“Toplumsal Sorunlar Gündemi – Eleştiriler, Umutlar ve Gerçekler”

Ankara Adliyesi’nde neler oluyor

Uzun zamandır insanlar güven bunalımı yaşıyor. Özellikle de yargıya kimse güvenemiyor. Trafikte bile çoğu insan bıçakla, sopayla, biber gazıyla dolaşıyor. Türkiye’de artık şöyle bir görüntü oluştu: Birini bıçaklarsam, vergi kaçırırsam, cinayet işlersem, hırsızlık yaparsam serbest kalabilirim ama iktidara muhalefet edersem tutuklanırım. Yanlış mı düşünüyorum? Bugün birçok gazeteci, akademisyen, siyasetçi ya da sade vatandaş, yargıya başvurduğunda “Acaba tarafsız mı davranır” sorusunu zihninden geçirmeden edemiyor. Bu güven sarsıntısı, yargı reformuyla, göstermelik açıklamalarla ya da vitrin değişiklikleriyle çözülemez. Mahkeme salonlarından çok televizyon ekranlarında, sosyal medyada, sokakta, pazarda, kahvehanelerde eş dost sohbetlerinde konuşulan bir yargı sistemimiz var artık. Ancak üzülerek belirtmem gerekir ki bu konuşmalar ne bağımsızlığını koruyan yargıçları ne de hukukun üstünlüğünü övüyor. Kolay gelmedik ve ansızın da gelmedik bu duruma… Anlatacağım elbette. Ancak bir gazeteci olarak şunu belirtmem gerekiyor: Bazı haberlerde, “Bu haber doğru çıkmasın” diye içten içe arzularız. Elimizde bilgi, belge olmasına rağmen “Bir yanlışlık vardır” diye peşinden koştururuz, sorarız, soruştururuz. İşte bu haber de öyle bir haber. Yer: Ankara Adliyesi Ankara Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü, Ankara başsavcısının bilgisi ve talimatı doğrultusunda Ankara Savcılığı’nda görevli bir savcının kâtibinin başrolde olduğu “FETÖ borsası” çetesine operasyon yaptı. Şikâyet üzerine başlayan bir soruşturmada, adliyede görevli bir savcının kâtibi ile FETÖ’den yargılanan ve yurtdışında firari olan bir avukatın işbirliğinden bahsediliyor. Savcı kâtibinin, para karşılığı kişiler hakkında sorgulama yapıp, hakkında soruşturma olan kişiler hakkında para karşılığında “takipsizlik” veya “Kovuşturmaya yer yok” kararı gibi kararlar düzenlediği ve dosya kapattığı belirleniyor. Hatta terör soruşturması nedeniyle mal varlığı üzerinde tedbir bulunan bir kişinin tedbir kararının da kaldırıldığı beyanlar arasında yer alıyor. Yok artık demeyin, oldu. Kâtibin, avukatın kardeşlerinin işlettiği bir kırtasiyeye gidip para aldığı ve bu işlemleri uzun süreler yaptığı belirtiliyor. Savcının haberi olmadan bu işlemleri nasıl yaptığı konusunda adli kaynaklardan öğrendiğim bilgiye göre, savcılar izindeyken ve tatil günlerinde bu işlemler yapılmış. Diğer yandan konuştuğum bir kâtip de dosyaların başsavcı veya başsavcı vekilinin onayı olmadan kapatılamayacağını söylüyor. Gel gör ki aldığım bilgileri hem adli kaynaklarımdan hem de Adalet Bakanlığı kaynaklarından doğrulattım. Bahsi geçen skandal içinde bulunan kişilere operasyon yapılmış ve gözaltılar gerçekleştirilmiş. Başroldeki avukat ise yurtdışına kaçmış. Artık işlemeyen bir sistem var. Çünkü kılcal damarlarda bile hasar görülüyor. Bir ülkede yargı sistemi eğer bu kadar sık konuşuluyorsa bu bir işleyiş değil, bozuluş alametidir. Çünkü gerçek bir hukuk devletinde yargı görünmezdir; kararlarıyla adaleti sağlar, kendi varlığıyla değil, işleviyle hissedilir. Ama bugün durum tam tersi. Adalet sarayları artık adaletsizlik hikâyelerinin yazıldığı yerler haline geldi. Bazı sanıklar servetleri sayesinde dosyadan çıkarken, diğerleri sadece soyadları ya da düşünceleri yüzünden tutuklu. Bu tablo toplumda “adaletin satın alınabileceği” gibi son derece tehlikeli bir algı yaratıyor. Bugün yargı bu kadar sık konuşuluyorsa bilin ki adalet susuyordur. Ve adaletin sustuğu bir ülkede çarkların dişlileri dönmez; ekonomi kalkınmaz, toplumsal huzur sağlanmaz, demokrasi var olamaz. Yargının tekrar adaletle anılması için herkesin ama en çok da susturulanların konuşması gerekir. “Yargıyı siyasallaştırmayın”, “Partisine göre hâkim savcı atamayın”, “Liyakatli yargıçlar görevlendirin” derken boşuna söylemiyorduk. Geldiğimiz nokta, Türkiye’yi temellerinden sarsıyor farkında bile değiliz.

Source: Murat Ağırel


Vesayet trajedisi

AKP Genel Başkanı ve “Cumhurbaşkanı” Recep Tayyip Erdoğan , “sivil”, “yerli ve milli”, “vesayetçi izlerden arınmış”, “demokratik meşruiyeti güçlendirecek”, “hak ve özgürlükleri güvence altına alacak” bir anayasa istediklerini sık sık ifade ediyor. Erdoğan bunları ifade ederken bazen, mevcut anayasanın, 12 Eylül askeri darbe anayasası olduğunu da iddia ediyor. Oysa, 12 Eylül askeri darbesinden sonra halkoylaması ve referandumla kabul edilen anayasanın birçok maddesi sonradan değiştiği gibi, mevcut anayasada, milli, sivil, vesayetçi izlerden arınmış, demokratik meşruiyeti güçlendiren, hak ve özgürlükleri güvence altına alan birçok madde zaten bulunmaktadır! Milletin egemenlik hakları ve demokrasi; düşünceyi ifade, yayın, medya, örgütlenme, protesto özgürlüğü; yasama, yürütme, yargı arasında güçler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı; laiklik ile ilgili, anayasanın 2., 6., 7., 8., 9., 11., 14., 24., 42., 25., 26., 28., 34., 103., 136., 138. maddeleri, bu maddelere dair örneklerin arasında yer alırlar. Oysa bu maddeler Erdoğan’ın ve AKP iktidarının 2007 yılından beri düzenli bir biçimde ihlal ettiği maddelerdir! Sivil, milli, vesayetçi olmayan, demokratik, özgürlükçü anayasa maddelerini ihlal eden birisinin, sivil, milli, vesayetçi olmayan, demokratik, özgürlükçü bir anayasa yapacağına inanmak için aptal veya saf veya kötü niyetli olmak gerekir! Gerçek şudur ki, Erdoğan anayasanın bu maddelerini sürekli ihlal ederek bir yürütme organı vesayeti oluşturmuştur! Türkiye’de 2007 yılından beri tek vesayet vardır, o da AKP’nin kurduğu padişahlık düzeninin sonucunda oluşan Erdoğan vesayetidir! Kaldırılması gereken şey Erdoğan vesayetidir! *** AKP’nin bundan sonra neleri yapacağını anlamak için geçmişte neleri yaptığına bakmak yeterlidir. Çünkü Erdoğan, kendisini geliştirme ve özeleştiri yapma potansiyeline sahip birisi değildir. Erdoğan ile ilgili bir kişilik analizi yapılmadan üretilen bir siyaset ve strateji, yenilmeye mahkûmdur! Erdoğan’ın onlarca yıl önceki söylemlerini ve eylemlerini bozuk plak gibi tekrar etmesi, onunla bir anayasa çalışmasının kategorik olarak yapılamayacağının göstergesidir. Cumhuriyet Halk Partisi ve Türkiye İşçi Partisi bu tuzağa düşmemekle birlikte, TBMM’de temsil edilen Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi, İYİ Parti, Yeniden Refah Partisi ve Yeni Yol Partisi gibi diğer muhalefet partilerinin bu konuda nasıl bir tutum içine gireceği hâlâ belirsizliğini korumaktadır. Şu andaki sorun, anayasanın değiştirilemez olan ilk dört maddesinin değiştirilip değiştirilmeyeceği değildir. Çünkü böyle bir planın olmadığı zaten ilan edilmiştir. Asıl sorun, ilk dört maddenin içini boşaltacak olan diğer anayasa maddeleriyle ilgili değişiklik planlarıdır. Bu da anayasanın ilk dört maddesini değiştirmek kadar vahim ve felaket bir durumdur! Erdoğan ve AKP, teokratik ve monarşik özelliklere sahip bir anti-cumhuriyet “anayasası” peşindedir! *** Bir başka sorun da, Erdoğan’ın yeniden “cumhurbaşkanı” adayı olmasını sağlayacak olan anayasanın 101. maddesiyle ilgili değişiklik planlarıdır. Erdoğan’ın söylemleri ve eylemleri değişmeyeceğine göre; ayrıca Erdoğan, ana muhalefet partisi CHP’nin cumhurbaşkanı adayı ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ’nun diplomasının iptal edilmesini, “yargılanmasını” ve tutuklanmasını sağlayarak, rakiplerini kendisi belirlediği, milletin iradesine ipotek koyduğu, seçme ve seçilme özgürlüğüne darbe vurduğu için, Erdoğan’ın yeniden cumhurbaşkanı adayı olmaması, Türkiye için yaşamsal önemdedir. Erdoğan’ın yönettiği Türkiye, yıllardır, ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel açıdan çöküş yaşadığına göre, Erdoğan’ın, serbest ve özgür seçimlerin olmadığı bir ortamda, göstermelik bir seçimde, aday olmasının yolunu açmak, Türkiye Cumhuriyeti’nin sonu anlamına gelir!

Source: Örsan K. Öymen


Coşku seli

Türkülerimiz bağrında toplumsal eleştiriyi taşır, dönemlerini, zamanı aşarak, yaşamı zenginleştirerek geleceğe akar. Türkülerimizdeki sevdanın çoğu kez kişisel bir tutku olmaktan çıkıp toplumsal bir durumun anlatımı kabul edilmesi bu gerçekliğin bir parçasıdır. Yemen, Çanakkale ya da Hey Onbeşli Onbeşli türkülerinin yalnızca sevdalanana söylenmiş sözler olarak algılanmasının tarihsel ve kültürel birikimimizin küçümsenmesinden başka bir anlama gelmeyeceğini bir yana bırakalım, belirgin olarak toplumsallığı görülmeyen birçok türkünün bile toplumsal duruma yönelik sesli muhalefetin bir ürünü olduğu bir gerçekliktir. Bu böyle olmasaydı özellikle sevda türkülerinin, ayrılık ve özlem türkülerinin, ağıtların anlamları hiç de taşıdıkları yük kadar olamazdı. Bu duruma insanların dramatik yaşanmışlığının iç dökmeleri ya da acının dışavurumu der geçerdik ve onlar bunca yıl kuşaktan kuşağa, zamandan zamana akamazlardı. AH BU TÜRKÜLER Bu gerçekliği görünce, türkülerimizin yurt ve insan sevgisiyle dolu olduğunu düşündüm. Yârdan ayrılığın yurttan ayrılık olarak da yorumlanamayacağı sevda türküsü var mıdır? Beni yalnızlığa batırdın gittin sözleri acaba yalnızca terk edilen bir âşığın sızlanışı mıdır? Özlenen, “Karadır kaşların ferman yazdırır” denen yâr, aynı zamanda kardeşçe bir yaşam özleminin umudunu taşımaz mı? Yitirilen bir sevdalıyla birlikte yaşama sevincinin de yok olması başka nasıl açıklanabilir? Turnalarla selam gönderilen “Boynu bükük, benzi soluk yâr” yalnızca sevilen kişi midir? “Ben ağlarsam ağlayıp gülersem gülen/ Bütün dertlerimi anlayıp gönlümü bilen” diye seslenilen ve “Tatlı dillim güler yüzlüm ey ceylan gözlüm” diye tanımlananın aynı zamanda soluğumuzu aldığımız yurt olmadığı söylenebilir mi? Ben seni sevdiğimi dünyalara bildirdim türküsü, içinde bulunduğumuz günlere sitem değilse bunca coşkuyla nasıl toplumsal çığlığa dönüşür türkü? ÇIĞLIĞA DÖNÜŞEN TÜRKÜ 19 Mart günü Saraçhane’den başlayarak işbirlikçilerin izlediği emperyalist politikalara karşı “Gayrik yeter” diyen mitingle başlayıp Yozgat, Samsun, Mersin, Konya, Van, Ankara, İzmir, Bursa ve İstanbul’un Şişli, Beylikdüzü, Başakşehir, Silivri, Pendik, Esenler ilçelerindeki ve Beyazıt Meydanı’ndaki, “Emperyalizme memur olmuş bir azınlık hükümetine karşı demokrasi bayrağının” açılması olan “Millet iradesine sahip çıkıyor” (elbette bugün Düzce’de ve yarın Antalya’da yapılacak olan) eylemleri de türkülerimiz gibi toplumsal coşku selidir. Oy, sevmişem ben seni coşkusudur bu. Zalimin talim ettiği yola minnet eylemem diyen, Nâzım Hikmet ’in “Vatanın parçalanmış bağrı/ Bekliyor senden ümit” çağrısına uyarak Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan diyen bir kararlılıkla, gençliğin bilinciyle, aklıyla doğru önderlikle akıyor bu coşku seli. Aklın Yolu Cumhuriyet (Bilim ve Sanat Yayınları) kitabının yazarı, ADD’nin Atatürkçü Düşün Dergisi ’nin editörü M. Tevfik Kızgınkaya bu coşku selini şöyle yorumluyor: “Ok yaydan çıkmıştır, doğrudur. Ancak yaydan çıkan ok, 106 yıl önce Mustafa Kemal ’in attığı ‘ özgürlük ve bağımsızlık oku’ dur. Bu oku millet sahiplenmiştir ve ok hedefini 12’den vurmuştur. Emperyalistlerin işgali ve tek adam saltanatı son bulmuştur. Millet, egemenliğine ve Cumhuriyet yönetimine kavuşmuştur. Artık demokratik laik Cumhuriyetten ve sosyal hukuk devletinden geri dönüş yoktur. İyi bilinsin ki, bu topraklarda sözün gerçek sahibi millettir ve 106 yıl sonra bugün de millet, özgürlüğüne, bağımsızlığına ve egemenliğine sahip çıkmaktadır ve çıkacaktır da.” (Solmedya.com) *** Ayvalık’ta güzellik: İnsanın yurdu neresidir? konusuyla Ayvalık ÇYDD, Destek Tasarım Derneği, Mozaik Edebiyat Grubu’nun öncülüğü, Mevlüt Asar ’ın yoğun emeğiyle gerçekleştirilen Ayvalık Edebiyat Günleri (26 Mayıs-1 Haziran) izleyenleri tıpkı türkülerimiz gibi bağrına bastı.

Source: Öner Yağcı


Önce yargısız infazları durdur

İktidar haftalardır yeni infaz düzenlemesi ile ilgili, “Bayramdan önce cezaevleri boşalacak” umudunu pompaladı. Mahkûmlar ve aileleri, bu umuda dayanarak yakınlarına bayramda kavuşma hayalleri kurdu. Sonuç; DEM Parti’yle terör suçluları ile ilgili madde konusunda anlaşmadıkları için infaz paketi ertelendi. İktidar bu maddeden FETÖ’cü tutuklu ve hükümlülerin de yararlanma ihtimalinden çekiniyor. Eee, ne yapacaksınız peki? FETÖ’yü içeride bırakmak için PKK terör örgütü mahkûmlarını “kader mahkûmu” olarak mı tanımlayacaksınız? Ceza ve tutukevlerinde, hukukun ayaklar altına alınarak cezalandırılan pek çok tutuklu ve hükümlü var. AKP iktidarının araçsallaştırdığı yargı eliyle “yargısız infaz” yapılan bu isimleri salmakla başlayın işe. Türkiye’de 2010 referandumunda FETÖ ile birlikte ele geçirilen yargının istisnai olan tutuklamayı, genelleştirme alışkanlığından vazgeçerek ilk adımı atabilirsiniz. Kaçma şüphesi olmayan, delilleri karartması mümkün olmayan kişileri tutuklayarak peşin ceza kesme alışkanlığından vazgeçin artık. Ergenekon ve Balyoz davaları ile başlayan bu gelenek, artık rutin hale geldi. Devletin, peşin cezalandırdığı Ergenekon ve Balyoz sanıklarına daha sonra ceza ödemek zorunda kaldığını unutmayın. İktidarın husumet beslediği kişileri ortaya karışık kokteyl suçlar uydurarak tutukladığı isimlerin sayısı oldukça kabarık. Delil melil hak getire. Bu kişiler hakkında Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararları olduğu halde iktidar ayak diriyor. Gezi tutukluları, Osman Kavala, Ümit Özdağ, Selahattin Demirtaş, Selçuk Kozağaçlı, Selçuk Mızraklı gibi isimlerin inatla cezaevinde tutulması yargısız infaz değil de nedir? Bu isimlerin dışında pek de gündeme gelmeyen, daha doğrusu diğer davaların gölgesinde kalan Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer ile Şişli Belediye Başkanı Resul Emrah Şahan ’ın durumu da aynı keza. Terör örgütü ile iltisaklı olduklarına dair ciddi delili bırakın, CHP üyesi olan bu iki belediye başkanı legal bir parti olan DEM’le işbirliği yaptığı ya da insani ilişkilerinden dolayı aylardır tutuklular. Siz Kandil’le işbirliği yaparken bu iki belediye başkanını Silivri’de tutarsanız kamu vicdanı bunu kabul etmez. VALİYİ DE TUTUKLAYIN O ZAMAN Adları hiç gündeme gelmeyen hatta partilerinin bile sahip çıkmadığı başka isimler de var. Eski Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç , eski Sarıyer Belediye Başkan Yardımcısı İsmail Erdem , eski Ataşehir Belediye Başkan Yardımcısı Kalender Özdemir , eski Maltepe İlçe Belediye Başkan Yardımcısı Haydar Battal ve Maltepe Belediye Başkanı Özel Kalemi Melih Morsünbül ’ün de aralarında bulunduğu 17 kişi “terör örgütünü finanse etmek” suçlamasıyla aylardır tutuklu. Suçları, DHKP/C terör örgütüne finansman sağlamak. Nasıl finansman sağlamışlar peki? Uzun bir grev sonucunda alacaklarına karşılık işverenin işçilere devrettiği Kazova Tektil’in ürettiği kazak ve tişörtleri alarak. Kazova Tekstil işçileri içinde belki birkaç tane bu örgütün sempatizanı olabilir. Belediyeler bu işçilerin sicil amiri mi? Başka? Grup Yorum’un konser biletlerini satın alarak dağıtmak. Allah akıl fikir versin. Grup Yorum, valilikten izin alarak konser yapıyorsa ve belediyeler de destek olarak bilet alıyorsa konsere izin veren vali ve Emniyet müdürü niye tutuklu değil? Bunun adı yargısız infazdır. İnfaz düzenlemesinden önce bu yargısız infazlara bir son verin.

Source: Miyase İlknur


Coğrafya alınyazımız mı? – Serpil Güleçyüz

Bazen düşünür kendimize bir soru sorarız: “Başka bir şehirde, başka bir ülkede doğmuş olsaydım acaba yaşamım nasıl olurdu?” İşte tam da bu noktada aklımıza şu soru gelir: Doğduğumuz yer alınyazımız mı? Kimilerine göre bu sorunun cevabı evettir. Çünkü bir kişinin doğduğu coğrafya, onun yaşam koşullarını büyük ölçüde etkiler. Bir ülkenin ekonomik durumu, eğitim sistemi, iş olanakları, sağlık hizmetleri gibi temel yaşam standartları bireyin geleceğini şekillendirir. Savaşlar, otoriter rejimler ve baskıcı sistemler ise bireylerin özgürlüklerini ve hayallerini sınırlar. Kültürel yapılar; kadınerkek rolleri, inanç sistemleri ve gelenekler yoluyla bireyin benlik algısını ve kişisel gelişimini derinden etkileyebilir. Örneğin, hâlâ bazı ülkelerde kız çocuklarının eğitim hakkı sınırlı. Bu durum onların hayallerini gerçekleştirmesini zorlaştırıyor. “ALINYAZISINI” DEĞİŞTİRENLER Dünya Bankası ve UNESCO verilerine göre bir bireyin doğduğu yer onun eğitime erişimini doğrudan etkiler. Bu da uzun vadede yaşam kalitesini belirleyen en temel faktörlerden biridir. Bu bağlamda bir insanın neyi isteyeceği, neyi başarabileceği hatta ne kadar hayal kurabileceği bile yaşadığı coğrafyaya göre şekillenebilir. Ancak bir başka görüşe göre ise doğduğumuz coğrafya alınyazımız değildir. Çünkü bireyin iradesi, azmi ve kararlılığı her şeyin önünde gelir. Günümüzde insanlar daha fazla hareket edebiliyor, farklı kentlere, ülkelere göç edebiliyorlar. İnternet sayesinde bilgiye, eğitime ve iş olanaklarına erişim artık küresel ölçekte gerçekleşebilir. Olumsuz koşullarda doğmuş ama olağanüstü işler başarmış pek çok insan var. Mustafa Kemal Atatürk, Güney Afrika’nın efsane lideri Nelson Mandela, Nobel ödüllü bilim insanı Aziz Sancar bu konuda dikkat çekici örneklerdir. Hepsi, doğdukları coğrafyanın ötesine geçip hem kendi yaşamlarını hem de bulundukları toplumu değiştirmeyi başarmışlardır. AZİM VE İRADE Ayrıca insan hakları örgütleri, sivil toplum kuruluşları ve uluslararası destek ağları da bireylere kendi coğrafyalarının sunduğu sınırlamaların ötesinde olanaklar sunabiliyor. Yani alınyazısı, sadece başımıza gelenler değil, onlara nasıl cevap verdiğimizdir. Coğrafya başlangıç noktası olabilir ama yönü ve sonu bizim elimizdedir. Bazı insanlar gerçekten çok zor koşullarda doğar ama yine de yaşama tutunur, mücadele eder, hayallerinden vazgeçmeden seslerini dünyaya duyururlar. Gündüz çobanlık yapıp, gece mum ışığında ders çalışan ve en iyi üniversiteleri kazanan çocuklar bunun en güzel örneklerinden biridir. Bu çocuklar bize, irade ve azmin coğrafyadan daha güçlü olabileceğini gösteriyor. Sonuç olarak doğduğumuz yer önemlidir, bunu inkâr edemeyiz. Doğduğumuz coğrafya ilk adımı belirler ama yürüdüğümüz yolu biz seçeriz. Belki yol yokuş, belki taşlı, belki zorludur ama o yol bizim yolumuzdur. Bizim seçimimizdir ve yürümeye değerdir. Ve belki de birbirimize destek olduğumuzda, yardım eli uzattığımızda yalnızca kendi coğrafyamızı değil, başkalarınınkini de değiştirebilir, güzelleştirebiliriz. Ne dersiniz? Denemeye değmez mi? SERPİL GÜLEÇYÜZ EĞİTİM YÖNETİCİSİ

Source: Olaylar Ve Görüşler


Üçlü ittifakın iki amacı

Açılımın dış boyutunu , Suriye ayağını, Türkiye’yi Kürtlerle genişletme amacını bu köşede birkaç yazıda etraflıca ele aldık. Açılımın iç boyutunu, Erdoğan’ın devleti dönüştürme hedefi bağlamında yine birkaç yazıda tartıştık. Bir kaldıraç olarak açılımla hedeflenen rejime işaret ettik. Açılım ile Erdoğan’a sınırsız başkanlık yolu açacak yeni anayasa arasında bir bağ olduğunu da belirttik. Bugün her iki boyutu birlikte ele alarak çözümlemeye çalışalım: PARALEL ÜÇ SÜREÇ Son altı aylık iç ve dış bazı gelişmeleri kronolojik olarak anımsayalım: 1) HTŞ ve SMO grupları, 27 Kasım 2024’te İdlib’den çıkarak Halep, Hama ve Humus üzerinden 8 Aralık’ta Şam’a girdi ve Esad rejimini yıktı. Bu taarruz hazırlığının ekim ayında başladığı anlaşılıyor. ABD ve Türkiye’nin, terör örgütü kabul ettiği HTŞ ile aslında bir süredir işbirliği yaptığı, daha sonra muhatapları tarafından açıklandı. ABD’nin eski Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey , göreve başladığından itibaren HTŞ lideriyle çalıştıklarını, onu Esad yönetimine ve Suriye ordusuna karşı koruduklarını açıkladı. Eski ABD Büyükelçisi Robert Ford , HTŞ lideriyle, onu siyasete hazırlama amacıyla görüştüğünü söyledi. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan , HTŞ’yle zaten temasta olduklarını belirtti. 2) MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli 1 Ekim 2024’te, TBMM yasama dönemi açılışında, daha önce Meclis’ten atılmalarını savunduğu DEM Parti’nin sıralarına giderek milletvekilleriyle tokalaştı. Bahçeli 22 Ekim’de “Öcalan Meclis’e gelsin, terör örgütünü lağv ettini açıklasın” dedi. Öcalan 27 Şubat 2025’te PKK’ye çağrı yaptı. PKK o çağrıya uyarak 5-7 Mayıs 2025’te kongresini topladı. Kimi açıklamalardan, bu süreçte “devlet heyeti” ile Öcalan arasında görüşmelerin yapıldığı anlaşılıyor. 3) CHP Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer , 30 Ekim 2024’te terör soruşturması kapsamında gözaltına alındı. Ardından başka CHP’li belediyelere sıra sıra operasyonlar düzenlendi. Sıra 19 Mart 2025’te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ’na geldi. CHP’li belediyelere iki temel suçlama yapıldı: a) Yolsuzluk suçlaması (Ancak bu konuda iddianamede hiçbir somut veri yok.) b) DEM Parti’yle belediye seçimlerinde yapılan kent uzlaşısı üzerinden terörle işbirliği suçlaması. İKİ TEMEL SONUÇ Bu gelişmelerin şu iki temel sonucu ortaya çıkardığı görülüyor: 1) HTŞ lideri Ahmet Şara , Suriye cumhurbaşkanı oldu. Şam yönetimi PKK’nin Suriye kolu PYD/YPG’nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile anlaştı. (Daha önce Ankara PYD/YPG’nin PKK’nin Suriye kolu olduğunu savunuyor, Washington ise “PKK başka PYD/YPG başka” diyordu. Bu sorun ABD-Türkiye ilişkilerini zorlayınca, Washington PYD/ YPG’nin omurgasını oluşturduğu SDG’yi kurdurmuştu.) HTŞ-SDG anlaşmasından sonra Ankara pozisyonunu güncelledi. Önce Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler , ardından da Cumhurbaşkanı Erdoğan , PYD/YPG yerine SDG demeye başladı. 2) İktidar CHP’yi DEM’le işbirliği üzerinden terörle işbirliği yapmakla suçluyordu, nitekim bu suçlama süren “belediyeleri silkeleme” operasyonunun da ana suçlaması durumunda. Ama iktidar aynı zamanda DEM’le açılım üzerinden işbirliğine yöneldi. Yani iktidarın Ahmet Özer’le başlattığı ve İmamoğlu’na uzanan operasyonunun amacı CHP-DEM kent uzlaşısını ortadan kaldırarak cumhurbaşkanlığı yolunu temizlemekti. İktidar bunu tamamlamak üzere de Bahçeli’nin koçbaşılığında açılımı başlatarak PKK ve DEM ile anayasa-seçim ittifakına yöneldi. BAŞKANLIĞA KARŞI VATANDAŞLIK TANIMI Erdoğan yeni anayasa için 11 kişilik takımını açıkladı ve AKP-MHP-DEM üçlüsü yeni anayasa cephesi oluşturdu. Amaç yeni anayasa çıkarıp Erdoğan’a sınırsız başkanlık yolu açmak, karşılığında vatandaşlık tanımını güncellemek. Ancak mesele şu: Bu tablodan demokratikleşme çıkar mı? Bu tablodan toplumsal barış çıkar mı? Bu tablodan yoksullar yararına adil bir ekonomik bölüşüm çıkar mı?

Source: Mehmet Ali Güller


Ekonomide daralma işsizlikte artış başladı

Dün açıklanan yılın ilk üç ayına ilişkin büyüme rakamları ve yeni işsizlik oranları, ekonomideki sıkışma tablosunu açıkça göstermeye başladı.

Bu tabloya “düşürülemeyen yüksek enflasyonu” eklediğimizde, bir kısır döngüye girdiğimizi söyleyebiliriz. Çünkü uygulanan mevcut politikalar, bu tablonun önümüzdeki dönemde iyice ağırlaşacağını gösteriyor.

Türkiye ekonomisi, 2025’in ilk çeyreğinde, yıllık bazda yüzde 2 büyürken; bir önceki çeyreğe göre ise büyüme yüzde 1 olarak gerçekleşti. Bu oran tahminlerin biraz altında kaldı. Ancak daha önemlisi, 19 Mart Ekrem İmamoğlu krizinin ekonomideki asıl etkilerini, birinci çeyrekten sonra görmeye başladık.

Tekrar yükselen faizler nedeniyle talebin iyice durduğunu, üretimin buna bağlı olarak daha da gerilediği günleri yaşamaya, yeni başladık. Yani büyüme oranlarının yılın geri kalanında daha da düşmesi, eksiye geçmesi bekleniyor.

Büyümenin detaylarına baktığımızda; sanayi ve tarımda gerilemeler yani eksi değerler olduğunu görüyoruz. Hizmetler sektöründeki büyüme, azalmakla birlikte, yüzde 2’lik büyümeye büyük katkı vermiş.

Sektörlere baktığımızda ise; yine deprem konutları etkisiyle, inşaat ağırlıklı artış gözüküyor. Yani büyümenin kompozisyonu dediğimiz, sektörlere göre değişimi de, sağlıklı bir büyüme dağılımı olmadığını gösteriyor.

Yüzde 2’lik yıllık büyüme, Türkiye gibi bir ekonomiye göre, oldukça düşük bir oran. İşin bir kötü tarafı da; bu düşük büyümeye karşılık hâlâ Türkiye’nin ithalatı, ihracatından çok daha fazla büyüyor. Üstüne üstlük; yatırım malı veya hammadde değil, lüks tüketim malı ithalatı tam gaz artıyor.

ÜCRETLİNİN PAYI AZALACAK

Büyümeden alınan paylara baktığımızda; ücretlerin milli gelir içindeki payı ilk çeyrekte yüksek görünüyor. Ancak yılda bir kez yapılan zamlar nedeniyle, ilk çeyrekte bu oranın yüksek çıkması normal sayılmalı. Geçen yıl da benzer bir eğilim gözükmüştü.

Bu düşük ekonomik büyümeye karşılık enflasyonun düşürülememesi, yani artan hayat pahalılığı, bu tabloyu yılın geri kalanında bozacak. Yılın geri kalanında ücretlerin gelirden aldığı pay giderek azalacak. Buna karşılık, yüksek faiz devam ettiği için, faiz gelirlerinin payının giderek artacağı çok açık.

Bu tablo aynı zamanda gelir dağılımındaki çarpık yapıyı, çok açık biçimde ortaya koyuyor. Yüksek faize rağmen düşürülemeyen enflasyon gelir dağılımını bozmaya, yoksullaşmayı artırmaya devam ediyor.

Büyüme ile birlikte yeni işsizlik rakamları da belli oldu. TÜİK’in açıkladığı, manşet enflasyon dediğimiz, genel işsizlik oranı, aylardan sonra ilk kez nisan ayında yükseldi. İlk çeyrekte düşük büyümeye rağmen işsizlikte görülmeyen artış, Nisan’da düşüşe geçtiyse, büyümedeki gerileme, ikinci çeyrekte çok daha düşük olacak demektir.

BU TABLO SİYASETİ ETKİLER

Mevsim etkisinden arındırılmış işsizlik oranı nisanda, 0.6 puan artarak, yüzde 8.6’ya çıktı. Bu oran yerine, bir süredir herkesin baz almaya başladığı, geniş tanımlı işsizlik oranı ise nisanda yüzde 32.6’ya yükseldi. Genç nüfusta genel işsizlik oranı yüzde 15.7 olarak belirlendi. İşsizlik oranı erkeklerde yüzde 7.1 iken kadınlarda yüzde 11.5 olarak tahmin edildi.

Bu tabloyu değerlendiren Bakan Mehmet Şimşek “sürdürülebilir yüksek büyümeye geçiş için altyapının oluşturulduğunu” söyledi. Yani “büyüme düşük geldi ama sürdürülebilir yüksek büyüme için gereken enflasyonu düşürmek için bu şart” demeye çalışıyor.

Halbuki “2 yıldır bu sürdürülebilir yüksek büyümeye geçeceğiz diyoruz ama bunun için şart dedikleri enflasyonu da düşüremiyoruz.” Bu gerçeklik Bakanların bu tür yorumlarına olan güveni iyice azaltıyor. Bu güvensizlik ortamında, muhalefetin ara zam için başlattığı kampanya etkili olabilir.

Özetle; siyasi yargı kararları nedeniyle gerilen iç siyaset ikliminin, ekonomide belirginleşen sarmal nedeniyle, önümüzdeki dönemde iyice kızışması, bunun da ekonomiyi yeniden vurma ihtimali göz ardı edilemez.

Source: Erdal Sağlam


Harvardlı Türk doktor Furkan Burak: Obezitenin tedavisi artık mümkün

YAZILARIYLA HÜRRİYET’TEObezite ve diyabet konusundaki çalışmalarıyla ABD’de defalarca ‘yılın doktorları’ listesine giren Furkan Burak artık yazılarıyla Hürriyet’te olacak. Dr. Furkan Burak’la ‘hoşgeldin’ röportajı yaptık…OBEZİTE İRADE EKSİKLİĞİ DEĞİL BİR HASTALIKTIR- Obezite için hastalık demek mümkün mü?Evet, diyebilirsiniz çünkü tam olarak öyle. Enerji metabolizmasını düzenleyen yüzlerce mekanizmanın bir kısmında oluşan bir bozukluğa bağlı gelişen ve iltihaplı aşırı yağlanma ile karakterize bir hastalıktır. Yaygın görüşün aksine bir irade eksikliği ise değildir. Zira beyin, kilo almaya her zaman adapte olurken vermeye hiçbir zaman uyum sağlayamaz. Bunu, varoluşuna bir tehdit olarak algılar ve ne yapar eder verdiği kiloları geri aldırır. Bu, hastalığın doğal seyridir. Peki buna ne sebep olur derseniz de… Genetik yatkınlık, yanlış beslenme, ultra işlenmiş gıdalar, endokrin bozucu kimyasallar, antidepresan, antipsikotik, antiaritmik, kortizon benzeri ilaçlar, hareketsizliğe bağlı enerji denge bozukluğu, hipotiroidi ve hiperkortizolizm gibi hormonal bozukluklar, psikiyatrik yeme bozuklukları, genetik mutasyonlar, kronik stres, devamlı yüksek stres hormonları, insülin direnci, uyku bozukluğu… Üstüne günlerce konuşabiliriz. Yani obezite kalori fazlası ve hareketsizlikten çok daha fazlasıdır. Obezite, sağlıklı beslenme, egzersiz gibi hayat tarzı değişikliklerinin yanı sıra sebeplerine odaklanılarak, kişiselleştirilmiş, tıbbi tedaviyi de gözden kaçırmadan adres edilmesi gereken bir problem.DAMGALANMAK MÜCADELEYİ ENGELLİYOR- Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre 2023 yılında Türkiye, fazla kiloda yüzde 66.8 ile Avrupa’da ilk sıradaydı. Bu veriler bize ne anlatıyor? Geçen yıl Dünya Endokrinoloji Derneği ‘Endocrine Society’nin obezite grubu kurucu başkanı seçildiniz. Obeziteyle global mücadele de umutlu musunuz?ABD’de bu oran yüzde 70 civarında. Neredeyse aynıyız. En tehlikelisi çocukluk çağı obezite oranlarının yüzde 20’yi geçmiş olması. Günümüzde fazla kilolu olmak ‘yeni normal’ haline geldi adeta. Bireyler, toplum tarafından ‘iradesi düşük’, ‘boğazını tutamıyor’ gibi bir algıyla damgalandıkları için obezite ile mücadele edememekte, daha kötüsü de kısır döngü içinde hastalığın komplikasyonlarına yakalanmakta. Örneğin; bugün, ‘yağlı karaciğer hastalığı’ karaciğer naklinin en sık sebebi haline gelmiş durumda. Ayrıca hastalar kalp yetmezliği, diyabet, uyku apnesi gibi birçok ek hastalığa yakalanarak her gün toplumdan daha da izole olmakta ve toplumdaki ‘sorunlu’ vücut algısı sebebiyle ciddi ruhsal problemler yaşamaktadır. Ve bu durum maalesef hastaların hayat kalitesi ve beklenen yaşam süresini de 5-10 yıl kısaltmaktadır. Global olarak mücadele etmek zorunda olduğumuz bir problem. Meslek örgütleri ve hükümetler bazında büyük bir farkındalık var fakat henüz yeterli değil. Türkiye değerli akademisi ile bölgede liderlik yapabilir.YAĞLI AKCİĞER HASTALIĞINA DİKKAT- Yakın zamanda yaptığınız bir çalışmayla ‘Yağlı Akciğer Hastalığı’ adı verilen yeni bir hastalığı literatüre kazandırdınız. Nasıl bir hastalık bu?Obezite maalesef hiçbir organı sağlıklı bırakmaz. Fazla kalori ve enerji, güvenli depo olan yağ dokusuna sığmamaya başladığında karaciğer, kas, kalp ve diğer organlarda birikmeye başlar ve bu da hastalıklara yol açar. Araştırdıkça gördük ki obeziteye bağlı gelişen hastalıklar farklı mekanizmalarla oluşuyor ve mevcut ilaçlarla da tedavi edilemiyor. Bütün organlarda aktive olmuş bir stres cevabı var. Şöyle düşünün; vücudunuz, bütün organlarda sanki bir mikrop varmış gibi savaş başlatıyor, cepheler açıp sağı solu bombalıyor. Ancak gelin görün ki ortada bir düşman yok, olan organlara oluyor. Haliyle zaman içinde organ hasarı ya da ilişkili hastalıklar gelişiyor. Biz, yeni araştırmamızda, akciğerlerin bu durumdan kendini koruyamadığını hem göğüs kafesi hem akciğer içinde hem de solunum yolları etrafında hastalıklı bir yağ birikimi olduğunu gözlemledik. Bu sadece mekanik bir sorun yaratmıyordu, yağ dokusundan salınan bazı hormonlar kan-hava bariyerini aşarak solunum yollarında astım benzeri nefes darlıklarına yol açıyordu. Yanı sıra akciğerin uzak bölgeleri eşit oranda havalanamıyor, sığ soluk alma da uzun dönem problemler oluyordu. Bu da bağışıklığı herhangi bir enfeksiyona daha yatkın hale getiriyor ve sonuçları da daha yıkıcı olabiliyordu. Bu durum, soluyabilmek için beyinden gelen sinyallerdeki bozukluklardan tutun da göğüs kafesinin yeteri kadar genişleyememesine bağlı oluşan kısıtlayıcı akciğer hastalığına kadar çok geniş bir yelpazede bir solunum sıkıntısı yaratabiliyor ve adres edilmeden, mevcut yöntemlerle de tedavi edilemiyordu maalesef.TEDAVİDE TAM BİR BİYOLOJİK DEVRİM- Vücudun DNA’sını çözebilmek obezite başta diyabet ve diğer hastalıklarla mücadelede etkili olur ve dahası ‘uzun yaşamanın sırrını bize verebilir mi sizce?Obezite tedavisinde yaşanan devrim, tam olarak bir biyolojik devrim aslında. Yani biz, enerji metabolizmasının moleküler biyolojisini keşfettik. Beynin iştahtan tutun da yeme davranışlarını, enerji harcama ya da depolama gibi fonksiyonlarını hangi mekanizmalarla yönettiğini öğrendik. Daha da önemlisi doğal iştah yanıtlarının neden bozulduğu ve bunların tamirinin nasıl olacağını da bulduk. Şimdi hastalık ile gelişen eksiklikleri yerine koyup, fazlalıkları da normale çekerek deyim yerindeyse, moleküler metabolizmayı ‘fabrika ayarı’na döndürerek obeziteyi uzun süreli ve güvenli olarak, diyabet ve kalp hastalıkları gibi komplikasyonlarıyla tedavi edebiliyoruz. Bu tedavi yöntemleri ise kalp, damar hastalıklarından ölümleri azaltarak, obezite dolayısıyla kaybettiğimiz en az 10 yılı bize geri vermekle kalmıyor, obezitenin önlenmesiyle de uzun ve sağlıklı yaşamanın sırlarını da veriyor.İŞTE UZMANINDAN 3 ÖNERİHayatını diyabet ve obezite ile mücadeleye adamış genç bir hekim olarak; zayıflarken/ iyi bir yaşam kalitesi için, ‘Şunu muhakkak yapın’ dediğiniz 3 şey nedir?1- Ekranı bırakın, aktif, hareketli ve sosyal olun.2- Erken uyuyun, geçmişe takılı kalmayın, kendinizden başlayarak affetmeyi bilin.3- Kilo koruma için kas sağlığınıza odaklanın, yüksek proteinden beslenirken ağırlık ve direnç egzersizleri yapmayı da ihmal etmeyin.‘MUCİZE’ İLAÇ YOLDA- Daha önce bir röportajda ilaç formuna getirdiğinizi duyurduğunuz palmitoleik yağ asidinin sağlıklı kilo vermeye yardımcı olacağını duyurdunuz. Nedir bu yağ asidi? Bu, az önce bahsettiğiniz tedavi yöntemlerinden biri mi?Biz sağlıklı, normal kiloda olan bir bireyin kilo alırken vücudunda neler değişiyor, hangi aşamada kişi, hangi moleküler mekanizmalar vasıtasıyla sağlıklı kiloda olmaktan çıkıp obez hasta konumuna geçiyor bunu araştırırken, hamsi ve benzer balıklar, tam yağlı süt ürünleri, macadamia fındığı ile iğdede bulunan ve palmitoleik adı verilen bir yağ asidinin, vücudumuzun enerji fazlasıyla mücadele ettiğini ve adeta bir ‘yangın söndürücü’ gibi kullandığını keşfettik. Ki altını çizmeliyim, 17 yıl önce Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil Hocamızın laboratuvarında keşfedilmiş bir mekanizma bu. Şöyle işliyor; vücut yakamadığı ekstra enerjiyi yağ formunda güvenli bir şekilde depolarken, palmitoleik asidi de bir ‘haberci’ olarak diğer organlara gönderiyor ve diyor ki: ‘Bu ekstra enerji tehlikeli. Bunu ben depoluyorum sen depolama!’ Şu an insanlı klinik deneylerini yaptığımız molekül işte bu palmitoleik asit; karaciğer yağlanmasını, insülin direncini, kalpte yağ birikimini önlüyor, bağışıklık hücrelerini sakinleştiriyor, obezite komplikasyonlarına karşı sınırlı bir cevap oluşturuyor. Vücut bu yağ asidini aslında kendisi üretiyor ancak sınırlı üretiyor. İşte biz, ‘daha doğal bir tedavi olamaz’ diyerek, içindeki zararlı palmitik asidi çıkarıp, palmitoleik asidi saflaştırıp, gıdalardan, yemekle alamayacağımız yüksek doz ve saflıkta bir ilaç formuna getirdik. İhtiyaca ve doza bağlı olarak obezite tedavisinde yardımcı bir ilaç, obezitenin önlenmesinde önemli bir gıda takviyesi olacak.- Geliştirdiğiniz bu ilaca Türkiye’de ulaşmak mümkün olabilecek mi peki? Evet, şu an klinik deneylerde kullandığımız saf formun, Türkiye’de de ulaşılabilir olması hatta Türkiye’de üretimi ve araştırmalarının yapılabilmesi için önemli bir çaba sarf ediyorum.YARIN:- Hayatımı kurtaran doktor sayesinde doktor oldum…- Dünya çapında başarılı bir bilim insanı olmak isteyen gençlere öğütler…- Kilo yönetimi ve metabolik sağlık merkezi kuruluyor.

Source: Fulya Soybaş


30 aile eşyalarını evlerinin önüne serdi

Maddi Dünya: Global Bir Aile Portresi isimli kitapta foto muhabiri Peter Menzel ve 16 fotoğrafçı arkadaşı, sahip oldukları tüm ev eşyalarını evlerinin dışında sergileyen ailelerin portrelerini fotoğraflamıştı. Yaklaşık 30 aile, fotoğraflarda, farklı ülkelerdeki yaşamı gösteren bir zaman kapsülüne girmiş gibiydi. İnsanlığın sosyoekonomik ve kültürel yelpazesini çarpıcı bir şekilde fotoğraflarına yansıtan Peter Menzel ve arkadaşlarının peşine düştüğü soru, bir ailenin sahip olduklarının bize o aile hakkında neler anlatabileceğiydi… Menzel in çektiği fotoğraflarda bazı ailelerin eşyası çokken, bazı ailelerin çok daha mütevazı olduğu ve çok az eşyaya sahip oldukları görülüyordu. Eşyası az olan aileler de eşyası çok olan aileler gibi gayet mutlulardı. Bu çarpıcı görsel karşılaştırma, farklı kültürlerdeki yaşam biçimlerini, ekonomik uçurumları ve ihtiyaç ile sahip olma kavramlarının ne kadar göreceli olduğunu gözler önüne sermişti. Serinin her fotoğrafı, göreni kendi tüketim alışkanlıkları ve eşyalarla kurduğu ilişki üzerine düşündürtmüştü.Bu kitap geçen gün sosyal medyada gördüğüm biraz da iç acıtan türden bir paylaşımı görünce aklıma geldi. Faydası olandan bizim için değerli olanlara kadar irili ufaklı her eşyayı, dünyayı ve onun içindeki yerimizi anlamlandırmak için kullanırız. Bazılarını bizimle işi bitse bile atamayız, biriktiririz. Ölünce bu eşyalara ne olur? Sevdiklerimizle aramızdaki bağı canlı tutan eşyalar olabilir mi? Hayali bir insana uzanan gerçeklik bir eşya ile anılabilir mi? Bana bu kitabı hatırlatan paylaşımın linkini buraya bırakıyorum. Sizde nasıl hisler uyandıracak acaba? Materyal Dünya: Global Bir Aile Portresi nden bazı kareler Bhutan Bhutanlı Nalim ve ailesi, tüm eşyalarıyla birlikte. Geçimini çiftçilik yaparak kazanan aile Shingkhey köyünde 3 katlı bir toprak evde yaşıyor. Kambur bir sırtı ve çarpık bir ayağı olan Namgay devletten kiraladığı küçük bir değirmenle komşuları için tahıl öğütüyor. Köy 14 haneli.Küba Havana da yaşayan Costa Ailesi tüm eşyalarıyla birlikte evlerinin dışında.Japonya Tokyo da yaşayan Ukita Ailesi tüm eşyalarıyla birlikte evlerinin önünde.İzlanda Hafnarfjordur da yaşayan Thoroddsen Ailesi tüm eşyalarıyla birlikte evlerinin önünde poz verdiAmerika Kaliforniya da yaşayan Caven Ailesi, garajda sakladıkları kitap kutuları dışında tüm maddi varlıklarıyla… Amerika Pearland, Teksas tan Skeen ailesi, tüm eşyalarıyla birlikte evlerinin dışında. Güney Afrika Qampie Ailesi, 15 Mart 1993, tüm eşyalarıyla birlikte evlerinin önünde. Qampie ailesi Güney Afrika da Johannesburg un (Joberg) dışında, Soweto olarak adlandırılan Southwest Township in geniş bir bölgesinde 400 metrekarelik beton blok dubleks bir evde yaşıyor.Mali Natomo ailesi tüm eşyalarıyla birlikte Kouakourou daki evlerinin çatısında.Moğolistan Ulan Batur da yaşayan Regzen ailesi tüm eşyalarıyla birlikte evlerinin dışında….Meksika Guadalajara dan Castillo Balderas ailesi, tüm eşyalarıyla birlikte evlerinin dışında. Kuveyt Abdulla ailesi tüm eşyalarıyla birlikte evlerinin önünde poz veriyor.

Source: Habertürk


Alışveriş bağımlılığı ile başa çıkmanın 5 yolu!

Tüketim çağında yaşadığımız için alışveriş yapmak artık bir ihtiyaçtan çok, bir alışkanlığa hatta bağımlılığa dönüşebiliyor. Alışveriş bağımlılığı; kişinin ihtiyacı olmasa bile alışveriş yapma dürtüsünü engelleyememesiyle ortaya çıkar. Özellikle online alışverişin sunduğu kolaylık, sepete ekle butonunu tıklamakla başlayan bu süreç, kredi kartı ekstresinde büyük bir pişmanlığa dönüşebiliyor.NEDEN SÜREKLİ BİR ŞEYLER SATIN ALMAK İSTİYORUZ? Birçok kişi için alışveriş yapmak, stresle başa çıkmanın bir yolu haline gelmiş durumda. Dopamin salınımını artırdığı için alışveriş, kısa süreli bir mutluluk sağlıyor. Ancak bu mutluluk geçici; yerini çoğu zaman suçluluk, kaygı ve maddi zorluklara bırakıyor. Sosyal medya etkisi, kampanyalar, sınırlı stok uyarıları da bu dürtüyü tetikliyor.SEPETİ DOLDURMADAN ÖNCE KENDİNİZE SORMANIZ GEREKEN SORULAR Her sepete ekle hamlesinden önce durup kendinize şu soruları sormayı deneyin: Bu ürüne gerçekten ihtiyacım var mı? Hayatım bu ürün olmadan da devam edebilir mi? Bu ürünü neden almak istiyorum? Bu sorular alışveriş davranışınızı sorgulamanıza ve dürtüsel hareket etmekten kaçınmanıza yardımcı olabilir. Bu alışverişin ardından nasıl hissedeceğim?ALIŞVERİŞ BAĞIMLILIĞIYLA BAŞA ÇIKMANIN 5 ETKİLİ YOLU 1. HARCAMA TAKİBİ YAPIN Neye, ne kadar harcadığınızı düzenli olarak not alın. Mobil harcama takip uygulamaları bu konuda oldukça yardımcıdır. Harcamalarınızı görünce bazı gereksiz alışverişlerin farkına varmak kolaylaşır.2. LİSTE İLE ALIŞVERİŞ YAPIN Alışverişe çıkmadan ya da bir siteye girmeden önce ihtiyaç listenizi oluşturun. Liste dışındaki ürünlere yönelmemek için kararlı olun. Liste, sizi duygusal kararlar yerine planlı adımlar atmaya yönlendirir.3. KENDİNİZE BEKLEME SÜRESİ KOYUN Bir ürünü almak istediğinizde hemen satın almak yerine, 24 saat beklemeyi deneyin. Bu süre sonunda o ürüne olan isteğiniz azalmış olabilir.4. SOSYAL MEDYA VE REKLAMLARDAN UZAKLAŞIN Sosyal medya algoritmaları sürekli olarak sizi tüketime yönlendirir. Sponsorlu içerikler, influencer önerileri ve kaçırılmayacak fırsatlar psikolojik baskı oluşturur. Bu içeriklere daha az maruz kalmak, harcama isteğini azaltabilir.5. DUYGUSAL İHTİYAÇLARINIZI FARK EDİN Bir şey satın almak istemenizin altında genellikle başka duygular yatar. Can sıkıntısı, yalnızlık, mutsuzluk gibi duygularınızın farkına varın. Bu duygularla alışveriş dışı yollarla başa çıkmayı öğrenin: yürüyüş, meditasyon, bir arkadaşla konuşmak gibi.DESTEK ALMAKTAN ÇEKİNMEYİN Eğer alışveriş bağımlılığı hayatınızı kontrol ediyorsa, profesyonel destek almaktan çekinmeyin. Davranış terapileri bu konuda oldukça etkili olabilir. Alışveriş bir keyif aracı olmaktan çıkıp bir yük haline geldiyse, bu sinyalleri ciddiye almak gerekir.FARKINDALIKLA TÜKET, HUZURLA YAŞA Minimalist yaşam anlayışı son yıllarda daha fazla insanı etkisi altına alıyor. Az ama öz eşya, daha çok huzur anlamına gelebilir. Gerçekten ihtiyacınız olanlarla yaşamak, zihinsel ferahlık da sağlar. Tüketim yerine üretim odaklı bir yaşam tarzı, sizi maddi ve manevi olarak daha güçlü hissettirebilir.

Source: Habertürk


Navigasyonlarda “radar” sonrası şimdi de “polis” bildirimi uyarısı: Suçluya yol gösterir

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın Karayolları Trafik Kanunu’nda yapılacak düzenlemelere ilişkin açıklamasında faaliyete geçecek mobil uygulama ile vatandaşların radar bölgelerini görebileceğini belirtmişti. Bu açıklamaların ardından navigasyon uygulamalarının “polis noktası bildirimi” özelliği tartışmalara neden oldu. Google Haritalar, polis bildirimleri uygulamasını yenileyip “Hız Tuzağı” seçeneği yerine, çok daha kapsamlı “Polis” bildirim özelliğini getirmişti. Artık uygulamada bunun yerine “Polis” seçeneği bulunurken, kullanıcılar sadece radar bölgelerini değil tüm polis noktalarını paylaşabiliyor. İnternette yer alan farklı bazı uygulamalarda ise benzer şekilde polis noktası bildirimi, çevirme, güvenlik uygulaması yapılan yerlerin bildirimleri yer alıyor. Bu durumun kamu güvenliği açısından risk oluşturabileceğini değerlendiren uzmanlar Milliyet’e şunları söyledi:Türk-Alman Üniversitesi Ceza Hukuku Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Kemal Yıldız: Karayolları Trafik Kanunu’nun 51. maddesinin 5. fıkrasına göre hız sınırlarının aşılıp aşılmadığını, tespit etmekte kullanılan cihazların yerini tespit veya sürücüyü ikaz eden her türlü cihazın imalı, ithali ve araçlarda bulundurulması yasaktır. Aynı maddenin 6. fıkrasına göre bu cihazları imal, ithal etme, araçlarında bulunduranlar için para ve hapis cezası öngörülmüştür. Muhtemelen bu yasak/ceza ve Devlet yetkililerinin bu yöndeki talepleri doğrultusunda Google Haritalar uygulamasından radarların yerlerini göstermeye son verdi. Eğer bu uygulama sabit polis noktalarını değil de anlık polis noktalarını gösteriyorsa, suç şüphelisi kişilerin kolluk denetimlerinden kaçmaları konusunda bir kolaylık sağlayacaktır.‘Kanuni boşluk var’Avukat Merve Uçanok: Bu konuda esasen bir kanuni boşluk var. Radar cihazlarının frekans vb. ayarlarını bozacak cihazlar kullanarak ceza kesilmesini engelleyen sürücüler için kanunda ayrıca ceza öngörülmüş. Ancak haritalarda yer belirtmek tam olarak bu ihlali oluşturmadığından hukuki boşluk doğuyor.‘Güvenlik açısından risk’Bilişim Hukukçusu Sefa Karcıoğlu: Hız sınırını tespit eden cihazların yani radarların kullanılmadan önce sürücüler uyarı levhalarıyla uyarılmalıdır. Nitekim Yargıtay’da yol kullanıcılarına önceden bilgilendirme yapılması gerektiğini belirtmektedir. Harita uygulamalarının bu kapsamda kullanılması yasaldır. Haritalar üzerinden polis noktalarını gören kişilerin bu noktaları tercih etmemesi ise bir güvenlik açığı oluşturabilir.‘Bazı ülkelerde yasak’Adli Bilişim Uzmanı Mustafa Sansar: Aslında bu özellik dünyada uzun zamandır kullanılıyor. İlk olarak ABD, İngiltere gibi ülkelerde 2019’da test edilmeye başlanmış. Türkiye’de de 2020 gibi bazı kullanıcılar bu özelliği kullanmaya başlamış. Bazı ülkelerde polisin yerini göstermek yasak. Türkiye’de şu an için yasal bir engel görünmüyor ama bu durum tartışmalı.‘Cezayı etkisiz kılabilir’Adli Bilişim Uzmanı Prof. Dr. Ali Murat Kırık: Teknik olarak bu sistem, kullanıcıların paylaşımıyla işliyor. Bir kullanıcı bu bildirimleri gördüğünde, ilgili güzergâhta bir denetim olduğunu anlayarak rotasını değiştirebilir. Cezai uygulamaları etkisiz hale getiren bir alt yapıya hizmet ediyor.‘Kurnazlık kültürümüz var’Üsküdar Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Barış Erdoğan: Maalesef Keloğlan hikayeleriyle kültürel kodlarımızda cisimleşen ‘kurnazlık kültürü’müz var. Devleti daha çok denetleyen ve mesafeli bir otorite olarak algılayan vatandaş onun kurallarını çiğnemeyi kendince meşrulaştırıyor. Böyle kişiler gemisini yürüten kaptan olarak onaylanıyor. Oysa bu anlayış toplumsal güveni ve birlikte yaşama ahlakını alt üst ediyor. Kendi çıkarı uğruna başkasının hayatını riske atmayı ‘uyanıklık’ olarak görmeye başladığımız anda toplum olarak çözülmenin eşiğine geliriz. Bu nedenle sadece yasal yaptırımlar değil toplumsal vicdanı da yeniden inşa etmemiz şart.

Source: Gazetevatan.com


Danla Bilic”e kabusu yaşatan eski sevgili, şimdi de ölümle tehdit ediyor!

Sosyal medya fenomeni Danla Bilic, eski sevgilisi Berk Çetin tarafından uzun süredir maruz kaldığını öne sürdüğü şiddet ve tehdit iddialarıyla yeniden gündemde. Bilic”in sosyal medya hesabından yaptığı açıklamalar ve paylaştığı güvenlik kamerası görüntülerinin ardından başlatılan hukuki süreçte yeni bir gelişme yaşandı. TUTUKLANDI, 4 GÜN SONRA SERBEST BIRAKILDI Danla Bilic”in suç duyurusunun ardından, Berk Çetin 12 Nisan 2025″te Denizli”de gözaltına alındı ve çıkarıldığı mahkemece tutuklanarak cezaevine gönderildi. Ancak Bilic, ilk duruşmanın görülmesinin ardından Çetin”in dört gün içinde tahliye edildiğini duyurdu. Sosyal medya üzerinden açıklamalarda bulunan Bilic, Çetin”in duruşmadaki tavırlarında pişmanlık olmadığını ifade etti. Ünlü fenomen, “Hiç pişman değildi. Yaptıklarının arkasında olduğu çok belliydi,” dedi. “DAYIMI ARAYIP ÖLÜMLE TEHDİT ETTİ” Bilic, tahliyenin ardından tehditlerin devam ettiğini ve ailesine yönelik doğrudan tehditler yapıldığını açıkladı. “Dayımı arayıp “Kızınızın ölüm haberini 3-4 güne alırsınız” gibi bir beyanda bulunmuş. Bu insan şu an dışarda, olanı biteni izliyoruz,” ifadelerini kullandı. DAHA ÖNCE SİLAHLA EVE GİRDİĞİ İDDİA EDİLDİ İddialara göre Berk Çetin daha önce de Danla Bilic”in evine silahla girmiş, Bilic”i takip etmiş ve fiziksel şiddet uygulamıştı. Güvenlik kamerası görüntülerinin kamuoyuyla paylaşılmasının ardından olay sosyal medyada da büyük yankı uyandırmıştı. PES ETMEYECEĞİM Bilic, yaptığı açıklamada hukuki mücadelesinden vazgeçmeyeceğini belirterek, “Pes etmeyeceğim. Ne olursa olsun mücadele edeceğim,” dedi. OLAYIN GEÇMİŞİ Danla Bilic, Eyüpsultan”da eski sevgilisi tarafından darp edilmişti. KADES uygulaması ile olay yerine polis çağıran fenomen, sosyal medya hesabından konuyla ilgili yaptığı açıklamada, “Restoranda, güvenlik kameralarının görüş açısında, açık ve ağır şekilde yumruklanarak darp edildim. Aldığım darp raporu ile birlikte Aile İçi Büro”ya müracaat ettim. Hukuki sürecin etkin bir şekilde ilerlemesini ve güvenliğimin sağlanmasını bekliyorum” ifadelerini kullanmıştı.

Source: Haberler


Seyhan Belediye Başkanı Oya Tekin kimdir? Oya Tekin neden gözaltına alındı?

İBB ’ye yönelik soruşturma kapsamında yeni bir operasyon dalgası daha geldi. Aralarında Ceyhan Belediye Başkanı Kadir Aydar, Seyhan Belediye Başkanı Oya Tekin , Büyükçekmece Belediye Başkanı Hasan Akgün, Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı Hakan Bahçetepe ve Avcılar Belediye Başkanı Utku Caner Çaykara”nın da bulunduğu 47 kişi hakkında gözaltı kararı verildi. Peki, Seyhan Belediye Başkanı Oya Tekin kimdir? Oya Tekin neden gözaltına alındı? OYA TEKİN KİMDİR? Mersin Tarsus doğumlu olan Oya Tekin, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur.1991 yılından bu yana serbest avukat olarak çalışmaktadır. Çalışma yaşamı Hak, Hukuk, Adalet mücadelesi içerisinde geçmiş olan Tekin ,Adana’da çoklu çalışma ve kurumsal avukatlık ofisini oluşturan ilk kadınlardandır. Yüksek lisansını Mersin Üniversitesi Kadın Araştırmaları bölümünde yapmıştır. 24 haziran 2018 milletvekili seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi 6.sıra milletvekili adayı olarak seçimlere girmiştir. Adana İl Kadın Kolları Başkanlığı görevinde ilk dönemini sürdürmektedir. Adana Barosunun mesleki sorunlar, kadın hakları, Çevre komisyonlarında görevler almış, iki dönem ise staj komisyonu başkanlığı görevini yürütmüştür. Yine Demokrat avukatlar grubunun yönetiminde görev alarak bir dönem başkanlığını yapmıştır. Sivil toplum kuruluşlarının toplumsal yaşamdaki hayati rolünün farkında olarak çevre, İnsan hakları, Kadın hakları konusunda birçok sivil toplum kuruluşunda kurucu üye /üye olarak görevler almıştır. 1990 yılında Adana’da kurulan ilk çevre derneği, Çevre ve tüketiciyi koruma derneği ÇETKO bünyesinde yaptığı çalışmalar paralelinde bölgemizde ilk çevre davalarının açılmasında avukatlık görevi üstlenmiştir. Mülteci/ sığınmacı hakları konusunda, 2013 yılında Suriye’den Adana’ya göç eden sığınmacıların hukuki durumu ve toplumla entegrasyonuna ilişkin saha çalışması ile kapsamlı bir çalışma raporu hazırlamıştır. 31 Mart Yerel Seçimleri sürecinde, kadın muhtar adaylarıyla çalışmalar yapmış. Kadının siyaset sahnesindeki mücadelesini görünür kılmak amacıyla “Cam Tavanları Kırıyoruz” isimli kitabını kaleme almıştır. OYA TEKİN”İN ÖZEL HAYATI Av. Celal Tekin ile evli olan Oya Tekin,üç çocuk annesidir. OYA TEKİN NEDEN GÖZALTINA ALINDI? İstanbul Büyükşehir Belediyesi”ne (İBB) yönelik “yolsuzluk” soruşturmasında beşinci dalga operasyonu bu sabah başlatıldı. Operasyon kapsamında Büyükçekmece Belediye Başkanı Hasan Akgün, Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı Hakan Bahçetepe ve Avcılar Belediye Başkanı Utku Caner Çaykara dahil 47 kişi hakkında gözaltı kararı verildi. Öte yandan İBB iştirakı yöneticileri ve CHP”li başka belediyelerin üst düzey yöneticilerinin yanı sıra Adana”da Ceyhan Belediye Başkanı Kadir Aydar ve Seyhan Belediye Başkanı Oya Tekin hakkında da gözaltı kararı verildi.

Source: Haber Merkezi