Ülkemizden gençler “kaygılı”: ‘Gençlerin ülkemizde yaşam kaygısı yüksek’
Gelecek kaygısını oluşturan temel sebepleri ve bu sürecin gençleri nasıl etkilediğini Cumhuriyet’e anlatan Uzman psikolog ve pedagog Ebru Şen, “Üniversite öğrencilerinin farklı değişkenlere bağlı olarak gelecek kaygısı yaşamaları ve bu kaygıyla başa çıkmakta zaman zaman zorlanmaları normal. Ancak ülkemizde bu durum ciddi oranda yüksek” ifadelerini kullandı.Buna sebep olan pek çok etkenin olduğunu belirten Şen, “Akademik stresin yanı sıra anne ve babanın olumsuz tutumu, alınan eğitimin bıraktığı olumsuz etkiler ya da eğitimin yetersiz olması, sağlam olmayan arkadaşlık ilişkileri sonucunda birey kendini geliştiremeyen, kendini tanıyamayan, hayat mücadelesine ayak uydurmakta zorlanan bir insan haline gelebilir” dedi. Geleceğe dair belirsizliklerin gençleri korkuttuğunu söyleyen Şen, “Gelecekte geçim sıkıntısı yaşama düşüncesi, işyerinde mutsuz olma endişesi, çalışılacak sektörün durumunun kötüye gitme ihtimali düşüncesi, iş bulamama endişesi, ekonomik istikrarsızlık ve sorumluluk duygusu gibi birçok etken gençlerde gelecek kaygısına neden oluyor” ifadelerini kullandı.
Source: Damla Polat
Medeniyet dediğin…
Güzel çizgi filmdi… “Heidi… hayyyyyyyyyyydiii… deine welt sind die bergeee, Heidiii, Hayydiii…” Çocukken Heidi’yi izleyenler, Alp dağlarının o özgür ruhlu, al yanaklı kızıyla içten içe bir bağ kurmuştur mutlaka. Hani şu ayakkabı giymeyi sevmeyen, çıplak ayakla dağ bayır dolaşan sevimli kız… Ama gelin görün ki, Heidi’nin bu ‘özgürlük’ hâli belki de sadece bir tercih değil, gözlerden kaçan büyük bir acının simgesiydi. Heidi’nin yazarı Johanna Spyri, 53 yaşındayken kaleme aldığı bu hikâyede aslında İsviçre’nin o dönem ‘konuşulması bile tabu olan’ bir yarasına parmak basıyordu: Verdingkinder, yani “sözleşmeli çocuklar.” Daha açık bir ifadeyle; yoksul, yetim, gayrimeşru ya da “uygunsuz” ailelerden gelen çocukların, kilise ve devlet eliyle çiftlik sahiplerine âdeta kiralanması ya da satılması. Bu çocuklar çıplak ayakla gezerdi. Çünkü “ayakkabıya layık görülmezlerdi.” Ayrıca normal çocuklardan böyle ayırt edilirlerdi. Ne kadar acı bir şey değil mi? Çuvallardan dikilmiş kıyafetlerle gezer, sadece ekmekle beslenir, ahırda yatırılırlardı. Dayak, sömürü, istismar… Hepsi bu çocukların “kaderi” sayılırdı. Çünkü toplum, bu çocukların kötü ailelerinden kurtarıldığını, artık ‘şanslı’ olduklarını düşünür, başlarına gelen hiçbir şeyi sorgulamazdı… Bu sistem, sanılanın aksine çok da eski değil. 1981 yılına kadar tamamen yasaklanmadı!.. Ve İsviçre Devleti, bu çocuklardan resmî olarak ancak 2013 yılında özür diledi. Çok az kişi sesini çıkarabildi bu düzene karşı. Onlardan biri de yazar Carl Loosli’ydi. Küçük yaşta bir çiftliğe verilmiş, tacize uğramış, çocukluğu çalınmıştı. Büyüdüğünde yazdığı her satıra içindeki isyanı döktü ama ne yazık ki yaşarken pek ciddiye alınmadı. Ressam Albert Anker ise tablolarında sık sık çıplak ayaklı çocuklara yer verdi; susanlara karşı fırçasını konuşturdu. 2011’de filmi bile yapıldı… Ve bir gün geldi, Heidi’nin çıplak ayakları artık sadece masum bir çocukluk hayali değil, bastırılmış bir utancın sesi oldu. Medeniyet Avrupa’dır! Bazen en masum hikâyelerin ardında, en acı gerçekler saklıdır… Ninem diyor ki; Tarih, kâinatın vicdanıdır. Halime Gürbüz”ün önceki yazıları…
Source: Halime Gürbüz
İletişim çağında neden doğru ilişkiyi bulamıyoruz
Bugün sizinle, son zamanlarda çokça karşılaştığımız bir meseleyi konuşmak istiyorum. Bazen sohbetlerde, bazen yazdığınız mesajlarda, bazen de kendi hayatımda şahit olduğum bir şey: “Günümüzde insanlar neden partner bulmakta bu kadar zorlanıyor?” Oysa bakınca… İletişim araçları hiç olmadığı kadar fazla. İnsan sayısı da arttı. Sanki her şey kolaylaşmış gibi görünürken, aslında kalplere ulaşmak biraz daha zorlaşmış gibi… İşte tam da bu yüzden, bugün birlikte bu sorunun derinliklerine ineceğiz. Bunu size 4 madde ile açıklayacağım. 1- ALTERNATİF ÇOK Eskiden bir köy vardı… İnsanlar o köyde doğar, büyür, evlenir, yaşardı. Seçenek çok azdı. Ama kalbin bir şeye karar vermesi de o kadar kolaydı. Çünkü ne aradığını biliyordun. Bir çift göz bakınca, yüreğin ya “evet” derdi ya da sessizce susardı. Şimdi ise… Dünya bizim avucumuzun içinde. Sosyal medyada bir parmak hareketi ile yüzlerce insan, bir tıklamayla binlerce profil… Bütün dünya ayağımıza geldi. Ve ne gariptir ki, seçim yapmak hiç bu kadar zor olmamıştı. Çünkü insan ruhu, fazla seçenek içinde kaybolur. Ne istiyorum, kim bana iyi gelir, kalbim neye evet diyor… Bunları duymak güçleşir. Seçeneğin çok olması bir şans gibi görünse de, aslında bizi en derin yorgunluklardan birine sürüklüyor: Karar verememe yorgunluğu… Ve kalbimiz karar veremediği zaman, sevgi kapısının eşiğinde, ayaklarımız birbirine dolanıyor. 2- BEKLENTİLER ARTTI Eskiden insanlar birbirine bakınca, aradıkları şey çok daha sadeydi. “İyi kalpli olsun.” “Birlikte yaş alabileceğim biri olsun.” “Yanında huzur duyabileyim.” Bazen bir çift gözde, bazen bir tebessümde bulunurdu insan aradığı şeyi. Ve yetinmek değildi bu; kalbin hakikati böyleydi. Çünkü kalp, fazlasını istemez. Kalp, samimiyet ister, sadelik ister. Peki şimdi ne oldu? Hayat hızlandı. İmkânlar çoğaldı. Ve birlikte, beklentiler de büyüdü, büyüdü… Şimdi birini ararken içimizden şöyle listeler geçiyor: Zeki olacak. Çok komik olacak. Dış görünüşü harika olacak. Spor yapacak. Maddi olarak güçlü olacak. Sanata ilgi duyacak. Çocuk ruhlu ama olgun olacak. Sosyal olacak ama sadece benimle ilgilenecek. Özgür ruhlu olacak ama asla beni ihmal etmeyecek. Sadık olacak ama kıskanç olmayacak… Liste böyle uzayıp gidiyor. Bir insanın taşıyamayacağı kadar beklenti yüklüyoruz birbirimize. Ve unutuyoruz… İnsan, mükemmel bir tasarım değil. İnsan, bir sanat eseri gibi kusurlarıyla güzel. Eksikleriyle, hatalarıyla, bazen şaşırmalarıyla… Beklentiler büyüdükçe, karşımızdaki insanın ruhunu göremez hale geliyoruz. Onu olduğundan fazlasına çevirmek istiyoruz. Ve gerçek sevgi, böyle bir ortamda yeşeremiyor. Çünkü gerçek sevgi, bir “ideal insan” bulmak değildir. Gerçek sevgi, bir insanın kalbine, olduğu haliyle bakıp, “Sen böyleyken bile güzelsin” diyebilmektir. 3- İLETİŞİM ÇOĞALDI SAMİMİYET AZALDI Bir zamanlar, birine ulaşmak zordu. Mektuplar yazılırdı… Günlerce, haftalarca cevap beklenirdi. Bir kelime gelir, kalbin aylarca o kelimenin sıcaklığında ısınırdı. Şimdi ise… Parmaklarımızın ucunda milyonlarca insan var. Bir mesajla ulaşabiliyoruz herkese. Bir beğeniyle, bir emojili yorumla tanışmalar başlıyor. Ama bir şeyi unuttuk… Kolay ulaşmak, samimi olmak demek değil. Hızlı iletişim, derin bağ kurmak demek değil. Çünkü iletişim artınca, insanın sabrı azaldı. Anlık mesajlar, anlık beğeniler, anlık konuşmalar… Ve sonra anlık kopuşlar… Bir sorun çıktığında, eskiden insanlar konuşur, kalpten kalbe bir yol arardı. Şimdi ise, bir tıkla silip geçmek normalleşti. Dayanıklılık azaldı. Emek verme isteği azaldı. Ve belki de en önemlisi… İnsanı olduğu gibi kabul etme hali azaldı. Halbuki gerçek bir ilişki, sabırla örülür. İki yabancının, zamanla birbirine dost olmasıdır aşk. İki farklı ruhun, zamanla bir melodiyi birlikte söylemeyi öğrenmesidir. Bunu hızlıca yaşayamazsın. Bir dostluğu, bir sevgiyi, bir güveni… Ancak zamanla inşa edebilirsin. Unutmayalım: Hız, ruhun dostu değildir. Aşkın dili, aceleyle konuşulmaz. Bazen sadece beklemek gerekir. Dinlemek… Ve kalbin derinliklerinde o ince bağı hissetmek. Çünkü teknoloji her şeyi hızlandırabilir ama ruhun birbirine dokunması hâlâ zamana ihtiyaç duyar. 4- KORKULAR FAZLA İnsanın doğasında vardır… Kalbini açmak ister. Sevmek, sevilmek, bir başkasının gözlerinde kendini görmek ister. Çünkü insan, yalnızlığına bir nefes arar. Ama zamanla… Yaşadığımız acılar, yaralar, hayal kırıklıkları… Kalbimizin etrafına görünmez duvarlar ördük. Ve farkında olmadan, sevgiden çok korkuları büyüttük. Şimdi bir ilişkiye adım atmadan önce içimizden binlerce soru geçiyor: Ya aldatılırsam? Ya yeterince iyi bulunmazsam? Ya yalnız kalırsam? Ya daha iyisi varsa? Ve her “ya” kelimesiyle, kalbimiz bir adım daha geriye çekiliyor. Sevgiye değil, korkuya hizmet ediyoruz. Oysa aşk, korkuyla büyüyemez. Korkuyla yaklaşırsan, karşındaki insanı da bir tehdit gibi görürsün. Onun bir bakışı, bir susuşu bile seni endişeye sürükler. Halbuki belki de sadece yorgundu… Belki de sadece bir şeyleri içinde yaşıyordu… Ama korku, hikâyeleri çarpıtır. Ve bir bakmışsın, gözlerinin önünde açılacak olan bir sevgi çiçeğini, daha tomurcukken kurutmuşsun. Yol arkadaşım, kalbinizdeki sevgiyi büyütmek istiyorsanız, önce korkularınızla barışmanız gerekir. Bilin ki… İlişkiye atılan her adım, küçük bir cesaret hikâyesidir. Kalbini açmak, kırılma ihtimalini göze almak demektir. Ama unutmayın: Kırılmadan açılan hiçbir kapı yoktur. Ve aşk dediğimiz şey, o kırılgan kapıdan içeri usulca süzülür. Belki de hayat, bize şöyle fısıldıyor: “Sevmekten korkma… Çünkü her kalp yarası, seni gerçek aşka bir adım daha yaklaştırır.
Source: Hakan Mengüç
Zehirli bombalarla soykırım
Katil İsrail ordusunun Gazze Şeridi”ne 7 Ekim 2023″ten bu yana düzenlediği saldırılarda hayatını kaybedenlerin sayısı son 48 saatte 77 artarak 52 bin 495″e yükseldi. 19 aydır Gazze Şeridi”ni ağır silahlarla bombalayan terör devleti İsrail”in bölgede “denediği silahların” yol açtığı radyasyon engelli doğumlara neden oluyor. Gazze”nin kuzeyindeki El-Avde Hastanesi”nde dünyaya gelen Melek Ahmed el-Kanu adlı bebek “beyninden tamamen yoksun” şekilde doğdu. Sağlık Bakanlığı Genel Müdürü Münir el-Burş, durumu “şoke edici bir vaka” olarak tanımladı. Bu olayın, Gazze”de son dönemde artış gösteren “doğumsal anomali” vakalarıyla ilgili endişeleri yeniden gündeme taşıdığını vurgulayan Burş, “Bu tür vakalar büyük ihtimalle İsrail”in siviller ve çocuklar üzerinde denediği silahlardan yayılan radyasyon ve kimyasal etkilerle bağlantılıdır” dedi. Burş, “Gazze”de yaşananlar, Irak”taki işgal sonrası belgelenen deformasyon vakalarını hatırlatıyor” değerlendirmesinde bulundu. Yıllardır uyguladığı ablukanın ardından 19 aydır da saldırılarını sürdüren İsrail, özellikle 2 Mart”tan bu yana yardımları engelleyerek Gazze”deki Filistinlileri “aç ve susuz bırakma” politikasına devam ediyor. AÇLIKTAN ÖLÜYORLAR Yaklaşık 2.3 milyon kişinin yaşadığı Gazze”de Filistinliler, İsrail saldırıları ve zorla yerinden edilmenin yanı sıra gıda ve ilaç sıkıntısıyla da mücadele ediyor. Bombalardan kurtulan bebekler açlık nedeniyle hayatını kaybediyor. Gazze kentindeki Rantisi Çocuk Hastanesi”nde Cinan Salih es-Sekkafi isimli bebek yetersiz beslenme ve ilaç sıkıntısı nedeniyle hayatını kaybetti. Böylece, 7 Ekim 2023″ten bu yana, İsrail”in aç bırakma politikası nedeniyle hayatını kaybeden Filistinlilerin sayısı çoğu bebek ve çocuk olmak üzere 57″ye yükseldi. TARİHİN EN KORKUNÇ “MEDYA SOYKIRIMI” Filistin Gazeteciler Sendikası, 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü dolayısıyla yaptığı açıklamada, Filistin”in tarihin en korkunç “medya soykırımı”na tanıklık ettiğini belirtti. İsrail”in gazetecilere yönelik ihlallerinin durdurulmasını istedi. Öte yandan Hamas, İsrail”in Filistinli gazetecilere yönelik sistematik saldırılarını kınayarak, uluslararası camianın buna sessiz kalmamasını istedi.
Source: Sabah
Kıbrıs kuşatmayı yardı
Yirmi gün arayla ikinci kez Kıbrıs’tayız. Nisan ortasında, bir turizm toplantısı için geldiğimizde hemen hepimizin kafası biraz karışıktı.
Birkaç sebepten ötürü…
SON BİR AYIN ARKA PLANI
Birincisi, AB ile Kazakistan, Türkmenistan, Tacikistan, Kırgızistan ve Özbekistan arasında Semerkant’ta düzenlenen zirve toplantısının sonuç bildirgesinde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 541 ve 550 sayılı kararlarının tanındığını söyleyen bir maddenin yer almasıydı. Söz konusu Güvenlik Konseyi kararları, Kuzey’deki Türk varlığını işgal olarak niteliyor, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) kuruluşunu kınıyor ve bu kararın geri alınmasını istiyor.
Daha beteri, bu beş ülke ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi arasında resmi diplomatik temasların başlamış olmasıydı. Kazakistan, Rum kesiminde elçilik açmış, diğerleri de Roma Büyükelçilikleri üzerinden Güney ile ilişki başlatmıştı. Geçtiğimiz yıl Ersin Tatar’ı Bişkek’teki toplantıya davet eden ve KKTC’nin gözlemci üye statüsünü onaylayan Türk Devletleri Teşkilatına üye ülkelerin şimdi böyle bir karara imza atması hepimizde soğuk duş etkisi yapmıştı.
Tedirginliğimizin ikinci sebebi, Nisan ayı başında Yunanistan’da düzenlenen bir askeri tatbikattı. Tatbikata Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi ile beraber NATO müttefiklerimiz ABD, İngiltere, Fransa, İtalya ve İspanya katıldı. Bunların dışında, Birleşik Arap Emirlikleri, soykırımcı İsrail ve İslam karşıtı politikaları ile öne çıkan Hindistan da katılımcı idi. Asıl üzücü olan ise katılımcılar arasında önemli dostlarımızdan birinin, Katar’ın da olması idi.
Canımızı sıkan üçüncü konu, ABD – Rum Kesimi ilişkileri ile ilgiliydi. Trump ile beraber ilişkilerimizin iyileşeceğini düşündüğümüz ABD, skandal bir kararla Rum Kesimine yönelik silah ambargosunu kaldırdı, Rumlar ile askeri iş birliği anlaşması yaptı, yetmedi Güney Kıbrıs’ta bir helikopter üssü kurma çalışmalarına başladı.
Son olarak, KKTC’nin kendi içinde bir mesele ortaya çıkmış, bir öğrencinin başörtüsü sebebi ile okula alınmaması -KKTC hükümetinin özgürlüklerden yana tutumuna rağmen- Türkiye – KKTC ilişkilerinde bir kriz başlığı haline getirilmeye çalışılmıştı.
TÜRKLERDEKİ RAHATLIK VE ÖZGÜVEN
Hülasa, 15 Nisan’dan önceki son bir iki hafta, beklenmedik derecede olumsuz gelişmelere sahne olmuştu. Biz de kafamız karışık vaziyette Lefkoşa yolunu tutmuştuk…
Ancak Kıbrıs’a vardığımızda gördüğümüz manzara bambaşka olmuştu.
İnsanlarda bizdeki tedirginlikten eser yoktu.
ABD ve Avrupa’nın tutumu ile ilgili olarak, “zaten hep böylelerdi, şaşırmayın” diyorlardı.
Başörtüsü konusunu siyasi malzeme haline getirmeye çalışan faşist sendikacıların marjinal bir azınlık olduğunu, abartmamak gerektiğini söylüyorlardı.
Türk Cumhuriyetlerinin Rumlar ile yakınlaşması konusunda da rahatlardı. “Şu aşamada tanınmayı beklemek zaten hayalcilik olur, izolasyon hafiflesin yeter” diyorlar ve ekliyorlardı: “Biz Türkiye’nin gücüne güveniyoruz”
KIBRISLILAR HAKLI ÇIKTI
Aradan yirmi gün geçti ve bu kısa süre Kıbrıslıları haklı çıkardı…
Yüzbinlerce insanın ziyaret ettiği, dünyanın en ileri teknolojilerinin ve en iyi silahlarının sergilendiği Teknofest, Kıbrıslı Türklerin gövde gösterisine dönüştü. Türk uçakları, Türk SİHA’ları dört gün boyunca FIR hattı ile oyun oynayıp, dans ettiler.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, festivale bizzat geldi ve herkese anlayacağı dilden cevaplar verdiği bir konuşma yaptı. “KKTC üzerinden oynanmak istenen kirli oyunun farkındayız. Bu oyuna düşmeyecek ve prim vermeyeceğiz.” dedi.
Erdoğan’dan bir gün önce Türk Devletleri Teşkilatı Aksakallılar Heyeti KKTC’de toplanmış, “Kıbrıs Türkünün yanındayız” mesajı yayınlamıştı.
Erdoğan ile aynı kürsüden konuşan KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ise “Federasyon defteri kapanmıştır” dedi. Muazzam boyutlardaki KKTC Cumhuriyet Yerleşkesinin açılışı da adeta Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin müjdesi gibiydi.
Gerçekten de Kıbrıslıların dediği olmuştu. Türkiye’nin gücü bir kez daha oyunu bozmuştu…
Dönüş yolunda Rum basınına göz gezdirdim…. Adeta ağıt yakacak raddeye gelmişlerdi. Kimi suçlayacaklarını bilemez halde “hayallerimiz suya düştü” diyorlardı.
Devam edeceğiz….
Source: Gaffar Yak
Veli Ağbaba, muhtarlarla bir araya geldi: “PKK”ya silah bırak diyorlar, diğer yandan CHP’li belediyelere terörden kayyum atıyorlar”
Yeşilyurt ilçesi Çilesiz Mahallesi’nde merkez mahalle muhtarlarıyla bir araya gelen CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, yerinden dönüşüm, terörsüz Türkiye ve CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun mahkeme süreci hakkında konuştu.Ağbaba, Türkiyede maalesef mal güvenliği kalmamıştır, can güvenliği kalmamıştır, namus güvenliği kalmamıştır. Bakın, birinin diplomasına çöküyorsanız, yarın sizin nikah cüzdanlarınıza çökerler. Yarın tapularınıza çökerler. Çökülüyor mu? Çökülüyor ifadelerini kullandı.Muhtarlarla düzenli iletişim halinde olduklarını vurgulayan Veli Ağbaba, şunları söyledi:İlk milletvekili olduğumdan itibaren hep muhtarlarla yoğun ilişki içerisinde olmaya çalıştık. Mahallelerin sorunlarını ilk önce onlardan dinledik. Onların bir talebi olursa, onları yerine getirmeye çalıştık. Bugün de belediye meclislerimiz, tam kalıcı olarak sürekli muhtarlarımızı dinliyorlar. Hem sorunlarını dinliyorlar hem de onların sorunlarını çözmeye çalışıyorlar.YERİNDE DÖNÜŞÜMDE MALATYA SINIFTA KALDIBurada yeni gelmişken bir şey ifade etmek istiyorum. Maalesef yerinde dönüşüm projelerinde Malatya, hem yerel yönetimlerin çok geç başlaması nedeniyle sınıfta kaldı, hem de Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğünün yeterli personel bulundurmaması nedeniyle yerinde dönüşümler çok yavaş ilerliyor. Bu işlemlerin geç yapılması, artan fiyatlar, enflasyon nedeniyle artık bin 500 liranın alım gücü yarından bile daha aşağıya düşmüş durumda. Çimentoya baktığımız zaman, hazır betona baktığımız zaman, diğer malzemelere baktığımız zaman maalesef artık bin 500 liranın bir anlamı kalmamış durumda. Bu hem projelerin geç onaylanması sebebiyle bunu yaşadık hem de ÇGH İl Müdürlüğü, maalesef projeleri çok zamanda geçirmediği için insanlar hâlâ para alamamış durumda.Özellikle büyük sitelerde para alan site neredeyse yok denecek seviyede. Bunun da altını çizelim. Yani bu mutlaka hızlandırılmalı. Depremden yaralar sarmak, mahalle kültürünün devam edebilmesi, insanların doğdukları yerde kalabilmesi için, herkesi Türkiye’ye mahkûm etmemek için yerinde dönüşüm projeleri hızla geçmeli. Ve yerinde dönüşüme para mutlaka zamanında verilmelidir.PKK’YA SİLAH BIRAK DİYORLAR, DİĞER YANDAN, CHP’Lİ BELEDİYELERE TERÖRDEN DOLAYI KAYYUM ATIYORLARTürkiye’de yaşadığımız şeylere baktığımız zaman, her gün, her yaşadığımız şeyden sonra Bu da mı olur? diye düşünüyoruz. Şimdi biliyorsunuz, ekim ayında Sayın Devlet Bahçeli’nin bir çağrısıyla Terörsüz Türkiye dedikleri bir süreç başlatılmaya çalışıldı.Şimdi Sayın Devlet Bahçeli yine açıklama yapmış. Demiş ki 4 Mayıs’ta PKK silah bıraksın. Demiş ki PKK silah bıraksın, kendini feshetsin. Değerli arkadaşlar, öyle bir süreç yaşıyoruz ki; bir taraftan PKK’ya silah bırak diyorlar, diğer taraftan İstanbul Belediyesi’nde, Cumhuriyet Halk Partili belediyelere terörden dolayı kayyum atıyorlar. Bu ne lahana, bu ne turşu? Bakın, sırf geçmişte başka partilere siyaset yaptı diye ya da etnik kökeni Kürt diye belediye meclis üyesi gösteriyoruz; onları Şişli Belediyesi’ne ya da Esenyurt Belediyesi’ne kayyum atamak için gerekçe gösteriliyor. Hatta İstanbul Belediyesi’nin bile, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bile kafasında hâlâ kayyum kılıcı sallanmaya devam ediyor.Niye? KCK dediğimiz bir yapıyla güya iş birliği yapmışız. Değerli arkadaşlar, biz bir iş birliği yaptık mı? Yaptık vallahi! Her yerde yaptık! Malatya’da yaptık, MHP’yle yaptık, AK Parti’yle yaptık. Geçmişte AK Parti’den belediye başkanı olanları belediye başkanı yaptık, Ankara’da MHP’den belediye başkanı olanları belediye başkanı yaptık. Geçmişte başka siyasi partilerden olanları da belediye meclisi yaptık.KENDİLERİ YAPINCA SUÇ YOK CHP YAPINCA TERÖR VARYani AK Parti geçmişte HDP’den belediye başkanı yapmış insanları belediye başkanı yapınca, encümen yapınca, belediye meclisi yapınca orada suç yok; CHP yapınca terör var! Bu ne lahana, bu ne turşu?Hakikaten bir taraftan PKK’ya silah bırak diyorlar, diğer taraftan CHP’yi terörle bir araya getirmeye çalışıyorlar. Burada hem Sayın Devlet Bahçeli’ye sesleniyoruz hem hükümete sesleniyoruz: Cumhuriyet Halk Partisi’ni hiçbir güç terörle yan yana getiremez. Bugün terör örgütü demiyorlar artık. Ne diyorlar? PKK’nın kurucu önderi diyorlar. Bunu biz söylesek kıyamet kopar. PKK’nın kurucu önderi diyorlar; diğer taraftan da CHP’yi terörle ilişkilendirmeye çalışıyorlar. Buna kimse inanmaz, bu sürece kimse güvenmez. Terörsüz Türkiye olsun mu? Sonuna kadar destekliyoruz! Ama diğer taraftan öğrencileri terörist sayarsan, üniversite öğrencilerini pırıl pırıl gençlerken terörist diye cezaevine atarsan, siyasetçileri terörist diye cezaevine atarsan, sivil toplum örgütlerini terörist diye cezaevine atarsan, sanatçısını, gazetecisini, siyasetçisini terörist diye cezaevine atarsan; buna kimse inanmaz, bu sürece de kimse kusura bakmasın, güvenmez.19 MART’TA BİR DARBE YAPILDIŞimdi, bir diğer mesele, gittiğim her yerde anlatmaya çalışıyorum: Kafanızda bir soru işareti varsa, lütfen sorun. 19 Mart’ta bir darbe yapıldı. 18 Mart’ta diploma iptal edildi, bir gün önce. 31 yıllık diploma iptal edildi, değerli arkadaşlar. Bakın, bu diplomayı veren İstanbul Üniversitesi. En başta usulsüzlük olduğunu söylüyorlar. Devletin üniversitesi ilan açıyor, diyor ki: Ben şu kadar öğrenci alacağım. Şartları belli. O şartlara başvuranları da üniversiteye geçici olarak alıyor, Kıbrıs’tan alıyor. Şimdi sırf Ekrem İmamoğlu başvurdu diye bu suç oluyor arkadaşlar. Başvuru ilan açan İstanbul Üniversitesi. Kabul yapan İstanbul Üniversitesi. Diploma iptal eden kim? İstanbul Üniversitesinin senatosu. Fakültede iptal etmiyor diplomayı. Fakültede diplomayı iptal edecek hoca bulamıyorlar. Ne yapıyorlar? İşte farklı farklı bölümlerde insanlar İmamoğlunun diplomasını iptal ediyorlar. 19 Mart’ta dediler ki: Büyük bir operasyon yapıldı. Siz göreceksiniz, bir ay sonra sokağa çıkamayacaklar. Biz hâlâ sokaktayız, buradayız. Ekrem İmamoğlu’na güveniyoruz. Ekrem İmamoğlu’nun namuslu olduğunu biliyoruz. Yolsuzluk yapmadığını biliyoruz. Hırsızlık yapmadığını biliyoruz. Kim siyasette zenginleşmişse, Allah onun belasını versin.JAMMER’I SADECE DEVLET SATIYOR, SUÇSA SATMA KARDEŞİMİstanbul Belediyesi, herkes biliyor ki, dünyada biliyor ki izleniyor. Fiziki takip var. Şimdi hiçbir şey bulamadılar, her şeyi kapattılar. Kamerayı niye bantlıyorsun?diyor. Niye jammer taşıyorsun? diyor. Önce o jammer çantalarında para var dediler, sonra jammer olduğu ortaya çıktı. E utanmıyorlar da. Bu memlekette dinlenmediğini hissetmeyen bir tane Allah’ın kulu var mı? E ne yapacak? Tabii ki tedbir alacak. Ayrıca o jammerlar sadece dinleme yapmıyor, terör saldırılarını engelliyor, sinyal bozucu bunlar.E bizim partiye MİT Başkanı geldi, bütün kameralar bantlandı. Recep Tayyip Erdoğan’ın arkasında onlarca jammer aracı gezmiyor mu? Geziyor. Bakanların arkasında jammer aracı gezmiyor mu? Geziyor. İstanbul Belediyesi’ndeki jammerları geçmiş dönemde almışlar. Kahramanmaraş Belediyesi’nde var, diğer belediyelerde var. Hepsi de jammer kullanıyor. Bu jammer alınmış. Jammer taşımak suçsa, jammerı sadece devlet kurumları satabiliyor. Her yerden alamıyorsun. E suçsa satılmasın kardeşim.BİR KİŞİNİN GELECEĞİ İÇİN MEMLEKETİN GELECEĞİ KARARTILDIKonuşmasının sonunda Türkiye’de adaletin yok edildiğini söyleyen Ağbaba, Adalet yok edildi, hukuk askıya alındı. Bir kişinin, bir kişinin geleceği için bu memleketin geleceği karartıldı” dedi.
Source: Anka
Bu kişiler Kurban Bayramı ikramiyesi alamayacak: Hemen kontrol edin!
Kurban Bayramı”na az bir süre kala milyonlarca emeklinin dikkati devlet tarafından ödenecek bayram ikramiyelerine yöneldi.SGK tarafından gelen açıklamada bazı vatandaşlar Kurban Bayramı ikramiyesinden yararlanamayacak.Sosyal Güvenlik Kurumu, sigorta yolu ile emekli olanlara bayram ikramiyesinin ödenmeyeceğini duyurdu.SAHTE SİGORTALILARIN EMEKLİLİKLERİ İPTAL EDİLECEKHiç çalışmadığı halde sigortalı gösterilen, özellikle tanıdık şirketler veya faaliyeti olmayan işyerleri üzerinden sigorta girişi yapılan kişiler, yalnızca emekli maaşları değil, geçmişte aldıkları tüm bayram ikramiyeleri, sosyal yardımlar ve sağlık ödemeleri de faiziyle birlikte geri alınacak.Ayrıca sahte sigortalı emeklilerin emeklilikleri tamamen iptal edilecek.HEMEN KONTROL EDİNSGK, vatandaşlara e-Devlet platformundan düzenli olarak “Hizmet Dökümü” kontrolü yapmalarını ve sigorta bildiriminde bulundukları iş yerlerinin gerçekten faal olup olmadığını araştırmaları konusunda uyardı.Eğer ki şüpheli bir durumla karşılaşırsanız vakit kaybetmeden hemen SGK”ya başvuruda bulunun.
Source: İbrahim Turna
Zafer Partisi”nin yaptığı Sırrı Süreyya Önder göndermeli “Sarı torba” paylaşımı tepki çekti
TBMM Başkanvekili ve İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in vefatı sevenlerini yasa boğdu. Sanattan siyasete birçok ünlü isim Önder için taziye mesajı yayınlarken tepki çeken paylaşımlar da oldu.
PEŞ PEŞE PAYLAŞIMLAR…
Sosyal medyada en çok konuşulan ve tepki gösterilen paylaşım ise Zafer Partisi İstanbul Gençlik Kolları”ndan geldi. Önder”in vefat haberinin ardından paylaşım yapan Zafer Partililer daha önce terörist cenazesi için kullanılan “Sarı torba” göndermesinde bulundu.
Zafer Partisi İstanbul Gençlik Kolları”nın paylaşımları şu şekilde;
Paylaşımlar kısa sürede çok sayıda tepki çekti. Tepki olarak ise şu ifadelere yer verildi;
Gençler bu söylemler ne yazık ki Nazi söylemleriyle birebir örtüşüyor. Nasıl bir bataklığa saplandığınızın farkında değilsiniz. Korkunç bir yere gidiyor anlam dünyası. İnsanlıktan çıkılıyor. Bu işin bir sınırı olsun artık. Bir kuşağı kaybediyoruz.
Ümit Özdağ görse ne tepki verirdi merak ediyorum. Açıkçası zafer partisine oy veren biri olarak utandım. Göndermeyi de anlayamadım.
Bir zafer partisi üyesi olarak söylemek isterim ki hiç hoş bir paylaşım değil. Siyaset yapan biri için düşünce ve söylemleri nedeniyle böyle bir paylaşım doğru değil. Gençlik kolları olduğunuz için belki daha yaşınız yetmiyor olabilir ama bu faşist tavır bizi çoğaltmaz, azaltır.
Çok gereksiz ve yanlış olmuş.
Türk milliyetçisiyim diyen bu paylaşımı yapmaz, Türk adetlerinde ölü birisi ile dalga geçilmez. Kadim Türk adetidir ölülere saygı…
Bu nasıl bir paylaşım abi bu kadar radikalleşmenin ne gereği var Sırrı Süreyya Önderi fikren benimsemeyen biriyim ama şu paylaşım gerçekten berbat ya.
Bu paylaşımı unutmayın sakın. Siz kötü bile olamazsınız sadece iğrençsiniz.
Source: Ufuk Dağ