“Toplumsal Sorunlar – Adalet, Barış ve İnsan Hakları Üzerine Güncel Gelişmeler”

Şehit anası: Dertleri koltuklarını korumak

Van Başkale’de 1993’te teröristlerle yaşanan çatışmada hayatını kaybeden Astsubay Namık Ayhan Akbaba’nın annesi ve Şehit Anaları Dayanışma Derneği Başkanı Pakize Alp Akbaba, Öcalan’ın İmralı’dan verdiği mesaj için “Kim takar terörist başını” dedi.

BEBEKLERİN KATİLİ

Akbaba, “Öcalan kim ki devlet ondan medet bekliyor? Öcalan kendini kurtarmış mı, kim takar teröristbaşını. Türkiye’yi düşünen yok. Bunların tek derdi, anayasayı değiştirip koltuklarını korumak” dedi.

Akbaba, SÖZCÜ’ye yaptığı açıklamada şunları söyledi:

– Terör bitsin diye uğraşmıyorlar ki destek vereyim. Tek taraflı barış olmaz. Şehit aileleri ve gazileri sıfırlıyorlar. Biz yokuz onlar için. Hangi terör bitecek. Kendisini kurtardı mı ki Öcalan?

– Askerin, küçük bebelerin, sivillerin katili o adam. Hangi anayı ağlatmayacaklarmış. Biz her gün ağlıyoruz, affetmem, gözümüzde yaş kalmadı. Şehit anaları beni arıyor, hepsi ağlıyor.

Source: Başak Kaya


Dengesiz ve adaletsiz büyüme devam ediyor

Dün açıklanan 2024 yılı büyüme rakamları, “Türkiye ekonomisinin büyüdüğünü ama bunun dengesiz ve gelir adaletini bozarak gerçekleştiğini” gösterdi.

Özetle; 23 yıllık AKP iktidarının çoğunluğunda yaşadığımız gibi; sağlıksız büyüdüğümüz bir yılı daha geride bıraktık. 2025 yılındaki büyümenin geçen yıl olduğu gibi yüzde 3-3.5 arasında olması bekleniyor. Ancak özellikle emeğin milli gelirden aldığı paya bakarak, “gelir dağılımı tablosunun daha da kötüleşeceği” rahatlıkla söylenebilir.

2024’ün ikinci ve üçüncü çeyreğinde, küçük oranlarda daralan ekonomi son çeyrekte 1.7 oranında büyüdü. Dolayısıyla “üç çeyrek üst üste daralma olmadığı için resesyondan yırttık” diyebiliriz ama bunun bedeli olarak da enflasyonla yeterince mücadele edemedik.

Ekonomi yönetimi kişi başına milli gelirin 15 bin 463 dolara çıktığını hep tekrarlayacak. Daha önce 2013’te 12 bin 500 dolara çıktığımızı ve son 4 yılda rakamın 4 katına çıktığını söyleyip, övünecek.

Bunun gelişmiş ülke seviyesi olup olmadığı tartışma konusu. Ancak “hem milli gelir rakamı içinde göçmenlerin yer almaması, hem de kurlardaki aşırı değerlenme bu rakamı yüksek çıkaran önemli unsurlar” oldu. Ayrıca “Türkiye’nin artık dolar bazında da pahalı bir ülke” haline geldiği de açık.

EMEKLİ VE ASGARİ ÜCRETLİNİN GELİRİ

İktisatçılar yaklaşık 15 bin 500 dolara çıkan kişi başına gelir rakamının, emekli için 5.500 dolar, asgari ücretli için 8.100 dolar olduğunu hatırlatıyorlar.

Bu durum ekonomi büyürken, çoğunluğun yoksullaşmaya devam ettiğini, üst gelir grubundaki gelirin ise çok daha fazla büyüdüğünü açıkça gösteriyor.

Ekonomideki büyümenin dengesiz olduğunu gösteren rakamlardan biri sanayi üretimindeki artış. Sanayide üretim artışı yüzde yarımda kalırken, finans sektöründeki büyüme yüzde 5’e çıktı.

AKP iktidarlarında hep olduğu gibi; inşaat sektörü yüzde 9.3 ile en fazla büyüyen sektör oldu. Özetle; konuta dayalı, sanayisiz yani üretimsiz bir yılı daha geride bıraktık.

İhracata dayalı büyüme modeli yine çalışmadı. İhracat yüzde 0.9 oranıyla sınırlı artarken, talep olmadığı için ithalattaki düşüş yüzde 4.1 oldu.

Emeğin milli gelirden aldığı pay 2024 3. çeyrekte yüzde 36.2 iken son çeyrekte yüzde 35’e geriledi. Buna karşılık sermayenin aldığı pay, aynı dönemde yüzde 45.1’ten 46.9’a yükseldi.

ASGARİ ÜCRET İLK AYDA AÇLIK SINIRININ ALTINDA

43.3 trilyon TL’ye çıkan milli gelirle övünülecek ama gerçek hayat çok başka. Asgari ücretli 22 bin 104 TL olan 2025 yılına ilişkin ilk maaşını, şubat başında aldı. Şubattaki fiyat artışları ile birlikte, daha ilk ayda açlık sınırı ise 23 bin 500 TL civarına çıktı.

Birleşik Kamu İş şubat araştırmasında, açlık sınırının asgari ücreti 2 bin TL aşarak 24 bin 210 TL’ye çıktığını açıkladı. Sendikaya göre yoksulluk sınırı da 75 bin 342 TL oldu.

Türk-İş ise Ankara’da yaşayan dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapılması gereken aylık gıda harcaması tutarı olan açlık sınırını 23 bin 324 TL olarak açıkladı. Gıdada aylık artış yüzde 5.39 olurken, 12 aylık artış yüzde 43.47, yıllık ortalama artış yüzde 57.73 olarak hesaplandı.

4 kişilik ailenin gıda harcamasını gösteren bu rakamın üzerine, giyim, konut, eğitim, sağlık gibi zorunlu harcamalar eklendiğinde ihtiyaç duyulan aylık gelir rakamı, yani yoksulluk sınırı 75 bin 973 TL’ye çıkıyor.

Bu rakamlar dengesiz ve sağlıksız büyümeyi açıkça gösteriyor. İktidar enflasyonla mücadele yerine yine büyümeyi seçti. Bunu yaparken de gelir dağılımını bozmaktan yine geri durmadı.

Source: Erdal Sağlam


Öcalan’ın çağrısı ve barışa şans tanıma ihtiyacı

Bu jestle başlayan hareketlilikte, işlerin PKK lideri Abdullah Öcalan’ın önceki gün örgüte kendisini feshetmesi çağrısında bulunduğu bir noktaya kadar evrileceğini o an kimse tahmin edebilir miydi?*Kuşkusuz, dünyanın en tehlikeli ve kanlı terör örgütlerinden birinin kurucu liderinin, artık terörden vazgeçilmesi gerektiğini söyleyip örgüte kendisini tasfiye etmesi çağrısında bulunmasının anlamını, önemini vurgulamaya gerek olmamalıdır.En acımasız şiddet yöntemlerine başvurmaktan çekinmemiş, on binlerce insanın ölümüne, yaralanıp sakatlanmasına, toplumda büyük acıların yaşanmasına yol açmış, Türkiye’nin kaynaklarını tüketmiş bir örgütten söz ediyoruz.PKK’nın ilk terör eylemi olan 1984 yılındaki Eruh baskınını başlangıç olarak alırsak, Öcalan, geçen 40 yılı aşkın sürenin azımsanmayacak bir kesitinde Türkiye’nin terör tehdidi altında yaşamasının baş sorumlusudur.Önceki günkü çağrısı ile birlikte başlayacak süreç gerçekten terörün tümüyle bitmesiyle sonuçlanacaksa, bu gelişme tarihsel bir kırılma olarak kayda geçecektir.Öcalan, açıklamasında yaptığı özeleştiride, teröre başvurmasının gerekliliği konusunda kendine göre bir dizi gerekçe ileri sürüyor. Bu gerekçeleri anlatırken, kullandığı yöntemin neden olduğu büyük maliyetin insani boyutu ile ilgili herhangi bir ifadenin yer almaması, yaptığı çağrının temel bir eksikliği olarak görülebilir.Ancak böyle de olsa, gelinen noktada meseleye yine de olumlu yönünden bakmak durumundayız. Barışa şans tanımak, her zaman en başta gelen önceliğimiz olmalıdır.*Öcalan’ın çağrısıyla, PKK terörü ve aynı zamanda bununla bağlantılı olarak Kürt sorunu açısından çok önemli bir eşik geride bırakılmış bulunuyor. Bu noktada klasik bir ifade kalıbını tekrarlayalım: Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır…Karşımızdaki birinci soru, Öcalan’ın bu çıkışının yöneldiği muhatapları nezdinde ne ölçüde karşılık bulacağını konu alıyor. Burada Öcalan açısından dört hedef grup söz konusudur.Birinci sırada, Kuzey Irak’ta üslenip silahlı mücadele seçeneğine sarılan ve PKK içinde kuvvetli bir iktidar merkezi olarak yerleşmiş olan Kandil’deki askeri kadrolar geliyor. Öcalan’ın çağrısı, Kandil’in 35 yıla yakın süredir alışmış olduğu düzenin altüst olması anlamını taşıyacaktır. Galiba denklemin en kritik sorularından biri Kandil’in vereceği yanıttır.*İkinci aktör, PKK’nın Suriye’deki uzantısı olan örgütlerdir; yani siyasi kanatta PYD ve askeri kanatta ise YPG…YPG, aynı zamanda ABD’nin DEAŞ’a karşı örgütlediği ve himaye ettiği Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) ana omurgasını oluşturuyor. SDG’nin komutanı Mazlum Abdi, geçmişte Türkiye’deki birçok terör eylemini organize ettiği için İçişleri Bakanlığı’nın arananlar listesindeki isimlerden biridir.Ertuğrul Özkök’ün geçenlerde “10 Haber”de kaleme aldığı bir yazıda, yakın bir zamanda ‘çok üst düzey bir devlet yetkilisi’nin yaşanan süreç çerçevesinde İmralı’da Öcalan’la yaptığı baş başa görüşmenin içeriği aktarılmaktaydı.Buna göre Öcalan, bu görüşmede karşısındaki devlet yetkilisine Suriye’deki kesimi ikna edebileceğini belirttikten sonra Mazlum Abdi konusunda “Benim oğlum gibidir” diyerek, kendisinden olumlu yanıt beklediğini hissettirmiştir.YPG’nin alacağı tavır şu bakımdan da önemlidir. Esad rejimin çökmesi sonrasında Suriye’ye nasıl bir siyasi düzen getirileceği, kısmen bu ülkedeki YPG sorununa nasıl bir çözüm bulunacağı sorusuyla da yakından ilgilidir. YPG, Şam’daki yeni merkezi otoritenin kendisini lağvetmesi yolundaki kuvvetli talebiyle karşı karşıyadır.Bu yönüyle Öcalan’ın PKK’ya yaptığı “silahları bırakın” çağrısı, aynı zamanda Suriye’ye dönük potansiyel sonuçlar taşıyor. Türkiye’de yaşanan Öcalan merkezli hareketlilik ile Suriye’deki siyasi çözüm meselesinin iç içe geçtiğini teslim etmeliyiz.*Üçüncü aktör, Avrupa’daki muhtelif ülkelere dağılmış olan PKK kadrolarıdır. Avrupa kanadı, özellikle örgütün finansman kaynakları bakımından önem taşıyor.Ve nihayet Türkiye’de Öcalan’ın mesajını önemseyen Kürt kesimler geliyor. DEM Partisi, Öcalan’ın mesajının aktarılmasında oynadığı rolle zemin kazanarak, Türkiye cephesinde çözümün kilit aktörü olduğunu tescil ettirmiş bulunuyor.Önümüzdeki günlerde, haftalarda Öcalan’ın yaptığı çağrının bu kesimlerde nasıl karşılanacağı, bundan sonraki aşamada sürecin seyrini okumak bakımından belirleyici olacaktır. Bütün bu denklem içindeki en sıkıntılı faktörü Kandil’in oluşturduğunu söylemek hata olmaz.Alınacak sonuç, Öcalan’ın söz konusu kesimler üzerindeki etki gücünü sınamak bakımından da bir mihenk taşı işlevi görecektir.Çağrının özellikle Kandil cephesinde olumlu karşılık bulmaması halinde, bu durumun PKK içinde bir ayrışmaya, bölünmeye yol açması kaçınılmazdır. Öcalan’dan kopmuş ve küçülmüş bir PKK’nın kendisini marjinalize etmesi ihtimal dahilindedir.Her halükârda, önümüzdeki dönemde Öcalan’ın çekim merkezi içindeki Kürt hareketlerinin bünyelerinde bir takım dalgalanmaların yaşanması şaşırtıcı olmayacaktır.*Şimdi Öcalan’ın yaptığı konuşmaya gelelim. Bu konuşmada en kuvvetli vurgulardan birinin demokrasi teması olması dikkat çekicidir. İfadelerinden, geldiği noktada kendisinin “ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümlere” uzak durduğu anlaşılıyor.Öcalan, çıkış yolu olarak “Kimliklere saygı, kendilerini özgürce ifade edip, demokratik anlamda örgütlenmeleri, her kesimin kendilerine esas aldıkları sosyo-ekonomik ve siyasal yapılanmaları ancak demokratik toplum ve siyasal alanın mevcudiyetiyle mümkündür” diye konuşuyor.Burada “her kesimin kendilerine esas aldıkları sosyo-ekonomik siyasal yapılanmalar”la neyi kastettiği hususunda bir açıklık yoktur. Böyle olmakla birlikte, “sistem arayışları için demokrasi dışı bir yol olmadığını vurguluyor” Öcalan. “Demokratik uzlaşma”yı “temel yöntem” olarak gösteriyor.*Bu arada, İmralı heyetinde yer alan DEM Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in önceki gün çağrının okunmasından sonra yaptığı bir açıklamaya dikkat çekelim. Önder, Öcalan’ın kendileri İmralı’dan ayrılırken “belirttiği bir notu” da paylaşmak istemiştir. Öcalan’ın bu notunda çağrı metninde yer almayan bir ifadenin altı özellikle çizilmelidir.Önder’in okuduğu bu notta Öcalan, “Şüphesiz pratikte silahların bırakılması, PKK’nın kendisini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir” diyor.Bu ifade, Öcalan’ın PKK’nın feshi karşılığında “siyaset ve hukuki boyutun tanınması” gibi bir beklenti taşıdığını gösteriyor. Bu beklenti de net olmayıp genel bir şekilde ifade edilmiştir.*Açıklık gereken bütün bu sorulara karşılık, yine de girilen süreç, terörün sona ermesine kapıyı aralaması bakımından olumlu bir yönelişi gösteriyor. Ancak Kürt meselesine dönük gelişmeler yaşanırken, özellikle DEM Parti’nin yönetimindeki belediyelere dönük kayyum uygulamalarının akıbeti de merak konusudur.Keza, PKK’nın kendisini feshi halinde silahlı kadroların tasfiyesi, bunların terör sisteminden çıkartılmaları ve yeni bir hayata dahil edilmeleri gibi başlıklarda birçok formülün bulunmasını gerekli kılacaktır.Tabii, bu gelişmeler yaşanırken gündemde belirmekte olan bir soru daha var. Kürt meselesi ekseninde bir takım olumlu gelişmelerin sağlanması halinde, Türkiye genelinde bir demokratikleşme, örneğin ifade özgürlüğü ve son zamanlarda gözlenen seri tutuklamalar gibi alanlarda bir yumuşama ihtiyacı da ortaya çıkmayacak mıdır?

Source: Sedat Ergi̇n


Sözcü TV’de yapılan şey: Kibirlice ret saygısızca inkâr

O sırada canlı yayında olan Sözcü TV’deki sunucu, şu iki gerekçeyle bu bölümü yayınlamıyor:- BİR: Anayasaya göre resmi dil Türkçedir.- İKİ: Kürtçeyi kimse anlamıyor.* Söyleyeceklerimi hızlıca söylüyorum:* Sözcü TV, sonuçta bir televizyon kanalı. Yani resmi devlet kurumu falan değil. Sözcü TV’de Kürtçe birkaç cümle yayınlanınca Anayasa çiğnenmez yani.* Ayrıca Sözcü TV, resmi devlet kurumu olsa ne olur. Bu ülkede devletin Kürtçe yayın yapan bir televizyon kanalı var. Üstelik yıllardır yayın yapıyor o kanal. Kimsenin herhangi bir zarar gördüğü yok.Ne zararı! Anadili Kürtçe olan vatandaşlarımız, bu kanalı izleyerek bu toprakların bir parçası olduklarını duyumsuyorlar mis gibi.* “Kürtçeyi kimse anlamıyor” cümlesine gelince…Burada sırıtan tek şey şu: Herkesi kendi gibi sanma ilkelliği.* Türkiye’de kendi etrafındakilerinin mutluluklarını ya da mutsuzluklarını, bütün ülkenin mutluluğu ya da mutsuzluğu olarak algılayan ilkel kafalar var.- Bu ilkel kafalar, herhangi bir şeyden mutsuzsa… “Herkes mutsuz” sonucunu çıkarıyorlar.- Bu ilkel kafalar, bir şeyden mutluysa… “Herkes mutlu” sonucunu çıkarıyorlar.* Öyle ilkel bir kibir içindedirler ki…“Biz böyle düşünüyoruz ama tabii ki bizim gibi düşünmeyenler de var” diyebilmeyi akıllarının ucundan bile geçirmezler.* Kürtçeyi kendisi anlamaz, eşi dostu anlamaz, yakın çevresi anlamaz.Ve işte o zaman…O ilkel ve kaba kibir, “Kürtçeyi kimse anlamıyor” diyerek devreye giriverir.* Halbuki hiç gelişmemiş, hayli eksik, başlangıç seviyesindeki bir empati duygusuna sahip olmak bile…“Bu ülkede Kürtler var, Kürtçeyi anlayanlar var, ana dili Kürtçe olanlar var” demeyi gerektirir.* Siz bakmayın Sözcü TV kafasındakilerin bugün otoriterlikten şikâyet ettiklerine.Onların itirazı otoriterliğe değil.Onların itirazı, “otoriterliği yapan niye biz değiliz de onlar” itirazıdır.NASIL BALTALAYACAKLAR ACABA “Süreci baltalayacağız” diye kampanya yapanlar var sosyal medyada.*Nasıl baltalayacaklar acaba?*-“Sakın Öcalan’ın çağrısına uymayın” diyerek mi?-“PKK kendini feshetmesin” diye yırtınarak mı?-“Silahlar susmaz, örgüt kapatılmaz” diye slogan atarak mı?-“Terör nasıl biter, olamaz böyle şey” diye ağlayarak mı?*Süreci nasıl baltalayacaklarını anlatsalar da öğrensek.KUŞKU BABAM KUŞKU BARIŞ söz konusu olduğunda kuşkulara kapılanlar var.Sürekli “acaba ne verildi, acaba öyle mi olacak, acaba böyle mi olacak” falan diye kuşkularıyla ortamı zehirliyorlar.*Bu tiplere dikkat edin.Savaş söz konusu olduğunda…Bunların akıllarının ucundan en minik bir kuşkunun izi tozu bile geçmez. ‘APO SEVİCİ’ FALAN DENMESİ “MEĞER ne çok Apo sevici varmış” falan diye mugalata yapan tipler türemiş durumda.Kimsenin Apo seviciliği yaptığı yok.*Sevilen Apo değil.Sevilen…Barış ihtimali, ‘Terörsüz Türkiye’ hedefi, kanın akmama umudunun doğması, zaten bitme noktasına gelen PKK’nın kendini feshetme olasılığının belirmesi.* E bunlar da sevilir birader.ÖZGÜR ÖZEL’İN YAKLAŞIMI: YAPICI, BARIŞÇI VE OLUMLU CHP Lideri Özgür Özel, Öcalan’ın çağrısının hemen ardından…- “Terör örgütünün silah bırakması ve kendini feshetmesi çağrısı önemlidir” dedi.- “Bu çağrının gereğinin yapılmasını temenni ediyoruz” dedi.* CHP Lideri Özgür Özel’e bravo.Çok doğru, çok yapıcı, çok olumlu, çok barışçı bir tutum aldı.* CHP Lideri Özgür Özel, kendi kitlesinin çok ama çok ilerisinde.Umarım Özgür Özel’in liderliği, kendi kitlesini dönüştürecek boyuta ulaşabilir.

Source: Ahmet Hakan


Geçmişin sessiz yüklerini taşıyan olgunlaşmamış ebeveyn misiniz

Çocuklukta yaşanan travmaların etkileri yetişkinlikte de devam ediyor. Altınbaş Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Dilek Şirvanlı Özen, çocuklukta taşınan görünmez yüklerin, yetişkinlikte bireylerin hayatını çok etkilediğini belirtiyor. Çoğunlukla olgunlaşmamış ebeveynlerin, çocukların hayatlarında derin yaralar açtığını vurgulayan Prof. Özen, geçmişte yaşanan olumsuzlukların bireyin suçu olmadığını ancak bu yüklerden kurtulmanın yetişkinlikteki sorumluluğu olduğunun altını çiziyor, “Geçmişin sessiz yüklerini fark edip geride bırakmak, daha sağlıklı ve huzurlu bir yaşamın kapılarını aralayabilir. Bu yolculuk zor ama mümkün” diyerek sorunun çözümüne yönelik önerilerde bulunuyor:ÇOCUKLUK YARALARI…“Çocukların sevgi, güven ve şefkat beklentisinin karşılanmadığı hallerde, bu boşluğun ilerleyen yıllarda ilişkilerde, iş hayatında ve duygusal bağlarda önemli etkileri olur. Özellikle eleştiri, ilgisizlik ya da öfke gibi olumsuz ebeveyn davranışları bireyin iç dünyasında derin yaralar açar. Çocuklar, ebeveynlerinden gelen tutarsız sevgi ve ilgisizlikle büyüdüklerinde, sürekli bir eksiklik duygusu hisseder. Bu durum, yetişkinlikte ‘Neden hep bir şeyler eksik gibi hissediyorum?’ sorusunu beraberinde getirir. Bu yüklerin fark edilmesi iyileşme sürecinin ilk adımıdır. Bu tür davranışlar, çocukların duygusal ve psikolojik gelişiminde derin yaralar açar. Bu yaralar yetişkinlikte güvensizlik, onay arayışı ve kendini değersiz hissetme gibi sorunlar oluşturur.”NASIL OLGUNLAŞILIRProf. Özen, çocukluk yaralarının iyileşmesi için yardımcı olabilecek önemli adımları ise şöyle sıralıyor:- Farkındalık geliştirmek: Birçok insan, çocukluk deneyimlerinin bugünkü düşünce ve davranışlarını nasıl şekillendirdiğini fark etmeden yaşar. Oysa iyileşmenin ilk adımı, geçmişin bugüne nasıl yansıdığını anlamaktır. Örneğin, çocukken sıkça eleştirilen bir birey, yetişkinlikte sürekli kendini yetersiz hissedebilir ve başkalarına kendini kanıtlamak için aşırı çaba gösterebilir. Ancak farkındalık geliştirmek, bu otomatik düşünce kalıplarını sorgulamayı ve değiştirmeyi mümkün kılar.- Kendine şefkat göstermek: Çocukken ebeveynlerden yeterince sevgi ve ilgi görmeyen bireyler, yetişkinliklerinde de kendilerini eleştirmeye, hatalarını büyütmeye ve kendilerine sert davranmaya meyilli olabilirler. Oysa iyileşme sürecinde en önemli adımlardan biri, kendine karşı anlayışlı ve şefkatli olmaktır. Örneğin, bir hata yaptığında iç sesi, “Ne kadar başarısızım!” diye eleştirmek yerine, “Herkes hata yapar, bu hatadan ne öğrenebilirim?” demeye yönlendirmek, zamanla kişinin kendisiyle daha sağlıklı bir ilişki kurmasını sağlar.- Sağlıklı sınırlar koymak: Çocukken ebeveynlerinin uygunsuz, aşırı ya da sağlıksız duygusal beklentilerine maruz kalan bireyler, yetişkinlikte de başkalarını memnun etmek için kendi ihtiyaçlarını ikinci plana atma eğiliminde olabilirler. Ebeveynini mutlu etmek, onu sakinleştirmek ya da duygusal yükünü taşımak zorunda kalan çocuklar, yetişkinliklerinde de başkalarının duygusal ihtiyaçlarını kendilerininkinden önde tutabilirler. Oysa sağlıklı sınırlar koymak, kişinin kendini korumasını ve daha dengeli ilişkiler kurmasını sağlar. Sınır koymak bencilce değil, aksine öz bakımın ve sağlıklı ilişkilerin temel bir parçasıdır. Örneğin, bir arkadaşı sürekli kendi dertlerinden bahsediyor ama kişinin ihtiyaçlarını hiç önemsemiyorsa, “Şu an gerçekten yorgunum, bu konuşmayı daha sonra yapabilir miyiz?” diyebilmek sağlıklı bir sınır koymaktır.- Profesyonel destek almak: Çocukluk yaralarının etkileri derin olabilir ve bunları tek başına anlamaya ve çözmeye çalışmak bazen zorlayıcı olabilir. Profesyonel destek almak, bireyin iyileşme sürecinde rehberlik edilmesini sağlar. Örneğin, çocukluk travmaları nedeniyle ilişkilerinde sürekli kaygı yaşayan biri, bir uzman eşliğinde geçmiş deneyimlerini anlamlandırabilir ve sağlıklı ilişki dinamikleri geliştirebilir.EN TİPİK DAVRANIŞLARI- Bir ebeveynin yaşı ilerlemiş olabilir, ancak duygusal olgunluğu yetersiz kaldığında, çocuklarına zarar verebilecek bir davranış modeli ortaya çıkabilir. Böyle bir ortamda büyüyen çocuklar, sürekli “Daha ne yaparsam sevilirim?” sorusunu sormaya yönelir. Bu soru, yetişkinlikte ilişkilerde ve duygusal bağlarda kendini hissettiren bir eksiklik duygusunun temelini oluşturabilir.- Duygusal kontrol eksikliği: Kendi duygularını kontrol etmekte zorlanır ve öfke ya da sessizlikle cezalandırır.- Birey olarak görmeme: Çocuklarını birey olarak görmek yerine, “beni mutlu etmesi gereken” bir figür olarak görür.- İhtiyaçlara duyarsızlık: Duygusal ihtiyaçlara karşı duyarsızdır, genellikle “Abartıyorsun!” gibi tepkiler verir.- Tutarsız sevgi: Sevgi sunar, ancak bu sevgi genellikle tutarsızdır.ÇOCUKLUKTA AÇILAN YARALAR YETİŞKİNLİKTE NASIL GÖRÜNÜR? – Sürekli güven arayışı: Çocuklukta güvende hissetmeyen bireyler, yetişkinliklerinde güven duygusunu inşa etmekte zorlanabilir. “Gerçekten seviliyor muyum?” ya da “Ya terk edilirsem?” gibi düşünceler sıklıkla gündeme gelir.- Şefkat açlığı: Çocuklukta sevgi ve şefkatle yeterince beslenmeyen bireyler, yetişkinliklerinde bu duyguları başkalarından bekler. Ancak bu eksiklik hissi, genellikle kolay kolay dolmaz.- Onay ve takdir ihtiyacı: Başarılar küçümsendiğinde ya da yeterince takdir edilmediğinde, birey yetişkinlikte sürekli onaylanma arayışına girebilir. “Daha fazlasını yapmalıyım” düşüncesi, bu ihtiyacın bir yansımasıdır.- İlişkilerde kaçınma ya da aşırı bağlanma: Çocukluk yaraları, yetişkinlikte bağlanma sorunlarıyla kendini gösterebilir. Kimi zaman bağlanmaktan kaçınma, kimi zaman ise aşırı bağımlı bir tutum sergileme eğilimi oluşabilir.

Source: Nuran Çakmakçi


Ruh sağlığımızı nasıl etkiliyorlar

Evcil Hayvanlar ve Refah Çalışma Programı (PAWS), kedi ve köpeklerin insan ruh sağlığı ve mutluluğundaki etkisine bakmak için büyük bir çalışmaya girişiyor.IPSOS’un 31 ülkede yaptığı araştırmaya göre insanların yüzde 45’i ruh sağlığını en önemli sağlık sorunu olarak tanımlıyor ve bu oran 2018’den bu yana istikrarlı bir şekilde artıyor. Kanser, uyuşturucu kullanımı ya da koronavirüs riskinden daha fazla insan ruh sağlığı konusunda endişe duyuyor. Önceki araştırmalar, evcil hayvanların ruh sağlığı üzerinde muazzam bir olumlu etkiye sahip olabileceğini ortaya kodu ancak bu hayvanların genel sağlığımızla ilgili oynadıkları rol hakkında hâlâ öğrenilecek çok şey var.GENİŞ KAPSAMLI ARAŞTIRMAWaltham Petcare Bilim Enstitüsü tarafından yürütülen PAWS programı iddialı: 350 binden fazla insan ve 20 ülkeyi kapsayacak.Çalışmaya dair açıklama yapan Mars Petcare Başkanı Loïc Moutault şöyle diyor: “Bir evcil hayvan sahibi olarak, evcil hayvanların hayatımıza kattığı neşe ve rahatlığı ilk elden biliyorum. Ayrıca bir evcil hayvan sahibi olmanın ya da sadece bir evcil hayvanla etkileşime girmenin her yaştan ve her kesimden insana fayda sağlayabileceğine dair kanıtlar giderek artıyor.”Yapılacak bu çalışma, stres, yalnızlık, kaygı ve uyku gibi konularda çeşitli ruh sağlığı sorunlarını ve evcil hayvan etkilerini ele alacak. PAWS, insanlar ve evcil hayvanların farklı popülasyonlarda karşılıklı fayda sağlayan uygulamaları nasıl geliştirebileceğini araştıracak. Bir çalışma, evcil hayvan etkileşimlerinin yaşlı yetişkinler üzerindeki etkisini değerlendirmeyi planlıyor; bir diğeri, yavruların evlat edinildikten sonra genel sağlığındaki değişime bakacak; bir diğeri ise evcil hayvan ebeveynliğinin dünya çapında uyku üzerindeki etkisini araştıracak.Çok daha fazla araştırma yine bu kapsamda yapılacak.Sonucu merakla bekliyoruz.DEVASA MAMA PAZARI Küresel ölçekte kedi mamasının ulaştığı pazar büyüklüğü şapka uçuracak cinsten. 2024’te dünya çapında bu pazar 37 milyar dolara ulaşmış. 2025-2033 arasında her yıl yüzde 2.99’luk bir büyüme göstermesi beklenen pazarın 2033’te 49.8 milyar dolara ulaşması bekleniyormuş.Dünyadaki en büyük tüketici Kuzey Amerika. Yüzde 30’la pazarın hâkimi durumunda. Bu pazarın büyüme sebepleri de araştırmada aktarılıyor: Kaliteli evcil hayvan beslenmesine artan ilgi, kedilerin evcil hayvan olarak benimsenmesinin artışı, özel beslenme ihtiyaçlarına ilişkin farkındalık, fonksiyonel formülasyonlarda yenilik, çevreye duyarlı uygulamalar, ürün çeşitliliğinde iyileşme, artan harcanabilir gelirler, kentsel evcil hayvan sahipliğinin artması ve tüketiciler için kolaylığı artıran dijital platformların varlığı.Siz ne dersiniz bilmem, ben harcadığımız para feda olsun diyorum.KEDİNİN SİZİ ISIRMASI SUÇ DEĞİL İngiltere’de Cambridgeshire Polisi, bir kişinin polis imdatı arayarak iki kedinin kavga ettiği ve bir kedinin de kendisini ısırdığına dair ihbarda bulunuyor. Fakat İngiliz mizahının güzel bir örneğiyle gündelik yaşamında karşılaşan adamın çağrısı polisin de tepkisine yol açıyor. BBC’nin haberine göre polis gelen bu çağrıyı Facebook’tan duyururken hattı meşgul eden, darp, istismar gibi çağrılarla kıyaslayarak uyarıda bulunmuş: “Kediniz sizi ısırırsa, lütfen bunu bir suç olarak bildirmek için bizi aramayın.” Polis yine de kedi vakasını aralarında değerlendirmiş ve şu sonuca varmış: “Herhangi bir tehlike tespit edilmediği için polis müdahalesine gerek yoktur.”OKUR FOTOSUTOPİTOŞ GELİŞMELERİ İZLİYOR Okurumuz Emre Carudi, kedisinin fotoğrafını, “Fenerbahçe’den selamlar. Canımız Topitoş” ifadesiyle iletmiş. Fotoğrafta Topitoş’un bakışlarından gelişmeleri dikkatli şekilde izlediğini anlıyoruz. Okurumuza, kedisi Topitoş ve tüm sevdikleriyle upuzun, sağlıklı bir ömür dileyelim. Sizden de kedinizin, köpeğinizin fotoğrafını beklediğimizi ekleyelim.NOT: Kediniz ya da köpeğinizin fotoğrafını #dünyagüzeli etiketiyle ve Hürriyet’ten bahsederek sosyal medyada paylaşın ya da sdemirel@hurriyet.com.tr adresine mail atın, seçip paylaşalım…

Source: Serhat Demi̇rel


‘Babam eve dönecek mi?’

Eunice çocukların mutluluğunu sürdürmek adına güçlü bir kimliği üzerine geçiriyor. Rio de Janerio, 1970… Eski milletvekili Rubens Paiva kısa süren politik kariyerini bırakıp mesleği inşaat mühendisliğine dönmüş, eşi Eunice, kızları Veroca (Vera), Eliana, Nalu ve Maria’nın yanı sıra tek oğulları Marcelo’yla birlikte hayatın tadını çıkarmaktadır. Leblon semtinde plaja birkaç adım uzaklıktaki evleri 1964’ten beri ülkenin üzerine çöreklenen diktatörlüğün egemenliğini hissetmeyen, misafiri, eğlencesi, partileri bol bir merkezdir adeta. Kızlar sahilde voleybol oynar, Marcelo futbolla meşguliyetin yanı sıra etrafta şaşkınca dolaşan bir köpeği sahiplenir, aile dışarı çıkıp dondurma yer, evi birlikte yaşadıkları Zezé çekip çevirir, dostları da kendilerini sık sık ziyarete gelerek kimi politik konuşmalara dalıp giderler. Sonrasında Paiva’lar büyük kızları Vera’yı eğitim için Londra’ya gönderirler. Derken Ocak 1971’de kapıları çalınır ve eve gelen silahlı görevliler Rubens Paiva’yı apar topar götürür. Üç kişi de aileyle birlikte kalır. Derken Eunice ve kızlardan Eliana da polis merkezine götürülerek sorguya çekilir. Eliana 2 gün içinde serbest kalır ama Eunice yaklaşık 12 gün kadar işkenceye tabi tutulur ve sürekli kocasının neden komünistlere yardım ettiğine dair sorulara muhatap olur. Nihayetinde eve döner ve hiçbir şey olmamış gibi ailenin hayatını idame ettirmesi için çabalar. Öte yandan da kocasının akıbeti hakkında mücadelesini sürdürür.1998 yapımı ‘Merkez İstasyonu’yla (Central do Brasil) tanıdığımız, daha sonra Che Guevara’nın gençlik döneminde Güney Amerika’da gerçekleştirdiği turu anlatan ‘Motosiklet Günlüğü’ (Diarios de motocicleta, 2004), ‘Karanlık Su’ (Dark Water, 2005), ‘Yolda’ (On the Road, 2012) gibi yapıtlarıyla hatırlanan Walter Salles, yıllar sonra yukarıda konusunu özetlediğim ‘Hâlâ Buradayım’la (Ainda Estou Aqui) karşımıza çıkıyor. Filmin senaryosunu ailenin oğlu Marcelo Rubens Paiva’nın 2015’te yayımlanan aynı adlı kitabından yararlanarak Murilo Hauser ve Heitor Lorega ikilisi kaleme almış. 1964’te başlayıp 1985’e kadar hüküm süren askeri diktatörlüğün yok ettiği onca canın, onca faili meçhulün simgesel kişiliklerinden biri olan Rubens Paiva’nın evinden alınıp ailesinden uzaklaştırılmasını ve bir daha kendisinden haber alınamamasını anlatan film asıl olarak geride kalan karısı Eunice’ın neredeyse tek başına verdiği mücadeleye, onurlu dik duruşuna ve aileyi toparlamasına odaklanıyor.Film Eunice denizde yüzerken ona adeta gökyüzünden eşlik eden bir helikopterin görüntüsü ve sesiyle açılıyor. Bu durum az sonra üyelerini tanıyacağımız geniş bir ailenin eninde sonunda diktatörlüğün kapılarını çalacağına dair bir işaret sanki… Nitekim mutlu mesut anlar, dönemin öne çıkan müzikleri, satın alınan plaklar, eski tip 16 mm’lik kamerayla çekilen saadet dolu kadrajlar derken çok geçmeden işin rengi değişiyor. Eunice sorguda geçirdiği sarsıcı sürecin ardından çocukların mutluluğunu sürdürmek adına güçlü, dimdik ayakta duran bir kimliği üzerine geçiriyor ve sürekli “Babanız en kısa zamanda aramıza dönecek” mesajını vermeye çalışıyor. Bu acılı dönemin en vurucu sahnesinde Rubens’le birlikte sık sık gittikleri dondurmacıya tekrar uğradıklarında Eunice dükkândaki diğer masalara ve oradaki aile saadetine bakıp gözleri doluyor. Bu durumu kızı da fark ediyor ve bir anlamda artık geri dönülmez noktada olduklarını anlıyor gibiler…‘Hâlâ Buradayım’ insanı darmadağın eden bir film; bir yanda bütün faşist diktatörlüklerin kendisine muhalif olanlara yaptığı kıyım, öte yanda geride kalanların hiçbir zaman kapanmayan yaraları ve düştükleri derin boşlukta tutunmaya çalışmaları… Bu açıdan birçok sahne gözyaşlarınızı teslim alırken yaşananlara öfkelenmenize de neden oluyor. Yönetmen Walter Salles’ın sakin, kendi içinde akıp giden dingin anlatımı filmin bize aktarmak istediği acıları ve hüznü yavaş yavaş zihnimize zerk ediyor sanki.Ortada büyük bir zorbalık, haksızlık, adaletsizlik ve her şeyin ötesinde cinayet (daha doğrusu cinayetler) var ve bütün bunların en yakınlarındaki kişiye uygulanması karşısında çaresizlikleriyle baş başa bir aile… Öykü sonrasında önce 70’lerden 1996’ya taşınıyor ve burada Eunice’in verdiği mücadelenin sonuçlandığını, Brezilya devletinin Rubens Paiva’yı işkence altında öldürdüğünü ‘resmi’ bir yazışmayla kabul ettiğini görüyoruz. Öykü 2014’e uzandığında artık torunlarla birlikte daha da büyümüş bir Pavia ailesi ve alzheimer’la boğuşan ama yine de eşi Rubens’i hatırladığını belli eden Eunice karşımıza çıkıyor.Muhteşem bir performans‘Hâlâ Buradayım’ kuşkusuz Alfonso Cuarón’un ‘Amarcord’u niteliğindeki ‘Roma’ya kimi yanlarıyla (bir mutluluk merkezi niteliğindeki eşsiz bir ev, aile yapısı, hizmetçileri vs.) benziyor ama oradaki politik sapaklar sanki birer sosyolojik arka plandı. Buradaysa mesele doğrudan siyasi; rejim ailenin üzerinden bir silindir gibi geçiyor. Eunice yokluğuna dair rejimin “Bizde değil” şeklinde ‘resmi’ açıklama yaptığı eşiyle birlikte aynı gece gözaltına alınıp sonradan salıverilen oğlunun öğretmenine, tanıklık yapması için yalvarıyor ve “Kocam tehlikede” diyor. Öğretmenin cevabıysa “Hepimiz tehlikedeyiz” oluyor. Askeri diktatörlük rejiminin yaymak istediği korku iklimine dair filmin bence en çarpıcı sahnelerinden biri de buydu sanırım.‘Hâlâ Buradayım’ gerçek bir hayat hikâyesini perdeye yansıtırken yönetmeni hem ülkesinin siyasal tarihinden karanlık bir sayfayı insanlık âlemiyle paylaşıyor hem de bu denli güçlü bir filmle umut ve mücadele azmi üzerine derin bir öykü anlatıyor. Walter Salles’in yapıtını çarpıcı, yürek parçalayan hale getiren unsurların başında da elbette Eunice karakterine hayat veren Fernanda Torres’in muhteşem performansı geliyor. Brezilyalı oyuncu bazen gözleriyle, bazen mimikleriyle bazen de vücut diliyle acıyı, sükûneti, erdemi, dik duruşu; karakterin her halini tüm inandırıcılığıyla perdeye taşıyor. Nitekim yarın sabaha karşı dağıtılacak Oscar ödüllerinde ben olsam En İyi Kadın Oyuncu’da heykeli kendisine takdim ederdim (En İyi Film’i de ‘Hâlâ Buradayım’a verirdim). Bu arada Eunice’in 2014’teki yaşlılığını Brezilya sinemasının efsanevi isimlerinden Fernanda Torres’in 96 yaşındaki annesi Fernanda Montenegro’nun (Walter Salles’in ‘Merkez İstasyonu’nda da başroldeydi) canlandırdığını belirteyim.Sonuç olarak aile dayanışması, keder, büyük acılara rağmen hayata tutunma ve yok olup gidenin hatırasını yaşatma çabası gibi meselelere odaklanan bu muhteşem siyasal dramayı mutlaka ve mutlaka izleyin derim.VE DİĞER SEÇENEKLER◊ Farklı karakterlere sahip kuzenler David ve Benji, büyükannelerinin doğup büyüdüğü toprakları görmek için Polonya’da bir geziye katılırlar. Jesse Eisenberg’in yönetip oynadığı ‘Gerçek Acı’nın (A Real Pain) kadrosunda Kieran Culkin, Will Sharpe, Jennifer Grey, Kurt Egyiawan ve Liza Sadovy var. Kieran Culkin filmdeki performansıyla En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu’da Oscar’a aday oldu.◊ Kuzey Denizi’nin derin sularında dalış yapan bir dalgıç hayatta kalma mücadelesi verirken ekip arkadaşları onu kurtarmak için zamana karşı yarışırlar. Alex Parkinson’ın yönettiği ‘Son Bir Nefes’in (Last Breath) başrollerinde Woody Harrelson, Finn Cole, Simu Liu, Cliff Curtis, Mark Bonnar ve MyAnna Buring’i görüyoruz.◊ Haftanın menüsündeki diğer yapımlar şöyle: ‘Evrensel Dil’ (Universal Language/Yön: Matthew Rankin), ‘Zombi İstilası’ (Herd/ Yön: Steven Pierce), ‘Daima Seninle’ (Daniela Forever/Yön: Nacho Vigalondo), ‘Bremen Mızıkacıları’ (Bremenskie muzykanty/Yön: Alexey Nuzhny), ‘Gece Kasabı’ (Wake Up/Yön: François Simard, Anouk Whissell, Yoann-Karl Whissell), ‘Ormanın Süper Kahramanı’ (Extinction/Yön: Behnoud Nekooei).

Source: Uğur Vardan


Hükümetten kadınlara yönelik yeni düzenleme hazırlığı: Doğum izni artacak!

2019- 2022 yıllarında 3 bin 700 çalışan annenin ve eğitimli çocuk bakıcısının kayıtlı istihdamının desteklendiğini anlatan Vedat Işıkhan, “Annelerin kayıtlı istihdamda kalması için çocuk bakım desteğini 3 binden 7 bin 500 liraya yükselttik.” dedi. Işıkhan, “Kadın İstihdamı İçin Pozitif Ayrımcılık Projesi ile işverenlere işe alınan her kadın için aylık 25 bin liraya kadar prim, vergi ve ücret desteği ödeniyor. 0-66 ay aralığında çocuk sahibi olan kadınlar için de aylık 3 bin lira çocuk bakım desteği veriyoruz. Kasım 2024 sonu itibarıyla da 3 bin 833 kadın bu projeden faydalandı. İşgücü Uyum Programı ile işsizler işgücüne dâhil edildi. 102 bin 244″ü kadın 114 bin 307 kişi programdan faydalandı” ifadelerini kullandı. İKİNCİ FAZI YAPILACAK İş Pozitif Programı kapsamında toplam 758 bin 982 kadının istihdama kazandırıldığını anlatan Işıkhan, “Bu yılın sonunda da 1 milyondan fazla kadını istihdama kazandıracağız. 4 bin kadın işverenin yanında çalıştıracağı 4 bin kadın işçi için 26 ay boyunca aylık net asgari ücret tutarına kadar hibe desteği verildi. Projenin ikinci fazının gerçekleştirilmesine karar verildi

Source: Burcu Şen


Moskova’dan Trump-Zelenskiy krizine sert yorum: Zelenskiy’e vurmamış olmaları mucize!

ABD Başkanı Donald Trump ile Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy arasında Beyaz Saray’da yaşanan gerilim, uluslararası yankı uyandırdı. Rus yetkililerden Zelenskiy’e ağır eleştiriler gelirken, Ukrayna yönetimi ise Devlet Başkanı’na destek açıklamalarında bulundu.
Rusya’dan Zelenskiy’e sert tepki
Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova, Beyaz Saray’daki tartışmaya ilişkin yaptığı açıklamada, “Trump ve Vance’in Zelenskiy’e vurmamış olmaları bir mucize” ifadelerini kullandı. Zaharova, Zelenskiy’nin “yalnız bırakıldık” sözlerini yalan olarak nitelendirerek, “Kiev rejimi 2022’de yalnız kalmadı, aksine ABD’nin geniş desteğini aldı” dedi.

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Dmitry Medvedev ise Zelenskiy’nin Beyaz Saray’daki sert tartışma sırasında “hak ettiği gibi tokatlandığını” söyledi.
Medvedev, “Donald Trump haklı. Kiev rejimi, III. Dünya Savaşı çıkarmak pahasına kumar oynuyor” diyerek Ukrayna’ya yönelik suçlamalarda bulundu.
Rusya Doğrudan Yatırım Fonu (RDIF) Başkanı Kirill Dmitriev de yaşananları “tarihi bir an” olarak nitelendirdi.
Ukrayna’dan Zelenskiy’e destek mesajları

Rusya’nın sert tepkilerine karşılık Ukrayna yönetimi, Zelenskiy’in yanında durduklarını vurguladı. Ukrayna Dışişleri Bakanı Andriy Sibiha, “Zelenskiy, doğru olanı savunma cesaret ve gücüne sahip. Ukrayna’da adil ve kalıcı bir barış hedefiyle mücadele ediyor. Amerika’nın desteğine her zaman için müteşekkir olduk ve olmaya devam edeceğiz” ifadelerini kullandı.
Ukrayna Meclis Başkanı Ruslan Stefançuk da sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamada, “Ukrayna Devlet Başkanına tam destek. Ukrayna ve Ukrayna halkına tam destek! Bu savaşta Rusya’nın saldırgan, Ukrayna’nın ise kurban olduğunu kimsenin unutmaya hakkı yok!” ifadelerine yer verdi.
Zelenskiy için azil çağrısı
Öte yandan, Ukrayna içinde Zelenskiy’e yönelik eleştiriler de yükseldi. Muhalif milletvekili Oleksandr Dubinski, Beyaz Saray’daki olayların ardından Zelenskiy’nin görevden alınması için sürecin başlatılması gerektiğini savundu.

Sosyal medya üzerinden açıklama yapan Dubinski, “Meclisin olağanüstü toplanmasını ve Zelenskiy’in görevden azli sürecinin başlatılmasını talep ediyorum” dedi.
Hapiste bulunan ve kendisini “Trump destekçisi” olarak tanımlayan Dubinski, Ukrayna’nın ABD’nin desteğini kaybetme riskiyle karşı karşıya olduğunu öne sürdü.
Yaşanan gelişmeler, Zelenskiy’nin iç ve dış politikadaki konumunu sarsabilecek yeni bir sürecin kapılarını aralayabilir. ABD ile ilişkilerde yaşanan bu kriz sonrası Ukrayna’nın nasıl bir yol izleyeceği ise merak konusu.
Zelenskiy-Trump tartışmasının ardından Ukrayna’dan dikkat çeken Erdoğan paylaşımıGündem
“Gergin” görüşme sonrası Zelenskiy”den Trump”a “teşekkür”Dünya
Trump, Zelenskiy”i Beyaz Saray”da azarladı!Dünya

Source: Dünya Gazetesi


Çocukken duyduğunuz bu 5 cümle travmalarınızın iyileşmesini engelliyor

Eğer bir çocuk, gerçeğe aykırı bazı ifadelerle büyürse, neyin doğru olduğuna dair bir karışıklık duygusu geliştirmeye başlar. Psychology Today dergisinde yayımlanan bir araştırmaya göre, çocukluk döneminde duyulan beş belirli cümle özellikle travmatik etkiler yaratabiliyor.

“Bu asla yaşanmadı”

“Bu asla yaşanmadı” ifadesi, özellikle bir kişinin yaşadığı acı verici bir deneyimi inkar etmek için kullanıldığında yıkıcı bir etki yaratabiliyor. Bu tür bir ifade, gerçeklerin doğruluğunu sorgulatır ve kafa karışıklığı, özgüven kaybı ve yalnızlık hissine yol açabilir. Psikolojik veya fiziksel şiddet mağduru birçok kişi, bu ifadenin, kendi algılarından şüphe etmelerine neden olarak acılarını daha da artırdığını belirtiyor.

“Abartıyorsun”

Bu cümle, mağdurun duygu ve hislerini küçümsemek anlamına gelir. Genellikle birinin rahatsızlık duyduğu durumlarda kullanılır ve bu da duyguların ifade edilmesini zorlaştırır, çoğu zaman duygusal engellemeler yaratır.

“Çok dramatik davranıyorsun”

“Çok dramatik davranıyorsun” ifadesi, kişinin duygularını itibarsızlaştırır ve birey, çok gerçek bir rahatsızlık hissetse bile aşırı tepki verdiğini düşünmeye başlar. Yapılan araştırmalar, çocukluklarında bu cümleyi sıkça duyan kişilerin, kendi acılarını küçümseme eğiliminde olduklarını ortaya koyuyor.

“Geçmişi geride bırakmalıyız”

“Geçmişi geride bırakmalıyız” ifadesi, iyi niyetle söylenmiş olsa da, travmadan iyileşmeye çalışan bir kişi için incitici olabilir. Bu cümle, geçmişteki acının kolayca “bırakılabilecek” bir yük olduğunu ima eder ve bu da otomatik olarak duyguları ve acıları geçersiz kılar. Araştırmada, birçok katılımcı bu cümlenin, uygun destek aramalarını engellediğini belirtti.

“Üzerinden yıllar geçti”

“Üzerinden yıllar geçti” ifadesi, geçmişte yaşanmış bir olayın hâlâ kişiyi etkileyen acı verici etkisini inkar eder. Bu tür bir ifade, mağdurda suçluluk ve anlayışsızlık duyguları yaratabilir. Araştırmalar, fiziksel veya psikolojik şiddete maruz kalan kişilerin, dayanıklılık süreçlerinin “sıkıştığını” ve bu durumun kişinin içine kapanmasına yol açtığını ortaya koyuyor.

Source: Haber Merkezi


Nuh Albayrak yazdı… 28 ŞUBAT-2: Bu darbe olmasaydı İsrail soykırım yapamaz; PKK yaşayamazdı!

Önce, ilk bölümü içeren dünkü yazımızı okumanızı ısrarla tavsiye ediyoruz:https://www.star.com.tr/yazar/28-subat-1-israil-buyuk-locasindan-devirin-talimati-yazi-1928518/Askerlerin Refah-Yol hükümetine tepkisi, daha ilk günlerde gerçekleşen 1996 YAŞ Toplantısı”nda başlamıştı. Kahraman Türk ordusunun Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya, 3 Ağustos akşamı gerçekleşen resmî yemekte “başbakan”ın masasına rakı şişesi dikerek meydan okumuştu.[1] Ne var ki, bu tepkiler genellikle “laik hassasiyet” çerçevesinde kalıyordu. Bu yöntemi, Erkaya da anılarında “Genelkurmay Başkanı Karadayı”nın odasında darbeyi tartıştık. Benim “Darbeyi hep gündemde tutarak, isteklerimizi MGK üzerinden gerçekleştirelim” teklifimi uyguladık” şeklinde ifade etmektedir.Ancak, Genelkurmay Başkanı Karadayı”nın Tel-Aviv”den, 2. Başkan Çevik Bir”in de Washington”dan dönmesinden dönmesiyle birlikte askerin tutumu değişmişti. Bu değişiklik, ayrıntılarını yukarıdaki linkten ulaşabileceğiniz ilk yazımızda aktardığımız “kritik” temaslardan birkaç gün sonra toplanan 28 Şubat MGK”sına yansımıştı. Asker aşırı sertleşmiş, “darbe”; yani hükümeti devirme hedefi öne çıkmıştı. İşin garibi, siyasî hayatı boyunca “Mason”luğu tartışılan Demirel de, “demokrasinin teminatı” olan “Cumhurbaşkanlığı” makamında takındığı tavırla, “darbe”ye ciddi destek vermişti. Mesela 28 Şubat”tan 4 gün önce, “Sokakta “Bu hükümet olmasın, kim olursa olsun” deniyorsa, darbe tartışılıyorsa bu bir hiddetin eseridir” demişti.[2]CUNTACILARIN “SAVAŞ İLANI” 28 ŞUBAT”TA RESMÎLEŞTİ!Meşhur MGK, komutanların taarruzlarıyla başlamıştı. O “terleme” boşuna değildi. Amirleri olan başbakana asgarî nezaketi bile çok görmüş, “sen” diye hitap etmişlerdi. Çiller o kasvetli ortamı, “Komutanlar Erbakan”a vücut hareketleriyle saygısızlık yapmıştı. Demirel ise buna mani olmadığı gibi “Ne varsa konuşulsun” diyerek darbecilere destek vermişti” ifadeleriyle tasvir etmişti![3] 9 saatlik toplantıdaki “darbeci” tutum, Demirel”in bütün laf cambazlığına rağmen “MGK Bildirisi”ne yansımıştı. Sanki; “Devletin anahtarını bize teslim edin” anlamına gelen “Mondros Mütarekesi” gibiydi! Tek parti diktatörlüğünün giyotini olan “Tevhid-i Tedrisat”a dönüşe kadar uzanan “talimat”ların, konumuz açısından en dikkat çekici olanı “Dindar yayınlar sıkı kontrol altına alınmalı” bölümüydü!Bu arada MGK bildirileri, “Hükümete tavsiye” niteliğindeydi ama bu sefer o “uçuk” maddeleri yazdıranlar bizzat uygulatıyordu!Nitekim 10 Haziran 1997 Pazartesi günü; Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay, Askerî Yargıtay başkan ve üyeleri ile DGM hâkim ve savcılarını ve cumhuriyet savcısını Genelkurmay Karargâhına toplamış, “İslâmî faaliyetlere resen soruşturma açın” talimatı vermişlerdi. İstihbarata Karşı Koyma Dairesi Başkanı Tümgeneral Fevzi Türkeri, “19 gazete, 110 dergi, 51 radyo, 20 TV, 2500 dernek, 500 vakıf, 1000 şirket, 800 okul, 30 irticacı radikal örgüt cihat hazırlığı içindedir. Bunların üstesinden geleceğiz. Siz de yanımızda olun” demişti. Tıpkı İsrail Yüce Konseyi”nin talimatı gibi!DARBE İÇİN “MEDYA” SİLAHINI KULLANMIŞLARDI!28 Şubat darbecileri, “Loca”nın talimatı doğrultusunda muhafazakâr medyaya ve onları destekleyen şirketlere savaş açmış, “silah” olarak da “Laik ve Fetullahçı medya”yı kullanmıştı! Bu sebeple, medya mensuplarını; bir daha asla birleşemeyecek şekilde kamplaştırmış; gazetecilik mesleğine de en büyük darbeyi vurmuşlardı! Bugün, “güvenli” limana çekilmiş “Amiral Gemileri”nde demokrasi tacirliği yapan hatta hâlâ iktidara akıl verme makamında tutulan gazeteci müsveddeleri, “manşet” almak için cuntacıların kapısında onursuzca bekliyordu!Darbe tetikçisi Laik medya, Ecevit”in ağzından “Ya uy ya çekil” derken; Fetullah Gülen”e ise “Beceremediniz, artık bırakın” dedirtmişti![4]29 Nisan günü verilen brifingi, “Genelkurmay”da düşman değişti” manşetleriyle kamuoyuna ulaştıran gazeteler, düşmanın artık “yedi düvel” olmadığını ilan ediyordu: “Türkiye”nin savunma anayasası yeniden yazıldı. Tarihte ilk kez dış düşmanın ve iç tehdidin yerini “irtica” aldı.”[5](Oysa askerler, Kürtlere “terörist” muamelesi yaparak PKK”yı beslemeseydi ve “Önce irtica” diyerek PKK”ya alan açılmasaydı, terörle mücadelede daha hızlı sonuç alınır ve terör örgütü elebaşı Öcalan”ın dünkü “PKK”yı feshedin” çağrısı yıllar önce gelebilirdi.)Askerler, bu “savaş”ın ciddiyetini ve sınırlarını da “Gerekirse silah bile kullanırız” şeklinde ortaya koymuştu.[6]Bu sözde gazetecilerin 28 Şubat”ta üstlendiği hıyanet görevi, yargı tarafından da tescil edilmişti. Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi”nin 3 Temmuz 2018 tarihinde yayınladığı “28 Şubat Davası Gerekçeli Kararı” darbecilere verilen cezalardan daha anlamlıydı:”28 Şubat darbesinin gerçekleşmesinde, Hürriyet gazetesi yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök, Sabah gazetesi yayın yönetmeni Ergun Babahan ve yazı işleri müdürü Erdal Şafak, Milliyet gazetesi yayın yönetmeni Derya Sazak başta olmak üzere çok sayıda gazeteci, radyo ve TV program yapımcısı çok önemli rol oynadı. Eğer medya desteği olmasaydı, 28 Şubat darbesi gerçekleşmezdi. Bu darbe sürecinde, komutanların talimatıyla manşet atanlar, haber yapanlar, anayasayı ilga ve hükümeti düşürme suçunun şerikleridir.” BAŞYAZARIMIZI KANSER EDİP ÖLDÜRDÜLER!Muhafazakâr yayınlar; satır satır kontrol ediliyordu. O günlerde Yazıişleri Müdürlüğünü yaptığım Türkiye gazetesine “Bizim Sayfa”yı kaldırın” talimatı(!) vermişlerdi. TGRT”ye ise “Huzura Doğru programı yayınlanmayacak” diye emretmişlerdi!Demokratlığıyla bilinen ve her kesim tarafından çok sevilen Ankara Temsilcimiz Yalçın Özer, yukarıda bahsettiğim “Yargı Brifingi”ne; bütün Ankara temsilcileriyle birlikte katılmış, ancak; çirkin bir şekilde salondan çıkarılmıştı.[7]Bununla da kalmamış, doğrudan tehdit edilerek “Yazma” demişlerdi! Mesut Yılmaz”a hükümeti kurma görevi verildiği 20 Haziran 1997 günü faksla gelen ve birkaç veda cümlesinden oluşan “Allahaısmarladık” başlıklı “Başyazı” ile şok olmuştuk. Çok itibarlı bir insan olan Yalçın Ağabey, kendisine ağır gelen bu insanlık dışı muamelelerden sonra kanser olmuş ve hayata da “Allahaısmarladık” demişti!Daha nice “Yalçın”lar feda edilmişti…28 ŞUBAT”IN EN KÂRLISI İSRAİL!Sinsi bir perdeleme sonucu hiç konuşulmadı ama 28 Şubat”ın en kârlısı İsrail”dir ve bu asla tesadüf değildir. Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir, defalarca İsrail”e gitmiş, hükümetin karşı çıkmasına rağmen TSK adına çok önemli anlaşmalar imzalamıştı. Bu anlaşmalarla, F-4 Phantom, F-5 Tiger II savaş uçaklarının yanı sıra, M-60 Patton tanklarının modernizasyonu kararlaştırılmıştı. İsrail F-16″ları ilk defa Konya semalarında uçmuştu. İsrail, Türkiye”ye füze, İHA, elektronik tertibat ve radar ekipmanları satmış, Merkava-3 adlı tankların satışı için anlaşmıştı.[8]O yıllarda bölünmemiş ve son derece güçlü olan Irak ve Suriye ile İran karşısında zor durumda kalan İsrail, Türkiye”deki yeni iktidarın İslâm ülkeleriyle ilişkileri hızla güçlendirmesiyle de paniğe kapılmıştı. Refah-Yol hükümetinin bu adımları, İsrail”in geleceğini tehlikeye sokuyordu. Tam da bu dönemde Tel-Aviv”in “İslâmcı İktidar”ı by-pas ederek komutanlar üzerinden geliştirdiği “işbirliği”, ilaç gibi gelmişti. Çevik Bir ile yapılan bu anlaşmalar, İsrail”in yeniden güçlenmesini ve bu bölge ile ilgili “genişleme” politikalarının devamını sağlamıştı. Yani Türkiye”deki İsrail karşıtı hükümeti yıkarak, İsrail”e en kritik dönemde bu desteği verenler, sonraki yıllarda Gazze ve Batı Şeria”da gerçekleştirilen soykırımın da suç ortağıdır.DARBECİLER “LOCA ŞEMSİYESİ”NE SIĞINDI!İlginç bir tesadüf mü bilmiyoruz ama İsmail Hakkı Karadayı, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Çevik Bir, Yaşar Büyükanıt ve İlker Bağbuğ, İngiliz Büyükelçisi Alfren Sandison”ın, İttihatçıları organize etmek için 1882 yılında kurduğu “Cercle a Pera” (Büyük Kulüp) üyesidir! Ayrıca Karadayı, Bir, Kıvrıkoğlu, Y. Güngör Özden, V. Savaş gibi başrol oyuncuların, emekli olduktan sonra Lions ve Rotary kulüplerinde yerini alması, Alemdaroğlu”nun 6 Temmuz 2007″de Karaköy Rotary”ye Başkan olması da aslında bunların, “Mason Şemsiyesi”ne girmesidir.Peki şimdi FETÖ dağıldı; 28 Şubatçılar yargılandı! “Artık Masonlar da bertaraf edildi” diyebilir miyiz? Asla! Çünkü Masonlar; arıza yapan araçları hemen terk eder; başka “araç”ları kullanır! Bakmayın ortada görünmediklerine, Türk milletinin geleceğini, emperyalistlerin menfaati yönünde şekillendirme çabaları ticaretten siyasete; eğitimden bürokrasiye; sanattan medyaya kadar her alanda aynen devam etmektedir.[1] Tufan Türenç, Erbakan”ın yemeğine zorla rakı getirttim, Hürriyet, 2 Nisan 2001. [2] Hürriyet, 24 Şubat 1997.[3] Yeni Şafak 25 Nisan 2012. [4] Hürriyet, 4 Mart 1997; 18 Nisan 1997.[5] Sabah, 30 Nisan 1997.[6] Hürriyet-Milliyet, 12 Haziran 1997.[7] Mehmet Barlas, Bir başyazar ölmüş diyeler, Yeni Şafak, 9 Ocak 2002.[8] 28 Şubat taşlarını İsrail ile döşediler, Yeni Şafak 17 Nisan 2012.

Source: Nuh Albayrak


AKP’li belediyenin ‘çöp’ komplosu…

AKP”li Kocaeli Büyükşehir Belediyesi hakkında, çöpleri toplamıyor algısı oluşturmaya yönelik çirkin bir oyun oynandığı görüldü…

AKP’li belediyenin personelleri belediyeye ait bir araçla çöp poşetlerini İzmit Belediyesi sınırları içerisinde yer alan Sanayi Mahallesi”ndeki konteynerlere attığı görüntülendi.

“BU BELEDİYEMİZİN TEMİZLİK HİZMETLERİNE ZARAR VEREN BİR HAREKET”

CHP’li Başkan Hürriyet, AKP’li belediyeye ait aracın konteynerlere çöp poşetlerini attığı anın görüntülerini paylaşarak şu ifadeleri kullandı;

-7 düvele karşı mücadele ediyoruz vallahi. Bir yandan büyükşehir, bir yandan yandaşları. Sürekli bir operasyon, sürekli bir sinsi algı yönetimi…!

İşte bu da yenisi;

-Sanayi Mahallesi’nde ekiplerimiz çalışma yaparken, Büyükşehir’e ait bir transit aracın, siyah poşetlerle dolu çöpleri İzmit Belediyesine ait konteynerlere attığını görüntüledi.

-Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, kendi çöp yönetim sistemine ve İZAYDAŞ gibi bir çöp bertaraf tesisine sahipken, neden halkın günlük kullanımına ayrılmış konteynerleri dolduruyor anlayamadık!?

-Üstelik yasa gereği bize aktarma istasyonu göstermesi gereken Kocaeli Büyükşehir söz verdiği halde hala yerine getirmedi. Buna rağmen bizi aktarma istasyonu sanıyor heralde.

-Bu durum sadece bir plansızlık değil, aynı zamanda belediyemizin temizlik hizmetlerine doğrudan zarar veren bir hareket.

-Halkın günlük evsel atıkları için kullanılan konteynerlere bu şekilde çöp bırakılması, hem kapasiteyi zorlamakta hem de temizlik düzenini bozmaktadır. Büyükşehir Belediyesi, kendi çöplerini bertaraf etmek yerine neden İzmit’in yani halkın konteynerlerini kullanmayı tercih ediyor?

Üstelik o çöpleri bir kerede bertaraf etmek varken parça parça konteynerlere atmaya çalışıyor. Üstelik fazladan mesai ve yakıt tüketerek. Bu İSRAFI neden yapıyor anlamadık…!

İZAYDAŞ gibi bir bertaraf tesisi dururken, çöpler neden oraya götürülmüyor?

İzmit Belediyesi’nin temizlik hizmetlerini aksatmak gibi bir amaç mı güdülüyor?

Halkımızın temiz bir çevrede yaşama hakkını korumak adına bu soruların yanıtlarını bekliyoruz ve konunun takipçisi olacağız.

Source: Evren Demi̇rdaş


Coşkun Başbuğ yazdı: Çanak çömlek patladı

Terör…Bir ülkenin başına gelebilecek en büyük felaket.Kolay değil tam kırk yıl, neredeyse yarım asır.Maddi manevi inanılmaz kayıplar.Elbette manevi kaybın ölçüsü olmaz ama maddi kayba bir ölçü biçmek mümkün.Nedir o ölçü?1.500 trilyon dolar.İnanılmaz bir rakam.Bu rakamın anlamını tam olarak kavramak için bir örnek vereyim. Türkiye”nin son 12 yılda ülkeye yaptığı yatırım 630 milyar dolar.Bu para ülkeye harcansaydı halimiz nice olurdu, varın siz düşünün.Peki bu bela ne zaman biter, bu kayıplar nasıl durur, kim bu işi bitirir…Bunlar terörün kol gezdiği günlerde cevaplanması çok zor sorulardı ama artık değil.Çünkü artık terörsüz bir Türkiye hedefi var ve bu hedef için adım adım ilerliyoruz.Peki Bu Nasıl Oldu…Bu soruyu cevaplamak için hikâyeyi başa alalım.PKK terör örgütünün kuruluş maksadı; Türkiye”ye maddi manevi hasar açmak, ülkeyi bölmeyi başaramasa da enerjisini, gücünü, parasını boşa harcatmaktı.Bunda da kısmen başarılı oldular.Gerçekten bu konuda çok ciddi maddi ve manevi kayıplar yaşandı.Hikâye; Kürt hakları, ifade özgürlüğü, Kürt kimliğinin inkârı gibi konuların üzerine bina edildi.Kürt kimliğinin inkârı ve ifade özgürlüğünün engellenmesi gibi suni başlıklar FETÖ”nün ihanetleri sayesinde taban oluşturmayı başardı.İki terör örgütünü paslaştıran dış güçlerde bu başlıklar üzerinden örgüte taban kazandırmaya çalıştılar.Benim Vefakâr Anadolu”m…Ancak dış güçlerin hesap edemediği bir konu vardı.Anadolu insanının feraseti.Benim canım Anadolu”m bu sinsi oyunların altında hinlik olduğunu hissederek kurulu tuzağa düşmedi.Onca acıyı bağrına bastı, ihaneti gördü, kalleşliği gördü, sabretti ve kazandı.Kısmi olumsuzluklar olmadı mı oldu, yaşanmadı mı yaşandı ancak FETÖ ve PKK gibi iki el ele veren hain terör örgütü olduğunda bu tablo zaten kaçınılmazdı.Bir Yiğit Çıktı Meydane…İşte mesele tam bu kısır döngüde yol alırken sahneye bu oyunları yerle yeksan edecek bir devlet adamı çıktı.Recep Tayyip Erdoğan…Erdoğan kimsenin cesaret edemeyeceği bir işe soyundu ve 2005 yılında aldığı siyasi kararlarla oyunu yerle bir etti.Yaptığı bu hamleyle bir siyasetçi için intihar denilecek riski üzerine alan Erdoğan bu çıkışla terör örgütünün bugüne kadar kullandığı tüm oyuncakları elinden almış oldu.Ne istiyorsunuz dil kursu, alın size dil kursu…Ne diyordunuz Kürtçe televizyon kanalı alın size TRT Kürdi…Ne istiyordunuz yerel isimler, alın size yerel isimler…Ne istiyorsunuz Kürtçe isimler, alın size Kürtçe isimler…Erdoğan tüm bu sancılı sürece de akıllı bir çıkışla “Kürt kimliğini tanıyoruz” sloganıyla başladı.Kader AnıBu süreç terörle mücadele konusundaki en büyük kırılmaydı.Terör örgütünün nemalandığı bütün konular elinden alındı ve örgüt fener yemiş tavşan misali ortada kalıverdi.Ardından ikinci büyük kırılma ve oyunun bitmesine sebep olacak süreç Sayın Devlet Bahçeli tarafından başlatıldı.Çünkü oyuncakları elinden alınan örgüt bu kez İmralı üzerinden hikâye yazmaya başladı ve sürekli olarak “İmralı”da tecrit sürerken, İmralı”da esaret devam ederken asla barış konuşulmaz…” sözleriyle taban bulmaya çalıştı.Bu söylemin tılsımını da Sayın Devlet Bahçeli ellerinden aldı ve madem öyle İmralı”yı çok seviyorsunuz hadi bakalım diyerek bir davette bulundu.Davet örgütün feshine ve terörün sonlandırılmasına yönelik oldukça anlamlı bir davetti ve karşılık buldu.Şimdi zannederim bazılarımız; zamanında Kürt kimliği üzerinden yaptığı çıkışla çok acımasızca eleştirdiği Erdoğan”ın ne yapmak istediğini, İmralı çıkışıyla yerden yere vurduğu Bahçeli”nin amacının ne olduğunu kavramıştır.Çanak çömlek çatladı oyun bitti ama merak etmeyin benim bu konu da yazacaklarım daha bitmedi.Bir sonraki yazımda önümüzdeki süreçte bizleri nelerin beklediğini yazacağım.

Source: Coşkun Başbuğ


Ferdi Tayfur”un mirasına tedbir kararı! Kızı açıkladı

79 yaşında hayatını kaybeden arabesk müziğin efsane ismi Ferdi Tayfur”un mirası aile arasında kriz çıkardı. Sanatçının mirasından pay alamayan kızı Tuğçe Tayfur Aydın, mahkeme kararıyla babasının tüm fikri ve sınai haklarına tedbir konulduğunu açıkladı. Sanatçının kızı, sosyal medya hesabından, “Mahkeme kararıyla babamın tüm fikri ve sınai haklarına tedbir konulmuştur. Yani hiç kimse babamın şarkılarını satamaz, üzerinden ticari gelir elde edemez. Bu daha başlangıç. Adalet er ya da geç tecelli eder” dedi.Ferdi Tayfur”un vasiyeti ortaya çıktıMESAM”dan Ferdi Tayfur açıklaması: Kanuni varislerinden izin almak zorundalarMüziğin sosyolojisi, sosyolojinin müziği

Source: Www.star.com.tr


Cüneyd Altıparmak yazdı: Zor olan savaş değil, barışı tesis etmektir

İmralı”dan gelen açıklamalar ülkemiz açısından yeni bir döneme işaret ediyor. Adalet Bakanlığı yeni paketin detaylarını vermeye başladı. 28 Şubat”ın 28. yılındayız, “başörtüsü meselesi tam anlamıyla çözülmedi” dersem, şaşırır mısınız? Bu üç gelişmenin de ortak noktası anayasa. Kısaca ve önemli yerlerine değinerek bugün bu konular üzerinde durmak istiyorum.İMRALI NE DEDİ!Evvela neresinden bakarsak bakalım bu büyük bir kazanımdır. Pek tabi bu çağrının terörün tüm unsurlarına dönük olduğu kesin ancak her kesimin aynı cevabı vereceği muallak. Bunu zaman gösterecek. Ancak yapılan çağırının Türkiye ve bölgedeki diğer ülkelerdeki sadece PKK irtibatlı silahlı yapılara değil bunların tüm unsurlarına dönük olduğunu görmek gerekiyor. PKK, “paradigması iflas etti” deniyor ve “bağımsızlık”, “federasyon”, “idari özerklik” veya “kültüralist” (yani ırk da dahil olmak üzere diğer kültürel öğelere göre yapılan siyasi tasnif) yaklaşımlarının rafa kalkması gerektiği belirtiliyor. Bu, bulunduğunuz ülkede “siyasi” mücadele yürütün ve “temel hak ve özgürlükler” odaklı analiz yaparak süreci devam ettirin demek.SİYASİ KAZANIM SORUNU…Normal bir ülkede böyle bir çağrıdan sonra bu işin mimarı olanlar sadece ve sadece tebrik edilir. “Ama”, “fakat” vb. ifadeler ile üstü kapalı biçimde eleştirilmez veya “örgüt üstüne düşeni yaptı, şimdi sıra hükümette” biçiminde sözlerle süreci anlamadığını bu kadar açık etmez! Burada kazanan Cumhur İttifakından, Erdoğan”dan ve Bahçeli”den önce, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Milletidir. Herkesin sorumlu davranması gerekir!BAKAN AÇIKLADI: YENİ PAKET YOLDA!Günlerdir konuşuyoruz. Yeni düzenlemeler geliyor. Dün Ahmet Hakan”a konuşan Adalet Bakanı Tunç, konuyu çok güzel izah etti. Şunu net biçimde anladım, “cezasızlık algısını kaldıracak” düzenlemeler ile eşitlik ilkesi bağlamında hakkı zayi olan “hükümlülere kısmi af” gündemde. Sayın Bakanın konuşmasından anladığım şu, saha iyi taranmış, tüm kesimlerle konuşulmuş. Getirilen yeni suçlar ve idari yaptırımlar bunun en güzel örneği…DÜN ÖĞRENDİKLERİMİZKonuşmanın satır aralarından yeni duyduklarımız şunlardı:*Trafik kazasından sonra olay yerini terk etmek diye bir suç düzenleniyor.*ATM”lerden “yüzü kapalı” para çekme yasaklanıyor, böylece dolandırıcılık faillerine ulaşmak kolay olacak.*Tutuklama konusunda hakimlere kişinin sabıkası çoksa yani “suç makinesi” ise takdir hakkı tanınacak.*Dolandırıcılığı önlemek için bir telefonda en fazla üç hat kullanılabilecek.*Bilişim suçları için ihtisas mahkemeleri kurulacak.*Trafikte makas, drift atma, alkollü araç kullanmaya astronomik para cezaları geliyor.*Araçla ısrarlı takip etme, sıkıştırmanın cezası ağırlaşıyor, suç olarak düzenlenme ihtimali var…28 ŞUBAT”I BİTİREN GENELGE”Talimatlar hukuku” olarak ifade edebileceğimiz bu dönemin tüm mevzuatı genelge veya daha alt düzeydeki belgelere, komutanların “rahatsızlığı” şeklinde ifade edilen “sözlü emirlere” dayanıyordu. Sayın Erdoğan bir genelge ile 2010″da tüm bu tür yasakları ortadan kaldırdı. Ama başörtüsü konusunda “şuandaki iklim” kimseyi yanıltmasın.AYM KARARI BÜYÜK SORUN!Anayasa”nın 10 ve 42. maddelerine dair kanun TBMM”de 411 gibi rekor bir oyla kabul edilmişti. Ardından CHP bu kanunun, (yani 5735 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası”nın Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun) 1″inci ve 2″nci maddelerinin iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi”ne başvurmuştu… AYM “Meclis ilk dört maddenin ruhuna aykırı yasa yapamaz”, “bu anayasa değişikliği laiklik ilkesine aykırıdır” şeklinde karar verdi 2008 yılında. CHP”nin açtığı davayla iptal edilen başörtüsü düzenlemesi bize 28 Şubat”ın bitmeyen kötü mirası. Sorunu yasal zeminden, anayasal düzleme taşıyan bu hamlenin doğurduğu sorun halen tam anlamıyla giderilmiş değil.TEK İHTİYACIMIZ, İYİ BİR ANAYASATürkiye”de terör, darbe, yasaklar ve ceza adaleti konusundaki sorunları çözmenin tek bir yolu var. Tüm kesimlerin ittifakıyla oluşacak bir anayasa. Muhalefetin bunu gündemleştirmesi gerekiyor. Cumhurbaşkanı adayı belirlemekten de önemli olan ihtiyaç, bu çağa ve 100. yıl vizyonuna uygun yeni bir anayasa… İktidarla savaşmaktan daha zoru, toplumsal barışa katkı sunacak yeni anayasa gündemini oluşturmak. Tüm anayasal taleplerini gündeme getirebilecek bu evrede, muhalefetin kolaya kaçması ilginç! Sonra “muhalefet sorunu” var dediğimizde lütfen kimse kızmasın!

Source: Cüneyd Altıparmak


TESK Genel Başkanı Bendevi Palandöken: “Ramazanda yardımlar bilinçli şekilde gerçekleşmeli”

Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu (TESK) Genel Başkanı Bendevi Palandöken, Ramazan yapılan yardımlarla ilgili açıklamalarda bulundu.
Palandöken, Ramazan ayında yapılacak yardımların amacına ulaşmasının çok önemli olduğunun altını çizdi.

TESK Genel Başanı, “Yardımların hem yerine ulaşması hem de verilen insanlar için onur kırıcı olmaması önemli. Bunun için ihtiyaç sahiplerinin gereksinimlerinin belirlenmesi, ayni veya nakdi yardımların buna göre yapılması gerekir.” ifadelerini kullandı.
“Yardımların yerine ulaşması çok önemli”
TESK Genel Başkanı Palandöken, Ramazan ayı yardm kolilerinin artık bir satış stratejisine dönüştüğünü belirtip, yardımların hem yerine ulaşması hem de verilen insanlar için onur kırıcı olmamasının çok önemli olduğundan şöyle bahsetti:
“Ramazan ayında yardımların amacına uygun olarak dağıtılması, kimsenin birbirinden haberi olmadan ihtiyaçların karşılanması, bu ulvi ayın olmazsa olmazıdır.

Ancak Ramazan kolileri artık TV ekranlarında ve reklamlarda içinde ne olduğu belli olmayan, ihtiyaç sahibinin gereksinimleri tespit edilmeden hazırlanan ve hediye paketi olarak lanse edilen bir satış stratejisine dönüştü. Yardımların hem yerine ulaşması hem de verilen insanlar için onur kırıcı olmaması önemli. Bunun için ihtiyaç sahiplerinin gereksinimlerinin belirlenmesi, ayni veya nakdi yardımların buna göre yapılması gerekir.”
“Yardımlar bilinçli şekilde gerçekleştirilmeli”
Bendevi Palandöken, Ramazan ayında yapılacak yardım ve dayanışmanın bilinçli şekilde gerçekleşmesinin çok önemli olduğunun altın çizerek, şu açıklamalarda bulundu:
“Acaba ihtiyaç sahibi kişi çocuğunun mamasını mı alacak, elektriği mi kesik, doğal gazı mı yanmıyor ya da başka bir ihtiyacı mı var, bunu en iyi kim bilir? Semtindeki esnaf bilir.

Hem Diyanetin hem de yardımları yapacak insanların bu konuda duyarlı olması gerekir. Yıllardır aynı şekilde, hatta kamyonların üzerine çıkılıp reklam yapılmak suretiyle insanları rencide edecek şekilde yapılan yardımlar, yardım değildir.
Kimseyi incitmeden, herkesin ihtiyacını tespit ederek ve kullanılabilir ürünler sunarak hareket etmek gerekir. Kendi yemediğinizi başkasına ikram etmek kimseye hayır sağlamaz. Bu nedenle değerli yurttaşlarımızın, bu manevi duyguların gerçekleşeceği güzel ayda yapacakları yardımları ve dayanışmayı bilinçli şekilde gerçekleştirmelerini diliyoruz.
Komşularınız, akrabalarınız ve aile büyüklerinizle ağız tadıyla bir Ramazan ayı geçirmenizi temenni ediyoruz. Esnaf ve sanatkarlar olarak bu konunun ne kadar önemli olduğunu vurgulamak istiyoruz.”

Source: Dünya Gazetesi


Kocaeli”de akılamaz olay! Aldatılan koca dehşet saçtı: Eşini ve yasak aşkını evinde yakalayınca…

Korkunç olay, gece saatlerinde ilçeye bağlı İnönü Mahallesi”ndeki apartman dairesinde meydana geldi. İddiaya göre eve gelen Y.K., karısı S.K. ile M.Ç. isimli erkekle karşılaştı. Y.K., eşi S.K.”nin kendisini M.Ç. ile aldattığını öne sürmesi üzerine, taraflar arasında tartışma çıktı. Büyüyen tartışmada Y.K. bıçakla, eşi S.K.”yi elinden, M.Ç.”yi de kalçasından yaraladı. Durumun 112 Acil Çağrı Merkezi”ne ihbarı üzerine olay yerine sağlık ve polis ekipleri sevk edildi. Sağlık ekiplerinin ilk müdahalesinin ardından S.K. Farabi Eğitim ve Araştırma Hastanesi”ne, M.Ç. ise Gebze Devlet Hastanesi”ne kaldırıldı. Polis, Y.K.”yı gözaltına alırken, olayla ilgili soruşturma başlatıldı.

Source: