“Toplumsal Sorunlar Gündemi – Emperyalizmin Gölgesinde Yaşananlar”

Emperyalizm, kuklaları ve haydutlar!

Ortadoğu’nun jeopolitik dengelerini kökten değiştirecek Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), İsrail’in İran’a saldırısıyla yeni bir aşamaya geçti. Amaç açık: Irak, Suriye, İran ve Türkiye’de oluşturulacak Kürt özerk bölgelerini tek bir siyasi-militer blok altında birleştirmek. ABD’li yetkililer kamuoyuna ne derse dersin, terör devleti İsrail’in arkasında ABD var. İsrail’in İran’a yönelik saldırısı, üst düzey Devrim Muhafızları komutanlarına, askeri ve güvenlik görevlilerine karşı gerçekleştirilen nokta atışı suikastlar, İran’daki rejimi yıkarak ülkeyi iç karışıklığa sürüklemeyi ve böylelikle istenilen bölünmeyi yaratmayı amaçlıyor. Bir yandan da İran’ın nükleer silah sahibi olmak için yürüttüğü çalışmaları da gerekçe olarak gösteriyorlar. İsrail, kendisi nükleer silah sahibi olup her ülkeyi bu yolla tehdit etmek ve bölgeyi kendi çıkarları doğrultusunda düzenlemek istiyor. Buna HAYDUTLUK denir! Netanyahu hükümeti, Filistin’de on binlerce insanı katlederek Gazze’de tüm dünyanın gözleri önünde soykırım sürdürüp aynı anda İran’a saldırırken arkasını her zamanki gibi emperyalizme dayıyor. Haydutların arkasında daha büyük haydutlar var! Amerika’nın yakın dönemde Afganistan, Irak, Lübnan, Yemen ve Suriye’de yaptığı haydutlukları anlatmaya gerek yok. İsrail’in güvenliğini sağlama gerekçesiyle Ortadoğu’yu kana bulamadıkları tek bir gün yok. KAPİTALİST AÇGÖZLÜLÜĞÜN SİMGESİ TRUMP Öncelikle bir düşüncemin altını çizeyim: Ben kesinlikle savaş karşıtı bir insanım. Silahlar, bombalar, füzeler, İHA’lar ve nükleer silahlarla yaratılan şiddetten, masum insanların devletleri yönetenlerin kararlarıyla canlarından olmasından, insan türünün yeryüzünü cehenneme çevirmesinden, hayvanlara ve doğaya da bu yüzden büyük bedeller ödetilmesinden nefret ediyorum. Ne var ki savaş karşıtı olmayan, kandan ve şiddetten beslenen canilerle dolu bu dünya… Ben Gazze’den gelen videolara bakmaya dayanamazken Trump İsrail’in İran’a saldırısını, “en hafif tabirle çok başarılı bir saldırı” olarak nitelendirdi ve “Piyasalar için harika olacak çünkü İran nükleer silaha sahip olmayacak” dedi! “Gazze’deki Filistinliler çevre ülkelere yerleşsin, bölgeyi devralıp Ortadoğu’nun Rivierası olarak yeniden biz inşa edelim” diyenden de bu beklenir. Kapitalist açgözlülüğün ve gaddarlığının simgelerinden biridir Trump! Tam da bu noktada Atatürk ’ün 16 Mart 1923’te söylediği sözleri hatırlamak gerekir: “Savaş zorunlu ve hayati olmalı. Gerçek kanaatim şudur: Ben milleti savaşa götürünce vicdanımda azap duymamalıyım. ‘Öldüreceğiz’ diyenlere karşı ‘Ölmeyeceğiz’ diye savaşa girebiliriz. Lakin millet hayati tehlikeye maruz kalmadıkça, savaş bir cinayettir.” DİNCİ FAŞİST MOLLA REJİMİNİ Mİ DESTEKLİYORSUNUZ? Bazıları yukarıdaki soruyu sorabilir. Bana bunu soranın beni hiç tanımadığını ve yazılarımı okumadığını varsayarım. Ama olayları iyi çözümleyemediğini de görürüm. İran, temel olarak, emperyalizmin desteğini alan İsrail’in bölgeyi yeniden şekillendirecek bir operasyon dizisi nedeniyle saldırı altında. Kuşkusuz emperyalizme karşıyım; İran halkının da içerideki dinci faşist rejimden dış müdahale ile değil, kendisinin vereceği mücadele ile kurtulmasından yanayım. Amerika’nın ve emperyalizmin işin içinde olduğu hiçbir müdahaleden halklara fayda gelmedi, gelmez. Olsa olsa Suriye’de gördüğümüz gibi eli kanlı teröriste kravat takıp onların emirlerini uygulayacak bir kuklayı iş başına getirirler. Kendi ülkesinde şeriat yasalarını uygulayan o kukla da böylece Siyonist bir terör devletinin başka bir İslam ülkesine saldırısı için hava sahasını kullanmasına izin verir. Dinci, etnikçi ve mezhepçi faşizm ve onların kuklalarının emperyalizm ile işbirliği sona ermedikçe, Ortadoğu yangın yeri olmaya devam eder. Bu kirli oyunu halkı yanına alarak bozan ve laik ulusal devleti kuran ilk ve tek lider de Atatürk’tü. Bu grupların ona olan nefretinin nedeni de budur.

Source: Zülal Kalkandelen


Sykes-Picot, Sevr, BOP ve Lozan

İsrail İran’a saldırdı. İran Genelkurmay Başkanı, Devrim Muhafızları Komutanı, Hava ve Uzay Kuvvetleri Komutanı ile nükleer araştırmalarda çalışan bazı uzmanlar öldürüldü. Bunun üzerine İran da İsrail’e yönelik yoğun bir füze saldırısı başlattı. Önce Irak, sonra Suriye, Filistin, Lübnan ve şimdi de İran… Ortadoğu’da kan ve gözyaşı durmak bilmiyor. Ortadoğu’da ölüm kol geziyor. Bölgede I. Dünya Savaşı hiç bitmemiş gibi… Emperyalizmin, I. Dünya Savaşı’ndaki “böl, parçala, yönet” planı hala masada… SYKES-PİCOT”TAN SEVR”E (1916-1920) 1. Dünya Savaşı’nda İngiltere , Ortadoğu’da Osmanlı’ya karşı Arapları isyan ettirmek istiyordu. Ocak 1916’da İngiliz McMahon, Mekke Emiri Şerif Hüseyin ’le bir antlaşmaya vardı. Şerif Hüseyin , Suriye ve Irak’ı içine alan bağımsız bir Arap devleti kurup başına geçecekti. İngiltere’nin bu faaliyetlerinden haberdar olan Fransa hemen harekete geçti. Fransız Başkonsoloslarından Charles François Georges Picot , Kasım-Aralık 1915 ve Ocak 1916’da Londra’ya giderek İngiliz Albay Sir Mark Sykes ile görüştü. Bu görüşmelerin sonunda 9-16 Mayıs 1916’da Osmanlı’yı parçalayan Sykes-Picot Antlaşması imzalandı. Mart 1916’da Petrograd Protokolü ’yle Rusya da bu paylaşıma dâhil edilmişti. 26 Nisan 1916’da Rus Dışişleri Bakanı Sazanov , İngiliz-Fransız payının fazla olduğunu belirterek Boğazlara ek olarak Erzurum, Trabzon, Van, Muş, Bitlis’i de istemişti. Buna karşılık Kayseri’den Elazığ ’a kadar olan bölgeyi Fransa ’ya teklif etmişti. (Bkz. David Fromkin, Barışa Son Veren Barış , s. 143-168.) Sykes-Picot Antlaşması ’na göre Adana, Antakya, Suriye kıyıları, Lübnan ve Musul Fransa ’ya; Musul hariç Irak ve Ürdün İngiltere ’ye: Suriye’nin diğer bölgeleri Fransız ve İngiliz koruyuculuğunda Büyük Arap Krallığı ’na verilecekti. Kerkük-Akka hattının kuzeyi Fransız , güneyi İngiliz nüfuz bölgesi olacaktı. Filistin ise Fransa, İngiltere ve Çarlık Rusyası’nın ortak sorumluluğunda olacaktı. I. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Bolşevik İhtilali’yle Çarlık Rusya yıkılınca, Kasım 1917’de Bolşevikler tüm gizli antlaşmalarla birlikte SykesPicot’u da açıkladılar. I. Dünya Savaşı sonunda İngiltere ve Fransa Sykes-Picot ’ta bazı değişiklikler yaptı. Sonunda Sykes-Picot ruhuyla Fransız mandasında bir Suriye , İngiliz mandasında bir Irak kuruldu. Arap coğrafyası Osmanlı’dan koptu. Sykes-Picot’un Türkiye planları ise bazı değişikliklerle 1920’de Sevr Antlaşması ’yla ete kemiğe büründü. Sykes-Picot Antlaşması’nın Türkiye planlarını (Sevr projesini) Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kazanılan Kurtuluş Savaşı bozdu. (Bkz. D. K. Fieldhouse, Ortadoğu’da Batı Emperyalizmi , s. 99-101.) Bugünkü Türkiye topraklarını etnik ve dinsel olarak parçalayan ve Türkleri Anadolu’nun ortasında sıkıştırıp orada etkisiz hale getirmeyi amaçlayan Sevr Antlaşması , önce Kurtuluş Savaşı’nı kazanılması sonra Lozan Antlaşması ’nın imzalanmasıyla etkisiz hale getirildi. Ancak emperyalizmin SykesPicot Planı, 1920’lerde yapılan bazı değişikliklerle, Türkiye dışında Ortadoğu’da büyük ölçüde uygulandı. Atatürk’ün Nutuk’a koyduğu Sevr haritası Bugün, 21. yüzyılda, emperyalizm, bölgeyi, bu sefer Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) çerçevesinde yeniden şekillendiriyor. Bu süreçte Sevr yeninden gündeme getirilirken Lozan hedef alınıyor. Çünkü Lozan Barış Antlaşması, tam bağımsız, toprak bütünlüğüne sahip, üniter, laik ve çağdaş Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin güvencesidir. Geçtiğimiz ay terör örgütü liderinin açıklamasında “Lozan öncesinde dönmekten” söz etmesi, geçtiğimiz günlerde ABD Büyükelçisi Tom Barrack’ın, “yüz yıl önceki antlaşmaların Kürtlerin haklarını vermediğini” söylerken Sykes-Picot ve Sevr ile birlikte Lozan’ı da sayması ve İran’ın İsrail’e saldırısı sonrası sosyal medyada dolaşıma sokulan bölünmüş, parçalanmış Türkiye haritaları eşliğinde Lozan’a saldırılması hep bu nedenledir. Sykes-Picot Antlaşması’nın Türkiye planlarını (Sevr projesini), Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kazanılan Kurtuluş Savaşı bozdu. ORTADOĞU”NUN TEMEL SORUNU Geçen yıl yine bu sayfalarda yayınlanan “Ulus Olabilmek” başlıklı yazımda şöyle demiştim: “20. yüzyılın başında, Birinci Paylaşım Savaşı sırasında, Batı emperyalizminin sınırlarını adeta cetvelle belirlediği yapay Arap-İslam devletleri ve onların ortasına özenle yerleştirilen Yahudi İsrail devleti arasındaki sürekli çatışma ortamı, Ortadoğu’da kalıcı barışın kurulmasını ve istikrarı engelledi, engelliyor. Arap İslam devletleri, içlerinde petrol zengini ülkeler olmasına karşın, gizli açık emperyalist saldırılara ve İsrail’e karşı direnmekte zorlanıyor. Peki, ama neden? Çünkü sınırları cetvelle belirlenen o devletler hiçbir zaman gerçekten tam bağımsız olamadılar ve kendi ayakları üstünde duramadılar. Önce İngiliz ve Fransız mandası, sonra ABD güdümü derken hiçbir zaman din, mezhep, cemaat, aşiret, kabile aşamasından kurtulup gerçekten uluslaşamadılar; uluslaşamadıkları için de hiçbir zaman ulusal egemenliği gerçekleştirip demokratikleşemediler; ulusların kendi kaderlerini kendilerinin belirledikleri bir çağda, Arap halkı hiçbir zaman kendi kaderini kendi eline alamadı, hep birilerinin ağzına baktı. En önemlisi de Araplar, aklın zincirlerini kırıp, düşünceyi özgürleştirip bilime dayanıp, laik bir devlet kurup gerçekten çağdaşlaşamadılar. Bu yöndeki bazı çabalar ise uzun vadede sonuçsuz kaldı. Kısacası yüzyılın başında Türklerin, Atatürk’ün önderliğinde başardığı dönüşümü, (tam bağımsız, laik, çağdaş ulus devlet) Araplar başaramadı. Ortadoğu’da Arap-İslam dünyasında Atatürk rolüne soyunan liderlerin hiçbiri kendi halkının Atatürk’ü olamadı.” “Ortadoğu’nun artık şu gerçeği görmesi gerekir: Din ve mezhep bağı, aşiret, kabile aidiyeti, cemaat kültürü, din ve mezhep temelli çeşitli örgütler, akıl ve bilim dışılık ‘kurtuluşu’ sağlamadı, sağlamayacak; ‘din kardeşliği’ ve “ümmet olmak” yetmedi, yetmeyecek; uluslaşma, ulusal egemenlik, demokratikleşme, laiklik ve çağdaşlaşma olmadan, uluslararası saygınlığa ve caydırıcılığa sahip tam bağımsız ve güçlü devlet kurmak asla mümkün olmadı, olmayacak. Petrol ve maddi zenginlik; kalkınma, barış, refah ve kurtuluş için yetmedi, yetmeyecek. (…) Emperyalist işgale ve sömürüye başkaldırmadan tam bağımsız olunamaz, uluslaşmadan da demokratik ve çağdaş bir devlet kurulamaz, kalıcı barış sağlanamaz. Gerçek şu ki, Ortadoğu’nun asıl talihsizliği, Atatürk’ün yaklaşık 100 yıl önce gördüğü bu evrensel gerçeği, 100 yıl sonra bile görebilen bir lider çıkaramamış olmasıdır.” (Sinan Meydan, “Ulus Olabilmek”, Cumhuriyet, 2.10.2024) LÜBNAN MODELİ Ortadoğu devletlerinin sınırlarını cetvelle çizen emperyalizm, hiçbir zaman bu devletlerin tam bağımsızlığına, ulusal birlik ve bütünlüğüne ve gerçekten demokratik ve çağdaş görünüm kazanmasına taraftar olmadı. Emperyalizmin tek derdi bölgedeki kendi emperyal çıkarlarını korumak oldu. Bunun için de gerektiğinde söz konusu devletler içinde etnik köken, din ve mezhep ayrılıkları körüklendi. Hatta bu konuda –bugün de kullanılan- bir “Lübnan modeli” geliştirildi. Emperyalizmin, sınırlarını 1920 yılında çizdiği Lübnan’da, 1926 yılında Fransız mandasında Lübnan Cumhuriyeti kuruldu. 23 Mayıs 1926’da, Fransızların ilan etiği Lübnan Anayasası , temsilde mezhep oranlarını esas alıyordu. Lübnan’da Fransız mandası döneminde, 1932’de yapılan tek nüfus sayımına göre ülkenin yüzde 28.8’i Hıristiyan Marunilerden, yüzde 22.4’ü Sünnilerden, yüzde 19.6’sı Şiilerden, yüzde 9.7’si Rum/Grek Ortodokslardan, yüzde 6.8’i Dürzilerden, yüzde 5.9’u Rum/Grek Katoliklerden ve yüzde 3.2’si Ermeni Ortodokslardan oluşuyordu. Lübnan Anayasası’na göre 17 dini cemaate parçalı özerklik tanındı. Böylece Lübnan demokrasisi “mezhep temsilini” esas aldı. Lübnan’ın siyasi yapısı mezheplere göre şekillendirildi. Lübnan’da millet vekillikleri, devlet görevleri, liyakate göre değil mezhep oranlarına göre dağıtıldı. Lübnan Anayasası’na göre Cumhurbaşkanı Marunilerden, Başbakan Sünnilerden ve Meclis Başkanı Şiilerden seçilecekti. Anayasaya göre mezhepler kendi okullarına sahip olabilecekti. 1943 yılında bağımsızlığını kazanan Lübnan Cumhuriyeti, ulusal bütünlüğü esas alan, yeni bir anayasa yapmak yerine, Fransızların hazırladığı anayasayı temel alarak mezhepler arası bir “Ulusal Pakt” imzaladı. Ancak bu pakt, Lübnan’ın demokratikleşmesini değil, bölünmesini hızlandırdı. (Mustafa Lamba, Tuğçe Hisoğlu Koç, “Lübnan’In Yönetsel Yapısı”, Aydın İktisat Fakültesi dergisi, https://dergipark. org.tr/tr/download/articlefile/2038529; Hakkı Uyar, “Ortadoğu Nereye Gidiyor”, Ege Meclisi, 16.06.2025) Her ne kadar Lübnan Anayasası’nda Lübnan’ın kimliğinin Arap olduğu belirtilse de Lübnan, mezhepçi yapısıyla hiçbir zaman uluslaşamadı, ulusal birlik ve bütünlüğünü sağlayamadı ve gerçekten demokratikleşemedi. SEVR”DE TÜRKİYE”YE DAYATILAN MODEL İlginçtir! Emperyalizm, “Lübnan modelini” Lübnan’dan önce Türkiye’de uygulamak istemişti. Şöyle ki? Türkiye’yi paramparça eden Sevr Antlaşması’nda, “soy, dil ve din azınlıkları” kavramına yer verilmişti. Böylece Türkiye etnik köken, din ve hatta mezhep ayrımı ile parçalanmak istenmişti. İngiltere bu konuyu Lozan’da da gündeme getirdi. Hatta bir de “Müslüman azınlık” kavramı ileri sürdü. Türkiye Lozan’da “soy, dil ve Müslüman azınlık” tanımlamalarını reddetti. Sadece Müslüman olmayanları azınlık olarak kabul etti. Ayrıca Türkiye Lozan’da, “dinlere göre hukuk” , yani çok hukuklu sistem dayatmasını da reddetti. Aşamalı biçimde Türkiye’de herkesin laik, çağdaş tek bir hukuka bağlı olacağını bildirdi. Lozan sonrasında yapılan hukuk devrimi ile Türkiye’de hukuk birliği sağlandı ve yabancıların ayrıcalıklarına, Patrikhane’nin hukuki yetkilerine son verildi. Böylece tam bağımsız, hukuk birliğine sahip, çağdaş ulus devletin temeli atıldı. BOP VE TÜRKİYE 2000’lerin başında ABD, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile 5 yıl içinde; aralarında Irak, Suriye ve İran’ın da olduğu 7 devletin parçalanmasını amaçlamıştı. Bu süreçte –bölgede zaten hiçbir zaman güçlü olmayan- l aiklik, ulusal bilinç, kamucu ekonomi ve bağımsızlık gibi ilkeler sistemli biçimde hedef alınırken “demokrasi” adı altında etnik, din ve mezhep temelli ayrışma körüklendi. Zafer Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ ’ın, geçen günkü tarihi savunmasında ayrıntılı biçimde ortaya koyduğu gibi, BOP, Ortadoğu’daki diğer devletleri de Lübnanlaştırmayı esas aldı: “Ortadoğu ülkeleri, Lübnan gibi etnisite ve mezhebi siyasal temsil ile yeniden örgütlenmeliydi. Böylece Ortadoğu’yu bölmek ve yönetmek daha kolay olacaktı. Milli kimlik zayıflayacak, milli devlet ve ordular zayıflayacak, milli birlik yok edilecekti.” Irak ve Suriye, Lübnan modeliyle; etnik, din ve mezhep temelinde ayrışmayla parçalandı, şimdi sıra İran’da… Ya sonra? *** Sonuç olarak şu gerçeği iyi görmek gerekir ki, Sykes-Picot’tan Sevr’e, Sevr’den BOP’a, Türkiye’yi bölüp parçalamaya yönelik planların önündeki en güçlü kalkan hâlâ Lozan Antlaşması’dır. BOP ile bölgede haritaları değiştirmeyi amaçlayanlar, Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalayabilmek için Lozan’ı hedef almak zorundadırlar. Çünkü sınırları belli, tam bağımsız, ulusal egemenliğin esas olduğu, ulusal birlik ve bütünlüğe sahip, üniter, laik, sosyal hukuk devleti durumundaki Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası dayanağı Lozan Antlaşması’dır. Son günlerdeki, terör örgütü liderinden ABD Büyükelçisine kadar Lozan’a yönelik saldırıları da bu bağlamda değerlendirmek gerekir.

Source: Sinan Meydan


İran”ı özgürleştirmek! – Doğan Ergenç

İsrail’in İran’a saldırısının ardından Binyamin Netanyahu, İran halkına şöyle seslendi: “İsrail, ‘Yükselen Aslan’ operasyonu kapsamında rejimin bize karşı kullandığı nükleer ve balistik tehditleri ortadan kaldırmayı hedefliyor. Biz görevimizi yerine getirirken aynı zamanda sizin özgürlüğünüze giden yolu da açıyoruz.” Hiç yabancı gelmedi değil mi? Afganistan, Irak, Libya, Suriye gibi ülkeler için de benzer sözleri duymuştuk. ABD bu ülkelere, demokrasi ve özgürlük getireceğini iddia ediyordu. Anlaşılan o ki şimdi sıra İran’da! ABD ve İsrail’den demokrasi bekleyenler olmayacak duaya amin demektedir. ABD Irak’ı işgal etti ama bu ülkeye demokrasi gelmedi. Bugün Irak istikrarsız, parçalanmış ve başarısız bir devlet. Bu ülkede çoğulcu bir demokrasi söz konusu değil. Ya Suriye? Evet, Esad baskıcı bir rejimin lideriydi. Suriye’de insan hakları ve özgürlükler konusunda sorunlar vardı. Ama şimdi ne oldu? Emperyalistlerin desteğiyle rejim değişti ama bu ülkeye demokrasi gelmedi. Haberlerden, Suriye’deki kadınların plajlarda mayo ve bikini giymesinin yasaklandığını öğreniyoruz… Emperyalistlerin ve Siyonistlerin demokrasiyle, insan haklarıyla uzaktan yakından bir ilgisi yok. Onlar için önemli olan tek şey var: Bir ülkenin kendileriyle “uyumlu” olması. Kendileriyle uyumlu olan bir ülke; gerici bir düzene sahip olabilir, baskıcı olabilir, kendi halkına kan kusturan uygulamalara imza atabilir. Bunun bir önemi yok! Ancak, herhangi bir ülke emperyalistlerin tekerine çomak sokarsa, işte o zaman o ülke demokratik olsa dahi hedef tahtasına konur. İSRAİL”İN SİCİLİ Peki, İran’ı “özgürleştireceğini” iddia eden İsrail’in sicilinde ne var? Abluka var; insanların gıda ürünlerine ve temel gereksinimlerine ulaşmalarını engelliyorlar. Irkçılık var; Filistin’de bir tür “apartheid”(ayrımcılık) rejimi kurmuş durumdalar. Dincilik var; “vaat edilmiş topraklar” anlatısına sık sık vurgu yapıyorlar. İnsanların en temel hakkı olan yaşam hakkını ihlal etmek var; açık açık, bilerek ve isteyerek sivilleri öldürüyorlar. İşgalcilik var; başka ülkelerin topraklarına saldırıyorlar. Böyle bir sicili olan ülkenin herhangi bir ülkeye demokrasi ve özgürlük getirmesi mümkün mü? İsrail kendisini uygarlığın temsilcisi olarak gösteriyor. Bu doğru değil. Bir ülkenin rejimi ne kadar demokratik ve özgürlükçü olursa olsun -ki İsrail için böyle bir durum söz konusu değil- eğer o ülke bir başka ülkenin egemenliğine göz dikerse buradan uygarlık ya da çağdaşlık çıkmaz. Çağımızda uygar bir ülke işgalcilik yapmaz; başka ülkelerin egemenliğine, toprak bütünlüğüne zarar verecek davranışlardan kaçınır. Özetle, demokrasi ve insan hakları emperyalistlerin, Siyonistlerin işgalleriyle gelmez. Bir ülkeye eğer demokrasi ve özgürlükler gelecekse, bu, o ülkenin halkının mücadelesiyle olacaktır. Başka türlüsü olanaklı değildir. DOĞAN ERGENÇ SOSYOLOG

Source: Olaylar Ve Görüşler


Yeni Türkiye?

Epey zamandır iktidar çevreleri bu sözü ağızlarında geveleyip duruyor: Yeni Türkiye! Türkiye eskidi mi ki yenisini konuşuyoruz? Başlangıç olarak TBMM’nin açıldığı ya da Cumhuriyetin ilan edildiği 1920’leri alırsak 100 yılı biraz aşkın bir geçmişten söz ediyoruz demektir. Bir ülke (ya da devlet) yüz yılda eskir mi? Osmanlılık geçmişini anımsatanlar olacaktır. Bunu Selçuklulara, daha da öncelere götürebiliriz. O zaman karşımıza çıkacak olan eskilik ya da yenilik değil, bir milleti o millet yapan bambaşka ve çok daha derin konulardır. Öyleyse ne demek oluyor bu yeni Türkiye? Bütün yenileştirme çabalarına karşın artık gerçekten eskimiş ve emperyalizmin içteki bilinçsizler ve işbirlikçilerle birlikte çökerttiği, tariksel ömrü artık sona ermiş Osmanlı Devleti’nin yerine kurulan bu ülke, bütün dünyaca kabul edildiği gibi yepyeni bir ülke ve devlet olarak var olmadı mı? Öyleyse eğer, ne zaman eskidi, neresi eskidi, niye eskidi? Bu ve benzer sorular yanıtlanmadan yeni Türkiye sözü (hedefi, hevesi) açıklamasız kalmaya ve kuşku uyandırmaya devam edecektir. *** Başta tek tek insan yaşamları ve insanlığın kendisi olmak üzere canlı ya da cansız her şeyin eskimesi kaçınılmaz bir evrensel yasadır. Eskiyen şey olanaklar ölçüsünde yenilenerek bir zaman daha var olmaya devam eder ya da yok olur, bir başka şeye dönüşür vb. Devletler, ülkeler de bu yasanın dışında değildir. Tarih, eskiyip yenilenemediği için yok olan devletler ve ülkelerle dolup taşar . Ayrıca tıpkı doğal yaşamda olduğu gibi toplumsal yaşamda da eskimeden yok olmak olasılığı da vardır. Genç bir ülkenin daha doğal ömrünü yaşayamadan bir savaş ya da bir başka felaket nedeniyle yok olması gibi. Bulunduğu coğrafyada ve bütün dünyada yepyeni bir oluşum olarak var olan Türkiye Cumhuriyeti için, kuruluşu üzerinden çok da bir zaman geçmeden böyle bir kader mi biçildi diye kaygıyla düşünmekten kendimi alamıyorum. *** Şimdi yeni Türkiyecilere sorularımı sıralıyorum. Eski Türkiye derken kastettiğiniz şey nedir? Başta laiklik olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti’nin varoluş temellerini oluşturan Devrim Yasaları mı? Bireysel ve toplumsal yaşamın her alanında kadın-erkek eşitliği mi? Dini nikâha karşı resmi nikâh mı? Mirasta kadın ve erkeği eşitleyen Medeni Hukuk ilkeleri mi? Eğitim sisteminin (bugün altı bir hayli oyulmuş olan) akılcı temelleri mi? Parlamenter sistem mi? Çağdaş bütün anayasalar gibi bizim mevcut anayasamızda da yer alan düşünce, ifade ve toplanma vb. özgürlükleri gibi özürlükçü ilkeler mi? Vb… Vb… Yeni Türkiyecileri bugünün Türkiye’sinde rahatsız eden şey ya da şeyler nelerdir? Soruyu bir başka soruyla kendim yanıtlayayım: Bunların neler olabileceğini, Cumhuriyetin çağdaşlık ilkelerine karşıtlığını her alanda gösteren, kamu mallarını yağmalayarak ülkenin değerlerini yerli ve yabanı sermayeye pazarlayan, paramızın değerini yabancı paralar önünde sıfırlayan, zengini daha zenginleştirip orta tabakayı aşağılara doğru iten, zaten yoksul halkı daha da yoksulaştırarak yaşayamaz duruma getiren, ülkenin kültürel ve demografik yapısını geriye dönüşsüz biçimde bozan, hukuku emir komuta altına alarak adalete güveni yok eden, cezaevlerini kendi yandaşı olmayan aydınlarla dolduran bu siyasal iktidarın yaptığı ve yapmaya ısrarla devam ettiği şeyler zaten göstermiyor mu? *** Bu yeni Türkiye projesi, emperyalizmin Büyük Ortadoğu Projesi adı altında bölyönet- sömür hedefinin bir bileşeni olmasın? CHP başta olmak üzere muhalefetteki partilerin yeni anayasa ve yeni Türkiye kılıflı bu parçalayıp yok etme tuzağına düşmemelerini umuyor ve diliyorum.

Source: Ataol Behramoğlu


Devlet korumasında kırmızı alarm: Beş çocuk çamaşır suyu içti

İstanbul Ümraniye’de Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı Çocuk Evleri Sitesi’nde koruma altındaki beş kız çocuğunun çamaşır suyu içerek intihara kalkışması yeni bir tartışma başlattı. Söz konusu olayın ardından gözler koruma altındaki çocuklara çevrildi. Cumhuriyet, devletin koruması altındaki çocukların yaşadıklarına mercek tuttu. 2021 yılında Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun (TİHEK) ziyaret ettiği Ankara Saray Çocuk Evleri Sitesi Müdürlüğü’nde 21 çocuğun kayıp olduğu ortaya çıktı. 2023 yılında İstanbul’da yaşayan Eda Nur Kanıdinç, bakamadığı gerekçesiyle 3.5 yaşındaki Adnan Berk ve kardeşi bir buçuk yaşındaki Efrin Kanıdinç’i Bahçelievler Çocuk Esirgeme Kurumu yurduna teslim etti. Adnan Berk kısa süre sonra hayatını yaşamını yitirdi. 2023 yılında Bursa’da 17 yaşındaki koruma altındaki Yasemin Cemre İçlikan’ın inşaatta ölü bulundu. 2025 yılında ise Kocaeli’de 21 aylık bir bebek, koruma altında olduğu çocuk evinde yaşamını yitirdi. Yaşanan olayların ardından soruşturmalar sürerken, soru işaretleri devam ediyor. SORULMAMIŞ BİLE! Cumhuriyet’e konuşan CHP Genel Başkan Yardımcısı Aylin Nazlıaka, Ümraniye’deki olaya ilişkin “Koruma altındaki çocuklar, devletin doğrudan sorumluluğundadır. İstanbul Ümraniye’de beş kız çocuğunun kurumdan kaçabilmek için çamaşır suyu içmesi, çocukların ne kadar güvensiz bir ortamda olduğunu acı şekilde gösteriyor. Ancak asıl çarpıcı olan bu çocuklara olayın ardından “Neden kaçmak istediniz, kurumda size nasıl davranılıyor?” gibi en temel soruların dahi sorulmamış olmasıdır. Bu beş çocuk ne yaşadı ki kaçabilmek için çamaşır suyu içti? Bu kurumda çalışan görevliler araştırıldı mı? Çocuklara yönelik herhangi bir fiziksel ya da psikolojik şiddet uygulandı mı?” diye konuştu. “CANLARIYLA ÖDEMESİNLER” Eski Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık’ın, 23 Nisan 2021’de bakanlık koltuğunu verdiği koruma altındaki çocuğu ifşa etmesini hatırlatan Nazlıaka, “Çocukların beyanlarını dikkate almayan bu yaklaşım, bir zihniyet göstergesidir. Ne koruma altındaki çocuğun bir önceki aile bakanı tarafından deşifre edildiğini ne de koruma altında olmasına karşın cansız bedeni bulunan çocukları unuttuk” dedi. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş’ a seslenen Nazlıaka, “Mahinur Özdemir Göktaş’ı uyarıyorum, bu bir kırmızı alarm. Kaçmak için intihar teşebbüsünde bulunmanın ne kadar vahim olduğunu görün ve etkin bir soruşturma başlatın. Sorumluluktan kaçmayın, sizin sorumsuzluğunuzun bedelini çocuklar canıyla ödemesin” ifadelerini kullandı.

Source: Rengin Temoçin


Öcalan’dan DEM Parti’ye: Yüzde 20 oy bandında iktidarsınız

PKK lideri Abdullah Öcalan, Kurban Bayramı dolayısıyla 7 Haziran”da aile yakınlarıyla bir görüşme yapmıştı.

Mezopotamya Ajansı”nın haberine göre; görüşmede yer alan isimlerden DEM Parti Şanlıurfa Milletvekili ve Abdullah Öcalan”ın yeğeni Ömer Öcalan, görüşmenin detaylarını paylaştı.

Ömer Öcalan”ın aktardığına göre, Abdullah Öcalan, DEM Parti”nin her yerde konferans ve toplantılar yapması gerektiğini söyledi. DEM Parti’nin kapsayıcı bir siyaset yapması için birçok fırsat doğduğunu belirten Abdullah Öcalan, “Karadeniz’de, Akdeniz’de, İç Anadolu’da DEM Parti potansiyelini ortaya çıkarmalı. Bütün Türkiye’de bir ekonomik kriz var, yoksulluk var. Birçok kentte işçi dostlarımız var. DEM Parti bunun için çalışmalı. Bir kriz var, ekonomi kötü, yoksulluk büyük, işçiler artık geçinemiyor. DEM Parti bu konulara eğilmeli ve her yerde gücünü arttırmalıdır” dedi.

Source: aktifhabercom


Yeni bir ‘lider’ doğuyor… Ağıralioğlu’nun Anahtar Partisi seçime katılabilecek

Önceki gün gazeteci arkadaşımız Meliha Okur’la gittik. Ağıralioğlu’nu pek tanımadığımız için sohbette kendisini çok beğendik. Sorularımıza açık yanıtlar verdi. Daha baştan iyi ‘puan’ alıyor. 1972’de doğmuş. Trabzon/Çaykara’lı olduğunu, Yozgat/Sorgun’da okuduğunu, Ankara’da Mülkiye-Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdiğini anlattı. 18’li yaşlarda Alperen grubu arasında yer almış, başkanlık yapmış, BBP’de Muhsin Yazıcıoğlu ekibinde başkan yardımcılığı görevinde bulunmuş, 2011’de şimdiki Genel Başkan Mustafa Destici’ye karşı genel başkan adaylığını kaybetmiş.İlk başta kendisini ‘akıllı, zeki, gözü pek ve belagati yüksek bir siyasetçi’ olarak gördük. Konuştukça akıllı ve hırslı yanı ortaya çıkıyor.Kendisini ‘küçüklüğünden beri ülkücü’ olarak tanımladı. Ama siyaset için yetiştirmiş de diyebiliriz. 12 Eylül sonrasında kurulan MSP ve MÇP içinde siyaset deneyimine başlamış, daha sonra MHP’li olmuş, Nizami Alem Ocakları içinde de yer almış ve orada da genel başkanlık yapmış.Yakındakilerinin anlattığına göre, muhafazakâr bir gelenekten geliyor aslında. Yavuz Bülent Bakiler ve Dilaver Cebeci’nin şiirlerini ezbere bildiğini de söyledi.30 yıldan beri siyaset sahnesinde Yavuz Ağıralioğlu. Geçen dönem MHP’den ayrıldıktan sonra geçtiği İyi Parti’deki çalışmalarında Meral Akşener’in gözü hep üzerinde olmuş.BİR ANISINI ANLATIYOR Mülkiyeyi bitirdikten sonra bir gün cemevine gittiğini, ‘dedenin’, sohbette kendisine uzak ve soğuk durması karşısında Türkiye’deki önemli sorunlardan birinin herkesin birbirini ‘anlamamak’ ve ‘güven’ duymamak olduğunu, bu gibi sorunlar nedeniyle de Türkiye’yi daha küçük yaşlarda düşünmeye başladığını anlatması da ilginç geldi bize.Bu arada muhafazakâr dünya görüşüne rağmen siyasette bireysel hak ve özgürlüklerden yana tavır koyduğunun altını çiziyor ve yaşam tarzlarına müdahale edilmesini doğru bulmuyor. Yozgat’ı konuşurken, kendisine Yimpaş’ı sormayı unuttuğumu anladım.AKP ve MHP’ye karşı ‘çıkış kapısı’ aradığını, zaten siyasete bu nedenle girdiğini, geniş bir dost ve arkadaş grubu olduğunu da öğrendik, zaten ‘anahtar’ durumunda olmayı da bu amaçla ortaya koyduğunu söylüyor.Karadeniz’in ele avuca sığmaz enerjisiyle, Yozgat’ın orta Anadolu kültürü ve muhafazakâr gelenekleriyle harmanlanmış mert bir lider profili ortaya çıkıyor diyebiliriz. Daha genç yaşta, siyaset dünyasında birçok kişi ile tanışması kendisini çok ileri taşımış ve onlardan çok şey öğrenmiş… Gecesi-gündüzü olmadığını, her şart altında neşesini ve umudunu hiç eksik etmediğini, hatta nüktedanlıkta Cem Yılmaz’la yarışabileceğini; sporda dağa çıkıp rafting yapabildiğini, motosiklete ve ata binebildiğini dinlerken, şaşırmamak elde değildi… Bunları anlatırken eşine ve üç çocuğuna (ikisi üniversite, biri lise son) karşı öğretisi ve saygısı her zaman dikkati çekermiş. İstanbul Beylerbeyi’nde oturuyor. Başkanın en çok seveni ve dostu kimdir sorusuna “O kadar çok ki” yanıtını aldım. Zaten yolda yürürken bu fark ediliyormuş.FETÖ ve kültür konusundaki değerlendirmelerini okumak istedim, göndereceğini söyledi. Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli konusundaki eleştirilerini de biliyorum ama bunları anlatırken, dikkatli idi. Erdoğan’a karşı daha saygılı idi. Ancak bu iki liderin ‘idaresi’ ve ‘siyasi söylemlerine’ karşı da siyasete hızlı bir giriş yaptığını da çekinmeden söyledi.CHP VE ÖZEL MUHABBETİ Çok şey konuştuk, kendisini dinleyenler anlattıklarını beğendi. Ayrılırken, Özgür Özel ve CHP’yi sorduk. “Atatürk’ün değerlerine sahip çıkmalılar” deyiverdi, hiç şaşırmadım. “Ben Özgür Bey’le parlamentodan arkadaşım” diye de ekledi. “Tayyip Bey sizi transfer edebilir mi” demek istedim, ancak durdum.Bu arada yanındaki iki kadın yöneticisi, Genel Sekreter Nihal Ağca ve Çevre, Şehircilik, Afet ve Su Politikaları Başkanı Emine Küçükali vardı. Ağca, ODTÜ Uluslararası İlişkiler mezunu, 17 yıllık bankacılık tecrübesinden sonra İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde 4 yıl Genel Müdürlük yapmış. Eski Kızılay Genel Başkanı, ANAP’lı Tekin Küçükali’nin kızı olan Emine Hanım da mimar.Herkesten çok yararlandım diyebilirim.GÜNÜN SÖZÜ“Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ, 2 yıl 4 ay 3 gün hapis cezası aldı, hiçbir adli kontrol hükmü uygulanmasına gerek olmadan tahliye edildi. Evet, şimdi Sayın Özdağ’ı merak ediyoruz, hangi partiyi daha çok eleştirecek? Yine de geçmiş olsun!”MESAJ PANOSU- KONUT abonelerinde 5 bin kilovat saat üzeri tüketime uygulanan yüzde 96’lık elektrik zammı için Tüketici Hakem Heyeti emsal bir karar verdi. Heyet, zammın geç duyulmasını gerekçe göstererek uygulamayı ‘ayıplı’ bulurken, başvuru yapan bir vatandaşa, zam farkının faiziyle birlikte iadesine hükmetti. Dilekçeyle başvuran herkesin fazla ödeme bedelini geri alabileceklerini belirten CHP’li Deniz Yavuzyılmaz, “Vatandaşlarımızın haklarını savunma yolunda önemli bir kazanım” dedi.- ENSTİTÜ İstanbul İSMEK’in “Hayal Bu Ya!” festivali için hazırlıklarda sona gelindi. Sergilerden konserlere, atölyelerden söyleşilere ve dans gösterilerine kadar birçok etkinliğin yer aldığı festival 19 Haziran Perşembe günü Yenikapı Etkinlik Alanı’nda başlıyor. İstanbullular, festivale ‘İstanbul Senin’ uygulaması üzerinden oluşturacakları biletlerle ücretsiz katılabilecek.

Source: Yalçın Bayer


Batı Şeria’yı da cehenneme çevirdiler

İsrail, İran”a yönelik saldırılarına başlamasının ardından işgal altındaki Batı Şeria”daki Filistinlilerin hareketine ağır kısıtlamalar getirerek bölgeyi adeta devasa bir açık hava hapishanesine çevirdi ve günlük yaşamı felç etti. Filistin yönetimine bağlı Ayrım Duvarı ve Yerleşim Birimleriyle Mücadele Komisyonu Başkanı Mueyyid Şaban, bu durumu “sistematik bir toplu cezalandırma politikası” olarak niteledi ve uygulamaların köyler ile şehirler arasındaki hareketliliği felce uğrattığını söyledi. Şaban, “İsrail”in abluka uygulamaları, Filistinlilere tanınmış temel haklara, özellikle seyahat özgürlüğü ve sağlık hizmetlerine erişim hakkına, açık bir saldırıdır” dedi. İsrail ordusunun, yolları Filistinlilere kapatırken, Filistin topraklarını gasp eden İsraillilere açık tutarak “apartheid rejimini” daha da pekiştirdiğini vurgulayan Şaban, bölgede farklı tür ve biçimlerdeki kontrol noktalarının sayısının 898″i aştığını, bunların büyük çoğunluğunun Filistinlilere kapalı olduğunu kaydetti. HAYATI FELÇ ETTİLER Bu nedenle, yüzlerce metreyi bulan araç kuyrukları oluştu. Cuma gününden bu yana kuzeydeki Selfit kentine bağlı Beddiya beldesinin batı girişinde, İsrail ordusu birçok kamyona el koydu, bazı sürücülerin araçlarının anahtarlarını aldı. Batı Şeria”daki Filistinliler, İsrail”in kent ve kasabaların ana girişlerini kapsayan geniş çaplı ablukaları nedeniyle günlük hayatlarını sürdürmekte ciddi zorluklar yaşıyor. Öte yandan İsrail güçleri yaptığı baskınlarda en az 30 kişiyi gözaltına aldı.

Source: Sabah


WhatsApp uyarısı: Uygulamayı silin! Bilgileri İsrail”e gönderiyor! Meta”dan Jet cevap!

Meta çatısı altındaki WhatsApp’tan yapılan açıklamada ise bu suçlamalar “asılsız” olarak nitelendirildi. Şirket, “Bu tür yanlış bilgilerin, hizmetlerimizin engellenmesi için bahane olarak kullanılmasından endişe duyuyoruz” ifadelerini kullandı.WhatsApp, mesajların uçtan uca şifrelendiğini ve şirketin bu mesajlara erişiminin olmadığını vurguladı. Açıklamada, “Kullanıcıların konumlarını izlemiyoruz, mesaj içeriklerine erişmiyoruz ve hükümetlere toplu veri sağlamıyoruz” denildi.Nükleer silah yalanı deşifre oldu! “Geri dönülmez nokta” iddiası çürütüldüVERİ GÜVENLİĞİ TARTIŞMASICornell Üniversitesi’nden siber güvenlik uzmanı Gregory Falco, mesaj içeriklerinin gizli kalmasına rağmen, WhatsApp üzerinden iletilen bazı “metaverilerin” şifrelenmediğini ve bu verilerle kullanıcı davranışlarının kısmen anlaşılabileceğini söyledi.Ayrıca Falco, WhatsApp verilerinin İran dışında depolanıyor olabileceğine de dikkat çekerek, “Veri egemenliği açısından ülkelerin kendi verilerini kendi sınırları içinde barındırması şart hale geldi” dedi.İRAN”DA GEÇMİŞTE DE UYGULANDIİran, geçmişte birçok sosyal medya platformunu yasaklamıştı. Ancak halk, VPN ve proxy gibi yollarla bu yasakları aşmayı sürdürüyor. 2022’de ülke genelinde başlayan protestolar sırasında WhatsApp ve Google Play erişimi engellenmiş, bu yasaklar 2024 sonlarında kaldırılmıştı.WhatsApp, ülkede Instagram ve Telegram ile birlikte en yaygın kullanılan mesajlaşma uygulamaları arasında yer alıyordu. Yeni çağrının ardından uygulamanın yeniden engellenip engellenmeyeceği merak konusu.

Source: Mehmet Küçükkahveci


İran'ın vurduğu kentte kriz! İsrailliler birbirine girdi

İsrail ve İran arasındaki karşılıklı saldırılar şiddetlenerek devam ediyor. İran, İsrail”in önceki hamlelerine yanıt olarak füze ve kamikaze İHA”larla Tel Aviv ve Hayfa”yı hedef aldı. Bu saldırılar kapsamında Hayfa”daki petrol rafinerisi ağır hasar gördü. İsrailli yetkililer, rafineriyle birlikte ona bağlı tüm tesislerin faaliyetlerinin durdurulduğunu açıkladı. Rafinerinin kapanmasıyla ülkede akaryakıt krizi baş gösterdi. Kriz, birçok bölgede kaosa neden oldu. İSRAİLLİLER BENZİN İÇİN BİRBİRİNE GİRDİ Araçlarının depolarını doldurmak için akaryakıt istasyonuna akın eden İsrailliler, benzin kuyruğunda birbirine girdi. Çıkan kavgada ortalık savaş alanına döndü. Kavga edenler birbirlerine yangın tüpü sıktı. Cep telefonu kamerasına yansıyan görüntüler ise sosyal medyada paylaşıldı.

Source: Haberler


Tatil tartışmasında nişanlı dehşeti!

İstanbul dan Yalova nın Çınarcık ilçesine 8 Haziran da bayram tatili için giden nişanlı çift Hilal Çullu (20) ve Y.B. (21) arasında plajdaki gece kulübünde dönüş planıyla ilgili tartışma çıktı. habericionecikanlar#100#left# KASK İLE SALDIRIP KAFA ATTI DHA daki habere göre tartışma sırasında Y.B. motosiklet kaskıyla saldırdı. Daha sonra Çullu ya yumrukla saldıran Y.B. seni öldürürüm diyerek yüzüne de kafa attı. KANLAR İÇİNDE YERE YIĞILDI Çullu kanlar içinde yere yığılarak bayıldı. Y.B. ise olay yerinden kaçtı. İhbar üzerine olay yerine sağlık ve jandarma ekibi sevk edildi. Çullu ambulansla hastaneye götürüldü. Tedavisinin ardından ifade veren Çullu, Y.B. den şikayetçi oldu. MAKYAJ YÜZÜNDEN TARTIŞMA YAŞANDI Hilal Çullu, “Bayramın üçüncü günü, nişanlım, ben ve iki arkadaşım daha Yalova Çınarcık ilçesine tatil amacıyla gittik. İlk gittiğimiz gün hiçbir problem yoktu. Bayramın ikinci günü de sabah kahvaltı ettik. Daha sonrasında at bindik, denize gittik. Sonra kaldığımız otele geçtik. Oradan üzerimizi değiştirip konser alanına geçecektik. Ben üzerimi değiştirip çıktıktan sonra makyaj yaptım diye ufak tartışma yaşandı. BİR PROBLEM YOKTU Nişanlım, İğrenç olmuşsun tarzında sözler kullandı. Ben de ‘Ben iğrençsem o zaman sen de iğrençsin’ dedim. Ardından yemek yemeğe geçtik. Hiç konuşmadım, yemeğe katılmadım. Bütün gün suratım asık bir şekilde akşama doğru olay yerine geçtik. Her şey iyiydi. Bir problem yoktu. Biz kız arkadaşımla beraber markete gidip kendimize bir şeyler aldık. Biz kız arkadaşımla alkol aldık kendimize. Mekanda sıranın bize gelmesini bekliyorduk. O sırada İstanbul dan arkadaşlarımla da görüntülü konuştuk. Aramızda sorun, problem teşkil eden hiçbir şey de yoktu. Konser alanına geçtik. Oturduk, yani onlar oturdular, biz kız arkadaşımla müzik dinliyorduk. O anın atmosferindeydik. Daha sonra bunlar diğer erkek arkadaşımızla dönüş için plan yapmışlar. KASKIYLA BELİME VURDU Gece orada kalacaktık çünkü arabalı vapurla gitmiştik. Vapur yoktu. Kalacak yerde sıkıntılıydı biraz bayram günü olduğu için. Yer kalmayabilirdi. O yüzden kesin bir şey konuşmamıştık. Gitme kararı verdik. Biz de döndük dedik ki, ‘Siz neden plan değişikliği yaptınız, kendi kendinize neden karar değiştirdiniz? Biz de varız’ Bizim üzerimiz müsait değildi. Üzerimizdeki kıyafetlerde ince ve kısaydı. Gece motor yolculuğu yapabilecek derecede değildik. Biz ‘Neden kendi kendinize karar verdiniz? Üzerlerimiz ince, eşyalarımız ağır, kendimiz dönemeyiz. Gece burada kalalım, sabah dediğimiz gibi yola çıkarız’ dediğimizde nişanlım olan şahıs agresifleşti, sinirlendi ‘Ben gidiyorum. Gelmek isteyen gelir, gelmek istemeyen gelmez, gelmiyorsan hayatımda yoksun’ deyip argo sözler kullandı. Ve giderken kaskıyla bel boşluğuma doğru vurdu dedi. SENİ ÖLDÜRÜRÜM DEDİ Çullu, “Sonra o çıktı, arkasından diğer erkek arkadaş da onu sakinleştirmeye çıktı. Daha sonra tekrar geldiler. Tekrar aynı muhabbet yaşandı. Bu esnada ben oturuyordum. O karşımda ayaktaydı. Diğer arkadaşlarım da oturuyordu. Sonrasında yine aynı muhabbet konuşulurken ben bu sefer dedim ki ‘Sen benimle bu şekilde konuşamazsın. Kimsin de benimle bu şekilde konuşuyorsun? Ben senin nişanlınım. Benimle böyle konuşmaya hakkın yok’ dedim ve buna da çok sinirlendi. Yanaklarımdan sıkarak ‘Seni öldürürüm’ dedi. DARP DEĞİL DÜŞTÜ DEMİŞ Ben de ‘Kim kimi öldürüyor, sen kimsin beni öldüreceksin’ dedim. Daha sonrasında zaten kafa atıldı burnuma. Ondan sonrası bende yok. Arkadaşlarımdan ve olay yerindekilerden duyduğum kadarıyla benim için darp edildi değil ‘düştü’ denmiş orada. Ben hastaneye gittiğimde jandarmalar zaten oradaydı. Bilincim açıldığında direkt ifadeye götürüldüm. Götürüldüğümde kendisinin İstanbul a dönmek için yola çıktığını öğrendim. Jandarma geri çağırmak için aradığında, nişanlım ‘Osmangazi köprüsündeyim, şu an yoldayım’ dedi. Ben de dedim ki jandarmaya, ‘Böyle bir şey nasıl olabiliyor? Beni darp etmiş, nasıl yolda olabiliyor?’ Daha sonrasında zaten ondan hiçbir haber almadım. Ben gerekli şikayetlerimde, gerekli tedbirlerimde bulundum. Şu anda avukatımda ilgileniyor. O GÜNDEN SONRA İLETİŞİME GEÇMEDİ Ben sadece diğer kadınlar gibi böyle olayın basitleştirilmesini, daha sonradan çok zarar görmeyi istemiyorum. O günden sonra hiçbir iletişime geçmedi. Ailesi de geçmedi. Ben de haber almıyorum. Haber aldığım kadarıyla telefonlarına kimse ulaşamıyormuş. Kimse göremiyormuş. Yani kimsenin haberi yokmuş. Şikayetçi oldum. Asla geri dönmeyeceğim. UZAKLAŞTIRMA KARARI BEKLİYORUM Uzaklaştırma kararını bekliyorum. Zaten avukatım ceza alması için, tutuklu veya tutuksuz her türlü yargılanması için şu an işlemlere başladı. Ben güvenliğimden tabii ki de endişe ediyorum dedi.

Source: Habertürk


Bir selam bin selam

Bundan böyle her hafta burada dünyanın dört bucağından “bizim hikâyemizi” anlatmaya çalışacağım. Hürriyet benim için aslında yeni bir adres değil. Tam 21 yıl önce çiçeği burnunda bir gazeteci olarak bir muhabirlik sınavıyla Hürriyet dünyasına adım attım. Mutfakta ve sahada farklı görevler yaptım. Halen Hürriyet Daily News yayın yönetmenliğini üstleniyorum. Bir süredir de CNN Türk’ün Birleşik Krallık temsilciliği için İngiltere’deyim. Bu köşe Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Hakan’ın fikri ve önerisiyle ortaya çıktı. Umarım keyifle okursunuz. NETANYAHU’NUN SİYASİ ‘SURVİVOR’ SAVAŞI Aslında Netanyahu için her şey, çok boyutlu ve kaçınılmaz bir planın parçası.Bir süredir işler istediği gibi gitmiyordu. Gazze’deki katliam için ilk kez dünya çapında ortak bir ses yükselmeye başlamıştı… İçeride zaten sallantıda olan desteğine karşı keskinleşen bir muhalefet söz konusuydu…Diğer tarafta en büyük destekçisi ABD Başkanı Trump’la aralarında Elon Muskvari bir ilişki yaşanıyordu…Siyasi ikbali için yeni bir hamle yapmalıydı.Oyun sahasının uygun hale gelmesini bekledi. İran’ın istihbarat zaaflarını kullanarak Hizbullah’ı, Gazze’deki katliamla Hamas’ı yıprattı. Sonrasında İran’a saldırdı.Artık dillere sakız olmuş, ‘önleyici savaş doktrinini’ kullanarak.İran doğal olarak saldırılara karşılık verince bir bakıma Netanyahu istediğini almış oldu.Evet, Hayfa’dan Tel Aviv’e İran füzelerinin vurduğu şehirler ‘kâğıttan kaplan’ tezini çürüttü. Evet, İsrail’deki yıkıntılar ‘Demir Kubbe’nin aşılmaz olmadığını kanıtladı. Ancak çok muhtemel ki Netanyahu’nun oyun planında bunlar hesaplanmıştı.Bugün itibarıyla manzara, Netanyahu açısından üç aşağı-beş yukarı şöyle:- BM’deki ‘İki Devletli çözüm’ konferansını erteletmeyi başardı.- İran-ABD müzakerelerinde masayı devirdi.- İsrail muhalefetinin sesini (şimdilik) kısmış oldu.- Bir süredir kaybettiği Batı’nın desteğini aldı.- Ve en önemlisi Gazze’de sağ kalanların açlığa, susuzluğa mahkûmiyeti birkaç gündür konuşulmaz oldu.Peki bu böyle sürer mi?Unutmamak gerekir ki uzayan çatışmalarda kimin neyi kaybedeceği önceden kolay kestirilemez.İran halkının üzerine bomba yağdırıp rejimi değiştirmeye çalışan Netanyahu’nun koltuğu, Tel Aviv’e ya da Hayfa’ya düşen balistik füzelerin etkisi arttıkça bir süre sonra ciddi şekilde sallanabilir. OPERA OPERASYONU’NU HATIRLAYAN VAR MI? İran’ın mevcut rejimi İsrail açısından bir zamanlar ‘Şeytan’ değil, ‘Müttefik’ olarak görülüyordu.İran-Irak savaşı başladığında İsrail, Batı’nın aksine İran’ı desteklemişti.Çünkü o zamanlar Irak, İsrail için daha büyük bir tehditti. İran ise silah satılabilecek yeni bir pazar…İki ülke Irak’a karşı ortak askeri operasyon bile düzenledi. İran istihbaratının desteğiyle İsrail hava kuvvetleri 1981’de Irak’taki Osirak nükleer tesisini vurdu. Evet, tıpkı bugün İsrail’in İran’a yaptığı gibi bir nükleer tesis vurdu…Tarihe ‘Opera Operasyonu’ olarak geçen bu hamle Batı’da büyük bir infial yarattı.ABD öncülüğündeki BM Güvenlik Konseyi’nin 487 sayılı kararı kabul edildi ve Batılı devletler nükleer tesislere yapılan saldırı için “İsrail’i şiddetle kınadı.”Şaka gibi değil mi?Ama İsrail bu kınamayı üstüne almak yerine operasyonu düzenleyen İsrail Başbakanı’nın adıyla hatırlanacak ‘Begin doktrini’ni yarattı.O doktrinde açıkça şöyle deniyor: “Opera Operasyonu İsrail’de gelecekteki her hükümet için bir emsal olmalı.”Herhalde Netanyahu’nun bu yıkıcı mirasa da sahip çıktığı söylenebilir. AVRUPA IRKÇILIĞININ YENİ HEDEFİ TÜRK BERBERLER Birleşik Krallık siyaseti bugünlerde Nigel Farage testinden geçiyor.Farage ve partisi Reform UK, bir süredir ırkçı rüzgârlarla yükselen Avrupa aşırı sağının rafine bir temsilcisi.Nigel FarageAlmanya’daki AfD, Fransa’daki Ulusal Cephe, Hollanda’daki Özgürlükler Partisi ile kol kola yürüyor.Partisinin sloganı: “Net, sıfır göçmen!”Aslında söylemek istediği: “Dostum, biz bu topraklarda hiç yabancı istemiyoruz!”Özellikle kendini dışlanmış hisseden yaşlı seçmenlerden, eğitim düzeyi daha düşük işsiz kesimden ve tüm ekonomik sorunların sebebini ülkedeki yabancılarda arayanlardan oy toplamaya çalışıyor.Farage’ın partisi geçen ay İngiltere’deki yerel seçimlerde kimsenin beklemediği bir başarı kazandı.Muhalefetteki Muhafazakâr Parti’yi sildi süpürdü, iktidardaki İşçi Parti’siyle kafa kafaya geldi.Farage, ülkesinin bütün sorunlarının yabancılardan kaynaklandığına iman ettiği için seçimden hemen önce Türk berberleri kendine dert edindi.Graeme SounessSokak sokak dolaşıp “Türk olmayan berber” aradı.Nihayet bir İngiliz berber bulduğunda yıllar önce kaybettiği kardeşini bulmuş gibi sevindi ve kameralara dönüp şöyle dedi: “Bakın sonunda Türk olmayan bir berber buldum. Üstelik vergisini veriyor ve kapısında Lamborghini arabası yok.”Farage, her fırsatta Türk berberlerin ve restoranların sadece karapara akladığını, hiç vergi vermeden lüks araçlara sahip olduklarını iddia ediyor.Aslında ortalama bir İngiliz’e “neden Türk berber” diye sorsanız, büyük olasılıkla “Güzel tıraş yapıyorlar da ondan” cevabını verir.Neyse ki aşırı sağcı Farage’a gereken cevap, yolu Türkiye’den geçmiş bir isimden geldi.Galatasaray’ın eski teknik direktörü ve İskoçların efsane futbol adamı Graeme Souness, geçen hafta İskoçya’daki yerel seçim öncesinde aşırı sağcı lidere sert çıktı.“Farage tam bir oportünist. Sadece kameralara konuşur, kameralar gittiğinde ortadan kaybolur. Ey vatandaşlar, bu tuzağa düşmeyin!”İskoç gazeteleri bu çağrıyı manşete taşıdılar.Ve sonuç: Zaten tartışmalı ırkçı bir kampanya yöneten Farage ve ekibi İskoçya’da istediğini alamadı. Souness’ın “ırkçılara kırmızı kart” çağrısı karşılığını buldu.Aslında Galatasaray’ın eski teknik adamı, 1996’daki bayrak hadisesi dolayısıyla benim de aralarında bulunduğum Fenerbahçe taraftarının gözünde pek sevilen bir figür değil.Ama Sezar’ın hakkı Sezar’a. Türkiye’de kısa bir süre görev yapmış olsa da Souness hâlâ her fırsatta İstanbul ve Türkiye’den övgüyle bahsediyor.Türk düşmanı Farage’a attığı bu klas gol de kayıtlara geçmeli.

Source: Gökçe Aytulu


Saldırgan köpekleri almaya giden muhtarı bahçeye kilitlediler

Edirne”de Yeniimaret Mahallesi”nde iddiaya göre; geçtiğimiz günlerde bisikletiyle dolaşan 10 yaşındaki çocuk, bir iş yerinin bahçesinde bakılan köpeklerin saldırısına uğrayarak yaralandı. Olay sonrası ailenin şikayeti üzerine mahalle muhtarı Neslihan Dönmez Dürüktaş, Edirne Belediyesi Sokak Hayvanları Barınağı ekipleriyle birlikte köpeklerin toplanması amacıyla söz konusu iş yerine gitti. MUHTARI BAHÇEYE KİLİTLEDİLER Bahçeye girerek köpeklerin toplanmasını izleyen muhtar Dürüktaş, burada işletme müdürü M.K. ile tartışma yaşadı. Tartışmanın ardından müdür, bahçedeki sürgülü demir kapıyı kapatarak muhtar ve barınak çalışanlarının çıkmasına engel oldu. Dürüktaş, barınak ekiplerinin yardımıyla bahçeden çıkarak durumu polise bildirdi ve karakola giderek şikayetçi oldu. Belediye ekipleri, saldırıya karıştığı belirtilen 2 köpeği yakalayarak barınağa götürdü. “BANA “BURADAN KÖPEK ALAMAZSINIZ” DEDİ” Dürüktaş, yaşanan köpek saldırısı olayıyla ilgili gittikleri iş yerinde üzücü bir durum yaşadıklarını söyledi. Barınak çalışanlarıyla bölgeye gittiklerinde işletme müdürünün tepkisiyle karşılaştıklarını anlatan Dürüktaş, şunları kaydetti:”Müdür dışarı çıktı, “Siz buradan köpek alamazsınız” dedi. Ben de ısırılma vakası olduğunu ve köpeklerin alınması gerektiğini belirttim. İşletme sahibini aradım. Kendisi bize içeri girebileceğimizi ve köpekleri toplayabileceğimiz söyledi. Burası iş yerinin tır parkı. Dorselerin altına köpekleri zincirlemiş ve köpeklere bakıyor. Isıran köpek de oradaydı. “SÜRGÜLÜ DEMİR KAPIYI ÜZERİMİZE KAPADI” Elimizde ısırma vakasına dair rapor olduğunu belirtip barınak görevlilerinin köpekleri alması gerektiğini söyledim. İşletme müdürü “Siz buradan köpek çıkartmazsınız” diyerek sürgülü demir kapıyı bizim üzerimize kapadı. Barınak çalışanları, ben ve araç içeride kaldık. Kendisi dışarı çıktı.” “”MUHTARLIĞINIZI BİTİRECEĞİM” GİBİ SÖZLER SARF ETTİ” Dürüktaş sözlerinin devamında işletme müdürünün kendisiyle tehditvari konuştuğunu öne sürerek, “Kendisi bana “Sizin muhtarlığınızı bitireceğim. Siz yandınız” gibi sözler sarf etti. Mahalle sakinlerinin önünde küçük düşürücü hakaretler etti kendisi bana.” diye konuştu. ŞİKAYETÇİ OLDU Dürüktaş, barınak çalışanlarının yardımıyla dışarı çıktığını tartışmanın dışarıda devam ettiğini ifade etti. Polis merkezine giderek şikayetçi olduğunu dile getiren Dürüktaş, iş yerinde 6 köpeğin daha bulunduğunu belirtti.

Source: Gökhan Zobar


“Jandarma izin vermedi” demişti: Ümit Özdağ”a DMM”den “şükür namazı” yanıtı

148 gündür Silivri Marmara Cezaevi”nde tutuklu bulunan Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ, tahliye edildi. Tahliye edilen Ümit Özdağ yaptığı ilk açıklamada, Buradan çıkar çıkmaz ilk yapmayı planladığım şey şurada camide bir şükür namazı kılmaktı fakat jandarma izin vermemiş dedi. HERHANGİ BİR TALEPTE BULUNULMADI Cumhurbaşkanlığına bağlı İletişim Başkanlığı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi (DMM), konu ile ilgili yaptığı açıklamada, Sosyal medya mecralarında paylaşılan, “Ümit Özdağ’ın Marmara Ceza İnfaz Kurumu çıkışında namaz kılmasının jandarma tarafından engellendiği” şeklindeki iddia asılsızdır ifadelerine yer verdi. Açıklama şu şekilde: Sosyal medya mecralarında paylaşılan, “Ümit Özdağ’ın Marmara Ceza İnfaz Kurumu çıkışında namaz kılmasının jandarma tarafından engellendiği” şeklindeki iddia asılsızdır. Ümit Özdağ ve beraberindekiler, ceza infaz kurumundan ayrıldıktan sonra jandarma personeline herhangi bir talepte bulunmamış, namaz kılmak istediklerine dair bir bildirim yapmamışlardır. Jandarmanın görev ve sorumluluğu cezaevi sınırları dahilindedir. Namaz kılınmak istendiği öne sürülen alan ise, cezaevi dışındaki bir camidir. Dolayısıyla jandarmanın bu alana müdahale etmesi veya izin vermesi gibi bir durum da hukuki çerçevede mümkün değildir. Ayrıca, güvenlik zaafiyeti oluşturabilecek herhangi bir durum ya da güvenlik önlemi talebi de taraflarca iletilmemiştir. Sonuç olarak, ortaya atılan bu iddia kamuoyunu yanıltmaya yönelik bir dezenformasyondur. Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

Source: Haber Merkezi