Deniz Berktay ile Kuzeyden Notlar: Ukrayna savaşı Gagavuz Türklerini de etkiledi
Önceleri de burada değindiğimiz üzere Moldova, ufak sayılabilecek yüzölçümüne (34 bin kilometrekare) karşın hem Rusya ile Batı arasında nüfuz mücadelesine sahne olması hem de patlamaya hazır karışık etnik ve siyasi yapısı nedeniyle yakından incelenmeyi gerektiren bir ülke. Karadeniz’in hemen öbür tarafında yer alması, bize yakınlığı, bizim bu ülkeye daha da dikkat etmemizi gerekli kılıyor. Ülkede Gagavuz Türklerinin yaşaması da burayı daha da yakından izlemeyi gerektiriyor. Geçtiğimiz günlerde Gagavuz Özerk Bölgesi Başkanı Yevgeniya Gutsul’un -tam da Türkiye’ye geleceği sıradagözaltına alınması ve ardından tutuklanması, bu bölgenin içerdiği patlama risklerini yeniden gözler önüne serdi. Gagavuzlar, çoğunluğu Moldova’nın güney bölgelerinde yaşayan ve Hıristiyanlığın Ortodoks mezhebine mensup bir toplum. Gagavuzları diğer Türk topluluklarının çoğundan ayıran bir husus, Müslüman değil, Hıristiyan olmaları. Bir diğer farkları ise bazı Türk topluluklarının yakın geçmişte Rusya’yla yaşadıkları önemli sorunlar nedeniyle ağırlıklı olarak Moskova karşıtı çizgide olmalarına karşılık Gagavuzların geçmişten beri bu ülkeyle genellikle yakın olması. (Belki de bu nedenle “dış Türkler” konusunda çok hassas olan Batı yanlısı bazı kesimler, Gagavuz liderinin tutuklanmasını görmezden geldi.) MERKEZİ HÜKÜMETLE GERİLİMMoldova’nın da bulunduğu Besarabya bölgesi, 1918-1940 yılları arasında Romanya’nın yönetimindeyken Gagavuzlar, Rumen milliyetçilerinin baskılarına maruz kalmıştı. Moldova halkının çoğunluğuysa Rumenlerle aynı kökenden. O nedenle Sovyetler Birliği’nin dağılmak üzere olduğu 1990-1991 döneminde Moldova’da Romanya’yla birleşme eğilimleri güçlendiğinde Moldova’nın doğusundaki Transdinyester bölgesinde yaşayan Rus ve Ukrayna kökenli nüfus, Sovyet ordusunun desteğiyle Moldova’dan ayrılırken güneydeki Gagavuz Türkleri de Romanya’nın parçası olmak istemediklerini söyleyerek ayaklanmıştı. Bu durum ancak 1994’te Türkiye’nin girişimiyle Gagavuzlara özerklik verilmesiyle çözülmüştü. Moldova, Avrupa’nın en yoksul ülkelerinden biriyken Gagavuz bölgesi, Moldova’nın da en yoksul bölgelerinden biri olma özelliğine sahip. Ancak Moldovalıların çalışmak için Romanya veya Batı Avrupa’ya gitmesinden farklı olarak Gagavuzlar, Rusya ve Türkiye’yi tercih ediyor. Moldova’da eski yıllarda da Gagavuz bölgesinin merkezi hükümetle sorunları vardı. Fakat bir taraftan 2020’de Batı yanlısı Maya Sandu’nun Moldova’nın başına geçmesi diğer taraftan da Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması buradaki gerilimi daha da artırdı. GÖZLER MECLİS SEÇİMLERİNDEŞimdiki Gagavuz Başkanı Gutsul’un 2023’te seçilmesine karşılık Moldova yönetimi, bu seçim sonucunu tanımadı. Anayasaya göre Gagavuz başkanının Moldova hükümetinde yer almasına karşın yönetim bunu görmezden geldi. Geçtiğimiz günlerde de Gutsul, seçim usulsüzlüklerine yönelik suçlamalarla gözaltına alındı. Ardından da 20 günlüğüne tutuklandı. Moldova istihbaratı, onun ülkeden temelli kaçma olasılığına karşı tutuklandığını söylüyor. Hakkındaki suçlamalar doğru mu bilinmez ancak bu olayın, Moldova yönetiminin ve Batılı ülkelerin, Ukrayna’daki savaş ortamından yararlanarak ülke siyasetini dizayn etme kaygısından kaynaklandığı değerlendirmeleri yapılıyor. Geçen sonbaharda Moldova’da düzenlenen seçimlerde, Batı yanlısı Sandu, yurtdışı seçmenlerin oyları sayesinde seçilirken Moldova’daki seçmenin büyük kısmı, Rusya’ya yakın çizgide olan ve yine Gagavuz olan Stoyanoglo’ya oy vermişti. Temmuz ayındaki parlamento seçimlerinin bu atmosferde son derecece sıcak geçeceği tahmin ediliyor. denizberktay@yahoo.com
Source: Deniz Berktay
Biber gazı görme kayıplarına yol açıyor
İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, ilçe başkanlarının ve İBB yöneticilerinin tutuklanmasının ardından başlayan Türkiye genelindeki eylemler devam ediyor. Bu eylemlerde orantısız şekilde kullanılan biber gazının pek çok olumsuz etkisi var. Cumhuriyet biber gazının olumsuz etkilerini İstanbul Tabip Odası (İTO) Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Osman Küçükosmanoğlu ile konuştu. Küçükosmanoğlu, “Biber gazının, görme kayıplarına, solunum yolu hastalıklarına ve kalp hastalıklarına sebep oluyor. Hatta ölümlere bile yol açtığını biliyoruz” dedi. Emniyet’in, gereken açıklamayı yapmadığını belirten Küçükosmanoğlu, “Emniyet, bizde plastik mermi yok diyor. Ama polis eylemcilere yakın mesafeden içinde göz yaşartıcı gaz bulunan plastik kapsüller atıyor. Bu kapsüllerin içinde bulunan gaz kimyasal madde. Yakın mesafeden kapsüller göze isabet ederse görme kayıplarına yol açabilir. İnsanların genetik yapısıyla ilgili başka bozukluklara neden olabilir. Biber gazı uygulanmadan da protestolar çok rahatlıkla durdurulabilirdi. Ancak biber gazının keyfi olarak kullanıldığını gördük. Dolayısıyla biz hekimler olarak biber gazının yasaklanmasını istiyoruz. Kullanılmasına gerek olmayan, sağlığa zararlı olduğu kesin bir uygulama” diye konuştu
Source: Damla Polat
Akrabalık böyle günler için
“Ne halt yemiş bu acurlar!” dedi Keserbakar, Hayati’nin bezgin suratına bakarak. “Efendim” dedi Hayati, “Üç hadsiz, beklediği belediye otobüsü ağzına kadar dolu geldiği için binmemişler, durakta fazla beklemişler, gereksiz kalabalık yaptıklarını ve kalabalığın bir süre sonra homurdandığını tespit etmiş arkadaşlar. Gevişistan Ceza Kanunu’nun 357’nci maddesi ‘keyfi kalabalık yaparak toplumun huzurunu kaçırma’ suçundan gözaltına almış bulunmaktayız. Diğer dört hadsizin ise maç izledikleri kıraathanede tuttukları takımın formalarını polis müdürlüklerinden izinsiz giydiklerini tespit ettik. GCK’nin 403’üncü maddesi ‘kolluktan izinsiz kıyafet giyme’ suçundan aldık onları. Diğer hadsizi de GCK’nin 129’uncu maddesi ‘toplum içinde üç dakikadan fazla gülümseme’ suçundan mahkemeye sevk ettik” dedi. Şadi Bey, önünde imza bekleyen kâğıt yığınından kafasını kaldırdı. Çay bardağının dibinde kalmış, soğumuş, zift gibi çayı bir dikişte içti. Televizyonda Gevişistan Cumhuriyeti’nin başkanı Hacı Gitmezoğlu, bir çeşmenin açılış töreninde konuşuyordu. “Hayati” dedi Keserbakar, biraz sert biraz biraz da tehditkâr bir tavırla: “Sen sanki bu aralar uykunu alamıyorsun, çok mu yoğun geldi sana Gevişistan’ımızın güzelim başkenti Susanya?” Berkemal Hayati, böyle bir çıkış beklemiyordu, sırtından akan teri hissetti, kravatını çekiştirdi, “Efendim” dedi, “Elbette sizin tespitlerinizin şaşma olasılığı yoktur.” “Gözaltı sayısı gitgide azalıyor Hayati efendi”, dedi Keserbakar, televizyondaki Başkan Hacı Gitmezoğlu’na döndü, parmağını televizyonun üzerine koydu, “Bu adamın kulağına gözaltı sayısının düştüğü giderse, neler olur hiç düşündün mü Hayati” dedi. Hayati’nin alnında beliren ter damlacıkları gittikçe artıyordu. Hem bedenini hem de ruhunu cehennem çukurunda hissediyordu. “Haklısınız efendim” diyebildi. Keserbakar koltuğuna oturdu, önündeki kâğıt yığınlarını imzalamaya devam etti, “Her gün en az otuz gözaltı istiyorum senden Hayati, olmazsa gerisini sen düşün” dedi, “Çıkabilirsin.” Hayati, kısık ve titrek bir sesle “Emredersiniz” dedi. Komiser Nükrettin, 8 Ağustos saat 16.00 sıralarında Hayati’nin odasının kapısını tıklattı. “Gel” komutuyla içeri girdi. “Başkomiserim” dedi, başını öne eğdi, “Bugün hiç gözaltı olmadı” dedi. Hayati’nin öfkesi sessizliğinden anlaşılırdı, yine öyle oldu. ağzını bıçak açmadı, eliyle “çık” işareti yaptı. Düşündü, düşündü, düşündü… Saatine baktı, 16.41’di. Telefonuna sarıldı, Nükrettin’i aradı, “Benim üçüncü derece bütün akrabalarımı toplayın. Üç dakika içinde liste istiyorum” dedi, itirazı duymadan kapattı. Nükrettin 16.44’te elinde listeyle geldi. Hayati hiç vakit kaybetmeden Keserbakar’ın odasında belirdi. “Efendim” dedi, “8 Ağustos 16.45 itibarıyla 32 kişiyi gözaltına aldık” dedi. Keserbakar’ın yüzü güldü. “Neymiş suçları” diye sordu. Hayati yanıtladı: “GCK’nin 783’üncü maddesi ‘kolluk kuvvetlerinin akrabalarına bayram telefonu açıp hal hatır sorulmaması’ suçundan aldık efendim.”
Source: Mehmet S. Aman
Asgari ücretlinin 3 bin lirası artık yok
Yılbaşındaki yüzde 30’luk zamla birlikte yılın ilk aylarından itibaren açlık sınırının altında kalan asgari ücret günden güne erimeye devam ediyor. Bu erime, Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu’nun geçtiğimiz günlerde açıkladığı mart ayı açlık sınırı rakamlarına da yansıdı. Konfederasyonun açlık sınırı bin 500 TL artarak 25 bin 720 TL’ye, yoksulluk sınırı da 2 bin 899 TL artışla 78 bin 230 TL’ye yükseldi. Bu hesapla asgari ücretli çalışan yılın ilk üç ayında 3 bin 622 liralık kayıp yaşadı. Sebze, meyve, et ve balık ürünlerinde fiyat artışlarının devam ettiğini kaydeden Birleşik Kamu-İş Genel Başkanı Orhan Yıldırım, en düşük gelir grubundaki vatandaşların tüm gelirlerini gıdaya harcamak zorunda kaldığını vurguladı.
Yanlış politikalar kaybettirdi
SÖZCÜ’ye açıklamalarda bulunan Yıldırım, Türkiye’nin bir tarım ülkesi olmasına rağmen dünyada gıda fiyatlarının en çok arttığı 8. ülke konumuna geldiğini belirtti. Hükümetin tarım ve gıda planlamasını doğru yapamadığını savunan Yıldırım, “Yanlış politikalar nedeniyle toplumun büyük bir kesimi ekonomik olarak eziliyor” dedi ve şunları söyledi: “İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından başlayan protestolar sürerken, tüketim boykotu da gündeme geldi. Boykot halkın demokratik bir tepki yöntemidir ve bu, yurttaşların ekonomik gücünü kullanarak bir mesaj vermesidir. Türkiye’den para kazanan firmalar, bu ülkenin demokrasisine ve hukuk sistemine saygı göstermek zorundadırlar.”
İktidar yetkisini refah için kullanmalı
Siyasi operasonları ve çalışanların mevcut durumunu da değerlendiren Kamu-İş Konfederasyonu Genel Başkanı Orhan Yıldırım, “İnsanlar geleceğinden endişe duyuyor. Baskıcı politikaların sona ermesi gerekiyor. İktidara verilen yetki sonsuz değil, süreli bir yetkidir. Bu yetki halkın refahını artırmak için kullanılmalıdır” ifadelerini kullandı.
Source: Haber Merkezi
2 ayda 450 bin emeklinin ikramiyesini yuttu
Tasarrufun adının dahi geçmediği Cumhurbaşkanlığı Sarayı, 2 ayda 450 bin emeklinin 4 bin liralık bayram ikramiyesine denk gelen 1 milyar 756 milyon lira harcadı. Emeklinin parasını saray yutarken, CHP Erzincan Milletvekili Mustafa Sarıgül, “Bu pervasız harcamaların hesabı, vatandaş tarafından sandıkta sorulacak” ifadelerini kullandı.
YÜZDE 150 ARTIŞ
Mustafa Sarıgül, ocak ve şubat ayı bütçe verilerinden yola çıkarak sarayın bu yıl ne kadar harcama yaptığını hesapladı.
“İktidar tasarrufu emekliden, asgari ücretliden yapmaya devam ediyor” açıklamasını yapan Sarıgül, “Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın ocak ve şubat aylarındaki harcaması 1 milyar 756 milyon TL olarak gerçekleşti. Bu tutarın 1.000 TL artış gerçekleşen ve 4 bin TL olan emekli bayram ikramiyesi üzerinden hesapladığımızda, 450 bin emeklinin ikramiyesine denk geliyor” diye konuştu.
Cep harçlığı olamadı
Vatandaşa tasarruf çağrısı yapan iktidarın, kendi konforundan vazgeçmediğinin altını çizen Mustafa Sarıgül, “Emeklinin bayram öncesinde 4 bin TL olması gereken ikramiye tutarı bilinçli olarak Meclis kapatılarak geciktirildi. İkramiyeler bayram öncesi eksik yattı. 16 milyon emekliye verilen bu tutar cep harçlığı dahi olamadı” ifadesini kullandı.
İktidarın, asgari ücretliye, emekliye yüzde 30 zammı çok gördüğünü hatırlatan Sarıgül, “2023 yılında 6 milyar 637 milyon TL olan Cumhurbaşkanlığı bütçesinin sadece 2 yılda yüzde 150 artışla 16 milyar 928 milyon TL oldu. Günlük harcaması 1.350 asgari ücretlinin maaşını aştı. Vatandaş bu pervasız harcamaların hesabını sandıkta soracaktır. AKP iktidarı artık seçimden kaçmamalı” açıklamasını yaptı.
Source: Başak Kaya
‘Kademeli emeklilik zorunluluk’
Aynı prim gününü dolduran ve aynı sigorta sistemine tabi olan çalışanların, yalnızca birkaç gün farkla emeklilik hakkı elde edememesine yönelik adaletsizlik isyan ettiriyor. CHP İstanbul Milletvekili Gamze Akkuş İlgezdi, kademeli emeklilik sistemiyle milyonlarca emekçinin gasp edilen haklarının geri verilmesini istedi.
“KADEMELİ EMEKLİLİK ZORUNLULUK”
İlgezdi, “Aynı yaş grubunda, aynı iş yerinde, hatta aynı ailede çalışan insanlar arasında tarih sınırı nedeniyle uygulanan bu sistem çalışma barışını bozup, eşit yurttaşlık ilkesini ihlal ediyor. Kademeli emeklilik zorunluluktur. Adil bir düzenleme yapılarak bu hukuksuzluğa son verilmeli” dedi.
Source: Yavuz Alatan
Yeni anneler ve evleneceklere müjde! Resmen yasalaştı…Bakan Göktaş duyurdu
Aile Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, Aile Yılı kapsamında önemli açıklamalarda bulundu. Bakan Göktaş, doğum yardımlarıyla ilgili teklifin yasalaştığını duyurarak, hak sahibi tüm annelerin bayramdan hemen sonra e-Devlet üzerinden başvurularını yapabileceğini müjdeledi.BEYAZ EŞYA VE MOBİLYA DESTEĞİAile ve Gençlik Fonu’ndan faydalanan gençlerin sayısının her geçen gün arttığını belirten Göktaş, bu desteğin yanı sıra aile kurmak isteyen gençlere yönelik yeni projeler üzerinde çalıştıklarını ifade etti. Özellikle beyaz eşya ve mobilya sektörlerinde ciddi indirimler sağlanması için sektörün önde gelen markalarıyla protokoller hazırlandığını açıklayan Bakan, bu anlaşmaların detaylarını Nisan ayı içinde kamuoyuyla paylaşacaklarını söyledi.Bakan Göktaş, Aile Yılı çerçevesinde gençlere destek olmak için seferber olan firmalara teşekkürlerini ileterek, 2025 yılı sonunda Aile Yılı kapanış programında bu firmaları ödüllendireceklerini duyurdu. Ayrıca, bu seferberlik ruhunun tüm sektörlerde yaygınlaşmasını ve Aile Yılı’nın aile olmanın mutluluğunu en üst düzeyde yaşatan bir yıl olmasını temenni ettiğini belirtti.SOSYAL MEDYA İÇİN YAŞ KISITLAMASIAile Bakanı Göktaş, çocukların dijital dünyanın sunduğu fırsatlardan faydalanırken olası risklerden korunması için önemli adımlar atıldığını açıkladı. Bu doğrultuda koruyucu ve önleyici çalışmaların sürdürüldüğünü belirten Bakan, çocukların sosyal medya kullanımına yönelik Türkiye’ye özgü bir model geliştirme çalışmalarının yoğun bir şekilde devam ettiğini ifade etti.Dijital bağımlılıkla mücadele kapsamında kademeli bir düzenleme önerisi üzerinde durduklarını kaydeden Göktaş, 13 yaşına kadar sosyal medya kullanımına kısıtlama getirileceğini, 13-16 yaş aralığında ise ebeveyn onayının zorunlu olacağı bir sistem planlandığını duyurdu. Bakan, bu çalışmalarda son aşamaya gelindiğini belirterek, çocukların dijital ortamdaki güvenliğini artırmaya yönelik kararlılıklarını vurguladı.
Source: Özgürbayrak
ABD”de 8,7 milyar dolarlık bağışa soruşturma
Eğitim Bakanlığından yapılan yazılı açıklamada, Harvard”ın topladığı 8,7 milyar doların üzerindeki bağışla birlikte federal hükümetle imzaladığı 255 milyon dolarlık sözleşmenin uygunluğunun soruşturulacağı belirtildi.Söz konusu hibenin “sivil haklar yasalarına uygun şekilde kullanıldığından emin olmak amacıyla” açılan soruşturmanın, ABD”deki üniversite kampüslerinde “antisemitik tacizi ortadan kaldırmayı amaçlayan” incelemenin parçası olarak yapıldığı bildirildi.Eğitim Bakanı Linda McMahon, “Harvard”ın kampüsteki öğrencileri antisemitik ayrımcılıktan korumadaki başarısızlığı özgür sorgulama yerine bölücü ideolojileri teşvik ederken, itibarını ciddi şekilde tehlikeye attı. Harvard bu yanlışları düzeltebilir ve kendini akademik mükemmelliğe ve hakikat arayışına adanmış, tüm öğrencilerin kampüsünde güvende hissettiği bir kampüse geri döndürebilir.” ifadesini kullandı. Bakanlığın duyurusu, merkezi New York”ta bulunan Columbia Üniversitesinin, mart ayının başlarında ABD Başkanı Donald Trump ve yönetiminin kampüste antisemitizmle mücadele yönündeki taleplerini kabul etmesinin ardından geldi.Columbia Üniversitenin internet sitesinde 14 Mart”ta yayımlanan duyuruda, üniversite yönetimi, okulun 400 milyon dolarlık fonunun kesilmemesi için Trump hükümetinin taleplerine uyma kararı alındığını açıklamıştı.Duyurunun detayında, hükümetin talepleri doğrultusunda, antisemitizmin tanımının yeniden gözden geçirileceği, İsrail ve Yahudi Çalışmaları Enstitüsü kadrosunun genişletileceği kaydedilmişti.
Source: Www.star.com.tr
Volkan’la iyi ki sarılmışız
“Sahnede fenalaştı” dendi önce. Toparlanır, ayağa kalkar diye düşünürken 1 saat içinde acı haber geldi.İnanılması, kabullenmesi zor ve güç. Bir varken bir yoksun işte. Volkan Konak, 33 yıl önce maddi imkânsızlıklar nedeniyle düğün yapamadığını söylemiş ve eşi Selma Konak ile şahane bir kır düğünüyle nikâh tazelemişti. Ortak dostumuz Mine İpek Camadan beni de çağırmıştı o düğüne. İyi ki gitmişim, iyi ki sarılmışız o gün Volkan’la.Güzel bir anı olarak duruyor o mutlu gün hafızamda. Kadına, eşine, çocuklarına, ailesine, eşitliğe, özgürlüğe, Atatürk’e, ülkesine olan aşkı ve bağlılığı, onu andığımız her an, adıyla, şarkılarıyla yaşamaya devam edecek. Mekânın cennet olsun sevgili Volkan.Erkek size yatırım yapsın“Erkekler yatırım yaptıkları kadınlardan ayrılamaz” diye bir teori dolanıyor ortada. Bu bahaneyle kadınlar durmadan karşılarındakinden maddi taleplerde bulunuyor. İstemeyene enayi, alamayana zavallı gözüyle bakılıyor. Hiç benlik şeyler değil. Canım babam “Benim kızım erkek gibi” diye diye beni böyle yaptı. İyi ki de yaptı.Eril enerji ile kendim kazanır, kendim harcarım diyenlerden oldum. Ama şunu da biliyorum ki yatırım olayı sadece parayla olmuyor. Gelin doğrusunu inceleyelim.Buna Benjamin Franklin Etkisi diyorlar.İnsanlar önceden sevmedikleri veya nötr hissettikleri kişilere iyilik yaptıklarında bu kişilerden hoşlanmaya başlıyorlar.Amerikan siyasetçisi Franklin’in bir düşmanı vardı. O kişi Franklin’i sevmiyor, ona engel olmaya çalışıyordu. Franklin onunla dost olmaya çalışmak yerine başka bir yöntem kullandı, ondan bir iyilik istedi.Bu adamın nadir kitaplar koleksiyonu vardı, adama “Bende olmayan şu kitabı gönderebilir misin?” dedi. Adam önce bir şaşırdı ama kitabı da yolladı. Franklin kitabı ona minnetle geri verdi ve sonrasında ne oldu biliyor musunuz? Adamla dost oldular.Çünkü birine iyilik yaptığımızda beyin onu sevdiğimize ikna oluyor.Sizden hoşlanmayan biri mi var, aranızı düzeltmek istiyorsanız ondan bir iyilik isteyin.Biriyle bağ kurmak için tavsiyesini isteyin ya da bir ilişkiyi güçlendirmek için onun size yardım etmesine izin verin. Bırakın size bu şekilde yatırım yapsın.
Source: Ömür Gedi̇k
Ah be
Duruşuyla, sesiyle, gerektiği yerde sessizliğiyle… Çok başkaydı. Kendisi de demiş ki, “Ölümün güzeli olsun, bayramda ölenlere çok üzülüyorum.”Ahhhh… Bayramın ilk günü sahnede gitti Volkan Konak. Dediği gibi oldu.En sevdiği yerde, sahnede son nefesini vermiş olabilir ama yok ben etmiyorum kabul.Keşke kalsaydın.Neyse… Sözler çare değil böyle durumlarda…Ah Volkan Abi ah demekten başka yol yok böyle durumlarda!Bitmişlik sendromuBence birçoğumuz gerçekten delirme noktasındayız. Birçoğumuz ne aradığımızın farkında değiliz. Mesela bakınız Derin Talu… Ben hiç tanımam etmem ama söylediği şeyleri okudum dinledim, gördüm.Bence annesi ve kardeşinin yakaladığı şöhreti istiyor kızcağız.Erkekler CV’sini atsın demiş. Bir tık yaşlı tercih ederim demiş, çok kadınla birlikte olan erkek istiyorum onlar bana uyar demiş.Ahahahah.İşte tükenmişliğin bitmişliğin sendromudur bu.Duydum sağdan soldan kızcağızın içinde olduğu durumu. Zor, kötü, çaresizlik dolu.Allah yardımcısı olsun.Türkiye’de erkekler böyle bir çağrı yaparsan sana geçmiş olsun. Artık yolda yürüyemezsin. Tabii seni tanıyan olursa…Oh ne güzel söylemiş“Dün yere göğe sığdıramadığınız insanları bugün istediğiniz gibi davranmadı diye, militanınız olmadı diye, acımasız ve onur kırıcı şekilde harcarsanız yarın yanınızda kimseyi bulamaz ve haklı konularda bile inandırıcı olamazsınız” demiş yönetmen Zeki Demirkubuz. Cem Yılmaz için kurmuş bu cümleleri. Bir süredir linçleniyordu Cem Yılmaz. Neden paylaşım yapmıyor diye söylenenler vardı. Ama öyle yersiz ki böyle şeyler. Gerek yok yahu. Olayı özetlemiş Demirkubuz.Linçlemeyin yanınızda kimse olmaz demiş. İşte aradığımız kültür bu…İstediğimiz duyarlılık bu…Bakmayın Şahan Gökbakar gibi her şeyin muhaliflerine.O da sallamış çünkü Cem Yılmaz’a… Fırsat bu fırsat diyerek.Yahu istediğiniz gibi hareket etmeyenlere hakaret etmek ne demek.Hakaret, aşağılama, saldırma bunlar boş işler, bunlara gerek yok..
Source: Orkun Ün
Skandal iddia: Gençliğe Hitabe”yi okuyan öğrenciler okuldan atıldı
Ankara’da Rıdvan Binnaz Ege Anadolu Lisesi’nde bir grup öğrenci toplanarak Atatürk”ün Gençliğe Hitabesi”ni okudu.
OKULDAN ATILDILAR İDDİASI
İddiaya göre öğretmenler tarafından engellenen öğrencilere uzaklaştırma cezası verildi.
Hitabenin okunduğu anlara ilişkin görüntüyü X hesabından paylaşan CHP Gaziantep Milletvekili Hasan Öztürkmen, iddiayı Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin”e sordu.
“KESİYORUZ BUNU!”
Görüntüde bahçede toplanan öğrencilerin Gençliğe Hitabe”yi okudukları görülüyor.
Bu sırada bir öğretmenin öğrencilere “Evet gençler kesiyoruz bunu” diye müdahale ettiği ve görüntüyü kaydeden kişiye de “Oğlum sen buraya gel” dediği duyuluyor. O sırada bir başka öğretmenin çocukları “Yürü, yürü” diye azarladığı duyuluyor.
“BAŞLARIM SENİN ATANA”
CHP”li Öztürkmen, söz konusu iddiaya ilişkin şunları kaydetti:
“Ankara’da bir Anadolu Lisesi’nde topluca Gençliğe Hitabe okuyan öğrencilere uzaklaştırma cezası verildiği iddia ediliyor.
Ceza alan bir öğrencinin, “Bunun neresi suç? Atama saygısızlık yapıyorsun.” sözlerine, müdür yardımcısının “Başlarım senin atana.” şeklinde karşılık verdiği belirtiliyor.
Hiçbir eğitimci, hiçbir Türk, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Gençliğe Hitabesinin okunmasıyla derdi olamaz. Bu müdür yardımcısının derdi nedir? Buna da soruşturma açtınız mı?”
Source: Derleyen: Ümit Karadağ
Bahçeli”den CHP”nin sokak çağrısına sert tepki! 15 Temmuz”u hatırlattı
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Ekrem İmamoğlu”nun yolsuzluk soruşturmasında tutuklanmasının ardından başlayan sokak olaylarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu. #r-1105634# Türkgün”e konuşan Bahçeli, “Son günlerde Cumhuriyet Halk Partisi’nin başlattığı, bazı televizyon kanallarının kadrolu yorumcuları tarafından da desteklenen, büyük bir şuursuzluk ve tahammülsüzlük örneği olan sokak çağrıları, Türkiye’nin çok tehlikeli bir sürece sokulmaya çalışıldığına işaret etmektedir.” dedi. “ASLA SAMİMİ DEĞİLLER” Kamu düzeninin bozulmaya çalışıldığını belirten MHP lideri, ” Bu çağrı toplumsal huzuru tehdit eden sonuçlar doğurabilecek niteliktedir ve bu yönüyle kamu düzenini bozmaya dönüktür. Demokrasi ve özgürlüklerin kullanılması adına yapıldığı ileri sürülse de demokrasi dışı arayışların tezahürüdür ve asla samimi ve masum değildir.” ifadelerini kullandı. “CHP SİYASİYETİ AHLAKTAN UZAK” Bahçeli”nin açıklamaları şöyle devam etti: “Muhalefetin bilimsellikten ve gerçeklikten uzak, yalnızca popülist söylemlere dayanan politik yaklaşımları, siyaset kurumunun güvenilirliğini sorgulanır hale getirmektedir. Nitekim bugünkü CHP siyaseti ahlaki ilkelerden ve samimiyetten uzak, yalan ve iftiraya dayalıdır. #r-1105631# “TOPLUMU İSYANA ÇAĞIRMALARI AYMAZLIKTIR” CHP ve yandaşlarının toplumu isyana çağıran bir tutum içinde olması, siyasi ahlaktan uzak, hem toplumun huzurunu hem de demokrasiyi tehdit eden bir aymazlıktır. Bu söylemler toplumsal gerilimi ve kutuplaşmayı tırmandırırken kin ve nefret dilinin yaygınlaşmasına yol açmakta, ülkemizin birliğine kast etmektedir. Daha da üzücü hatta utanç verici olan ise, bazı medya yorumcularının bu sorumsuz söylemleri desteklemesi ve körüklemesidir. “MEDYA SORUMLU HAREKET ETMELİ” Medya yorumcularının, toplumu bilgilendirme ve bilinçlendirme görevlerini yerine getirirken büyük bir sorumluluk içinde hareket etmeleri meslek ilkelerinin de bir gereğidir. Söz ve yorum özgürlüğü demokratik bir hak olmakla birlikte, bu özgürlüğün kamu düzenini bozacak, halkı isyana teşvik edecek şekilde kullanılması asla kabul edilemez. Toplumu kaosa, şiddete veya isyana yönlendiren yorumlar, hem hukuki hem de ahlaki sorumlulukların ihlali anlamına gelmektedir. Medyanın, barış, birlik ve sağduyuyu teşvik eden bir platform olması gerekirken toplumun güvenini ve huzurunu sarsacak söylemlerle kışkırtıcı bir üslup takınması etik ilkeleri aşan bir suç halidir. Demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan medyanın ahlaki ilke ve standartlara uygun hareket etmesi için, idari ve hukuki düzenlemelerin yapılmasının yanı sıra medyanın kendi özdenetim mekanizmalarının geliştirilmesi de sağlanmalıdır. Medya kuruluşlarının imkanlarını kamuoyunu yanlış yönlendirecek şekilde kullanmaları önlenmelidir. Peşinen söylemek gerekir ki, toplumu yönlendirme gücü olan medyanın sadece basın özgürlüğüyle izah edilemeyecek yıkıcı yayınlar yapmasının önüne geçilmesi şarttır. “TOPLUMSAL DÜZENİ TEHDİT EDEN SONUÇLARI OLABİLİR” Şiddeti, kaosu ya da demokrasinin dışına çıkmayı teşvik etmek bir özgürlük alanı olamaz. Temel haklardan biri olan ifade özgürlüğünün kullanımı, toplumsal barış ve kamu düzenini koruma gibi sorumluluklarla dengelenmelidir. Siyasi partilerin ve televizyonların, toplumu sokağa çağırması, şüphesiz ki toplumsal düzeni tehdit eden sonuçlara yol açabilecektir. Tarihte birçok örnek, bu tür eylemlerin genellikle provokasyonlar veya kontrolsüz grupların müdahaleleri sonucu çatışmalara dönüştüğünü göstermektedir. “ŞİDDET VE ÇATIŞMA ÇÖZÜM DEĞİL” Çeşitli dinamiklerin devreye sokulmasıyla ülkemizde oluşabilecek gerilim, kutuplaşma ve hatta çatışma iklimi, telafisi imkansız olayların meydana gelmesine sebep olabilecektir. Şiddet ve çatışma kuşkusuz kalıcı çözümler üretmekten uzaktır. Siyasetin sağlıklı çözümler üretme fonksiyonundan uzaklaşan Cumhuriyet Halk Partisi, belli ki iktidarı, tarihin çöplüğündeki kirli sayfaları yeniden açarak elde etmeye yönelmiştir. “SOKAKLAR ÇARE DEĞİLDİR” Sahibinin sesi bu siyaset ve medya çürümüşleri toplumsal isyanın Cumhuriyet Halk Partisine üye vatandaşlarımızın öncülüğünde başlaması gerektiğini de söylemektedirler. Oysa Türkiye’de sokak olayları yaşandı ve geçmişin acı tecrübeleri de henüz unutulmadı. Yaşanan sokak olaylarının sosyal maliyeti hem devrimciler hem de ülkücüler açısından çok yüksek oldu. Bunların sonucunda Türkiye’ye ödetilen ekonomik, sosyal ve siyasi bedel milletimizin hafıza kayıtlarındadır. O sebeple sokaklar çare değildir. “OLAYLARIN ÖNÜNE NASIL GEÇECEKLER?” Şayet sokağa davet edilenlerin karşısına 15 Temmuz’da olduğu gibi başkaları dikilirse kaçınılmaz çatışma nasıl önlenecek, olayların önüne nasıl geçilecektir? Sokak çağrısı yapan provokatörler acaba o vakit ortada bulunacaklar mı yoksa çoktan ülkeyi terk etmiş mi olacaklar. Bunlar, aynı zamanda da Türkiye’de tek adam rejimi olduğuyla yatıp kalkanlardır. Rejim değişti yalanını söylemeye devam edenlerdir. Demokratik seçimleri, milli iradeyi yok sayanlardır. Milletin desteğini almaya çalışmak yerine sokaklardan hareketle anti demokratik süreçlerden medet umanlardır.”
Source: Gözde Nur Bayar
İmamoğlu için CHP nimet nimet!
Cumhuriyet Halk Partisi Deniz Baykal”ın genel başkanlıktan ayrıldığı günden beridir seçmen nezdinde kabul oranını artırmayı başaramadığı gibi sürekli itibardan yiyor. Geldiği noktadaki durumu içler acısı.En popüler belediye başkanları, cumhurbaşkanı adayı yapmak için yalandan bir seçim mekanizması kurdukları “tek adam” yolsuzluktan tutuklu. Hakkındaki suçlamaların çokluğundan çok, maddi delillerin ve açık tanıkların çokluğu işin ciddiyetini ortaya koyuyor. İddialar öyle havadan nem kapılan zorlama iddialar da değil. Rüşvet, irtikap, ihaleye fesat karıştırma, nitelikli dolandırıcılık, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, İBB”ye emanet edilmiş kişisel verilerin hukuksuz şekilde ele geçirilip üçüncü kişilere satılması da dahil olmak üzere tamamı yüz kızartıcı suçlar. Lakin ne suçlanan kişi yani eski İBB belediye başkanı Ekrem İmamoğlu, ne yolsuzluk hırsızlık yoluyla maddi kazanç elde eden ailesi, ne de bu örgütlü suç isnadı dolayısıyla sıkıntıya düşen CHP elitleri bundan utanıp sıkılıyor. Bilakis yavuz hırsız misali, fırsat bu fırsat siyasi dolandırıcılık işlerine girişiyorlar. CHP İÇİN KARANLIK AMA ŞAŞALI GÜNLER Bu açıdan CHP yüzyıllık tarihinin en karanlık ve en şaşaalı günlerini yaşıyor.”Hodri meydan” deyip iddialara açıklık getirmek ve böylece mahkemeden önce halkın nezdinde aklanmak yerine kuru gürültü çıkartarak, siyasi alaverelerle, manipülasyonlarla muhalefet tabanını koyun yerine koymayı tercih ediyor. Savcıya da, gazeteciye de, mevcut CHP yönetimini eleştiren CHP”lilere de posta koymayı maharet diye, hak mücadelesi ve demokrasi kahramanlığı diye yutturmaya çalışıyorlar.İşin kötü tarafı bu hesap tabanda tutuyor! CHP TABANI MUTSUZ VE ÇARESİZCHP tabanı Gezi”den beri nasıl güdüleneceği defalarca test edildiği için mi yoksa siyasi alternatifsizlikten ve çaresizlikten dolayı mı bilinmez parti elitleri ne diyorsa ona yapar duruma düştü. CHP lideri “tıpış tıpış oy vereceksiniz” diyor, taban istemediği beğenmediği isimlere gidip oy veriyor. Aynı dayatma masa ittifakında da çalışıyor, kent uzlaşısında da. Şimdi de son şaibeli kurultayda CHP”nin genel başkanı seçilen Özgür Özel aynı güdülemeyi yapıyor. CHP”lilerin ifşa ettiği, Savcılığın delillerle ortaya koyduğu iddiaların muhalif tabanda konuşulmasını engellemek için sürekli doldur boşalt yapıyor. Tek adamı onama sandığı da, tek adam için kağıtların deste deste içine atıldığı dayanışma sandığı da gülünç. Bunu CHP tabanı da biliyor ama kendini mecbur hissediyor. CHP ELİTLERİNİN CHP KİTLESİNE BUYRUĞUÖzgür Özel”in kürsüden kestiği ahkamı en ağır eleştirenler CHP”liler. Boykot listesi dayatmasına, “yap dediklerimi yapın, yapma dediklerimi yapmayın” buyurganlığına en başta CHP tabanı itiraz ediyor. Ama yine de çaresizce buna boyun eğiyor. İmamoğlu”nun yaptığı yolsuzlukları savcılık makamından ve kamuoyundan önce CHP”liler duydu ve kendi içlerinde konuştular sonuçta. Diplomasının sahteliğinden önce İmamoğlu”nun akademik yetersizliği konuşuluyordu muhalifler arasında. EKREM”İN İNGİLİZCE SEVİYESİEkrem İmamoğlu”nun “it”s a pencil” seviyesindeki İngilizcesine gülündüğü kadar batılı büyükelçiler ve yabancı heyetler karşısında ezilip büzülerek ifade ettiği “I”m ok” cümlesine kızıldığını da en iyi bilenler CHP”liler. CHP elitlerinin her türden başarısızlığını, beceriksizliğini, hırsızlığını-yolsuzluğunu bile iktidarı suçlayarak savuşturmaya kalkmasından rahatsız olan CHP”liler bile çaresizce itaat ediyorlar bu buyurganlığa. Bu açıdan CHP, İmamoğlugiller için nimet nimet… KÖTÜ VE KARANLIK BİR AĞIZ: İMAMOĞLU”NUN BABASI Yüz kızartıcı bir dizi suçlamadan dolayı tutuklu bulunan eski İBB başkanı Ekrem İmamoğlu”nun babası Hasan İmamoğlu”nun bayram sabahı ettiği bedduayı duyup da kanı çekilmeyen yoktur herhalde. Ne diyor baba İmamoğlu? “Bizi perişanlığa sürükleyenler çoluk çocuğunun ciğerinden et yiyerek iyileşmeye uğraşsın da iyileşemesin” diyor!Güya oğlunu “müdafa” etme iddiasıyla, sırf görevlerini yaptıkları için polislere, savcılara, hakimlere, vergi uzmanlarına, bürokratlara yani başkalarının çocuklarına saldırıyor!Baba yahut yaşlı olmanın kişiyi tek başına saygıdeğer biri yapmadığının açık ispatı Hasan İmamoğlu. Ağzı öyle karanlık, nefesi öyle kötü kokuyor ki Hasan İmamoğlu”nun ağzından çıkanı duyan herkes yüzünü buruşturuyor. Sözlerinin kaynağı belli ki kalbi… Üniversite sınavında Türkiye”de hiçbir okula yerleşemeyecek kadar düşük puan alan başarısız oğlunu parayla Kıbrıs”ta bir Amerikan üniversitesine kaydettirip sonra da karanlık bağlantılarla haksız şekilde 700 bin başarılı öğrencinin önüne geçiren kendisi değilmiş gibi haktan hukuktan bahsediyor bir de beyefendi. Oğul İmamoğlu 2014″te Beylikdüzü belediye başkanlığına lise diplomasıyla adaylık başvurusu yaptığında durumu haberleştiren “Beylikdüzü Bizim Bakış” gazetesini ve Telat Çabuk”u ve ailesini tehdit edip mahkemelik olan o değilmiş gibi.Yahut İmamoğlu İnşaat”a üç yıl içinde geçirilen 117 tapunun üstüne oturan o değilmiş gibi. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin”in açıkladığı kıymetli bilginin merkezinde de Hasan İmamoğlu var. Meğer İmamoğlu ailesinin ortağı olduğu İMAŞ isimli şirket 1997″de -yani İmam Hatiplilere katsayı eziyetlerinin yapıldığı 28 Şubat döneminde- Fetulahçı terör örgütü için Trabzon”da okul açmış. Hasan İmamoğlu”nun herkesi dehşete düşüren çok çirkin ve karanlık bedduasının FETÖ beddualarına benzerliği buradan geliyor belki de.
Source: Fadime Özkan
Tazminat aydını sendromu ve Özgür Özel
Özgür Özel’in Görevden uzaklaştırılan ve tutuklanan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu için İngiliz İşçi Partisi’nin tepkisizliğine kırgınlığını ifadesi tam bir Tanzimat aydını sendromudur…
Batıyı kendileri için şaşmaz ölçü kabul eden, onlardan gelen her cümleyi dünyayı yerinden oynatabilmeleri için büyük bir güç olarak gören, ama bir türlü ne onlar gibi olabilen ne kendileri kalabilen bir şaşkınlar güruhudur Tanzimat aydını sendromu yaşayanlar… Bir diğer ifade biçimi de müstemleke aydını sendromudur…
Tanzimat Aydını Sendromu nedir o zaman? İmparatorluğumuzun 19. yüzyılda yaşadığı modernleşme sürecinde ortaya çıkan aydın tipinin yaşadığı kimlik bunalımını ve ruh halini anlatmak için kullanılır. Batı”ya hayranlık ve öykünme ile kendi geleneksel değerleri arasında sıkışıp kalan Tanzimat dönemi aydınlarının yaşadığı kırılmaları, çelişkileri ifade eder.
Tanzimat aydını sendromu belirtilerinin ilki, batı hayranlığı ve taklitçiliktir… Tanzimat aydınları, Batı’nın bilim, sanat, hukuk, iktisadi alanlardaki ilerlemelerine büyük hayranlık duymuş, bunları yüzeysel şekilde benimsemiş, ülkemizin ve insanlarımızın daha iyi olabilmesi için kendilerine düşeni yapmaya gelince hiç oralı olmamışlardır… Batılılaşma onlar açısından şekil ve kıyafetten ibaret kalmıştır…
Kimlik bunalımından kurtulamazlar… Geleneksel kültürümüz ile Batı değerleri arasında bocalamış; hem batıyı anlamamış, hem kendimize ait olanı kavrayamamıştır… Aziz milletimizin geleneksel toplum yapısıni idrakten uzak Batıya hayran ama oralı değil, biçare olmuştur…Halktan kopuk, halkına yabancıdırlar… Batılı eğitim almış Tanzimat aydınları genellikle halktan uzak tepeden bakan çukurdakilerdir… Halkın anladığı dilden konuşamayan, halkı anlamaya uğraşmayan zavallılardır…
Kendilerine özgü bir romantizmleri ve gerçeklikten uzaklıkları vardır… Batı’daki özgürlük, eşitlik ve demokrasi ideallerine duyulan romantik ama içeriksiz bir hayranlık vardır. Kendi toplumuna ise dayatmacı, despotturlar… Devletçi olduklarını söylerler, devlet nedir bilmezler… Reformisttirler, reformlar kendilerine dokunana kadar…Bu nedenle, Batı’daki sivil toplum ve bireysel özgürlük anlayışları tam anlamıyla yerleşememiştir.
Bu sendrom, günümüzde de kendisini aydın olarak tanımlayan bir kesimde fazlasıyla görülmektedir. Bunlar için doğru sadece kendileridir. Öyle ki, yanlışları bile doğrudur. Kimse sorgulayamaz, hesap soramaz… Ayrıca başkalarında kınadıkları ne varsa bunlar sırf bulundukları mahalle dolayısıyla bunları yapmaya doğrudan hak sahibidir…
İdeolojilerine din hüviyetinde bağlı, dayatmacı, despotik, tahammülsüz, bağnaz ama nasıl oluyorsa kendilerini tanımlarken ‘demokrat’, ‘adil’, ‘dürüst’, ‘insancıl’ olurlar… Her inanca saygılıdırlar ama kendi toplumlarının, milletlerinin inancına değil… Her ırka, etnisiteye saygılıdırlar ama kendi milletlerine değil…
İmamoğlu vakası ile gördük ki, bağnazlık ve ideolojik körlük başkalarına yönelttikleri tüm iddialı söylemlerini, sorgulamalarını sözkonusu kendileri olunca rafa kaldırıyorlar…Elbette sözümüz sadece siyaset ile iştigal eden, CHP mahallesine dükkan açanlarla sınırlı değil… Bu dükkanlara sık girip çıkanlar, bu mahallede dolaşanlar, buralardan beslenenlerde de nüksediyor…
Kendilerine sanatçı diyen, modern, batılı olduğunu iddia eden ve İmamoğlu vakası ile birlikte konuyu yolsuzluk-yozlaşma bağlamından koparmak için vaveyla koparan bir başka güruh daha var…
Onlar da benzer şekilde bir feveran içindeler… Demokrasi, hukuk, adalet diyorlar ve batıyı referans gösteriyorlar ama orada olup bitenlerden haberleri yok…
Kolaylık olsun diye bu tür hallerde İngiliz İşçi Partisi pratiği ne olmuş, derledim. Özgür Özel ve şürekasına, siyaset ve sanat-sepet taifesine umarım ki yararlı olur…Durduk yere İngiliz işçi Partisi’ne sitem etmez, darılmazlar…
Tony Blair hükümetinde görev yapan Peter Mandelson, 1998’de büyük bir ev kredisiyle ilgili çıkar çatışması iddiaları nedeniyle hükümetten istifa etmek zorunda kaldı. Daha sonra başka pozisyonlara gelse de bu olay İşçi Partisi”nin şeffaflık konusundaki duruşunu sorgulatan olaylardan biri oldu.
Yine 2006 yılında Tony Blair döneminde, İşçi Partisi’nin bağış toplamak için yüksek meblağlı borçlar aldığı ve bu bağışçılara şövalyelik ve lordluk unvanları verildiği iddia edildi. Polis soruşturması açıldı, ancak doğrudan bir suçlama yöneltilmedi. Bu olay, İşçi Partisi’nin finansman süreçlerinde reform yapmasına yol açtı.
2009 yılında, İngiltere’de tüm büyük partileri etkileyen bir “milletvekili harcama skandalı” ortaya çıktı. İşçi Partisi’nden bazı milletvekilleri, halkın vergileriyle finanse edilen harcama ödeneklerini kişisel çıkarları için kötüye kullanmakla suçlandı. Örneğin: Elliot Morley, sahte mortgage ödemeleri göstererek 16.000 sterlin fazla aldı ve daha sonra 2011″de 16 ay hapis cezasına çarptırıldı. David Chaytor, sahte faturalar düzenleyerek haksız kazanç sağladı ve hapis cezasına çarptırıldı. İşçi Partisi, bu skandalın ardından kendi içinde disiplin soruşturmaları başlattı ve ilgili üyeleri partiden ihraç etti.
Eski İşçi Partisi milletvekili Keith Vaz 2016’da, uyuşturucu ve seks işçileriyle ilgili skandala karıştı. Skandalın ardından Vaz, partisinden ve milletvekilliğinden istifa etti. Parti yönetimi, Vaz’ı disipline sevk etti ve ona yönelik yaptırımlar uyguladı.
İşçi Partisi’nin önde gelen isimlerinden Angela Rayner 20024 yılı içinde, geçmişte oturduğu evle ilgili vergi konusunda yanlış beyanda bulunmakla suçlandı. Parti, konuya dair inceleme başlatacağını açıkladı, ancak olayın seçimlere yakın dönemde ortaya çıkması siyasi bir zarar verdi.
Son olarak, daha yenilerde Liverpool Belediye Başkanı Joe Anderson yolsuzluk soruşturması kapsamında gözaltına alındı. Soruşturmanın selameti için kendisi görevi bırakmak zorunda kaldı…
Sorum şu, şayet İngiliz olsa, bu şartlarda Ekrem İmamoğlu İngiliz İşçi Partisi’nde siyaset yapmak istese yapabilir mi?
Gelelim, günümüzdeki sendromlu Tanzimat aydınlarının da büyük hayranlık besledikleri Fransa’ya… Şayet orada olsalardı, bu vandallıkları yapabilirler miydi?
Fransa”da gösteri ve yürüyüşlerde yüzü kapatmak veya maske kullanmakla ilgili kanun der ki; Gösteride yüzü kapatmanın cezası: 1500€ – Bunu tekrarlamanın cezası: 3000€. Kamu düzenini bozan veya bozma ihtimali olan bir gösteride yüzü kapatmanın 1 yıl hapis, 15.000€ para cezası var. Bu cezalar zamanında ödemezse sürekli katlanıyor. Devlet direkt banka hesabından kesiyor. Hesapta yoksa maaşa el konuluyor. Yani devlet her halükarda cezayı ödetiyor.
Şimdi herkes, boş beleş konuşmayı bıraksın… Bu yolsuzluk iddialarını içeren büyük bir skandal ve buna bağlı yürütülen soruşturmadır… Küstüğünüz, darıldığınız, imdat beklediğiniz yerlerin de bu neviden hadiselere yaklaşımı böyledir…
İslam âleminin, aziz milletimizin ve saygıdeğer okuyucularımın mübarek ramazan bayramını kutluyorum.
PROF. DR. ZAKİR AVŞAR / Haber7
Source: Zakir Av
MHP lideri Bahçeli”den CHP”nin sokak çağrılarına sert tepki
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Türkgün gazetesinde yayımlanan yazısında, Cumhuriyet Halk Partisi”nin sokak çağrısına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.Türk siyasetinde samimiyet ve dürüstlük tercih değil zorunluluktur diyen MHP Lideri Devlet Bahçeli, Zira Anayasa ve kanunlar bunu vazetmekte, siyasetin doğası kucaklayıcı bir üslubu gerekli kılmaktadır.Cumhuriyet Halk Partisi”nin yürüttüğü siyaset ise çatışmadan beslenen, halka tepeden bakan, onu ıslah etmeye çalışan, millî iradeyi yok sayan seçkinci bir anlayıştır açıklamasında bulundu. Gözden Kaçmasın Bahçeli: PKK”nın tüm bileşenleriyle tasfiye kararı hayata geçirilmeli Haberi görüntüle MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, şunları ifade etti: Son günlerde Cumhuriyet Halk Partisi’nin başlattığı, bazı televizyon kanallarının kadrolu yorumcuları tarafından da desteklenen, büyük bir şuursuzluk ve tahammülsüzlük örneği olan sokak çağrıları, Türkiye’nin çok tehlikeli bir sürece sokulmaya çalışıldığına işaret etmektedir.Bu çağrı toplumsal huzuru tehdit eden sonuçlar doğurabilecek niteliktedir ve bu yönüyle kamu düzenini bozmaya dönüktür.Demokrasi ve özgürlüklerin kullanılması adına yapıldığı ileri sürülse de demokrasi dışı arayışların tezahürüdür ve asla samimi ve masum değildir.
Source: Hurriyet.com.tr
Devlet Bahçeli: Suç işliyorlar! Önüne geçmek şarttır
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, CHP ve destekçilerinin sokak çağrısına tepki göstererek, “Türk siyasetinde samimiyet ve dürüstlük bir tercih değil, zorunluluktur” dedi. TÜRKGÜN’e açıklamalarda bulunan Bahçeli, CHP’nin çatışmayı körükleyen ve milli iradeyi yok sayan bir politika izlediğini vurguladı.MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, şunları ifade etti:”Son günlerde Cumhuriyet Halk Partisi’nin başlattığı, bazı televizyon kanallarının kadrolu yorumcuları tarafından da desteklenen, büyük bir şuursuzluk ve tahammülsüzlük örneği olan sokak çağrıları, Türkiye’nin çok tehlikeli bir sürece sokulmaya çalışıldığına işaret etmektedir.Bu çağrı toplumsal huzuru tehdit eden sonuçlar doğurabilecek niteliktedir ve bu yönüyle kamu düzenini bozmaya dönüktür.Demokrasi ve özgürlüklerin kullanılması adına yapıldığı ileri sürülse de demokrasi dışı arayışların tezahürüdür ve asla samimi ve masum değildir.BİRAZ SAMİMİYETMevlana’nın “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” sözü, samimiyet ve dürüstlüğün insan hayatındaki önemini en sade şekilde ifade eden evrensel bir öğüttür.Samimiyet yalnızca bireysel bir erdem değil, toplumsal düzen ve ahlaki değerlerin de temelini oluşturmaktadır.Toplumda güven duygusunu da pekiştiren samimiyet, aynı zamanda bireylerin, kurumların ve siyasetin en temel meselelerinden de birisi halindedir.Günümüzde, bazı evrensel değer ve kavramların ve toplumsal birliği temsil eden ahlaki ilkelerin, gerçek anlamlarının dışında kullanılmaya başlanması, siyasette samimiyet sorununu daha da derinleştirmiştir.Bu değerlerin, kişisel veya siyasi çıkarlar doğrultusunda araçsallaştırılması ve istismar edilmesi, yalnızca toplumsal güveni değil, demokratik düzeni de ciddi şekilde zedelemektedir.BUGÜNKÜ CHP SİYASETİ AHLAKİ İLKELERDEN UZAKMuhalefetin bilimsellikten ve gerçeklikten uzak, yalnızca popülist söylemlere dayanan politik yaklaşımları, siyaset kurumunun güvenilirliğini sorgulanır hale getirmektedir.Nitekim bugünkü CHP siyaseti ahlaki ilkelerden ve samimiyetten uzak, yalan ve iftiraya dayalıdır.Kendi kuruluş değerleriyle barışık olmayan Atatürk’ün aziz mirasına ihanet içerisindeki CHP, başkalarına da doğru ve dürüst olamamaktadır.Oysa siyaset, bireysel veya partisel çıkarlar uğruna değerleri istismar etmek yerine, samimiyetle toplumun tüm kesimlerini kucaklayan, evrensel ahlak ve bilimsel gerçekliği merkeze alan bir anlayışı benimsemelidir.MEDYA SUÇ İŞLİYORNurettin Topçu; “Ahlaksız siyasetin sonu zulümdür. Ahlak, siyasetin vicdanıdır.” derken, Cemil Meriç; “Ahlaktan yoksun bir siyaset, toplumun temellerini dinamitlemektir.” demektedir.Bu sözler adeta CHP’nin bugünkü yöneticilerine söylenmiş ders mahiyetindedir.CHP ve yandaşlarının toplumu isyana çağıran bir tutum içinde olması, siyasi ahlaktan uzak, hem toplumun huzurunu hem de demokrasiyi tehdit eden bir aymazlıktır.Bu söylemler toplumsal gerilimi ve kutuplaşmayı tırmandırırken kin ve nefret dilinin yaygınlaşmasına yol açmakta, ülkemizin birliğine kast etmektedir.Daha da üzücü hatta utanç verici olan ise, bazı medya yorumcularının bu sorumsuz söylemleri desteklemesi ve körüklemesidir.MEDYA SORUMLU HAREKET ETMELİMedya yorumcularının, toplumu bilgilendirme ve bilinçlendirme görevlerini yerine getirirken büyük bir sorumluluk içinde hareket etmeleri meslek ilkelerinin de bir gereğidir.Söz ve yorum özgürlüğü demokratik bir hak olmakla birlikte, bu özgürlüğün kamu düzenini bozacak, halkı isyana teşvik edecek şekilde kullanılması asla kabul edilemez.Toplumu kaosa, şiddete veya isyana yönlendiren yorumlar, hem hukuki hem de ahlaki sorumlulukların ihlali anlamına gelmektedir.Medyanın, barış, birlik ve sağduyuyu teşvik eden bir platform olması gerekirken toplumun güvenini ve huzurunu sarsacak söylemlerle kışkırtıcı bir üslup takınması etik ilkeleri aşan bir suç halidir.Demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan medyanın ahlaki ilke ve standartlara uygun hareket etmesi için, idari ve hukuki düzenlemelerin yapılmasının yanı sıra medyanın kendi özdenetim mekanizmalarının geliştirilmesi de sağlanmalıdır.Ancak bu şekilde demokrasi, hukuk ve toplumsal barış gerçek anlamını bulabilecektir.MEDYANIN YIKICI YAYINLAR YAPMASININ ÖNÜNE GEÇİLMESİ ŞARTMedya kuruluşlarının imkanlarını kamuoyunu yanlış yönlendirecek şekilde kullanmaları önlenmelidir.Peşinen söylemek gerekir ki, toplumu yönlendirme gücü olan medyanın sadece basın özgürlüğüyle izah edilemeyecek yıkıcı yayınlar yapmasının önüne geçilmesi şarttır.Şiddeti, kaosu ya da demokrasinin dışına çıkmayı teşvik etmek bir özgürlük alanı olamaz.Temel haklardan biri olan ifade özgürlüğünün kullanımı, toplumsal barış ve kamu düzenini koruma gibi sorumluluklarla dengelenmelidir.Siyasi partilerin ve televizyonların, toplumu sokağa çağırması, şüphesiz ki toplumsal düzeni tehdit eden sonuçlara yol açabilecektir.Tarihte birçok örnek, bu tür eylemlerin genellikle provokasyonlar veya kontrolsüz grupların müdahaleleri sonucu çatışmalara dönüştüğünü göstermektedir.ŞİDDET VE ÇATIŞMA ÇÖZÜM DEĞİLÇeşitli dinamiklerin devreye sokulmasıyla ülkemizde yaratılacak gerilim, kutuplaşma ve hatta çatışma iklimi, telafisi imkansız olayların meydana gelmesine sebep olabilecektir.Şiddet ve çatışma kuşkusuz kalıcı çözümler üretmekten uzaktır.Siyasetin sağlıklı çözümler üretme fonksiyonundan uzaklaşan Cumhuriyet Halk Partisi, belli ki iktidarı, tarihin çöplüğündeki kirli sayfaları yeniden açarak elde etmeye yönelmiştir.Oysa demokrasiyi ve Atatürk’ü araçsallaştırma peşinde olanların, milli iradeye ve seçilmişlere saygı göstermenin demokrasinin ve toplumsal huzurun güvencesi olduğunu iyi bilmeleri gerekmektedir.İNSAN HAKLARI BAHANESİYLE KAMU DÜZENİ TEHDİD EDİLİYORToplumun tüm kesimlerini kucaklayacak, barışı ve kardeşliği esas alan bir yaklaşım, toplumu güçlendiren en önemli unsurdur.Demokrasi ve insan hakları bahanesine sığınarak kamu düzenini tehdide yeltenenlerin görmezden geldiği husus şudur.Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS), ifade ve toplantı özgürlüklerini tanımakla birlikte, bu hakların sınırsız olmadığını açıkça belirtmektedir.Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11’nci maddesi, toplantı ve örgütlenme özgürlüğünü güvence altına alırken,- Kamu düzeninin korunması,- Toplumun güvenliği,- Suç işlenmesinin önlenmesi,- Başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması,yönünde kısıtlamalar getirmiştir. Hatta aynı maddede, silahlı kuvvetler, kolluk kuvvetleri veya devlet idaresi mensuplarınca bu hakkın kullanılmasına meşru sınırlamalar getirilebileceği belirtilmiştir.GÜVENLİĞİN OLMADIĞI YERDE ÖZGÜRLÜK OLMAZBu yönüyle de kamu düzenini bozacak, toplumun huzurunu tehlikeye atacak eylemlerin engellenebileceği ifade edilmiş ve gerektiğinde devlet otoritesi tarafından bazı kısıtlamaların getirilebileceği evrensel hukukta bir norm halini almıştır.Zira güvenliğin olmadığı bir yerde özgürlükten, demokrasiden ve insan haklarından söz etmek mümkün değildir.Demokratik hukuk devletinde sorunların çözüm yolu sokaklar değil, diyalog ve hukuki mekanizmalardır.Toplumun bir kesimini şiddet içeren veya kaotik hareketlere yönlendirmek, demokrasiyle bağdaştırılamaz.Toplumda farklı görüşlerin ve kesimlerin bir arada uyum içinde yaşayabilmesi, demokrasinin temel değerlerine saygıyla mümkündür.Türkiye demokratik bir hukuk devletidir.Demokratik bir toplumda fikir ayrılıkları, şiddet ve çatışma yerine diyalog ve müzakere yoluyla çözülmeli, tüm kesimler, ortak bir gelecek için birlik duygusuyla hareket etmelidir.SOKAKLARI İŞARET ETMEK GAZİ MECLİSİMİZE SAYGISIZLIKTIRBunun için en önemli platform da Türkiye Büyük Millet Meclisidir.Meclisimiz etkin ve güçlü bir şekilde görevini icra ederken, sokakları işaret etmek demokrasiyi hiçe saymakla birlikte gazi meclisimize saygısızlıktır.Birlik ruhu ve anlayışı, bireylerin sadece kendi çıkarlarını değil, toplumun huzuru ve ortak çıkarlarının gözetilmesini de gerektirir.Bu da ötekileştirici değil, kucaklayıcı ve dayanışmacı bir anlayışı teşvik eder.Demokrasi, halkın iradesini sandık yoluyla ifade ettiği ve seçilmişler aracılığıyla yönetimi mümkün kılan bir sistemdir.Milli irade, halkın egemenliğinin temel dayanağıdır ve demokratik toplumlarda her şeyin üstünde tutulmalıdır.Anayasa’nın 6’ncı maddesi “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Türk milleti, egemenliğini Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organları eliyle kullanır.” hükmünü amirdir.O organlar seçimdir, sandıktır, millettir, kurumlardır.SEÇİLMİŞLERE SAYGI GÖSTERMEK, HUKUK DEVLETİNİN OLMAZSA OLMAZIDIRZiya Gökalp’in yaklaşımıyla; Türk halkı, kıymet hükümlerimizin, kültür hayatımızın, medeniyet tasavvurumuzun nihai sahibidir.Bu doğrultuda milli iradeye dayanan seçilmişlere saygı göstermek, demokratik sürecin ve hukuk devletinin olmazsa olmazıdır.Eleştiri demokratik bir haktır; ancak bu hak, milli iradeyi ve seçilmişlerin meşruiyetini hedef alan, şiddet içeren yıkıcı yöntemlere dönüşmemelidir.Milli iradeye ve halkın kararlarına yönelik tehditlerin yalnızca hükümeti değil, aynı zamanda demokrasiyi de hedef aldığı açıktır.Demokrasiyi, insan haklarına saygıyı ve hukukun üstünlüğünü temel ilke kabul eden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi; dayandığı katılımcı, kapsayıcı ve uzlaşmacı demokratik anlayışla milli birliği sağlamak için uygun bir hukuki zemin de oluşturmuştur.CHP, SİYASİ AHLAK İLKELERİNİ ZORLAYAN TUTUMA GİRDİEtrafımızdaki ateş çemberi dikkate alındığında, milletimize yönelik tarihi husumetler hatırlandığında ve güncel risk ve tehditler dikkate alındığında milli birlik ve beraberliğin hayati önem taşıdığı açıktır.Ancak CHP, tam da bu ortamda demokrasi çerçevesini ve siyasi ahlak ilkelerini zorlayan bir tutuma girerek, toplumda telafisi imkânsız sonuçlar doğurabilecek bir yanlışlığın içindedir.Hatırlanacağı gibi Cumhuriyet tarihinin çeşitli dönemlerinde yapay kutuplaşmalar toplumsal yarılmalara, millî birlik ve beraberliğin örselenmesine sebep olmuştur.Her kritik aşamada, Türkiye’nin sıçrama yapacağı her durumda tedavüle sokulmaya çalışılan “alevi-suni, Türk-Kürt, laik-antilaik, asker-sivil, devlet-millet, demokrasi-cumhuriyet, yoksul-zengin, işçi-işveren” gibi konular ayrışmanın, cepheleşmenin ve toplumsal kargaşa yaratmanın araçları olarak kullanılmaya çalışılmıştır.TOPLUMSAL İSYANA TEŞVİKCumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçildikten sonra da bunların arasına “tek adam rejimi” yalanı eklenmiştir.Cepheleşmeye dönüştürülmeye çalışılan bu alanlar üzerinden özellikle bazı televizyon kanallarında toplumsal isyana teşvik, ülkede kaos ve kargaşa çıkarmak için aleni çağrı yapılmaktalar.Seçilmiş olmak suç işleme özgürlüğü kazandırıyor gibi davranılmaktadır.Kimi zaman sığınmacıları, emeklileri, işçi ve memurları istismar eden, kimi zaman karıştıkları yolsuzluk ve usulsüzlüklere yapılan müdahaleleri bahane eden, kimi zaman da ülkemizin demokratik yönetim sistemini karalayan, bilimsel ve hukuki gerçekliği bulunmayan yalanlarla toplumda karşıtlık oluşturmaya çalışılmaktadır.Topluma kin ve nefret saçan, müzmin Cumhur İttifakı hasımları, ümitsiz vaka siyasetçiler her türlü yalanla “Cumhur İttifakı gitsin, ülke yanarsa yansın” anlayışıyla demokrasi dışı arayışlara zemin oluşturma niyetlerini malum televizyon kanallarında açık etmektedirler.SOKAKLAR ÇARE DEĞİLDİRSahibinin sesi bu siyaset ve medya çürümüşleri toplumsal isyanın Cumhuriyet Halk Partisine üye vatandaşlarımızın öncülüğünde başlaması gerektiğini de söylemektedirler.Oysa Türkiye’de sokak olayları yaşandı ve geçmişin acı tecrübeleri de henüz unutulmadı.Yaşanan sokak olaylarının sosyal maliyeti hem devrimciler hem de ülkücüler açısından çok yüksek oldu.Bunların sonucunda Türkiye’ye ödetilen ekonomik, sosyal ve siyasi bedel milletimizin hafıza kayıtlarındadır.O sebeple sokaklar çare değildir.Şayet sokağa davet edilenlerin karşısına 15 Temmuz’da olduğu gibi başkaları dikilirse kaçınılmaz çatışma nasıl önlenecek, olayların önüne nasıl geçilecektir?Sokak çağrısı yapan provokatörler acaba o vakit ortada bulunacaklar mı yoksa çoktan ülkeyi terk etmiş mi olacaklar.Bunlar, aynı zamanda da Türkiye’de tek adam rejimi olduğuyla yatıp kalkanlardır.Rejim değişti yalanını söylemeye devam edenlerdir.Demokratik seçimleri, milli iradeyi yok sayanlardır.Milletin desteğini almaya çalışmak yerine sokaklardan hareketle anti demokratik süreçlerden medet umanlardır.TEK ADAM OLAN YERDE SEÇİM OLMAZBu amaçla her türlü tahrik, istismar ve yalandan çekinmeyenlerdir.Hatırlatmak isterim! Tek adam olan yerde seçim olmaz. Demokrasiden eser bulunmaz.Milletin yüzde 52’sinin oyunu alarak seçilen Cumhurbaşkanı, tek adam olarak ifade edilemez.CHP’nin seçim başarısızlığını gizlemek için hükumet sistemini günah keçisi ilan etmekten vaz geçmeyenler tek adam iftirasını hangi hukuka, hangi bilimsel esasa ve hangi vicdana dayandırmaktadır?ESAS OLAN HUKUKA BAĞLILIKTIRTürkiye, çok şükür darbe ve muhtıralarla, istikrarsızlık, kaos ve kargaşalarla anılan parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle kurtulmuş, ayağındaki prangaları söküp atmıştır.Demokrasisi güçlenmiş, temsil adaleti artmış, daha etkin bir yönetim kabiliyeti kazanmıştır.Türkiye’de isteyen herkes siyasi parti kurma hak ve özgürlüğüne sahiptir.Halihazırda 176 siyasi partinin kurulmuş olması ve bağımsızlar hariç 16 siyasi partinin TBMM’de temsil edilmesi Türkiye’nin çok sesli bir demokratik düzene sahip olduğunun en somut göstergesi değil de nedir? Bu siyasi partilerin program ve politikalarını, ilkelerini, topluma vadettikleri ne varsa rahatça her platformda ortaya koyabilmeleri de mümkündür.Esas olan siyaset yapma hakkını kullanırken demokrasiye ve hukuka bağlılıktır.Toplumsal kaynaşmayı, milli birlik ve bütünleşmeyi esas almaktır.Buna uygun program ve politikalar ile yol ve yöntemleri ortaya koyabilmektir.Kavgayı ve cepheleşmeyi teşvik etmek, barış ve huzur ortamını yok etmek için toplumu isyana çağırmak değildir.SOKAK ÇAĞRISI, NASIL BİR ŞUURSUZLUKTURHal böyle iken demokratik düzende, katılımcılıkla topluma faydalı çözümler üretilmesi gerekirken, insanları cephelere ayırarak sokak çağrısı yapmak nasıl bir şuursuzluk ve sorumsuzluktur?Sokakların karşıtlık ekseninde karıştığı bir ortamda sokak çağrısı yapan televizyonlar hedef alınırsa kışkırtıcılar bunun altından nasıl kalkacaklardır?Hem siyasetçiler hem de medya sahipleri akıllarını başlarına almalı, ateşle oynamaktan vaz geçmeli, sorumluluk içinde ve aklıselimle hareket etmelidir.Cumhuriyet Halk Partisinin iktidar olamadığı, iktidarı sandıkta kazanamadığı her dönemde anti-demokratik yöntemlere başvurmaktan, kardeşliği hedef almaktan, milli birliği yaralamaktan geri durmadığı siyasi tarihimizin gerçeğidir.TOPLUMSAL BÜTÜNLÜĞE ALENEN KARŞILARCumhuriyet Halk Partisinin takip ettiği siyaset bugün de Türk Milletinin egemenlik ve tarihsel haklarıyla temelden ve bütünüyle çatışan bir siyasete dönüşmüştür. Bu yönüyle Cumhuriyet Halk Partisi vatana ve millete, toplumsal bütünlüğe alenen karşı tavırdadır.Esasen Atatürk’ün vefatından sonra kurulan Cumhuriyet Halk Partisi hükümetleri dönemlerinde de Türkiye’nin hayrına önemli bir hizmet ve eser maalesef ki ortaya konulamamıştır.Dahası, Atatürk’ün 15 yılda inşa ettiği yapıları yok etmek isteyen CHP, bu haliyle Atatürk’ün kemiklerini sızlatmıştır.İTİRAZ ETMEDİKLERİ BÜYÜK PROJE NEREDEYSE YOKCumhuriyet Halk Partisi muhalefette kaldığı dönemlerde de Türkiye’nin ekonomik kalkınmasına öncülük eden büyük projelere karşı çıkışlarıyla hafızalara kazınmıştır. İtiraz etmedikleri büyük proje neredeyse yoktur.CHP sözcüleri, AK Parti hükümeti dünyanın en doğru işini yapsa bile yanında olmayacaklarını açıkça söylemişlerdir.Milletin hayrına olacak her işe karşı çıkan CHP, “Suriye’de ne işimiz var” “Libya’da ne işimiz var” diyerek katil Esad’ın ve Hafter’in yanında saf tutmaktan bile çekinmemiştir. Biden’dan demokrasi ve iktidar dilenerek milli iradeyi yok saymış, emperyalist güçlerden medet umarak Atatürk’ün “tam bağımsız Türkiye” ülküsünün aksini yapmış, dahili ve harici bedhahların sözcüsü ve savunucusu olmaktan utanmamıştır.Türkiye’yi dışarıya şikayet etmiş, yabancı ülkelerden yardım istemiştir.CHP zihniyeti, Türk milleti’nin değerlerini, inançlarını, kültürünü tartışma konusu haline getirmiştir.Cumhuriyet Halk Partisinin geçmişi “boykot da bir, işgal de bir” anlayışıdır.BOYKOT HAK, İŞGAL SUÇTURBunu dillendiren CHP genel başkanının açıklamasından sonra ülkemizde nelerin yaşandığı, nasıl bir felaket tablosunun ortaya çıktığı ve Türkiye’nin sürüklendiği kardeş kavgası milletimizin hafızasındadır.Boykot bir hak, işgal ise suçtur.Bugünkü CHP yönetimi sokak çağrısı yaparken acaba hala bu düşüncede midir?Demokrasi dışı arayışlara davetiye çıkarıp darbe beklentisi içine mi girmiştir?Yoksa, Gezi eylemlerinde ve 15 Temmuz’da yapamadıklarını şimdi yapabileceklerini mi sanmaktadır?Şayet bu düşüncede iseler geçmişin tecrübe edilen karanlık dönemlerine özlem duyanlar, bunun ağır bedelini de ödemeye hazır olmalıdır.Zira demokrasiye şaşı bakan kim varsa karşımızdadır.Bizim demokrasiye, mevcut hükumet sistemine ve büyük başarılara imza atan hükümetimize, “Türk ve Türkiye Yüzyılı” hedeflerine bir bir ulaşacağımıza inancımız tamdır.‘LİDER ÜLKE’ ÜLKÜMÜZ GERÇEKLEŞECEKTürkiye geriye sarmayacak, milletimiz aynı tuzağa bir daha çekilemeyecektir.Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle lider ülke ülkümüz gerçekleşecektir.Etrafımızdaki kaotik ortama rağmen Türkiye siyasi ve ekonomik istikrarı yakalayarak huzur ve refahını günden güne artıran, demokrasisini güçlendiren gıpta edilen bir ülkedir. Parlamentosunu 14 Mayıs 2023 tarihinde, Cumhurbaşkanını 28 Mayıs 2023 tarihinde, mahalli idare organlarını da 31 Mart 2024 tarihinde seçmiş, milli irade hükmünü yakın zamanda vermiştir.Türkiye’de demokratik süreç bütünüyle işlemektedir. Hal böyle iken CHP ve yandaşlarının, medyadaki destekçilerinin demokrasi ve hukuk tanımaz tavırlarla ortalığa dökülmesinin anlamı nedir?Tüm siyasi partiler gibi CHP’nin de millete yönelik projelerle seçim kazanmak için çalışmak yerine kullandığı anti demokratik dil ve eylemleri kabul görmeyecek, buna yeltenenlere millet bedelini ödetecektir.SİYASAL ALANDA DA UZLAŞMA ŞARTMilliyetçi Hareket Partisi, toplumsal dayanışma ve uzlaşma kültürünün geliştirilmesine büyük önem vermektedir.Temel millî ve insanî değerler ile millî ülküler ve hedefler konusunda sağlanacak bir toplumsal uzlaşma, Türkiye’nin hayatî meselelerde görüş birliği içinde olmasını mümkün kılacak ve geleceğe dönük plân ve programların işbirliği içinde uygulamaya konulmasını kolaylaştıracaktır.Ancak, uzlaşma kültürünün gelişmesi ve toplumsal destek bulması için siyasî alanda da uzlaşmanın tesis edilmesi gerekmektedir.Türkiye’de ilk çok partili seçimlerin yapıldığı 21 Temmuz 1946 tarihinden 9 Temmuz 2018 tarihine kadar geçen yaklaşık 72 yılda 51 hükûmet görev yapmış, parlamenter hükûmet sisteminin uygulandığı bu dönemde hükûmetlerin ortalama ömrü bir yıl beş ay düzeyinde olmuştur.Bu denli kısa ömürlü hükûmetlerin yanı sıra, koalisyon ve hükûmet kurma çalışmaları, güvenoyu alma süreci ve Mecliste yapılan Cumhurbaşkanı seçimlerinde yaşanan krizler, önemli zaman kayıplarına ve istikrarsızlıklara neden olmuştur.Siyasal istikrarsızlıklar, Türkiye’yi ekonomik ve sosyal yönden olumsuz etkilemiş, hatta demokrasi dışı müdahalelere zemin hazırlamıştır.MİLLİ BİRLİK VE DAYANIŞMA EVRESİTürkiye, darbelerin ceremesini çok çekmiş, acı ve ağır faturalarına katlanmak durumunda kalmıştır.Demokrasi dışı müdahaleler, her defasında yıkım getirmiş, Türkiye’yi hedeflerinden uzaklaştırmış, on yıllarımızı kaybettirmiştir.Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi, Cumhuriyet tarihimizin üçüncü ve ilelebet var olmasını temenni ettiğimiz millî birlik ve dayanışma evresidir.Güçlü devlet, güçlü yönetim, demokratik istikrar gayeleri yeni sistemin ana omurgasıdır.Yasama, yürütme ve yargı organlarının kendi içinde daha güçlü, daha bağımsız, denge ve denetleme mekanizmalarının etkin çalıştığı bir yapıya kavuşması bu sistemin taşıyıcı kolonlarıdır.Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi, Türkiye’nin önünü açmıştır.ARIZALI YAPILAR TASFİYE EDİLDİMillî güvenliğimizle ilgili hızlı ve etkin kararların alınmasını kolaylaştırmış, devlette çift başlılığa neşter vurmuş, yönetimde istikrar ve temsilde adalet anlayışının hâkim kılınmasında önemli bir başarı sergilemiştir.Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi, Türk milletinin tarihî misyonuna, devlet geleneğine uygun bir yönetim modelidir. Türkiye’de parlamenter sistemin uygulandığı dönemde demokratik süreçlere ve seçilmiş iktidarın yönetme yetkisine vesayetçi odakların ortak olma çabaları sonucu aksak ve arızalı yapıların doğmasına yol açılmıştır.Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle bu yapılar bir bir tasfiye edilmiş, edilmeye devam edilmektedir.Bize göre Türkiye’nin demokratik siyasî tecrübesi, yaşanan onca acı olaydan ders çıkarılmasını gerektiren bir zenginliktedir.TEHDİTLERİN, NASIL BEKA MESELESİNE DÖNÜŞTÜĞÜNÜ BİLİYORUZMilliyetçi Hareket Partisi; 1960 ve 1970’lerin şartlarını hatırlatan, kaos ve kargaşa senaryolarını, radikalleşme eğilimlerini, Türk tarihinin birçok evresinde Türk devletine ve milletine yönelik tehditlerin nasıl beka meselesine dönüştüğünü bilmektedir.Partimiz, üniversitelerden başlatılan adımların nasıl romantik gerillacılığa ve ardından bir tedhiş hareketine dönüştüğünü, etnik ayrılıkçılığın hangi dış kaynaklı ideolojinin kundağında ve nasıl bir zeminde geliştiğini, hangi değerlerimiz kaşınarak ülkedeki kaos ve kargaşa ikliminin yaratıldığı bilgisine de sahiptir. Milliyetçi Hareket Partisi; tarihimizin en büyük ihanetlerinden olan 15 Temmuz 2016 hain darbe girişiminin öncesinde FETÖ’nün devleti ele geçirme hedefini nasıl herkesten önce fark etmiş ve uyarılarda bulunmuş ise aynı öngörüyle sokak çağrılarının doğuracağı sonuçları da bilerek CHP’yi bir kez daha uyarmaktadır.Çünkü MHP’nin siyaset sahnesinde var olmasının yegâne anlamı, Türk devletinin ve Türk milletinin bekasını, huzur ve refahını temin etmektir.İKAZEN HATIRLATIYORUMBirçok uyarısı zaman içinde doğrulanmış, haklılığı defalarca teyit edilmiş olan Partimizin söylediklerinin bir erken uyarı olarak değerlendirilmesi gerektiğini ikazen hatırlatıyorum. Her uyarısında haklı çıkan Partimiz, CHP’nin sorumsuz tutumunun yol açacağı sonuçlarla bir kez daha haklı çıkmayı asla arzu etmemektedir.Tarihimizin çeşitli dönemlerinde yapay kutuplaşmalar toplumsal yarılmalara, milli birliğin örselenmesine sebep olmuştur.Oysa milli birliğin güçlendirilmesi, milli bekanın teminindeki en etkili unsurdur.Milli birliğin ve toplumsal alanda sağlanabilecek bir mutabakat zemininin olmazsa olmazlarından birisi de siyasetteki uzlaşma dinamiklerinin güçlendirilmesi, toplumsal hayata yön veren siyaset kurumunun istikrarlı yapılar halinde tutulabilmesidir.“ÖNCE ÜLKEM VE MİLLETİM, SONRA PARTİM VE BEN”Sosyal alandaki bütünleşme, siyasetteki uzlaşma dinamiklerinin güçlendirilmesiyle yakından ilişkilidir.Siyaset alanında sürdürülebilir çözümler üretilmesi gereken temel sorun ise siyaset kurumunun ve siyasi partiler rejiminin istikrarlı, köklü ve kalıcı yapılara dönüştürülme ihtiyacıdır.Bugün 170’den fazla siyasi partinin olması siyaset alanının genişlemesi anlamına gelse de bir yandan da siyasette cılız ve istikrarsız yapıların oluşmasına ve toplumsal bölünmüşlüğe de işaret etmektedir.Böyle bir yapı siyasetteki sağlıksız oluşumların, istikrarı bozucu unsurların, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin etkin yapısına uygun olmayan kırılganlıkları ortaya çıkarmaktadır. Sorumlu siyaset anlayışının bir gereği olarak “önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben” şiarı ile siyaset yapan Partimiz, zorlu dönemlerin aşılmasında, egemenlik haklarımıza sahip çıkılmasında, milli birliğimizi muhafazada ve demokrasinin önünün açılmasında her zaman tarihî bir görev üstlenmiş, önemli bir fonksiyon ifa etmiştir. Çünkü Milliyetçi Hareket Partisi şerefli mücadelesini, ülkemizi ve milletimizi güvenli bir geleceğe taşımaya yeminli bir kararlılıkla yürütmektedir.Partimiz şartlar ne olursa olsun Türkiye’nin millî varlığına ve tarihî misyonuna sahip çıkmıştır, çıkmaya devam edecektir.“HER ŞEYDEN ÖNCE TÜRKİYE”Milliyetçi Hareket Partisi, “çatışmacı değil uzlaşmacı, ayrıştırıcı değil bütünleştirici, kavgacı değil barışçı, ötekileştirici değil kucaklayıcı, bölen değil birleştiren, kaostan değil huzurdan beslenen, sorumluluk için gayret gösteren, Türkiye’yi ve Türk milletini geleceğe birlikte taşıma iradesini” ortaya koyan bir siyasî partidir. Bu anlayış, Türk milletinin tarih ve kültür potasında erittiği değerler bütününü esas alan “kapsayıcı, kucaklayıcı ve uzlaşmacı” tavrımızın yansımasıdır.O sebeple tüm vatandaşlarımızı “Her şeyden önce Türkiye” ve “Herkes eşittir Türkiye” anlayışı ile “millî birlik ve kardeşlikte buluşmaya, Türkiye’nin kutlu geleceğini hep birlikte inşa etmeye” çağırmaktadır.Milli birliğin tesisine hayati önem atfeden Partimiz, program ve politikalarında toplumsal uzlaşma alan ve dinamiklerini ortaya koymakta, bunu hayata geçirmek için gayret göstermektedir.Toplum kesimleri arasında siyasi, sosyal ve ekonomik anlamda sağlanabilecek asgari uzlaşmanın toplumda geniş tabanlı bir uzlaşmayı tesis edebileceğine inanmaktadır.Etnik kökeni, dini inancı, cinsiyeti, mezhebi, siyasi ve ideolojik aidiyetine bakılmaksızın devletimizin kuruluş esaslarına, Cumhuriyetin temel niteliklerine bağlılık, ülkemizi hep birlikte geleceğe taşımaya dönük kararlılık, bunun için yeterli olacaktır. Böylesi bir uzlaşma vasatının oluşturulmaya çalışıldığı bir ortamda CHP’nin ve cumhur ittifakı karşıtı küçük partilerin toplumu isyana, ayaklanmaya, sokağa çağıran tutumları söz ve eylemleri tekraren ifade etmek gerekir ki demokratik düzene aleni saldırıdır.Toplumda da karşılık bulmayan bu tavır, siyasetin sağlıklı bir zeminde gelişmesine, olgunlaşmasına ve kurumlaşmasına sekte vurmaktadır.SİYASİ İKBALİNİ ŞİDDETE BAĞLAYANLARI UYARIYORUMBaşta CHP olmak üzere cepheleşmeden medet uman siyasi partileri, televizyon sahiplerini, yorumcuları, siyasi ikbalini sokakların şiddetine bağlamış olan düşkünleri uyarıyorum.!Demokrasi dışı arayışlara girişenler bedelini ödemeye de hazır olmalıdır !Milli birliğin güçlendirilmesine ve terörsüz Türkiye’nin inşa edilmesine provokasyonlarla mani olma arzusunda olanlar kaybedecektir.Kim olursa olsun emperyalizme uşaklık edenler bu topraklarda yeşeremeyecektir. Terör, sabotaj, provokasyon, isyan ve benzeri düşünce sahipleri emellerine ulaşamayacak, Türkiye’nin huzur iklimini bozmak isteyenler asla başaramayacaktır.Türkiye’nin yükselişine kimse mani olamayacak, Türk ve Türkiye yüzyılı adım adım inşa edilecektir.Bunun için Türkiye’nin önemli bir şansı olarak gördüğümüz Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine ve Cumhur İttifakına inançla sahip çıkıyoruz.Erol Güngör’ün “Türk halkının kararlarına güvenmek gerekir; çünkü Türk halkı tarihte hiçbir zaman yanlış bir karar vermemiştir.” ifadesinden ilhamla; Türk milletinin ferasetine güveniyor, basiret ve karakterinin yüksek, iradesinin sağlam, verdiği kararların da doğru olduğuna inanıyoruz.”
Source: Mehmet Küçükkahveci
MHP Lideri Bahçeli”den CHP”ye tepki: Sokakları işaret etmek gazi meclisimize saygısızlıktır
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Cumhuriyet Halk Partisi ve destekçilerinin toplumsal kesimlere yönelik sokak çağrısına ilişkin Türkgün gazetesine değerlendirmelerde bulundu.MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, şunları ifade etti:”Son günlerde Cumhuriyet Halk Partisi”nin başlattığı, bazı televizyon kanallarının kadrolu yorumcuları tarafından da desteklenen, büyük bir şuursuzluk ve tahammülsüzlük örneği olan sokak çağrıları, Türkiye”nin çok tehlikeli bir sürece sokulmaya çalışıldığına işaret etmektedir.Bu çağrı toplumsal huzuru tehdit eden sonuçlar doğurabilecek niteliktedir ve bu yönüyle kamu düzenini bozmaya dönüktür.Demokrasi ve özgürlüklerin kullanılması adına yapıldığı ileri sürülse de demokrasi dışı arayışların tezahürüdür ve asla samimi ve masum değildir.BİRAZ SAMİMİYETMevlana”nın “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” sözü, samimiyet ve dürüstlüğün insan hayatındaki önemini en sade şekilde ifade eden evrensel bir öğüttür. Samimiyet yalnızca bireysel bir erdem değil, toplumsal düzen ve ahlaki değerlerin de temelini oluşturmaktadır. Toplumda güven duygusunu da pekiştiren samimiyet, aynı zamanda bireylerin, kurumların ve siyasetin en temel meselelerinden de birisi halindedir.Günümüzde, bazı evrensel değer ve kavramların ve toplumsal birliği temsil eden ahlaki ilkelerin, gerçek anlamlarının dışında kullanılmaya başlanması, siyasette samimiyet sorununu daha da derinleştirmiştir. Bu değerlerin, kişisel veya siyasi çıkarlar doğrultusunda araçsallaştırılması ve istismar edilmesi, yalnızca toplumsal güveni değil, demokratik düzeni de ciddi şekilde zedelemektedir.BUGÜNKÜ CHP SİYASETİ AHLAKİ İLKELERDEN UZAKMuhalefetin bilimsellikten ve gerçeklikten uzak, yalnızca popülist söylemlere dayanan politik yaklaşımları, siyaset kurumunun güvenilirliğini sorgulanır hale getirmektedir.Nitekim bugünkü CHP siyaseti ahlaki ilkelerden ve samimiyetten uzak, yalan ve iftiraya dayalıdır.Kendi kuruluş değerleriyle barışık olmayan Atatürk”ün aziz mirasına ihanet içerisindeki CHP, başkalarına da doğru ve dürüst olamamaktadır.Oysa siyaset, bireysel veya partisel çıkarlar uğruna değerleri istismar etmek yerine, samimiyetle toplumun tüm kesimlerini kucaklayan, evrensel ahlak ve bilimsel gerçekliği merkeze alan bir anlayışı benimsemelidir. Ancak bu şekilde demokrasi, hukuk ve toplumsal barış gerçek anlamını bulabilecektir.MEDYA SUÇ İŞLİYORNurettin Topçu; “Ahlaksız siyasetin sonu zulümdür. Ahlak, siyasetin vicdanıdır.” derken, Cemil Meriç; “Ahlaktan yoksun bir siyaset, toplumun temellerini dinamitlemektir.” demektedir.Bu sözler adeta CHP”nin bugünkü yöneticilerine söylenmiş ders mahiyetindedir.CHP ve yandaşlarının toplumu isyana çağıran bir tutum içinde olması, siyasi ahlaktan uzak, hem toplumun huzurunu hem de demokrasiyi tehdit eden bir aymazlıktır.Bu söylemler toplumsal gerilimi ve kutuplaşmayı tırmandırırken kin ve nefret dilinin yaygınlaşmasına yol açmakta, ülkemizin birliğine kast etmektedir. Daha da üzücü hatta utanç verici olan ise, bazı medya yorumcularının bu sorumsuz söylemleri desteklemesi ve körüklemesidir.MEDYA SORUMLU HAREKET ETMELİMedya yorumcularının, toplumu bilgilendirme ve bilinçlendirme görevlerini yerine getirirken büyük bir sorumluluk içinde hareket etmeleri meslek ilkelerinin de bir gereğidir. Söz ve yorum özgürlüğü demokratik bir hak olmakla birlikte, bu özgürlüğün kamu düzenini bozacak, halkı isyana teşvik edecek şekilde kullanılması asla kabul edilemez.Toplumu kaosa, şiddete veya isyana yönlendiren yorumlar, hem hukuki hem de ahlaki sorumlulukların ihlali anlamına gelmektedir. Medyanın, barış, birlik ve sağduyuyu teşvik eden bir platform olması gerekirken toplumun güvenini ve huzurunu sarsacak söylemlerle kışkırtıcı bir üslup takınması etik ilkeleri aşan bir suç halidir. Demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan medyanın ahlaki ilke ve standartlara uygun hareket etmesi için, idari ve hukuki düzenlemelerin yapılmasının yanı sıra medyanın kendi özdenetim mekanizmalarının geliştirilmesi de sağlanmalıdır.MEDYANIN YIKICI YAYINLAR YAPMASININ ÖNÜNE GEÇİLMESİ ŞARTMedya kuruluşlarının imkanlarını kamuoyunu yanlış yönlendirecek şekilde kullanmaları önlenmelidir.Peşinen söylemek gerekir ki, toplumu yönlendirme gücü olan medyanın sadece basın özgürlüğüyle izah edilemeyecek yıkıcı yayınlar yapmasının önüne geçilmesi şarttır.Şiddeti, kaosu ya da demokrasinin dışına çıkmayı teşvik etmek bir özgürlük alanı olamaz.Temel haklardan biri olan ifade özgürlüğünün kullanımı, toplumsal barış ve kamu düzenini koruma gibi sorumluluklarla dengelenmelidir.Siyasi partilerin ve televizyonların, toplumu sokağa çağırması, şüphesiz ki toplumsal düzeni tehdit eden sonuçlara yol açabilecektir.Tarihte birçok örnek, bu tür eylemlerin genellikle provokasyonlar veya kontrolsüz grupların müdahaleleri sonucu çatışmalara dönüştüğünü göstermektedir.ŞİDDET VE ÇATIŞMA ÇÖZÜM DEĞİLÇeşitli dinamiklerin devreye sokulmasıyla ülkemizde yaratılacak gerilim, kutuplaşma ve hatta çatışma iklimi, telafisi imkansız olayların meydana gelmesine sebep olabilecektir.Şiddet ve çatışma kuşkusuz kalıcı çözümler üretmekten uzaktır. Siyasetin sağlıklı çözümler üretme fonksiyonundan uzaklaşan Cumhuriyet Halk Partisi, belli ki iktidarı, tarihin çöplüğündeki kirli sayfaları yeniden açarak elde etmeye yönelmiştir.Oysa demokrasiyi ve Atatürk”ü araçsallaştırma peşinde olanların, milli iradeye ve seçilmişlere saygı göstermenin demokrasinin ve toplumsal huzurun güvencesi olduğunu iyi bilmeleri gerekmektedir.İNSAN HAKLARI BAHANESİYLE KAMU DÜZENİ TEHDİD EDİLİYORToplumun tüm kesimlerini kucaklayacak, barışı ve kardeşliği esas alan bir yaklaşım, toplumu güçlendiren en önemli unsurdur. Demokrasi ve insan hakları bahanesine sığınarak kamu düzenini tehdide yeltenenlerin görmezden geldiği husus şudur.Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS), ifade ve toplantı özgürlüklerini tanımakla birlikte, bu hakların sınırsız olmadığını açıkça belirtmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi”nin 11″nci maddesi, toplantı ve örgütlenme özgürlüğünü güvence altına alırken, – Kamu düzeninin korunması,- Toplumun güvenliği,- Suç işlenmesinin önlenmesi,- Başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması,yönünde kısıtlamalar getirmiştir. Hatta aynı maddede, silahlı kuvvetler, kolluk kuvvetleri veya devlet idaresi mensuplarınca bu hakkın kullanılmasına meşru sınırlamalar getirilebileceği belirtilmiştir.GÜVENLİĞİN OLMADIĞI YERDE ÖZGÜRLÜK OLMAZBu yönüyle de kamu düzenini bozacak, toplumun huzurunu tehlikeye atacak eylemlerin engellenebileceği ifade edilmiş ve gerektiğinde devlet otoritesi tarafından bazı kısıtlamaların getirilebileceği evrensel hukukta bir norm halini almıştır.Zira güvenliğin olmadığı bir yerde özgürlükten, demokrasiden ve insan haklarından söz etmek mümkün değildir. Demokratik hukuk devletinde sorunların çözüm yolu sokaklar değil, diyalog ve hukuki mekanizmalardır. Toplumun bir kesimini şiddet içeren veya kaotik hareketlere yönlendirmek, demokrasiyle bağdaştırılamaz. Toplumda farklı görüşlerin ve kesimlerin bir arada uyum içinde yaşayabilmesi, demokrasinin temel değerlerine saygıyla mümkündür. Türkiye demokratik bir hukuk devletidir.Demokratik bir toplumda fikir ayrılıkları, şiddet ve çatışma yerine diyalog ve müzakere yoluyla çözülmeli, tüm kesimler, ortak bir gelecek için birlik duygusuyla hareket etmelidir.SOKAKLARI İŞARET ETMEK GAZİ MECLİSİMİZE SAYGISIZLIKTIRBunun için en önemli platform da Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Meclisimiz etkin ve güçlü bir şekilde görevini icra ederken, sokakları işaret etmek demokrasiyi hiçe saymakla birlikte gazi meclisimize saygısızlıktır.Birlik ruhu ve anlayışı, bireylerin sadece kendi çıkarlarını değil, toplumun huzuru ve ortak çıkarlarının gözetilmesini de gerektirir. Bu da ötekileştirici değil, kucaklayıcı ve dayanışmacı bir anlayışı teşvik eder.Demokrasi, halkın iradesini sandık yoluyla ifade ettiği ve seçilmişler aracılığıyla yönetimi mümkün kılan bir sistemdir. Milli irade, halkın egemenliğinin temel dayanağıdır ve demokratik toplumlarda her şeyin üstünde tutulmalıdır.Anayasa”nın 6″ncı maddesi “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Türk milleti, egemenliğini Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organları eliyle kullanır.” hükmünü amirdir.O organlar seçimdir, sandıktır, millettir, kurumlardır.SEÇİLMİŞLERE SAYGI GÖSTERMEK, HUKUK DEVLETİNİN OLMAZSA OLMAZIDIRZiya Gökalp”in yaklaşımıyla; Türk halkı, kıymet hükümlerimizin, kültür hayatımızın, medeniyet tasavvurumuzun nihai sahibidir. Bu doğrultuda milli iradeye dayanan seçilmişlere saygı göstermek, demokratik sürecin ve hukuk devletinin olmazsa olmazıdır.Eleştiri demokratik bir haktır; ancak bu hak, milli iradeyi ve seçilmişlerin meşruiyetini hedef alan, şiddet içeren yıkıcı yöntemlere dönüşmemelidir.Milli iradeye ve halkın kararlarına yönelik tehditlerin yalnızca hükümeti değil, aynı zamanda demokrasiyi de hedef aldığı açıktır.Demokrasiyi, insan haklarına saygıyı ve hukukun üstünlüğünü temel ilke kabul eden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi; dayandığı katılımcı, kapsayıcı ve uzlaşmacı demokratik anlayışla milli birliği sağlamak için uygun bir hukuki zemin de oluşturmuştur.CHP, SİYASİ AHLAK İLKELERİNİ ZORLAYAN TUTUMA GİRDİEtrafımızdaki ateş çemberi dikkate alındığında, milletimize yönelik tarihi husumetler hatırlandığında ve güncel risk ve tehditler dikkate alındığında milli birlik ve beraberliğin hayati önem taşıdığı açıktır.Ancak CHP, tam da bu ortamda demokrasi çerçevesini ve siyasi ahlak ilkelerini zorlayan bir tutuma girerek, toplumda telafisi imkânsız sonuçlar doğurabilecek bir yanlışlığın içindedir.Hatırlanacağı gibi Cumhuriyet tarihinin çeşitli dönemlerinde yapay kutuplaşmalar toplumsal yarılmalara, millî birlik ve beraberliğin örselenmesine sebep olmuştur. Her kritik aşamada, Türkiye”nin sıçrama yapacağı her durumda tedavüle sokulmaya çalışılan “alevi-suni, Türk-Kürt, laik-antilaik, asker-sivil, devlet-millet, demokrasi-cumhuriyet, yoksul-zengin, işçi-işveren” gibi konular ayrışmanın, cepheleşmenin ve toplumsal kargaşa yaratmanın araçları olarak kullanılmaya çalışılmıştır.TOPLUMSAL İSYANA TEŞVİKCumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçildikten sonra da bunların arasına “tek adam rejimi” yalanı eklenmiştir.Cepheleşmeye dönüştürülmeye çalışılan bu alanlar üzerinden özellikle bazı televizyon kanallarında toplumsal isyana teşvik, ülkede kaos ve kargaşa çıkarmak için aleni çağrı yapılmaktalar.Seçilmiş olmak suç işleme özgürlüğü kazandırıyor gibi davranılmaktadır.Kimi zaman sığınmacıları, emeklileri, işçi ve memurları istismar eden, kimi zaman karıştıkları yolsuzluk ve usulsüzlüklere yapılan müdahaleleri bahane eden, kimi zaman da ülkemizin demokratik yönetim sistemini karalayan, bilimsel ve hukuki gerçekliği bulunmayan yalanlarla toplumda karşıtlık oluşturmaya çalışılmaktadır.Topluma kin ve nefret saçan, müzmin Cumhur İttifakı hasımları, ümitsiz vaka siyasetçiler her türlü yalanla “Cumhur İttifakı gitsin, ülke yanarsa yansın” anlayışıyla demokrasi dışı arayışlara zemin oluşturma niyetlerini malum televizyon kanallarında açık etmektedirler.SOKAKLAR ÇARE DEĞİLDİRSahibinin sesi bu siyaset ve medya çürümüşleri toplumsal isyanın Cumhuriyet Halk Partisine üye vatandaşlarımızın öncülüğünde başlaması gerektiğini de söylemektedirler.Oysa Türkiye”de sokak olayları yaşandı ve geçmişin acı tecrübeleri de henüz unutulmadı. Yaşanan sokak olaylarının sosyal maliyeti hem devrimciler hem de ülkücüler açısından çok yüksek oldu. Bunların sonucunda Türkiye”ye ödetilen ekonomik, sosyal ve siyasi bedel milletimizin hafıza kayıtlarındadır.O sebeple sokaklar çare değildir. Şayet sokağa davet edilenlerin karşısına 15 Temmuz”da olduğu gibi başkaları dikilirse kaçınılmaz çatışma nasıl önlenecek, olayların önüne nasıl geçilecektir?Sokak çağrısı yapan provokatörler acaba o vakit ortada bulunacaklar mı yoksa çoktan ülkeyi terk etmiş mi olacaklar.Bunlar, aynı zamanda da Türkiye”de tek adam rejimi olduğuyla yatıp kalkanlardır. Rejim değişti yalanını söylemeye devam edenlerdir. Demokratik seçimleri, milli iradeyi yok sayanlardır. Milletin desteğini almaya çalışmak yerine sokaklardan hareketle anti demokratik süreçlerden medet umanlardır.TEK ADAM OLAN YERDE SEÇİM OLMAZBu amaçla her türlü tahrik, istismar ve yalandan çekinmeyenlerdir.Hatırlatmak isterim! Tek adam olan yerde seçim olmaz. Demokrasiden eser bulunmaz. Milletin yüzde 52″sinin oyunu alarak seçilen Cumhurbaşkanı, tek adam olarak ifade edilemez.CHP”nin seçim başarısızlığını gizlemek için hükumet sistemini günah keçisi ilan etmekten vaz geçmeyenler tek adam iftirasını hangi hukuka, hangi bilimsel esasa ve hangi vicdana dayandırmaktadır?ESAS OLAN HUKUKA BAĞLILIKTIRTürkiye, çok şükür darbe ve muhtıralarla, istikrarsızlık, kaos ve kargaşalarla anılan parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle kurtulmuş, ayağındaki prangaları söküp atmıştır.Demokrasisi güçlenmiş, temsil adaleti artmış, daha etkin bir yönetim kabiliyeti kazanmıştır. Türkiye”de isteyen herkes siyasi parti kurma hak ve özgürlüğüne sahiptir.Halihazırda 176 siyasi partinin kurulmuş olması ve bağımsızlar hariç 16 siyasi partinin TBMM”de temsil edilmesi Türkiye”nin çok sesli bir demokratik düzene sahip olduğunun en somut göstergesi değil de nedir? Bu siyasi partilerin program ve politikalarını, ilkelerini, topluma vadettikleri ne varsa rahatça her platformda ortaya koyabilmeleri de mümkündür.Esas olan siyaset yapma hakkını kullanırken demokrasiye ve hukuka bağlılıktır. Toplumsal kaynaşmayı, milli birlik ve bütünleşmeyi esas almaktır. Buna uygun program ve politikalar ile yol ve yöntemleri ortaya koyabilmektir. Kavgayı ve cepheleşmeyi teşvik etmek, barış ve huzur ortamını yok etmek için toplumu isyana çağırmak değildir.SOKAK ÇAĞRISI, NASIL BİR ŞUURSUZLUKTURHal böyle iken demokratik düzende, katılımcılıkla topluma faydalı çözümler üretilmesi gerekirken, insanları cephelere ayırarak sokak çağrısı yapmak nasıl bir şuursuzluk ve sorumsuzluktur? Sokakların karşıtlık ekseninde karıştığı bir ortamda sokak çağrısı yapan televizyonlar hedef alınırsa kışkırtıcılar bunun altından nasıl kalkacaklardır?Hem siyasetçiler hem de medya sahipleri akıllarını başlarına almalı, ateşle oynamaktan vaz geçmeli, sorumluluk içinde ve aklıselimle hareket etmelidir.Cumhuriyet Halk Partisinin iktidar olamadığı, iktidarı sandıkta kazanamadığı her dönemde anti-demokratik yöntemlere başvurmaktan, kardeşliği hedef almaktan, milli birliği yaralamaktan geri durmadığı siyasi tarihimizin gerçeğidir.TOPLUMSAL BÜTÜNLÜĞE ALENEN KARŞILARCumhuriyet Halk Partisinin takip ettiği siyaset bugün de Türk Milletinin egemenlik ve tarihsel haklarıyla temelden ve bütünüyle çatışan bir siyasete dönüşmüştür. Bu yönüyle Cumhuriyet Halk Partisi vatana ve millete, toplumsal bütünlüğe alenen karşı tavırdadır. Esasen Atatürk”ün vefatından sonra kurulan Cumhuriyet Halk Partisi hükümetleri dönemlerinde de Türkiye”nin hayrına önemli bir hizmet ve eser maalesef ki ortaya konulamamıştır. Dahası, Atatürk”ün 15 yılda inşa ettiği yapıları yok etmek isteyen CHP, bu haliyle Atatürk”ün kemiklerini sızlatmıştır.İTİRAZ ETMEDİKLERİ BÜYÜK PROJE NEREDEYSE YOKCumhuriyet Halk Partisi muhalefette kaldığı dönemlerde de Türkiye”nin ekonomik kalkınmasına öncülük eden büyük projelere karşı çıkışlarıyla hafızalara kazınmıştır. İtiraz etmedikleri büyük proje neredeyse yoktur. CHP sözcüleri, AK Parti hükümeti dünyanın en doğru işini yapsa bile yanında olmayacaklarını açıkça söylemişlerdir. Milletin hayrına olacak her işe karşı çıkan CHP, “Suriye”de ne işimiz var” “Libya”da ne işimiz var” diyerek katil Esad”ın ve Hafter”in yanında saf tutmaktan bile çekinmemiştir. Biden”dan demokrasi ve iktidar dilenerek milli iradeyi yok saymış, emperyalist güçlerden medet umarak Atatürk”ün “tam bağımsız Türkiye” ülküsünün aksini yapmış, dahili ve harici bedhahların sözcüsü ve savunucusu olmaktan utanmamıştır.Türkiye”yi dışarıya şikayet etmiş, yabancı ülkelerden yardım istemiştir.CHP zihniyeti, Türk milleti”nin değerlerini, inançlarını, kültürünü tartışma konusu haline getirmiştir.Cumhuriyet Halk Partisinin geçmişi “boykot da bir, işgal de bir” anlayışıdır.BOYKOT HAK, İŞGAL SUÇTURBunu dillendiren CHP genel başkanının açıklamasından sonra ülkemizde nelerin yaşandığı, nasıl bir felaket tablosunun ortaya çıktığı ve Türkiye”nin sürüklendiği kardeş kavgası milletimizin hafızasındadır. Boykot bir hak, işgal ise suçtur.Bugünkü CHP yönetimi sokak çağrısı yaparken acaba hala bu düşüncede midir? Demokrasi dışı arayışlara davetiye çıkarıp darbe beklentisi içine mi girmiştir?Yoksa, Gezi eylemlerinde ve 15 Temmuz”da yapamadıklarını şimdi yapabileceklerini mi sanmaktadır?Şayet bu düşüncede iseler geçmişin tecrübe edilen karanlık dönemlerine özlem duyanlar, bunun ağır bedelini de ödemeye hazır olmalıdır.Zira demokrasiye şaşı bakan kim varsa karşımızdadır.Bizim demokrasiye, mevcut hükumet sistemine ve büyük başarılara imza atan hükümetimize, “Türk ve Türkiye Yüzyılı” hedeflerine bir bir ulaşacağımıza inancımız tamdır.”LİDER ÜLKE” ÜLKÜMÜZ GERÇEKLEŞECEKTürkiye geriye sarmayacak, milletimiz aynı tuzağa bir daha çekilemeyecektir.Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle lider ülke ülkümüz gerçekleşecektir.Etrafımızdaki kaotik ortama rağmen Türkiye siyasi ve ekonomik istikrarı yakalayarak huzur ve refahını günden güne artıran, demokrasisini güçlendiren gıpta edilen bir ülkedir.Parlamentosunu 14 Mayıs 2023 tarihinde, Cumhurbaşkanını 28 Mayıs 2023 tarihinde, mahalli idare organlarını da 31 Mart 2024 tarihinde seçmiş, milli irade hükmünü yakın zamanda vermiştir.Türkiye”de demokratik süreç bütünüyle işlemektedir.Hal böyle iken CHP ve yandaşlarının, medyadaki destekçilerinin demokrasi ve hukuk tanımaz tavırlarla ortalığa dökülmesinin anlamı nedir?Tüm siyasi partiler gibi CHP”nin de millete yönelik projelerle seçim kazanmak için çalışmak yerine kullandığı anti demokratik dil ve eylemleri kabul görmeyecek, buna yeltenenlere millet bedelini ödetecektir.SİYASAL ALANDA DA UZLAŞMA ŞARTMilliyetçi Hareket Partisi, toplumsal dayanışma ve uzlaşma kültürünün geliştirilmesine büyük önem vermektedir.Temel millî ve insanî değerler ile millî ülküler ve hedefler konusunda sağlanacak bir toplumsal uzlaşma, Türkiye”nin hayatî meselelerde görüş birliği içinde olmasını mümkün kılacak ve geleceğe dönük plân ve programların işbirliği içinde uygulamaya konulmasını kolaylaştıracaktır. Ancak, uzlaşma kültürünün gelişmesi ve toplumsal destek bulması için siyasî alanda da uzlaşmanın tesis edilmesi gerekmektedir.Türkiye”de ilk çok partili seçimlerin yapıldığı 21 Temmuz 1946 tarihinden 9 Temmuz 2018 tarihine kadar geçen yaklaşık 72 yılda 51 hükûmet görev yapmış, parlamenter hükûmet sisteminin uygulandığı bu dönemde hükûmetlerin ortalama ömrü bir yıl beş ay düzeyinde olmuştur. Bu denli kısa ömürlü hükûmetlerin yanı sıra, koalisyon ve hükûmet kurma çalışmaları, güvenoyu alma süreci ve Mecliste yapılan Cumhurbaşkanı seçimlerinde yaşanan krizler, önemli zaman kayıplarına ve istikrarsızlıklara neden olmuştur. Siyasal istikrarsızlıklar, Türkiye”yi ekonomik ve sosyal yönden olumsuz etkilemiş, hatta demokrasi dışı müdahalelere zemin hazırlamıştır.MİLLİ BİRLİK VE DAYANIŞMA EVRESİTürkiye, darbelerin ceremesini çok çekmiş, acı ve ağır faturalarına katlanmak durumunda kalmıştır. Demokrasi dışı müdahaleler, her defasında yıkım getirmiş, Türkiye”yi hedeflerinden uzaklaştırmış, on yıllarımızı kaybettirmiştir. Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi, Cumhuriyet tarihimizin üçüncü ve ilelebet var olmasını temenni ettiğimiz millî birlik ve dayanışma evresidir. Güçlü devlet, güçlü yönetim, demokratik istikrar gayeleri yeni sistemin ana omurgasıdır. Yasama, yürütme ve yargı organlarının kendi içinde daha güçlü, daha bağımsız, denge ve denetleme mekanizmalarının etkin çalıştığı bir yapıya kavuşması bu sistemin taşıyıcı kolonlarıdır.Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi, Türkiye”nin önünü açmıştır.ARIZALI YAPILAR TASFİYE EDİLDİMillî güvenliğimizle ilgili hızlı ve etkin kararların alınmasını kolaylaştırmış, devlette çift başlılığa neşter vurmuş, yönetimde istikrar ve temsilde adalet anlayışının hâkim kılınmasında önemli bir başarı sergilemiştir.Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi, Türk milletinin tarihî misyonuna, devlet geleneğine uygun bir yönetim modelidir. Türkiye”de parlamenter sistemin uygulandığı dönemde demokratik süreçlere ve seçilmiş iktidarın yönetme yetkisine vesayetçi odakların ortak olma çabaları sonucu aksak ve arızalı yapıların doğmasına yol açılmıştır. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle bu yapılar bir bir tasfiye edilmiş, edilmeye devam edilmektedir.Bize göre Türkiye”nin demokratik siyasî tecrübesi, yaşanan onca acı olaydan ders çıkarılmasını gerektiren bir zenginliktedir.TEHDİTLERİN, NASIL BEKA MESELESİNE DÖNÜŞTÜĞÜNÜ BİLİYORUZMilliyetçi Hareket Partisi; 1960 ve 1970″lerin şartlarını hatırlatan, kaos ve kargaşa senaryolarını, radikalleşme eğilimlerini, Türk tarihinin birçok evresinde Türk devletine ve milletine yönelik tehditlerin nasıl beka meselesine dönüştüğünü bilmektedir.Partimiz, üniversitelerden başlatılan adımların nasıl romantik gerillacılığa ve ardından bir tedhiş hareketine dönüştüğünü, etnik ayrılıkçılığın hangi dış kaynaklı ideolojinin kundağında ve nasıl bir zeminde geliştiğini, hangi değerlerimiz kaşınarak ülkedeki kaos ve kargaşa ikliminin yaratıldığı bilgisine de sahiptir. Milliyetçi Hareket Partisi; tarihimizin en büyük ihanetlerinden olan 15 Temmuz 2016 hain darbe girişiminin öncesinde FETÖ”nün devleti ele geçirme hedefini nasıl herkesten önce fark etmiş ve uyarılarda bulunmuş ise aynı öngörüyle sokak çağrılarının doğuracağı sonuçları da bilerek CHP”yi bir kez daha uyarmaktadır.Çünkü MHP”nin siyaset sahnesinde var olmasının yegâne anlamı, Türk devletinin ve Türk milletinin bekasını, huzur ve refahını temin etmektir.İKAZEN HATIRLATIYORUMBirçok uyarısı zaman içinde doğrulanmış, haklılığı defalarca teyit edilmiş olan Partimizin söylediklerinin bir erken uyarı olarak değerlendirilmesi gerektiğini ikazen hatırlatıyorum. Her uyarısında haklı çıkan Partimiz, CHP”nin sorumsuz tutumunun yol açacağı sonuçlarla bir kez daha haklı çıkmayı asla arzu etmemektedir.Tarihimizin çeşitli dönemlerinde yapay kutuplaşmalar toplumsal yarılmalara, milli birliğin örselenmesine sebep olmuştur.Oysa milli birliğin güçlendirilmesi, milli bekanın teminindeki en etkili unsurdur.Milli birliğin ve toplumsal alanda sağlanabilecek bir mutabakat zemininin olmazsa olmazlarından birisi de siyasetteki uzlaşma dinamiklerinin güçlendirilmesi, toplumsal hayata yön veren siyaset kurumunun istikrarlı yapılar halinde tutulabilmesidir.”ÖNCE ÜLKEM VE MİLLETİM, SONRA PARTİM VE BEN”Sosyal alandaki bütünleşme, siyasetteki uzlaşma dinamiklerinin güçlendirilmesiyle yakından ilişkilidir. Siyaset alanında sürdürülebilir çözümler üretilmesi gereken temel sorun ise siyaset kurumunun ve siyasi partiler rejiminin istikrarlı, köklü ve kalıcı yapılara dönüştürülme ihtiyacıdır.Bugün 170″den fazla siyasi partinin olması siyaset alanının genişlemesi anlamına gelse de bir yandan da siyasette cılız ve istikrarsız yapıların oluşmasına ve toplumsal bölünmüşlüğe de işaret etmektedir.Böyle bir yapı siyasetteki sağlıksız oluşumların, istikrarı bozucu unsurların, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin etkin yapısına uygun olmayan kırılganlıkları ortaya çıkarmaktadır. Sorumlu siyaset anlayışının bir gereği olarak “önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben” şiarı ile siyaset yapan Partimiz, zorlu dönemlerin aşılmasında, egemenlik haklarımıza sahip çıkılmasında, milli birliğimizi muhafazada ve demokrasinin önünün açılmasında her zaman tarihî bir görev üstlenmiş, önemli bir fonksiyon ifa etmiştir.Çünkü Milliyetçi Hareket Partisi şerefli mücadelesini, ülkemizi ve milletimizi güvenli bir geleceğe taşımaya yeminli bir kararlılıkla yürütmektedir.Partimiz şartlar ne olursa olsun Türkiye”nin millî varlığına ve tarihî misyonuna sahip çıkmıştır, çıkmaya devam edecektir.”HER ŞEYDEN ÖNCE TÜRKİYE”Milliyetçi Hareket Partisi, “çatışmacı değil uzlaşmacı, ayrıştırıcı değil bütünleştirici, kavgacı değil barışçı, ötekileştirici değil kucaklayıcı, bölen değil birleştiren, kaostan değil huzurdan beslenen, sorumluluk için gayret gösteren, Türkiye”yi ve Türk milletini geleceğe birlikte taşıma iradesini” ortaya koyan bir siyasî partidir. Bu anlayış, Türk milletinin tarih ve kültür potasında erittiği değerler bütününü esas alan “kapsayıcı, kucaklayıcı ve uzlaşmacı” tavrımızın yansımasıdır.O sebeple tüm vatandaşlarımızı “Her şeyden önce Türkiye” ve “Herkes eşittir Türkiye” anlayışı ile “millî birlik ve kardeşlikte buluşmaya, Türkiye”nin kutlu geleceğini hep birlikte inşa etmeye” çağırmaktadır.Milli birliğin tesisine hayati önem atfeden Partimiz, program ve politikalarında toplumsal uzlaşma alan ve dinamiklerini ortaya koymakta, bunu hayata geçirmek için gayret göstermektedir.Toplum kesimleri arasında siyasi, sosyal ve ekonomik anlamda sağlanabilecek asgari uzlaşmanın toplumda geniş tabanlı bir uzlaşmayı tesis edebileceğine inanmaktadır.Etnik kökeni, dini inancı, cinsiyeti, mezhebi, siyasi ve ideolojik aidiyetine bakılmaksızın devletimizin kuruluş esaslarına, Cumhuriyetin temel niteliklerine bağlılık, ülkemizi hep birlikte geleceğe taşımaya dönük kararlılık, bunun için yeterli olacaktır.Böylesi bir uzlaşma vasatının oluşturulmaya çalışıldığı bir ortamda CHP”nin ve cumhur ittifakı karşıtı küçük partilerin toplumu isyana, ayaklanmaya, sokağa çağıran tutumları söz ve eylemleri tekraren ifade etmek gerekir ki demokratik düzene aleni saldırıdır.Toplumda da karşılık bulmayan bu tavır, siyasetin sağlıklı bir zeminde gelişmesine, olgunlaşmasına ve kurumlaşmasına sekte vurmaktadır.SİYASİ İKBALİNİ ŞİDDETE BAĞLAYANLARI UYARIYORUMBaşta CHP olmak üzere cepheleşmeden medet uman siyasi partileri, televizyon sahiplerini, yorumcuları, siyasi ikbalini sokakların şiddetine bağlamış olan düşkünleri uyarıyorum.! Demokrasi dışı arayışlara girişenler bedelini ödemeye de hazır olmalıdır !Milli birliğin güçlendirilmesine ve terörsüz Türkiye”nin inşa edilmesine provokasyonlarla mani olma arzusunda olanlar kaybedecektir.Kim olursa olsun emperyalizme uşaklık edenler bu topraklarda yeşeremeyecektir.Terör, sabotaj, provokasyon, isyan ve benzeri düşünce sahipleri emellerine ulaşamayacak, Türkiye”nin huzur iklimini bozmak isteyenler asla başaramayacaktır. Türkiye”nin yükselişine kimse mani olamayacak, Türk ve Türkiye yüzyılı adım adım inşa edilecektir.Bunun için Türkiye”nin önemli bir şansı olarak gördüğümüz Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine ve Cumhur İttifakına inançla sahip çıkıyoruz.Erol Güngör”ün “Türk halkının kararlarına güvenmek gerekir; çünkü Türk halkı tarihte hiçbir zaman yanlış bir karar vermemiştir.” ifadesinden ilhamla; Türk milletinin ferasetine güveniyor, basiret ve karakterinin yüksek, iradesinin sağlam, verdiği kararların da doğru olduğuna inanıyoruz.
Source: Www.star.com.tr
SON DAKİKA: Devlet Bahçeli”den sokak olayları açıklaması: CHP kaos çıkarma peşinde
Son dakika haberi: MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, CHP ve destekçilerinin sokak çağrısına tepki gösterdi. Cumhuriyet Halk Partisi ve destekçilerinin toplumsal kesimlere yönelik sokak çağrısına ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Bahçeli”den önemli açıklamalar Son günlerde Cumhuriyet Halk Partisi”nin başlattığı, bazı televizyon kanallarının kadrolu yorumcuları tarafından da desteklenen, büyük bir şuursuzluk ve tahammülsüzlük örneği olan sokak çağrıları, Türkiye”nin çok tehlikeli bir sürece sokulmaya çalışıldığına işaret etmektedir. Bu çağrı toplumsal huzuru tehdit eden sonuçlar doğurabilecek niteliktedir ve bu yönüyle kamu düzenini bozmaya dönüktür. Demokrasi ve özgürlüklerin kullanılması adına yapıldığı ileri sürülse de demokrasi dışı arayışların tezahürüdür ve asla samimi ve masum değildir. BİRAZ SAMİMİYET Mevlana”nın “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” sözü, samimiyet ve dürüstlüğün insan hayatındaki önemini en sade şekilde ifade eden evrensel bir öğüttür. Samimiyet yalnızca bireysel bir erdem değil, toplumsal düzen ve ahlaki değerlerin de temelini oluşturmaktadır. Toplumda güven duygusunu da pekiştiren samimiyet, aynı zamanda bireylerin, kurumların ve siyasetin en temel meselelerinden de birisi halindedir. Günümüzde, bazı evrensel değer ve kavramların ve toplumsal birliği temsil eden ahlaki ilkelerin, gerçek anlamlarının dışında kullanılmaya başlanması, siyasette samimiyet sorununu daha da derinleştirmiştir. Bu değerlerin, kişisel veya siyasi çıkarlar doğrultusunda araçsallaştırılması ve istismar edilmesi, yalnızca toplumsal güveni değil, demokratik düzeni de ciddi şekilde zedelemektedir. BUGÜNKÜ CHP SİYASETİ AHLAKİ İLKELERDEN UZAK Muhalefetin bilimsellikten ve gerçeklikten uzak, yalnızca popülist söylemlere dayanan politik yaklaşımları, siyaset kurumunun güvenilirliğini sorgulanır hale getirmektedir. Nitekim bugünkü CHP siyaseti ahlaki ilkelerden ve samimiyetten uzak, yalan ve iftiraya dayalıdır. Kendi kuruluş değerleriyle barışık olmayan Atatürk”ün aziz mirasına ihanet içerisindeki CHP, başkalarına da doğru ve dürüst olamamaktadır. Oysa siyaset, bireysel veya partisel çıkarlar uğruna değerleri istismar etmek yerine, samimiyetle toplumun tüm kesimlerini kucaklayan, evrensel ahlak ve bilimsel gerçekliği merkeze alan bir anlayışı benimsemelidir. Ancak bu şekilde demokrasi, hukuk ve toplumsal barış gerçek anlamını bulabilecektir. MEDYA SUÇ İŞLİYOR Nurettin Topçu; “Ahlaksız siyasetin sonu zulümdür. Ahlak, siyasetin vicdanıdır.” derken, Cemil Meriç; “Ahlaktan yoksun bir siyaset, toplumun temellerini dinamitlemektir.” demektedir. Bu sözler adeta CHP”nin bugünkü yöneticilerine söylenmiş ders mahiyetindedir. CHP ve yandaşlarının toplumu isyana çağıran bir tutum içinde olması, siyasi ahlaktan uzak, hem toplumun huzurunu hem de demokrasiyi tehdit eden bir aymazlıktır. Bu söylemler toplumsal gerilimi ve kutuplaşmayı tırmandırırken kin ve nefret dilinin yaygınlaşmasına yol açmakta, ülkemizin birliğine kast etmektedir. Daha da üzücü hatta utanç verici olan ise, bazı medya yorumcularının bu sorumsuz söylemleri desteklemesi ve körüklemesidir. MEDYA SORUMLU HAREKET ETMELİ Medya yorumcularının, toplumu bilgilendirme ve bilinçlendirme görevlerini yerine getirirken büyük bir sorumluluk içinde hareket etmeleri meslek ilkelerinin de bir gereğidir. Söz ve yorum özgürlüğü demokratik bir hak olmakla birlikte, bu özgürlüğün kamu düzenini bozacak, halkı isyana teşvik edecek şekilde kullanılması asla kabul edilemez. Toplumu kaosa, şiddete veya isyana yönlendiren yorumlar, hem hukuki hem de ahlaki sorumlulukların ihlali anlamına gelmektedir. Medyanın, barış, birlik ve sağduyuyu teşvik eden bir platform olması gerekirken toplumun güvenini ve huzurunu sarsacak söylemlerle kışkırtıcı bir üslup takınması etik ilkeleri aşan bir suç halidir. Demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan medyanın ahlaki ilke ve standartlara uygun hareket etmesi için, idari ve hukuki düzenlemelerin yapılmasının yanı sıra medyanın kendi özdenetim mekanizmalarının geliştirilmesi de sağlanmalıdır. Şayet sokağa davet edilenlerin karşısına 15 Temmuz”da olduğu gibi başkaları dikilirse kaçınılmaz çatışma nasıl önlenecek, olayların önüne nasıl geçilecektir? Sokak çağrısı yapan provokatörler acaba o vakit ortada bulunacaklar mı yoksa çoktan ülkeyi terk etmiş mi olacaklar.
Source: Sabah
Bahçeli”den “sokak” açıklaması
Türkiye Belediyeler Birliği ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu”nun gözaltına alınarak tutuklanması başta Saraçhane olmak üzere pek çok yerde protesto edildi. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli eylemlere ilişkin olarak, “Şayet sokağa davet edilenlerin karşısına 15 Temmuz’da olduğu gibi başkaları dikilirse kaçınılmaz çatışma nasıl önlenecek, olayların önüne nasıl geçilecektir?” açıklamasını yaptı.
“SOKAK ÇAĞRILARI, TÜRKİYE”NİN ÇOK TEHLİKELİ SÜRECE SOKULMAYA ÇALIŞILDIĞINA İŞARET EDİYOR”
Bahçeli”nin açıklamalarının ikinci bölümü bugün Türkgün gazetesinde yayınlandı. Bahçeli”nin açıklamalarından başlıklar şöyle:
-Son günlerde Cumhuriyet Halk Partisi’nin başlattığı, bazı televizyon kanallarının kadrolu yorumcuları tarafından da desteklenen, büyük bir şuursuzluk ve tahammülsüzlük örneği olan sokak çağrıları, Türkiye’nin çok tehlikeli bir sürece sokulmaya çalışıldığına işaret etmektedir.Bu çağrı toplumsal huzuru tehdit eden sonuçlar doğurabilecek niteliktedir ve bu yönüyle kamu düzenini bozmaya dönüktür.
-Demokrasi ve özgürlüklerin kullanılması adına yapıldığı ileri sürülse de demokrasi dışı arayışların tezahürüdür ve asla samimi ve masum değildir. Nurettin Topçu; “Ahlaksız siyasetin sonu zulümdür. Ahlak, siyasetin vicdanıdır.” derken, Cemil Meriç; “Ahlaktan yoksun bir siyaset, toplumun temellerini dinamitlemektir.” demektedir. Bu sözler adeta CHP’nin bugünkü yöneticilerine söylenmiş ders mahiyetindedir.
-CHP ve yandaşlarının toplumu isyana çağıran bir tutum içinde olması, siyasi ahlaktan uzak, hem toplumun huzurunu hem de demokrasiyi tehdit eden bir aymazlıktır. Bu söylemler toplumsal gerilimi ve kutuplaşmayı tırmandırırken kin ve nefret dilinin yaygınlaşmasına yol açmakta, ülkemizin birliğine kast etmektedir.
-Daha da üzücü hatta utanç verici olan ise, bazı medya yorumcularının bu sorumsuz söylemleri desteklemesi ve körüklemesidir.
-Medya yorumcularının, toplumu bilgilendirme ve bilinçlendirme görevlerini yerine getirirken büyük bir sorumluluk içinde hareket etmeleri meslek ilkelerinin de bir gereğidir. Söz ve yorum özgürlüğü demokratik bir hak olmakla birlikte, bu özgürlüğün kamu düzenini bozacak, halkı isyana teşvik edecek şekilde kullanılması asla kabul edilemez.
-Toplumu kaosa, şiddete veya isyana yönlendiren yorumlar, hem hukuki hem de ahlaki sorumlulukların ihlali anlamına gelmektedir.
“MEDYA SUÇ İŞLİYOR”
-Medyanın, barış, birlik ve sağduyuyu teşvik eden bir platform olması gerekirken toplumun güvenini ve huzurunu sarsacak söylemlerle kışkırtıcı bir üslup takınması etik ilkeleri aşan bir suç halidir. Demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan medyanın ahlaki ilke ve standartlara uygun hareket etmesi için, idari ve hukuki düzenlemelerin yapılmasının yanı sıra medyanın kendi özdenetim mekanizmalarının geliştirilmesi de sağlanmalıdır.
“HEM SİYASETÇİLER HEM DE MEDYA SAHİPLERİ AKILLARINI BAŞLARINA ALMALI”
-Sokakların karşıtlık ekseninde karıştığı bir ortamda sokak çağrısı yapan televizyonlar hedef alınırsa kışkırtıcılar bunun altından nasıl kalkacaklardır?
-Hem siyasetçiler hem de medya sahipleri akıllarını başlarına almalı, ateşle oynamaktan vaz geçmeli, sorumluluk içinde ve aklıselimle hareket etmelidir. Cumhuriyet Halk Partisinin iktidar olamadığı, iktidarı sandıkta kazanamadığı her dönemde anti-demokratik yöntemlere başvurmaktan, kardeşliği hedef almaktan, milli birliği yaralamaktan geri durmadığı siyasi tarihimizin gerçeğidir.
-Sahibinin sesi bu siyaset ve medya çürümüşleri toplumsal isyanın Cumhuriyet Halk Partisine üye vatandaşlarımızın öncülüğünde başlaması gerektiğini de söylemektedirler.
“SOKAKLAR ÇARE DEĞİL”
-Oysa Türkiye’de sokak olayları yaşandı ve geçmişin acı tecrübeleri de henüz unutulmadı. Yaşanan sokak olaylarının sosyal maliyeti hem devrimciler hem de ülkücüler açısından çok yüksek oldu. Bunların sonucunda Türkiye’ye ödetilen ekonomik, sosyal ve siyasi bedel milletimizin hafıza kayıtlarındadır. O sebeple sokaklar çare değildir.
15 TEMMUZ HATIRLATMASI: KARŞILARINA BAŞKALARI DİKİLİRSE ÇATIŞMA NASIL ÖNLECEK?
-Şayet sokağa davet edilenlerin karşısına 15 Temmuz’da olduğu gibi başkaları dikilirse kaçınılmaz çatışma nasıl önlenecek, olayların önüne nasıl geçilecektir?
-Sokak çağrısı yapan provokatörler acaba o vakit ortada bulunacaklar mı yoksa çoktan ülkeyi terk etmiş mi olacaklar. Bunlar, aynı zamanda da Türkiye’de tek adam rejimi olduğuyla yatıp kalkanlardır.
-Rejim değişti yalanını söylemeye devam edenlerdir. Demokratik seçimleri, milli iradeyi yok sayanlardır. Milletin desteğini almaya çalışmak yerine sokaklardan hareketle anti demokratik süreçlerden medet umanlardır.
Source: Haber Merkezi
15 Temmuz”u hatırlatıp uyardı! “O zaman çatışma nasıl önlenecek?”
Türkiye Ekrem İmamoğlu”nun tutuklanıp görevinden uzaklaştırılmasını konuşmaya devam ediyor. Türkiye çapında yankı uyandıran gelişmeler üzerine başta İstanbul olmak üzere birçok ilde protestolar düzenlenmişti. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli bu protestoları ve “Sokak çağrısı yapıyorum” diyen CHP Genel Başkanı Özgür Özel”i hedef aldı.
“TÜRKİYE’NİN ÇOK TEHLİKELİ BİR SÜRECE SOKULMAYA ÇALIŞILDIĞINA İŞARET ETMEKTE”
Son gelişmelerle ilgili Türkgün”e konuşan Bahçeli”nin açıklamaları şöyle:
Son günlerde Cumhuriyet Halk Partisi’nin başlattığı, bazı televizyon kanallarının kadrolu yorumcuları tarafından da desteklenen, büyük bir şuursuzluk ve tahammülsüzlük örneği olan sokak çağrıları, Türkiye’nin çok tehlikeli bir sürece sokulmaya çalışıldığına işaret etmektedir. Bu çağrı toplumsal huzuru tehdit eden sonuçlar doğurabilecek niteliktedir ve bu yönüyle kamu düzenini bozmaya dönüktür.
Demokrasi ve özgürlüklerin kullanılması adına yapıldığı ileri sürülse de demokrasi dışı arayışların tezahürüdür ve asla samimi ve masum değildir.
Mevlana’nın “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” sözü, samimiyet ve dürüstlüğün insan hayatındaki önemini en sade şekilde ifade eden evrensel bir öğüttür.
Samimiyet yalnızca bireysel bir erdem değil, toplumsal düzen ve ahlaki değerlerin de temelini oluşturmaktadır.
Toplumda güven duygusunu da pekiştiren samimiyet, aynı zamanda bireylerin, kurumların ve siyasetin en temel meselelerinden de birisi halindedir.
Günümüzde, bazı evrensel değer ve kavramların ve toplumsal birliği temsil eden ahlaki ilkelerin, gerçek anlamlarının dışında kullanılmaya başlanması, siyasette samimiyet sorununu daha da derinleştirmiştir.
Bu değerlerin, kişisel veya siyasi çıkarlar doğrultusunda araçsallaştırılması ve istismar edilmesi, yalnızca toplumsal güveni değil, demokratik düzeni de ciddi şekilde zedelemektedir.
Muhalefetin bilimsellikten ve gerçeklikten uzak, yalnızca popülist söylemlere dayanan politik yaklaşımları, siyaset kurumunun güvenilirliğini sorgulanır hale getirmektedir.
Nitekim bugünkü CHP siyaseti ahlaki ilkelerden ve samimiyetten uzak, yalan ve iftiraya dayalıdır.
Kendi kuruluş değerleriyle barışık olmayan Atatürk’ün aziz mirasına ihanet içerisindeki CHP, başkalarına da doğru ve dürüst olamamaktadır.
Oysa siyaset, bireysel veya partisel çıkarlar uğruna değerleri istismar etmek yerine, samimiyetle toplumun tüm kesimlerini kucaklayan, evrensel ahlak ve bilimsel gerçekliği merkeze alan bir anlayışı benimsemelidir.
Ancak bu şekilde demokrasi, hukuk ve toplumsal barış gerçek anlamını bulabilecektir.
Nurettin Topçu; “Ahlaksız siyasetin sonu zulümdür. Ahlak, siyasetin vicdanıdır.” derken, Cemil Meriç; “Ahlaktan yoksun bir siyaset, toplumun temellerini dinamitlemektir.” demektedir. Bu sözler adeta CHP’nin bugünkü yöneticilerine söylenmiş ders mahiyetindedir.
CHP ve yandaşlarının toplumu isyana çağıran bir tutum içinde olması, siyasi ahlaktan uzak, hem toplumun huzurunu hem de demokrasiyi tehdit eden bir aymazlıktır.
Bu söylemler toplumsal gerilimi ve kutuplaşmayı tırmandırırken kin ve nefret dilinin yaygınlaşmasına yol açmakta, ülkemizin birliğine kast etmektedir.
“BAZI MEDYA YORUMCULARI BU SORUMSUZ SÖYLEMLERİ DESTEKLİYOR”
Daha da üzücü hatta utanç verici olan ise, bazı medya yorumcularının bu sorumsuz söylemleri desteklemesi ve körüklemesidir.
Medya yorumcularının, toplumu bilgilendirme ve bilinçlendirme görevlerini yerine getirirken büyük bir sorumluluk içinde hareket etmeleri meslek ilkelerinin de bir gereğidir.
Söz ve yorum özgürlüğü demokratik bir hak olmakla birlikte, bu özgürlüğün kamu düzenini bozacak, halkı isyana teşvik edecek şekilde kullanılması asla kabul edilemez.
Toplumu kaosa, şiddete veya isyana yönlendiren yorumlar, hem hukuki hem de ahlaki sorumlulukların ihlali anlamına gelmektedir.
Medyanın, barış, birlik ve sağduyuyu teşvik eden bir platform olması gerekirken toplumun güvenini ve huzurunu sarsacak söylemlerle kışkırtıcı bir üslup takınması etik ilkeleri aşan bir suç halidir.
Demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan medyanın ahlaki ilke ve standartlara uygun hareket etmesi için, idari ve hukuki düzenlemelerin yapılmasının yanı sıra medyanın kendi özdenetim mekanizmalarının geliştirilmesi de sağlanmalıdır.
Medya kuruluşlarının imkanlarını kamuoyunu yanlış yönlendirecek şekilde kullanmaları önlenmelidir.
Peşinen söylemek gerekir ki, toplumu yönlendirme gücü olan medyanın sadece basın özgürlüğüyle izah edilemeyecek yıkıcı yayınlar yapmasının önüne geçilmesi şarttır.
Şiddeti, kaosu ya da demokrasinin dışına çıkmayı teşvik etmek bir özgürlük alanı olamaz.
Temel haklardan biri olan ifade özgürlüğünün kullanımı, toplumsal barış ve kamu düzenini koruma gibi sorumluluklarla dengelenmelidir.
Siyasi partilerin ve televizyonların, toplumu sokağa çağırması, şüphesiz ki toplumsal düzeni tehdit eden sonuçlara yol açabilecektir.
Tarihte birçok örnek, bu tür eylemlerin genellikle provokasyonlar veya kontrolsüz grupların müdahaleleri sonucu çatışmalara dönüştüğünü göstermektedir.
Çeşitli dinamiklerin devreye sokulmasıyla ülkemizde yaratılacak gerilim, kutuplaşma ve hatta çatışma iklimi, telafisi imkansız olayların meydana gelmesine sebep olabilecektir.
Şiddet ve çatışma kuşkusuz kalıcı çözümler üretmekten uzaktır.
Siyasetin sağlıklı çözümler üretme fonksiyonundan uzaklaşan Cumhuriyet Halk Partisi, belli ki iktidarı, tarihin çöplüğündeki kirli sayfaları yeniden açarak elde etmeye yönelmiştir.
Oysa demokrasiyi ve Atatürk’ü araçsallaştırma peşinde olanların, milli iradeye ve seçilmişlere saygı göstermenin demokrasinin ve toplumsal huzurun güvencesi olduğunu iyi bilmeleri gerekmektedir.
Toplumun tüm kesimlerini kucaklayacak, barışı ve kardeşliği esas alan bir yaklaşım, toplumu güçlendiren en önemli unsurdur.
Demokrasi ve insan hakları bahanesine sığınarak kamu düzenini tehdide yeltenenlerin görmezden geldiği husus şudur.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS), ifade ve toplantı özgürlüklerini tanımakla birlikte, bu hakların sınırsız olmadığını açıkça belirtmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11’nci maddesi, toplantı ve örgütlenme özgürlüğünü güvence altına alırken,
Kamu düzeninin korunması,
Toplumun güvenliği,
Suç işlenmesinin önlenmesi,
Başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması,
yönünde kısıtlamalar getirmiştir. Hatta aynı maddede, silahlı kuvvetler, kolluk kuvvetleri veya devlet idaresi mensuplarınca bu hakkın kullanılmasına meşru sınırlamalar getirilebileceği belirtilmiştir
Bu yönüyle de kamu düzenini bozacak, toplumun huzurunu tehlikeye atacak eylemlerin engellenebileceği ifade edilmiş ve gerektiğinde devlet otoritesi tarafından bazı kısıtlamaların getirilebileceği evrensel hukukta bir norm halini almıştır.
Zira güvenliğin olmadığı bir yerde özgürlükten, demokrasiden ve insan haklarından söz etmek mümkün değildir.
Demokratik hukuk devletinde sorunların çözüm yolu sokaklar değil, diyalog ve hukuki mekanizmalardır.
Toplumun bir kesimini şiddet içeren veya kaotik hareketlere yönlendirmek, demokrasiyle bağdaştırılamaz. Toplumda farklı görüşlerin ve kesimlerin bir arada uyum içinde yaşayabilmesi, demokrasinin temel değerlerine saygıyla mümkündür. Türkiye demokratik bir hukuk devletidir. Demokratik bir toplumda fikir ayrılıkları, şiddet ve çatışma yerine diyalog ve müzakere yoluyla çözülmeli, tüm kesimler, ortak bir gelecek için birlik duygusuyla hareket etmelidir. Bunun için en önemli platform da Türkiye Büyük Millet Meclisidir.
Meclisimiz etkin ve güçlü bir şekilde görevini icra ederken, sokakları işaret etmek demokrasiyi hiçe saymakla birlikte gazi meclisimize saygısızlıktır.
Birlik ruhu ve anlayışı, bireylerin sadece kendi çıkarlarını değil, toplumun huzuru ve ortak çıkarlarının gözetilmesini de gerektirir.
Bu da ötekileştirici değil, kucaklayıcı ve dayanışmacı bir anlayışı teşvik eder.
Demokrasi, halkın iradesini sandık yoluyla ifade ettiği ve seçilmişler aracılığıyla yönetimi mümkün kılan bir sistemdir.
Milli irade, halkın egemenliğinin temel dayanağıdır ve demokratik toplumlarda her şeyin üstünde tutulmalıdır.
Anayasa’nın 6’ncı maddesi “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Türk milleti, egemenliğini Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organları eliyle kullanır.” hükmünü amirdir.
O organlar seçimdir, sandıktır, millettir, kurumlardır.
Ziya Gökalp’in yaklaşımıyla; Türk halkı, kıymet hükümlerimizin, kültür hayatımızın, medeniyet tasavvurumuzun nihai sahibidir.
Bu doğrultuda milli iradeye dayanan seçilmişlere saygı göstermek, demokratik sürecin ve hukuk devletinin olmazsa olmazıdır.
Eleştiri demokratik bir haktır; ancak bu hak, milli iradeyi ve seçilmişlerin meşruiyetini hedef alan, şiddet içeren yıkıcı yöntemlere dönüşmemelidir.
Milli iradeye ve halkın kararlarına yönelik tehditlerin yalnızca hükümeti değil, aynı zamanda demokrasiyi de hedef aldığı açıktır.
Demokrasiyi, insan haklarına saygıyı ve hukukun üstünlüğünü temel ilke kabul eden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi; dayandığı katılımcı, kapsayıcı ve uzlaşmacı demokratik anlayışla milli birliği sağlamak için uygun bir hukuki zemin de oluşturmuştur.
Etrafımızdaki ateş çemberi dikkate alındığında, milletimize yönelik tarihi husumetler hatırlandığında ve güncel risk ve tehditler dikkate alındığında milli birlik ve beraberliğin hayati önem taşıdığı açıktır.
Ancak CHP, tam da bu ortamda demokrasi çerçevesini ve siyasi ahlak ilkelerini zorlayan bir tutuma girerek, toplumda telafisi imkânsız sonuçlar doğurabilecek bir yanlışlığın içindedir.
“CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİSTEMİNE GEÇİLDİKTEN SONRA “TEK ADAM REJİMİ” YALANI EKLENDİ”
Hatırlanacağı gibi Cumhuriyet tarihinin çeşitli dönemlerinde yapay kutuplaşmalar toplumsal yarılmalara, millî birlik ve beraberliğin örselenmesine sebep olmuştur.
Her kritik aşamada, Türkiye’nin sıçrama yapacağı her durumda tedavüle sokulmaya çalışılan “alevi-suni, Türk-Kürt, laik-antilaik, asker-sivil, devlet-millet, demokrasi-cumhuriyet, yoksul-zengin, işçi-işveren” gibi konular ayrışmanın, cepheleşmenin ve toplumsal kargaşa yaratmanın araçları olarak kullanılmaya çalışılmıştır.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçildikten sonra da bunların arasına “tek adam rejimi” yalanı eklenmiştir.
Cepheleşmeye dönüştürülmeye çalışılan bu alanlar üzerinden özellikle bazı televizyon kanallarında toplumsal isyana teşvik, ülkede kaos ve kargaşa çıkarmak için aleni çağrı yapılmaktalar.
Seçilmiş olmak suç işleme özgürlüğü kazandırıyor gibi davranılmaktadır.
Kimi zaman sığınmacıları, emeklileri, işçi ve memurları istismar eden, kimi zaman karıştıkları yolsuzluk ve usulsüzlüklere yapılan müdahaleleri bahane eden, kimi zaman da ülkemizin demokratik yönetim sistemini karalayan, bilimsel ve hukuki gerçekliği bulunmayan yalanlarla toplumda karşıtlık oluşturmaya çalışılmaktadır.
Topluma kin ve nefret saçan, müzmin Cumhur İttifakı hasımları, ümitsiz vaka siyasetçiler her türlü yalanla “Cumhur İttifakı gitsin, ülke yanarsa yansın” anlayışıyla demokrasi dışı arayışlara zemin oluşturma niyetlerini malum televizyon kanallarında açık etmektedirler.
Sahibinin sesi bu siyaset ve medya çürümüşleri toplumsal isyanın Cumhuriyet Halk Partisine üye vatandaşlarımızın öncülüğünde başlaması gerektiğini de söylemektedirler.
“15 TEMMUZ” HATIRLATMASI: SOKAĞA DAVET EDİLENLERİN KARŞISINA BAŞKALARI DİKİLİRSE ÇATIŞMA NASIL ÖNLENECEK?
Oysa Türkiye’de sokak olayları yaşandı ve geçmişin acı tecrübeleri de henüz unutulmadı. Yaşanan sokak olaylarının sosyal maliyeti hem devrimciler hem de ülkücüler açısından çok yüksek oldu. Bunların sonucunda Türkiye’ye ödetilen ekonomik, sosyal ve siyasi bedel milletimizin hafıza kayıtlarındadır. O sebeple sokaklar çare değildir.
Şayet sokağa davet edilenlerin karşısına 15 Temmuz’da olduğu gibi başkaları dikilirse kaçınılmaz çatışma nasıl önlenecek, olayların önüne nasıl geçilecektir? Sokak çağrısı yapan provokatörler acaba o vakit ortada bulunacaklar mı yoksa çoktan ülkeyi terk etmiş mi olacaklar. Bunlar, aynı zamanda da Türkiye’de tek adam rejimi olduğuyla yatıp kalkanlardır.
Rejim değişti yalanını söylemeye devam edenlerdir.
Demokratik seçimleri, milli iradeyi yok sayanlardır.
Milletin desteğini almaya çalışmak yerine sokaklardan hareketle anti demokratik süreçlerden medet umanlardır.
Bu amaçla her türlü tahrik, istismar ve yalandan çekinmeyenlerdir.
Hatırlatmak isterim! Tek adam olan yerde seçim olmaz. Demokrasiden eser bulunmaz.
Milletin yüzde 52’sinin oyunu alarak seçilen Cumhurbaşkanı, tek adam olarak ifade edilemez.
CHP’nin seçim başarısızlığını gizlemek için hükumet sistemini günah keçisi ilan etmekten vazgeçmeyenler tek adam iftirasını hangi hukuka, hangi bilimsel esasa ve hangi vicdana dayandırmaktadır?
Türkiye, çok şükür darbe ve muhtıralarla, istikrarsızlık, kaos ve kargaşalarla anılan parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle kurtulmuş, ayağındaki prangaları söküp atmıştır.
Demokrasisi güçlenmiş, temsil adaleti artmış, daha etkin bir yönetim kabiliyeti kazanmıştır.
Türkiye’de isteyen herkes siyasi parti kurma hak ve özgürlüğüne sahiptir.
Halihazırda 176 siyasi partinin kurulmuş olması ve bağımsızlar hariç 16 siyasi partinin TBMM’de temsil edilmesi Türkiye’nin çok sesli bir demokratik düzene sahip olduğunun en somut göstergesi değil de nedir?
Bu siyasi partilerin program ve politikalarını, ilkelerini, topluma vadettikleri ne varsa rahatça her platformda ortaya koyabilmeleri de mümkündür.
Esas olan siyaset yapma hakkını kullanırken demokrasiye ve hukuka bağlılıktır. Toplumsal kaynaşmayı, milli birlik ve bütünleşmeyi esas almaktır. Buna uygun program ve politikalar ile yol ve yöntemleri ortaya koyabilmektir.
Kavgayı ve cepheleşmeyi teşvik etmek, barış ve huzur ortamını yok etmek için toplumu isyana çağırmak değildir.
Hal böyle iken demokratik düzende, katılımcılıkla topluma faydalı çözümler üretilmesi gerekirken, insanları cephelere ayırarak sokak çağrısı yapmak nasıl bir şuursuzluk ve sorumsuzluktur?
Sokakların karşıtlık ekseninde karıştığı bir ortamda sokak çağrısı yapan televizyonlar hedef alınırsa kışkırtıcılar bunun altından nasıl kalkacaklardır?
Hem siyasetçiler hem de medya sahipleri akıllarını başlarına almalı, ateşle oynamaktan vaz geçmeli, sorumluluk içinde ve aklıselimle hareket etmelidir.
“CHP, BU HALİYLE ATATÜRK’ÜN KEMİKLERİNİ SIZLATMIŞTIR”
Cumhuriyet Halk Partisinin iktidar olamadığı, iktidarı sandıkta kazanamadığı her dönemde anti-demokratik yöntemlere başvurmaktan, kardeşliği hedef almaktan, milli birliği yaralamaktan geri durmadığı siyasi tarihimizin gerçeğidir.
Cumhuriyet Halk Partisinin takip ettiği siyaset bugün de Türk Milletinin egemenlik ve tarihsel haklarıyla temelden ve bütünüyle çatışan bir siyasete dönüşmüştür.
Bu yönüyle Cumhuriyet Halk Partisi vatana ve millete, toplumsal bütünlüğe alenen karşı tavırdadır.
Esasen Atatürk’ün vefatından sonra kurulan Cumhuriyet Halk Partisi hükümetleri dönemlerinde de
Türkiye’nin hayrına önemli bir hizmet ve eser maalesef ki ortaya konulamamıştır.
Dahası, Atatürk’ün 15 yılda inşa ettiği yapıları yok etmek isteyen CHP, bu haliyle Atatürk’ün kemiklerini sızlatmıştır.
Cumhuriyet Halk Partisi muhalefette kaldığı dönemlerde de Türkiye’nin ekonomik kalkınmasına öncülük eden büyük projelere karşı çıkışlarıyla hafızalara kazınmıştır. İtiraz etmedikleri büyük proje neredeyse yoktur.
CHP sözcüleri, AK Parti hükümeti dünyanın en doğru işini yapsa bile yanında olmayacaklarını açıkça söylemişlerdir.
Milletin hayrına olacak her işe karşı çıkan CHP, “Suriye’de ne işimiz var” “Libya’da ne işimiz var” diyerek katil Esad’ın ve Hafter’in yanında saf tutmaktan bile çekinmemiştir.
Biden’dan demokrasi ve iktidar dilenerek milli iradeyi yok saymış, emperyalist güçlerden medet umarak Atatürk’ün “tam bağımsız Türkiye” ülküsünün aksini yapmış, dahili ve harici bedhahların sözcüsü ve savunucusu olmaktan utanmamıştır.
Türkiye’yi dışarıya şikayet etmiş, yabancı ülkelerden yardım istemiştir.
CHP zihniyeti, Türk milleti’nin değerlerini, inançlarını, kültürünü tartışma konusu haline getirmiştir.
Cumhuriyet Halk Partisinin geçmişi “boykot da bir, işgal de bir” anlayışıdır.
Bunu dillendiren CHP genel başkanının açıklamasından sonra ülkemizde nelerin yaşandığı, nasıl bir felaket tablosunun ortaya çıktığı ve Türkiye’nin sürüklendiği kardeş kavgası milletimizin hafızasındadır.
“AĞIR BEDELİNİ ÖDEMEYE HAZIR OLMALILAR”
Boykot bir hak, işgal ise suçtur.
Bugünkü CHP yönetimi sokak çağrısı yaparken acaba hala bu düşüncede midir? Demokrasi dışı arayışlara davetiye çıkarıp darbe beklentisi içine mi girmiştir? Yoksa, Gezi eylemlerinde ve 15 Temmuz’da yapamadıklarını şimdi yapabileceklerini mi sanmaktadır?
Şayet bu düşüncede iseler geçmişin tecrübe edilen karanlık dönemlerine özlem duyanlar, bunun ağır bedelini de ödemeye hazır olmalıdır. Zira demokrasiye şaşı bakan kim varsa karşımızdadır.
Bizim demokrasiye, mevcut hükumet sistemine ve büyük başarılara imza atan hükümetimize, “Türk ve Türkiye Yüzyılı” hedeflerine bir bir ulaşacağımıza inancımız tamdır.
Türkiye geriye sarmayacak, milletimiz aynı tuzağa bir daha çekilemeyecektir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle lider ülke ülkümüz gerçekleşecektir.
Etrafımızdaki kaotik ortama rağmen Türkiye siyasi ve ekonomik istikrarı yakalayarak huzur ve refahını günden güne artıran, demokrasisini güçlendiren gıpta edilen bir ülkedir.
Parlamentosunu 14 Mayıs 2023 tarihinde, Cumhurbaşkanını 28 Mayıs 2023 tarihinde, mahalli idare organlarını da 31 Mart 2024 tarihinde seçmiş, milli irade hükmünü yakın zamanda vermiştir.
Türkiye’de demokratik süreç bütünüyle işlemektedir.
Hal böyle iken CHP ve yandaşlarının, medyadaki destekçilerinin demokrasi ve hukuk tanımaz tavırlarla ortalığa dökülmesinin anlamı nedir?
Tüm siyasi partiler gibi CHP’nin de millete yönelik projelerle seçim kazanmak için çalışmak yerine kullandığı anti demokratik dil ve eylemleri kabul görmeyecek, buna yeltenenlere millet bedelini ödetecektir.
Milliyetçi Hareket Partisi, toplumsal dayanışma ve uzlaşma kültürünün geliştirilmesine büyük önem vermektedir.
Temel millî ve insanî değerler ile millî ülküler ve hedefler konusunda sağlanacak bir toplumsal uzlaşma, Türkiye’nin hayatî meselelerde görüş birliği içinde olmasını mümkün kılacak ve geleceğe dönük plân ve programların işbirliği içinde uygulamaya konulmasını kolaylaştıracaktır. Ancak, uzlaşma kültürünün gelişmesi ve toplumsal destek bulması için siyasî alanda da uzlaşmanın tesis edilmesi gerekmektedir.
Türkiye’de ilk çok partili seçimlerin yapıldığı 21 Temmuz 1946 tarihinden 9 Temmuz 2018 tarihine kadar geçen yaklaşık 72 yılda 51 hükûmet görev yapmış, parlamenter hükûmet sisteminin uygulandığı bu dönemde hükûmetlerin ortalama ömrü bir yıl beş ay düzeyinde olmuştur.
Bu denli kısa ömürlü hükûmetlerin yanı sıra, koalisyon ve hükûmet kurma çalışmaları, güvenoyu alma süreci ve Mecliste yapılan Cumhurbaşkanı seçimlerinde yaşanan krizler, önemli zaman kayıplarına ve istikrarsızlıklara neden olmuştur.
Siyasal istikrarsızlıklar, Türkiye’yi ekonomik ve sosyal yönden olumsuz etkilemiş, hatta demokrasi dışı müdahalelere zemin hazırlamıştır.
Türkiye, darbelerin ceremesini çok çekmiş, acı ve ağır faturalarına katlanmak durumunda kalmıştır.
Demokrasi dışı müdahaleler, her defasında yıkım getirmiş, Türkiye’yi hedeflerinden uzaklaştırmış, on yıllarımızı kaybettirmiştir.
Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi, Cumhuriyet tarihimizin üçüncü ve ilelebet var olmasını temenni ettiğimiz millî birlik ve dayanışma evresidir.
Güçlü devlet, güçlü yönetim, demokratik istikrar gayeleri yeni sistemin ana omurgasıdır.
Yasama, yürütme ve yargı organlarının kendi içinde daha güçlü, daha bağımsız, denge ve denetleme mekanizmalarının etkin çalıştığı bir yapıya kavuşması bu sistemin taşıyıcı kolonlarıdır.
Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi, Türkiye’nin önünü açmıştır. Millî güvenliğimizle ilgili hızlı ve etkin kararların alınmasını kolaylaştırmış, devlette çift başlılığa neşter vurmuş, yönetimde istikrar ve temsilde adalet anlayışının hâkim kılınmasında önemli bir başarı sergilemiştir.
Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi, Türk milletinin tarihî misyonuna, devlet geleneğine uygun bir yönetim modelidir. Türkiye’de parlamenter sistemin uygulandığı dönemde demokratik süreçlere ve seçilmiş iktidarın yönetme yetkisine vesayetçi odakların ortak olma çabaları sonucu aksak ve arızalı yapıların doğmasına yol açılmıştır. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle bu yapılar bir bir tasfiye edilmiş, edilmeye devam edilmektedir.
Bize göre Türkiye’nin demokratik siyasî tecrübesi, yaşanan onca acı olaydan ders çıkarılmasını gerektiren bir zenginliktedir.
Milliyetçi Hareket Partisi; 1960 ve 1970’lerin şartlarını hatırlatan, kaos ve kargaşa senaryolarını, radikalleşme eğilimlerini, Türk tarihinin birçok evresinde Türk devletine ve milletine yönelik tehditlerin nasıl beka meselesine dönüştüğünü bilmektedir.
Partimiz, üniversitelerden başlatılan adımların nasıl romantik gerillacılığa ve ardından bir tedhiş hareketine dönüştüğünü, etnik ayrılıkçılığın hangi dış kaynaklı ideolojinin kundağında ve nasıl bir zeminde geliştiğini, hangi değerlerimiz kaşınarak ülkedeki kaos ve kargaşa ikliminin yaratıldığı bilgisine de sahiptir.
“CHP”Yİ BİR KEZ DAHA UYARIYORUZ”
Milliyetçi Hareket Partisi; tarihimizin en büyük ihanetlerinden olan 15 Temmuz 2016 hain darbe girişiminin öncesinde FETÖ’nün devleti ele geçirme hedefini nasıl herkesten önce fark etmiş ve uyarılarda bulunmuş ise aynı öngörüyle sokak çağrılarının doğuracağı sonuçları da bilerek CHP’yi bir kez daha uyarmaktadır.
Çünkü MHP’nin siyaset sahnesinde var olmasının yegâne anlamı, Türk devletinin ve Türk milletinin bekasını, huzur ve refahını temin etmektir.
Birçok uyarısı zaman içinde doğrulanmış, haklılığı defalarca teyit edilmiş olan Partimizin söylediklerinin bir erken uyarı olarak değerlendirilmesi gerektiğini ikazen hatırlatıyorum.
Her uyarısında haklı çıkan Partimiz, CHP’nin sorumsuz tutumunun yol açacağı sonuçlarla bir kez daha haklı çıkmayı asla arzu etmemektedir.
Tarihimizin çeşitli dönemlerinde yapay kutuplaşmalar toplumsal yarılmalara, milli birliğin örselenmesine sebep olmuştur.
Oysa milli birliğin güçlendirilmesi, milli bekanın teminindeki en etkili unsurdur.
Milli birliğin ve toplumsal alanda sağlanabilecek bir mutabakat zemininin olmazsa olmazlarından birisi de siyasetteki uzlaşma dinamiklerinin güçlendirilmesi, toplumsal hayata yön veren siyaset kurumunun istikrarlı yapılar halinde tutulabilmesidir.
Sosyal alandaki bütünleşme, siyasetteki uzlaşma dinamiklerinin güçlendirilmesiyle yakından ilişkilidir.
Siyaset alanında sürdürülebilir çözümler üretilmesi gereken temel sorun ise siyaset kurumunun ve siyasi partiler rejiminin istikrarlı, köklü ve kalıcı yapılara dönüştürülme ihtiyacıdır.
Bugün 170’den fazla siyasi partinin olması siyaset alanının genişlemesi anlamına gelse de bir yandan da siyasette cılız ve istikrarsız yapıların oluşmasına ve toplumsal bölünmüşlüğe de işaret etmektedir.
Böyle bir yapı siyasetteki sağlıksız oluşumların, istikrarı bozucu unsurların, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin etkin yapısına uygun olmayan kırılganlıkları ortaya çıkarmaktadır.
Sorumlu siyaset anlayışının bir gereği olarak “önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben” şiarı ile siyaset yapan Partimiz, zorlu dönemlerin aşılmasında, egemenlik haklarımıza sahip çıkılmasında, milli birliğimizi muhafazada ve demokrasinin önünün açılmasında her zaman tarihî bir görev üstlenmiş, önemli bir fonksiyon ifa etmiştir.
Çünkü Milliyetçi Hareket Partisi şerefli mücadelesini, ülkemizi ve milletimizi güvenli bir geleceğe taşımaya yeminli bir kararlılıkla yürütmektedir.
Partimiz şartlar ne olursa olsun Türkiye’nin millî varlığına ve tarihî misyonuna sahip çıkmıştır, çıkmaya devam edecektir.
Milliyetçi Hareket Partisi, “çatışmacı değil uzlaşmacı, ayrıştırıcı değil bütünleştirici, kavgacı değil barışçı, ötekileştirici değil kucaklayıcı, bölen değil birleştiren, kaostan değil huzurdan beslenen, sorumluluk için gayret gösteren, Türkiye’yi ve Türk milletini geleceğe birlikte taşıma iradesini” ortaya koyan bir siyasî partidir.
Bu anlayış, Türk milletinin tarih ve kültür potasında erittiği değerler bütününü esas alan “kapsayıcı, kucaklayıcı ve uzlaşmacı” tavrımızın yansımasıdır.
O sebeple tüm vatandaşlarımızı “Her şeyden önce Türkiye” ve “Herkes eşittir Türkiye” anlayışı ile “millî birlik ve kardeşlikte buluşmaya, Türkiye’nin kutlu geleceğini hep birlikte inşa etmeye” çağırmaktadır.
Milli birliğin tesisine hayati önem atfeden Partimiz, program ve politikalarında toplumsal uzlaşma alan ve dinamiklerini ortaya koymakta, bunu hayata geçirmek için gayret göstermektedir.
Toplum kesimleri arasında siyasi, sosyal ve ekonomik anlamda sağlanabilecek asgari uzlaşmanın toplumda geniş tabanlı bir uzlaşmayı tesis edebileceğine inanmaktadır.
Etnik kökeni, dini inancı, cinsiyeti, mezhebi, siyasi ve ideolojik aidiyetine bakılmaksızın devletimizin kuruluş esaslarına, Cumhuriyetin temel niteliklerine bağlılık, ülkemizi hep birlikte geleceğe taşımaya dönük kararlılık, bunun için yeterli olacaktır.
“DEMOKRASİ DIŞI ARAYIŞLARA GİRİŞENLER BEDELİNİ ÖDEMEYE DE HAZIR OLMALIDIR”
Böylesi bir uzlaşma vasatının oluşturulmaya çalışıldığı bir ortamda CHP’nin ve cumhur ittifakı karşıtı küçük partilerin toplumu isyana, ayaklanmaya, sokağa çağıran tutumları söz ve eylemleri tekraren ifade etmek gerekir ki demokratik düzene aleni saldırıdır.
Toplumda da karşılık bulmayan bu tavır, siyasetin sağlıklı bir zeminde gelişmesine, olgunlaşmasına ve kurumlaşmasına sekte vurmaktadır.
Başta CHP olmak üzere cepheleşmeden medet uman siyasi partileri, televizyon sahiplerini, yorumcuları, siyasi ikbalini sokakların şiddetine bağlamış olan düşkünleri uyarıyorum.!
Demokrasi dışı arayışlara girişenler bedelini ödemeye de hazır olmalıdır !
Milli birliğin güçlendirilmesine ve terörsüz Türkiye’nin inşa edilmesine provokasyonlarla mani olma arzusunda olanlar kaybedecektir.
Kim olursa olsun emperyalizme uşaklık edenler bu topraklarda yeşeremeyecektir.
Terör, sabotaj, provokasyon, isyan ve benzeri düşünce sahipleri emellerine ulaşamayacak, Türkiye’nin huzur iklimini bozmak isteyenler asla başaramayacaktır.
Türkiye’nin yükselişine kimse mani olamayacak, Türk ve Türkiye yüzyılı adım adım inşa edilecektir.
Bunun için Türkiye’nin önemli bir şansı olarak gördüğümüz Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine ve Cumhur İttifakına inançla sahip çıkıyoruz.
Erol Güngör’ün “Türk halkının kararlarına güvenmek gerekir; çünkü Türk halkı tarihte hiçbir zaman yanlış bir karar vermemiştir.” ifadesinden ilhamla; Türk milletinin ferasetine güveniyor, basiret ve karakterinin yüksek, iradesinin sağlam, verdiği kararların da doğru olduğuna inanıyoruz.”
Bu içerik Hazar Gönüllü tarafından yayına alınmıştır
Source: Hazar Gönüllü
Uyan ey medyamız, gafletten uyan!
Kıbrıs’ta 28 Şubat dalgası!
Yavru Vatan’da olup bitenleri görüyorsunuz…
Tam mânâsıyla “lâikatak krizi” yaşanıyor Kıbrıs’ta.
Biz buna “Kıbrıs’ın 28 Şubatı” diyoruz.
Türkiye’de şimdilik ve kâğıt üzerinde ortadan kaldırılan “başörtüsü yasağı” KKTC’nin başındaki büyük dertlerden.
Meselenin sadece başörtüsü olmadığını, yasağı dayatanların esas olarak “neyi” hedef aldıklarını bilirsiniz.
Türkiye’de çok yaşadık bunları.
Yavru Vatan’daki “tartışmanın” son zamanlarda alevlenmesinin sebebine şöyle bir bakalım:
Lefkoşa’daki İrsen Küçük Ortaokulu’nda bir kız öğrenci başörtülü olduğu için okula alınmayınca…
Birileri, “Ya başını açacak ya da buraya giremeyecek!” dayatmasında bulununca…
Başörtüsüyle okula girme “ısrarının” devam etmesinden dolayı sınavları yapmama, yani diğer öğrencileri de mağdur ederek “kesimleri karşı karşıya getirme” taktiğini uygulayınca…
Mağdure Öğrenci’nin ailesi, bu durumu haliyle kabullenmedi.
Konuyu, KKTC Milli Eğitim Bakanlığı’na taşıdı.
Bakanlık, sıkıntıyı gidermek için bir “ara formül” buldu.
Resmi Gazete’de yayımlanan kararıyla, öğrencilerin başlarını “bone üzerine bandana” ile örtebileceğine hükmetti.
Yasağı bir miktar olsun aşabilme amacını taşıyan bu adım, KKTC’deki “laikatak lobisi” tarafından tepkiyle karşılandı.
“Laiklik elden gidiyor!” tantanası büyütüldü.
Bazı “zinde” sendikalar “bone üzerine bandana” uygulamasının bile “lâikliği ihlâl” anlamına geldiği iddiasıyla protesto eylemleri düzenledi.
Binleri ortalığa dökme, genel greve gitme vs, tehditlerinde bulundu.
Buna mukabil, hassasiyet sahibi veliler ve sivil toplum örgütleri bu kararı destekledi.
Öğrencilerin inançlarına saygı gösterilmesi gerektiğini savundu.
KKTC Başbakanı Ünal Üstel, “laikliği öne süren sendikaların” temsilcileriyle görüştü.
Başörtüsünü “birazcık” serbest bırakma “tüzüğünün” geri çekileceğini açıkladı.
Böylece, kılık kıyafet kuralları, yeniden okul yönetimlerinin keyiflerine bırakıldı.
İşler iyice karıştırıldı, zira bu sefer de “farklı okullarda farklı uygulamalar” durumu meydana geldi.
Vaziyetin özeti bu.
Hatırlarsınız;
Bizler de böylesine “saçma sapan” tartışmalar içine girmiştik bir zamanlar.
Başörtüsü yasaklarının aşılabilmesi için başların “tavşan kulağı” modeliyle örtülebileceği üzerinde durmuştuk.
Ben bizzat, Ara Dönem Başbakanı Bülent Ecevit’in en yakın adamı Hüsamettin Özkan’a gitmiş, “tavşan kulağı” modelini teklif etmiştim!
Şimdilerde KKTC’nin tartışmalarına bakıp bakıp “Neyse ki bizde o günler geride kaldı, başörtüsü yasakları tarihe karıştı!” diye düşünenler varsa…
Şartlar değiştiğinde, bu konuda da nice sıkıntıların meydana gelebileceğini gözden uzak tutmamalarını tavsiye ederim!
KKTC’DE ‘GİZLİ İSRAİL İŞGALİ’ FAALİYETLERİ!
Yazının giriş taraflarında, “Meselenin sadece başörtüsü olmadığını, yasağı dayatanların esas olarak neyi hedef aldıklarını bilirsiniz.” demiştik.
Dert başka dert!
Başörtüsü yasağını devam ettirmek için lâikliği öne sürenler, Siyonistlerin alabildiğine serbest olmalarından, Ada’daki güçlerini, etkinliklerini gün geçtikçe arttırmalarından rahatsızlık duymazlar.
Gündemlerine bile almazlar böyle konuları.
Bizi takip edenler bilir…
Bilmeyenler, “Google”a “Serdar Arseven, Kıbrıs, KKTC, Kıbrıs İkinci Filistin olmasın” diye yazarlarsa birçok yazımıza, konuşmamıza ulaşabilir.
En az yirmi yıldır Kıbrıs’ta olup bitenlerle yakından ilgilenmeye, “bizim” medyanın ilgisini çekmeye çalışıyorum.
“KKTC’de gizli İsrail İşgali!” konusu, istiklâlimiz, istikbalimiz için o kadar önemli ki…
Medyamız, nasıl oluyor da bu kadar ilgisiz kalabiliyor, hayret ediyorum!
Yavru Vatanımız KKTC, takip edebildiğim kadarıyla 20 yıldır “sessizce” işgal edilmek isteniyor.
Oralardaki kimi belediye başkanları ve sivil toplum örgütlerinin yöneticileri, bazı bölgelerdeki toprakların yüzde 80’inin Siyonistlere satıldığını söylüyor.
Bendeniz Kıbrıs’taki Şirketler Mukayyitliği’nden kayıtları çıkarttığımda, “İsrail-Tel Aviv” bağlantılı birçok şirketin bulunduğunu görmüştüm.
Bunları yayımlamamızdan sonra, oralarda şirket satın alanların farklı yollara saptıklarını, izlerini belli etmemek için bu işleri “gizli ortakları” olan kimi avukatlar üzerinden görmeye başladıklarını bildirdi oradaki kaynaklarım bana.
Şirketleri biraz araştırdığınızda, İngiltere, Almanya, Rusya, Ukrayna, İran vatandaşı olan “Siyonistlere” de ulaşıyorsunuz…
Biz, uzun yıllar evvel, “KKTC’deki Siyonist Yerleşim” üzerinde durunca, bazı muhafazakârlar bile konuyu abarttığımızı, bir bardak suda fırtına kopartmaya çalıştığımızı öne sürüyorlardı.
Bugün, bizim taaa 20 yıl evvel yaptığımız ikazların ne kadar yerinde olduğunu kabul edenlerin ve büyük tehlikeye dikkat çekenlerin sayısının arttığını görüyoruz.
Öte yandan…
Devletimiz, içeride büyük temizlik operasyonları gerçekleştirmesinin ardından bu konulara çok daha fazla eğilebilme imkânını buldu.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, aralarında İngiltere, İsrail ve İran vatandaşlarının da bulunduğu yabancı uyrukluların KKTC’de mülk edilmelerinin yakından tâkip edildiğini söyledi.
“KKTC’de onbinlerce dönem arazinin İsrail ile ilişkili aracılar tarafından alındığına dair” haberler hakkındaki soruya cevap veren Fidan, “Bir önceki görevimden itibaren baktığımız bir konuydu bu” dedi.
KKTC’deki yabancı mülk alımlarının MİT’in takibinde olduğunu söyledi.
Dahası, bu konudaki endişelerini KKTC yetkililerine ilettiklerini kaydetti.
Sayın Fidan’ın “ikazlarını” alenen dile getirmesinin ardından hareket geçen KKTC yetkilileri de, oralarda yabancıların mülk edinmesine bazı kısıtlamalar getirdi.
Biz buna sevinirken, “Oh, bu konuda güzel adımlar atılıyor.” derken, KKTC yönetiminin “tuhaf adımlar” attığı yönünde haberler ulaştı.
Konu, KKTC Basını’na, “Hükümet 7 ay dayanabildi, yabancılar için arazi ve mülk satışında sınırlar kalktı!” başlıklarıyla yansıdı.
Mesele öylesine hayati bir mesele ki…
Gazze’deki Soykırım olanca vahşetiyle devam ediyor malûm.
Siyonizm’in sadece Gazze’yi hedef almadığını, Türkiye’nin de “hedef ülke”ler arasında olduğunu…
Hatta öncelikli hedeflerden birinin de Türkiye olduğunu hepimiz biliyoruz.
Kıbrıs Rum Tarafı’nı tamamen ele geçiren ABD destekli Siyonistlerin, -Allah korusun- KKTC’yi de “düşürmeleri” halinde neler yaşayabileceğimizi de hepimiz tahmin edebiliyoruz.
Bu tehlikeye dikkat çeken az sayıdaki sivil toplum örgütü ve gazeteci, “İsrail’in işgal plânı Filistin ile sınırlı değil!” diyor.
“Kıbrıs İkinci Filistin Olmasın!” başlığı altında ikazlarda bulunuyor.
“Sessiz işgale dur de!” çağrısı yapıyor.
Bu arada, gündeme başka başka haberler de düşüyor.
Başta ABD, Rusya, Ukrayna olmak üzere 100 ülkede örgütlü olan Siyonist Örgüt CHABAD’ın isimli örgüte dair haberler mesela…
Örgütün ismi, Türkiye gündemine mensupları olan Siyonist askerlerin soykırım görüntüleriyle gelmişti.
GAZZE’deki soykırıma katılmasından dolayı gündemin bir kenarında yer bulan CHABAD’ın KKTC’deki faaliyetlerine dair birçok bilgiyi, belgeyi internet ortamında bulabilirsiniz.
Yukarıda uzun uzun anlattığımız “KKTC’de gayrimenkul alımları” işinde de parmağı olduğu bilinen bir örgüt CHABAD.
Türkiye için de ciddi bir “güvenlik endişesi” kaynağı!
Konu, KKTC’deki “başörtüsü tartışması”ndan nerelere geldi, değil mi?
Gelir tabii…
Türkiye’deki 28 Şubat’ı konuşurken ve tartışırken de söz hep oralara geliyor…
Siyonizm’e, Evanjelizm’e yani…
Birilerindeki “Laikatak krizlerinin” hangi amaçlar için kullanıldığını hep birlikte gördük.
Türkiye’deki üniversitelerde başörtüsünün serbest bırakılması halinde büyük sıkıntıların meydana geleceğini söyleyenlerin yanıldıkları zaman içinde iyice ortaya çıktı.
İşte, başörtüsü sadece üniversitelerde değil, bütün okullarda serbest bırakıldı da ne oldu?
Hatta, bütün memureler için serbest bırakıldı da ne oldu?
Başını örtenlerle örtmeyenler arasında takışmalar, çatışmalar mı çıktı?
Yok, hayır…
Örtünen de örtünmeyen de işinde gücünde.
Herkes kendi dünyasında.
Huzurun, toplumsal barışın yolu budur.
Bunu KKTC’deki “laikatak geçiren” kişiler de anlamalıdır.
Bunun ötesinde…
KKTC’ye sahip çıkmak “Milli Görev”dir.
Önümüzdeki süreçte, Ankara’daki hassasiyet sahibi sivil toplum örgütlerinin bir araya gelip bu konuyu enine boyuna tartışacağını duyurmuş olalım bu son bölümde.
KKTC’de, 27 sivil toplum örgütünü bir araya getiren Hak ve Özgürlükler Platformu adlı bir oluşum var.
Buradakiler ve oradakiler mutlaka güç birliği yapmalı.
Mesele, sadece Devletimizin omuzlarına bırakılmamalı, sivil toplum da aktif bir şekilde devreye girmeli.
Bizler, bu çalışmalara katkıda bulunacağız kısmetse.
Birçok meselemizi olduğu gibi “Yavru Vatan meselemiz”i de çok ihmal ettik bugüne kadar.
Şimdi, tehlike iyice kapımıza dayandı.
Böyle olunca da “farkındalık” biraz olsun arttı.
Bir de medyamız var, uyandırılması gereken…
Oraya da şöyle seslenelim buradan:
Uyan ey medyamız
gafletten uyan!
Serdar Arseven / Haber7
Source: Serdar Arseven
Çirkin yorumlara sert tepki
Volkan Konak, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti nin (KKTC) İskele kentindeki konseri sırasında sahnede fenalaştıktan sonra kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirmişti. habericionecikanlar#180#left# Bunun üzerine şarkıcı Derya Uluğ da merhum şarkıcı için yapılan çirkin yorumlara tepki gösterdi. ÖLÜNÜN ARKASINDAN KONUŞULMAZ Derya Uluğ; Sınav olan yaşamın yolu, gerçek olan ölümün karşısında saygıdan geçer. Ne siyaset, ne tuttuğumuz takım, ne yaptığımız sanat, ne okuduğumuz kitap… Aldığımız bir avuç nefesten ibaret şu kısa hayatta insan kendini neden baki zanneder? Sorgusunu, yargısını yapacak olan Allah tır. Sevmeyebilirsin saygı duymayabilirsin ama ölümde bile ayrışmak çok üzüyor insanı. Hayat çok kısa, kinle, öfkeyle besleyeceğiniz hayatı bir de iyilikle sevgiyle büyütmeyi deneyin bakın nasıl güzelleşecek dünya… Sevgi doğurgandır, bir kişinin sevgisi milyonları sarabilir. Allah ın yarattığı kul, kula hesap sorar olmuş. Müslümanlar bilir ki ölünün arkasından konuşulmaz. Duruşun, fikrin, zikrin bu dünyaya bıraktığın izdir. Ancak o da kulda kalan bir fikirden ibarettir. Herkes kendi sınavını, hesap günü, kendi hikâyesiyle verecektir. O yüzden başkasına değil kendinize dönün. Bilemezsin kimin kimden iyi olduğunu, iyilik dağıttığını ama Allah bilir. mansethaberresim#3778539
Source: Habertürk
Derya Uluğ’dan Volkan Konak’a yapılan çirkin yorumlara sert tepki
Ünlü sanatçı Volkan Konak, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) İskele kentindeki konseri sırasında sahnede fenalaştıktan sonra kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti. Konak’ın vefatının ardından bazı sosyal medya kullanıcılarının hakaret içerikli paylaşımlarda bulunması tepkilere yol açtı.Sanatçının ailesi, Volkan Konak hakkında yapılan kötü yorumlar ve hakaret içerikli paylaşımlar nedeniyle suç duyurusunda bulunacaklarını açıkladı.Şarkıcı Derya Uluğ da merhum sanatçıya yönelik yapılan çirkin yorumlara tepki göstererek sosyal medya hesabından bir paylaşım yaptı.ÖLÜNÜN ARKASINDAN KONUŞULMAZDerya Uluğ, paylaşımında şu ifadeleri kullandı:Sınav olan yaşamın yolu, gerçek olan ölümün karşısında saygıdan geçer. Ne siyaset, ne tuttuğumuz takım, ne yaptığımız sanat, ne okuduğumuz kitap… Aldığımız bir avuç nefesten ibaret şu kısa hayatta insan kendini neden baki zanneder? Sorgusunu, yargısını yapacak olan Allahtır. Sevmeyebilirsin, saygı duymayabilirsin ama ölümde bile ayrışmak insanı çok üzüyor.Hayat çok kısa, kinle ve öfkeyle besleyeceğiniz hayatı bir de iyilikle, sevgiyle büyütmeyi deneyin; bakın nasıl güzelleşecek dünya… Sevgi doğurgandır, bir kişinin sevgisi milyonları sarabilir. Allahın yarattığı kul, kula hesap sorar olmuş. Müslümanlar bilir ki ölünün arkasından konuşulmaz.Duruşun, fikrin, zikrin bu dünyaya bıraktığın izdir. Ancak o da kulda kalan bir fikirden ibarettir. Herkes kendi sınavını, hesap gününü, kendi hikâyesiyle verecektir. O yüzden başkasına değil, kendinize dönün. Bilemezsiniz kimin kimden iyi olduğunu, iyilik dağıttığını ama Allah bilir.
Source: Haber Merkezi
Erdoğan’ın DEM Parti için yaptırdığı 2 yeni ankette katılımcılara sorulan sorular…
Türkiye haftalardır yargı kararlarının etkisiyle girdiği tartışma başlıklarında takılı kaldı.
Aksi de mümkün değildi…
Zira bu başlıkların en majör olanı beklenenden çok önce geldi.
İmamoğlu’nun tutuklanması…
Ne İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ne de Belediyeler Birliği başkanı olarak…
Cumhurbaşkanı adayı olarak tutuklandı İmamoğlu.
Üstelik bu gerçek, yapılan ön seçimden bağımsız da atılabilir.
Toplumsal muhalefetin ve/veya son seçimlerin birinci partisinin konsolide ettiği alanda zaten bir “Cumhurbaşkanı adayı” Ekrem İmamoğlu.
Elbette bu sandığa yansıyan 15,5 milyonluk iradenin zaman ayarını daha önemli kılıyor.
Gelelim Beştepe hattına…
Bundan sonra yargı kararları sonucu açılan patika mı gözlemlenecek yoksa eldeki tek siyasi argüman “İmralı çözümü” üzerine mi odaklanılacak?
Eski bir AK Parti milletvekilinden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iki konuda araştırma yaptırdığını duydum.
1- DEM Parti’nin Cumhur İttifakı’na katılma ihtimaline dair anket.
2- DEM Parti seçmeninin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a oy verme eğiliminin ölçümü.
Beştepe’de daha önce de kısa ve uzun vadede bütün kulisleri doğrulanan kaynağıma da sordum.
Kaynağım, ilk ölçümün güncel olduğunu doğrularken ikincisine dair bilgisi olmadığını söyledi.
Bu sonuçlardan Erdoğan hangi politikaları kurmak ister, o da başka yazının konusu.
KÖŞENİN GÖZÜ
Tarih: 17 Ocak 2020.
İstanbul’da basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun kendisine ilettiği mektuba ilişkin, “Kişiye özel bir mektupsa açıklamam doğru olmaz. Kanal İstanbul konusu bu şahsın konusu değil” demişti.
O mektupta neler yazıyordu, Erdoğan neden “Açıklamam doğru olmaz” demişti.
Hâlâ cevaplanmamış bir soru olarak arşivde denk geldim.
KÖŞENİN SÖZÜ
“Odununu kendi kesen, iki kere ısınır.” – Anonim.
Source: Can Coşkun