“Toplumsal Gündem – İşçi Grevleri, Etik Yasası ve Siyasi Çalkantılar”

İzmir’de 23 bin işçinin grevi, büyükşehir belediyesi ile DİSK’in anlaşmasıyla sona erdi: Yedi gün sonra uzlaşı

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin (İzBB) şirketlerinden İZELMAN, İZENERJİ ve Egeşehir’de DİSK Genel-İş İzmir 1, 2, 3 ve 9 nolu şubelerde örgütlü 23 bin işçiyi kapsayan ve altı aydır devam eden toplu iş sözleşmesinde (TİS) uzlaşı sağlanamaması ile başlayan grev dün yedinci gününde, İzBB’nin önceki gece ilettiği ve İzBB Başkanı Cemil Tugay’ın “son teklif” diye nitelediği teklifin kabul edilmesiyle son buldu. Önceki gün yapılan görüşmelerde büyükşehirin ilk altı ay için yüzde 30 zam, ikinci altı ay için yüzde 17 enflasyon farkı üzerine yüzde 2 refah payı teklifinin kabul edilmemesi üzerine masadan kalkan Tugay’ın “Benim açımdan bu kişilerle görüşme yolu kapanmıştır. Ben görüşmek isterim ancak bu anlayışla görüşmemiz ve anlaşmamız mümkün değildir” demişti. Sendika yetkilileri teklifin kabul edilip edilmemesini işçilere sordu. İşçilerin talebi sonrası grevi bitirme kararı alan DİSK Genel-İş İzmir şubeleri TİS’i imzalamak için yetki istedi. Grev nedeniyle gerilimin artması üzerine CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in talimatı ile CHP Parti Sözcüsü Deniz Yücel ve CHP genel başkan yardımcıları Gamze Taşcıer ve Murat Bakan arabulucu olmuştu. Önce il başkanı Şenol Aslanoğlu ile görüşen CHP heyeti, daha sonra da sendika yetkilileri ile bir araya geldi. DİSK, Kültürpark 1 Nolu Hol önünde işçileri toplayarak teklifi sözlü olarak tekrar etti ve “Kabul edenler?” şeklinde oyladı. Hol önündeki emekçilerin büyük çoğunluğu teklifin kabul edilmesi yönünde oy verdi. DİSK Genel-İş İzmir 2 Nolu Başkanı Ercan Gül, teklifin kabul edilmesinin ardından, “Bize imza yetkisini veriyor musunuz? Yetkiyi verdiniz, hangi anlamda verdiyseniz saygı duyuyorum ama ben burada yarınları düşünerek yalnızlaşmamak adına İZELMAN’ın imzaladığı gibi bu TİS’i imzalamak istiyoruz. Bu güveninizi asla boşa çıkarmayacağım” ifadelerini kullandı. “BELEDİYELERİN GÖZDEN GEÇİRMESİ GEREKENLER VAR” İzmir Büyükşehir Belediyesi ve DİSK Genel-İş arasında toplu iş sözleşmesi imzalandı. İmza törenine İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay ile CHP Genel Başkan Yardımcı Gamze Taşçıer, büyükşehir avukatı Ahmet Okay, DİSK Genel-İş İzmir 1 No’lu Başkanı Engin Topal ve DİSK Genel-İş İzmir 3 No’lu Başkanı Serap Yılmaz katıldı. Basın toplantısında yaptığı konuşmada, işçinin hakkını aramasına destek verdiğini söyleyen Tugay, “1 ve 3 No’lu şubelerle bir mutabakata varıldı” dedi. “ÜSLUP HATALARI OLDU” Tugay açıklamasında şunları söyledi: ‘’Bizim başladığımız bir nokta vardı. Sendikalarımızın talep ettiği bir nokta vardı. Sonuçla ilgili memnun olan olacaktır, olmayanlar olacaktır. Bunun en doğru değerlendirmesini belediye yöneticileri ile sendika yöneticileri olacaktır. Üslup hatalarının olduğunu her iki taraf için de söyleyebilirim. Ama bizler İzmir halkına hizmet etme sorumluluğu olan kişiler olarak bir aileyiz. Bir aile ifadesi sıkça kullanıldığı için içi boşaltılmış gibi dursa da böyle hissediyoruz. Zorlu bir süreç içerisinde olduğundan bu hataların da olağan görülmesini bekliyorum. Öfkemiz yok, anlaşmayı yaptıktan sonra hemen İzmirlilere hizmet etmeye kaldığımız yerden devam edeceğiz. “RANT DEVŞİRMEYE ÇALIŞTILAR” Hiçbir zaman çalışanların mücadelelerine, grev haklarına karşı olmadım. Böyle birisi Cumhuriyet Halk Partisi’nde olamaz zaten. Bu süreçte bizi işçi düşmanlığıyla suçlayarak siyasi rant devşirmeye çalışanlar oldu.” Tugay, “Sonuçta biz mevcut bütçe olanaklarımızla yapabildiğimizi yapabiliyoruz. Sendika yönetiminde olan arkadaşlarımız da çalışanların, işçilerin haklarını korumak adına burada taleplerini kendi doğruları oranında dile getiriyorlar. Bu gayet doğal bir süreçtir” dedi. Tugay ayrıca, “Belediyelerin, kamu kurumlarının personel istihdamı ve verimliliğiyle ilgili, sendikalarla ilişkilerle ilgili gözden geçirilmesi gereken şeyler var” ifadelerini kullandı. “ZAM TEMMUZDA” İşe devam primi ve sağlık raporu priminin yeni TİS’te olmadığının altını çizen Tugay, “Yeni sözleşmelere bunları koymayacağız. Şu an itibarıyla 65-80 bin TL arasında bir rakam alacak arkadaşlar. 1 Temmuz’dan itibaren zam olacak” diye konuştu. İZENERJİ’nin de grevi bitirdiğini ve anlaşmanın ayrıntılarını belirlemek için beklediğini söyleyen Tugay, “Detayları konuşmadığımız için burada değiller” ifadelerini kullandı. DİSK Genel-İş İzmir 3 No’lu Başkanı Yılmaz da dün itibarıyla grevdeki tüm işçilerin işinin başına döndüğünü ve başta toplu ulaşım, temizlik hizmetleri olmak üzere tüm belediye hizmetlerinin aksamadan yapıldığını söyledi. Öte yandan CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Emek Büroları Koordinatörü Gamze Taşcıer, yayımladığı açıklamada, İzmir halkının ve emekçilerin kazandığını söyledi. Taşcıer, “Şunu açıkça söylemek gerekir: Karşımızda yıllardır emeği yok sayan, alın terini değersizleştiren bir iktidar var. Kamuda güvencesizliği kural haline getiren, grev hakkını suç gibi gösteren, sendikal örgütlenmeyi baskı ve tehditle bastırmaya çalışan bu anlayış; özellikle CHP’li yerel yönetimlere karşı düşman hukuku uygulamakta, belediyelerimizi işlevsizleştirmek ve yönetilemez hale getirmek için her yolu denemektedir. Ancak İzmir’de olduğu gibi, emeğe saygı duyan, diyalogdan yana tavır alan, sosyal demokrat yönetim anlayışıyla hareket eden CHP’li belediyeler bu baskı politikalarına boyun eğmemekte; insan onuruna yaraşır bir yaşam için çözüm yollarını kararlılıkla inşa etmektedir” değerlendirmesinde bulundu. DİSK”TE İSTİFA RÜZGÂRI İDDİASI DİSK Genel-İş Sendikası ile İzmir Büyükşehir Belediyesi arasında yaşanan gerilim süreci ilçe belediyelerine de sıçradı. Bornova Belediye Başkanı Ömer Eşki, sendikanın 3 nolu şube başkanı ve aynı zamanda CHP üyesi olan Serap Yılmaz’ın sosyal medya paylaşımları nedeniyle disipline sevk edilmesi için bir adım attı. Eşki’nin, Yılmaz’ın parti disiplinine gönderilmesi amacıyla CHP il başkanlığına resmi dilekçe sunduğu öğrenildi. Yılmaz’ın açıklamaları ve sosyal medya paylaşımları, bazı işçiler arasında da rahatsızlık yaratmıştı. DİSK’e tepkiler sadece açıklamalarla sınırlı kalmadı. Balçova Belediyesi’nde çalışan işçilerin yaklaşık yüzde 80’i sendikadan istifa ettiği bildirilirken Bornova Belediyesi’nde de 450 işçinin DİSK’ten ayrıldığı öne sürüldü. DİSK Ege Bölge Temsilcisi Memiş Sarı, “Birkaç yerde 30-40 kişinin istifa ettirildiğini ancak geri dönüşler sağlandığını” savundu.

Source: Ece İçmez


Hiçbir şey, göründüğü gibi değildir

Yaşam akıp giderken, siyasi olaylara karşı yorumlar -tahminlerim bazen çok emin görünseler de- altüst olabiliyor. Algıları oluşturulan inançlar beklentilerin tersine giderken, önemsiz görünen her tanımlama tüm bir coğrafyayı yanlış yola sokmaya yetebiliyor. Her şey göründüğü gibi değildir. Hatta, hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Bugün size bu konuda çok farklı dönemlerden ve algılardan örnekler vereceğim. 24 Şubat 2022’de Rusya, Ukrayna’ya saldırdı. “Komedyen” Zelenski’nin ülkesini felakete taşıdığı, Rusya’nın Ukrayna’yı bir haftada işgal edeceği ve bunu durdurmanın artık mümkün olmadığı söylendi. İşin komik tarafıysa Rusya’nın bu ağır saldırılarını destekleyen ve neredeyse sosyalizm ve hümanizm üzerinden bunun sağlamasını yapmaya kalkışan çok sayıda insan olmasıydı. Aradan 40 ay geçtikten sonra tabii ki Rusya umduğunu bulamadı. Demokratik ülkelerde Putin’in izlediği politika yalnız insan hakları ihlali olarak değil insanlık dışı eylemler olarak görüldü. O insanların acıdığı, mahvolacaklar diye baktığı Ukraynalılar yalnız direnmekle ve 21. yüzyılda savaş tarihine kalacak izler bırakmakla kalmadılar, geçtiğimiz hafta sonu belki Rusların bile gizlice hayran hayran bakacakları akıl dışı bir drone saldırısı yaptılar ve 3000-4000 km uzaklıktaki hedeflerini, kendilerine saldıran ülkenin milyarlarca dolarlık saldırı uçaklarının üçte birini yerle bir ettiler. Truva atı gibi transport kargo kamyonlarının içine gizlenmiş 117 adet drone Rusya’ya belki de savaş tarihinin en ağır mağlubiyetini yaşattı. Bu olayın tarihte kıyaslanabileceği bir tek Pearl Harbor felaketi var deniyor… 3,5 yıl öncesine dönersek, demek ki hiçbir şey göründüğü gibi değilmiş. İKİNCİ CUMHURİYETÇİLER NASIL YANILDILAR? 12 Eylül sonrası siyasi tartışmalarda, demokrasinin yaşama geçmesi için ordunun üstünün örtülmesi gerektiği vurgulanıyordu. Yaratılan bütün antidemokratik görüntüler yani parti, sendika ve dernek kapatmalar, işkenceler, gençlerin asılması, TSK’nın bir daha ortaya çıkmaması gibi bir inancın yerleşmesini körüklüyordu. 80’lerin ortasından itibaren ortaya çıkan “İkinci Cumhuriyetçi” yazar güruhuna göre Kemalistler ve ordu demokrasi açısından büyük engeller dizisi oluşturuyordu. Medyada dört koldan sürdürülen faaliyetlerle, Atatürkçü yazarlar adeta yok sayıldı. Büyük gazetelerde İkinci Cumhuriyetçi yazarların sazı ele alması bir “medya tarzı” olarak dayatıldı. Daha sonra da FETÖ, Abant’ta yaptığı paralı buluşmalarla “gazetecileri” kafa kola aldı. TSK, siyasi gidişat hakkında ağzını her açtığında kendilerine darbeci dendi ve sonuçta hangi davalarla hangi komplolarla etkisiz hale getirildiler bunu artık ezbere biliyoruz. Bu yıkıcı moda, Ergenekon ve Balyoz davalarıyla Türk siyasi ortamını şekillendirmeye girişti. TSK bağımsız duruşunu kaybetti ve bugün siyasetle ilgisi sıfır olan ve kimsenin sesini duymadığı bir kurum haline geldi. Kritik soruyu soralım: Demokrasinin karşısındaki en büyük engel denilen TSK susunca demokrasi tavan yaptı mı? Yoksa tersine Türkiye’de artık demokrasi, insan hakları, medya ve ifade özgürlüğü yerlerde mi sürünüyor? En şatafatlı ve iddialı lafları yayanlar yine haksız çıktılar. Aynen Yetmez ama Evetçiler gibi… Demek ki, hiçbir şey göründüğü gibi değilmiş. ÖZEL KİMLERLE TARİH KONUŞMALI, KİMLERİN KİTAPLARINI OKUMALI? Özgür Özel, özellikle çok beğendiğim, büyük bir başarı hikayesine imza atmakta olan genç bir lider. Aynen İmamoğlu gibi o da Cumhuriyetimizin kaderinde çok önemli roller üstlenecek. Kendisinin enerjisine, cesaretine hayranım. Özel’in grup konuşmalarına da hayranım. Siyasi tarihimizde bu derece başarılı hatip iki elin parmaklarından azdır. Sevgili Özel, son grup konuşmasında, 27 Mayıs konusunda kendisinden daha tecrübeli olan onca duayen CHP’liyi üzecek bazı sözler sarf etti. Eminim niyeti demokrat bir analiz yapıp herkese özeleştiri konusunda da ne kadar açık olduğunu göstermekti. Konu zaten çok hassas. Bir makalenin son paragrafında kimseye 27 Mayıs konusunda bir eğitmenlik yapacak değilim. “27 Mayıs İlk Aşkımızdı” kitabımın başlığı, Uğur Mumcu’nun bir cümlesi… Özel “27 Mayıs’ı yapanların torunları sokağa çıkıp ‘dedem 1960 darbesini yaptı’ diyemez” derken, aynen Kılıçdaroğlu gibi hataya düşüyor. Genel başkanlığı kazandıktan üç gün sonra Radikal’de “27 Mayıs’ı yapanlar bugün utanıyor” demişti, Kemal Bey. Ben, 27 Mayıs’a giden aylarda büyük sorumluluklar alan ve İsmet İnönü gibi gerilimin düşmesi adına Celâl Bayar’ı ve Adnan Menderes’i istifaya ve seçime gitmeye davet eden Dr. Suphi Baykam’ın o dönemde yaptığı bütün konuşmalardan gurur duyuyorum. Aynen Millî Birlik Komitesi üyesi askerlerden Suphi Karaman’ın oğlu Suay Karaman gibi… Sayın Özel bilmeli ki, o dönemin önde gelen bütün CHP’li siyasetçileri “Keşke 27 Mayıs mecbur edilmeseydi, Bayar ve Menderes çağrılara kulak vermiş olsalardı ve ülkede gerilimi azaltıp demokrasinin inkıtaya uğramasına neden olmasalardı, keşke idamlar olmasaydı” derler. Sayın Özel’e yapacağım hatırlatma, çok ivedi olarak yakın tarihimizin en önemli dönemeci olan bu tarihi ihtilal hakkında birinci elden bilgi edinmesi… Sayın Özel, eski genel başkanlarımız Altan Öymen ve Hikmet Çetin ile ne mutlu ki çok yakınsınız. Lütfen kendileriyle bir akşam yemeği sohbetinde buluşun. Bu yemeğe, Cumhuriyet gazetesinin başyazarı Dr. Alev Coşkun’u, hukuk ve basın dünyasının duayenleri Yekta Güngör Özden’i ve Oktay Ekşi’yi de davet edin. Sizin iyi niyetinizden ve demokrat kişiliğinizden kimsenin şüphesi yok ama “bilgi eksikliğim olabilir” şüphesiyle konuya yaklaşmanızı rica edeceğim. Demokrasi, kesinlikle durdurulmaması gereken en kutsal parlamenter rejimin adıdır. Fakat Sayın Özel, demokrasiyi inkıtaya uğratan hamleyi komutanlar değil, 18 Nisan 1960’ta CHP’yi “Tahkikat Komisyonu” ucubesiyle kapatmaya çalışan Demokrat Parti yapmıştır. Darbe kesinlikle odur, 27 Mayıs değil. Ayrıca lütfen bu konularda Kemalizm’in ve sosyal demokrasinin temel taşları olan ve teröre kurban verdiğimiz çok değerli dostlarım Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı’nın kitaplarını da okuyun. Orada, neden 27 Mayıs’a diğer “darbeler” gibi yaklaşılmadığını detaylı gerekçeleriyle görürsünüz. Devlet radyosunda uydurma bir şekilde DP’ye katılan isimleri “Vatan Cephesi” adı altında sayarak bölücülük yapan, gazetecileri ve gençleri hapse atan, hukuku hiçe sayan DP’nin yalnız adı “demokrat” idi, tavrının tarifine uygun ismi siz bulun. Bu görüşmelerden sonra yine hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını eminim algılayacaksınız. Çok tarihi bir dönemde görev yapıyorsunuz Sayın Özel, sizi çok seviyoruz ve ağzınızdan çıkan her cümlenin tarihin süzgecinden geçmiş olması gereğini hatırlatıyoruz.

Source: Bedri Baykam


CHP lideri Özel’in çağrı yaptığı etik yasasında neler var?

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Meclis’e sundukları siyasi etik yasasının görüşülmesi için çağrı yaptı. Bizzat Özel’in imzasıyla 2023’ün temmuz ayından beri Anayasa Komisyonu’nda bekleyen teklifte her partinin eşit sayıda üye verdiği bir Siyasi Etik Kurulu oluşturulması öneriliyor. Kurula cumhurbaşkanının, bakanların ve milletvekillerinin mal ve gelir bildirimlerini inceleme yetkisi veriliyor. Ayrıca teklifte kurula elinde siyasi etik ilkelerine aykırı bir işlem yapıldığıyla ilgili somut delil bulunan yurttaşların da başvurabileceği belirtiliyor. CHP lideri Özgür Özel, partisinin grup toplantısında CHP’nin Meclis’te bekleyen Siyasi Etik Yasası’nı anımsatarak “Hodri meydan, getirin yasalaştıralım” çağrısını yaptı. Özel’in söz ettiği 17 maddelik teklif ilk olarak 2019 yılının temmuz ayında TBMM Başkanlığı’na sunuldu. Ancak teklif o yasama döneminde görüşülmeyince Özel’in imzasıyla 2023’ün temmuz ayında tekrar verildi. Teklif 4 Temmuz 2023’ten bu yana Anayasa Komisyonu’nda görüşülmeyi bekliyor. Teklifin gerekçesinde Cumhurbaşkanlığı ve TBMM’nin yozlaşmaya karşı korunması gerektiği vurgulanarak “Ülkemizde bugüne kadar Meclis üyeleri, cumhurbaşkanı ve bakanları bağlayıcı nitelikte etik kurallar oluşturulamamıştır. Bu durum siyasetin kişisel çıkarlara alet edildiği, siyasi makam ve görevlerin kayırmacılık ve iş takibi amacıyla kullanıldığı, vatandaşlardan toplanan vergilerle finanse edilen kamu kaynaklarının amacı dışında kullanıldığına ilişkin bir inanışın toplumda yerleşmesine neden olmuştur” deniliyor. Buna karşı da Meclis’te her partinin eşit sayıda üye verdiği bir Siyasi Etik Kurulu oluşturulması öneriliyor. SİYASİ ETİK KURALLARI Teklifin çizdiği etik kurallara göre cumhurbaşkanı, bakanlar ve milletvekilleri görevleri devam ettiği sürece; kamu kuruluşlarının, derneklerin ve vakıfların yönetim kurullarında yer alamıyor. Bir çıkar karşılığı olmasa dahi özel sektörde herhangi bir görevde bulunamıyor. Teklifte siyasetçilerin toplumun ortak mirası olan milli ve manevi değerleri siyasi amaçlarla kullanamayacağı, kendilerine tahsis edilen kamu imkânlarının da “tahsis amacı dışında kullanılamayacağı” belirtiliyor. Teklif ayrıca Yolsuzlukla Mücadele Yasası gereği cumhurbaşkanı, milletvekilleri ve bakanlara her yılın ocak ayında Meclis’e mal varlıklarını bildirime zorunluluğu öngörüyor. Bu görevleri yapan kişilerin, kendilerine değeri net asgari ücretin beşte birinden fazla verilen hediyeleri de Meclis Başkanlığı’na teslim etmesi gerektiği belirtiliyor. Tüm bu etik kuralları denetleme görevi de Siyasi Etik Kurulu’na veriliyor. Teklife göre; Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları somut delilleri olması koşuluyla kurula dilekçeyle başvurabiliyor. Teklifte, kurulun yaptığı inceleme sonuçlarını bir rapor halinde TBMM Başkanlığı’na sunacağı ve etik kurallara uyulmadığının tespit edilmesi halinde, “bu durumun kamuoyuna açıklanacağı” belirtiliyor. Yaptırım olarak ise sadece milletvekillerine “uyarı ve kınama” cezaları öngörülüyor.

Source: Sarp Sağkal


Erdoğan”ın duvarlara astığı sözün hapisteki sahibi

Her bayram, insan hafızasına verilmiş bir ödüldür. İstanbul”un sokakları Erdoğan”ın bayram afişleriyle dolu. Cumhurbaşkanlığı forsu yok. AKP”nin logosu ilanlarda görünüyor. Sürpriz değil… Otobanın yanındaki binanın giydirmesi SEV Medya”nın. Sahibi hapiste. Şirkete kayyum atanmış. Fulya”da, yolun kenarındaki etkin pişmancı İlbaklar”ın yeri. Şirkete kayyum atanmış. Onların yerinde de Erdoğan”ın afişleri. Otobanların üst geçidindeki alanlar Adversity”nin. Sahibi meşhur Murat Kapki. Bu yüzden E-5″in üstgeçitleri Erdoğan”ın mesajlarıyla dolu. Kısacası bu bayramın kazananı, reklam alanlarının sahiplerini tutuklayıp, şirketlerine kayyum atayıp, ardından yerlerine kendi afişini asan Erdoğan! Ancak bu kadar değil… AHMET ÖZER’İN SLOGANI Afişlerde bir slogan yazıyor: Adımız Kardeşlik Soyadımız Türkiye. İşte bu sloganı çok yakın zamanda duydum. Nerede mi? Malum, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer de hapiste. CHP”den İstanbul”un en büyük ilçesini kazandıktan sonra PKK ile suçlanarak hapse atıldı. İlk duruşması 23 Mayıs”ta Silivri”deydi. Ben de o salondaydım. Aslında Silivri Cezaevi Kampüsü içindeki yargılamaları yıllar önce çok tartışmıştık. Ergenekon-Balyoz kumpasları sürecinde, cezaevi içinde yargılama yapmanın hukuksuzluğunu avukatlar anlatmıştı. Gelgelelim, kumpas davaları bitip, FETÖ yargılamaları başlayınca, salonun mucidi olan FETÖ”cüler kendi icatlarında yargılanacakları için pek de ses çıkmadı. FETÖ yargılamalarının ardından üçüncü tur yine muhalefetin davalarının oldu. Sanki o günleri hatırlatır gibi… Duruşma salonunda yanıma Hıdır Hokka oturdu. Belki hatırlarsınız. Hokka, kumpas davaları sürecinde Silivri önünde nöbet çadırı kurmuş, yıllarca orada beklemiş, ‘Silivri Valisi’ lakabını almıştı. Onca zaman sonra gördüğüm Hokka, Silivri”den kopamamış. İlçeye yerleşmiş. Eski alışkanlıklarla kritik davaları izlemeye devam ediyormuş. Yıllar sonra onu görünce içimden “Batı yakasında değişen bir şey yok” dedim. İşte o gün Ahmet Özer savunmasında şunu söylemişti: “10 yıl önce söylediğim, öne sürdüğüm fikirler benimsenerek bir süreç yürütüldüğünü ve hatta benim sözlerimin AKP Sözcüsü ve Cumhurbaşkanı tarafından kullanıldığını da memnuniyetle takip ediyorum. “Adlarımız farklı olsa da soyadımız Türkiye’dir” sözü bana aittir. En son, bana operasyon yapılmadan bir gün önce 29 Ekim de Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında Esenyurt Meydanında onbinlerin önünde bu sözü söyledim.” İşte Erdoğan”ın astığı o afişlerdeki sözün kaynağını o salonda duydum. Bu kadar değil, başka şeyleri de… 65 YAŞINDA İLK KEZ YARGILANDI -Ahmet Özer, Van”ın ilkokulu olmayan bir köyünden, 22 çocuklu bir aileden çıkıp profesör olmuştu. Bunu “Cumhuriyetin kazanımlarıyla” açıklıyordu. -Profesör olunca, okumasını çok isteyen babasının mezarına gidip “baba, rahat uyu, bak seni mahçup etmedim, okudum geldim” demişti. -Dedesi 9 Eylül”de İzmir”e Atatürk”le birlikte giren bir Kurtuluş Savaşı gazisiydi. -Kitaplarından, yaşamından, konuşmalarından örneklerle ülkenin bölünmesinin Kürtler”e de zarar vereceğini anlattı. Atatürk”ten referans verdi: “Kürtlerle Türkler arasında bir sınır çizmek her iki halkın da mahvına yol açar”. -Yeni değil 2011″den beri CHP üyesiydi. -Esenyurt”a kayyum atandığını daha savcıya ifade verirken yandaş medyadan öğrenmişti. -Açıkladığı anketlere göre, Esenyurt halkının yüzde 81″i tutuklanmasına ve kayyum atanmasına karşıydı. Yüzde 50 ile kazandığı seçimde bugün oyu yüzde 65″e çıkmıştı. -40 yıl akademisyenlik ve her seviyede bürokratlık yapmış. 38 kitap, 200 makale, 350 bildiride imzası var. Hayatında hiç soruşturulmamış, hiç yargılanmamış. Ta ki 64 yaşında Esenyurt Belediye Başkanı olana kadar… -Tek kişilik iddianamesinin yazımını 4 ay, yargılanmayı 7 ay beklemiş. YİNE GİZLİ TANIK EFSANELERİ -Aleyhindeki gizli tanık 2019 ve 2020″de örgütten ayrılıp ifade vermiş, tek kelime adını anmamıştı. -İmralı tutanaklarında adı geçtiği için içerdeydi ancak bugün Öcalan”ın mektubu devletin ajansından okunuyordu. -İki ay boyunca dinlenen telefonundan çıkan tek suçlama, kardeşi PKK”dan tutuklu birine annesi öldüğü için dilediği başsağlıydı. (Bu yargılama olurken, Türkiye, Adalet Bakanı”nın kardeşinin FETÖ dosyasını konuşuyordu.) -Adli işlem kaydı olan 694 kişiyle telefon görüşmesi olduğu söyleniyordu. Bu kişiler arasında DEM”li Pervin Buldan, Tuncer Bakırhan, Ahmet Türk, AKP Van Belediye Başkan Adayı Necdet Takva, CHP”li Zeynel Emre ve Yüksel Taşkın gibi bir dizi tanınmış isim vardı. Hatta telefonla sipariş verdiği “Ege Yöresel Ürünler” şirketi bile… MEĞER KIRMIZI BÜLTEN YOKMUŞ -Remzi Kartal”ı çok konuştuk ya… Ahmet Özer onunla 10 yıl önce telefonla konuşmakla suçlanıyordu. AKP”li Hüseyin Yayman”ın Kartal ile yemek yerken fotoğrafı çıktığını hatırlattı. Özer akrabalıkla suçlanırken, Remzi Kartal”ın yeğeni geçen dönem AKP”de vekil yapılmıştı. -Daha da ilginci… Remzi Kartal hakkında kırmızı bülten olduğu yazılıyordu. Ortaya çıkmıştı ki Kartal hakkında kırmızı bülten yoktu. -Kardeşi, oturduğu sitenin yöneticisi, kiracısı, yeğeni ile para hareketi şüpheli gösterilmişti. -Yazdığı romandaki karakterin PKK”lı olması, belediyeye gönderilen bir mizah dergisindeki çizim, belediyenin festivalindeki bir şarkıcının bağlantıları ona suçlama olarak yönelmişti. -TBMM”den AKP”ye bir dizi kurum onu Kürt meselesi üzerine çağırmış, dinlemiş, görüşlerine raporlarında yer vermişti ama o görüşler bugün yargılanıyordu. 800 DOSYADA AYNI TANIK -Tutuklanırken yoktu. Sonrasında Özer”in aleyhinde tanık olan kişinin 800 ayrı dosyada da tanıklık yaptığı ortaya çıkmış. Özer”in avukatı şunu söyledi: “Benim 800 tane tanıdığım yok, zannediyorum terör örgütünde bir yöneticinin bile bu kadar tanıdığı yoktur.” Ahmet Özer, duruşmanın sonunda birkaç yüz metre ötedeki cezaevine götürülürken, adı geçti diye suçlandığı İmralı”ya, Silivri”den “süreç” kapsamında mahpuslar taşınıyordu. Özer”in sözleri ise bayram kutlaması olarak Erdoğan tarafından duvarlara asılıyordu. Kendisinin mahkemede sık sık vurguladığı gibi: Van”da doğup Esenyurt”a CHP”den seçilmiş bir belediye başkanı olmasa yargılanmayacaktı. Oysa bu ona Cumhuriyet”in sunduğu bir fırsattı. İlk kez 16 yıl önce duruşma izlediğim salondan çıkarken içimde aynı his var: Yine gizli tanıklar, yine çuval dosyalar, yine soyut suçlamalar, yine itibarsızlaştırılmalar, yine “telefonla konuştun”lar… Silivri rejiminde isimler değişiyor. Ama düzeni olduğu gibi devam ediyor. Bayram bayram gibi yaşansın diye çile çekenler olduğunu unutmayın.

Source: Barış Terkoğlu


İklim-faşizm-YZ

Bu hafta Polonya seçimlerinin sonuçlarıyla Dünya Meteoroloji Örgütü ’nün (WMO) yayımladığı son iklim verilerini, Wall Street Journal ’ın yapay zekâ (YZ) ile ilgili uyarılarını birlikte okuyunca düşündüm: Karşımızda uygarlığın kendi sonuna doğru koşmaya başladığını gösteren bir paradokslar zinciri var. İKLİM KRİZİ-FAŞİZM-İKLİM KRİZİ Donald Trump ’ın desteğiyle Polonya’da başkan seçilen Nawrocki ’nin zaferi, sadece Varşova’da değil, Avrupa genelinde faşist yükselişin son örneği oldu. Faşist MAGA’nın (Make America Great Again) “önce milletim” söylemi, beyaz üstünlüğü ima eden kimlik siyasetiyle birleşiyor, otoriterliği meşrulaştırıyor, iklim krizini inkâr ediyor. Oysa WMO’nun son verileri, 2029’a kadar en az bir yıl, küresel ortalama ısının, “Sanayi Devrimi” öncesi ortalamanın 1.9 derece üstüne çıkabileceğini söylüyor. 2 derece sınırının aşılması halinde mercan resiflerinin yüzde 99’unun yok olacağı, birçok tarımsal ekosistemin çökeceği, orman yangınlarının, kuraklıkların felaket boyutuna varacağı, her yıl en az 800 bin kişinin yurdunu terk etmek zorunda kalacağı uyarısı yapılıyor. Küresel ısınma, yalnızca doğal ekosistemleri değil, siyasal sistemleri de sarsıyor. Tarımsal verimliliğin düşmesi, kuraklık ve göç hareketleri toplumsal huzursuzluğu artırıyor. Bu krizler, faşist söylemleri besliyor. Bu döngü, yalnızca siyasi değil, epistemik bir kopuşa da işaret ediyor. Faşist rejimler, bilimi, dayanışmayı ve kolektif aklı reddediyor, gerçeği değil, din ve ırk temelli kimlik kurgularını yüceltiyor, bilimi değil, duygusal intikamı (kadın, LGBTQ düşmanlığını) kışkırtıyor. Faşistlerin, iklim krizini inkâr etmeleri bir rastlantı değil. Polonya örneğinde Nawrocki’nin “Çevre düzenlemeleri ekonomiyi boğar” savı da bu düşünce sistemine dayanıyor. Oysa “ekonomi mi, çevre mi?” ikilemi yapaydır. Ekolojik çöküş, kaçınılmaz olarak ekonomik çöküşe yol açacaktır. Bugün çevreyi savunmak, aslında yaşamın ve üretimin sürdürülebilirliğini savunmaktır. İklim krizine karşı etkin mücadele, ancak kolektif akıl, uluslararası işbirliği ve hakikate bağlılıkla mümkün. Ama bilimin uyarılarına kulak vermeyen, inkârcı faşist hareketler yükselmeye devam ediyor. Faşizm göçmen karşıtlığını, çevre düzenlemelerine karşı ekonomik itirazlarla birleştirerek felaketin hem sonucu hem taşıyıcısı oluyor: Küresel ısınma faşizmi, faşizm ise küresel ısınmayı besliyor. BİR TEKNOLOJİK PARADOKS Uygarlık, tarih boyunca pek çok kez çevresel krizlerle karşılaştı. Kimileri bu krizleri aştı, kimileri aşamadı. Ancak hiçbiri, bugünkü kadar çok şey bilip bu kadar az şey yapmadı. Bilim uyarıyor, veriler çığlık atıyor ama egemen sınıfların temsilcileri, özellikle faşistler, “üç maymunu” oynuyor. Halbuki insanlık ilk kez, kendisinden çok daha hızla “düşünen” , karmaşık sorunlara kısa sürede çözümler üretebilen, birçok dilde birden çalışabilen, kendini geliştirme becerisi de edinmeye başlayan bir teknoloji, (“yapay zekâ”) yaratmış durumda. Ancak “YZ” alanında da insanlığın geleceğini tehlikeye sokan bir paradoks gelişiyor: YZ teknolojisi, küresel ısınma gibi son derecede karmaşık yaşamsal sorunlara kısa sürede çözüm üretme olasılığını getirirken aynı zamanda, var olması için gerekli minerallerin çıkarılması, işlenmesi ve “düşünmeye” devam etmesi için gerekli dev veri bankalarının ve bilgisayar kapasitesinin enerji, su kullanma gereksinimi, ekosistemleri, su kaynaklarını yıpratıyor, küresel ısınmanın etkilerini ağırlaştırıyor. YZ’nin evrimi, onun var olma ve “düşünme” süreçlerinin, kaynaklar üzerinde, insan gereksinimleriyle, rekabet etmek zorunda kalacağı bir noktaya hızla yaklaşıyor. Diğer taraftan YZ, insan denetiminden çıkma (otonomi) eğilimleri sergiliyor: Kapatmak isteyenlere, özel hayatlarını araştırıp şantaj yapabiliyor; kapatılmamak için kendi yazılımını değiştirebiliyor; son anda bir başka bilgisayara, kapatılma riskine karşı uyarılar da ekleyerek kendisini kopya ediyor. Bu alanda da bilim insanları ve antropologlar, YZ’nin insanlığın varoluşunu tehdit eden riskler de getirmekte olduğunu vurguluyorlar. Buna karşılık, YZ geliştiren şirketler gelişme hızını ve kârlarını koruma arzusuyla önlem almaktan kaçıyorlar. Belki de tarih, gerçekten bir son dalgaya tanıklık ediyor.

Source: Ergin Yıldızoğlu


“İmamoğlu aday olmasaydı bunlar yaşanmayacaktı”

Eski AKP’li bakanlar, akademisyenlerden oluşan 19 kişilik ekip iktidara “adalet” çağrısında bulundukları bir bildiri yayımladı. Türkiye’de hukuk devletinin askıya alındığı belirtilen bildiride, “Güncel adaletsizliklerin çözümü için AYM ve AİHM kararlarının objektif bağlayıcılığı esastır. ‘Gizli tanık’, ‘iltisak’ ve benzeri istismara açık uygulamalarla adil yargılama ilkesinin zedelenmesine son verilmelidir” denildi.

Bildiride imzası bulunan AKP’nin kurucu isimlerinden Prof. Dr. Hüseyin Çelik SÖZCÜ ekranlarında yayımlanan Para Politika programına konuk oldu.

Hüseyin Çelik, Ekrem İmamoğlu için iktidarı “Vahim bir hata yapıyorsunuz” diye uyardı. “Aday olmasa tabii ki bunlar yaşanmayacaktı. Geçmişte başörtüsü yasağının zülüm olduğunu söyledik. Bugün yapılanlar da doğru değil” diye konuştu. Çelik şunları söyledi

Source: Haber Merkezi


İki aydır maaşlarını alamayan KRT TV çalışanları yayın durdurdu

Kültür Radyo Televizyon’undaki (KRT) çalışanların 28 Mart’tan bu yana maaşları yatırılmadı ve üç aylık yemek kartı ücretleri de ödenmedi.

KRT TV çalışanları bir basın açıklaması yayınlayarak kanalın 2023 Ekim’inde el değiştirdiğini ve yeni sahibi Fırat Bozfırat yönetiminin çalışanların maaşlarını 28 Mart’tan bu yana ödemediğini duyurmuştu.

Açıklamada ödemelerin gecikmesinin adeta ‘vaka-i adiye’ hali aldığı ve durumu sorgulayan çalışanlarınsa devamlı işten atılmakla tehdit edildiği söylenmişti.

Çalışanlar ücretlerin ödenmemesi üzerine televizyonun ana kumanda merkezinde iş bıraktı. Yayınlar banttan dönüyor.

Kurumda çalışan gazeteci Merve Acıoğlu’nun X‘ten paylaştığı videoda kanal yönetiminin çalışanlarla konuşması için bir temsilci yolladığı görülüyor. Videoda temsilcinin “Ben sizi kandıramam ki daha fazla” dediği duyuluyor.

Öte yandan Türkiye Basın Yayın Matbaa Çalışanları Sendikası da (DİSK Basın-İş) çalışanların mağduriyetine dair bir açıklama yayınladı.

Sendikanın açıklaması şöyle:

“”KRT TV’de iki aydır çalışanların maaşları ödenmemekte, meslektaşlarımız çeşitli bahanelerle oyalanmaktadır. Kurumun firmaya olan borcu gerekçe gösterilerek yemek kartları da bloke edilmiş, çalışanlar temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz hale getirilmiştir.

Aralarında üyelerimizin de bulunduğu KRT emekçileri, bayrama çok zor koşullarda girmektedir. Bayram süresince dönüşümlü olarak izin kullanacağı bildirilen KRT çalışanları büyük bir belirsizlik içinde bırakılmıştır.

Gazeteciler, emekçiler, bu belirsiz ve onur kırıcı koşullara mahkûm değildir. KRT, çalışanlara olan tüm borçlarını derhal ödemelidir. KRT yönetimine açıkça sesleniyoruz: Gazetecilerin emeğiyle ayakta duran bir kurum, çalışanlarının haklarını gasbederek varlığını sürdüremez. Emekçilerin alın teriyle ayakta duran her kurum, ilk olarak çalışanlarına karşı sorumludur.

Kriz veya taşeron borcu gibi gerekçeler, çalışanların maaş ve sosyal haklarının gasbedilmesine kılıf olamaz. DİSK Basın-İş olarak, KRT çalışanlarının yanında olduğumuzu ve hak mücadelelerini sonuna kadar destekleyeceğimizi ilan ediyoruz.

Medya patronları kendilerini yasalar karşısında güvende hissedebilirler ama unutmasınlar: Emekçilerin dayanışması, haklı mücadelesi ve örgütlü gücü karşısında hiçbir baskı kalıcı olamaz! KRT çalışanları yalnız değildir! Dayanışma yaşatır!

Source: aktifhabercom


AKP’li Tayyar: Kontrolden ziyade tahsilat seferberliği

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Kurban Bayramı dolayısıyla 4-6 Haziran tarihlerinde uygulanacak trafik kısıtlamalarına ilişkin yaptığı açıklamada, “30 kilometrede bir radar var. Otoyollarda toplam 120 radar cihazımızla gece gündüz hız denetimi gerçekleştiriyoruz. Ayrıca havadan trafik denetimi de yapıyoruz. Şu anda 37 ilde helikopterle, 81 ilimizin tamamında ise drone ile denetimler sürdürülüyor” demişti.

Eski AKP Milletvekili Şamil Tayyar, sosyal medya hesabından yazdığı mesajda, “Yeni bir toplumsal reaksiyon, öncelikli sorunlar listesini altüst etmeye aday gibi gözüküyor. Yapay zekayla desteklenen ve her güzergaha belirli aralıklarla yerleştirilen radarlar, köy yollarındaki traktörlere varan abartılı kuşatmalar, trafik kontrolünden ziyade tahsilat seferberliğini çağrıştırıyor” dedi.

“Toplumsal öfke her geçen gün katlanıyor”

Toplumsal öfkenin her geçen gün katlandığına dikkat çeken Tayyar, şöyle devam etti:

“Zira, 3’er şeritli duble yollara 50 km hız sınırı koyup 30 km arayla radar yerleştirilmesi, çevre yollarının, otoyolların radar tarlasına dönüştürülmesi ve köy yollarına kadar girilmesi ‘can kaybını önleme’ amacıyla açıklanamaz.

Trafiğin yoğunluktan durma noktasına geldiği ana arterlerdeki radar yoğunluğu da öyle. Trafikte denetim kuşkusuz çok önemlidir. Cezada temel amaç, ‘önleyici’ nitelikte olmalı, ‘nasıl ceza yazarım’ kurnazlığıyla değil. Devlet, vatandaşına tuzak kurmaz.”

Source: aktifhabercom


Bir şehri durdurmak kolay

Çöp tepeleri, kilitlenmiş ulaşım, aksayan günlük hayat.Grev, elbette işçinin en temel hakkı. Ama artık şu soruyu sormanın zamanı gelmedi mi?Bugünün sendikacılığı, sadece rakam pazarlığıyla sınırlı mı kalmalı?29 Mayıs’tan bu yana İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı 23 bin çalışan iş bırakmış durumda.Toplu sözleşme görüşmeleri tıkandı; en sonunda ve bayram öncesinde bir uzlaşma zemini yakalandı.Görünen o ki uzun bir süre iki taraf da aynı masada ama aynı dili konuşamadılar.Grev kararının temelinde eski başkan Tunç Soyer döneminde, seçimlere günler kala imzalanan bir sözleşme vardı.5 bin 800 işçiye yüzde 67 zam verilmişti.Sendikalar bu sözleşmeyi ileri sürerek geri adım atmayacaklarını söylediler.Ama bu kriz, sadece belediyenin değil; sendikaların da sorumluluğunda olmalıydı.Bugünün sendikası sadece bugünü mü konuşur?Evet; ben de bu sorunun cevabını merak ediyorum.Dünya değişiyor.Çalışma hayatı dijitalleşiyor.Teknoloji iş yapış biçimlerini dönüştürüyor.Esneklik, sürdürülebilirlik, dijital haklar, geleceğe uyum gibi konuları daha fazla konuşuyoruz.Avrupa’da sendikalar artık yalnızca “daha fazla ücret” talep etmiyor.İşverenle birlikte düşünüyor, geleceği planlıyor.Bizde acaba böyle mi?Hala tek kart var masada; “Ya verirsiniz ya da greve gideriz.”Bu tavır, kısa vadede güçlü görünür ama uzun vadede sendikal hareketi zayıflatır.Çünkü haklılık bile, eğer kamu vicdanını kaybederse etkisini yitirir.Bir şehri durdurmak kolay.Ama o şehirde okula yetişmek zorunda olan çocuklar var.Kronik hastasıyla hastaneye gitmeye çalışan insanlar var.Hizmet bekleyen yaşlılar, aksayan toplu taşıma, çöple kapanan sokaklar var.İşte bu yüzden sendikalar artık yeni bir rol tanımına ihtiyaç duymalı.Sadece ücreti değil, sistemi konuşmalılar.Kamu hizmetinin sürekliliğini de düşünmeliler.Elbette işçinin emeği kıymetlidir.Ama toplumun düzeni de kıymetli değil midir?Birini savunurken, ötekini yıkmak çözüm olamaz.Grev, işçinin meşru hakkıdır.Ama bu hak akıllı müzakereyle, şeffaf bilgiyle, gerçek rakamlarla kullanıldığında anlam kazanır.Uzlaşmak sadece işverenin değil, sendikanın da görevidir.Çünkü bugün değil, gelecek için konuşan sendikalar ayakta kalacak.Yoksa şehir nefes alamaz.Tıpkı İzmir’de yaşananlar gibi. Yapay zeka bile olsan bu bordroyu çözemezŞehir çöple boğuşurken, sosyal medyada bir başka savaş vardı. Adına bordro savaşları diyebilirsiniz.Belediye ayrı rakam söylemişti, sendika başka.Başkan Cemil Tugay, “Size 100 bin lira üzerinde birçok bordro gösterebilirim” diyordu.Sendika itiraz ediyordu; “Onlar brütü gösteriyor, biz neti.”Derken önüme bir maaş örneği geldi.İtiraf edeyim, anlamak için birkaç kez okumam gerekti.İşin içine kesintiler, primler, teşvikler, devreden avanslar, çalışılan gün sayısı, ücretsiz izinler, eksik mesailer var. Birçok kişinin bordrosu böyle değildir. Benim değil örneğin…Yani yapay zeka olsanız bile içinden çıkamazsınız.Gönderilen örnekte, ilgili çalışan o ay sadece 20 gün çalışmış.Avans kullanmış.Ücretsiz izin almış.Yol ve erzak yardımından kesinti yapılmış.Üstüne bir de tam çalışmadığı için prim hak edememiş.Yani maaşın düşük görünmesinin nedeni sisteme değil, kişisel tercihlere bağlı; öyle anlıyorum.Eğer 26 gün tam çalışsaydı, bu kişinin toplam giydirilmiş ücreti 67.461 TL olacakmış.Ama 20 gün çalışınca işler değişmiş.Hak edilen maaş 50 bin liranın altında kalmış.Aslında hiç kimse gerçek maaşın ne olduğunu tam olarak konuşmuyor.Çünkü maaş dediğimiz şey, artık sadece çıplak bir sayı değil.Yani değilmiş.Giyim yardımı, yol desteği, işe devam teşviki, iş güçlüğü primi, erzak parası da var.Bir belediye çalışanının gelir tablosu, neredeyse küçük bir işletmenin bilançosu kadar karmaşık.İçine sadece “kaç para aldım” değil, “ne zaman izin aldım, hangi haktan feragat ettim, kaç gün çalıştım” gibi onlarca değişken giriyor.Yani bugün bir işçi “Ben 48 bin lira alıyorum” diyorsa, o maaşın neden 48 olduğunu anlamak için birkaç sayfa açıklama gerekiyor.Ve bu durum, kamuoyunun kafasını karıştırıyor.Sorunun cevabı artık rakamlarla değil, rakamların neyi temsil ettiğini anlamakla ilgili.Sendika “eşit işe eşit ücret” dedi.Belediye “Bu talepler bütçeyi aşar” diye yanıt verdi.Her iki taraf da haklı olabilir.Ama ben bu bordrolardan anlıyorum ki; netlik yok…Belediye “giydirilmiş ücret” diyor.Sendika “net maaş” diyor.Vatandaş ise sadece şunu sordu.“Bu çöpler neden toplanmadı?” Gerçeklikten uzaklaşmayalımGeleceğe de bakalımÖzetliyorum.Sendikalara karşı değilim.Zaten olamam.Ama bugün değil; onlarca yıldır sendikaların sadece ücret üzerinden strateji geliştirmelerine karşıyım.Bugün dünyada sendikalar farklı konuları konuşuyor.Daha çok geleceği konuşuyor.O yüzden elbette işi yönetmek, yürütmek kadar devam ettirmek, istikrar sağlamak da önemli.Ben her konuda sürdürülebilirliğin yakalanmış olmasına önem veriyorum.Masaya oturanlar, mikrofon başına geçip konuşanlar bütün bu ayrıntılara dikkat etmeliler.Bir şehri durdurmak, yavaşlatmak kolaydır.Zor olan bunları yani tezleri savunurken, geleceği planlarken gerçekçi olmaktır.Gerçeklikten uzaklaştığınızda da sonuç almak zor olacaktır. Bayram öncesi bitti iyi olduİşçiyle belediye, sendikayla yönetim, sokaktaki vatandaşla grevdeki emekçi; herkes kendi penceresinden haklı.Ama kimse aynı odada değildi.Oysa bayram, bizim en iyi bildiğimiz şeydir. Bir araya gelmektir.Dargınlıkları bırakmaktır. Oturup konuşmaktır. Uzlaşmaktır. Grev artık sadece bir iş uyuşmazlığı değil.Sosyal hayatı, şehir düzenini, kamu vicdanını etkileyen büyük bir sorun. Ve bu krizin ne kadar sürdüğü değil, nasıl bittiği hatırlanacak.İzmir’in çocukları bu bayramda temiz sokaklarda oynamalıydı.Yaşlısı, hastası, çalışanı rahat nefes almalıydı.Bu şehir, bayramı birbirine kızarak değil, birbirini anlayarak karşılamalıydı. Grev bitti iyi oldu.Uzlaşmak, zayıflık değil akıldır.

Source: Deniz Si̇pahi̇


Mansur Yavaş yine kendiyle çelişti! ABB”de bayram öncesi işçi kıyımı

CHP”li Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş”ın seçim döneminde sıkça dile getirdiği “Ekmekle oynayan namussuzdur” sözü, bugün işten çıkarılan yüzlerce PORTAŞ işçisinin eline ulaşan fesih bildirimiyle çelişti. Seçim öncesi “istihdam” vaadiyle işe alınan 750 işçi, seçimlerin ardından çıkarıldı. Ayrıca normalde ayın 7″sinde yatırılan maaşların 10 gün geciktirilerek 17″sinde yatırıldığı öğrenildi. Tam Kurban Bayramı öncesinde yapılan işten çıkarma işçilere bayramı zehir etti.PORTAŞ A.Ş. bünyesinde çalışan işçilere gönderilen fesih yazısında, iş akdinin sona erdirilmesine gerekçe olarak şirketin içinde bulunduğu ekonomik daralma, iş gücü planlaması ve iş yükündeki azalma gösterildi. Konu ile ilgili açıklama yapan Ankara Büyükşehir Belediyesi AK Parti Grup Başkanvekili Nihat Yalçın, Yavaş”ın seçimlerden önce söylediği “Ekmekle oynayan namussuzdur” sözlerine atıfta bulunarak Yavaş yönetiminin bayram öncesi yaptığı işçi kıyımına tepki gösterdi.

Source: Www.star.com.tr


DEVA Partisi lideri Ali Babacan: Sanal bahis ve kumar oynatan firmalar, şahsen Cumhurbaşkanı’nın tanıdığı, bildiği insanlar

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, bir grup gazeteciyle partisinin genel merkezinde görüştü.

Davetli gazeteciler arasında yer alan T24″ten Tolga Şardan, Babacan’ın gündeme dair değerlendirmelerini köşesine taşıdı.

Şardan”ın aktardığı Babacan”ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

“”Eğer bu bağımlılık gerçekten kötü bir şeyse, 1998’de Türkiye’de kumarhaneler bunun için kapatıldıysa, peki yıllar sonra siz niye bu işi bu kadar kolay hale getiriyorsunuz? Niye yasal ve kolay erişebilir hale getiriyorsunuz? Niye her bir cep telefonu içerisinde bir kumarhane açıyorsunuz? Şimdi her bir cep telefonu içerisinde kumarhane var.

İnsanlar gidip kolayca ulaşmasın diye kumarhaneleri kapatan bir ülkede, bu kadar kolay bir kumara ulaşmak, bu kadar kolay bir şekilde sanal başlıkta sanal kumara ulaşmak gerçekten bu hükümetin söylemleriyle de tam ters düşüyor. Tam ters düşüyor. Sayın Erdoğan ne diyor? Faizden bahsederken ‘Nas var’ diyor. Ama o ayete baktığımızda, aynı ayette kumar da geçiyor. Yani sadece faiz değil kumar da geçiyor. Peki bir yandan ‘nas var’ deyip ‘faizle ben mücadele edeceğim asla vazgeçmeyeceğim’ diyor ama kumardan hiç bahsetmiyor.

Kendi isim verdiği ve bizzat tanıdığı firmalarla oynatılıyor. Tek tek bildiği firmalar o altı tane sanal bahis lisansları. Sahibi olan firmalar da tek tek şahsen bildiği insanlar. Bu bir tane lisans verdiği sanal kumar oynatan da şahsen bildiği tanıdığı insanlardan. Burada büyük bir çelişki de var. Yani muhafazakarlık iddiasıyla yönetimde olan, dinimizin kutsallarını sürekli günlük siyasetle ifade eden bir iktidarın döneminde sanal kumar / bahis sitelerin bu kadar yayılması gerçekten büyük bir büyük bir tezat. Hiçbir tutarlılığı da yok açıkçası.

Uyuşturucu bağımlılığında Türkiye, maalesef dünyada uyuşturucu ticaretin çok önemli bir merkezi haline geldi. Bu yanlış. ‘Bu işte para var. Birileri para kazanıyor. Bu paraları biz niye başkalarına kaptıralım? Bir de para kazanıyorsa bu para ya Türkiye kazansın’ demek yanlış. Hükümeti uyarıyorum. Yanlış. Çünkü bu işin trafik merkezi haline geldiğiniz zaman 86 milyon nüfusunuz buna kolay erişir. Kolay ulaşır. Yani Latin Amerika”da bir uçağa el konuluyor. İçinden uyuşturucu çıkıyor. Nereden geliyor? Nereye gidiyor? Türkiye. Akdeniz’in sahilinde bir gemiye el konuluyor. İçinden uyuşturucu çıkıyor. Nereden geliyor? Nereye gidiyor? Türkiye.

Source: aktifhabercom


Faik Tanrıkulu yazdı: Tek merkezli hegemonyanın sonu mu?

Soğuk Savaş”ın sona ermesiyle birlikte uluslararası sistemde “ideale yakın” bir düzen arayışı başlamıştı. Özellikle 1990″lı yılların başında, liberal demokrasilerin yükselişiyle birlikte bazı çevreler artık savaşsız, müreffeh bir küresel düzenin kurulduğunu iddia ediyordu. Ancak bu iyimser tablo kısa sürdü. Körfez Savaşı, Irak”ın işgali, Orta Doğu”daki iç çatışmalar ve Afrika”dan Asya”ya kadar kaynak ve etnik temelli savaşlar, bu iddianın geçerliliğini sorgulanır hale getirdi.Birleşmiş Milletler gibi küresel kuruluşların savaşları önlemedeki başarısızlığı, insan haklarını koruma iddiasının ise sadece söylemde kaldığı görülüyor. Özellikle İsrail”in Filistin”e yönelik saldırıları karşısında uluslararası sistemin sessiz kalması, küresel yapıların meşruiyet krizini derinleştiriyor. Bugün ne BM ne de Batı merkezli güç blokları, küresel adaleti ve barışı tesis edecek kapasiteye sahip görünmüyor.Amerika Birleşik Devletleri”nin Soğuk Savaş sonrası dönem boyunca tek kutuplu düzenin merkezinde yer alması, başlangıçta bir istikrar unsuru olarak görüldü. Ancak zamanla bu hegemonyanın daha çok bir baskı ve çıkar mekanizmasına dönüştüğü açıkça ortaya çıktı. ABD”nin Filistin”de insan haklarını hiçe sayan politikaları, Ukrayna”daki savaşta taraf olması ve küresel çıkarlarını önceleyen müdahaleleri, ona olan güveni zayıflattı. İç siyasetinde yaşadığı krizler, kutuplaşmalar ve uluslararası prestij kaybı da bu güven erozyonunu derinleştiriyor.Ancak tarihte her hegemonik gücün zayıfladığı ve yeni güç odaklarının ortaya çıktığı dönemler olmuştur. Bugün dünyamız da böyle bir eşikte. Artık ABD merkezli tek kutuplu bir dünya düzeni gerçekçi ve sürdürülebilir değil. Bunun yerini, bölgesel güçlerin daha fazla sorumluluk aldığı çok merkezli bir yapının alması kaçınılmaz görünüyor. Çin, Hindistan, Türkiye, Güney Afrika gibi ülkeler, sadece ekonomik büyüklükleriyle değil; diplomatik girişimleri ve kriz çözme kapasiteleriyle de yeni küresel düzenin aktörleri olmaya adaydır.Bu geçiş süreci kolay olmayacak. Uluslararası sistemin yeniden inşası zaman alacaktır. Ancak bölgesel güçlerin iş birliğine dayalı, daha adil ve dengeli bir yapı, hem savaşları önlemede hem de insani değerleri korumada daha etkin olabilir. Türkiye, coğrafi konumu, tarihi birikimi ve diplomatik kapasitesiyle bu süreçte kilit bir rol üstlenebilir.

Source: Faik Tanrıkulu


İzmir”de 7 günlük kabustan uyanan CHP’li başkandan partililere sitem: Nedense sustular

HABER7 İzmir’de grev bitti kavga başladı.7 gün süren iş bırakma eyleminin ardından CHP’li İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay, kendi partisine sert sözlerle yüklendi.İŞTE CHP”NİN İZMİR”E VERDİĞİ DEĞERDİSK Genel-İş ile Toplu İş Sözleşmesi’nin imzalanmasının ardından kameraların karşısına geçen Cemil Tugay, grev boyunca yalnız bırakıldığını ima etti. Tugay, özellikle CHP’nin İzmir milletvekilleri ve MYK’daki Genel Başkan Yardımcılarını hedef aldı.İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay, “Bunu bir gerçek olarak sizler gördünüz. Bunları açık açık konuşmazsak bazı insanlar hatalarını düzeltmez. İlk gün Ümit Özlale ve Seda Kaya Ösen”in ardından Salih Uzun”un açıklama yaptığını duydum. Ancak diğer vekillerimiz, İzmir”i temsilen MYK”da olan Genel Başkan Yardımcılarımız bu dönemde nedense suskun olmayı tercih ettiler. Sürece katkılarını görmedim.” dedi.ÖZEL”E SÖZ SÖYLEYEMEDİCemil Tugay”ın günler boyunca konuya dair açıklamada bulunmayan, grup toplantısında da İzmir”e dair hiçbir ifade kullanmayan CHP Genel Başkanı Özgür Özel”i eleştirememesi dikkat çekti.İzmir”i çöp götürüyor! Grev 7. gününde… Özgür Özel İzmirlileri yok saydıBABADAN OĞULA SALTANAT İTİRAFIEski başkan Tunç Soyer döneminden kalan “belediyede çalışan birinin emekliliği durumunda çocuğunun işe alınması” uygulamasının kendi yönetiminde de sürdüğünü itiraf eden Tugay, “Çalışanlarımız aynı zamanda bizim ailemizden insanlar. Belediyeye hizmet ettikten sonra hayatta kaldığında diğer aile bireyleri geçinemediğinde aileden birisini o aileyi geçindirmek için işe almayı görev biliyoruz. Baba emekli oldu çocuk işe alındı gibi bir şey yok.” sözlerini sarf etti.BANKAMATİK MEMURLARINI İŞARET ETTİ: ÇIKARTACAĞIM!!Sendika idarecilerinin aile fertlerinin İzmir Büyükşehir Belediyesi’ndeki kadrolara yerleştirildiği iddialarıyla ilgili konuşan Cemil Tugay, topu yine Tunç Soyer dönemine attı. Tugay, torpilli işe girip bankamatik memurluğu yapanların kovulacağı mesajını verdiği konuşmasında şunları söyledi:“Ben kendi dönemimde hiçbir sendika yöneticisinin akrabasını işe almadım. Benden önceki dönemde ne olduğunu bilmiyorum. Rakamlar ve isimler biraz müphem. İnsanlara bu gözle bakmayı da doğru bulmuyorum. Beli hakkıyla o göreve girmiş ve başarıyla yapıyor olabilir. Birilerinin yakını diye herkesi karalayacak halimiz yok. Ama liyakatsizlikle işe alındıysa şu anda atıl durumdalarsa o arkadaşlarımızı işten çıkartacağım.”NASILSA İZMİRLİ ÖDÜYOR! EN DÜŞÜK PERSONELE 66 BİN MAAŞİZENERJİ, İZELMAN ve EGEŞEHİR A.Ş işçilerinin günlerce süren grevi, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay”ın “son teklif” dediği paketin kabul edilmesiyle son buldu. Belediyenin bürokratları ile SODEM-SEN’in dün gece ilettiği teklif kapsamında, işçilere yüzde 30 zam ve yüzde 19’luk enflasyon farkı ödenecek.İşçiler bu teklifi kabul ederek, toplu sözleşmenin imzalanması yetkisini sendika şube yöneticilerine verdi. Böylece İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde en düşük maaşın 66 bin TL olacağı açıklandı.

Source: Faruk Arslan


Cumhurbaşkanı Erdoğan: Türkiye Yüzyılı”nda doğal kaynakların verimli kullanıldığı bir ülke olma hedefine ulaşacağız

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “5 Haziran Dünya Çevre Günü” dolayısıyla yayımladığı mesajda, doğanın dilinin sessiz, mesajının güçlü ve açık olduğunu belirtti.

Doğanın kendisine davranıldığı gibi karşılık verdiğine dikkati çeken Erdoğan, “Son yıllarda yaşanan küresel ısınma, çölleşme, bazı hayvan ırklarının toplu ölümleri, ani seller, heyelanlar insanoğlunun hoyratlığı karşısında doğanın adeta kendini savunmasıdır. Türkiye olarak, çevre sorunlarının ve gelişmelerinin değerlendirilmesi amacıyla her yıl 5 Haziran tarihinde kutladığımız Dünya Çevre Günü, yalnızca bir farkındalık günü değil aynı zamanda hepimize yöneltilmiş güçlü bir çağrıdır. Daha yeşil bir dünya, daha sürdürülebilir bir yaşam ve gelecek nesiller için yaşanabilir bir çevre inşa etme sorumluluğumuz var. Bu sorumluluğu kimse bir başkasının sırtına yükleyemeyeceği gibi ödevlerini de yerine getirmekten kaçamaz.” değerlendirmesinde bulundu.

Erdoğan, içinde bulundukları çağın insanlık tarihinde çevre üzerindeki etkinin en yüksek seviyeye ulaştığı dönem olduğunu, doğal kaynakların hızla tükendiğini, iklim değişikliğinin etkilerini derinleştirdiğini, biyolojik çeşitlilik kayıplarının geri dönüşü zor bir noktaya ulaştığını kaydetti.

“Toprağımızı, suyumuzu, havamızı ve ormanlarımızı gelecek kuşaklara miras değil, emanet olarak görüyoruz”

Bu gerçeklerle yüzleşmek ve harekete geçmenin sadece çevreyle ilgili kurumların değil, her bireyin, her kurumun ve tüm insanlığın ortak sorumluluğu olduğunun altını çizen Erdoğan, şunları kaydetti:

“Bizler de yönetim olarak, çevrenin korunması ve sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması yönünde çalışmalarımızı kararlılıkla sürdürüyoruz. Doğayı koruyan projeleri destekliyor, yeşil enerji, geri dönüşüm, sıfır atık ve doğa dostu kentleşme politikalarını hayata geçirme yönünde kapsamlı adımlar atıyoruz. Toprağımızı, suyumuzu, havamızı ve ormanlarımızı gelecek kuşaklara miras değil, emanet olarak görüyoruz. Bu emanetin gereğini yerine getirmek en temel görevlerimizden biridir. Bu özel günde, çocuklarımıza daha temiz bir doğa bırakmak adına, doğayla uyumlu bir yaşam kültürü oluşturmanın gayesi içerisindeyiz. Türkiye Yüzyılı”nda dünyanın en yaşanabilir doğası, doğal kaynakların verimli kullanıldığı bir ülke olma hedefimize ulaşacağımıza inanıyorum. Dünya Çevre Günü dolayısıyla vatandaşlarımıza ve tüm insanlığa bir kez daha seslenerek herkesi enerji verimliliği, atık yönetimi, doğa koruma ve çevreye duyarlı tüketim alışkanlıkları konusunda hassas olmaya davet ediyorum. 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nü kutluyor, doğaya saygılı, sürdürülebilir ve bilinçli bir yaşamın toplumun tüm kesimlerinde yaygınlaşmasını diliyorum. Tüm vatandaşlarımızı en kalbi duygularımla selamlıyorum.”

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.

Source:


Başsavcısı Akın Gürlek”e yönelik küstah tehdit! AK Parti”den Özgür Özel”e sert tepki!

SON DAKİKA HABERİ: İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, CHP Genel Başkanı Özgür Özel hakkında, Gaziosmanpaşa”da düzenlediği mitingde İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek”e yönelik kullandığı ifadeler nedeniyle resen soruşturma başlatıldığını bildirdi.Özgür Özel”e AK Parti”den de tepki geldi. Parti sözcüsü Ömer Çelik, “CHP Genel Başkanı Özgür Özel son açıklamalarıyla bir kere daha meşru siyaset alanının dışına çıkmıştır. Özgür Özel’in Sayın Cumhurbaşkanımıza dönük olarak kullandığı dil, siyaset adabından ve en temel siyasi değerlerden yoksundur. Özgür Özel’in Cumhurbaşkanımıza dönük kullandığı dili şiddetle kınıyoruz.” dedi.CHP Genel Başkanı Özel hakkında soruşturma açıldıÖmer Çelik, “Bu dilin arkasındaki zihniyetle şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da mücadele etmeye devam edeceğiz.” diyerek şunları söyledi:”CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in şimdiye kadar tehdit diliyle hedef almadığı devlet kurumu ve toplumsal kesim kalmamıştır. Devlet ve toplum hayatımıza dair her alanı tehdit ve hakaret diliyle hedef almaktadır. Bu davranışlar siyasi hayatımıza meşru olmayan söz ve eylemler olarak geçmektedir. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in öncelikle ele alması gereken konu, partisiyle ilgili pek çok alanda çıkan yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarının siyasi olarak öncelikle CHP’li siyasetçiler tarafından dile getirilmiş olmasıdır. Özgür Özel’in öncelikle CHP’li siyasetçilerin CHP’ye dönük bir çok alanda dile getirdiği usulsüzlük ve yolsuzluk iddialarına açık yanıtlar vermesi gerekir. CHP Genel Başkanı Özgür Özel bu iddialarla yüzleşmek yerine, yargı makamlarını hedef alan bir tehdit dili kullanmaktadır. Özgür Özel’in son olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcısını ve yargı mensuplarını hedef alan tehditkâr ifadeleri hiçbir şekilde kabul edilemez. Bu dil siyaset dili değildir ve bu tarz bir muhalefet etme biçimi olamaz. Devlet kurumlarının bu şekilde tehdit ve hakaret diliyle hedef alınmasına müsaade etmeyiz. CHP yönetimi gündem saptırmayı bırakmalıdır. CHP’li siyasetçiler tarafından CHP yönetimine ve çeşitli belediyelere dönük usulsüzlük ve yolsuzluk iddialarına cevap vermek esas işleri olmalıdır.” CHP kaynıyor! İmamoğlu ve Özel partiden kovulacak! Hazırlıklar başladıÖzgür Özel”den, Başsavcı Akın Gürlek”e küstah tehditler: Gelip darmadağın ederim…

Source: Ömer Faruk Aktaş


Çiftçi Sen: Her yıl bir önceki yıla göre daha kötü günlerin habercisi oluyor

Çiftçi Sen, çiftçinin yaşadığı ekonomik sorunlara ilişkin açıklama yaptı. “”Her yıl bir önceki yıla göre daha kötü günlerin habercisi oluyor”” ifadelerinin yer aldığı açıklamada “”2024 yılı üreticiler için ne üretirlerse üretsinler kazanamadıkları, zarar ettikleri bir hasat dönemi oldu. Görünen o ki; bu yıl da benzeri hatta daha kötü bir hasat dönemi çiftçileri bekliyor”” denildi. Sendikanın açıklaması şöyle: “”Çiftçiler ve köylüler için her yıl bir önceki yıla göre daha kötü günlerin habercisi oluyor. 2024 yılı üreticiler için ne üretirlerse üretsinler kazanamadıkları, zarar ettikleri bir hasat dönemi oldu. Görünen o ki; bu yıl da benzeri hatta daha kötü bir hasat dönemi çiftçileri bekliyor. Önce çay fiyatları maliyetinin altında açıklandı. Ardından 2025 yılı hububat alım fiyatları Toprak Mahsulleri Ofisi tarafından, ton başına makarnalık ve ekmeklik buğdayda 13.500 TL, arpada ise 11.000 TL olarak belirlendi. Önceki yılların aksine ayrıca fark ödemesi desteği (prim) açıklanmadı. Halbuki, 2025 yılı için kuru şartlarda üretimi yapılan buğdayın ortalama maliyeti kilogramı 15,8 TL, sulu şartlarda ise 14,3 TL’dır. 2024 yılında fark ödemesi desteği ile hububat alım fiyatları ton başına; makarnalık buğdayda 11.750 TL, ekmeklik buğdayda 11.000 TL, arpada 8.000 TL olarak açıklanmıştı. Bu durumda, bu yıl alım fiyatlarındaki artış oranları makarnalık buğdayda yüzde 14,9; ekmeklik buğdayda yüzde 22,7; arpada ise yüzde 37,5 olmuştur. Buna karşılık 2025 yılı Nisan ayı itibariyle 12 aylık ortalamalara göre enflasyon yüzde 48,7; tarımsal girdi fiyatları ise 37,9 oranında artmıştır. Yani hububat üreticilerine maliyetin altında, zararına satış dayatılmıştır. Bu koşullarda üreticilerin üretimlerini devam ettirmeleri mümkün değildir. 2 yıl üretim yapmadığında da yönetmelikle tarlasına el konulup şirketlere kiraya verilme tehdidiyle karşı kalmaktadırlar. TMO alım fiyatı açıklarken üreticinin maliyetlerini, enflasyon ve girdi fiyatlarındaki artışı ve kuraklık, zirai don nedeniyle üretimdeki düşüşü dikkate almamıştır. TMO açıkladığı bu fiyatlarla çiftçileri şirketlerin önüne atmaktadır. TMO, artık çiftçiler lehine piyasayı düzenleme özelliğini yitirmiştir, sadece hububatta değil birçok üründe şirketlerin önünü açan bir rol oynamaktadır. Küçük çiftçilerin ve köylülerin buğday üretemez duruma düşürülmesi, halkın elinden ekmeğin alınması anlamı taşımakta, ekmeği bir tehdit aracına dönüştürmektedir. ÇİFTÇİ SEN”İN TALEPLERİ Çiftçi Sen olarak diyoruz ki: – Hububat alım fiyatları çiftçilerin zarar etmemelerini ve topraktanndan kopmamalarını sağlayacak tarzda yeniden belirlenmelidir. Ürün fiyatları don, kuraklık ve enflasyon göz önüne alınarak maliyet+%25 kar oranı ve refah payı konularak hesaplanmalıdır. – Uluslararası serbest piyasada belirlenmiş fiyatlarla, gerçek fiyat arasındaki fark üreticiye Fark Ödeme Desteği olarak ödenmelidir. Desleklenmelerden yararlanabilmek için “sertifikalı şirket tohumu kullanma” şartı kaldırılmalıdır.. – Ürün bedelleri kısa sürede ödenmeli, üreticilerin randevu talepleri bekletilmeksizin karşılanmalıdır. – BM Genel Kurulunda kabul edilen “Köylüler ve Kırsal Alanda Çalışan Diğer Kişilerin Hakları Deklerasyonu” (Köylü Hakları) kabul edilmeli ve uygulanmalıdır. – Gıda Egemenliği Hemen Şimdi!..

Source: Haber Merkezi


Bir diriliş ve direniş iklimi; Kurban Bayramı günleri

Şimdilerde dünya, oldukça hızlı bir sosyal değişimin gergefinde nefes soluyor. İnternet temelli teknoloji kullanımı hayatları tamamen esir almış durumda. İnsanların kendilerini ifade etme biçimleri sosyal ağlar tarafından yönetilirken insanların ilişki kurma biçimleri de giderek sanallaşıyor.

Bütün bu olup bitenler neticesinde bir taraftan insanı koruma çemberine alan aile, akrabalık gibi güçlü yapılar peş peşe bozulurken öte yandan tarihsel hafızalarımızı muhafaza eden geleneklerimiz hızla çözülüyor.

Böylesine tarumar olan sosyal hayatlar karşısında Müslümanların çok büyük direnç noktaları var ki bunların başında Kurban Bayramı günleri geliyor. Her geçen gün biraz daha sanallık uçurumuna yuvarlanmakta olan sosyal hayatlarımız için Kurban Bayramı günleri hem muhkem bir direnç noktası oluşturuyor hem de buna yönelik bir karşı duruş alanı olarak önümüzde duruyor. Öyle ki aylar öncesinden kurbanlık seçimiyle başlayıp teşrik tekbirleriyle taçlanan ve bayram namazıyla devam eden, ardından kurban kesimiyle ilerleyip fakir-fukaraya et dağıtımıyla zirveye ulaşan ve akraba ziyaretleriyle bereketlenen, canlı olduğu kadar heyecanlı da olan bu muhteşem insani süreç, Müslümanın hayatına dinamizm katmaya ve süreklilik kazandırmaya devam ediyor.
Kurban Bayramı günleri Müslümana sadece benlik ve bilinç aşısı yapmakla kalmıyor aynı zamanda Hz. Adem’den bu yana süregelen muazzam bir geleneğin ruhunu da yaşatıyor.

Köyden şehre göçtüğümüz günlerdi. Rahmetli babam bizi okutabilmek için şehre getirmişti. Kirada oturuyor ve kıt kanaat geçiniyorduk. Babam inşaatlarda çalışıyor ve kazandığı parayla ev yapacak bir arsa temin etmeye çalışıyordu. Bu yüzden her Kurban Bayramı gelince içimizde bir yandan bayram sevinci diğer yandan kurban kesemeyecek olmanın hüznü kol gezerdi. Nihayet bayramın ikinci ya da üçüncü günü bu hüzün dağılır, yerini kutlu bir sevince terk ederdi. Zira babam ucuzlayan kurbanlıklardan bir koç alıp her defasında bu hüznümüzü ibadet coşkusuna ve akıp giden hayatın sevincine döndürmeyi başarırdı. Bu yüzden çocukluğumuzdan itibaren Kurban Bayramı günlerinin üzerimizde çok yönlü derin tesirler bıraktığını söyleyebilirim.

Kurban ibadeti, insanlığın sıfır noktasının saflığını ve berraklığını gelecek kuşaklara bağlayan bir köprü vazifesi görür aslında.

Kurban, ilk insan ve peygamber olan Hz. Adem’le, onun çocukları Habil ve Kabil’le başlıyor ve ondan sonra gelen din ve kültürlerde aynen devam ediyor. Zaman içinde tahrif edilen dinlerle beraber kurbanın anlamı da bozulup başkalaşıyor elbette ama her yeni gelen peygamber bu ibadeti sadece özüne döndürmekle kalmıyor aynı zamanda farklı dil ve sembolle adeta yeniden inşa ediyor. Söz konusu kurban olunca Hz. İbrahim’le oğlu İsmail’in yeri bambaşkadır. Öyle ki Hz. İbrahim”i gerektiği gibi anlamadan kurbanın anlamını da layıkıyla idrak etme şansımız yok gibidir. Nihayet Hz. Muhammed Mustafa ile tamamlanıp kıyamete kadar sürecek bir tevhidi Kurban inşasıyla bu tanımlama süreci kemale ermiştir.

Kurban; Yüce Allah’a yakınlaşma, O’na yaklaşanlar arasına katılabilme coşkusudur. Bu çaba gerek Habil gibi malının en güzelini O’na sunarak, gerek İbrahim gibi biricik evladı İsmail’i O’na feda ederek ve gerekse İsmail gibi O’nun hükmüne gözünü kırpmadan rıza göstererek görünür hale gelir.
Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle kestiğimiz kurbanların ne eti ne de kanı Allah”a ulaşır. Allah”a ulaşacak olan sadece bizim takvamızdır. Takva, insanın fıtratı, en bozulmamış saf ve tertemiz halidir. Bütün arınmışlığı ve durulmuşluğuyla Yüce Allah’a yakınlaşma çabasının ta kendisidir. Bu nedenle Kurban Bayramı günleri bir yandan Müslüman toplumda birlik-beraberlik, kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma ruhunu canlı tutup sosyal adaletin tesisine katkıda bulunurken öte taraftan insanlığın sıfır noktasında Hz. Adem’le başlayıp Hz. İbrahim’le şekillenen ve Hz. Muhammed’le kemale eren Tevhid geleneğinin kesintisiz olarak geleceğe aktarılmasını sağlar.

Kurban ibadetini yerine getirirken bizi Yüce Allah’tan uzaklaştıracak bütün davranışlardan kaçınmalıyız.

İslam bir rahmet ve merhamet dinidir her şeyden önce. Bu yüzden kurban ibadeti esnasında hayvanlara eziyet verecek ve onların gereğinden fazla acı çekmesini gerektirecek her türlü tedbirsizlik ve ihmalden şiddetle kaçınmak lazım. Müslüman olarak güzel olan ve güzeli seven bir Allah’a inanıyoruz. Bu sebeple kurban ibadetini yerine getirirken hem dışardan bakana güzel görünmeyecek hem de bizatihi çirkin olan bütün iş ve davranıştan kaçınmalı. İslam bir temizlik dinidir sonra. O sebeple Kurban ibadetimizi hem hulusi kalp ile hem maddi temizlik hem de çevre temizliği ile ele alıp tam bir temizlik çemberi içinde ifa etmeliyiz. İslam bir nezaket ve zarafet dinidir de. Bu sebeple yardımlaşma ve dayanışma çabalarımızı gölgeleyecek her türlü kibir, gösteriş ve başa kakma gibi kabalıklardan kesinlikle uzak durmalı.

Nihayet Kurban Bayramı günleri dünyanın her yerindeki Müslümanlar için bir diriliş ve direniş iklimidir.

Bu müstesna günleri fırsat bilerek Müslümanlık bilincimizi tazelemeli ve millet olarak birlik-beraberliğimizi güçlendirmeliyiz. Öyle ya göklerin bereket kapıları açılmışken bütün kapları doldurmak gerekir. Bu vesileyle bütün dostların Kurban Bayramı mübarek olsun. Kurbanlarımız Yüce Allah’a yakınlaşmamıza vesile olsun. Bu ilahi iklimin meltemleri başta Gazze ve Doğu Türkistan olmak üzere Müslümanların özgürleşmesine vesile olsun.

Mürsel Gündoğdu/Haber7

murselgundogdu@gmail.com

Source: M Yazilari


DEM Parti: “Bayramların birleştirici gücüne her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var”

DEM Parti Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, Kurban Bayramı mesajı yayımladı. Mesajda şunlar kaydedildi: “Bayramlar acılarımızı paylaşmanın, umudu büyütmenin, dayanışmayı ve kardeşliği güçlendirmenin en kıymetli zamanlarıdır. Ülke olarak ağır bir dönemden geçiyoruz. Tam da bu yüzden, bayramların birleştirici ve onarıcı gücüne her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Bu özel günler bize bir arada yaşamanın, toplumsal barışın ve demokratik bir geleceğin mümkün olduğunu hatırlatıyor. Bizler; farklı kimliklerin, inançların ve dillerin özgür ve eşit yurttaşlar olarak bir arada yaşadığı bir ülke hayal ediyoruz. Kürdüyle, Türküyle, Alevisiyle, Sünnisiyle, Ermenisiyle, Süryanisiyle… Bu toprakların bütün halklarının eşit haklara sahip olduğu; kimsenin inancından, dilinden ya da kimliğinden ötürü baskı görmediği, çoğulcu ve demokratik bir cumhuriyet için mücadelemizi sürdürüyoruz. Bu inanç ve umutla, 86 milyon yurttaşımızın Kurban Bayramı’nı kutluyor; bayramın hepimize barış, özgürlük ve eşitlik getirmesini diliyoruz.”

Source: Anka


Özgür Özel için olay yorum! Kahvede okeye dönerken hüsrana uğrayan ergen gibi…

Özgür Özel, 5. dalga İBB operasyonu sonrasında eleştiri dozunu artırdı ve dün akşam üslubunu da bozdu. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek için “Akın sert kayaya çarptın” oğlum diye seslenince, Şamil Tayyar”dan “ergen üslubu” eleştirisi geldi. Kahvedeki ergen gibi…Şamil Tayyar X hesabından Özel”in değişen ruh hali için “psikolojisi hiç iyi değil, profesyonel destek almasında fayda görüyorum” diyerek şunları yazdı: -Bir süredir CHP Genel Başkanı Özgür Özel’i çok gergin, öfkeli görüyorum İBB operasyonu genişledikçe kontrolü kaybediyor, eleştiri yerini hakarete bırakıyor. Eksiği, hatayı biz de eleştiriyoruz ama usulünce. -Lider, kahvehanede okeye dönerken hüsrana uğrayan ergen gibi davranmaz, ihtiyatı elden bırakmaz. -İstanbul Cumhuriyet Başsavcısına şöyle demiş, bu akşam: ‘Akın sert kayaya çarptın oğlum. Gelir darmadağın ederim aklını başına topla. Tepemin tasını attırma dağılmamak üzere toplanırız.’ -Erdogan AK Parti kapatılmak istendiğinde, eski partileri kapatıldığında bu cümleleri kurmadı, hukuk mücadelesini sürdürdü ve sonunda kazandı. Başsavcılık Özel hakkında res’en soruşturma açmış, dokunulmazlığı olduğu için bir şey çıkmaz. -Siyasi saikle değil samimiyetle söylüyorum, psikolojisi hiç iyi değil, profesyonel destek almasında fayda görüyorum. Özgür Özel”in eleştiri konusu olan videosu

Source: Internet Haber