzaklaştırmalar… / 23 yıldır nefret biriktiren kitlelerinin nefretini daha da coşturmalar falan…*Ülkenin yönetimine talip olan CHP liderliği…Soğukkanlılığını yitirirse, ağırbaşlılığını bir tarafa bırakırsa, sorumluluk duygusunu terk ederse, tıpkı sokak eylemi organizatörleri gibi davranmaya başlarsa…Ne olur?Tabii ki şu olur:Kitlenin içine giren alabildiğine kontrolsüz gruplar, bundan yüz bulurlar ve ölmüş analara küfretmeye başlarlar. Alçakça, ahlaksızca, onursuzca.*Küfretmeyenler de muazzam bir şımarıklıkla AK Parti’ye uzak / yakın herkesi aşağılamaya başlarlar.Nitekim başladılar da:- “Onlar cahil, biz aydınız. Boykot ettiğimiz kitapçı dükkânı iflas edecek” tarzı gerekçesiz bir kibre kapıldılar.- Boykot edilen kahve zincirine gidenlerin karşısına geçip “geri zekâlılar” diye sloganlar atıp her türlü hakareti ettiler.- 23 yıldır yaptıkları gibi halk aşağılaması üzerinden gittiler, kocaman bir kitleye karşı nefretlerini kustular.- Sosyal medyada kendileri gibi düşünmeyenlere “cahil, alt sınıf, kafası çalışmaz” falan diye alabildiğine saldırdılar.*Sonuçta bu yapıp ettikleriyle…Hükümete ve AK Parti’ye çeşitli gerekçelerle küsmüş geniş muhafazakâr kesimlerde, “Bunlar şimdiden böyle davranmaya başladılarsa bunların iktidarını düşünmek bile istemiyorum” duygusunu oluşturmayı başardılar.Şimdi karşılarında inceden bir kenetlenme havası var gibi.*Bu zamana kadar hep AK Parti, “Aman bir kutuplaşma olsun da bu iş bize yarasın” diye beklentiye girer, hatta bunun için epey çaba sarf ederdi.Ancak bu sefer, kutuplaşma çarkını çevirme işini muhalefetin ta kendisi yaptı.Valla bravo kendilerine.AK Parti’nin bunu yapacak takati bile yoktu.UĞRAŞMAYIN KARDEŞİM SANATÇILARLABAZI iktidar yanlısı kalemler…Oyuncular, müzisyenler falan seslerini çıkardıklarında…“Siz işinize bakın. Size ne siyasetten” falan diyorlar.*Aynı iktidar yanlısı kalemler…Oyuncular, müzisyenler falan sessiz kaldıklarında…“Ne oldu? Niye sustunuz” falan diye kışkırtmaya çalışıyorlar.*Uğraşmayın kardeşim sanatçılarla. Bırakın isteyen istediği gibi davransın.ŞERAİT İLE ŞERİATMAMAK Belediye Başkanı, meydanda Atatürk’ün Gençliğe Hitabesini okuyor, meydanda toplananlar da tekrar ediyor.Ancak Belediye Başkanı, Gençliğe Hitabeden o kadar uzak ki…İki kez “şerait” yerine “şeriat” diyor.*Kitle tepki gösteriyor. Hitabenin doğru dürüst okunmasını istiyorlar. Yuh çekiyorlar. Ve kürsüdekiler “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganlarıyla durumu toparlamaya çalışıyorlar.*Atatürk’ün Gençliğe Hitabesini sular seller gibi bilen bir kitlenin önüne hiç değilse Hitabeyi bilen ve özümsemiş birini çıkarın yahu.HEYBEDEKİ DAHA BÜYÜK TURPLARCUMHURBAŞKANI Erdoğan, dün partisinin grup toplantısında “heybedeki daha büyük turplardan” söz etti.*Sözün bağlamına baktım. Erdoğan’ın kastettiği yeni davalar değildi.Erdoğan, mevcut yolsuzluk operasyonunda ortaya çıkabilecek yeni büyük turplardan söz ediyordu.

Source: Ahmet Hakan


Gazze’de ilaç ve yiyecekler tükendi

Siyonist İsrail rejimi, 18 Mart”ta tek taraflı olarak ateşkesi bozmasının ardından Gazze Şeridi”ndeki saldırılarını sürdürüyor. Dün sabah çoğu çocuk olmak üzere 28 Filistinli sivili daha katlettiler. Şehit edilenler arasında 6 aylık bir bebek de vardı. 18 Mart sonrasındaki saldırılarda 830 Filistinli hayatını kaybetti. Gazze Şeridi”ndeki Sağlık Bakanlığı, bölgede birinci basamak sağlık hizmetlerinde kullanılan ilaçların tükenmesinin hastalar için ciddi sonuçlar doğurabileceği uyarısında bulunarak, ilaç ve çocuklara özel aşıların girişine izin vermesi için İsrail”e baskı yapılmasını istedi. Birleşmiş Milletler”den (BM) “Gazze”de bir milyondan fazla kişi gıda yardımına erişememe riskiyle karşı karşıya” uyarısı geldi. BM ayrıca “İsrail”in 18 Mart”ta saldırılara yeniden başlamasından bu yana 142 bin kişi yerinden oldu” bilgisini paylaştı. DOKTORA 6 AY HAPİS Sadece birkaç kişisel eşyayla kaçan çok sayıda insan, yiyecek, içme suyu ve barınma gibi en temel ihtiyaçlara muhtaç bir şekilde sokaklarda kalıyor. BM İnsani İşler Koordinasyon Ofisi, “İsrail geçen hafta 8 yardım görevlisini öldürdü. Ölen yardım görevlilerinin sayısı 399″a çıktı. Bunlar arasında 289 BM personeli, 34 Filistin Kızılayı çalışanı ve 10 MSF çalışanı da var” dedi. İsrail, Kemal Advan Hastanesi Direktörü Dr. Hussam Abu Safia”nin tutukluluk süresini 6 ay daha uzattı. Doktor Safia, İsrail”in baskılarına rağmen hastaneyi terk etmemişti. KUDÜS”TE OSMANLI VAKFI 473 YILDIR YEMEK DAĞITIYOR Osmanlı Devleti”nin 473 yıl önce Kudüs”te yaptırdığı, ihtiyaç sahiplerine sıcak aş imkânı sağlayan Haseki Sultan Tekkesi, her yıl olduğu gibi bu ramazanda da yoksullara iftar vermeye devam ediyor. Kanuni Sultan Süleyman”ın eşi Hürrem Sultan”ın 1552″de Mescid-i Aksa”nın Meclis Kapısı”na 100 metre mesafede yaptırdığı bu tekke, asırlara meydan okuyarak varlığını sürdürüyor. TİKA YARALARI SARIYOR Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA), Gazze Şeridi”nde kurulan TİKA Ramazan Mutfağı ile ramazan ayı boyunca planlanan iftar yemeği dağıtımlarına aralıksız şekilde devam ediyor.

Source: Sabah


Aldatma cinayetine ağır müebbet

İstanbul Esenyurt”ta yaşayan Sadık Aras (30), geçtiğimiz yıl kasım ayında kendisini aldattığını düşündüğü eşi Filiz Aras (33) ile tartışma yaşadı. Bunun üzerine Filiz Aras evden ayrılmak istedi. Duruma karşı çıkan ve eşine şiddet uygulayan öfkeli koca, kadını yatakta boğarak öldürdü. Sonra da polisi arayarak “Karımı öldürdüm. Gelin beni alın” diyerek ihbarda bulundu. Eve gelen sağlık ekipleri Filiz Aras”ın hayatını kaybettiğini belirledi. Zanlı Sadık Aras ise polis ekipleri tarafından gözaltına alındı. Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma tamamlandı. Cumhuriyet savcısı hazırladığı fezlekede Sadık Aras”ın “eşi kasten öldürmek” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapsini talep etti. Fezleke Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı”na gönderildi. Soruşturma kapsamında ifadesi alınan Sadık Aras, “Beni kuzenim olan B.A. ile aldattığını düşünüyorum. Bunun üzerine aramızda tartışma çıktı. Kendimi kaybettim. Boğazını sıktım, sonrasını hatırlamıyorum” dedi.

Source: Huzeyfe Atici


Sadece bizde olur

O da bir açıklama yapmış ve “Toplu ulaşım kullanmam neden hakir görüldü” diye sormuş. Haklı, çünkü ben birkaç yerde “Otobüs kullandığı ortaya çıktı” başlığı gördüm. Ünlü bir insanın toplu ulaşım kullanması, metroya, otobüse binmesi bir tek bizim ülkemizde garipseniyor. Adı üzerinde, toplu taşıma. “Fakir ulaşımı” ya da “Zenginler binemez ulaşımı” değil ki adı… E ama işte bazı ünlüler alıştırdı lüks yaşamlarına, insan içine çıkmama huylarına, özel jetlerine, milyon dolarlık arabalarına. Onları görenler böyle normal ve olması gereken hayatları görünce şaşırıyor. Şaşırmayın. Parası olan da biner otobüse, metroya…Parası olanın da İstanbul Kart’ı olabilir.Ayrıca günümüzde trafik bu durumdayken, gideceğin yere hızla ulaşmak için muazzam bir yöntemdir toplu ulaşım.Ünlü sanatçıSon zamanlarda bir tartışma konusu ünlü ve sanatçı ayrımı. Bence hep tartışılmalı ve sonunda da bir karara varılmalı. Çünkü biz bir geçiş dönemindeyiz toplumca. Mesela sanatı magazinle ölçüyoruz. Takipçi sayısıyla karar veriyoruz. Mikrofonlara iki-üç saçma açıklama yapanlardan, olan bitene karşı hassasiyet bekliyoruz. Neden? Çünkü onları sanatçı sanıyoruz.Ben maalesef kendini sanatçı sananların sayısında fazlasıyla artış görüyorum. Yahu sanat böyle bir şey değil. Sanatçılık hiç değil. Ben mesela yarın bir şarkı çıkarsam ya da gidip birine yalvarsam, şarkısını alıp söylesem, öbür gün kendime sanatçı mı diyeceğim?Ya da yokluktan bir dizi, filmde oynasam, çıkıp da sanatçıyım nidaları atabilirim miyim? Atamam!Böyle olanlara, hayal dünyasında yaşayanlara da birkaç şey söylemek istiyorum ama üzülürler diye endişe ediyorum. O yüzden ya sabır çekiyorum. Aslında çekmemek lazım. Acı gerçekleri yüzlerine söylemek lazım…Fiyatları karşılaştırınMarketlerde geçen sene 600 lira olan külbastı bu sene 1100 lira olmuş.Pirzola 1100 liraymış, 2 bin liraya yaklaşmış. Daha saysak bir sürü kalem buluruz. O yüzden çok değerli buluyorum tüm market fiyatlarının tek bir çatı altında toplandığı siteyi. Marketfiyati.org.tr’den mutlaka karşılaştırın alacağınız ürünü ve gideceğiniz marketleri. Şaka gibi ama 100 metre arayla bile fiyatların değiştiğini göreceksiniz.Hazır bayram alışverişi dönemi gelmişken, cebinizde ne kadar fazla para kalırsa o kadar iyi…Adına besteler yapılmışCan Yaman’a şarkı yapmış Rus hayranları…Can Yaman’a şarkı yapmış Rus hayranları…Resmen şarkı.“İnanılır gibi değil” derdim eskiden, artık inanıyorum. Çünkü İtalya’sı, İspanya’sı derken ünü her yere yayılmış belli ki. Bulunduğu yerden çıkarken Rus kızlar resmen önünü kestiler Yaman’ın. Ona dokunmak, fotoğraf çektirmek için sıraya girdiler.O yüzden eskisi gibi garipseyip, “Bu işte bir iş var” demeyeceğim. Adam hayatını yurtdışına adadı.İşlerini oraya yapıyor, dizilerini, filmlerini orada çekiyor. E biraz da eli yüzü düzgün olunca, işini de iyi yapınca, tanınıp seviliyor oralarda. Çok normal.

Source: Orkun Ün


AB”den kriz stoku uyarısı: Gıda, su ve temel i̇htiyaç listesi verildi

Avrupa Birliği (AB), hazırlık stratejisi kapsamında olası afetler, salgın hastalıklar, siber saldırılar ve askeri tehditler gibi kriz anlarında her bireyin en az 72 saat yetecek kadar gıda, su ve temel ihtiyaç maddesi stoklamasını tavsiye etti. Okul müfredatlarına entegre edilecek Avrupa Komisyonu tarafından açıklanan “ilk kriz hazırlık stratejisi” kapsamında, vatandaşların kriz döneminde proaktif önlemler alması gerektiği vurgulandı. Bu kapsamda bireylerden acil durum planları oluşturmaları ve temel malzemeleri evlerinde hazır bulundurmaları istendi.AB genelinde “hazırlık günü” düzenlenmesi, konunun okul müfredatlarına entegre edilmesi ve jeneratör, barınak, gıda ve su gibi temel ihtiyaçlara yönelik stok stratejileri geliştirilmesi hedefleniyor.
AB’nin yeni stratejisi, Almanya, İsveç ve Norveç gibi kriz hazırlığı konusunda öncü ülkelerden esinlenerek oluşturuldu. Bu ülkelerde, vatandaşlara sığınak hazırlığı, yüksek kalorili gıdalar, iyot tabletleri, alternatif ısıtma sistemleri ve güvenli tahliye rotaları konusunda bilgilendirici broşürler ve mobil uygulamalar dağıtılıyor. “72 saatlik dayanıklılık en i̇yi tavsiyemiz” AB Kriz Yönetimi Komiseri Hadja Lahbib, 72 saatlik stoklama çağrısını desteklediği açıklamasında, “Vatandaşların kendi kendine yetebilirliği en önemli hazırlık” dedi. Lahbib, sosyal medya üzerinden yayımladığı videoda konserve gıda, şişelenmiş su, çakı, kibrit, radyo, nakit para ve oyun kartları gibi ürünlerin acil durum listesinde yer aldığını duyurdu. Strateji, bireysel değil aynı zamanda kurumsal hazırlığı da içeriyor. Lahbib, kendi hazırladığı 72 saatlik stokta “Pasta alla puttanesca” yapmak için gereken malzemelerin bile bulunduğunu belirtti. Finlandiya’da gençlere silah eğitimi verilmesine atıfta bulunarak, bu tür uygulamaların her ülkenin coğrafi ve stratejik şartlarına göre değişebileceğini vurguladı.

Source: Dünya Gazetesi


“Toplu taşımayı her zaman kullanıyorum”

Bade İşçil, geçtiğimiz günlerde Bebek te bir süre yürüyüş yaptıktan sonra bir marketten alışveriş yapmış daha sonra da otobüs durağına gidip halk otobüsüne binmişti. NEDEN HAKİR GÖRÜLDÜ? Oyuncu, sosyal medyada kendisi için Ünlü biri nasıl olur da toplu ulaşım aracı kullanır? içerikli yorumların yapılmasının ardından şu ifadeleri kullanmıştı: Toplu taşıma kullanmayı veya herkesin alışveriş yapabileceği bir yerden alışveriş yapmam neden hakir veya tuhaf görüldü anlayamadım? Bir vatandaşın olağan hakları neyse o şekilde yaşamamın aman aman bir durumu olmadığı gibi her zaman insanlığın, doğanın, yaşamın bir parçası oldum ve gururla söylemek isterim ki böyle de devam edeceğim. Habertürk ten Onur Aydın ın haberine göre; Bade İşçil, yine Bebek te yürüyüş yaparken objektiflere yansıdı. İşçil, halk otobüsüne binerken görüntülenmesi hakkında yeni açıklamalarda bulundu. MEZARLIK ZİYARETİ İÇİN HALK OTOBÜSÜNE BİNDİ Orhan Veli Kanık ın Aşiyan Mezarlığı ndaki mezarını ziyaret etmek için halk otobüsüne bindiğini söyleyen Bade İşçil; Yürüyüş yaptığım sırada Orhan Veli nin mezarının kirlendiği gördüm, her gün aynı güzergâhta yürüyorum ben zaten biliyorsunuz. Markete girdim, sonra temizleyeyim diye bir şeyler aldım. Hava da yağmurluydu Bir an önce gidip temizleyeyim diye düşündüm. Sonra otobüse bindim, zaten toplu taşımayı her zaman kullanıyorum ifadelerini kullandı.

Source: Habertürk


Fadime Özkan yazdı: Turpun büyüğü, ahtapotun kolları

Cumhurbaşkanı Erdoğan dün AK Parti grubuna hitaben yaptığı konuşmada, bir haftadır CHP”yi silkeleyen yolsuzluk dosyalarını değerlendirirken “turpun büyükleri heybede” deyince kulisler aniden hareketleniverdi.CHP”nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve 2028 seçimleri için cumhurbaşkanı adayı olan yani muhalefetin kendisine çok itimat edip pek çok bel bağladığı Ekrem İmamoğlu hırsızlık yolsuzluk dolandırıcılık gibi yüz kızartıcı suçlardan tutuklanmıştı, daha ne olsundu?Üstelik tutuklanmayı gerektiren dosyadaki iddialar öyle büyük, maddi deliller öyle kuvvetli ki bundan büyük turpları merak etmemek imkânsız.Konuşulanlara bakılırsa torbadaki turplar yine İstanbul”la bağlantılı. Zaten Erdoğan da “başı İstanbul”da olan ahtapotun kollarının nereye uzandığını göreceğiz” diyerek suç mahalline dair lokasyon vermişti.Ne olabilir diğer kollar, nereye uzanabilir? KİŞİSEL VERİLERİMİZ KİMLERE SATILDI? Konuştuğum kişilerin ortaklaştığı birkaç nokta var.İlki, dosyanın “milli güvenlik meselesine” dönüşme ihtimali. İBB”ye emanet edilen 16 milyon İstanbullunun kişisel verilerinin hukuksuz şekilde ele geçirilmesi Cumhuriyet Başsavcılığının iddiaları arasında vardı zaten. Dikkat çekilen yeni durumda bu verilerin kopyalandıktan sonra yine hukuksuz biçimde kullanılması ihtimali güçleniyor. 1) Kişisel verilerin maddi kazanç karşılığında reklam ve tanıtım amaçlı pazarlanması. 2) Kişisel verilerin yabancı istihbarat örgütlerinin eline geçmesi.3) Veriler üzerinden İstanbullu seçmenin tercihlerinin belli bir yönde değiştirilmesi, siyasi güdüleme.Bu ihtimallerin savcılık iddiasına dönüşüp dönüşmeyeceğini bilmiyoruz. Ama şunları biliyoruz. İMAMOĞLU VERİ KOPYALAMA EMRİ VERMİŞTİHatırlarsanız Ekrem İmamoğlu”nun 2019 yılında koltuğa oturur oturmaz imzaladığı ilk talimatlardan birisi İBB”nin dijital verilerinin kopyalanması talimatıydı. Tepkiler artınca teftiş kurulunun itirazıyla talimat kaldırıldı dendi o vakitler. Ama uyuldu mu ya da talimatla iptal arasındaki sürede zaten kopyalanmış mıydı bilmiyoruz. Bunu aklımızda tutalım, son somut gelişmeye bakalım.İmamoğlu gözaltındayken sosyal medyaya bir ses kaydı düştü. Kayıtta şu an tutuklu bulunan Medya AŞ genel müdürü Murat Ongun”un da olduğu bir ortamda –muhtemelen bir toplantıda- kopyalanan veriler ve telefonlara indirilen İBB uygulamaları aracılığıyla İstanbullu seçmenin Ekrem İmamoğlu”na oy vermeye ikna edilmesine ilişkin siyasi mühendislik planlamaları yapılıyor. Dolayısıyla turpun büyüğü bu olabilir. KENT UZLAŞISI KANDİL”LE UZLAŞI MI?Bir diğeri ise terör bağlantısı olabilir. Malumunuz, İmamoğlu”nun kuvvetli suç şüphesiyle soruşturulduğu bir diğer konu terör örgütüne destek ve işbirliği mevzu. Uzmanlar dosyanın güçlü olduğunu, hakkında tutuklama kararı çıkmamasının nedenini suçsuz olması değil zaten yolsuzluktan tutuklu olduğu için ikinci bir tutuklama kararı verilmesinin gereksizliğine dayandırıyor. Diyelim ki İmamoğlu hakkında yolsuzluktan tutuklama sonlandırıldı terör dosyasından tutuklanacağı söyleniyor.PKK-KCK”nın “kent uzlaşısı” diye tanımladığı CHP ile seçim ittifakı mevzuunun açık somut bir gerçekliği var. O da 31 Mart yerel seçimlerine az bir vakit kalana kadar CHP-DEM (PKK diye okuyunuz) arasında görüşülen ama netleşmeyen “kent uzlaşısı” kamuoyuna bu netlikte ifade edilmedi. Ama iki partinin işbirliği sahada kendini gösterdi. Buna göre CHP Esenyurt”ta ve Güngören”de önceden açıkladığı adayları geri çekti. DEM”in CHP”den Esenyurt”u özellikle istediği biliniyordu ve aslen DEM”li olan, bir süredir CHP içinde bekletilen Ahmet Özer CHP”nin belediye başkanı olarak ilan edildi ve DEM oylarıyla başkan seçildi. DEM parti de ittifak çerçevesinde İzmit”te, İstanbul Tuzla ve Eyüp Sultan”da adaylarını CHP lehine geri çekti. CHP”nin DEM”e belediye başkan yardımcılığı, belediye meclis üyeliği verdiği biliniyordu. Zamanla bu isimler doğrudan Kandil”e giderek, teröristlerle irtibatlarını devam ettirerek CHP ile Kandil arasında bir köprü oluşturdu. CHP belediyelerinin terör örgütlerine kaynak aktardığına dair iddiaları ve soruşturmaları da hatırlamakta yarar ver. Velhasıl bu trafiğin detayları ve boyutları soruşturma dosyasında büyüyor olabilir.AHTAPOTUN KOLU 13. KATA ULAŞIR MI?Bir diğeri işin CHP Genel Merkezine uzanma ihtimali. Zira bütün bu yolsuzluk, usulsüzlük, rüşvet, parayla delege satın alma iddialarının başladığı yer CHP İstanbul il binasının alınması öncesi. Görmeyen yok ama hatırlatalım. Malum, İmamoğlu”nun adamlarının da aralarında bulunduğu kişiler çantalar dolusu paradan kule yapması hadisesi. O bina bu paralarla alındı ama CHP il yönetimi de (Canan Kaftancıoğlu) genel merkez de (Kemal Kılıçdaroğlu) paradan ve olaydan haberdar olmadığını söylediler. İstanbul kurultayındaki şaibelerin de başlangıç noktası burası. Öte yandan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kaybedilmesinin ardından kendilerine “değişimci” diyen, başlarını İmamoğlu”nun çektiği, Özgür Özel”in de aralarında bulunduğu grup çevrimiçi gizli toplantılar yapmış ve genel başkana indirecekleri hançeri bileylemişlerdi. Devamında ayını ekip 38. Kurultayda İstanbul”dan getirilen paralarla delegelerin Kılıçdaroğlu aleyhine oy kullanmasını sağladılar. En azından herkesin bildiği sır böyle. Hatta Özgür Özel”in daha düne kadar İmamoğlu”nun yanında el pençe durmasının nedenini koltuğunu satın alan kişiye duyduğu minnete bağlayanlar hiç az değil.Dolayısıyla Özel”in karanlık para, kirli oy ve şaibeli kurultay mekanizmasından habersiz olmasını beklemiyor kimse. Buna dair CHP”lilerden birinin tanıklığı, bir ses kaydı yahut maddi delil ortaya çıkması, ahtapotun bir kolunun da CHP genel merkezinin 13. katında çıkması olur ki, bu CHP”nin kurumsal olarak da yıkımı anlamına gelir.

Source: Fadime Özkan


Dev takımın taraftar ürünü toplatılıyor! Bakanlık harekete geçti

Ticaret Bakanlığı, Güvensiz Ürün Bilgi Sistemi”nde yeni bir ürün ekledi ve açıkladı.Bakanlık, bebek ve çocuk ürünlerinde sıkça karşılaşılan güvenlik sorunları sebebiyle şimdi Trendyol 1. Lig”de bulunan MKE Ankaragücü’ nün çocuklar için ürettiği sweatshirt’e müdahalede bulundu.BOĞULMA RİSKİ VARTicaret Bakanlığı, belirtilen sweatshirt”ün tasarımında bulunan tehlikeli unsurlar sebebiyle boğulma riski taşıdığını vurguladı.Bu sebepten ötürü, ürünün piyasaya arzının yasaklanması ve toplatılması gerektiğine karar verdi.Ürünün bilgileri şu şekildedir

Source: İbrahim Turna


Nüfus Politikası Kurulu toplanıyor: Doğum izni bir yıla çıkarılacak mı?

Türkiye’de giderek düşmeye başlayan doğurganlık oranları ve nüfusun yaşlanmasına karşı yeni politikalar geliştirilmesi için oluşturulan Nüfus Politikaları Kurulu bugün toplanıyor.

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz başkanlığında yapılacak olan toplantıda, doğurganlık hızındaki düşüşe karşı hazırlanacak ulusal eylem planı konusundaki öneriler masada olacak.

Aynı zamanda, daha önce Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan’ın kurul toplantısında doğum izinlerini ele alınacağını söylemişti. Işıkhan, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada, doğum izninin artırılması ve işçi ile memur babalar arasındaki farkları giderecek bir çalışma yapıldığını dile getirmişti.

Kadın istihdamının artırılması için şu anda 6 ay olan doğum izninin bir yıla çıkarılması, bebeği olan kadınların ‘Home-ofis’sistemine uygun iş kollarında çalışmalarının teşvik edilmesi, memur babalara verilen 10 günlük doğum izninin işçi babalara da 10 gün olarak uygulanması gibi başlıklar Nüfus Politikaları Kurulunda gündeminde olacak.

Source:


Vicdansız hırsız Kübra Naz’ı yeniden sessizliğe mahkum etti

Adana”da doğuştan işitme engelli 3 yaşındaki Kübra Naz Sağın”ın her iki kulağına da devlet tarafından ücretsiz olarak “implant kulak” takıldı. Biyonik kulaklarıyla seslere tepki vermeye başlayan küçük kız sağlığına kavuştu. 9 ay önce ailesiyle birlikte pazara giden minik Kübra Naz”ın biyonik kulaklığından bir tanesi hırsız tarafından çalındı. Ailenin kulaklık alçak gücü olmadığı için küçük Kübra Naz yeniden sesliğe gömüldü… Yavrusunun duyma problemi yaşadığı için sürekli ağladığını ve denge sorunu yaşadığını belirten anne Mine Sağın, “Pazar alışverişindeyken cihazlardan birini çaldılar. Oturduğum yerde sinir krizi geçirdim, ağladım. Vicdansız biri kulağından alıp, götürdü. Şimdi sürekli ağlıyor, kardeşleriyle oynamak istemiyor. Eskiden iyi ya da kötü bizimle iletişim kurabiliyordu. Şimdi bir anne olarak çocuğum duysun, konuşsun istiyorum. Onun bu hali yüreğimi parçalıyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan”dan, Allah rızası için yardım bekliyorum” dedi. DEVLET KULAKLIK TAKTI Merkez Sarıçam ilçesi Yarımca Mahallesi”nde yaşayan fabrika işçisi Mustafa (35) ile Mine Sağın (34) çiftinin 3″üncü çocukları Kübra Naz Sağın (3), işitme engelli olarak dünyaya geldi. Ailesinin tedavi için başvurduğu Adana Şehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi”nde, 2 yıl önce Kübra Naz”ın her iki kulağına da “implant kulak” takıldı. Yapılan kontrollerde seslere tepki vermeye başlayan Kübra Naz”ın, yaşıtları gibi hayatının normale döneceği belirlendi. PAZARDA BİRİSİ ÇALINDI Sağın ailesi, 30 Haziran 2024″te Mehmet Şahintepe Mahallesi”nde kurulan semt pazarına gitti. Alışveriş sırasında Sağın ailesi, Kübra Naz”ın başındaki biyonik kulaklardan birinin yerinde olmadığını fark etti. Bebek arabasındaki içinde kredi ve yardım kartları ile 300 liranın bulunduğu cüzdanlarını da bulamadı. Hırsızlığı fark eden Sağın ailesi polis merkezine giderek şikayetçi oldu. Şüpheli ya da şüphelilerin yakalanması için çalışma başlatan polis ekipleri, sonuç alamadı. “VİCDANSIZ BİRİ KULAĞINDAN ALDI” Sağın ailesi, Kübra Naz”ın biyonik kulağı için yardım beklediklerini belirtti. Anne Mine Sağın, Kübra Naz”ın duyma problemi yaşadığı için sürekli ağladığını ve denge sorunu yaşadığını belirterek, “Pazar alışverişindeyken cihazlardan birini çaldılar. Oturduğum yerde sinir krizi geçirdim, ağladım. Vicdansız biri kulağından alıp, götürdü. Şimdi sürekli ağlıyor, kardeşleriyle oynamak istemiyor. Eskiden iyi ya da kötü bizimle iletişim kurabiliyordu” diye konuştu. “CUMHURBAŞKANINDAN YARDIM BEKLİYORUM” Kızının duyması için yardım beklediğini ifade eden Sağın, “Kızım doğduğunda işitme engelli olduğunu öğrenince, dünyam başıma yıkıldı. Şimdi bir anne olarak çocuğum duysun, konuşsun istiyorum. Onun bu hali yüreğimi parçalıyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan”dan, devletimden Allah rızası için yardım bekliyorum” dedi. “ÇOCUĞUMUN DUYMASINI İSTİYORUM” Baba Mustafa Sağın ise kızının yaşadığı sıkıntıları anlatarak, “Hırsızlığın ardından polis merkezine gittik. Ekipler güvenlik kamerası görüntülerini incelediler. Ama sonuç çıkmadı. Sadece çocuğumun duyması için yardım bekliyorum. İstenen ücreti karşılayabilecek bir maddi gücüm yok” ifadesini kullandı.

Source: Ziya Ramoğlu


Katranı kaynatsan olmaz ki şeker…

Katran karası bir güruhla karşı karşıyayız…

Kalpleri, kin ve nefretle lebalep dolu.

Sadece bu kadar olsa, “zararı kendilerine” deyip görmezden gelirdik lâkin bu kin ve nefretin hedefinde Türkiye ve İslâm var!..

Kendilerini, şehit kanlarıyla yoğrulmuş bu memleketin asli sahibi sayıyorlar.

Bu o kadar böyle ki, muarız addettikleri bizlere layık gördükleri yegâne vasıf, hizmetçilik…

Öyle olmasaydı eğer, bu torakların asil çocuklarıyla ilgili; “toplu katliama maruz bırakılmalıdırlar” diyen mahlûku ayakta alkışlamazlardı.

Öyle olmasaydı eğer, neredeyse İstanbul’u kökünden söküp satacak noktaya gelmiş bir kanun tanımazı savunmak için her türlü rezilliğe tevessül etmezlerdi…

Bunlar, kendilerinde suç işleme imtiyazı gören ve dünyanın başka hiçbir yerinde benzeri bulunmayan bir sahte seçkinciler topluluğu…

Ciddi ciddi suçu savunuyorlar ve kendilerine hukukun uygulanmamasını istiyorlar.

Hiçbirisi, orta yerdeki iddialara “yalan” demiyor!

Dedikleri şu: “Biz çalarız çırparız, asıp keseriz ama bunları yaptık diye bize dokunamazsınız!”

Türkiye’ye düşmanlar zira tarihin gördüğü en sofistike soygunun failini savunmak adına bu memleketin ekonomisini doğrudan hedef aldılar ve “boykot” adı altında Türk Ticaret Kanununun hükümlerini açıkça ihlal edip milli sermayeyi hedef tahtasına koydular.

Bunlar ki, bir buçuk seneden beri Gazze’de soykırım yapan insaniyet düşmanı Siyonistlerle ilgili tüm boykot çağrılarına kulak tıkamakla kalmamış, bu kan içici sermayeye destek için ellerinden geleni arkalarına koymamışlardı.

Evet, Türkiye’ye düşmanlar, hem de hiç sıkılmadan Amerikan ve İngiliz televizyonlarına “bize sahip çıkın” diyecek kadar milli değerlerden uzaklar ve Türkiye’nin uluslararası platformda sıkıntıya girmesi için ülkelerini şikayet edecek denli milli şuurdan nasip almamışlar!..

İslâm’a düşmanlar zira İslâm’ın hayat verdiği tüm değerlerle her vesile ile kavga ediyorlar ve tüm hınçlarıyla saldırıyorlar.

Bu ülke halkının kahir ekseriyetinin 22 yıldan beridir iktidarda tuttuğu Sayın Cumhurbaşkanına ölesiye düşmanlar.

Bu düşmanlığın tek sebebi, Tayyip Erdoğan’ın İslâm’ın hayat verdiği medeniyetimizin yılmaz savunucusu ve adlı adınca Müslüman olması…

Böyle deyince hiç utanmadan ve sıkılmadan kızıyorlar, “biz neyiz?” diyerek…

Bu satırlar aracılığı ile açık açık söylüyorum!

Müslüman mısınız, değil misiniz bilmiyorum doğrusu!..

Bildiğim, Müslümanlık ve İslâm’la ilgili bir şey duyduğunuzda kırmızı görmüş boğa gibi saldırı vaziyeti aldığınız…

Siz nesininiz biliyor musunuz?

Cami duvarını kirleten, insaniyetten ve terbiyeden mahrum zavallılarsınız!

Türkçedeki bir deyimi fiilen yaşadınız ve yaşattınız, cami duvarını kirleterek…

Şehzadebaşı Camiinin duvarları buna şahit!

Siz, medeniyetimizin sanatkârane eserlerini tarihi vasfına bakmaksızın yerle bir eden Vandallarsınız!…

Şehzadebaşı Camii haziresi buna şahit!

Siz, cami bahçesinde içki zıkkımlanıp sağa sola saldıran medeniyetten ve ahlaktan yoksun gözü dönmüş bir kitlesiniz…

Siz, insanlar namaz kılarken cami önünde toplanıp gürültülü çalgılar eşliğinde halay çeken, son rekâta gelindiğinde de fareler gibi kaçan yüreksiz namertlersiniz!

Siz, öldürmek kastıyla polise balta fırlatan ve kezzap savurup yakan teröristlersiniz!

Siz, namazla dalga geçmek adına toplum önünde palyaçoluk yapan iğrenç mahlûklarsınız!

Üstelik zır cahilsiniz!

Kendilerini ‘İslâmî’ diye nitelendiren gruplar hakkında zerre kadar fikriniz ve bilginiz yok.

Bu yüzden gördüğünüz her sakallıya saldırıyorsunuz, her başörtülüye iğrenç muamelelerde bulunuyorsunuz.

Bunları yaparken en iğrenç işlere tevessül etmiş soysuzlara, “bıcır bıcır çocuklar” deyip onları suça ve ahlaksızlığa teşvik etmeyi maharet sanıyorsunuz.

Siz, bu ülkenin Cumhurbaşkanının merhume annesine aşağılık bir şekilde küfredecek kadar zıvanadan çıkmış, ahlaktan ve namus erdeminden zerre kadar nasip almamış bir güruhsunuz!

Bakınız, burası sözün bittiği noktadır!

Açık söylemek gerekirse bıçak kemiğe dayanmış, sabrımız tükenmiştir!

Cumhurbaşkanına, onun muhterem ve merhume annesine böylesine aleni bir hakaretin yapıldığı vasatın adı demokrasi ve özgürlükse, lanet olsun böyle demokrasiye, lanet olsun böyle özgürlük anlayışına!

Bundan sonrasında, “inceldiği yerden kopsun” yaklaşımıyla suça bulaşan, yolsuzluk ve hırsızlık yapan, millî ve İslâmî değerleri hedef tahtasına koyan, alçakça küfreden ve ekonomiye suikast düzenleyen kim varsa, adına, sanına, makamına ve mevkiine bakmadan hesap sorulmalı, yakasına yapışılmalıdır.

Yetti artık!..

Gerçekten de yetti artık!

Son bir söz de, “tatlı su” kahramanlığını kimselere bırakmayıp hiçbir şey olmamış gibi ıslık çalma pozisyonu alanlara…

Utanın biraz!

Çıkın Erdoğan”ın gölgesinden!..

Ne yani, tek tek isminizi vererek annenize küfretmelerini mi bekliyorsunuz?!.

Source: Nihat Nas


TÜİK açıkladı: “Gri boşanma”, 5 yılda yüzde 44,53 arttı

Uzun süreli evliliklerin ardından boşanmalarda ifade edilen gri boşanma söylemi, Türkiyede son yıllarda 50 yaş ve üzeri yetişkinlerin boşanma sayısındaki artışla dikkati çekti. 2001de 50 yaş üstü boşanan kadın ve erkeklerin toplam sayısı 16 bin 55 olarak kayıtlara geçti. Geçen yıl 50-54 yaş grubunda boşanan 16 bin 387 erkek sayısı, 2001de boşanan erkek ve kadın sayısının toplamından fazla oldu. Türkiyede geçen yıl 50 yaş ve üzeri 55 bin 595 kadın ve erkek boşandı.2024 VERİLERİTürkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre; geçen yıl 50-54 yaş grubunda 16 bin 387 erkek, 10 bin 670 kadın, 55-59 yaş grubunda 9 bin 34 erkek, 5 bin 134 kadın, 60-64 yaş grubunda 5 bin 40 erkek, 2 bin 653 kadın, 65-69 yaş grubunda 2 bin 702 erkek, 1163 kadın, 70-74 yaş grubunda 1244 erkek, 415 kadın, 75 yaş ve üzerinde 971 erkek, 182 kadın boşanması gerçekleşti.2020DE 38 BİN 4642020deki boşanma sayılarında 50-54 yaş grubunda 10 bin 828 erkek, 6 bin 852 kadın, 55-59 yaş grubunda 6 bin 686 erkek, 3 bin 908 kadın, 60-64 yaş grubunda 3 bin 656 erkek, 1898 kadın, 65-69 yaş grubunda 1894 erkek, 803 kadın, 70-74 yaş grubunda 929 erkek, 249 kadın, 75 yaş ve üzerinde 645 erkek, 116 kadın olarak kayıtlara geçti.5 YILLIK VERİ2020-2024 yıllarında 50 yaş ve üzerinde boşanan erkek ve kadınların toplam sayısı yüzde 44,53 arttı. Buna göre; 2024te 55 bin 595, 2023te 49 bin 219, 2022de 54 bin 103, 2021de 52 bin 460, 2020de 38 bin 464 yetişkin, 50 yaş ve üzerinde evliliğini sonlandırdı.

Source: