“Toplumsal Sorunlar Gündemi – Adalet, Kadın Hakları ve Ekonomik Eşitsizlikler”

Her yıl hep aynı senaryo “Adalar mı bizim kıyılar mı”

Bayram tatili yaklaşırken, bir otelin gecelik fiyatı sosyal medyada paylaşılır.Altına yorumlar dizilir.“Bu paraya Paris’te Seine kıyısında kalırım.”“Yunan adalarında üç gün tatil yaparım.”Evet, olabilir. Ama şunu söyleyen pek olmuyor.Bahsi geçen o fiyat, ultra lüks bir tesisin denize sıfır süit odası.Oysa aynı tatil beldesinde daha uygun butik oteller, pansiyonlar, evler de var.Yani mesele fiyatta değil, tercihte.Bu sizin seçiminiz.Bir şeyi net söyleyelim.Türkiye artık yalnızca “deniz, kum, güneş” ülkesi değil.Artvin’de yayla turizmi var.Kapadokya’da sıcak hava balonları, Mardin’de kültür rotaları…İstanbul zaten başlı başına bir tarih ve şehir deneyimi.Anadolu’da gastronomi turları başladı.Kars’a trenle gidip karlar içinde saray gezmek bile mümkün.Termal otelleri, dağ köyleri, yoga kampları, eko köyler derken Türkiye kendini dönüştürdü.Yani bugünün Türkiye’si, sadece yazlık otel değil; çok yönlü bir turizm ülkesi.Örneğin Çeşme Turistik Otelciler ve İşletmeciler Birliği’nin Başkanı Orhan Belge diyor ki…“Çeşme’nin her keseye hitap eden yapısı var. Ama lütfen burayı Yunan adalarıyla kıyaslamayın. Gastronomisi, doğası, hizmet kalitesi bambaşka.”Ve haklı.Ben Yunan adalarını da severim.Ama oranın deneyimiyle Çeşme’nin ruhu bir değil.Çok net.Bu “fiyat şoku” haberleri insanların tatile çıkma iştahını kırıyor.Oysa bu haberlerin konuşulduğu günlerde bile otelciler hala rezervasyon bekliyor.O zaman?Karar sizin; şikayet etmek mi, araştırmak mı?Beş yıldızlı lüks otel de var, samimi bir aile pansiyonu da.Küçük bir taş evde kalıp çevreyi keşfetmek de mümkün.İstanbul’dan araba ile iki saatte cennete varmak da…Bu yaz, algıya değil, gerçeklere bakın.Ve belki de en çok ihtiyacımız olan şeyi yapın.Biraz nefes alın. Kıyaslamayın bizçok daha iyiyizÇeşme Turistik Otelciler ve İşletmeciler Birliği Başkanı Orhan Belge’ye sormuşlar; “Yunan adaları mı Çeşme mi, Bodrum mu?” diye…Şöyle yanıtlamış.“Yunan adalarıyla Çeşme”yi karşılaştıranlar yanlışlarını anladılar. Çeşme farklı bir destinasyon. Havası farklı, suyu farklı, insanı farklı, gastronomisi farklı. Bizim tesislerimiz Yunan adalarından çok daha güzel. Ben 2025″te Yunan adaları furyasının devam edeceğini düşünmüyorum. Çünkü insanlar gördü, yabancı turistler gördü. Bizim Çeşme”de İzmir”de, Türkiye”de verdiğimiz hizmeti kimse vermiyor. Ben bütün yurtdışı fuarlarına gidiyorum bunu net olarak görüyorum. Ben 2025″te artık bu konunun konuşulmayacağını düşünüyorum.”Belge; devletin Çeşme”nin tanıtımına daha fazla katkı sağlamasını da istiyor.Bence Çeşme bunu hak ediyor. Bodrum’da 2500 liraya lahmacunsöylemi yeniden başlamıştırGeçenlerde Bodrum Belediye Başkanı Tamer Mandalinci ile sohbet ettik.Söz yine döndü dolaştı, lahmacun fiyatlarına geldi.O da benim gibi bu konunun artık magazinsel bir kalıba sıkıştığını düşünüyor.Ve çok haklı.Bakın, daha pide fırınına odun bile atılmamış, daha yaz sezonu başlamamış. Ama yine klasik senaryo…“Bodrum’da 2500 liraya lahmacun.”Evet, olabilir.Mandalinci şöyle dedi.“Bu lahmacunu yiyen kişi o fiyatı sadece kıymalı hamur için ödemiyor. O çatal bıçağı, o manzarayı, o deneyimi satın alıyor. Aslında o kişi lahmacun değil, prestiji satın alıyor.”Bir tür gösterişli hayat sahnesine bilet alıyor.Fakat mesele bu değil.Bu fiyatlar üzerinden Bodrum’a vurmak, Türkiye’nin en değerli turizm markasına zarar vermek demek.Ve açık söyleyeyim, bu söylemlerin bir kısmı bilinçli şekilde pompalanıyor.Oysa gerçek çok başka.Bugün dünyanın önde gelen otel zincirleri Bodrum’da yer kapmak için yarışıyor.Yeni yatırımlar, sürdürülebilirlik projeleri, gastronomi merkezleri; Bodrum artık sadece bir yaz tatili destinasyonu değil, dört mevsim yaşanacak bir yer olma yolunda hızla ilerliyor.Turizm çeşitleniyor.Yat turizminden agro turizme…Kültürel mirastan doğa yürüyüşlerine kadar…Bodrum “bir plajdan ibaret” değil.Aya Nikola Kilisesi restore ediliyor, kültür sanat alanları artırılıyor, yeni müzeler planlanıyor.Ve evet, Bodrum’da her bütçeye uygun tatil yapmak mümkün.Bodrum’u sadece lahmacunla tartışmak, Viyana’yı sadece bir kahveyle tanımlamaya benzer. Futbol gibi tepki versekFutbolu ben de çok seviyorum.Aksine, oyunun heyecanına, duygusuna, birleştirici gücüne hayranım.Ama artık hayatımızın çok büyük bir kısmını işgal etmeye başladı.Konuşmaların çoğu futbol, tartışmaların çoğu hakem kararı.Oysa aynı hassasiyeti bir çocuğun adaletsizliğe uğradığı bir davada göstersek…Eğitimdeki eşitsizliklere, kadın cinayetlerine, doğa katliamlarına karşı da sesimiz çıksa…Belki bu ülke bambaşka bir yere evrilirdi.Sokaktaki haksızlığa, mahalledeki adaletsizliğe, ülkenin geleceğine bir penaltı pozisyonuna verdiğimiz tepki kadar tepki versek…Hayat daha yaşanır, toplum daha umutlu olurdu.Futbol bir oyun.Hayat gerçek.Ve biz bu gerçeği fazla ıskalamaya başladık.

Source: Deniz Si̇pahi̇


PKK maaşa bağlanmalı mı?

Değerli okur, hoşgörünüze sığınarak bu yazıyı zuladan okumanıza sunuyorum. Tarih eski ama yazı fırından yeni çıkmış ekmek kadar taze. Bir yolculuk sonucu yeni yerleşmenin harrangüranı 1 içinde kafamı toparlamakta güçlük çekiyorum: Aşırı yorgunluk! “PKK’yi maaşa bağlamalı” nın birincisi 28 Aralık 2007 günü Hürriyet gazetesinde yayımlandı. Peki bu yazı neden aklıma geldi? 1 Şubat 2013 tarihli Sözcü gazetesinde bir haber okudum. MHP Genel Başkan Yardımcısı Emin Haluk Ayhan , hükümetin terör politikasını eleştirmiş ve şöyle demiş: “Hükümet açılım denen rezaleti topluma kabul ettirme gayretiyle toplum üzerinde psikolojik hareket uygulamaktadır. AKP bağımsız Kürdistan’ı inşa etmeye çalışıyor. Kabine değişikliği de buna hizmet ediyor. AKP, PKK’ye muhtaç hale gelmiştir. Dağda geçen sürelerin askerliğe veya emeklilik sürelerine sayılıp sayılmayacağının müzakere masalarına konu edilip edilmediğini kamuoyuna açıklamamaktadır.” MHP Genel Başkan Yardımcısı Ayhan’ın demecini değerlendirmeden önce sözünü ettiğim yazıyı okuyalım: PKK”Yİ MAAŞA BAĞLAMALI! Adamın geçinmeye gönlü yoksa yedi dereden su getirsen de nafile! Demokratik Kitle Partisi KADEP’in genel başkanı Şerafettin Elçi de şu fersudesi çıkmış mantıkla “Mutlu olmak için Türk olmak şart mı?” diye soruyor. Elbette şart değil, mutlu olmak için adam olmak ve mutluluğu hak etmek yeter! Kürtçülüğün politik önderlerini, eşraf politikacılarını okudukça, dinledikçe insanın PKK’yi tercih edesi geliyor. Hiç olmazsa elde silah dağa çıkmışlar ve ayrılıkçı programlarını ilan etmişler. Kürtçü mütegalibe ile gazetecilere tercüman tavsiye edenlerle, beşinci kol gibi çalışan demokrasi mütteahhitleriyle uğraşmak çok daha zor. PASLAR ALÇI”DAN ŞUTLAR ELÇİ”DEN Kürtçü eşrafla uğraşmanın ne ölçüde zor olduğunu anlamak için Nagehan Alçı ’nın Şerafettin Elçi ile yaptığı söyleşiyi okumak yeter. (Akşam, 3.12.2007) Alçı top kaldırıyor, Elçi de yaradana sığınıp sallıyor. Nagehan Alçı : Sizce “Ne Mutlu Türküm diyene” şovenist milliyetçiliğinin ürünü mü? Şerafettin Elçi : Müthiş! Sen niye mutlu olmak için Türk olmak zorundasın? İnsanın mutlu olması için illa Türk olması şart değil. Vatandaş olması yeterlidir. İyi de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına “Türk” denmez de “Eskimo” mu denir? Mantığa bak! Aslına bakarsanız “Türküm diyen” mutlu olabilir ama “Türk” ün mutlu olması olanaksız. Sorun Kürtçü mütegalibe tarafından “demek” ile “olmak” mastarları arasına sıkıştırılırsa PKK ne silah bırakır ne de teslim olur. Nagehan Alçı : Yani “Ne mutlu Türkiyeliyim diyene” desek problem kalkar mı? Şerafettin Elçi : Tabii kalkar. Mesela Suriye’ye bakalım. Bir Kürt Suriyeliyim demekten gocunmaz. Çünkü Suriyelilik Kürtlüğü inkâr etmiyor, bir coğrafya ismi. Saçma sapan sorular sorup saçmalamaya hazır Şerafettin Elçi’yi şahlandıran Negahan Alçı sorması gereken en saçma soruyu sormuyor: “Kürtler Türkiyelidir desek PKK dağdan inip teslim olur mu?” TÜRK ORDUSU SİLAH MI BIRAKSIN? Demokrasi müteahhitleri de “Silahlar bırakılmalı!” diyorlar. Peki kim silah bırakacak, PKK ile TSK birlikte mi silah bırakacak? PKK’nin silahsızlanmasına “silah bırakmak” denmez; “silahlarını teslim etmek” denir. Eyleme katılanlar ve katılmayanlar sınıflandırmasını bir yana bırakalım. Anlaşılan bu ayrım fala bakarak, remil atarak yapılacak. Gelelim alınması gereken sosyal ve ekonomik önlemlere: Bu da kolay! AKP, Osmanlı sultanı usulü bir af çıkartır; PKK elde silah düzlüğe iner, onları temizleyip yağlar ve bir zulaya kaldırır; AKP hükümeti vekiller divanından PKK’liler için yeterli kadro ile beraber bir intibak kanunu çıkartır. Buna göre, dağda kaldıkları süre göz önünde tutularak teröristlerin kadro intibakları yapılır ve maaşa bağlanır. Tabii, ayrımcılık yapmamak için AKP belediyeleri, bu PKK’lilere da ayni yardım yapar; onları da horantadan sayıp erzak çuvalları dağıtır. “Sosyal ve ekonomik haklar” dedikleri zaman bu türden işler geliyor aklıma! Hükümetin eşkıyayı dağdan indirme projesine gelince: PKK yönetimiyle anlaşmadan bu iş nasıl olacak? Yönetim yerinde durursa bir nefer kadrosu gider yerine başkası gelir. Önemli olan lider kadronun dağdan inmesi. Nasıl indirilecek?] *** 2025 yılında durum değişti: TSK’nin silah bırakmaması hoşgörülüyor. Buna da şükür! 1 Eskiden sık sık kullanılan, şimdilerde tamamen unutulmuş bir sözcük: Gürültü, patırtı, düzensizlik, kargaşa gibi anlamlara gelir.

Source: Özdemir İnce


Camilo, ‘Hükümetin köktendinci baskıyla İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi üzücü’ dedi: Şiddet küresel bir salgın

Kadına şiddet ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği Türkiye’nin ve dünyanın önemli sorunlarından. CHP’nin ev sahipliğinde yapılan Sosyalist Enternasyonal toplantısının gündeminde de bu sorunlar vardı. Etkinlikte 2021 yılında bir gecede çıkılan İstanbul Sözleşmesi’ne vurgu yapıldı. Kadın Sosyalist Enternasyonal’in başkanı Janet Camilo konuya ilişkin Cumhuriyet’e konuştu. Türkiye’nin ilk imzacısı ve ilk çıkan ülke olduğu İstanbul Sözleşmesi hakkında konuşan Camilo, “Hükümetin köktendinci ya da otoriter baskılar altında İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmiş olması üzüntü verici. Ancak şaşırmadık çünkü biliyoruz ki kadına yönelik şiddet sadece toplumsal bir sorun değil, siyasi ve kültürel bir kontrol aracı” dedi. Sözleşmenin önemine vurgu yapan Camilo, “Kadına yönelik şiddet, toplumlarımızın eşitlik ve güvenliği sağlama konusundaki yetersizliğinin en kaba ifadesidir. Bu zorluğun karşısında, İstanbul Sözleşmesi cesur ve kesinlikle gerekli bir araç olarak tanınmakta. Bu sözleşme, toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti önlemek, cezalandırmak ve ortadan kaldırmak için açık standartlar belirler. Aynı zamanda, planlara ve programlara bütçe ayrılmasını taahhüt eden bir yol haritası ortaya koyar” diye konuştu. NÜFUSUN YARISI Türkiye’de olduğu gibi dünyada da kadınlara şiddetin arttığına vurgu yapan Camilo, “Şu anda kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddet en sık karşılaşılan durumlardan biri. Bu, nüfusun yarısını etkileyen küresel bir salgın. Silahlı çatışmalar, otoriterlik, popülizm ve şiddeti güç aracı olarak kullanan maço erkeklik anlayışı, bugün kadınları ve kız çocuklarını daha da savunmasız bırakıyor. Dünya liderlerinin, kadınların toplumsal cinsiyet temelli şiddet adı verilen bitmek bilmeyen bir savaşta her gün öldürüldüğünün farkında olması gerekmekte” dedi ve daha fazla farkındalık gerektiğine vurgu yaptı. “Türkiye’deki kadınlar, siyasi katılım konusunda ilerleme kaydediyor” diyen Camilo, “Ancak tıpkı dünya genelinde olduğu gibi hâlâ büyük zorluklarla karşı karşıyalar. Şiddetten uzak bir yaşam için çalışmak, bugün Türkiye’de bir öncelik haline gelmiş” ifadelerini kullandı. “DEMOKRASİ OLMAZ” Kadın Sosyalist Enternasyonal’e değinen Camilo, “Uluslararası Sosyalist Kadınlar, sosyalist, sosyal demokrat ve emekçi partilere mensup kadınların oluşturduğu bir organizasyon. Daha iyi bir dünya hayalini, feminist ve sosyalist bir bakış açısıyla dayanışmayı savunuyoruz” dedi. “DEĞİŞİMİN KAHRAMANLARI, KADINLAR!” “Toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinin direnişimizi romantize etmeyen farklı bir anlatı gerektirdiğini düşünüyorum” diyen Kadın Sosyalist Enternasyonal’in başkanı Janet Camilo şunları aktardı: “Kadınların sadece mağdur olmadığını kabul eden bir anlatıya ihtiyacımız var: Bizler değişimin kahramanları, barışın kurucuları, geleceğin yaratıcılarıyız. Eşitlik olmadan barış olmaz. Kadınlar olmadan adalet olmaz. Kapsayıcılık olmadan demokrasi olmaz.” “İSTANBUL SÖZLEŞMESİ CAN SİMİDİ” Kadın Sosyalist Enternasyonel’in toplantısına katılan CHP Genel Başkan Yardımcısı Aylin Nazlıaka, “Türkiye, sözleşmeyi ilk imzalayan ülke olmuştu. Bu nedenle sözleşmeye eşsiz güzellikleri olan şehrimiz İstanbul’un adı verilmişti. Bu hepimiz için hem ulusal hem uluslararası ölçekte büyük bir gurur kaynağıydı. Bugün ise üzücü bir tablo ile karşı karşıyayız. Kadına yönelik şiddet artarak devam ediyor. Ancak ne yazık ki Türkiye, 2021 yılında İstanbul Sözleşmesi’nden tek taraflı olarak çekildi. Kadınlar sokaklara aktı. Eylemler düzenledik: ‘İstanbul Sözleşmesi kadınların can simididir’ diye haykırdık. Biz bu kararı tanımıyoruz, tanımayacağız. Çünkü İstanbul Sözleşmesi yalnızca yazılı bir sözleşme metini değildir. Devlete sorumluluk yükleyen bir irade beyanıdır” dedi. “ÖNCELİKLE YASAL DÜZENLEMELER YAPILMALI” Hukukçu Nazan Moroğlu şunları söyledi: “Sürekli değişen, gelişen bir dünyada kadının insan haklarını ve sosyal adaleti garanti altına almak için hükümetlerin ve yerel yönetimlerin uyguladığı eşitlik politikaları büyük rol taşır. Öncelikle yasal düzenlemeler yapılmalı. Hükümetler, kadın haklarını koruyan ve toplumsal cinsiyet eşitliğini destekleyen yasalar çıkarmalı. Konuyla ilgili uluslararası sözleşmeleri onaylamalı. Ekonomik destek verilmeli. Kadın girişimcileri destekleyen ve ekonomik fırsatlar sunan programlar oluşturulmalı. Kadınların katılım ve temsili güçlendirilmeli. Kadınların karar alma süreçlerine aktif olarak katılmaları sağlanmalı.

Source: Rengin Temoçin


Belediyeleri sıradanlaştırma ve halk iradesine ipotek koyma

Cumhurbaşkanlığının iki girişimi her şeyi kontrol etme konusunda iktidarın iyice raydan çıktığının göstergesi oldu. Belediyelere yeni düzenleme ve ordudan istediklerinin görevine son verme… Önce belediyeler. Belediyelerin karar alma ve harcama (mali) konularında yetkilerinin kısıtlanması, daha doğrusu Ankara’daki iktidarın kontrolüne, onayına, iznine bağlanması anlamına gelen düzenlemeler. Bu halkın yerel yönetimden tamamen dışlanması anlamına gelir. Belediye başkanları, belediye meclisleri aslında sıradan, merkezi hükümetin artık ilgi göstermeyeceği, kendisine artı bir kazanç, artı değer, oy vb. sağlamayacağına inandığı alanlarda “faaliyet gösterebilecek.” İşte çöp topla, kaldırımları düzelt, yağmuru yönlendir, spor falan da yaptırabilirsin, konser de düzenle ama bana da sor… gibi alanlara indirgeniyor belediyelerin görev ve sorumlulukları. Biraz abartmış olabilirim, o zaman diyebilirsiniz ki bunlardan biraz daha fazla. İKİ BELEDİYE FARKI Bu düzenleme isteği ne zaman ortaya çıktı? CHP’nin ana belediyeler ve daha fazlasını seçimle kazanmasından sonra. Ve en önemlisi halka hizmetlerinin, bu belediyeler AKP’nin elinde olduğu zamanlarla kıyaslanamayacak ölçüde memnuniyet doğurması üzerine… CHP’li belediyeleri özellikle de yıllardır süren kronik ve sürekli ekonomik koşullar nedeniyle zor durumda kalan kendi halkının her kesimine ulaşmaya ve yardımcı olmaya çalıştı. Öğrenci yurtlarından tutun, İstanbul’da 111 kreş açarak anneleri rahatlattı ve çalışma hayatına kazandırdı. Diğer hizmetlerini saymıyorum. Bursa Osmangazi Belediyesi 11 kreş açmış, önceki gün öğrendim. Özetle belediyenin gelirleri çeşitli biçimlerde halka geri dönüyor. NASIL OLUR BU!? Anladığım kadarıyla AKP’nin buna aklı basmıyor, nasıl olur bu, biz bunların hiçbirini yapmazken… Nasıl olur da şöyle dallı budaklı bir yolsuzluk yapmazlar? (Ortaya çıkarsa hesabını versinler, bu ayrı konu) Belediyeler halka en yakın, halkla iç içe temas halinde kuruluşlar. Merkezi hükümet ise halka o kadar uzak bir yönetim. AKP belediyeleri ahtapotun kolları gibiydi. İstanbul Büyükşehir 50’ye yakın yolsuzluk dosyası hazırladı, açıkladı ve savcılığı verdi. Derken o zamanki İçişleri bakanı, tabii ki arkasında Saray ve tabii ki hükümet, dosyalara, biz inceleyeceğiz diye el koydu. Tüm dosyalarda ahtapotun kolları vardı ve hiçbiri takibata uğramadı. Aynı şekilde Ankara Büyükşehir Belediyesi’ni babasının yemece çiftliği gibi kullanan kişi hakkında da yolsuzluk dosyaları hazırlandı, Murat Ağırel bu dosyalar hakkında Talan kitapları yazdı ve hiçbir yolsuzluk asla takibata uğramadı veya savcılıklara yapılan bazı başvurular kirli dolaplara tıkıldı. Ahtapotun dokuz değil onlarca kolu o dosyalardaydı. AKP BAKTI Kİ… Evet baktı ki artık bizim bu belediyeleri geri almamız mümkün olmayacak, o halde yetkilerini kısalım, onları da önemli ölçüde bize bağlayalım, kontrolümüz altına alalım, istediklerini yapamasınlar, halka hizmetlerini keselim. Evet işin özü bu. Olay “Silkeleyin” komutu ile başladı. AKP zamanından beri süregelen büyük borçlara karşılık İller Bankası ödenekleri on milyonlarca kesilmeye başlandı. Şimdi ise yeni bir belediyeler yasası ile belediyeleri, daha doğrusu halkın yönetimlerine ve seçme iradesine el koyacaklar. Bir boğma işleri devrede… Bu aslında halkı kendi aleyhlerine döndürecek bir bumerang etkisi yaratacağını bile tartışmıyorlar.

Source: Orhan Bursalı


Erdoğan’ın alternatif evreni – İlker Yıldız

Türkiye’de siyaset, yalnızca kurumsal yapıların rekabetiyle değil, aynı zamanda gerçeklik algısının nasıl inşa edildiğiyle de şekilleniyor. Özellikle son on yılda iktidar, yalnızca ekonomik ya da güvenlik politikalarıyla değil, “gerçekliğin anlatımı” üzerinden de bir hegemonya kurmaya çalışıyor. Bu çaba, sadece bir propaganda stratejisi değil; adeta bir “gerçeklik rejimi” inşasıdır. Artık Türkiye’de yalnızca “ne yaşandığı” değil, “yaşananların nasıl anlatıldığı” da siyasetin temel rekabet alanlarından biri. Özellikle ekonomik gerçeklik ile siyasal söylem arasında açılan mesafe, bu durumun en görünür göstergesi. Geniş toplumsal kesimlerin deneyimlediği yoksullaşma ile iktidarın çizdiği büyüme ve refah tablosu arasındaki çelişki, bizi “posttruth” (gerçeklik sonrası) kavramına yaklaştırıyor. Post-truth siyasette, kamuoyunun bilgiye değil; duyguya, sadakate ve kimliğe yaslanarak pozisyon aldığı bir zemin oluşur. Bu bağlamda siyasi lider, klasik anlamda bir programın temsilcisi olmaktan çıkıp bir inanç sisteminin odağına yerleşir. Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan etrafında şekillenen politik bağlılık, tam da bu tür bir dönüşümün belirtisidir. Öyle ki seçmenler kişisel olarak deneyimledikleri ekonomik zorluklara rağmen, “herkesin arabası var, kriz yok” gibi söylemleri benimseyebiliyor. TERSİNE TOTALİTARİZM Bu durumu yalnızca bilgi eksikliğiyle değil; ideolojik inşanın bireyin gerçeklik algısını şekillendirmesiyle açıklamak gerekir. Başka bir deyişle, bu anlatı bireylerin sadece neye inandıklarını değil, neyi gerçek kabul ettiklerini de belirliyor. Bu alternatif evrenin inşasında medyanın taşıyıcı rolü dikkat çekici. Siyaset teorisyeni Sheldon Wolin’in “tersine totalitarizm” kavramı, bu durumu açıklamak için işlevsel olabilir. Wolin, modern otoriter rejimlerin klasik baskı yöntemlerinden çok, medya ve kültür yoluyla “rızaya dayalı bir kontrol” mekanizması kurduğunu savunur. Türkiye’de de medyanın büyük bölümünün iktidar kontrolüne geçmesiyle birlikte, gerçekliğin toplumsal düzlemde yeniden üretildiği bir alan oluştu. Burada yalnızca bilgi değil, duygu da yönlendirilir. Böylece alternatif evrende tüm olumlu gelişmeler Erdoğan”ın kararlılığına; tüm sorunlar ise “muhalefetin beceriksizliği”ne bağlanabilir duruma gelir. Bu sistemin en dikkat çekici boyutu, iktidar partisine oy veren seçmenin rasyonel değil dogmatik bir bağlılıkla hareket etmesi. Böyle bir politik sistemde parti programından, adaydan ya da performanstan bağımsız bir sadakat ilişkisi oluşmuştur. Bu da siyaset biliminin “karizmatik otorite” tanımıyla örtüşür. İNŞA EDİLEN GERÇEKLİK İşte bu nedenle Erdoğan’ın CHP lideri Özgür Özel’e söylediği “Şu anda elindeki boş veya dolu sandalye sana yeter. Tepe tepe kullan. Erken seçim hesaplarıyla heba ettikleri vakitleri, millete hizmete harcasalar, belki milletin gönlüne girebilmenin bir yolunu bulabilirler” sözü yalnızca muhalefeti hedef almakla kalmaz; aynı zamanda kendi seçmenine sunduğu alternatif evrenin iç tutarlılığına da işaret eder. Oysa CHP, 31 Mart seçimlerinde birinci parti olarak zaten halkın gönlüne girdi. Anketler, AKP ile arasındaki farkın açıldığını gösteriyor. Bu durumda Erdoğan’ın söylemi, yalnızca gerçeği çarpıtan bir siyasal strateji değil, belki de artık kendi inandığı bir anlatı haline gelmiş durumda. Ancak bu inşa edilmiş gerçeklik çatırdamaya başladı. 2019 ve 2024 yerel seçimleri, büyükşehirlerdeki iktidar kayıpları, seçmenin artık bu anlatıyı sorgulamaya başladığını gösteriyor. YAŞANAN KIRILMA UYANIŞ YARATABİLİR Bu anlam arayışının temsilcisi ise muhalefet içinde en çok Ekrem İmamoğlu figüründe vücut buluyor. İmamoğlu’nun 2019’dan beri sistematik biçimde hedef alınması, 18 Mart’ta diplomasının hukuk olarak iptal edilmesi ve 19 Mart’ta gözaltına alınması ve tutuklanması onun bu alternatif evrenin dışındaki bir gerçekliği temsil etme potansiyeline sahip olmasındandır. Çünkü alternatif evrende açılacak bir gedik, tüm yapının çökmesine neden olabilir. Christopher Nolan’ın Inception filminde olduğu gibi, bir rüya içinde yaşadığına inananlar, gerçeğe temas ettiklerinde önce inkâr, sonra uyanış yaşar. Türkiye’de de muhalefet için temel görev, bu farkındalığı çoğaltacak siyasal anlatılar geliştirmektir. Alternatif evrenin katmanları ancak sorgulama yoluyla kırılabilir. Genç kuşaktaki eleştirel potansiyel, büyükşehirlerdeki siyasal dönüşüm, her siyasal dönüşümün iktidar tarafından cezalandırılması ve artan ekonomik sıkışmışlık, bu kırılmanın zeminini oluşturuyor. Ve eğer bu kırılma derinleşirse, Türkiye uyanabilir. Gerçekliğin, yalnızca anlatılan değil, ortak akılla doğrulanan bir şey olduğunu yeniden hatırlayabiliriz. Ama iktidar cephesinde her şey bu rüyanın sürmesi için seferber ediliyor. Çünkü o rüya yıkıldığında, yalnızca bir siyasal iktidar değil; onun etrafında kurulan bütün bir inanç sistemi çökecek. Ve işte tam da bu yüzden, katmanlar kırılmasın istiyorlar. İLKER YILDIZ SİYASET BİLİMCİ, YAZAR

Source: Olaylar Ve Görüşler


Ecevit ABD’ye ‘hayır’ dedi 10 ayda hükümeti yıktılar

28 Mayıs 1925 tarihinde İstanbul’da dünyaya gelen Türk siyasetinin efsane “Karaoğlan”ı Bülent Ecevit 100 yaşında… Ecevit Ailesi’nin yakın dostu, yazdığı RAHŞAN ve ECEVİT’İN ANILARI isimli kitaplarla adeta “Ecevit tarihçisi” haline gelen gazeteci Mehmet Çetingüleç’le konuştuk.

Çetingüleç, Ecevit’in başında bulunduğu DSP-ANAP-MHP hükümetini ABD’nin 10 ay gibi kısa bir sürede yıktığını söyledi. Peki nedeni neydi? Mehmet Çetingüleç anlatıyor:

BAŞINA GELMEYEN KALMADI

“Ecevit 15 Ocak 2002’de ABD’ye giderek Başkan George Bush ile görüştü. ABD’nin Irak’a yapacağı operasyona karşı çıktı. Türkiye’ye döndükten sonra başına gelmedik şey kalmadı: Partisi parçalandı, ABD’den ithal edilen Kemal Derviş’in de rol aldığı bir operasyonla en yakınındaki isimler dahi ayrılıp yeni parti kurdu. Kendisi aniden rahatsızlanıp hastaneye kaldırıldı. Koalisyon ortakları Bahçeli ve Yılmaz birbirine girdi. Bahçeli erken seçim resti çekti. ABD ziyaretinden 10 ay 18 gün sonra Türkiye 3 Kasım 2002 tarhinde erken seçime gitmek zorunda kaldı.DSP, MHP ve ANAP barajın altına düşerek parlamento dışında kaldı. Ecevit gitti.”

Bülent Ecevit Kemal Derviş ile

SAYGINLIĞIMIZI KORUDUK

Çetingüleç, konuyu Ecevit’le de konuşmuş. İşte Ecevit’in anlattıkları:

-“O vakitteki savaşa, yani işgale Amerika’nın istediği gibi katkıda bulunmuş olsaydık, tabii Amerika bizi hoş tutardı. Hem DSP daha güçlü olurdu, hem de Amerika Türkiye’ye daha çok yardımda bulunurdu. Ama biz bölgede ve dünyada saygınlığımızı büyük ölçüde kaybederdik. Irak’ta Türkiye Amerika’nın istediği adımları atmadı. Amerika bizimle ipleri koparma noktasına geldi. Bunu açıkça ifade ettiler. ‘Artık kapılarımız size kapalı’ dediler.”

Rahşan Ecevit ise olayları şöyle özetlemiş:

-“Amerika gezisinden sonra DSP’den kopmalar başladı. Parti bölündü. Böylece Amerika Ecevit’ten kurtulmuş oldu. Daha sonra Irak’la ilgili çalışmalara başladılar. Bence Irak politikamızın bunda etkisi vardı.”

Ecevit: Etle tırnak gibiyiz Türk-Kürt ayrımı imkansız

Rahşan Hanım verem hastalığına yakalanmış ve GATA’da tedavi altına alınmıştı. İyi beslenmesi gerekiyordu. GATA’daki tedavisi bittikten 1 gün sonra Ecevitler ve Tülay-Mehmet Çetingüleç çifti Gölbaşındaki “Belçikalı’nın Yeri” isimli restoranda akşam yemeğine gitti. Yemekte Türk-Kürt ayrımcılığı üzerine uzun süre sohbet etme imkanı buldular.

Ecevit Başbakan iken Öcalan yakalanmıştı.

‘NASIL AYIRACAKSINIZ’

Gündemde hükümetin Kürt açılımı vardı. Başbakan Erdoğan Diyarbakır konuşmasında “Kürt sorunu”, “Kürt realitesi” gibi ifadeler kullanıp, daha çok demokrasi vaat etmişti. MHP, PKK’nın da bu ifadeleri kullandığını hatırlatarak tepki gösteriyordu.

Ecevit ise tartışmalara farklı bir boyuttan yaklaşıyordu. Ailesinden örnek vererek anlatmaya başladı:

“Benim büyük babam Kastamonu-Dadaylı din bilgini Mustafa Şükrü Efendi’dir. Dedem Kürt asıllıydı. Kastamonu’nun Daday ilçesi o dönem Kürtlerin yaşadığı bir bölgeymiş. Anne tarafım ise Osmanlı sarayına dayanıyor. Büyük annemin kocası Suudi Arabistan’da kutsal toprakları muhafaza etmekle görevlendirilen Şeyh-ül Haremeyn Hacı Emin Paşa. Annemin büyük babası ise Salih Paşa’dır. Şimdi bizler ne oluyoruz? Kürt mü, Türk mü? İki toplum öylesine iç içe geçmiştir ki, Kürt-Türk diye ayrım yapmak imkansız. Böyle bir ayrımın hiç kimseye ve ülkeye faydası olmaz. Kurtuluş Savaşı’nı birlikte vermişiz. Gelibolu’da birlikte savaşmışız…

Ecevit’in babası Prof. Fahri Ecevit oğluna büyük babasının Kürt olduğunu söyleme gereği bile duymamıştı. Ecevit, uzun yıllar sonra bir mezarlık ziyareti sırasında, Kürt asıllı olduğunu öğrenmişti. Mezar taşında “Kürtzade Mustafa Şükrü Efendi” yazıyordu…

CHP Ankara Milletvekil Bülent Ecevit 2’nci Meclis binası önünde (1 Ocak 1958)

Ecevit Üniversitesi

Mehmet Çetingüleç, Ecevit’le sohbetlerinde sosyal bilimler alanında güçlü akademik kadroya sahip bir ECEVİT ÜNİVERSİTESİ kurulması fikrini de tartıştıklarını söyledi.

Ecevit, sohbet sırasında “Bunu ben istersem, kendimi fazla önemsemiş olurum” demiş ve Yılmaz Büyükerşen gibi isimlerin öncülük etmesini istemiş. Çetingüleç “CHP’nin Ecevit’e vefa borcunu ödemesi için, hukuk, gazetecilik, siyaset bilimi alanlarında bir üniversite kurulmasını sağlaması gerekiyor” dedi.

Musul vasiyeti

Prof. Dr. Yalçın Küçük, 2005 yılının Ocak ayında müthiş bir iddia ortaya attı. Küçük, Atatürk’ün İnönü’ye, onun da Ecevit’e “şartlar elverdiğinde Musul’u alın, bu hakkımızdır” vasiyetinde bulunduğunu söyledi. Ecevit’e bu konuya şöyle açıklık getirmiş: “Evet, rahmetli İnönü bana Musul’un hakkımız olduğunu söylemişti. Atatürk de aynı düşüncedeymiş. Kıbrıs kadar haklı bir dava. Türkiye’nin geleceği ve çıkarları söz konusu. ABD’ye rağmen bunu yapabilmeliyiz. Unutmayalım, 1974’te Kıbrıs harekatını ABD’ye rağmen yapmıştık…”

Başbakan Ecevit, Yardımcısı Erbakan ve Genelkurmay Başkanı Semih Sancar ile Kıbrıs Harekatı’nın planlarını değerlendiriyor.

Kıbrıs zaferinin perde arkası

Mehmet Çetingüleç, Kıbrıs Barış Harekatının perde arkasını da şöyle anlattı:

“Ecevit, 26 Ocak 1974 tarihinde Başbakan olunca ilk talimatı Kıbrıs çıkarması için hazırlıkların gizli bir şekilde başlatılması oldu. Yaklaşık 6 ay sonra 20 Temmuz 1974 tarihinde Kıbrıs Barış Harekatı başlatıldı. Amerikalılar o sırada hala Ankara’da Ecevit’I vazgeçirmeye çalışıyordu. ABD Dışişleri Bakanlığı temsilcisi Cisco Ecevit’in odasındaydı. Harekatın ne zaman başlayacağını sordu. Ecevit saatine bakıp ‘şu anda başladı’ dedi. Telaşlanan Cisco ’Havaalanı kapanabilir ben gideyim’ dedi. Ecevit ‘iyi olur. Daha sonra yine bekleriz’ karşılığını verdi. O sırada ABD’li bir başka diplomat Ecevit’in kulağına eğilerek ‘Sizi tebrik ederim’ dedi.”

AKDENİZ’DE KALMALIYIZ

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin 3 bin 355 kilometrekarelik bir Alana sahip olduğuna dikkat çeken gazeteci Mehmet Çetingüleç “Bu 10 bin uçak gemisi büyüklüğüne tekabül ediyor. Türkiye Doğu Akdeniz’de kalıcı olarak varlığını korursa, oradaki 3 trilyon dolarlık gaz ve petrol rezervine de ortak olur” dedi.

Source: Saygı Öztürk


‘Saray rejiminde refah değil icra geldi’

2025’in ilk 5 ayında icra dairelerine UYAP üzerinden gelen yeni dosya sayısı 4 milyon 24 bine ulaştı. CHP Mersin Milletvekili Gülcan Kış, vatandaşın borç yükündeki çığ gibi artışına dikkat çekerek, “Bu düzen halkın değil, sarayın düzeni. Başkanlık gelecek, her şey düzelecek dediler; her şey katlandı. Katlanan borç oldu, zam oldu, vergi oldu, zulüm oldu” ifadelerini kullandı.

Kış, yaptığı açıklamada “Yılbaşından bu yana sadece icra takibine giren bireysel borçlarda 56 milyar liralık artış yaşandı. Artık kredi kartı borcu ödenemeyen bir lüks değil, temel gıda harcaması haline geldi” dedi.

4 KİŞİDEN 1’İ İCRALIK

İcra dairelerine UYAP üzerinden gelen yeni dosya son bir yılda 1.5 milyon artış gösterdi. Türkiye’de her dört kişiden biri icralık. Her gün ortalama 26 bin yurttaş icra dairesinin yolunu tutuyor.

Source: Haber Merkezi


Her 4 kadından biri yaralı

Kadına Karşı Şiddet ve Ayrımcılığın Önlenmesine Yönelik Meclis Araştırma Komisyonu, 927 sayfalık taslak raporunu hazırladı. Raporda, kadın cinayetlerinin ve şiddetin nedenleri net şekilde ortaya koyuldu. Kadın cinayetlerin yüzde 48″inin anlık gelişen veya kronik hale gelmiş tartışmalar, yüzde 25″inin kıskançlık, yüzde 10″unun ayrılığı kabul etmeme, yüzde 9″unun boşanma süreci, yüzde 8″inin diğer sebeplerle gerçekleştiği tespit edildi. Kadının çok genç yaşta, düşük gelire sahip, ayrılmış/boşanmış, gebe olmasının, çocukluk çağında cinsel istismara uğramasının, çocukluk çağında şiddete maruz kalmasının, ebeveynler arasındaki şiddete tanıklık etmesinin, psikolojik rahatsızlıkların, engellilik durumunun, kronik hastalıkların, alkol/uyuşturucu madde kullanımının şiddete maruz kalma riskini artırdığı görüldü. Kadına yönelik şiddet uygulayanların yaklaşık 3″te 2″si kadının bir yakını ya da tanıdığı kişiler olduğuna dikkat çekildi. Bu kişilerin ise özellikle eş, eski eş veya yakın ilişkide bulunulan kişiler olduğu görüldü. Türkiye”de yaşamının herhangi bir döneminde eşi ya da birlikte olduğu kişinin fiziksel veya cinsel şiddetine maruz kalan her 4 kadından birinin yaşadığı şiddet sonucu yaralandığı kaydedildi. Şiddet sonucu yaralanan her 10 kadından 6″sı ise birkaç defa veya daha fazla defa, her 2 kadından biri ise en az bir defa tedavi olmayı gerektirecek derecede ciddi düzeyde yaralandığını belirtti. ERKEKLERE PSİKOSOSYAL DESTEK Raporda, yapay zekâ ve büyük veri analitiği kullanılarak şiddet riski taşıyan durumlar için erken uyarı sistemleri geliştirilmesi, kadına yönelik şiddet türleri de dahil hazırlanan risk ve şiddet haritasının sürekli güncellenmesi önerildi. Erkeklere psikososyal destek hizmetlerinin verildiği ayrı birimlerin oluşturulması, boşanma davalarının adli tatilde de görülebilmesine imkân sağlayan mevzuat düzenlemesi yapılması tavsiye edildi.

Source: Burcu Şen


İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde işçiler greve gidiyor

İzmir”de daha önce Çiğli, Buca, Karabağlar, Konak, Gaziemir ilçelerinde çalan grev çanları bu kez de Büyükşehir Belediyesi için çalmaya başladı. İzmir Büyükşehir Belediyesi”ne bağlı İzelman, İzenerji ve Ege Şehir Planlama şirketlerinde örgütlü DİSK”e bağlı Genel İş Sendikası adına toplu iş sözleşmesi görüşmelerini yürüten Sodem-Sen arasında bir süredir devam eden toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde bir türlü anlaşma sağlanamadı. Eğer taraflar el sıkışamazsa, 22 bin belediye çalışanı greve çıkacak. Belediye işçilerinin iş bırakması ile kentte birçok hizmet durma noktasına gelecek.

Source: Ertan Gürcaner


Kişi başı gelirler de dikkat çekiyor! İşte doğurganlık hızı yüksek ve düşük ülkeler

TÜRKİYE GAZETESİ/Ö. Faruk Bingöl- Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından geçtiğimiz günlerde 2024 yılına ilişkin doğum istatistikleri açıklanmıştı. Buna göre “doğurganlık hızı” 2024″te 1,48 çocuk olarak gerçekleşti. Bir kadının doğurgan olduğu 15-49 yaş grubu dönem boyunca doğurduğu ortalama çocuk sayısı “doğurganlık hızı” olarak tanımlanıyor. Nüfusun yenilenme düzeyi ise 2,1″de bulunuyor. Veriler, Türkiye’nin son 8 yıldır “yenilenme” düzeyinin altında kaldığını da gösterdi.

ERDOĞAN DA DİKKAT ÇEKMİŞTİ!

Konuyla ilgili değerlendirmede bulunan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da “Türkiye”nin doğurganlık hızı tarihimizde ilk defa 1,48″e gerilemiş durumda. Bu bir felaket. Bu rakam, kritik eşik olan 2,1″in çok altında bir seviyedir. Kişi başına düşen gelirin şu anki seviyenin beşte biri olduğu dönemlerde ülkemizin doğurganlık hızı yaklaşık 2 kat daha fazlaydı. Yıllar içerisinde, refah seviyesi yükseldikçe birçok sebepten ötürü doğurganlık hızımız düşmeye başladı” dedi.

DOĞURGANLIK HIZI EN DÜŞÜK 10 ÜLKE

Avrupa ülkelerine bakıldığında Eurostat tarafından açıklanan 2023 verilerine göre doğurganlık hızı en düşük ilk 10 ülke ve bu ülkelerin kişi başı milli gelirleri şöyle:

1-Malta: 1,06 (Milli gelir 35.678 dolar)

2-İspanya: 1,12 (Milli gelir 34.413 dolar)

3-Litvanya: 1,18 (Milli gelir 32.086 dolar)

4-Polonya: 1,20 (Milli gelir 28.393 dolar)

5-İtalya: 1,21 (Milli gelir 37.386 dolar)

6-Lüksemburg: 1,25 (Milli gelir 58.646 dolar)

7-Yunanistan: 1,26 (Milli gelir 25.584 dolar)

8-Finlandiya: 1,26 (Milli gelir 40.285 dolar)

9-Estonya: 1,31 (Milli gelir 29.562 dolar)

10-Avusturya: 1,32 (Milli gelir 45.842 dolar)

DOĞURGANLIK HIZI EN YÜKSEK 10 ÜLKE

Yine Avrupa’da doğurganlık hızı en yüksek ilk 10 ülke ve bu ülkelerin kişi başı milli gelirleri ise 2023 Eurostat verilerine şu şeklide sıralanıyor:

1-Bulgaristan: 1,81 (Milli gelir 23.190 dolar)

2-Fransa: 1,66 (Milli gelir 38.621 dolar)

3-Moldova: 1,62 (Milli gelir 15.855 dolar)

4-Sırbistan: 1,62 (Milli gelir 25.718 dolar)

5-İzlanda: 1,55 (Milli gelir 66.880 dolar)

6-Macaristan: 1,55 (Milli gelir 28.439 dolar)

7-Romanya: 1,54 (Milli gelir 28.908 dolar)

8-Slovenya: 1,51 (Milli gelir 34.744 dolar)

9-Danimarka: 1,50 (Milli gelir: 49.299 dolar)

10-İrlanda: 1,50 (Milli gelir 61.972 dolar)

RAKAMLAR NE SÖYLÜYOR?

-Doğurganlık hızı en düşük olan ülkelerde ilk 3’te yer alan Malta, İspanya ve Litvanya’da kişi başı gelir 30 bin doların üzerinde…

-Doğurganlık hızı en yüksek ülkelerde ise kişi başı gelirin (bazı istisna ülkeler hariç) daha düşük olduğu görülüyor.

-AB”de 2023 yılında ortalama doğurganlık hızı 1,38 olarak gerçekleşti.

-Avrupa’da kadınların ilk çocuklarını doğurdukları ortalama yaş 29,8 olurken, bu yaş Bulgaristan”da 26,9’a kadar geriliyor.

Source: Ömer Faruk Bingöl


Özgür Özel”den dikkat çeken “kayyum” açıklaması

CHP Genel Başkanı Özgür Özel Halk TV canlı yayınında soruları yanıtladı.

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan”ın İBB operasyonlarına yönelik kullandığı “ahtapot” betimlemesine dikkat çeken Özel, “Yarın (bugün) grup toplantısında sadece Erdoğan”ın gördüğü ahtapotu göstereceğim. En kötüsü Fatih değil. Fatih”te bunlar varsa Esenler”i sen düşün diyeceğim” bilgisi verdi.

ŞİMŞEK GÖREVDEN ALINACAK MI?

Yeni Şafak”ın, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek”i hedef alan manşetlerine ilişkin olarak değerlendirmede bulunan Özel, Şimşek”in görevden alınacağına ilişkin bazı duyumlar aldığını öne sürdü. Özel, “Şimşek birileri ile görüşüyor, benim de kulağıma geliyor. Kendine göre bir B planı kuruyor, bir çıkış yolu arıyor. Ama onun isteğine kalmayabilir, bayram tatili sırasında yapmaya çalışırlar. Yeni Şafak dediğin AKP”nin Pravda”sı; onun yerine Mehmet Şimşek”e vuruyor” dedi.

SENİNLE MENEMEN DAHİ YAPMAM

Cumhurbaşkanı”nın Erdoğan”ın partisine yönelik “birlikte Anayasa yapalım” çağrısına da tepki gösteren Özel, “Sen bütün muhalifleri içeri atacaksın, yargı eliyle disipline etmeye çalışacaksın, ondan sonra da olay eksiksiz demokratik bir ülkede geçiyormuş gibi geleceksin birlikte Anayasa yapalım diyeceksin. Menemen yapmam seninle, anayasa yapmakmış!” ifadelerini kullandı.

Özel, Sosyalist Enternasyonel Toplantısı”nda tutulan “Free İmamoğlu” pankartının DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları tarafından kaldırılmadığı iddialarına da açıklık getirdi. Özel, “Tülay Hanım bana dedi ki “Kapanış toplantısında birlikte gösterelim, dayanışmasızlık gibi algılanmasın.” Bunu köpürtmek isteyenler var. Birileri “Muhalefet bölünüyor, İmamoğlu”na DEM destek vermedi” demek istiyor” dedi.

Özgür Özel”in açıklamasından öne çıkan satır başları şöyle:

– Kurultay davasının bir reytingi yok. Parti içinde bir tartışma arayan varsa AK Partiyi tavsiye ederim, Yeni Şafak”ı takip etsinler.

– Doğrusu şu CHP dimdik ayakta. Derdimiz tasamız, Ekrem Başkanımız, Belediye Başkanlarımız, Meclis üyelerimiz ve sandığın gelmesi.

– Önceki Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı, partiden ihraç edildi. Üslupsuz sözleri vardı. Onun için kurduğum her cümle nefes israfı. Onun hakkında konuşsam çok kötü şeyler söylerim. Değmez. Kemal Bey hakkında hiç kötü bir şey söylemem. Ben mevcut genel başkanım, temel görevim önceki genel başkanlarıma en üst düzeyde saygı göstermek görevim. Önceki genel başkanlarımın beni eleştirme hakkı var ama benim yok.

İBB”YE KAYYUM ATAMAK İÇİN BEKLEDİRLER, PÜSKÜRTTÜK

– Biz kayyumu partinin karşısından çevirdik. İBB”ye kayyum atamak için beklediler, onu geri püskürttük. Şimdi böyle bir şey yapmak isterlerse bizi değil onları yıpratacağı açık. Bu kadar CHP birlik ve beraberlik içinde ilerlerken, AKP ile farkı açıyorken cevabı en iyi CHP”liler verir zaten. Bana direnişi örgütlemek ve ona liderlik etmem gerekiyordu. Yaptım.

– Bana karşı bir saldırı olursa da sahip çıkması gerekenler yapması gerekenleri yapar. CHP”yi kimse MHP ile karıştırmasın. Düne kadar en ağır lafları söylediği AKP”nin baş destekçisi olacak, parti için mücadelenin AKP”nin faydalandığı bir durum olmaz. Kurucusu İsmet Paşa”nın dürüstlüğünden gelen, Bülent Ecevit”in cesaretinden gelen bir gelenekten geliyoruz. 47 yıldır toparlayamıyorduk kendimizi, Ecevit”ten sonra kendimize geliyoruz.

DEM KENDİ KİTLESİ OLAN BİR PARTİ

– Sosyalist Enternasyonalde delegelere Free İmamoğlu dosyaları verildi. DEM Parti”nin özel durumu var. 3 delegesi ve iki eş genel başkan vardı. Eş Genel Başkanların önünde o yüzden yoktu. Tülay hanım bana dedi ki kapanış toplantısında birlikte gösterelim, dayanışmasızlık gibi algılanmasın. Bunu köpürtmek isteyenler var. “Muhalefet Ekrem İmamoğlu”na destek vermedi” demek istiyorlar. Amaç muhalefeti parçalaştırmak ve parçaları yalnızlaştırıp yok etmek.

– Bu iki partiye de hakaret. Sen 9 yıldır Demirtaş”ı ve Yüksekdağ”ı içeride tutacaksın. “Benim aklıma böyle bir oyun geldi” deyip DEM”i çağıracaksın. O da gelecek. Kendi kitlesi olan bir parti. Sende siyasetin anahtarı mı var? CHP kimsenin peşine takılmayan, birlikte olması gerektiğinde birlikte olan. Daha kurultaydan bir ay sonraydı. Kuzey Irak”tan şehit haberleri geldi. Önümüze bir kağıt geldi. Terörü lanetlemek için. Bu üs bölgesi karda kışta faydası yokken, barakalaştırılmış çadırda neden vardı, dedik. Şehit cenazesinde üstüme saldırdılar.

ERDOĞAN”I ZOR İKNA ETMİŞLER

– İlk yola çıktıklarında 19 Mart sabahı terör meselesi vardı. Kayyum istemiş ama Erdoğan”ı zor ikna etmişler. Bu Ankara”da konuşulan bir şey. Artık gizli bir şey değil. Biz gittik belediyeyi seçilmiş bir meclis üyesine verdik ve geri döndük.

– O başladıkları işte aynı heveste gitmiyorlar. Bunun evreleri var. 1. evre ilk operasyonun yapıldığı salt mutlak iftira evresi. Bundan sonra TRT ve kendi kanalarını dizayn ettiler. 560 milyon yolsuzluk yok bin 200 telefon. Bizim sineceğimizi hatta birbirimizden şüpheye düşeceğimizi beklediler. Bu koltukta Ekrem Başkanın namusuna kendi namusu kadar inanan biri olmasa hepimiz giderdik.

MASAK RAPORU PEÇETE ÇIKTI

– MASAK raporu dediler peçete çıktı. Ekrem İmamoğlu”na diyorlar yüzde 5 değerinde arsa almışsınız, o para kapora çıkıyor. Bu yalanların hiçbirini kanıta kavuşturamadılar. Sonraki evreye döndüler, içeridekileri itirafçılaştırma baskı evresi. Bir kadın tutukluyu gözaltındaki gibi doktora götürdüklerini söylüyorlar. Bir gidiyor ki savcı var ve “sen bu ifadeni ver buradan evine git” diyor. SEGBİS”te “5 dakikan var ya ifade ver ya da 20 sene kimseyi göremezsin” diyor.

– O kadar çok insan “Gel itirafçı ol” baskısını ifşa etti ki yapamıyorlar. Tutukluları sürgün ediyorlar neden psikolojik harp yürütüyorlar. Hukukta önde olsa psikolojik savaşa girer mi?

MANSUR BEY HER GÖREVE LAYIK BİRİ

– Hani bir huzursuzluk varsa sabah ilk uyandığınızda aklınıza gelir ya, onun da aklına kendi sesi geliyor. “İstanbul”u kaybeden Türkiye”yi kaybeder.” Çünkü Ekrem Başkan İstanbul”u kazandı, Türkiye”yi de kazanacak. Ben cumhurbaşkanı adayımla haftalık olağan görüşmemi yapıyorum. Bu devlet geleneğinde var. Cumhurbaşkanı ile başbakan haftalık görüşme yapar. Ben de o özgür kalana kadar haftalık görüşmelerime devam edeceğim. Onun tek umudu bizim birbirimize düşmemiz.

– Ekrem Bey ile Mansur Bey”in arasını açmak. Benim Ekrem İmamoğlu”nu hapisten çıkarmak, aday yapmak ve kazandırmak suretiyle ülkeye demokrasi getirme hedefim var. Kendime dair hesabım yok.

– Mansur Bey benim gözümde her göreve layık biri. İşini de en iyi şekilde yapıyor. Bir yedek yok. Onu alır Adana”da Zeydan Karalar var. Muğla var Aydın var Eskişehir var. Ben sadece yokum bu süreçte. Kendime genel başkan olduğum gün bu hesapların içinde olmayacağıma söz verdim. Benim işim parçalamak değil birleştirmek.

– Terörsüz Türkiye”ye niye karşı olayım? Tutuksuz yargılama istiyorum. TRT”den yayın istiyorum. 3T. Bunlar suçtan suçluyu bulmuyor. Kişinin altını kazıp suç çıkartmaya çalışıyor. Bizim anayasamız bir hakim siyasete girerse hakimliğe geri dönemiyor. Ama bakan yardımcısı dememiş diye Akın Gürlek İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına getirilmiş. O kişinin yaptığı soruşturmalar siyasidir.

– O Zekeriya Öz”e kefildi. Ben Mustafa Balbay”a, İlker Başbuğ”a kefildim. Şimdi bir başkasına kefil oluyor. Sen bir kez daha hata yapma ama tarih tekerrürden ibaret ama ders çıkar. O günün yalancı şahitleri hapiste sürünüyor. Zorla iftiracı yapılanlara sesleniyorum. Erdoğan “Kandırıldım” der, öbürü kaçar kendini kurtarır. Herkes aklını başına alsın.

ANAYASA ÇİĞNEYENLE ANAYASA YAPILMAZ

– Ben süreci tıkayan değilim, teröre ve silaha giden para emekliye gidecekse neyin karşısında olacağım? Ama buraya kadar gidip İBB Başkanını da Demirtaş”ı da Özdağ”ı da içeride tutma. Kavala çıksın, Gezi”deki arkadaşlarımız çıksın.

– Anayasa masası toplumsal mutabakat masasıdır. Sen devleti öyle bir yönet ki bununla yapılır desinler. Benim bu şartlarda o masaya oturmam kendimi inkar etmem demek. Ben arkamda kimseyi bırakıp Erdoğan ile Anayasa yapmam.

– Bayramlaşma olmayacak. Biz İzmir Suikastinden geliyoruz, İsmet Paşa”nın yolunun kesilmesinden geliyoruz, evlat katilinin saldırısından yeni kurtulmuşuz. Bize öyle tehditler sökmez. Ekrem İmamoğlu sürecinden zarar gördük diyen AKP”liler ortada. Ben kavgayı sevmiyorum ama birisi sevdiklerime zarar verirse en güzel cevabı veriyorum.

– Bu zeminde Anayasa tartışacak bir zemin yok. Anayasa çiğneyenle Anayasa yapılmaz!

– Benim seslendiğim kitle, ne Erdoğan ne de Bahçeli. Ben AK Gençliğe sesleniyorum. 23 senedir oynadık bu maçı hep kazandı. Kimsede suç bulmadık. Kazanınca iyiydi. Bir sefer kaybetti, topu aldı gitti. Tarih önünde bir sınavları var. Erdoğan”a gidip “Neden topu vermiyorsun. Biz yeneriz” deyip maça dönsünler. Demokrasi bir tramvaydır deyip inerlerse tarihin çöplüğüne giderler.

– Erdoğan kaybettiğinde darbeye kalkışmış ve tasfiye olmuş bir lider olarak tarihe geçer ama onlar kaybolur. Reis niye şimdi, desinler. Kazanmak da var kaybetmek de var. Benim çağrım AK Parti siyasetine. Kazanmak da kaybetmek de meşrudur. Bir kişi darbeyi çıkıp ben savundum diyor mu? Gün gelecek 19 Mart”ı destekleyenler de öyle olacak.

TEMMUZDA ARA ZAM ŞARTTIR

– Emeğin başkentlerinden birinde, Bursa”da, “Ara zam hakkımız söke söke alırız” dedik. Bir şey taahhüt edip yapmazsan seçmen sana onun hesabını sorar. Mülakatı kaldıracağım dedi, kaldırmadı. Asgari ücret zam gördü. TÜİK”e göre yapılan zam 3 bin lirası gitti bile. Geçen seneden kötü duruma düşecekler. Temmuz”da ara zam yapması şarttır.

– Asgari ücret tespit komisyonu da antidemokratik. Perşembe günü DİSK”e gidiyoruz. Ardından TİS”e gidiyoruz. Cuma günü Hak-İş ve Türk-İş ile görüşeceğiz. Doğru rakamı tespit edeceğiz. Benim aklımdan bir rakam geçmiyor. İşi bilene soracağız. İşçinin de iş verenin de memnun olacağı bir ara zammı isteyeceğiz. Zammı ben yapacak değilim. Yapmazlarsa siyasi bedelini öderler.

“ŞİMŞEK ÇIKIŞ YOLU ARIYOR

– Şimşek birileri ile görüşüyor benim de kulağıma geliyor. Şimşek darbenin finans ayağı. “Bu rezervler bugünler için toplandı” dedi. Sen bu rezervler, esnafa toplama, işçi için toplama. Bundan sonra sen benim hedefimdesin. O da kendine göre bir B planı kuruyor. Şimşek bir çıkış yolu arıyor. Ama onun isteğine kalmayabilir. Yeni Şafak dediğin AKP”nin Pravda”sı. Onun yerine operasyon yapan gazete Mehmet Şimşek”e vuruyor. Bunu bayram tatili sırasında yapmaya çalışırlar.

ASGARİ ÜCRETLİDEN VERGİ ALINMAMALI

– Kur korumalı mevduat parası olana güvenli. Zengine parayı Hazineden ve Merkez Bankasından verdi. Parayı hepimizden ve düşük vergili olanlardan topladı. Bugün topanan verginin yüzde 69″u dolaylı vergi. Fabrikatörle kapısındaki bekçi aynı vergiyi veriyor. Çok kazanandan çok vergi, az kazanandan az vergi. Asgari ücret alandan hiç vergi almamak gerekiyor.

– Çıldırtacağız onları, daha neler var! İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı, yahu senin işin mi! İmamoğlu, tutuklandığı için yerine vekil seçildi, kendisi halen başkan. İddia var iddianame yok. Ta kesinleşmeye kadar Ekrem İmamoğlu suçsuzdur. Sen savcısın ya, sav sav! Savda bulunacaksın, sen yargıç değilsin, nasıl yasak getiriyorsun! İktidardan önce bu tahammül edemiyor. Ankara Cumhuriyet Başsavcısına “Sen işini bilmiyorsun, ben yapıyorum” diyor. Şımarık çocuk gibi, şımartmış Erdoğan bunu. Meslektaşlarını pas pas ettin sen.

– Grup Toplantısında sadece Erdoğan”ın gördüğü ahtapotu göstereceğim. Ben özellikle Fatih”ten başlayacağım. Savcının yöneltmediği suçlamayı ispatlanmış gibi söylüyor. Erdoğan”ın bir tek gördüğü ahtapotu grup toplantımızda göstereceğim. AKP”li belediyeler ile ilgili Cumhuriyet Başsavcısına söyledim. Sayıştay Fatih Belediyesine dair söylediklerine Akın Gürlek baksın. Başka bir ilçeyi daha açıklayacağım. En kötüsü Fatih değil. Fatih”te bunlar varsa Esenler”i sen düşün, diyeceğim.”

Source: Haber Merkezi


İsrailli aşırı sağcı bakandan skandal öneri

İsrail aşırı sağcı Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, işgal altındaki Doğu Kudüs te bulunan Mescid-i Aksa nın yerine tapınak inşa edilmesini arzu ettiğini, bütçesini kendisinin karşılayacağını ileri sürdü. İşgal altındaki Doğu Kudüs ün Eski Şehir bölgesinde Mescid-i Aksa nın Burak (Ağlama) Duvarı nda konuşan Smotrich, İsrail in Doğu Kudüs ü işgali dolayısıyla provokatif yürüyüşe katılan aşırı sağcı gruplara seslendi. Smotrich, Gazze de işgal ve daha fazla toprak gasbı için dinleyicilerden evet yanıtı aldığı konuşmasının sonunda Mescid-i Aksa ya işaret ederek, bir tapınak inşa edilmesini arzu ettiğini söyledi. İsrail aşırı sağcı Maliye Bakanı, Bütçesi benden ifadesini kullandı. İsrail de özellikle aşırı sağcı dini siyonist diye isimlendirilen kesimde, Mescid-i Aksa nın bulunduğu yerde üçüncü tapınak diye bir Yahudi mabedi kurulması çağrısı yineleniyor. İsrail, Mescid-i Aksa nın külliyesinin altında Yahudi mabedi kalıntıları olduğu iddiasıyla kazı yapıyor. İŞGAL ALTINDAKİ FİLİSTİN MAHALLERİNDE PROVOKATİF BAYRAK YÜRÜYÜŞÜ Fanatik İsrailli grupların, 1967 de İsrail in Doğu Kudüs ü işgal etmesi dolayısıyla İbrani Takvimi ne göre her yıl yaptıkları provokatif bayrak yürüyüşü pazartesi gerçekleştirilmişti. Yürüyüşte on binlerce aşırı sağcı İsrailli, Filistinlilerin yoğunlukta yaşadığı Doğu Kudüs ün Eski Şehir bölgesinden geçmiş, Araplara ölüm , Köyünüz yansın gibi sloganlar atmış, bölgedeki Filistinlilere ve basın mensuplarına saldırmıştı. İsrail polisi, yürüyüş süresince Filistinlilerin yaşadığı bölgeleri yaya ve araç trafiğine kapatmıştı. Yürüyüşe, aşırı sağcı, fanatik gruplardan gelen ve bugün hükümette kritik bakanlık görevleri üstlenen Smotrich ve Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir in yanı sıra çok sayıda İsrailli ve siyasetçi katılmıştı. İŞGAL ALTINDAKİ DOĞU KUDÜS İsrail, 1967 deki Altı Gün Savaşı nın ardından Kudüs ün doğusunu işgal etti. Uluslararası hukuka göre, Doğu Kudüs işgal altında kabul ediliyor. Ancak İsrail, 1980 de tek taraflı şekilde Kudüs ü bütün ve birleşik başkenti olarak ilan etti. İsrail in bu kararı uluslararası toplum tarafından kabul görmedi. İsrail in Doğu Kudüs te demografik dengeyi Yahudi nüfusa göre dengelemek için inşa ettiği yerleşim yerleri de uluslararası hukuka aykırı sayılıyor. Doğu Kudüs ü gelecekteki başkenti olarak kabul eden Filistin, İsrail i şehirdeki Filistinli nüfusa ayrımcılık yapmak ve kenti Yahudileştirmeye çalışmakla suçluyor.

Source: Habertürk


Mescid-i Aksa için skandal öneri! İyice zıvanadan çıktılar…

İsrail aşırı sağcı Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, işgal altındaki Doğu Kudüs”te bulunan Mescid-i Aksa”nın yerine “tapınak inşa edilmesini arzu ettiğini, bütçesini kendisinin karşılayacağını” ileri sürdü.İşgal altındaki Doğu Kudüs”ün Eski Şehir bölgesinde Mescid-i Aksa”nın Burak (Ağlama) Duvarı”nda konuşan Smotrich, İsrail”in Doğu Kudüs”ü işgali dolayısıyla provokatif yürüyüşe katılan aşırı sağcı gruplara seslendi.Netanyahu Mescid-i Aksa”nın altındaki tünelden video attı: Skandal sözlere büyük tepki!Dışişleri”nden İsrail hükümetine Mescid-i Aksa tepkisiMüzeye düşen gölge: İttifakın sonu mu?Smotrich, Gazze”de işgal ve daha fazla toprak gasbı için dinleyicilerden “evet” yanıtı aldığı konuşmasının sonunda Mescid-i Aksa”ya işaret ederek, “bir tapınak inşa edilmesini arzu ettiğini” söyledi. İsrail aşırı sağcı Maliye Bakanı, “Bütçesi benden” ifadesini kullandı.İsrail”de özellikle aşırı sağcı “dini siyonist” diye isimlendirilen kesimde, Mescid-i Aksa”nın bulunduğu yerde “üçüncü tapınak” diye bir Yahudi mabedi kurulması çağrısı yineleniyor.İsrail, Mescid-i Aksa”nın külliyesinin altında Yahudi mabedi kalıntıları olduğu iddiasıyla kazı yapıyor.İdrak etmeye başladılar! Dikkat çeken Hamas itirafı: Yenemiyoruz!ABD ve İsrail”den kritik görüşme! Trump”tan, Netanyahu”ya Gazze desteğiDünya Netanyahu”ya karşı ayaklanıyorİŞGAL ALTINDAKİ FİLİSTİN MAHALLERİNDE PROVOKATİF BAYRAK YÜRÜYÜŞÜFanatik İsrailli grupların, 1967″de İsrail”in Doğu Kudüs”ü işgal etmesi dolayısıyla İbrani Takvimi”ne göre her yıl yaptıkları provokatif “bayrak yürüyüşü” pazartesi gerçekleştirilmişti.Yürüyüşte on binlerce aşırı sağcı İsrailli, Filistinlilerin yoğunlukta yaşadığı Doğu Kudüs”ün Eski Şehir bölgesinden geçmiş, “Araplara ölüm”, “Köyünüz yansın” gibi sloganlar atmış, bölgedeki Filistinlilere ve basın mensuplarına saldırmıştı.İsrail polisi, yürüyüş süresince Filistinlilerin yaşadığı bölgeleri yaya ve araç trafiğine kapatmıştı.Yürüyüşe, aşırı sağcı, fanatik gruplardan gelen ve bugün hükümette kritik bakanlık görevleri üstlenen Smotrich ve Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir”in yanı sıra çok sayıda İsrailli ve siyasetçi katılmıştı.Netanyahu için yolun sonu! İpi çekildi! Kaçacak ülke arıyorİsrail medyası o mesajı aktardı: Trump Netanyahu”nun kalemini kırmış!İŞGAL ALTINDAKİ DOĞU KUDÜSİsrail, 1967″deki Altı Gün Savaşı”nın ardından Kudüs”ün doğusunu işgal etti. Uluslararası hukuka göre, Doğu Kudüs işgal altında kabul ediliyor.Ancak İsrail, 1980″de tek taraflı şekilde Kudüs”ü “bütün ve birleşik başkenti” olarak ilan etti. İsrail”in bu kararı uluslararası toplum tarafından kabul görmedi.İsrail”in Doğu Kudüs”te demografik dengeyi Yahudi nüfusa göre dengelemek için inşa ettiği yerleşim yerleri de uluslararası hukuka aykırı sayılıyor.Doğu Kudüs”ü gelecekteki başkenti olarak kabul eden Filistin, İsrail”i şehirdeki Filistinli nüfusa ayrımcılık yapmak ve “kenti Yahudileştirmeye çalışmakla” suçluyor.

Source: Bahadır Alemdar


Resul Tosun yazdı: Kültürel işgalin mimarı ana muhalefettir!

Bugün 27 Mayıs, kültürel işgalin pekiştirildiği alçak darbenin 65. yıl dönümü.Bu millet, batılı işgalcileri milli ve moral değerlerinin verdiği ruh ile kovmuştur.Lakin takip eden dönemde iktidara çöken zihniyet, çeyrek asır boyunca, işgale karşı direnen ruhu yasaklayıp, işgalcilerin batı kültürünü, harfinden libasına kadar memlekete dayatmıştır.Fiziki işgal kovulmuş ve kültürel işgal başlamıştır!Bin yıl İslam”ın bayraktarlığını yapan bu millet, batıcı iktidar tarafından kültürel olarak batıya teslim edilmiş, İslam”ın toplumdan ve kamudan uzaklaştırılması esasını dayatmıştır.Toplumun sessiz direnişi karşısında sisteme entegre edilen vesayet odaklarıyla zihniyet işgali, baskıyla sürdürülmüştür.27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan baskıların yenilendiği tarihlerdir.Öyle ki şairin ifadesiyle bu millet öz vatanında garip öz vatanında parya muamelesi görmüştür.Ve maalesef cumhuriyetin fabrika ayarları değiştirilip dönemin iktidar partisinin ilkeleri anayasalara derç edilerek ülkenin zihni işgali anayasal güvenceye kavuşturulmuştur.1950 yılından itibaren halkın oylarıyla iktidara gelen siyasiler bu kültürel işgale karşı az da olsa mücadele etmişler ama vesayet odaklarının devreye girmesiyle ağır bedeller ödemişlerdir.Kimileri darağacında kimileri kodeste, kimileri kapatılma tehdidiyle çok ağır bedeller ödemişlerdir.Hepsinin gerekçesi millete rağmen anayasalara derç edilen kültürel işgal ilkelerine muhalefet olmuştur.Vesayet odakları en son, bu kültürel işgale karşı direnin Başkan Erdoğan”ı hedefe koymuşlardır.Kâh yargı darbe girişimiyle, kâh Gezi benzeri sokak hareketleriyle, kâh ekonomik baskılarla, kâh gece yarısı yayınlanan muhtıralarla, kâh partisini kapatma davasıyla kâh kanlı darbe girişimleriyle ona da bedel ödetmek istediler.Ama o, bu saldıranların tamamını bertaraf edecek irade ve cesareti göstererek direndi mücadele etti ve vesayet odaklarının etkisini ve gücünü kırdı.Ülke insanı rahat bir nefes almaya başladı.İşte o batıcı vesayet sistemini yıkıp ülkeyi normalleştiren adamın adıdır Recep Tayyip Erdoğan.Sadece bu başarı bile Erdoğan”ı sevmek ve desteklemek için yeterlidir!Halktan aldığı destek ile vesayet odaklarına son verdi ama darbecilerin yaptığı anayasa değişmezse, milletin değerleriyle barışık milli ve sivil yeni bir anayasa yazılmazsa vesayet odaklarının yeniden hortlaması işten bile değildir.Çünkü Başkan Erdoğan vesayet sistemini fiilen kaldırmıştır, ancak mevcut anayasa, başlangıç bölümünden sonuna kadar, vesayeti ihya edecek ruhu hâlâ içinde barındırmaktadır.O yüzden de yeni bir anayasa bu ülkenin ve bu milletin en önemli ihtiyacıdır.Onun için bunun bilincinde olan Başkan Erdoğan Macaristan dönüşü yeni anayasaya vurgu yaparak konunun ehemmiyetini hatırlatmıştır.Yeni anayasaya Başkan Erdoğan”ın değil ülkenin ihtiyacı vardır.Muhalefetin “yeniden aday olmak için yeni anayasa istiyor” iddiasına cevap olarak “aday olma derdinde değilim” demesi de konunun hassasiyetine vurgu açısından önemlidir.Yeni anayasaya değişik bahanelerle karşı çıkan ve batıcı olduğunu gizlemeyen ana muhalefet partisi bu ülkenin uğradığı kültür işgalinin mimarıdır, sorumlusudur.O sebepten onun yerli ve sivil anayasa talebine sıcak bakmaması şaşırtıcı olmaz.Tüm partilerin temsil edileceği anayasa komisyonunun bir an önce kurulması ve 2013″te yarım kalan yerden devam edilerek yeni anayasanın yazılması Türkiye Yüzyılı sürecini de hızlandıracaktır.Anayasa yazımının 2013″te akamete uğramasının en önemli sebeplerinden biri, her maddenin komisyonda ittifakla yazılması kuralı olmuştur.Dünyanın hiçbir yerinde tüm siyasilerin ittifakıyla anayasa yazılmamıştır, yazılmaz.Bunca farklı partinin bulunduğu Türkiye”de de yazılmaz.Her maddede ittifak yerine beşte üç veya üçte iki çoğunluk gibi bir sistem ile yeni anayasa sıfırdan mutlaka yazılmalı ve meclisin onayına sunulmalıdır.Benim tahminim üçte iki çoğunluk olan 400 oy alabilir ama alamasa da beşte üç olan ve referandum gerektiren 360 oyu rahatlıkla alacağını düşünüyorum.Zaten 400 oyla da geçse referanduma götürülmesi ülke yararınadır.Evet milli ve sivil bir anayasa lazım değil elzemdir!

Source: Resul Tosun


Levent Ersin Orallı yazdı: Demokrasi maskesi altında çıkar düzeni

Son günlerde kamuoyunun gündemine oturan büyük yolsuzluk operasyonu, sadece belediyecilik anlayışını değil, aynı zamanda demokratik değerleri, hukukun üstünlüğünü ve iyi yönetim ilkesini de tartışmaya açmıştır. Her geçen gün yeni delillerin ortaya çıkması, kamu kaynaklarının nasıl kullanıldığına ve size oy verenler adına hareket etmesi gerekenlerin nasıl kendi çıkarlarını öncelediklerine dair iddiaları gündeme taşımaktadır.Bu belirsiz tablo karşısında şeffaflıktan kaçan, sorumluluk üstlenmeyen ve suçluyu korumaya çalışan bir anlayışta ısrar etmek ahlaki ölçütleri aşındırmaktadır. Oysa bir belediyenin en temel görevi, halkın kaynaklarını halk için, şeffaf, adil ve denetlenebilir bir biçimde kullanmaktır.AB DEĞERLERİ İLE YOLSUZLUK KÜLTÜRÜ ARASINDA SIKIŞMAKYerel yönetimler, demokrasinin millete en yakın halkasıdır. Bu sebeple belediyelerde yaşanan her türlü usulsüzlük, sadece hukuki bir problem değil, aynı zamanda ahlaki ve siyasi bir krizdir. İhalelerde usulsüzlük, rüşvet iddiaları, görüşmeleri gizleme ve kamuoyundan bilgi saklama çabası, yalnızca belediyeyi değil, bağlı olduğu siyasi yapıyı ve nihayetinde yöneticilere dair güven olgusunu da zan altında bırakır.Özellikle bir takım parti liderlerinin hedef gösterdiği Avrupa Birliği gibi yüksek yönetişim standartları, hesap verebilirlik ve hukukun üstünlüğü kriterlerini temel alan bir topluluğa üye olmak isteyen bir ülke için bu tarz olaylar, yalnızca geri adım değil, bizzat kapının yüzümüze kapanmasına davetiye niteliğindedir.AB üyeliği salt ekonomik kazanımlar ya da siyasi prestijle sınırlı bir hedef değildir. Bu birlik, değerler etrafında şekillenir: Şeffaflık, insan haklarına saygı, yolsuzlukla mücadele ve katılımcı yönetim anlayışı… Oysa bizdeki uygulamalar, sık sık bu değerlerle çelişiyor.Bir yandan Avrupa”ya entegrasyonu savunurken, diğer yandan ihalelere rüşvet karıştırılan, kamu kaynağını zimmetine geçiren, suç işleyenleri koruyan bir zihniyetle nasıl ilerleme kaydedileceği ciddi bir sorudur.HESAP VEREBİLİRLİK OLMADAN GÜVEN TESİS EDİLEMEZBelediyecilik, halk için hizmet üretme sanatıdır; siyasi sadakat dağıtma ya da rant yaratma alanı değildir. Bu noktada yapılması gereken nettir: Yargılama süreci tamamlanıncaya kadar siyasi partilerin tüzel kişiliğine zarar vermemek adına ilişik kesilmeli, belediyelerde tam şeffaflık sağlanmalı, tüm harcama kalemleri düzenli olarak kamuoyuyla paylaşılmalı, bağımsız denetim mekanizmaları etkin biçimde çalışmalı ve yolsuzluk yapan kim olursa olsun yargı önüne çıkarılmalıdır.Halkın güvenini yeniden tesis etmenin yolu, suçu örtmekten değil, onu açıklıktan korkmadan ortaya koymaktan geçer. Şeffaflık bir seçenek değil, bir zorunluluktur. Demokrasi, yalnızca seçim sandığında değil, her kuruşun hesabının verildiği yönetim anlayışında hayat bulur. Avrupa Birliği üyesi olmayı istiyorsanız, önce sizi seçen halk kitlelerine karşı dürüst ve hesap verebilir olmalısınız.

Source: Levent Ersin Orallı


Gizli kameralar her yerde! Teşhircilikte korkutan artış: Şampuan şişesine bile yerleştirmişler…

Türkiye peş peşe gizli kamera skandalıyla sarsıldı. Nisan ayında Sapanca”da geceliği 12 bin lira olan bungalovda, ampulün içinde gizli kamera bulunmuştu. İki gün önce ise Denizli”de günlük kiraya verilen bir apartta duvardaki üçlü prizin içerisinden casus kamera çıktı. Gizli kamera ile gözetleme suçu İngiltere”nin de gündeminde. Ülkede röntgencilik ve teşhircilik vakalarında yüzde 24″lük artış görüldü. FAİLLER CEZASIZ NTV”de yer alan haberde, İngiltere”deki Kent Üniversitesi Psikoloji Fakültesi”nde araştırma görevlisi olan Dr. Vicky Lister, ortaya çıkan vakaların, buzdağının görünen kısmını temsil ettiğini doğruluyor. Gün ışığına çıkan vakaların çoğu yıllarca fark edilmiyor ve çok azı kovuşturmayla sonuçlanıyor. İngiltere”de 2020 yılında, bildirilen 10 binden fazla vakadan 600″den azı mahkemeye ulaştı. ŞAMPUAN ŞİŞESİNE GİZLEMİŞLER Lister, doktora çalışmasının bir parçası olarak İngiltere hapishanelerinde röntgencilik suçundan yatan erkeklerle görüştü (Bu suçtan hapis yatan kadın yok). Birçoğu gizli kamera kullanmış, bunlardan biri de halka açık bir duşta şampuan şişesi olarak gizlenmiş. “YAKALANMAZSAM YAPMAYA DEVAM EDERİM” Şu anda bunu kolaylaştırmak için mevcut olan teknolojinin daha fazla kişinin bunu yapmasına yol açacağına inanmak için her türlü neden var. Örneğin Kanada”da yapılan bir çalışmada, katılımcıların yüzde 79″unun yakalanmayacaklarından emin olmaları halinde röntgenci davranışlarda bulunacakları ortaya çıktı. Lister, bir sonraki araştırma odağının bir “geçit suçu” olarak röntgencilik olmasını umuyor. Tecavüzcüler ve cinsel cinayetler işleyenler üzerinde yapılan bazı araştırmalar, yüzde 45″e varan oranlarda röntgencilik geçmişi olduğunu ortaya koydu.

Source: Çağla Çağlar


Kıskanç sevgili dehşet saçtı! Yapmadığı işkence kalmadı

Kadına şiddetin adresi bu kez İstanbul Ataşehir. Geçtiğimiz yıl ekim ayında Gizem Ç. (21) ile erkek arkadaşı Enes D. (21) arabada giderken aralarında tartışma çıktı. Kıskançlık krizine giren adam, kız arkadaşının telefonunu aldı ve geri vermedi. Darp etmeye başladı.VİTES DEĞİŞTİRİP KAZA YAPTIRDISabah”tan Arzu Kaya”nın haberine göre; öfke patlaması yaşayan saldırgan, Gizem Ç.”nin telefonundan özel fotoğraflarını alıp kendisine gönderdi ve fotoğrafları ailene atacağım, seni rezil edeceğim diyerek hakaret ve tehditler savurdu. Bu sırada genç kadın aracı kullanıyordu.Saldırgan vites değiştirip kadının araçla geri geri giderek kaza yapmasına sebep oldu. Enes D. genç kadının telefonunu alarak olay yerinden uzaklaşırken, kazanın yaşandığı noktaya polis ekipleri geldi.PARMAĞIMI BURKUP KIRDI, YÜZÜMÜ YUMRUKLADIGizem Ç.”nin şikayeti üzerine ifadesi alınan adam, klasik bir savunmaya imza attı. Sinirle hareket ettim ama beni aldattığını düşündüm dedi. Dahası kendisinin şiddete uğradığını söyledi. Genç kadın ise olay günü kuzeninden mesaj gelmesi üzerine sevgilisinin bu durumu kıskandığını ve cep telefonuna el koyarak kendisini yumruklayıp darp ettiğini anlattı. Parmağımı burktu kırıldı. Kafama, yüzüme yumruklarla vurdu. Elimi ısırdı diyerek şikayetçi oldu.HAKSIZ TAHRİK KİMDEN BELİRSİZ SERBESTLİĞİEnes D. savcılıkta verdiği ifadenin ardından tutuklanma talebiyle hakimliğe sevk edildi. Hakimlikte ifade veren adam, Yaptığım şeylerin suç olduğunu bilmiyordum. Aldatıldığım için üzüntüden yaptım dedi. Hakimlik ilginç bir karara imza attı.Darp edilip parmağı kırılan, tehdit ve hakaretlere maruz kalan kadının olayında, ilk haksız hareketin kimden kaynaklandığı anlaşılamadı, suç vasfının şüpheli lehine değişme ihtimali var diyerek tutuklama talebini reddetti. 1 ay süreyle ev hapsi şeklinde adli kontrolle serbest bırakılmasına karar verdi.BAŞSAVCILIK TUTUKLAMA İSTEDİ, MAHKEME LEHE DEĞİŞİR DEDİSerbest bırakılmasına İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı itiraz etti, tutuklamaya yönelik yakalama kararı çıkarılmasını istedi. Ancak mahkeme, kuvvetli suç şüphesi var ancak suç şüpheli lehine değişebilir ve kaçma şüphesi yok denilerek bu talebi de reddetti.4 YIL 6 AYA KADAR HAPİS TALEBİSavcılık ise soruşturmayı tamamladı. İkilinin duygusal birliktelik yaşadığını, Enes D.”nin sevgilisinin telefonunu alıp mesajları görmek istemesi üzerine aralarında tartışma yaşandığını belirten savcılık, tartışma sonucu genç kadının hafif nitelikte olmayacak şekilde yaralandığını kaydetti. Kasten yaralama suçundan 4 yıl 6 aya kadar hapsini istedi.

Source: Gazetevatan.com


İBB”ye yönelik 4. dalga operasyonda 25 tutuklama… Özgür Çelik”ten sert tepki: “İktidarın sefaletini gösteriyor!”

İBB”ye yönelik düzenlenen 4″üncü dalga operasyonda gözaltına alınan 46 kişiden 21″i adli kontrolle serbest bırakıldı, 25 kişi tutuklandı. İKTİDARIN SEFALETİNİ GÖSTERİYOR Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik , İBB”ye yönelik gerçekleşen 4″üncü operasyonda 25 kişi hakkında tutuklama kararı verilmesine tepki gösterdi. Çelik, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda , Ekrem Başkanımızı ve yakın çalışma arkadaşlarını hedef alan sistemli bir hukuksuzlukla karşı karşıyayız. Aylardır devam eden bu hukuksuz uygulamalar, siyaseten rekabet edemediği partimizi ve Cumhurbaşkanı Adayımız Ekrem İmamoğlu’nu yargı sopasıyla engellemeye çalışan iktidarın sefaletini gösteriyor. Üzgünüz, aynı zamanda öfkeliyiz. Herkes için adalet, hepimiz için hukuk önünde eşitlik ve gerçek bir demokrasi inşa edene kadar bu kirli düzenle mücadele edeceğiz! ifadelerini kullandı. Ekrem Başkanımızı ve yakın çalışma arkadaşlarını hedef alan sistemli bir hukuksuzlukla karşı karşıyayız. Aylardır devam eden bu hukuksuz uygulamalar, siyaseten rekabet edemediği partimizi ve Cumhurbaşkanı Adayımız Ekrem İmamoğlu’nu yargı sopasıyla engellemeye çalışan iktidarın… — Özgür Çelik (@ozgurcelikchp) May 26, 2025

Source: Anka